RSS Feed for This Post

Bastırılmış dinsellik-2

  Nihal B. Karaca (ZAMAN)

Dünkü yazımı okuyanlar, konumuzun, inanmak isteyen ama dindar olmak istemeyen; çünkü dinin getirdiği paketi hem fazlaca ağır, hem anlaşılamayacak denli arkaik bulanların hissettikleri kaygılardan bahsettiğimizi biliyor. Bilmeyenler de şimdi öğrendi.
Bu kaygılar, hep birlikte yoğrulduğumuz ve adına toplum dediğimiz kamusal havuzda, o kaygıları taşımayanları ya da nispeten az taşıyanları da ilgilendiriyor.

Korku aşılabilir, ama kaygıyı aşmak güçtür, dalga dalga büyür ve güvenlik endişesine dönüşür; güvenlik endişesi de her zaman ama gerçek ama sanal nedenlerden türetilmiş muhayyel ‘öteki’nin üzerinde patlar. İnanç gibi, ontolojik boyutlar üzerinden türeyen ve güvenlik endişesini beraberinde getiren kaygıların çeşitli görünümleri olabilir. ‘Mahalle baskısı’, ‘irtica geliyor’ gibi siyasi; ‘ama onlar da çok köylü ve kötü giyiniyorlar, çocukları ile her yere doluşup konforumuzu bozuyorlar’ gibi sınıfsal durum ve gerekçelerle iç içe geçebilir. Nitekim bunları yaşıyor, maruz kalıyor ama arka planına bakmadığımız için hızlıca kodlayıp geçiyoruz, çoğu kez de öfkeleniyoruz. O kadar öfkelenmememiz, biraz daha anlamaya çalışmamız için dün kaldığım yerden devam ediyorum ve Ayşe Arman’a verdiğim röportaj üzerine gelen bazı maillerden örnekler vermek istiyorum.

Posta kutumda ‘…ben de ancak elli beş yaşında yıllarca neyi es geçtiğimi, neyi bastırdığımı fark edip, kişisel, manevi aydınlanmasının peşine düşmüş olanlardanım…’ diye başlayan ve bu mealde kendi öykülerini anlatan kişilerin e-postaları var. Artık bastırmadığını, bir gün bir şekilde gerçek ihtiyacının inanmak olduğunu fark edenlerin hikâyelerinden küçük kesitler.

“Dinim var çok şükür, ama ‘dinselliğim’ yok. Elbette bastırıyorum, çünkü bazı şeyleri aklımın alması mümkün değil, aklımın almayacağı şeye bir mesafem var ve cumhuriyet mitinglerine katılmamın nedeni de bu mesafeyi korumak istememdi.” diyen bir okurun sözleri son derece aydınlatıcı. Ve en özlüsü: “Ben de Müslüman’ım, ama modern dünyada dinin verdiği emirleri yerine getirmek de bir yere kadar. Yerine getiriyoruz diyenler de yalan söylüyor zaten, çünkü bu imkânsız. Çünkü bu çağda kimse körü körüne dine saplanıp kalamaz. Böyle bir lüksümüz yok. Dindarım diyorsan tam yaşayacaksın. Ama yaşayamazsın. Yaşıyorum deyip başkasının üzerinde tahakküm kurmaya da hakkın yok. Bu yüzden dinî hayat devletin denetiminde olmalı.”

Gündelik hayata çokça sirayet ettiği için artık pek dikkat çekmeyen bu itham, aynı zamanda en önemli ‘bastırma’ gerekçelerinden biri: ‘Yapacaksan tam yapmalısın’… Yani, ‘inanca yoğunlaşırsam, hele bunu deklare edersem, dinin emirlerini yerine getirmem gerekir ve yeteri kadar iyi yerine getiremeyeceğimi daha şimdiden biliyorsam aslında hiç inanmamışım demektir’ gibi bir felsefi çıkarsama üzerinden ‘hepsini yok say’ tuşuna basma hali. Sonuç, huzursuz olmakla birlikte, zaman zaman kendisini ‘net tutumundan’ dolayı tebrik eden bir yukarıda konumlanma haline dönüşebiliyor. Bastırılmış dinselliğin en agresif görünümlerinden biri, dindarların dindarlıklarını yaşayamadıkları (hoş, zaten bunun mümkün de olmadığı) iddiası üzerinden samimiyetsizlikle suçlaması yapmak, kişilere özgü hata ve sapmaları dinin yaşanamazlığına delil saymak ve bu yolla kendisini dindar olarak tanımlamaktan kaçınan kişi/kişilere moral üstünlük temin etme çabasıdır.

‘Peki çare nedir?’ diye soran da olmuş. İç huzuru sağlayabilecek argümanlara sahip olup olmadığımı bilmiyorum, ilahiyatçı da değilim. Dolayısıyla sözüm de görüşüm de sadece kendimi bağlar; olsa olsa düşünce ve inanç özgürlüğü kapsamında edilmiş anlamlı ya da anlamsız lakırtılar kapsamına girer. Ama şahsi görüşüm, ‘Allah şah damarınızdan daha yakındır’ ayetinin dışarıdan ve içeriden gelen bütün baskılar, bütün ayrışmalar için çok sağaltıcı, arındırıcı olduğu yönünde. İnanç bu ‘yakınlığı’ anlama, ona talip ve razı olma halidir. Bu yakınlık hem herkesi birleştirir, hem de herkese özgün kalma özgürlüğü verir. Daha güzeli, kimse kimseyi bu yakınlıktan kovamaz. Herkese yer vardır orada, bastırana da, bastırmayana da…

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin