İsrail, Tehlikeli Barış ve Sürekli Savaş
By Sever Isik on Oca 16, 2009 in Filistin, Yahudilik
İsrail, Tevrat’a geçen peygamber Micah’ın hayal ettiği, kılıçların sustuğu, bir huzur ülkesi değil; ” onlar kılıçlarından saban yapacaklar, mızraklarından da orak; ulus ulusa karşı kılıç çekmeyecek savaş nedir bilmeyecekler. Fakat her insan kendi bağında bahçesinde oturacak ve kimse onu korkutmayacaktır.” (Micah, 4:3-4)
“Bir savaş kazandığınızda, halkınız birleşir ve sizi alkışlar. Barış yaptığınızda ise, halkınız gücenir ve sizden kuşkulanır.” Bu söz Nobel barış ödüllü Şimon Peres’e ait. Alkış getiren, birleştirici bir zafer olarak savaş ve gücenikliğe sebep olacak olan barış… Bu söz tarihin en uzunu süreli nefret ve şiddetinin, mantığının ve motivasyonunun İsrailli bir mandarinin ağzından veciz olarak dile gelişi…
İsrail, halkı savaş ile memnun edip, varlığını ve zaferini ölümler üzerine inşa edip, sırtını okyanusun öte yakasında muktedirlere yaslayıp medet umdukça, Filistinlileri aşağıladıkça Ortadoğu’nun ufkunda barış olmayacak gibi.
Kabbani’ nin dediği gibi; “horlanırken sürekli barışa inanır mı insan?”
Bugün Gazze’de İsrail’in akıttığı masumların kanı, Ortadoğu’daki nefretin tahkim ve takviyesinden başka bir işe yaramayacak.
İsrail, aşağılanmış bir dünyanın gözleri önünde işlemeye soykırımını devam ediyor. Uygar dünyadan! bir kınama bile yok. İsrail işini bitirip Gazze’yi “taş devri”ne döndürdüğünde “demokrasi havarileri” hümanist değerler maskesi ile devreye girecekler. BM’nin tarihinde itibarını İsrail kadar sıfırlayan ve hiçe sayan bir devlet yokken; hiçbir devletten ve uluslar arası örgütten İsrail’in aleyhine herhangi bir eylem yok, cılız seslerden başka…
Tüm dünyada ve medya da fazlası ile mevcut İsrailcilere göre asıl sorun ve tehlike olan Hamas ve Hizbullah gibi örgütler.. Oysa Hamas ve Hizbullah gibi yapılar sebep değil, sonuçturlar. Hamas onlarca yıllık işgalin, sürgünün ve intifadanın; Hizbullah ise Lübnan işgalinin sonucudur olan mukavemet hareketleridir. Eğer Lübnan ve Filistin kendilerinin bu aşağılanmadan ve katliamlardan koruyacak bir devlete ve uluslar arası bir koruyucuya sahip olsalardı bu yapılar ortaya çıkmayacaktı.
İsrail ve ABD Filistin halkının iradesine asla rıza göstermediler. Nobel barış ödüllü Peres, Filistin de Ortadoğu’da yeri olmayacağını söylüyor. Hamas Ortadoğu’nun nadir demokratik seçimlerinden birisinin sonuncunda Filistin halkının tercihi ile iktidara geldi. Seçimler ABD ve İsrail’in istediği El-Fetihin zaferi ile sonuçlamayınca tüm “demokrasi retoriği” askıya alındı. Çünkü oyunda asıl olan İsrail’in güvenliğinin temini idi.
“Hamasistan” olarak adlandırılan Gazze’nin yaşama hakkı yok sayıldı. Gazze Abluka altına alındı. Açlıkla dize getirilmeye çalışıldı. Alında, mesele hiç de Hamas değil. İsrail kendisine teslim olmayan ve uluslararası hukukta tanımlanan tüm hakları isteyen hiçbir Filistinli hükümeti ve yapıyı tanımayacak. Bugün Hamas’a karşı izlenen politika dün Filistin toplumunun rakipsiz temsilcisi konumundaki FKÖ karşı da izlenmiyor muydu? İsrail için önemli olan Filistin başta olmak üzere, çevredeki tüm yapıların, velev ki İran gibi uzak olsun, dişlerinin sökülmesidir. İsrail, kendisi ile eşit haklara ve statüye sahip, ve bir ordu sahibi, bir Filistin devletini asla kabul etmeyecektir. Mevcut durumda İsrail yenilgiyi tatmadıkça iki devletli bir çözüme ve onurlu bir barışa yanaşmayacaktır.
İsrail’in barışın tesisi gibi bir derdi yok ve hiç olmadı; ne 1948’de, ne 1950’de, ne 1967’de ve ne de Lübnan’ın 1978, 1982 ve 2006’daki işgallerinde; ne de bugün. İşgal ettiği toprakları elinde tutan İsrail’in BM’nin 1967’deki sınırlara dönülmesi kararını umursadığı yok. El’an Filistin topraklarının % 90’ı işgal altında. Sonuçlar tüm çıplaklığı ile ortada iken, “sürekli savaş”ın İsrail’in hedeflerine nasıl hizmet ettiğinin daha uzun bir izahına hiç gerek yok.
Gazze’de ölümler binleri bulurken ve insanlık katledilirken, enformasyon bombasına sahip küresel seri katiller, İsrail’in yaptıklarının “savunma” olduğunu ve savunulabilir olduğunu söyleyerek savunuyorlar. İsrail milyonlarca Filistinli mültecinin dönüş hakkı tanımamışken, hiçbir anlaşmada bunları kabule yanaşmamışken, Filistin topraklarının çoğunu işgal etmiş ve işgale devam ederken, İsrail’in bomba yağmuruna sebepler bulmaya çalışmak, vicdanları sömürüsü ve istismar için Holokoust’u araçsallaştrmak. İsrail’i barış yanlısı, Filistinlileri de barış karşıtı göstermek, işgali onaylamak ve “entelektüel sahtekârlıktan başka bir şey değildir.
4 Yorum
Yazan:Mustafa Tarih: Oca 16, 2009 | Reply
Yahudi toplumu eskiden beri cok heterogen topluluktur. Dil, soy, mezheb, yasanti bicimi gibi cok farkliliklari var idi. Bunlari siyonist hareket nasil bir araya getirecekti ? Farkliliklari nasil “birlige” dönüsterebilirsin? Elbette milliyetcilik ve korku psikolojisi ile. Milliyetcilikte eskisi gibi sert bicimde mümkün degil cünkü israil toplumuda bati kültürün derin etkisinde. Dünyaya kapali yasamiyorlar. Geri kaliyor korku ve düsman psikolojisi. Ha unutmadan belirteyim ivrit dilini mucit ettiler yeni bir dil kurdular. Müthis birsey. Arab sosyalistlerin Sovjetlere sirtlarini dayamalari Israile yapilacak en büyük iyilikti. Sonra selefi-vehhabi-sii etkinlerinde olan islamizm akimlarinin siddeti. Bu yüzden imkansiz israile karsi acikca karsi duramaz Bati toplumu. Filistinliler Batida halkin sempatisini Hamasla Arafatla sosyalistlere kazanamazdi. Bu durum o kadar cikmaz haldeki Israilin zumune Bati göz yumar ama Hamasa göz yumamaz. Sonra esas filistinlilere darbe vuran Misirdir. Kapali kapilar arkasinda Simon Perese “Hamasi bitirseniz ya” demeleri var ya… Peres kendisi bunu itiraf etti.
Sovjetlere ve Vehabilere ve Irana dayanan kazanmasi mümkün degil gibi.
Bence Gazzeden Güney dogu Anadaoluya Dogu Anadoluya nufus yerlestirelim. Bosalmis köylerimizi imar etsinler yasasinlar gecinsinler. Okusunlar okutsunlar 50 sene icinde güclü nüfuslufilistin toplumu olsun filistinli Rotshildler Rockefellerler ciksinlar yahudilerden daha güclü olub kendi filistinlerini öyle kursunlar.
Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply
roni margulies’in geçen hafta sonu star gazetesinin açık görüş ekindeki yazısı…
*************
KUDÜS’ÜN hemen doğusunda bulunan El Azhariye kasabasının belediye
başkanı İsam Farum ile bir yıl kadar önce tanışmıştım.
El Azhariye’nin batısında, iki kilometre mesafede Kudüs var;
doğusunda, yine o kadar mesafede Mahalla Adomim adlı Yahudi yerleşimi.
Bir zamandır Batı Şeria’nın Filistinli bölgelerini İsrail’in geri
kalanından ayıran duvar El Azhariye’ye ulaşmış durumda, inşaatı
hálen
sürüyor. Duvar, kasabayı batıdan, kuzeyden ve doğudan çevreliyor.
Bunun iki sonucu var. Birincisi, kasaba ile kasabalıların toprakları
ayrılmış oluyor. Topraklara Mahalla Adomim yerleşimcileri el koyuyor.
El Azhariye 25 bin nüfuslu bir kasaba, 2.500 dönüm toprağı kalıyor.
Mahalla Adomim 35 bin kişiden oluşuyor, 48.000 dönüm toprağı var.
İkincisi, El Azhariye hemen hemen tüm kamu hizmetleri için, başta
eğitim ve sağlık olmak üzere, Kudüs’e bağlı. Duvarın kasabayı
Kudüs’ten kesmesiyle, okul ve hastanelere ulaşım imkánsız hale
geliyor. İmkánsız değilse de, iki km yerine onlarca km gitmek
gerekiyor.
Farum bir gün bir grup okul öğrencisinin belediye binasına girip su
içtiğini görmüş. Üzerinde durmamış. Ertesi gün ve bir sonraki gün
yine
gelmişler. Sormuş. Kudüs’e okula yürüyerek gidip geldikleri için,
dönüşte yorgun düşüp belediyede mola veriyorlarmış. Bir gün, duvarın
gelip henüz tamamlanmadığı noktada çocukların oyun oynadığını
görmüş.
Sohbete dalmış. Çocukların hepsinin kardeş, teyze çocuğu filan
olduğunu öğrenmiş. Duvarın inşaatı devam ettiğinde, bir kısmının evi
bir tarafta, bir kısmınınki diğer tarafta kalacak.
Filistin’de bir gün
İsrail devleti, El Azhariye sınırları içinde kuyular kazarak su
buluyormuş. Sonra bu suyu kasaba belediyesine satıyormuş. ‘Kendi
suyumuzu para vererek alabiliyoruz ancak’ diyor Farum. Kudüs gibi, El
Azhariye de tam anlamıyla ‘kutsal topraklar’. Her tarafta her dinin
ibadet yerleri, kutsal binaları varmış. Duvar, bir Katolik
manastırının bahçesinden geçiyormuş. Farum şahit olduğu bir sahneyi
anlattı: Buldozerler Romalılardan kalma binlerce yıllık zeytin
ağaçlarını köklerinden sökerken, rahibeler yamaca oturmuş gözyaşı
döküyormuş. Bir de resim gösterdi. Duvar bir kilisenin bahçesinden
geçmiş. Kilise bir yanda kalmış, kilisenin bahçe duvarı öbür yanda!
Beton, 7-8 metre yüksekliğinde ‘güvenlik’ duvarının bu tarafında,
kendi başına, anlamsız, ne yaptığı belli olmayan bir bahçe duvarı
kalmış! Güleyim mi, ağlayayım mı, bilemedim. Bunlar ufak tefek
anekdotlar. Gündelik olaylar. Her Filistinlinin her an anlatabileceği
binlerce anekdottan birkaç tanesi.
Annapolis ve sonrası
Uluslararası Af Örgütü’ne göre ‘İsrail ordusu duvara yer açmak
için
2002 yazından beri Filistinlilere ait çok miktarda tarım alanını ve
başka mülkleri imha ediyor. Verimli Filistin çiftliklerinin imhasına
ek olarak, duvar, geniş alanları Batı Şeria’nın geri kalanından
kopartıyor. Duvar, İsrail ile İşgal Altındaki Topraklar’ın arasında
değil, Batı Şeria’nın içinde inşa edildiği için, pek çok
Filistinli
köy ve kasabayı tecrit ediyor, cemaat ve aileleri bölüyor, köylüleri
topraklarından ayırıyor, Filistinlilerin işyerlerine, eğitim ve sağlık
olanaklarına erişimini engelliyor’. Medecins du Monde gibi
uluslararası sağlık kuruluşlarına göre ise, duvar bittiğinde 130.000
Filistinli çocuğun aşı olması, 100.000’i aşkın hamile kadının
sağlık
hizmetlerine ulaşması engellenmiş olacak. Kudüs’e yakın şehirlerde,
bir ambülansın en yakın hastaneye varması duvar nedeniyle, 10
dakikadan 110 dakikaya çıkmış durumda.
İsam Farum’la tanıştığım günlerde Amerika’da Bush, Rice, Olmert
ve
Abbas’ın katıldığı Annapolis görüşmeleri sürüyordu.
‘Peki’ dedim,
‘Annapolis’ten bir beklentiniz var mı?’ Ne diyebilir ki?
‘Umutlanmak
istiyorum ama hálá bizden ödün vermemizi istiyorlar. Daha ne
vereceğiz, anlayamıyorum. Verecek neyimiz kaldı ki?’
Filistinlilerin verecek daha neleri kaldığını iki haftadır hep
birlikte izliyoruz: Önce canları ve çocuklarının canları, sonra
istedikleri hükümeti seçme hakkı, sonra da tüm diğer haklar.
‘Uluslararası düzeyde gösterdiğimiz çabalar, herkesin saygı
gösterdiği, sürdürülebilir, kalıcı bir ateşkes yaratmayı amaçlıyor.
Ve
bu, artık roket saldırısı olmamasını gerektirir. Artık Gazze’ye
kaçak
silah girmemesini gerektirir’. ABD’nin BM nezdindeki yardımcı elçisi
Alejandro Wolff’un sözleri, savaşın pek çok çevrede nasıl
yorumlandığını iyi özetliyor. İsrail’in uygulamakta olduğu katliamı
haklı göstermek isteyenler, ‘meşru müdafaa’ olduğunu iddia
edenler,
suçu Hamas’a yüklüyor. Hamas ateşkesi bozdu; İsrail şehirlerine roket
attı; Hamas köktendincidir, teröristtir.
İsrail de aynı şeyi anlatıyor: Saldırının amacı Hamas’ı ortadan
kaldırmak. ‘İsrail Gazze’ye niye saldırdı?’ sorusuna iyi
niyetle cevap
arayanlar ise, İsrail’de yakında seçimler olacağı, Amerika’da
Obama’nın seçilmiş olduğu, Hamas’ın attığı roketlerin iki
İsrailliyi
öldürmüş olduğu gibi nedenler düşünüyor. İsrail saldırısının
nedeni ne
Hamas’ın roketleri, ne de seçimlerin geliyor olması. Bu saldırı er
geç
gerçekleştirilecekti. Hamas’ın mevcudiyeti, ‘terörist’ olması
ve
attığı roketler İsrail’in kullandığı bahaneler sadece. Amaç
Hamas’ı
ortadan kaldırmak ise, çoğunluğu sivil ve düzinelercesi çocuk olan
(şimdilik) 700 küsur kişinin katledilmesi nasıl açıklanabilir?
Oslo ‘Barış’ Anlaşması
İsrail 1993’te ABD baskısıyla, Oslo Anlaşmasını kabul edermiş gibi
görünmek zorunda kaldı. Buna göre, Filistin’in Gazze ve Batı Şeria
gibi bazı çok sınırlı bölgelerinde bir Filistin Yönetimi kurulacak ve
İsrail iki bölgeden askerlerini çekecek, görüşmeler sürecek ve bir
Filistin devleti kurulması için adımlar atılacaktı. İsrail, o gün
bugündür, bu anlaşmanın hayata geçmesini engellemek için káh
provokasyonlar yapıyor, káh savaş açıyor. Filistin Yönetimi için
yapılan ilk seçimleri Arafat ve FKÖ kazandı. FKÖ, bir yandan İsrail
adına polislik yaparken, bir yandan da halkın nefretini kazanan,
yolsuzluklara, haksızlıklara bulaşan bir yönetim oldu. Doğal olarak
iki yıl önce, Filistin halkı FKÖ’yü cezalandırarak Hamas’ı
seçti.
Seçimlerin demokratik olduğunu tüm uluslararası gözlemciler teyid
etti. Hamas’ın kazanma nedeni, FKÖ’nün yolsuzluklarını teşhir
etmesi,
halka gerçekten hizmet vermeye çabalaması ve direnişin dilini
konuşmasıydı. Sözde ‘Ortadoğu’nun en demokratik ülkesi’ olan
İsrail,
‘demokrasi aşığı’ Amerika ile birlikte, Hamas yönetimini devirmek
için
her şeyi yapmaya başladı. Bahane ne olursa olsun, sorun Hamas’ın
teslimiyetçiliği kabul etmemesiydi.
Uzun zamandır İsrail, 1,5 milyon kişinin sefil koşullarda yaşadığı 360
km’lik küçücük bir yer olan Gazze’yi boğuyor, ambargo uyguluyor;
1,5
milyon kişi Hamas’a oy verdiği için cezalandırılıyor, açlığa,
hastalığa, ölüme mahkûm ediliyor. Hamas seçilmese veya seçildikten
sonra silahlı güçlerini dağıtsa, İsrail Gazze’ye saldırmayacak
mıydı?
Hamas’a kıyasla İsrail’e karşı çok daha mülayim olan FKÖ’ye
saldırdığı
gibi, Gazze’ye ve Hamas’a da saldıracaktı. İsrail’in amacı
Filistinlilerin her tür bağımsız örgütlenmesini, kurumunu, gelişmesini
baltalamak, yok etmek. Saldırının temel amacı bu; her zaman olduğu
gibi.
Demokrasi aşığı ABD!
İsrail’in hülyası, her dediğine boyun eğen, Filistinlilerin hiçbir
hakkını savunmayan, ses çıkarmayan bir Filistin Yönetimi ve ağzını
açmayan, örgütlenmeyen, kadere teslim olan bir Filistin halkı.
Öncekiler gibi, bu saldırının da nedeni ve amacı bu. Böyle bir yönetim
hiçbir zaman seçilemeyeceğine göre ve böyle bir halk hiçbir zaman
olamayacağına göre, İsrail devleti sadece Yahudilere özgü ve
Filistinlilerin hiçbir hakkını tanımayan bir devlet olarak varlığını
sürdürdükçe, bölgede kan akmaya devam edecek.
Hál böyleyken, Hamas’ın roketlerini, köktendinciliğini, suçlu olup
olmadığını tartışmak, abesle iştigaldir. Savaş beklenmedik bir
şeymişçesine, İsrail’in yaptıkları istisnai imişçesine ve ilk kez
oluyormuşçasına, savaşa neden aramak anlamsızdır. Taraflar birbirine
eşitmiş gibi, kimin nerede haklı nerede haksız olduğunu tartmak,
adalet kavramını tümüyle dışlamak anlamına gelir.
İsrail sorunu dün ya da Hamas’ın kuruluşuyla, Filistinlilerin roket,
taş atmasıyla ortaya çıkmadı. Tam 60 yıl önce, bir grup insanın
Filistin’e gelip yerli halkı silah zoruyla kovması ve bu halkı
dışlayan bir devlet kurmasıyla ortaya çıktı. Altmış yıldır yaşanan
her
şey, her savaş, her cinayet bu temel haksızlıktan kaynaklanıyor,
güncel ayrıntılardan değil. İsrail devletinin yaptığı her şey bu temel
haksızlığı sürdürmeyi amaçlıyor, Filistinlilerin yaptığı her şey
hak
ve adalet arayışından ibaret.
Bu durumda, ‘Roket atmasalardı, İsrail’i provoke ettiler’ demek,
hatta
‘Roket atmasalardı, ne olurdu?’ sorusuna cevap aramak bile, temel
haksızlığın kabulü anlamına gelir. Hukuksal, etik ve ahlaki tüm
değerlerin reddi anlamına gelir.
Reddetmiyorsak, ne yapabiliriz? Barış ve adalet yanlıları olarak,
sokaklara dökülmek dışında yapabileceğimiz çok şey yok. Kitlesel
gösteriler Filistinlilere yalnız olmadıklarını gösteriyor, evet, ama
daha da önemli bir hedefimiz olmalı. Hükümete öyle bir basınç
uygulamalıyız ki, esip gürlemenin, büyük laflar etmenin yetersiz
olduğunu, somut adımlar atmak gerektiğini anlasın. Daha iki hafta önce
İsrail’le 167 milyon dolarlık silah anlaşması imzaladı. Önce bunu
iptal etmekle işe başlasın. Ardından da açık ve gizli tüm diğer
anlaşmaları. Haktan yana olmanın yolu budur, kürsülerden nutuk çekmek
değil.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Oca 16, 2009 | Reply
Toplumumuzun tersine medyada hakim oluna hava FİLOSEMİTİZM/PHİLOSEMİTİZM. İsrail’i haksız bulan cümleler bile “ama”lı cümlelerle devam ediyor.
Çok az yazı hariç..Margulies’in yazısı da onlardan biri; “ama”sız bir yazı. Kurbana fatura çıkarmamış. Var olsun…
Vicdanı amâ olanlara ders olsun.
Yazan:Enver Gülşen Tarih: Oca 16, 2009 | Reply
sever bey,
çok haklısınız ama ben bunun son zamanlardaki anti-semitizm korkutmasından olduğunu düşünüyorum. ben bile kendimi kullandığım kelimeleri 3-5 defa düşünürken buluyorum, acaba yine bir anti-semitist suçlaması olur da sinirlerim bozulur mu diye… işte budur psikolojik savaş ve israil bu savaşı lobileri sayesinde çok felaket beceriyor.