Çağdaş uygarlık seviyesinin üzeri – Bölüm 5
By Emre Er on Şub 1, 2009 in Devletçilik, Ekonomi, Kadın, Kapitalizm, Kemalizm, Liberalizm
Kadın çalışma hayatına nasıl katılır?
4. bölümde anlattığım gibi işçinin suyunu çıkarıp şerbet yaparsak kadın da çalışmaya başlayacak.
Modern üretimin ilk dönemlerinde az para çok emek gerektiren sektörler tercih edilir. Çünkü burjuvanın parası azdır. Bu sektörlerin başında tekstil gelir. İşçi maliyeti ne kadar düşük olursa burjuvanın rekabet gücü o kadar artar. İç ve dış pazarlarda satışlar artar. Bu daha çok para daha çok yatırım daha çok istihdam demektir.
İşçiyi ezmekle bitmiyor. Yatırımcının diğer masraflarını da düşürmek gerek. Mesela ithal doğalgazla elektrik üretip üreticiye çok yüksek bir fiyatla satmamalı. Yüksek maliyetlere rağmen fiyatları tutmakla da olmaz. Sonra bir yerde yüklüce zam yapmak zorunda kalınır. Nükleer, hidroelektrik, rüzgar hepsini devreye sokacaksın ki gerçekten enerji maliyetleri düşsün. Böylece devlet olarak düşük bir fiyat belirleyebilesin.
Bu enerji meselesi çok önemli. Üretimin her kademesinde, üretilen her şeyin içinde var ve üstüne üstlük değişken masraf. Yani öyle bir kere parasını ödeyip tepe tepe kullanamıyorsun. Ürettikçe artıyor maliyet. Elektriğin maliyeti bir kuruş arttığında ekonomi içerisinde üretilen her şeyin maliyeti bir kuruş artıyor demek. 1 çarpı baya bi milyar dolardan hesaplayın işte.
Enerji maliyetleri düşürmenin karı artırmanın bir yolu. Daha bir çok görev var devlete düşen. Mesela üreticiden aldığın vergiyi düşüreceksin. Yatırım yapmak isteyene bürokratik engeller çıkartmayacaksın. Raylı ulaşımı destekleyerek nakliye ücretlerini düşüreceksin.
Karı artırmak o kadar önemli ki. Kar, yatırıma, yatırım istihdama dönüşüyor. Böylece iş gücüne olan talep artıyor. Ve buradan da konumuza geliyoruz. Kadınsız bir ekonomi ancak toplam iş gücünün %50’sini kullanabileceği için iş gücüne talep olan yerde kadını çalıştırmaktan başka seçenek kalmıyor.
Diğer yandan kapitalizm çocuğu bir lüks haline getirerek iş gücü arzını azaltıyor. Eskiden tarlada çalışıp ailesine faydalı olan çocuk artık okula giden bir masraf. Okul da yetmez üstüne dershane, özel öğretmen… Şöyle bir soru sorsam: 18 yaşına kadar çocuk yetiştirmek mi Ferrari mi? Nasıl olur cevabınız. Çocuksa iyi düşünün. Çünkü masraflar bu kadarla da kalmıyor. İşsizliği yüksek olduğu bir ülkede yaşadığımız göz önüne alınırsa üniversite de bir iş bulmak da zor. Bu demek oluyor ki anne-baba olarak bankamatik hizmetine devam.
Bu kadar pahalı bir şeyden çok sayıda yapmak pek kulağa hoş gelmiyor olacak ki çağdaş uygarlık düzeyindeki ülkelerde nüfus azalıyor. Alttan gelen yeni iş gücü bir süre sonra talebi karşılayamıyor. Ne yapsak ne yapsak? Göçmen mi alsak? Yok daha oraya gelmedik. Daha bir bu kadar daha çalışacak insanımız var. Kadınlarımız.
Varsayalım ki yurdum insanı çok gelenekçi. Erkekler eşlerini çalıştırmak istemiyorlar. Sistem ona da bir güzellik yapmış. Kapitalizmin bir başka kurdu olan tüketim çılgınlığı insanın içine kaçınca gelenek kalmıyor ortada. Sanayileşme ile eskiden olmayan pahalı ihtiyaçlar çıkıyor. Mesela erkeği bir otomobil sevdası alıyor. Kadını çeşit çeşit etekler bluzlar, bilezikler, kolyeler… Sistemin amacı satmak olunca tükettirmek için her yolu deneniyor. Hangi parayla alınacak bu kadar ihtiyaç? Maço erkeğimiz yumuşuyor mu ne? ‘Kadının çalışması o kadar da kötü değil be. Ne zararı olur yani eve üç beş kuruş getirse.’ Bir de bakmışsın, gelenek değişivermiş.
Gelenek, görenek mesele değil. Yeter ki sistem kadın iş gücünü talep etsin. Bunun için üretmek ve satmak gerek. Yine başa dönüyoruz. Kapitalizm verimlilikle başladı, onunla devam ediyor. Aynı kaliteyi ucuza üreten talep edilir. Kadının çalışma hayatına tamamen katılmasını istiyorsak elektriği ucuza üreteceğiz, nakliye masraflarını düşüreceğiz, üreticiye yönelik vergileri düşüreceğiz, ihracatı teşvik edeceğiz ve ne yazık ki işçimizi ezeceğiz.
Ne garip değil mi? Çağdaş uygarlık seviyesini gösteren her şeyin yolu üretmekten geçiyor. Bir üretsek daha neler olacak neler?
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
1 Trackback(s)