RSS Feed for This Post

Cumhuriyet Gazetesi Kürtleri neden yamyam ilân etti?

 Kenan Korkmaz

Kürt Sorunu kaç yaşında? Bu soruya doğru cevaplamak önemli. Çünkü sorunun cevabında çözümü için ipuçları da yatıyor. Zira tedavi; teşhis ile başlayan bir süreçtir. Resmi ağızlar ve onun söyledikleriyle köşecilik oynayanlara göre Kürt Sorunu PKK’nın silahlı kanadı ERNK’in 15 Ağustos 1984 yılında yaptığı Eruh baskınıyla başlıyor.

Bunun öncesinde her şey güllük gülistanlık, Türk-Kürt kardeşliği tahsis edilmiş. Ama araya giren emperyalist güçler, içre düşmanımız “Ermeniler” Urfalı bir Ermeni’nin kurduğu örgütle kardeşliğimizi bozuyorlar!

Cumhuriyet döneminde Kürt İsyanları ne zaman başladı? İsmet İnönü doğuya yaptığı seyahatta hangi notları düştü? Şark Islahat Raporu nasıl insanlık dışı maddeler taşıyordu?

İngilizler Şeyh Said’e mi yoksa Türkiye’ye mi yardım etti? Cumhuriyet Gazetesi Kürtleri nasıl yamyam ilan etti, dönemin Cumhuriyet Gazetesi’nde Kürtlere nasıl hakaretler edildi?

İşte kronikleşen bir iç hastalığımızın kısa tarihi..

RESMİ GÖRÜŞ

 (…) Dağların yüksek kesimlerinde, tepelerde, yaz kış erimeyen karlar vardır. Güneş açınca üzerinde buzlaşan camsı parlak bir tabakayla örtülürdü karın yüzü. Üstü sert altı yumuşak olurdu. Bu karın üstünde yürüyünce,ayağın bastığı yer içeriye çöker “kart-kurt” diye sesler çıkarırdı. Doğulu Türkmenlere Kürt denilmesinin nedeni buydu.Bölücülerin Kürt dedikleri,yüksek yaylalarda ve karlık bölgelerde yaşayan Türklerin,karda yürürken ayaklarından çıkan sesin adıydı aslında…”(1)

Yukarıda okuduğunuz pasaj 1980 öncesinde Genelkurmay’ın subaylarına halka anlatması için dağıttığı bildiriden bir alıntı. Bu alıntıyı Aziz Nesin bir kitabında da belirtmişti, kitabın adı şuydu: “Bulgaristan’da Türkler, Türkiye’de Kürtler”

Yaygın olan görüş, Atatürk’ün yaşadığı yıllarda Türkiye’nin bir asr-ı saadet yaşadığı; devrimler, ekonomi, sosyal yapı, etnik durum konusunda hiçbir sıkıntı çekmediği yönündedir. Bu bağlamda Kürt Sorunu’nun da Atatürk’ten sonra gelen yöneticilerin “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içinde olmalarına bağlı olarak yükseldiği düşünülür. Ergenekon davası kapsamında kodese tıkılanlardan Veli Küçük de bir konuşmasında “bu ülkede Kürt Sorunu değil, Ermeni Sorunu var. Kürt Sorunu’nu Ermeniler çıkartıyor. PKK’yı onlar kurdu.” Demişti. Bu çarpık anlayışı papağan misali tekrar eden kişilerin Kürt Sorunu’nun 1984 ve PKK öncesi dönemini ısrarla reddetmesi  tarihin derinliklerine sakladıkları kirli çamaşırları nedeniyledir.

2008 yılının Eylül ayında Genç Siviller’in düzenlediği “12 Eylül Vicdan Mahkemesi’nde” konuşan Orhan Miroğlu; ” Diyarbakır Cezaevi Kürt toplumunda bir travma yarattı. Bunun öncesinde PKK’li arkadaşların sayısı çok azdı. Ancak bu travmadan sonra Kürt kimliği bir değer kazandı ve PKK’lilerin sayısı arttı.” Demişti..

Fikret Bila’ya konuşan generallerde benzer şeyler söylüyordu:

“..bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz. ” diyen Aytaç Yalman ve diğer generaller genelde aynı fikirde “eğer biraz daha demokrat olabilseydik PKK bu kadar taban bulamazdı.”

Ayan beyan ortada ki; Kürt Sorunu, cumhuriyetin ulus-devlet niteliği sayesinde doğmuş, inkarcı ve şiddet içeren politikalarla örgütlü tepkiye yol açmıştı. Celal Bayar da Kürt Raporu’nda tek kimlik vurgusunun Doğu’da tepkiyle karşılandığını söylüyordu.

Ulus-devlet inkar ettikçe, baskı yaptıkça bu yaratılan ortamdan terör örgütü pay çıkarıyordu. Terör örgütü güçlendikçe daha fazla zarar veriyordu. Terör örgütü zarar verdikçe ulus devlet daha fazla baskı yapıyordu!

Mide bulandıran bu kısır döngünün içersine zamanla uyuşturucu kaçakçılığı, aşiretler, derin devlet de girecekti. Kürt Sorunu’yla ilgili herhangi bir çözüm çabası dillendirilmeye başlandığı anda -tam da o anlarda!- PKK bir eylem yapıyordu. Bingöl’de 33 asker PKK’ya verilen yanlış istihbarat sonucu öldürülmüştü. 33 kişinin öldüğü bu saldırıdan kurtulanlar hiçbir güvenlik önleminin alınmadığını söyleyecekti. Dağlıca, Aktütün gibi “skandallarda” da işin derinliği ve pisliği ortaya çıkmıştı..

Olmamıştı,”ÜST KİMLİK PROJESİ” tutmamıştı. Aynı zamanda tutulmayan diğer bir şey de Kürtlere Milli Mücadele olarak adlandırılan dönemlerde verilen özerklik vaadleriydi. TBMM açıkça Kürtlere söz vermişti ancak cumhuriyet kurulunca bu sözlerden hiçbiri tutulmadı.

TBMM’de “Kürdistan mebusu” olarak adlandırılan vekillerde vardı. Ama 1925’e gelindiğinde artık işler değişiyordu. Osmanlı’dan ve hatta Selçuklu’dan bu yana bir eyalet ismi olarak kullanılan “Kürdistan” ismi artık kaldırılmıştı. Bununla da kalınmadı. Bakın, Eylül 1925 tarihli Şark Islahat Raporu neler içeriyordu?

– Ermenilerden kalan arazinin Kürtlere kiraya dahi verilmemesi ve buraların evleri, hayvanları, tarım araçları ve bir yıllık geçimleri hükümet tarafından sağlanacak biçimde Balkan ve Kafkas göçmenleriyle iskan edilmesi. On yıl içinde buraya 500 bin göçmen yerleştirilmesi (md. 5).
– İsyanı bastırma masraflarının bölge halkına ödetilmesi (md. 8).
– Bölgedeki ‘tali memuriyetlere dahi Kürt memur tayin’ edilmemesi. Burada görev yapacak jandarma dahil bilumum memurlara ‘tahsisat-ı fevkaladelerinin’ yüzde 75’i oranında zam verilmesi, ordu mensuplarına “1 ilâ 5 nefer tayını” oranında zam yapılması (md. 10).
– ‘Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan’ il ve ilçelerdeki devlet dairelerinde, okullarda, ‘çarşı ve pazarlarda Türkçeden maada lisan kullananlar’ın hükümet ve belediye emirlerine karşı gelmekten ve mukavemetten cezalandırılması (md. 13). (Bu ceza Kürtçe ve Arapça kelime başına 5 kuruş olarak gerçekleşecektir).
– ‘Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe’ asimile olmak üzere bulunan veya Arapça konuşan yerlerde acilen yatılı okullar ve ‘mükemmel kız mektepleri’ açılması (md. 14).
– Fırat’ın batısındaki dağınık Kürt yerleşimlerinde Kürtçe konuşmanın ‘behemehal’ yasaklanması ve ‘kız mekteplerine ehemmiyet verilerek kadınların Türkçe konuşmaları[nı]temin’ (md. 16).
– Halktan para toplayarak ‘hükümet binaları ve jandarma karakolları ve askeriye ve hudut karakolları’nın inşası (md. 17). Bu binaların telefon ve telsiz gibi modern araçlarla donatılması (md. 20). Kaçakçılığa karşı ‘zırhlı otomobil’ alınması (md. 22).
– Bölgeye ‘ecnebi bir şahıs veya müessesenin’ izinsiz girmesine engel olunması (md. 24).

Bu plan, Şeyh Sait isyanına karşılık olarak düzenlenmişti. Ama alınan bu kararlar sorunu bitirmedi; daha da derinleştirdi. Zaten Şeyh Sait İsyanı ne ilk ne de sondu. 1806’dan 1937’ye kadar tam 33 isyan gerçekleşmişti. Bunlardan tam 22 tanesi Cumhuriyet döneminde gerçekleşmişti. İşte isyanlar:

# 1806, Baban Aşireti, Abdurrahman Paşa İsyanı
# 1833-1837, Mir Muhammed (Soran) İsyanı
# 1838 1. Han Mahmud İsyanı
# 1842 – 1847 2. Han Mahmud İsyanı (son döneminde Bedirhan Beyle ittifaken)
# 1843-1847 Bedir Han İsyanı
# 1855, Yazhan Şer İsyanı
# 1878-1881, Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı
# 1919-22, Simko (Ismail Ağa) İsyanı
# 11 Mayıs 1919, Ali Batı İsyanı
# 21 Mayıs 1919, Mahmut Berzenci İsyanı
# 6 Mart 1921, Koçgiri İsyanı
# 4 Eylül 1924, Beytüşşebab İsyanı
# 13 Şubat 1925, Şeyh Said İsyanı
# 10 Haziran 1925, Nehri İsyanı
# 7 Ağustos 1925, Reşkotan-Raman İsyanı
# Kasım 1925, 1. Sason İsyanı
# 16 Mayıs 1926, 1. Ağrı İsyanı
# 21 Ocak 1926, Hazro İsyanı
# 7 Ekim 1926, Koçuşağı İsyanı
# 26 Mayıs 1927, Mutki İsyanı
# 13 Eylül 1927, 2. Ağrı İsyanı
# 7 Ekim 1927, Bıcar İsyanı
# 6 Temmuz 1929, İt Resul İsyanı
# 20 Eylül 1929, Tendürek İsyanı
# 26 Mayıs 1930, Savur İsyanı
# 20 Haziran 1930, Zilan İsyanı
# 21 Temmuz 1930, Oramar İsyanı
# 7 Eylül 1930, 3. Ağrı İsyanı
# 24 Ekim 1930, Pülümür İsyanı
# Eylül 1930, 2. Mahmut Berzenci İsyanı
# Kasım 1931, Şeyh Ahmed Barzani İsyanı
# Ocak 1937, 2. Sason İsyanı
# 21 Mart 1937, Dersim İsyanı

Cumhuriyetin ilk yıllarında Kürt Sorunu’nun durumu işte buydu. Onca dökülen kana, onca plana, onca rapora rağmen durum ortadaydı. Şark Islahat Planı’ndan 10 yıl sonra bölgeye Atatürk’ün emriyle bir gezi düzenleyen İsmet İnönü şunları yazacaktı:

  • Kürtlerin şehirlere yerleşmesi engellenmelidir.
  • Kürtlerin etkisini azaltmak için Karadenizden buraya muhacirler getirilmelidir. Örneğin Van’a yerleştirilen Karadenizli Türklerden söz ederek onların memnun edilmelerinin sağlanmasını ister. Böylece diğer muhacirlerin Kürt bölgelerine gelmeleri kolaylaştırılmalıdır.
  • Türk ve Kürt şehirleri olarak ayırdığı mıntıkalar ayrı şekillerde hizmet almalıdır.
  • Kürtlerin bulunduğu yerlerde henüz okul açılmamalı, açılacaksa Türkler için okul açılmalıdır, ikinci planda Kürtleşmiş fakat Türkçe’yi çok daha çabuk öğrenebilecek yerlerde açılmalıdır.
  • Fransız ve diğer ülkelere karşı Mardin, Urfa ve Hakkari gibi sınır bölgelerinde iyi bir idare kurulmalıdır.
  • Boşaltılmış olan Ermeni köylerine Kürtlerin yerleşmesi engellenmelidir.
  • Kürt bölgesi, nüfusu bakımından kalabalık olmasına rağmen, ülkeye kalabalığı oranında katkı sunmamaktadır. Bundan dolayı yeraltı zenginliklerinin (petrol, linyit) daha çok nasıl kullanılabileceği araştırılmalıdır.
  • Bölgede trahom ve cüzzam (sadece Kars’ta bin dolayında cüzzamlı var) hastalıkları çok yaygındır.
  • Kürtler asimile edilmelidir. Kürt çekim kuvvetine karşılık Türk merkezleri oluşturulmalıdır.
  • Kürdistan coğrafyası şimendifer (tren) hattı ile kontrol altında tutulmalı.
  • Dersim’e müdahale edilmeli.
  • Kaçakçılığın önüne geçilmeli. Kürtlerin ekonomik güç elde etmeleri engellenmeli.. Gerekirse bunun için vergiler indirilmeli.

Kürtlerin çoğalmasını engellemek, Kürt bölgelerini Türklerle doldurmak, Kürtlerin okumasını engellemek.

Yeni rejim açıkça Kürtleri tehdit olarak görüyordu!

ŞEYH SAİD VE İNGİLİZLER

Şeyh Sait’in 1921 doğumlu en küçük oğlu babasıyla ilgili sorulanlara şöyle cevap veriyor:

Size göre Şeyh Sait isyanı nasıl gelişti?

Cibranlı Halit Bey ve Bitlisli Yusuf Ziya Şeyh Sait Efendi’ye gelip, ‘biz bir Kürt Cemiyeti kuracağız, halk sana hürmet eder’ deyip kendisini başkan yaptılar. Hınıslı Kürt Rüştü, hükümetin adamıymış, böyle bir teşebbüste bulunuyorlar diye ihbar etmiş. Şeyh Sait Efendi’yi kışın Bitlis’e ifade vermeye götürmek istediler. O zaman araba yok, ‘kışın at üstünde gidemeyeceğim, ifademi buradan alın’ dedi. Varto’ya kadar gitti, ifade verdi geri döndü. Sonra Karlıova, Genç üzerinden Lice Piran’a gitti. Rus hicretinde üç kardeşi oraya yerleşmişti. Onların yanına gitti. Çevre köylerden işitenler ziyarete gittiler. Kalabalık içinde hükümetin aradığı 3 kişi de varmış. Bunlar ihbar edilince, bir müfreze geliyor, bir çavuş, beş on tane de asker, ‘O 3 suçluyu yakalayacağız’ diyor. Şeyh Sait Efendi de, ‘bu kadar insan birikmiş, bir olay çıkarsa önünü alamazsınız, biz gidelim ondan sonra hangi evdeyse yakalarsınız’ demiş. ‘Yoksa kargaşa çıkar, bize de hükümete de felaket olur’ demiş. Asker, ‘imkan yok, avımızı bırakmayız, teslim olun’ der. O arananlar ateş açıp bir-iki jandarmayı öldürüp, diğerlerini teslim alıyorlar. Derhal Diyarbakır’a tel çekip isyan oldu diyorlar.

Yani isyana yönelik bir hazırlık yok muydu?

Hayır, o yönlü bir hazırlık yoktu. Yalnız Şeyh Efendi, rejim hakkında “buna itaat lazım gelmez, çünkü Allah’ı tanımıyor, milletin de o idareye karşı çıkması lazım” diyordu. ‘Allah’a isyan edene millet de isyan etsin’ diye bir hadisi şerif var, onu söylüyordu.

Rejimin hangi uygulamalarından dolayı böyle düşünüyordu?
Şeriatı kaldırdı, Kuran hükmünü kaldırdı, rakıyı, faizi serbest etti. Bunlar hep Allaha isyan etmektir. Hadise göre, bunları kabul etmeyeceksin. Şeyh Sait Efendi’nin fikri buydu.

İngilizlerin Şeyh Sait’le görüştükleri, hatta destek verdikleri iddiasına ne diyorsunuz?

O hükümetin propagandasıdır. İngilizler o zaman demiryollarını açtılar, Diyarbakır’a askeri kuvvet gelsin diye. İngilizlerle asla bir görüşme olmadı. İngilizler Şeyh Sait’e karşıydı.

DERSİM İSYANI’NDA VERİLEN EMİR: TOPYEKÜN İMHA

Cumhuriyet döneminin en sert isyanlarından biri de Dersim İsyanı’dır. Bu isyan da tıpkı diğer isyanlar gibi şiddet yoluyla bastırılmıştı. O dönem Elazığ’da bulunan ama Dersim’e isyanı bastırması için gönderilen Albay Hulusi Yahyagil’e verilen emir kesin ve netti: Dersimlilerin topyekün imhası!

O yıllarda askerlik yapan Abdullah Çiftçi de olan biteni şöyle anlatıyor:

‘Niçin katlettiğimizi bilmiyorum. Askere gitmedikleri söyleniyordu. Kürtler miydi, gavurlar mıydı bilmiyorum. Savaşıyorduk. Onlar bizi, biz onları öldürüyorduk. Atatürk savaşın çıkmaması için çok çabaladı. Atatürk kırmadı, Atatürk öldükten sonra İnönü dedi ki vurun. 38’de isyan tamamen bastırıldı.’

Dersim İsyanı’nı başlatan Seyit Rıza, 1937 yılında idam edilmişti. İdam olunmadan önce şunları söyledi:

Ewladê Kerbelayme [Kerbela evladı]
Bêxetayme [Boyun eyme]
Aybo, zulmo, cinayeto. [Bu zulüm ve Cinayete]

 Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi de, “Tarihe Gömülen Dersim’e Dair” başlıklı 18 Kasım 1937 tarihli yazısında, “Senelerden beri adına Dersim denilen mesele tarihin ummanına katılmış ve ebeddiyen ölmüştür” demişti.

1938 yılında tümüyle bastırılan isyanda 90 bin Kürt ölmüştü. İsyan bastırıldıktan sonra Dersim’in adı “Tunceli” olarak değiştirildi.

CUMHURİYET GAZETESİ VE KÜRTLER

 1930 Ağrı İsyanı’ndan sonra Cumhuriyet gazetesinde Kürtler şöyle tasvir ediliyor:

“Bunların alelade hayvanlar gibi basit sevk-i tabiilerle işleyen his ve dimağlarının tezahürleri, ne kadar kaba hatta abdalca düşündüklerini gösteriyor… Çiğ eti biraz bulgurla karıştırıp öylece yiyen bu adamların Afrika vahşilerinden ve Yamyamlardan hiç farkı yoktur.”

16 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Ağrı Dağı Harekatı Bu Hafta Başlıyor” başlığı altında şöyle yazıyor:

“Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekatında imha edilenlerin sayısı 15.000 kadardır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur… Bu hafta içinde Ağrı Dağı tenkil harekatına başlanacaktır. Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı’da tarama harekatına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkanı tasavvur edilemez.”

(“Ağrı Dağı Harekatı Bu Hafta Başlıyor”, Cumhuriyet, 16 Temmuz 1930)

Gazeteci Yusuf Mazhar, isyan bölgesini gezdikten sonra kaleme aldığı “Ararat Eteklerinde” başlıklı yazı dizisinde şöyle diyor:

“Bunlar – tarihin şehadeti ile sabittir ki – Amerika’nın kırmızı derililerinden fazla kabiliyetli oldukları halde ziyadesiyle hunhar ve gaddardırlar… Dessas ve bediî hislerden, medeni temayüllerden tamamiyle mahrumdurlar. Bunlar asırlardan beri ırkımızın başına bela kesilmiştirler.

Siyasî ve medenî teşkilata istinad eden buradaki Türk köylüleri, hükümet ve idare nüfuzunun za’fa uğraması üzerine başkaldıran vahşi Kürt aşiretlerinin önünden ya kaçmışlar, yahut Kürtleşmişler de yalnız köylerinin isimlerini bırakmışlar.”

(Yusuf Mazhar, “Ararat Eteklerinde”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 1930, sayfa: 3)

***
“Bunlar (Kürtler) ayrıkotu gibi sardıkları toprakta intişar eder fakat bastıkları yere zarar verir mahluklardır. Birçok yerlere hastalık sirayet eder gibi sonradan yerleşmiş ve asli ahalisini -aşiret teşkilatındaki kuvvet sayesinde – körletmişlerdir.”

(Yusuf Mazhar, “Ararat Eteklerinde”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 1930, sayfa: 3)

***
“Bu Kürtler zahireyi değirmende öğütmeyi bilmezler. … Bunlarda istiklal ve hürriyet hisleri temelinden mefkut ve ruhları izzet-i nefisten mütecerrittir. Bana bu sözleri söyleyen Kürt delikanlısı buralar Rusların işgaline uğrayınca hicret ederek on dört yaşından on dokuz yaşına kadar Gazi Ayıntap’ta yaşamış olduğu cihetle biraz insanı andırıyordu. Yoksa bunlar meramlarını, maksatlarını en basit mantikî kıyaslarla yahut en adi misallerle ifadeye kadir değildirler.

Bu Kürt kitlesindeki karanlık ruhu, kaba hissiyatı, hunhar temayülatı kırmak mümkün olmadığına kaniim. Bunu uzun bir tekamülden beklemek bunların zaman zaman böyle isyanlar çıkararak yahut memlekette asayişi bozarak veyahut hırsızlık ederek hükümetin daima meşgul olmasına halkın mütemadiyen mutarrız olmasına sebep olur.”

(Yusuf Mazhar, “Ararat Eteklerinde”, Cumhuriyet, 20 Ağustos 1930, sayfa: 3)

Tarihin derinliklerinden bugüne doğru gelindiğinde sorunların kaynağı nasıl da gün gibi ortaya çıkıyor öyle değil mi?

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 10 Yorum

  2. Yazan:müstear Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    Yazı için teşekkürler. Aslında bu sıralarda sorulmakta olan pek çok soruya yanıtlar da içeriyor. Yalnız, ilk bölümlerdeki alıntılara (Şark Islahat Raporu, İnönü’nün notları, Şeyh Said İsyanı, vb.) alıntı yaptığınız kaynakları belirtmemişsiniz. Yararlandığınız kaynakları verebilirseniz konuyu daha ayrıntılı okumak isteyenlere bir yararınız daha dokunmuş olur. Zira, her ne kadar son zamanlarda tartışılır olsalar da, bu konularda güvenilir kaynaklar bulmak o kadar kolay değil. Elinize sağlık.

  3. Yazan:Khalmul Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.Zira suçlanan tarafın suçsuzluğunun ve bu meseleyi kimin yaratıp şikayet ettiğinin ispatıdır.Siz zulmü hak görüyorsanız ve aşşağılıyorsanız eğer o kesimin sosyal haklar isteyişini kabul etmiyor ve okulsuz,gelişmeden uzakda bırakıyorsanız başka bir yol bırakmadığınız bu insanların ufak bir kısmının bu tür taşkınlıklar çıkarışlarına da hazır olmalı ve bunu tümüne yüklemekden geri durmalısınız.

  4. Yazan:Hasan Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    Çok haklısınız sayın müstear, acemilikten kaynak vermeyi unutmuşum.

    Şark Islahat Raporu: Baskın Oran- Tekrar merhaba 1938 / Radikal İki
    http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7805

    Generallerin itirafları : “PKK’yla geçen 24 yılın komutanları” isimli yazı dizisi- Fikret Bila

    İnönü’nün Şark Seyahati Raporu: Aynı isimle Google araması

    Kürt İsyanları: “Tarihte Kürt İsyanları” başlığı/Alevileriz.biz

    Teşekkürler, iyi günler.

  5. Yazan:Yunus Emre Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    Sanki tarafsızlığı biraz abartılmış bir yazı gibi geldi bana. Zirâ hükümetin, askerin yazışmaları ve icraatleri mevcut lâkin kürt toplumumun icrâtlarına dair tek bir ifade bile göremedim.
    Bir kişi/kurum suçlamada bulunacaksa mutlaka bir etken olmalı, yoksa kimsenin çıkıp da bunlar yaramaz diyeceğine kanaat getiremiyorum. Verilen Tepkiler ölçütünde olmasa bile mutlaka yazılmamış/atlanmış bir şeyler olduğu kanaatindeyim.

    Ben bile bu yorumu sizin yazıyı yazmış olmanıza binaen yazıyorum. siz yazmamış olsaydınız ben de yazmamış olacaktım. Arada atlananlar nerede?

  6. Yazan:müstear efendi Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    Demiroğlu’na kaynaklar için teşekkürler. En kısa zamanda inceleyebilmeyi umuyorum.

    @Yunus Emre: Lütfen yapmayın, tarafsızlığın abartılmışı mı olurmuş? Olsa olsa taraflılığın abartılısı olur. 🙂

  7. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    Tarihi gerçekleri yazmak/sorgulamak, bugün varolan sorunlarımıza alternatif çözümler bulma yolunda kuşkusiz ki kaynak sağlayacak,yol gösterecektir.Geçmişimizi sorgulamadan,tarihi gerçeklerimizle yüzleşmeden geleceği inşa etmemiz mümkün değil çünkü.Bu bağlamda tarih yazılarının önemsenmesi gerektiğini düşünenlerdenim.Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim,objektif ve genel doğruları ihtiva etmeleri ve aynı zamanda daha iyi bir gelecek inşa etme yolunda iyi niyetle yazıldıklarında bile,bu tür araştırma ve çalışmalar beraberinde olumsuz bir tartışmayı getirme riski de taşırlar.Zira bir şekilde aşina olduğumuz resmi tarihle çelişen kimi kısımlar her görüş,düşünce ve inanç sahiplerince farklı farklı algılınırlar…Herkes kendi inandığı değer yargıları doğrultusunda ve dolayısıyla ait olduğu aidiyet duygusu penceresinden bakar.Bu bir realitedir.İşte tam da bu noktada olumlu bir tartışma ortamı yerine zaman zaman kutuplaşlamalar yaşanabiliyor.Nitekim yaşanmaktadır da.

    Peki ne yapılmalı?Duyduğumuzda bizde bir şekilde farklı reaksiyonlara neden olabilecek gerçekleri ertelememiz mi gerekir?Elbette hayır.Ancak bu yapılırken,sn.Yunus Emre rumuzlu katılımcı arkadaşımızın dediği gibi mümkün mertebe tarafsız bir bakış açısı ve hiçbir ayrıntının atlanmaması esastır.

    Burda elbette sn.Demiroğlu’nun tarafsızlığını sorgulamak ve bu anlamda kuşkular öne sürmek adil bir eleştiri olmaz.En azından ben sn.Demiroğlu’nun samimiyetinden kuşku duymuyorum.Buna karşın ilave etmek istediğim bir kaç husus var.İlki,günümüz koşullarıyla tarihi yargılamak bizi yanıltabilir ve asıl ulaşmamız gereken doğrulara bizi götürmeyebilir.İkincisi ise tarihi sorgulama ve araştırmalar bir bütün içinde değerlendirilmeli,yani gerekirse mağdur olduğu düşünülen tarafın da hata ve eksikleri bir eleştiri ve özeleştiri mekanizması içinde dikkate alımalıdır.

    İlkinden başlayacak olursak,elbette Cumhuriyet gazetesi ve dönemin siyaset adamı ve aydınlarının ortaya atıkkları düşünce ve tezlerin onaylanabilir bir yanı yok.Ancak dönemin ruhu ve varolan toplumsal dinamizm dikkate alındığında günümüzün kısmi özgürlük ortamıyla kıyaslanması bir hayli zor.İstiklal Mahkemeleriyle korunmaya çalışılan baskıcı bir rejim dayatması varken,elbette Cumhuriyet gazetesi evrensel değerleri sütunlarına taşıyacak değildi.Düşünün,düşünce ve ifade özgürlüğü yok,en ufak bir muhalefet sürgün ve idamlarla cezalandırılıyor(Şapka kanuna muhalefetten asılan kadın örneğin).Dolayısıyla hiç kuşkusuz ki hakim olan siyasi ve toplumsal hava her türlü muhalefetin ve ifade özgürlüğünün önünü tıkamıştır.Sonuç itibariyle totaliter bir rejimin iktidarda olduğu böylesi baskıcı bir atmosferde,insan haklarına aykırı söylemler o günün koşulları gözönünde tutulduğunda çok da şaşırtıcı değildir.Hele ki içinde yaşadığımız çağın geçirdiği dönüşüm ve değişimlerin yarattığı yeni değerler düşünülürse.

    İkinci husus eleştiri ve özeleştirde yaşanan sıkıntıdır.Bu,sadece “Kürt Sorunu”için geçerli bir handikap değildir.Adı sorunla anılan her iç meselemizde karşımıza çıkmaktadır.Bireysel özgürlük kapsamına giren sorunlardan,uluslararası boyutu olan genel sorunlara kadar bu engelle karşılaşıyoruz.Alevi sorunu,Türban sorunu,Ermeni meselesi ve bugün vicdanlarımızı sızlatan Filistin sorunu vd.sadece aklıma gelen başlıcalarıdır.Evet,ortada bir hak gaspı vardır ve elbette her biri birer sorun olarak bizi meşgul etmekte türlü ayrımcılıklara,hak ihlallerine yol açmakta.Ve tarafları bir yana,çözüme kavuşturulamadıklarından ötürü hepimiz bundan zarar görmekteyiz.Yani kim haklı kim suçlu tartışması bir yana,varolan her sorun bizden bir şeyler alıp götürmektedir;birey olarak,toplum olarak,insan olarak.Kazananı olmayan ama kaybedini çok kompleks sorunlar olarak karşımızda duruyor.Ancak burada da tarışma biçiminde aşamadığımız eksiklikler baş göstermeye başlıyor.Şikayet ve yakınma üzerine kurulan,sürekli bir tarfı sorumlu gösteren bir refleks doğuyor.Hakkı çiğnenen,baskı ve ayrımcılığa uğrayan kesimler,varolan sıkıntıların yaşanmasında kendi sorumluluklarının da payı olabileceğini genelde görmezden gelir.Bu bir zaafiyettir.Ve bu zaafiyete sadece kendileri düşmekle kalmıyor,haklarını korumak adına yola çıkan aydın ve entelektülleri de bu hissiyatın içine çekmektedir.Burada yanlış bir anlaşılmaya mahal vermemesi için bir ayrıtıya dikkat çekmek durumundayım.Hak arayışında bulunanlardan kastım,yasadışı örgüt ve yapılanmalar değil.Bunları kurtarıcı olarak gören hatalı algıdan ve iyi niyetle yola çıkan aydın ve demokratlardan sözediyorum.Bu algı biçimi zamanla birer tabuya dönüşür ve maalesef özeleştiri zeminin oluşmasını engeller duruma geliyor.Ne yazık ki tartışma biçimimiz böyle bir hissiyat üzerine kurulu.Oysa çözümlere ulaşabilmenin yegane yolu özeleştiridir.Yani kişi veya toplulukların karşılaştıkları türlü sorun ve sıkıntılardan kendilerinin de hatalı tutumlarının payı olabileceği gerçeği gözardı edilmemeli.

    Konu Kürt sorunu olduğundan burada bir kaç örnek vermek yerinde olacaktır.Birincisi kürt halkı hiçbir baskı altında kalmaksızın çözümün silahla,şiddetle çözülemeyeceğini kavramak zorundadır.Devletin inkar politikalarını aşmanın yolu çoluk çocuk sokağa dökülerek “biji serok Apo”sloganları atmak değildir…Araba ve işyerlerini ateşe vermek hiç değildir.Her koşulda fanatik bir futbol taraftarı gibi taraf psikolojine hapsolmak barışı getirmez,sorunu da çözmez.Nitekim bu yöntemle de sorun çözülememiştir.Tabii her Kürt vatandaşımız meseleye böyle bakıyor demiyorum.Ancak kendileri adına demoratik zeminde mücadele verdiklerini iddia edenlerin yanlış politikalarına da ciddi anlamda tartışmaya açacak siyasal olgunluk mevcut görünmüyor.Dilleri,kültürleri,kimlikleri için mücadele verildiğine ikna edilmelerine karşın,çözüme daha yakın barışçıl açılımlar maalesef ıskalanıyor,görmezden geliniyor.Sakın AKP hükümetinin kısmi açılımları yeterli ve birer reform hareketi olarak algıladığım anlaşılmasın.Fakat birer başlangıçtır ve doğru okunmalıdır.Ama ne hikmetse doğru okunamıyor.İki örnekle buna açıklık getirebilirim.Geçmiş zaman,tarihini net olarak hatırlamamakla birlikte(muhtemelen 2003 te olabilir)AB uyum yasaları gereğince hükümet,kürtçe dil kursları yönünde önemli bir adım attı.Ancak kısa bir süre sonra birilerince feshedildi,hem de yıllardır dil yasağından yakınan sözümona savunucular tarafından.Peki bu nasıl bir anlayıştır?Neden anadil yasaklanıyor(haklı bir yakınma elbet)diye şikayet edilirken bu önemli açılım pratikte yaşam bulmadı? Acaba çocukların ve gençlerin meydanlarda şiddetin içine çekilmesinden daha kötü bir sonuç mu doğacaktı.Sonuçta olmadı ve hiçbir kürt aydını tarafından bunun özeleştirisi yapılamadı.Geriye,sadece”devlet göstermelik kararlar alıyor”ya da “yapılacaksa bunu devletin karşılaması gerekir”şeklinde eleştiriler kaldı ve güzelim fırsat kaçırıldı.Ne tuhaf ironidir ki,devletin bizzat kabul ettiği bir realite gibi algılanması gereken TRT Kürtçe kanalı da bu kez “neden devlet tarafından organize ediliyor?”diye aynı çevrelerden soğuk ve mesafeli karşılandı.Hatta öyle bir noktaya geldi ki,bu kanalda görev alacak sanatçı ve personele,kanalı izleme tercihinde bulunanlara şüpheyle yaklaşılır oldu.TRT Şeş,birileri tarafından vebalı muamelesi görerek kürt kitleleri bundan soğutuluyor.Bu maalesef görmemiz gereken diğer gerçeklerimiz.Ben bir kürt olarak bu çarpık algının özeleştirisinden kendimi sorumlu tutuyorum.İdeolojik saplantılarımız yüzünden maalesef barışa,çözüme gidecek yolu kendi ellerimizle tıkıyoruz.Çünkü ezberlerimize takılıp kalmak daha kolay geliyor.Sürekli birilerini suçlu gösterek sorumluluklarımızdan kaçmak daha cazip geliyor.Ve bizler,her nereye ait olursak olalım bu tür reflekslerden kurtulamadığımız sürece çözüm hep gecikecektir.

  8. Yazan:İhsan Polat Tarih: Oca 26, 2009 | Reply

    Yazıda da değinildiği gibi Kürt sorununun temelleri Cumhuriyet ile atılıyor. Bir ülke kurabilmek için önce toprak, sonra o toprak üzernde yaşayacak halk-millet sonra da bu milleti bir arada tutacak ortak değerler olması gerekiyor.

    Cumhuriyet kurulurken kurucuların önünde iki seçnek vardı. Bunlardan biri “Türklük” diğer ise “İslam” dı. İslamı seçmek ülkedeki gayri müslim azınlığı reddetmek ve hilafeti dolayısıyla saltanatı desteklemek demekti. Ancak burada “Türklük” seçeneği seçilirken hilafet ve saltanattan daha çok gayri müslim azınlığın reddi konusu daha da ön plana çıkıyor kanımca.

    Sınırlar içinde kaldığı halde Türk olmayan halkın (Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin…) dışlanması Rumların ve Yahudilerin dışlanmasına tercih edilmiş.

    Hepimizin bildiği bir atasözünün de dediği gibi balık baştan kokmuş…

  9. Yazan:Ali Duman Tarih: Oca 28, 2009 | Reply

    Yazınızda; Eylül 1925 tarihli Şark Islahat Raporu’na atfen
    “Bu plan, Şeyh Sait isyanına karşılık olarak düzenlenmişti. Ama alınan bu kararlar sorunu bitirmedi; daha da derinleştirdi. Zaten Şeyh Sait İsyanı ne ilk ne de sondu” denilmektedir.

    Kanaatimce duruma tamda tersinden bakmak gerektirmektedir, söyle ki; söz konusu plan 1924 yılında yapılmış Başbakan İnönü bu planı uygulayabilmek için TBMM’den sıkıyönetim talebinde bulunmuş, ancak TBMM sıkıyönetim talebini onaylamamıştır.
    Burdan şunu anlamak gerekiyor, Şark Islahat Planı’nı yürürlüğe koyabilmek ve ihtiyaç duyulan sıkıyönetim ilanını TBMM’ye onaylatabimek için “Şeyh Şait Ayaklanması” devlet kışkırtması sonucu çıkarılmış, bunun sonucunda tüm ilerici unsurları baskı altına alan ve mahkum eden “TAKRIRI SÜKUN” kanunu ile birlikte sıkıyönetim uygulaması başlatılmıştır. Normal şartlarda yürürlüğe konulamayan Şark Islahat Planı olağanüstü şartlar sonucu uygulamaya konulmuştur.
    Konu ile çok ilgili değil ama söz konusu gazeteden yani Cumhuriyet’ten bahisle 1952 yılında Nazım Hikmet’in resmini basıp altına “Resmini bastık, yüzüne bakıp doya doya tükürebilesiniz” diye yazabilen gazetedir Cumhuriyet bu da böyle biline.

  10. Yazan:Hasan Tarih: Şub 7, 2009 | Reply

    Sayın Ali Duman;

    O bölümle ilgili benzer düşünceler bende de vardı. Ancak elimde kanıtlar olmadığı müddetçe dayanaksız olacağından eklemedim.

    Saygılar.

  11. Yazan:yakarım Tarih: Şub 15, 2009 | Reply

    kürt kültür ve yaşam tarihini bilmeyen cahil,barbar, kültürün K sinden yoksun yöneticiklerdir bu katliamı yapanlar..tarih bu insanları yargılamakta…
    lüfen bunlar derken parentez içindeki KÜRTLER yazılı ibareleri siliniz.KÜRTLER barbarlıkla tanışmadan önce medeniyeti geliştirmeyi amaç edinmiş(mezopotamya uygarlıklarını ve yaptıklarını incelemenizi tavsiye ederim)barbarlıkla birlikte ,bu tipteki yöneticiklerle ve bunları ehil etmekle zaman harcamıştır..

  1. 1 Trackback(s)

  2. Kas 18, 2011: CHP yeniden iktidar olursa yeni Dersimler olacaktır : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin