Geldikleri gibi gitmediler II:Lozan tehdidi
By Yusuf Mehmet Bahadir on Oca 15, 2009 in Lozan, Militarizm, Milliyetçilik, Osmanlı, Tarih, Ulus-Devlet, Ulusalcılık
Sunuş: Gazze’de ölen bebeklere ağladığımız şu günlerde her zamankinden fazla soğuk kanlı olmak gerekiyor. Filistin neyin parçasıdır? Büyük Oyun’a ışık tutan bu yazı dizisini dikkatinize sunuyoruz. (Birinci bölüm burada)
Editör
Stratejik Güvenlik ve Potansiyel Tehdit Unsuru Olarak LOZAN :
İkinci Dünya Savaşından sonra muzaffer devletler, Almanya’yı işgal etmiş, orada bulundukları süre zarfında kendilerine göre yeni ve özgürlükçü bir sistem inşa etmiş ve yine kendileri açısından tehdit unsuru olarak gördükleri “Führer Rejimi”ne benzer bir ortamın tekrar doğmamasını temin ettikten sonra “geldikleri gibi” gitmişlerdi!
Olayı bu çerçevede düşünürsek Lozan’da işgalci kuvvetlerin kuracakları yada kafalarında tahayyül ettikleri “Yeni Dünya Düzeni”ne tehdit unsuru olabilecek tehlikeler nelerdi ? İşte bu sorunun cevabı flu resmi biraz daha netleştirecektir.
Öyle sanıldığı gibi, milli mücadele yapıldıktan sonra, İstanbul’daki işgalci güçler, “Aman bu Türkler ne yamanmış. Gelip bizi de denize dökmeden gedelim bari” deyip geldikleri gibi gitmediler!
Geçmişimizi ve geleceğimizi tarumar edip öyle gittiler.
Ve hatta Lozan’da kovduk dediğimiz adamların karşısına oturunca bize hiç de galip gibi davranmadılar. İlk devrede uzlaşmaya bile varmadılar. Ne zaman ki; yüzyıllardır var olan bir kültürü yok etmek ve yerine başka bir medeniyetten ithal edilmiş olan tamamen yeni bir kültür koymak gibi zor ve travmatik bir proje ve uygulama şekilleri devreye girince birinci devresinde bağımsızlığımızı tanımamakta direnen itilaf devletlerinin, ikinci devrede nasıl olup da maddeleri tartışma gereği bile duymadan kabul ettikleri anlaşılmış oldu..
“Hep önde, hep ileri !” diyen 10.yıl marşımızdan aldığım cesaretle, biraz daha ileri gidiyor ve diyorum ki: İtilaf devletlerinin esas amacı;
Temellerini İslamiyet’ten alan, 600 yıldır dünyaya adaletiyle hükmetmiş, “Osmanlı kültür ve medeniyeti” Kurulan Yeni Dünya Düzenine, en büyük tehdit unsuruydu ve temelleriyle beraber yok edilmeliydi.
Osmanlı’yı haritadan silmenin yetmeyeceğini bildikleri için, daha etkili; Lord Gladistone’nun dediği gibi ‘Türklerin kendiliğinden Kur’andan vazgeçecekleri’ bir yönteme ihtiyaç vardı.
İslam’ın bazı sembolleri, medeniyetimiz bütünüyle imha edildi. Önce dedelerimizin yazdıklarını anlamaz hale gelmeliydik. Onların mirasını reddetik. Böylece, dalından koparılmış bir çiçek misali geçmişimizle bağımız koparıldı. Kütüphaneler dolusu kitap bir gecede okunmaz hale getirildi.
Tarihçiler, İslam medeniyetinin çöküşünde, Cengiz ordularının İslam yurtlarındaki kütüphaneleri ateşe vermesinin büyük rol oynadığına sık sık vurgu yaparlar. Haksız da sayılmazlar. Ama hiç kimse, geçmiş yüzyılın başında yapılan bir inkılâp ile İslam ve Osmanlı Medeniyetinin yaşayan bütün kaynaklarının bir gecede imha edildiğinden söz etmez!
Nitekim medeniyet ve tarih kaynaklarımızın bir gecede okunmaz hale getirilmesi yetmez. Sayısız camiler haraç mezat satılır. Vakıfların bünyesindeki tekke, zaviye, han, hamam… hasılı Osmanlı’yı ve İslam’ı hatırlatacak her simge yok pahasına ehil olmayan insanlara devredilir. Çoğu yıkılır. Bir kısmı ise, dükkân, meyhane ve bir kısmı da bar yapılır.
İstanbul Büyükşehir Belediye’nin 2003’te yaptırdığı bir envanter çalışması sonucu, sadece Tarihi Yarımadada altı binden ziyade tarihi eserin yok edildiği belirlendi ki, bunların tamamına yakını, Osmanlı eseriydi. Mesela Rumelihisarı sahnesinin yeri camii idi. Beş – on yıl öncesine kadar mihrabı hala ayaktaydı.
Bir de, Suudi Arabistan’ın Ecyad Kalesi’ni yok etmesine veya Sırp militanların Mostar Köprüsü’nü yıkmasına, Balkanlardaki Osmanlı eserlerinin yok edilmesine kızanlar, öncelikle kendi medeniyetimizi kendi ellerimizle nasıl yok ettiğimizi idrak etmek zorundadırlar. En azından günahı ve sevabıyla tarihimizle yüzleşebilmeliler.
Bunlarla da yetinilmedi. Osmanlı’nın dünyaca ünlü arşivleri dahi haraç mezat satılmış ve büyük bir kısmı da hurda kağıt yapılmıştır. Allah’tan Bulgaristan işe erken uyandı da, en azından kendi tarihini ilgilendiren arşivlerin büyük bir kısmını alıp yok edilmekten kurtardı…
Siz bu milletin kendi tarihine duyduğu bu hıncı anlayabiliyor musunuz? (Kendi kültür ve medeniyetine yabancılaştırılmak böyle bir şey olsa gerek!)
Kısaca, İngiliz veya Amerikan mandasını kabullendiğimizde bize zorla yaptırmaları ihtimali bulunan her şeyi veya onların asırlardır bize yapmak istediklerini, biz kendimiz yapmaya karar verdik.
Gelecek bölüm: Halifelik Açısından Lozan
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
5 Yorum
Yazan:Hasan Tarih: Oca 16, 2009 | Reply
Wilson, yenilen devletlerle imzaladığı barış anlaşmaları için “a peace to end all war” demişti..
Ama kimse kendilerine dayatılan enayi barışını kabul etmedi..
Almanya’da Nazizmi, İtalya’da faşizmi doğuran bir nebze bu anlaşmaların ağır şartlarıydı.
Yani aslında “a peace to end all peace” demek gerekir..
Peki bizimkisi neydi?
İlber Ortaylı’nın dediği gibi: uzlaşı.
Türkiye, emperyalizme karşı verilecek bir savaşın parçası olmamak ve İslam ülkeleri arasında bir tevhid oluşturmaya çalışmamak gibi şartlara karşılık “özgürlük(!)” aldı..
Devletler kuruluş dönemlerini kendi hegemonyalarını daha işler kılmak adına mitolojik bir dille anlatır..
Oysa ortada 9 bin kişinin öldüğü üç savaştan ibaret bir savaş ve uzlaşma içerikli bir anlaşma var..
Resmiyete sorsanız dünyanın en büyük özgürlük mücadelesi, emperyalizme karşı savaş vesaire..
Gerçek ise her zaman olduğu gibi bu konuda da oldukça sade.
Yazan:soner Tarih: Oca 16, 2009 | Reply
Uzun insanlık tarihi içinde M.Ö.IV ve M.S.II binli yıllara kadar Türk tarihi izlenebilmiştir.
Türk’ler tarihleri boyunca birçok harf kullanmış ve bir çok inanışa mensup olmuşlardır. Türk kültür ve medeniyetine sadece Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti perspektifinden bakmak son derece yanlıştır.
En önemli kültür miraslarımızdan biride “Türk” dilidir. Harf devrimi ile birlikte ‘medeniyetimizin ihmal edildiği’ yorumu, gerçeklerle örtüşmemektedir.
Hali hazırda Türkçe yerine İngilizce, Almanca vs. dilleri kullanıyor olsaydık işte o zaman medeniyetimizi ihmal hatta ortadan kaldırmış olmaz mıydık? Eski Fransız ve ingiliz sömürgelerinin kullandığı gibi.
Tarihi kaynaklarımızı harfler değişsede okuyabiliriz; ancak dilimiz değiştiği anda kültür mirasımızı kaybetmiş oluruz.
Geçmişimizle bağlarımız sımsıkı şekilde devam etmektedir, günümüzde de tarihimizin bir parçası olan Osmanlı arşivleri rahatlıkla okunup incelenmektedirler.
Osmanlı’yı sadece (osmanlı=İslam+hilafet) yaklaşımıyla formülüze etmek, travmadan kurtulamamazın en büyük etkenlerinden biridir.
Bu yüzdendir ki; Türk tarih ve medeniyetini bilmeden dar çerçeve içerisinde, basit formüller oluşturup “STRATEJİK GÜVENLİK ve POTANSİYEL TEHDİT UNSURU OLARAK LOZAN” demek fikir, medeniyet ve kültür dünyamıza katkıda bulunmaz.
Kaldıki nerede bunun stratejisi, güvenliği, tehditi?
Gelecek bölümlerde devam edeceğiz.
Yazan:haki yusuf Tarih: Haz 26, 2011 | Reply
Mehmet Bey, yazınızda geçen arşivlerin yok edilmesi, camilerin maruz kaldığı uygulamalar vb. için okuyabileceğim kaynakları söylerseniz sevinirim… İyi çalışmalar…
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 26, 2011 | Reply
Selam Haki Yusuf
Yakın Tarih ve cumhuriyet tarihinde referansım Mustafa Armağan’dır. Mevcut kitaplarında bu konularla ilgili yeterince belge ve kaynak bulacaksınızdır. Mustafa Armağan, bu gibi ciddi iddialarına canlı şahitler de göstermektedir. Yakın tarihin canlı şahitleri aslında yaşayan tarihimizdir. Onların yaşadıklarını, gördükleri ezaları birebir aktaran araştırmacı bir tarihçimizdir Mustafa Armağan. Bunun yanında Taraf gazetesi yazarı Ayşe Hür gibi yazarları da takip ediyorum. Ve tabii ki de siyaset tarihi olarak Serdar Kaya vazgeçilmezimdir. Yabancı tarihçilerden Erik J. Zurcher de tavsiyemdir.
Sanki şunu oku, bunu oku der gibi oldu kusura bakma.
İlgini çekeceğini umduğum bir iki bişey daha var 🙂 Camilerimize neler yapıldığına dair yakın zamanda sitemizde bir de yazı yayınlandı.
Atatürk’ün partisi! Ne yaptın bize?
ve Osmanlı arşivlerinin başına gelenlerle ilgili bir video paylaşım : 50- 56 dakikalar arası konuyla ilgili kısa bir pasaj var.
Osmanlının satılan/yakılan arşivi
Şimdilik bu kadarla iktifa edeyim…
saygı ve sevgilerimle…
Yazan:ali yardım Tarih: Haz 27, 2011 | Reply
Lozan konusunda hep zafer-hezimet gel gitleri arasında kalırız. tarihe duygusal yaklaşmanın bir sonucu bunlar. milli mücadele Türk devletini Sevr’den Lozan’a taşımıştır. Lozan’da Türk tarafı ile itilaf devletleri arasında da ciddi müzakereler cereyan etmiştir. lord curzon’un Clemencau’un Venezilos’un hem Lozanda konuştukları hem de lozan öncesi verdikleri demeçler bence dikkatle okunmalı.kemalizme muhalefet edelim diye milli mücadeleyi küçümsemek, hamasi bir söylem takınmak kadar akıl dışıdır. Türkiye’de anti-kemalist bir söyleme yaslanan “milli” alerjisine giriftar zatları bu konuda nazar-ı itibara almıyorum.
Mehmet beyin dediği gibi bir kimlik bunalımına batılılaşmayla itildik. yalnız herkesin özeleştiri yapması lazım. Türkiye’deki kimlik bunalımından batıcılar kadar İslamcılar ve Milliyetçiler de sorumludur. Ahmet Naim bey Türklerin kendilerini Türk olarak tanımlamalarını mahzurlu görüp, “İslamda davayı Kavmiyet” kitabını yazıyordu, Mustafa Sabri efendi yurt dışında kaçıp Türkiye’yi darul Harp ilan etmişti. Türkçüler Cengiz ve Timur’dan vecd ile bahsedip, romantik-mitolojik anlatıların peşinde reel-dengeleri okuma zaafına düşmüştü. bunun yanında elbette Akif gibi, Sait Halim paşa gibi İslamcılar ve Ziya Gökalp gibi milliyetçi mütefekkirler vardı.
sonuç olarak her türlü şerrin müsebbibi kemalizmdir anlayışını duygusal buluyorum. bugün kemalizmin kolayca yerden yere vurulduğu bir zeminde hala kim olduğumuzu soruyoruz. hala kafalarımız büyük ölçüde karışık. milli kimlik meselesinde mutabık değiliz. büyük ölçüde mutabık olmayı bırakalım, asgari müştereklerimiz bile gitgide azalıyor.