Çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmak – Bölüm 3
By Emre Er on Oca 28, 2009 in Devletçilik, Ekonomi, Kapitalizm, Kemalizm, Liberalizm
Toprak ağasından burjuva olur mu?
Devletin kurucularının bu soruya cevabı hayırdı. Onlara göre ağa tez elden ortadan kalkmalıydı. Kalktı mı? Kalkmadı. Bölüm 2’de onu nasıl yok edebileceğimizi anlattım. Şimdi ağayı burjuva olmaya nasıl ikna edeceğimizi açıklayalım. Tabi, alışkanlıklar kolay değişmiyor. Toprak ağası annesinden, babasından gördüğünü bir yana bırakıp fabrika açacak, traktör, Hollanda ineği alacak. Elbette kolay iş değil. İnsanın doğasında olan bazı dürtüleri harekete geçirmeli ki, ağa parasını hayırlı işlerde kullansın.
Bölüm 1’de bahsettiğim gibi bir kere devlet olarak ağanın yağını eksik etmeyeceksin. Güçlü merkezi yapıların kurulduğu doğu kültürlerinde toprak ağası otoriteye derin bir saygı duyar. Devlet onun nezdinde kutsaldır. 16. yüzyılda yaşayan ünlü siyaset düşünürü Machiavelli bile Osmanlı Devleti’nin merkeziyetçiliğini örnek göstermiştir. Böyle bir kültürün ürünü olan ağa için otoritenin övgüsüne nail olmak şereftir. İşte bu şereflenme duygusunu kullanacağız. Yapılması gereken çok basit. Ağayı sofranın baş köşesine oturt. Tabi o kadar kolay değil. Yemekte Jean Jacques Rousseau konuşamayacaksın, Beethoven dinleyemeyeceksin. Ne yapalım, sen seçtin komünist olmamayı. (alaka için bakınız bölüm 1) Sonra onun için özlü sözler söyleyeceksin, iline uğradığında ziyaretine gideceksin. Bir kere onu adam yerine koyduktan sonra da fabrika kurmasını isteyeceksin.
Paranın sahibi diyecek ki “Biz ne anlarız bu işlerden?”. Vereceksin yanına mühendisini, işletmecini. Ağa parayı bir kez verdikten sona gerisine karışmayacak. Bir kere güven tesis edilince varlığını devlete armağan edecek.
Hep almak hep almak olmaz. Yapılan yatırımın karşılığını feodal bey alacak. Sürecin başarılı olması kara bağlı. Bir kere ağa paranın tatlı yüzünü gördükten sonra her şey kolaylaşacak. Daha fazla kazanma hırsı saracak burjuvalaşan feodal beyi. Ben bu hırsa aç gözlülük diyorum.
Kapitalizmde feodal üretimde olmayan bir şey var: fazla üretim. İkinci bölümde de bahsettiğim gibi her feodal yapı kendi ihtiyacını karşılayabilecek imkana sahiptir. Her köyün bir terzisi, bir çanak çömlekçisi bulunur. Modern üretimde ise seri ve ucuza imalat yapıldığı için atölyeler ortadan kalkar. Fabrikada üretilen pantolon bütün ülkeye satılır. Böylece sskinin toprak ağası şimdinin kapitalisti inanılmaz paralar kazanır. (‘Ağa güçlenir başımıza bela olur.’ diyenler bir zahmet ikinci bölüme baksın.)
Yeni burjuva aklına hayaline gelmeyecek para kazandı. Nasıl? Modern üretimle. Şimdi sizce bundan sonra ne olur? A) Burjuva sıkıldım ben bu kadar paradan, traktörü satıp sarı öküzü geri alacağım der. B) Gelen para ile bir 10 traktör daha alıp daha fazla kazanır. C) Hayatın anlamsızlığını fark edip inzivaya çekilir. A veya C şıklarını tercih edenler, bu yazı dizisini okumayı bıraksın.
İkinci dürtüyü de yaratmış olduk. Artık geriye dönüş yok. Yeni burjuvanın içine kapitalizmin kurdu açgözlülük kaçtı bir kere. Burjuva bundan sonra hep daha fazla kazanmak isteyecek. Onun için sürekli kapitalist döngüyü çalıştıracak. Para ile fabrika kuracak. Çıkan ürünü satacak. Kazandığı paranın bir kısmını kendi ihtiyaçları için harcayıp kalan bütün parayı daha büyük fabrikalara yatıracak.
Sen devlet olarak yeni burjuvaya yol göstereceksin. Öyle başı boş bırakırsan ya davulcuya gider ya zurnacıya. Tıpkı 1950-60 arasında Demokrat Parti döneminde olduğu gibi. Kaynaklar o kadar kötü kullanılmıştı ki 60’ta darbe yapıldığında ilk iş Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulması olmuştu. Dolayısıyla devlet olarak hangi alanlara yatırım yapılmalı, araştıracaksın. Makine, teçhizat hangi sektörde kolay ithal edilebiliyor? Ham madde ülkede var mı? Çok yüksek araştırma geliştirme masrafları gerektiriyor mu? İşi kurabilecek kalifiye personel yetişmiş mi? Yoksa yetiştireceksin.
İşte ağayı böyle sokacaktık modern üretime. Önce yağlayacağız. Bir kere kar ortaya çıkınca o kendisi gelecek başka ne fabrikası kuralım diye. O zaman da yol göstereceğiz. Böylece nur topu gibi bir burjuvamız olacak. Sonraki bölümde ikinci bebeğimize kavuşacağız.
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
1 Trackback(s)