Beagle gemisinin kaptanı Darwin’i masasından neden kovdu?
By Konuk Yazar on Oca 12, 2009 in Felsefe, Tarih
Hasan Rua Demiroğlu
Kuşkusuz tarihi en çok etkileyen bilim adamlarından biri Charles Darwin olmuştur. Fikirlerini ilk olarak ortaya attığı ilk günden bu yana gerek Faşizm, gerek Komünizm onun canlılığın oluşumu ile ilgili fikirlerinden epeyce etkilenmiştir. Bu etkiyi ünlü psikanalist Sigmund Freud şöyle açıklar:
“Zamanın içinde insanlık, bilimin ellerinden gelen darbelerle iki kez naif öz sevgisinin incinmesinin acısını yaşamak zorunda kalmıştır. Birincisi, Dünyanın evrenin merkezinde olmadığını, akıl almaz büyüklükte bir gezegenler sistemi içinde bir nokta olduğunu anladığında.. İkincisi, biyolojik araştırmalar özel yaratılmışlık ayrıcalığını elinden alıp soykütüğünü hayvanlar alemine düşürdüğünde.. “
Peki Darwin dünyayı bu denli etkileyen fikirleri nerede edindi? Saf bir dindarken bindiği gemiden bir şüpheci olarak nasıl indi? 26 yaşında ve kontenjansız olmasına rağmen Beagle gemisine nasıl bindi? Geminin kaptanı onu hangi fikirlerinden dolayı yemek sofrasından kovdu? Darwin canlılığın oluşumu ile ilgili fikirlerini yayınlamaktan neden çekindi ve 21 yıl sonra neden yayımladı? Karl Marks Das Kapital’in ikinci cildini Darwin’e mi ithaf etti? Engels’e yazdığı mektupta Darwin hakkında neler söyledi?
İşte insanlık tarihini en çok etkileyen adamlardan birinin öyküsü..
Beagle Gemisi
Darwin’in mutlak dönüşümü Beagle gemisindeki çalışmalarından sonra gerçekleşti. Evrim teorisi ve doğal seçilim ile ilgili kanıtlarını bu gemideyken topladı. Kendini bu bulgulardan sonra ikna edebildi. Peki sadece görevlilerin açılan kontenjanlara göre binebildiği bu gemiye Darwin nasıl binmişti?
Beagle gemisi, keşif amaçlı geziler düzenleyen bir gemiydi. O dönemlerde böyle geziler düzenlemek sıkça rastlanan bir şeydi. Bu geminin resmi doğabilimcisi ise -sanılanın aksine- Darwin değil Robert McKonick’ti.
McKonick, çok parlak bir doğabilimci değildi. Ancak Güney Manyetik Kutbu’nun yerinin keşini amaçlayan Antartika keşif gezisindeki görevini başarıyla yerine getirmişti. Bununla birlikte o dönemlerde İngiliz donanmalarında doktor-doğabilimci geleneği yaygındı. Üstelik, Edinburgh Üniversitesi doğabilimcisi Robert Jameson örneklerin nasıl toplanacağı ile ilgili mektubu Darwin’e değil McKonick’e yazmıştı.
Darwin ise bu kadar önemli bir görevde olmasına rağmen Robert McKonick’e pek değer vermiyordu. Bir mektubunda onun hakkında şöyle dedi:
“Benim doktor arkadaşm eşeğin biri ama dostça geçiniyoruz. Şu sıralar büyük bir derdi var: kamarası Fransız grisine mi yoksa ölüm beyazına mı boyanacak- bunun dışında ondan pek az şey duyuyorum.”
McKonick ile Darwin arasında ciddi bir rekabet vardı. Bu rekabette yenilmiş olduğunu düşündüğünden olsa gerek Nisan 1832’de McKonick evine dönmeye karar vererek gemiden Rio da Jenerio’da indi. Sonra, Tyne adlı başka bir gemiyle İngiltere’ye geri döndü.
Peki Darwin resmi doğabilimci değilse bu 5 yıllık seyahete hangi sıfatla katıldı?
Geminin kaptanı Fitzroy’un yol arkadaşı olarak!
Kaptan Fitzoy, Darwin ile gemiye binmeden bir ay önce tanışmıştı. Fitzroy’un bir yol arkadaşı istemesinin nedeni kaptanlığın getirdiği ilişki ciddiyeti ile ilgili kanunların yarattığı sonuçlardı. Şöyle ki; Fitzroy bir kaptan olarak gemideki yolcularla hiçbir şekilde bir ilişki kuramıyordu. Geminin mürettebatı ile ise yalnızca gemiyle ilgili rutin konulara resmi görüşmeler yapmasına izin veriliyordu. Dönemin bu sert kanunları yüzünden pek çok trajik olay yaşanmıştı. Örneğin Beagle gemisinin Fitzroy’dan önceki kaptanı memleketinden ve bu kurallar yüzünden insanlıktan uzak geçen üç yılın sonunda sinir krizi geçirip kafasına kurşun sıkarak intihar etmişti! Yemeklerini bile tek başına yemek zorunda kalan kaptanlar arasında bu tip vakalar çok yaygındı. Fitzroy’un kendi amcası da benzer nedenlerle intihar etmişti..
Fitzroy bu vakalar nedeniyle bu uzun seyahatte bir yol arkadaşı edinmesi gerektiğine karar vermişti. Yine dönemin kanunları bu konuda da oldukça sıkıydı. Kaptanların eşlerini bile yanlarına almalarına izin yoktu. Bu yüzden bir Beyefendi’yi almak ve bir neden göstermek durumundaydı.
Peki Fitzroy yol arkadaşı olarak neden Darwin’i seçmişti?
Yine dönemin kanunları bu konuda da oldukça sıkıydı. Kaptanların eşlerini bile yanlarına almalarına izin yoktu. Bu yüzden bir Beyefendi’yi almak ve bir neden göstermek durumundaydı. Darwin ise bu gerekliliklere tamı tamına uyuyordu!
Çünkü dönemin sosyal sınıf ayrımına göre Darwin bir asilzadeydi. Babası çok zengin bir doktordu. Kendisi de bilimsel araştırmalar yapan bir bilimadamıydı. Kaptan Fitzroy’un soyu da doğrudan Kral II. Charles’a dayanıyordu.
Darwin, gemide yenen bütün yemeklerde Kaptan’a eşlik etme şartıyla gemiye alındı. Darwin oldukça zengin bir adamdı, bilimsel çalışmaları için kimseye ihtiyaç duymuyordu ama böyle bir geziyi kaldıracak kadar zengin değildi ve fırsatı kaçırmak istemedi.
Darwin artık “Kaptan’ın yol arkadaşı” olarak Beagle gemisindeydi..
Kaptan hangi fikirleri yüzünden Darwin’i sofrasından kovdu?
Fitzroy dinine ve kralına bağlı bir Muhafazakardı. Darwin ise o günlerde tam zıttı görüşlere sahip olmamasına, hatta Misyonerliğin doğru bir şey olduğu ile ilgili Tahiti bildirisine Fitzroy ile birlikte imza atmasına rağmen bu fikirlere karşıydı. Yemek masasında bu fikir ayrımının ortaya çıkardığı farklılıklar çoğu kez tartışmayla bitiyordu.
Darwin kendi özyaşamöyküsünde bu durum hakkın şöyle der:
“Bir savaş gemisinin kaptanıyla aynı masada yemek yemenin zorluğu sıradan bir yanıtın bile başkaldırı sayılması ve gemi mürettebatının ona olan büyük saygısıyla daha da artıyordu. “
Darwin gerçek fikirlerini kaptana yansıtmıyordu. Çünkü yerinden olmak istemiyordu. Ancak bir olayda ipler tümüyle koptu. İplerin kopmasına neden olan tartışmanın başlığı “kölelik” idi.
Fitzory ile Darwin’in arası kölelik tartışması yüzünden açıldı ve sonunda Fitzroy “fikirlerime katılmayanlar benle aynı masada yemek yemeye layık değildir” dedi ve Darwin’i yemek masasından kovdu.
Peki Darwin neyi savunmuştu?
Fitzroy, köleliğin doğru ve insani bir şey olduğunu söylemişti. Aynı zamanda insanların gönüllü olarak köle olabileceğini söylemişti. Buna örnek olarak Brezilya’nın en ünlü köle tüccarının kölelerine azad olmayı isteyip istemediklerini sorduğunda aldığı “hayır” cevabını vermişti.
Darwin, buna karşı çıktı. Sahibinin huzurundayken bundan başka bir cevap veremeyeceklerini söyledi. Masadan kovuldu.
Fitzroy sonradan Darwin’e resmi bir özür mektubu yazdı. Darwin yolculuktan sonra fikirlerini ortaya koymaya başlayınca Fitzroy Darwin’in bu aykırılığından dolayı kendini suçlu hissetti. Bir süre sonra akli dengesini kaybetti. İncil’i başının üstüne koyup “kitap, kitap” diye bağırarak dolaşmaya başladı.
1865 yılında boğazını keserek intihar etti!
Darwin doğal seçilim fikrini neden yazdıktan 21 yıl sonra yayımladı?
Darwin doğal seçilim fikrini ortaya attığı tarihlerden daha önce hazırlamıştı. Hatta karısına çalışmalarını bitiremeden ölmesi durumunda hangi notları yayınlaması gerektiğini tembihlemişti.
Darwin, teorisini oluşturduktan sonra Malthus’un Nüfus Üzerine isimli makalesiyle ilgilendi. Sülükayaklıların taksonomisi için tam sekiz yılını ayırdı. Sonra yaşamöyküsünde elde ettiği bulguların bu bulgular için harcadığı zamana değmediğini yazdı.
Peki Darwin bu keşfine rağmen neden nisbeten önemsiz şeylerle vakit harcamıştı?
Çünkü aykırılığı onu bile şüpheye düşürmüş ve sonuna kadar emin olmak istemişti. Bu yüzden sülükayaklıları, diğer hayvanları inceledi.
Bu korktuğu aykırılık yalnızca evrim değildi. Çünkü evrim 19. yüzyılda zaten epey popüler bir konuydu. Darwin’in dedesi Erasmus Darwin de bu konuyla ilgilenmişti. Daha da gerilere gidersek; 14. yüzyılda yaşamış İbn Haldun da “insan maymundan gelmedir ama herşeyin doğrusun Allah bilir” demişti. Hatta Bir kelamcı olan Nazzam, ‘evren ve türlerinin ilk tohumu olarak yaratılan ilk varlık, kendisinden sonra ortaya çıkacak tüm varlıklara kaynaklık etmiştir ve bütün canlı türleri bir tek çekirdek varlıktan gelişerek meydana gelmiştir.’, der. Nazzam bu teorisine dini dayanak olarak (Araf, 189): ‘Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah’tır.’ ayetini gösterir. Bu sebeple canlı türlerinin sürekli olarak bir türden başka bir türe geçtiğini ileri sürer.
Darwin’in aykırılık dediği şey tuttuğu not defterlerinde gizliydi. 1844-47 arasında tuttuğu ve 1856 yılında okuduğunda “ahlak metafiziği ile dolu” dediği defterlerinde saf bir dindarlıktan felsefi maddeciliğe geçmişti.. Darwin’in çekindiği aykırılık buydu.
Doğal seçilim teorisini ise diğer bir evrimci-bilimadamı Wallace ondan daha önce yayınlayacak diye yayımlamaya karar vermişti!
Karl Marks Darwin hakkında ne düşünüyordu?
19. yüzyılda yaşayan diğer maddeciler Darwin’in ortaya koyduğu fikirlerden yararlandılar. Karl Marks, Fridrich Engels’e yazdığı mektupta şöyle demişti:
“Kaba bir İngiliz tarzıyla yazılmış olmasına rağmen bu kitap görüşümüzün doğa tarihindeki temelini içermektedir.”
Karl Marks’ın Kapital’in ikinci cildini Darwin’e adamayı teklif ettiği ve Darwin’in bunu reddetiğine dair ise elde somut bir belge yok. Ancak Karl Marks, Darwin’e Kapital’in bir kopyasını göndermişti ve Darwin bunu kütüphanesinde sakladı.
Darwin, din konusunda kesin bir dil kullanmaktan hep kaçındı. Kuramının felsefi açıdan ne anlam ifade ettiği hakkında pek konuşmadı.
Kendi deyimiyle insan aklı bilimsel ilerlemeyi izleyerek adım adım aydınlanmalıydı. Bu nedenle din hakkında yazmaktan hep kaçındı, ve kendini hep bilimin sınırları içinde tuttu.
Darwin, 19 Nisan 1882’de 73 yaşındayken öldü ve Sir Isaac Newton’un dört beş metre ilerisine gömüldü.
… Bu makale ilginizi çektiyse …
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
4 Yorum
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 13, 2009 | Reply
Komünizm ve faşizm de kuşkusuz diğer tüm sistemler gibi bilimsel fikirlerden etkilenmişlerdir.Bunu,bir esin kaynağı olarak düşünmek yerine toplumsal süreçlerin hızlanmasında bir faktör olarak görmek daha doğru olacaktır.Zira amaç ve kapsamı ne olursa olsun,ihtiyaç duyulan her yeni sistem ve toplumsal dönüşüm,ancak kabul gören değerlere alternatif bilimsel tez ve buluşların ortaya çıkmasıyla kitlesellik kazanabilir ve yaygınlaşabilir.
Şöyle düşünelim:dünyanın kendi etrafında dönüyor olduğu bilinmeseydi,insanlar toplumu değiştirmek adına ne kadar ileri gidebilirlerdi?Mesela Marks ve Engels,kendilerinden önceki düşünürlerin tez ve kuramları olmasaydı belki de “Komünist Manifesto”yu yazamazlardı.Dolayısıyla Sovyet Devrimi’i nasıl ki Marksizm’den esinlenerek pratiğe uyarlanabilmişse,aynı şekilde Marks’ı Das Kpital’i yazmaya götüren koşulların toplumsal altyapısı da bir başka felsefi ve bilimsel açılımdan beslenmiştir.
Dolayısıyla Hsan Bey’in yazısının giriş bölümünde değindiği etkileşim bir kuraldır ve elbette yerinde bir saptamadır.Ancak,bunu salt bilimin ideolojilere kaynaklık ettiği şeklinde yorumlamamak gerekir.Bugün kullanmasında sakınca görmediğimiz muazzam teknoloji,tıpta kaydedilen gelişmeler ve insanlığın hizmetine sunulmuş olan sayısız yeniliği de bilime borçlu olduğumuzu unutmamamız gerekir.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Oca 15, 2009 | Reply
Öncelikle bu güzel yazı için yazara teşekkür ederim.
Evrim görüşü ve doğal seleksiyon düşüncesi tüm modern düşüncelerin ve ideolojilerin sine qua non’u konumundadır. Doğal seleksiyon Rekabet (kapitalizm), sınıf çatışması(Marksizm), milletlerin çatışması(milliyetçilik), cinslerin çatışması(feminizm) vb. bir çok düşünceye bir arka plan hazırlamıştır.
İnsanlığın kökenine ilişkin bu nazariyeler insanı Tanrı’dan ontolojik olarak koparılmış ve tümden beşeri bilimlerin nesnesi haline getirmiştir. Bu nesneleşme insanın ölümü/değersizleşmesi ile sonuçlanmıştır. Canlılığın kökeni ve oluşumuna ilişkin düşünceler modernliğin, zaferinin hem en büyük sebeplerinden biridir hem de sonucudur.
Modern düşünce doğal seleksiyon ve canlılığın oluşumuna ilişkin bu teorileri olduğu yerde bırakmamış mantıksal sonuçlarına vardırmıştır.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 16, 2009 | Reply
Sever Bey,
Sıraladığınız modern çağın yeni “değerler”nin yükselişinde elbette evrim teorisinin etkileri yadsınamaz.Ancak evrim teorisi kadar,bu toplumsal dönüşümleri tetikleyen diğer faktörler de dikkate alınmalı.Zira,sonuçları olumlu veya olumsuz,insanlık tarihi boyunca yenilenen toplumsal doku ve değişmekte olan değerler sadece evrim teorisi ve dolayısıyla insanın “tanrıdan koparılmasına”bağlanamaz…en azından evrim teorisinin ortaya atılması bu anlamda tek başına bir milat kabul edilemez.Mesela köleci toplumdan feodalizme geçişi ele alalım.Üretiminden üretim araçlarına,özel mülkiyet ve toplumsal paylaşımdan günlük yaşamı belirleyen hukuksal altyapıya kadar birbiriyle yer değiştiren bir dizi değişim söz konusudur.Dolayısıyla kabul etmek gerekir ki,tüm bu dönüşümler yaşanırken ortada henüz bir evrim teorisi yoktur.Fakat yine de insana dair moral ve ahlaki değerler bu süreçle yeni bir çehre kazanmıştır.Keza kapitalizm,kısmen feodalizme göre ilerici olmakla beraber,feodal yaşam biçiminde varolan değerleri silip süpürmüştür…Değişim,salt üretime bağlı yeni radikal yaşam biçimleriyle sınırlı kalmamış,fakat aynı zamanda tüm insani değerleri de yeniden düzenlemiştir.
Bu anlamda çağımızda hergün yenisi eklenen sınıf çatışmalarını,kapitalist sistemin dayattığı yeni yaşam biçimleri ve bunun beraberinde getirdiği çelişkileri bir bütün olarak ele almak gerekir.Zira beğenelim beğenmeyelim,kimlik arayışları,feminizm,sınıf çatışmaları vs.bir anlamıyla kapitalizmin bu çelişkilerinden doğmuştur.İnsanın kendisine,doğaya ve topluma yabancılaşmasının ardında yatan nedenleri biraz da bu diyalektikte aramak gerek.
Saygılarımla.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Oca 16, 2009 | Reply
Aziz Bey
Yazdıklarınızda hem fikirim. Modernlik beşeri bir durum ve birçok veçheden müteşekkil. Onu vücuda getiren bir çok sebep var. Elbette ki bunun tek sebebi Darwin’in doğal seleksiyon ve canlılığın kökenine ilişkin görüşleri değildir. Bu görüşler saydığım/saydığınız durumların sebeplerden biri ve aynı zamanda modern gelişimlerin bir sonucudur. onun için yorumda aynı zamanda bir “sonuç” olduğunu da belirttim. Önceliğine ve sonralığına bakmadan bahsettiğimiz görüşlerin kendisinden sonraki sürece fazlası ile etki ettiğini ve bir çok çatışmaya açık ve örtük dayanak olarak kullandığı aşikârdır. Bu Marksizm, feminizm, milliyetçilik vb. düşüncelerin Darwin sayesinde ortaya çıktığı anlamına kesinlikle gelmiyor ve böyle bir düşünce tarihsel doğruya da tekabül etmez.