Cihad Neden İşe Yaramıyor?
By Ekrem Senai on Şub 1, 2009 in Çeviri, Filistin, Ortadoğu
Yazan: Mark LeVine, çeviren: Ekrem Senai
Gazze’de sıcak bir Eylül günüydü ve Hamas’a bağlı bir gazetenin ofisinde oturuyor, bir Hamas entelektüeliyle sohbet ediyordum. Beni Kudüs’ten getiren Fransız haber grubu, kamera ekipmanlarını toparlarken fırsatını yakalayıp konuyu Gazze’deki son olanlardan çıkartıp, beni uzun süredir rahatsız eden daha temel bir konuya getirdim: “Konuştuklarımız kayıt dışında kalacak, Filistinlilerin işgale direnmek için sivillere yönelik şiddetine ahlaki veya yasal hakları olup olmamasını bir kenara bırakın. Gerçek şu ki, bu işe yaramıyor” dedim.
“İsrailli sivillere yönelik intihar bombaları ve diğer saldırılar, ancak işgali konu dışında tutmaya yarıyor ve bu şekilde medya şiddete odaklanırken, İsrail’e daha büyük yerleşimler oluşturmak için imkan tanınıyor…” Cevabı, açık sözlülüğüyle beni şaşırttığı gibi, ifade ettiği anlamıyla iyice kafamı karıştırdı:
“Şiddetin işe yaramadığını biliyoruz, fakat bunu nasıl bitireceğimizi bilmiyoruz,” dedi.
El Aksa intifadasında iki yıldan fazla, El Fetih kontrolündeki Filistin Otoritesi, İşgal edilen toprakların küçük bir bölümünde bile etkili bir yönetim sunmaktan aciz kaldı ve süregiden işgale direnemediği için Hamas, giderek Filistin politikasında en göze batan alternatif olarak belirginleşmeye başladı.
Hareketin ve Filistin liderlerinin karşı karşıya oldukları en temel sorunlar olan İsrail’in genişlemesini engellemek ve gerçek bağımsızlığı getirecek bir barış anlaşmasını sağlamak konusunda Hamas’ın, işe yaramadığını herkesin bildiği mevcut stratejiye devam etmek dışında en ufak bir fikri yoktu.
Hamas’taki yaratıcılığın eksik olması Filistin politikasını şekillendirmesini engelliyordu, bu yüzden popülerliği düşüktü, oyları yüzde yirminin altında seyrediyordu.
Fakat, 2002’de, ortada görüşmeler yokken, tüm şehir bölgeleri, örneğin Nablus ve Cenin harap edildi; İsrail Batı Şeridi boyunca kaos çıkarmaya ve bu şekilde Filistin otoritesinin zayıflatmaya başladı. Hamas’ın gücü hızlı bir şekilde yükselişe geçti.
El yapımı füzeleri cephaneliğine eklemenin yanında, Hamas fikir oluşturma zahmetinden de bu şekilde kurtulmuştu.
Politik başarısızlıklar tarihi
2002’ye kadar Hamas veya diğer Filistin hareketlerinin şiddet kullanmaktan başka çok fazla bir seçeneği yoktu.
Osmanlı zamanında ilk Yahudi arsa alımlarına göz yumulmuş, hemen hiçbir lokal bağı bulunmayan arsa sahipleri köylülerin ektiği toprakları hatırı sayılır fiyatlara satmış, yöneticiler demokrasiyi ve işçiler için daha iyi koşulları reddetmişti. Filistin elitlerinin birçoğu İngiliz mandası bitiminden hemen önce ülkeden kaçmış, en önemli kuruluş safhasında Filistin toplumu ulusal kaygılarını dar politik, hizipçi, ekonomik ve kişisel çıkarlardan önde tutacak politik ve ekonomik liderlikten yoksun kalmıştı.
Filistin’i 1917’de alan Britanya, mandalaştırarak Siyonist ulusal amaçları desteklerken; yerli Filistin halkının yurttaşlık ve dini haklarını “korumak” adına hiçbir şey yapmadı.
Bağımsız ve güçlü Filistin politik kurumlarının gelişimine izin vermek demek Yahudi ulusal yurdunun oluşturulmasına engel olmak demekti. Ve böylece, sömürge yönetimi, Filistin toplumunun daha muhafazakar ve yozlaşmış eğilimlerini sistemli bir şekilde teşvik edip, yetkin liderliğin ve demokratik seçimlerin engelleyicisi oldu.
Filistin’de 1948’de kaçınılmaz olan savaş patlak verdiğinde, Filistin toplumundaki sosyal, politik ve ekonomik zayıflıklar ; sözde yardım etmek için bölgeyi işgal eden Arap komşuların bağımsız Filistin’e karşı çıkmasıyla iki katına çıktı ve hiç mümkün görünmeyen Siyonist/İsrail zaferine bu şekilde zemin hazırladı.
1948’den sonra bağımsız Filistin’in gelişimi için bir imkan bırakılmamıştı, çünkü Gazze ve Batı Şeridi Mısır ve Ürdün hakimiyetindeydi, hatta FKÖ’nün 1964’te kuruluşundan sonra bile böyleydi.
İlk intifada
İsrail, 1967 işgalinden sonra elde ettiği İşgal Sınırlarının kontrolünü tehdit edecek FKÖ tabanının oluşmasına engel olmayı başardı.
Fakat bu, sofistike bir sivil toplum yapısı ve sosyal ağların gelişimini engelleyemedi. 1987’nin sonlarına doğru patlayan ilk intifadanın başarısına yol açan işte buydu.
İntifada başarısının arkasında, geniş sosyal tabanı ve şiddete dayanmayan protestolar, örneğin ticaret ve vergi grevleri ; yolları kapatmak gibi eylemler vardı.
Fakat gençlerin güçlü İsrail ‘Goliath’ ordusuna sembolik taş fırlatma eylemlerine karşın, İsrail’in askeri gücü ve ayırım gözetmeyen güç kullanması sonucu, onbinlerce Filistinli tutuklandı. Bütün bunlar Filistin toplumunu çok yıprattı, 1991’de Körfez savaşı çıkıncaya kadar intifadanın gücü büyük ölçüde zayıflamıştı.
Ne FKÖ’nün 1988’de terörizmi reddetmesi, ne de o yılın başında Hamas’ın ortaya çıkması bu dinamiği değiştirmeyecekti.
İsrail, İşgal Sınırları içinde kontrolünü sağlamak için Filistin aktivizmi tehditini ortadan kaldırmıştı.
Sivil toplumu önemsememek
Oslo’da , Körfez savaşı arifesinde Madrid barış görüşmelerine liderlik eden Filistin sivil toplumu ve lokal müzakerecileri baypas edildi.
Oslo anlaşması arifesinde kurulan Filistin Otoritesi büyük ölçüde Tunus’taki FKÖ yetkilileri tarafından yönetildi, bunların Filistin’le bir ilgileri yoktu.
Gerçek niyetlerin ne olduğu belli değil ama anlaşma sonucu talep edilen İsrail’in geri çekilmesini sağlamak değil, yeni kurulan politik gücün sağlamlaştırılması, İsrail sponsorluğundaki monopolilerde refah ve himaye, geniş-ölçekli uluslararası yardım ve diğer birçok rüşvet formu haline dönüştü.
İsrail’in Oslo Filistin eliti üzerindeki hakimiyeti; Filistin Otoritesinin, İşgal Edilen Sınırlarda İsrail’in polis gücü gibi kullanılmasına fayda sağladı- kontrole ve gerektiğinde süregiden işgale yönelik direnişi bastırmaya…
Filistin yasama kurulu ve yargısı, sınırlarda yaşayan vatandaşlar için son derece önemliydi, özellikle marjinalize edildiler.
Şiddete dayanmak
Tamamen proses dışında bulunan birkaç gruptan biri olan Hamas, bağımsızlık için alternatif strateji önermek üzere konumlandı.
Filistin otoritesinin kurulduğu 1994’te, Hamas, odağını FKÖ’nün bir nesil önce karakterize ettiği şiddet kullanımına çevirdi.
Bu strateji, İsrail’in sınırları üzerindeki kontrol matrisini güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. (yakın zamanda büyük bölümü Batı Şeridinin içinde yapılan Ayırma Duvarının yapılmasına da zemin sağladı).
Roketler veya intihar bombalarıyla ortaya çıkan ahlaki ve legal sorunlar bir yana Hamas ve diğer militan grupların anlamakta zorlandığı şudur ki; terörizm, demografik, askeri ve politik olarak güçlü olmadıkça, işgalciyi defetmek için başarılı bir yöntem değildir.
Bu durum Cezayir’de, Vietnam’da ve hatta Lübnan’da geçerliydi ama Filistin’de hiçbir zaman geçerli olamadı.
El Aksa intifadasının patlamasıyla, Hamas’ın şiddete bağlılığı – hem retoriğinde, hem de eylemlerinde- Filistin direnişinin diğer formlarını gölgeledi, İsrail’e sınırlarında daha büyük şiddet uygulamak için gerekli bahaneyi sağladı.
Kaos ve anarşi
Bu dinamik, intafawda terimini türeten bir kaosa yol açtı (fawda Arapça’da kaos veya anarşi anlamına gelir) ve el Aksa intifadası sırasındaki yaşamla karakterize edilen kaos ve anarşiyi tanımlamak için kullanılıyordu.
Hem Hamas, hem de Fetih, kaçırılmalara, işkence ve cinayetlere başladı ve bu da Filistin sivil toplumunun işgale karşı pratik bir direniş stratejisi oluşturması yolunu tıkadı.
Hamas’ın ana direniş taktiği olarak şiddete dayanması, İsrail’in 2006 seçimlerinde Filistin’i coğrafi ve politik olarak ikiye bölmesi başarısına fırsat hazırladı.
Batı Şeridinde, sınırsal çatışmalar ve yerleşimler devam ederken, İsrail, işbirliğine daha yakın duran Fetih’i destekledi. Hamas ise, Gazze hapishanesine gönderildi.
2007’nin başında, durum o kadar kötüydü ki Gazzeliler İsrail helikopter ateşi altındayken, bir yandan da, Hamas ve Fetih arasında sokak savaşları oluyordu.
Hamas ve Fetih sivil savaşa doğru gittikçe, Hamas İsrail’e istediği kozu vermiş oluyordu.
İsrail, Hamas’ı hep FKÖ’ye karşı, Filistin ulusal hareketini politik ve sınırsal olarak zayıflatacak ve bölecek bir alternatif olarak görmüştü ve sonunda öyle de oldu.
Sivil toplumun durdurulması
2008 başında, İsrail’in kuşatması işleri o kadar umutsuz bir hale gelmişti ki artık Gazzeliler, yiyecek, ilaç ve diğer ihtiyaçlarını sağlayabilmek için Gazze ve Mısır arasındaki duvardan komşu şehirlere kaçarak orada birkaç gün kalmak zorunda kalıyorlardı.
Bir grup STK, vatandaşların katılımıyla, güney sınırında, Erez’de sembolik anlamı olan bir yürüyüş düzenledi, ama bir dizi silahlı Hamas polisi 5000 yürüyüşçüyü geçişin yarım mil güneyinde durdurdu.
Bölgedeki mücadelenin yönünü değiştirmek imkanını aramak yerine- ki uluslar arası yasalarla desteklenen kitlesel sivil başkaldırı niteliğindeydi ve İsrail’in yere sağlam basmasını engelleyebilirdi- Hamas, yürüyüşü durdurarak İsrail isteklerine hizmet etmeyi tercih etti.
Aynı gün, Hamas Sderot’a roket saldırısında bulundu, küçük bir İsrail’li kızı yaraladı, ve bu şiddet döngüsü devam ederek Aralık-Ocak savaşıyla neticelendi.
Cihad ama nasıl bir cihad?
Hamas kurucusu diyor ki “Filistin Sorununa Cihad dışında bir çözüm yoktur ” (13.kısım). Belki. Ama nasıl bir cihat?
Eğer “cihad bir yol”sa (8.kısım), onun üzerinde gidebilecek tek araç şiddet midir?
Martin Luther King de kutsal bir savaş yaptı, ondan önce Gandi’nin yaptığı gibi, ve daha sonra Psikopoz Tutu’nun yaptığı gibi. Filistinliler de birden fazla çeşit cihad açmışlardı.
Aslında, son on yılın çoğu – aslına bakılırsa, 42 yıllık işgal boyunca – günlük hayatında işgale sayısız engeller bulmaya çalışarak, Filistinliler çok önemli şiddet dışı bir direniş oluşturdular.
Filistinlilerin işgal sınırlarında gerçekleştirdiği binlerce şiddet dışı protestonun bir çoğu medyada yer almazken, hemen hepsi İsrail tarafından, şiddetle bastırıldı.
Başarılı şiddet dışı hareketler, örneğin ABD’de, Hindistan’da veya Güney Afrika’nın birçok kesiminde, başarılı oldu çünkü, Gandi’nin deyimiyle, onlar “yanlış yapanı dönüştür, zora başvurma” ilkesini takip ettiler.
Gandi’nin açıkladığı gibi, şiddet dışılığın amacı karşısındakinin işbirliğini sağlayarak çatışmaya son vermeyi başarmaktır, kullanmak demek birinin rağmına adaleti azaltmak değil, yansıtmaktır.
Aynı zamanda, Gandhi anladı ki işgalcinin dönüşmesi toplumdaki baskıcı sosyal ve ekonomik ilişkileri dönüştürmeden başarılamaz.
Sosyal Refah hizmetleri ile hemhal olan, popülerliğini ahlaki çürüme karşıtlığı ve sosyal adalet retoriğine borçlu olan sosyo-dini bir hareket olarak Hamas, bu yolu izlemek üzere çok iyi pozisyonlanmıştı.
Fakat, ilk intifadanın deneyimlerinden ve diğer ülkelerdeki başarılı aktivizm örneklerinden ders çıkarmak yerine, geriye baktı, gerçek özgürlük ve gelişme konusunda sicili pek parlak olmayan devrimsel şiddete yöneldi.
İsrail’in denormalizasyonu
Güney Afrika’lı bilgin David Theo Goldberg’e göre, kendi ülkesinde ayrımcılığın ortadan kaldırılması, İsrail işgalinin denormalize edilmesinin önemi konusunda iyi işaretler veriyor. Amaç, dünyaya İsrail eylemlerinin normal olmadığını, ve kendini koruma veya güvenlik ile meşrulaştırılamayacağını göstermek olmalı.
Halbuki bunu yapmak yerine, Filistin terörizm yanlıları, önce FKÖ ve daha sonra Hamas ve diğer gruplar, işgali normalize etmeye yardımcı oldular, İsrail hükümetinin her zaman yerleşimlerle ilgili işgallerini, güvenliği için meşru olduğunu savunduğu bir hale getirdiler.
Retorik konuları da…
Geçmiş yıllarda bazı Hamas liderleri gururlu bir şekilde “Filistinlilerin endüstrisinin ölüm” olduğunu ve yaşlı insan ve çocuklardan oluşan “insan kalkan”ları oluşturmaktan, veya Yahudi çocuklarının bulunduğu yerde öldürüleceğinden bahsediyorlardı (Hamas sözcüsü Mahmud Zahar’ın 5 Ocak’ta televizyondaki konuşmasından), hareket Gazze kuşatmasının şiddetlenmesine yardımcı oldu, kuşatmaı normalize etti ve Müslüman irrasyonalitesi ve vahşiliğini stereotipleştirdi.
Ayrıca, bu tip ifadeler medya ve halkta İsrail liderleri tarafından sarfedilen benzer ırkçı ve bağnaz sözleri en azından umursamama ama çoğu zaman onaylamayı da kolaylaştırdı.
İsrail ve Hamas arasında 2008 Haziranında yapılan ateşkes bozulduğunda, Kassam roketlerinin tekrar fırlatılması – her ne kadar İsrail provakasyonlarına karşılık olsa da – İsrail’in kitlesel karşılığını, hem kendi vatandaşlarının, hem de Amerikalıların büyük çoğunluğunun gözünde normalleştirdi.
Öyle ya, hangi ülke kendi sınırları içine kendi çocuklarını kalkan olarak kullanan ve aynı zamanda dünyanın gözü önünde diğerlerinin çocuklarını öldüreceğini de söyleyen vahşilerce atılan binlerce rokete karşı kendisini askeri karşılık vermeye mecbur hissetmez ki?
Gazze’nin küllerinden bir fırsat mı?
Son birkaç haftada gerçekleşen büyük vahşetin içinde gerçeği ortaya çıkaran bir ışık, İsrail’in Gazze’de orantısız güç kullanımı ve ayrım gözetmeksizin vahşeti oldu. Daha önce işgalin anormalliğini anlayamayan milyonlarca insan bu şekilde anlamaya başladı.
Bu ortaya çıkış, Hamas’a İsrail/Filistin’in geleceği ile ilgili tartışma koşullarını değiştirme şansını verdi.
Bu durum, Filistin toplumunun (ve isteksiz olmasına karşın İsrail toplumunun da) sınır üzerinde rekabete dayanan iki devletli hareket paradigmasından uzaklaşıp ortak bir gelecek belirlemesine yardımcı olacak bir şans olabilirdi.
Böyle bir ilişki, ancak İsrail ve Filistinlilerin hükümet, sınır ve hatta kimliklerini paylaşarak her iki toplumun birçok üyesinin yararına bir birlikteliğin başarılması fikrine dönüşmesi sayesinde başlayabilirdi.
Bu noktada, İsrail solunun bu çeşit iki devletli bir programa sahip olduğunu not etmekte fayda var. Kendi adına, FKÖ 1969’da Manda Filistin üzerinde “seküler demokratik devlet” isteyerek buna çok yaklaşmıştı.
Fakat, bu fikir, Filistin milliyetçiliğinin gerçekleşmesi için merkezi strateji olarak terörün kullanıldığı bir ortamda filizlenme şansına hiçbir zaman sahip olmadı.
İki devlet stratejisi Oslo barış prosesinde Temmuz 2000’de Camp David’de çöktüğünde, Filistinlilerin tartışma şartlarını değiştirme imkanları vardı.
Özelde Hamas, İsrail’in son teklifine Yaser Arafat’ın verdiği “Hayır”a alternatif bir söylem sunabilirdi.
Fakat bu gerçekleşmedi.
El Aksa intifadası
Bunun yerine, bu önemli zamanda Filistin toplumunda liderlik boşluğu oluştu ve tam bu zamanda Likud lideri Ariel Şaron’un barış prosesini bir kenara atarak Haram-el Şerif ziyareti gerçekleşti.
Şaron’un hedefi Filistin’lilerin şiddetle karşılık vermesini sağlamak; dikkatleri İsrail’in aslında Filistinlilere Camp David’de hiçbir pratik anlaşma sunmadığı gerçeğinden kaçırmaktı.
Bu sembolik ama politik olarak hiçbir anlam verilemeyen ziyareti el Aksa intifadasının kıvılcımı oldu.
Bazıları yeni intifadanın başlamasının Şaron’un ziyaretine karşı şiddete dayanan protestolar şeklinde olmasını eleştirdi. Başka seçenekler de vardı.
Cami imamları ona çay ısmarlayabilirdi, medyanın önünde kibarca ama sıkı bir şekilde Oslo boyunca şiddetlenen işgal durumunda Yahudi ve Filistinlilerin nasıl barış içinde yaşamalarını beklediğini sorabilirdi.
Sharon’un ne cevap vereceğini bilmek imkansız, ama, bu şüphesiz onun dengesini bozacak, ve herkesin barış prosesi sırasında işgal anormalliğini görmesini sağlayacak iyi bir şans olurdu.
Kendi paylarını oynamak
Bunun yerine, Filistinliler kendileri için belirlenen rolü oynadılar, ve şimdiye kadar süren sekiz yıllık intifada patlak verdi.
İsrail Hamas’a çatışmanın koşullarını değiştirmek için 2007 Kasım’ında bir imkan daha sağladı. İsrail başbakanı Ehud Olmert, İsraillileri “Filistinliler için bağımsız bir devlet konusunda anlaşamazlarsa Apartheid dönemi gibi olma riski” konusunda uyardı
Bu uyarıyla Olmert, dünyaya Haaretz yorumcusu Bradley Burston’ın “kıyamet silahı” tabir ettiği şeyi ortaya koyuyordu- İsrailli kumandanların “Filistinlilerin hiçbir zaman çıkarıp kullanmamasını dua ettikleri” silahı.
Burston’ın bahsettiği gibi, Filistin, Olmert’in uyarılarından iki ay geçmeden Erez’de “kalkıp yürümeye” başladı, Hamas Filistinlilerin bu en güçlü silahını en güçlü etkisinin olacağı zaman kilitlemesini sağladı.
Kuralları değiştirmek
Bir yıl sonra, Gazze’nin çoğu moloza döndü, en az 1300 Gazzeli öldü, 13 İsrail’li yaşamını yitirdi.
Toplumun ana hedeflerini gerçekleştirmek için strateji olarak şiddet kullanılmasının abesliği hiç bu kadar açığa çıkmamıştı, iki-devletli çözümün batması gibi… 15 yıl önceki barış prosesinin daha başındaki başarısızlığı gibi.
İsrail’in bu trajediden sonra Filistinlilere, sınırları belirli bir Filistin devleti önermesi pek mümkün görünmüyor.
Yeni göreve başlayan Obama hükümeti bunun yapılması için zorlayabilir.
Fakat, daha makul görünen o ki iki-devlet çözümü geçmişte olduğu gibi yakın gelecekte de aldatıcı olmaya devam edecek.
Bu durumda filistinlilerin yüzleşmesi gereken seçenekler şunlar: İsrail’in kuralları ile oynamaya devam edip, bir sonraki nesilde de bağımsızlık hayallerinin yitip kaybolduğunu izlemek, veya kuralları değiştirip tarihi Filistin üzerinde İsrail’lilerin sahip olduğu aynı hakları talep etmek.
Olmert’in uyarısını dikkate alarak Filistinliler tarihi Filistin/Eretz Yisrael topraklarını her iki halkın yararına paylaşabilirler, birini diğerine rağmetmek yerine.
Yol şüphesiz uzun ve acılı; ama sonunda savaşın sisleri dağıldığında Filistin veya İsrail için bağımsız, barış dolu bir geleceğe yol açan farklı bir yolun ortaya çıkacağını düşünmek çok güç.
Mark LeVine California Üniversitesi Orta Doğu tarihi profesörü, ve Heavy Metal Islam: Rock, Direniş ve İslam’ın Ruhu için mücadele ve yakında çıkacak İmkansız Barış: 1989’dan beri İsrail/Filistin kitabının yazarıdır.
35 Yorum
Yazan:Hamas,İslami Cihad,Hizbullah Tarih: Şub 1, 2009 | Reply
Ben sizleri giri tonlar içersinde görüyordum ama sizler bırak gri tonları kapkara karanlığın içersindeymişsiniz. Zamanın uyduruk kanaat önderleri misali sizlerin dini bütüncül anlamadığınız ortada.
Bu yazının neresi yazıya manaya değerki, kalmış çevirmişsin, sen bunu zaten hep yapıyorsun ekrem s. . Bu sitede takkiye yaptım zannediyorsun, hayır içende olanı yapıyorsun.
Yazan:Hamas,İslami Cihad,Hizbullah Tarih: Şub 1, 2009 | Reply
Zeyd: İslam Filistin’i korudu
Zeyd: İslam Filistin’i korudu
Hamas Siyasi Büro Üyesi Ziyad Abu Zeyd, Ankara’da katıldığı panelde İslam’ın, Filistin’i Roma, Haçlı ve Moğol istilasından koruduğunu anlattı.
Hamas Siyasi Büro Üyesi Ziyad Abu Zeyd, İsrail’in son saldırısında hedeflerine ulaşamadığını savunarak, ”Hamas’ın füze üslerinin hiçbiri vurulmadı, tüneller çalışıyor ve hatta özel çabalarımızla Gazze’ye daha güçlü ve etkili silahlar soktuk” dedi.
Ankara Filistin Dostlar Platformu tarafından Kocatepe Kültür Merkezinde ”Filistin’in Dünü, Bugünü, Yarını ve Ümmetin Sorumluluğu” adlı ilgiyle izlenen çok kalabalık tıklım tıklım bir seyirciye hitab eden panel düzenlendi.
Panelde konuşan Zeyd, Ortadoğu’da gözü olan güçlerin Filistin’i merkeze koyduklarını, bunun da tarih boyunca böyle olduğunu söyledi. Filistin topraklarının tarihte İslam dini ile özgürlüğe ve huzura kavuştuğunu, İslam’ın, Filistin’i Roma, Haçlı ve Moğol istilasından koruduğunu anlatan Zeyd, ”Günümüzde de Filistin’e huzur ancak İslam diniyle gelecektir” dedi.
”Siyonistler ve Haclılar tarihte sadece Filistin için ittifak yaptılar” diyen Zeyd, ”Batılı devletler İslam ile savaşlarında siyonistleri kullanıyor. Filistin davası, direnişi, İslam davasıdır, direnişidir. Çünkü Filistin İslamın ve miracın merkezidir” diye konuştu.
Filistin topraklarında sadece Gazze’de direnişin devam ettiğini, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı da İsrail’in işbaşına getirdiğini öne süren Zeyd, İsrail’in Gazze’deki direnişi de sona erdirip Gazze’yi Mısır’a, Batı Şeria’yı da Ürdün’e bağlayarak, bölgede Mısır, Ürdün ve İsrail devletlerinin kalmasını hedeflediğini söyledi.
Mahmud Abbas’ın ”Batı Şeria’da Yahudileri sırtında taşıdığını” iddia eden Zeyd, ”İsrail, son yaptığı saldırı ile amaçlarına ulaşamadı. Hamas’ın füze üslerinin hiçbiri vurulmadı, tüneller çalışıyor ve hatta özel çabalarımızla Gazze’ye daha güçlü ve etkili silahlar soktuk” diye konuştu.
Zeyd, saldırılarda bin 400 şehit verdiklerini, ancak saldırının sürdüğü 23 günde Gazze’deki Şifa Hastanesi’nde 3 bin 500 bebeğin dünyaya geldiğini ifade ederek, o dönemde mucizeler yaşandığını ve Filistinli annelerin bir çoğunun ikiz ve üçüz çocuklar dünyaya getirdiğini söyledi.
Türk vatandaşlarına da desteklerinden ötürü teşekkür eden Zeyd, Türkiye’de yapılan gösterilerin etkili olduğunu da dile getirdi.
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Başkanı Mehmet Pamak da Ortadoğu ülkelerinin Hamas aleyhinde çalıştıklarını, İsrail’in Gazze’yi Mısır’a bırakmak istediğini, ancak Mısır’ın da ”önce Gazze’yi temizle, sonra bırak” şartını öne sürdüğünü iddia etti.
Batılı devletlerin Soğuk Savaş sonrası İslam’ı birinci ve en etkili tehdit olarak gördüğünü savunan Pamak, Müslümanların tek vücut olarak İsrail karşısında direnişe geçmeleri gerektiğini bildirdi.
Umran Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Cevat Özkaya ise İsrail’in Filistin’in meşru toprakları üzerinde kurulmuş, terörist bir devlet olduğunu belirtti.
Hamas’ın terör örgütü olmadığını, halkın seçimiyle göreve gelmiş bir hükümet olduğunu ifade eden Özkaya, ”Hamas bir terör örgütü olsaydı yetkilileri evlerinde değil saklandıkları gizli yerlerde öldürülürdü. Filistin, 60 yıldır İsrail’in kuşatması altında. Dünyada bu kadar uzun süren başka bir kuşatma olmamıştır. Ama yine de İsrail ordusu son saldırıda başarısız oldu. Ordular orduları yener, halkları yenemez. İsrail ordusu Filistin halkını yenemeyecektir” diye konuştu.
Panelde Hamas temsilcisi Zeyd’in konuşması sık sık tekbirler ve sloganlarla kesilirken, izleyiciler İsrail, ABD ve Mahmud Abbas aleyhinde sloganlar attı.
*
Biz Kur’an bütünlüğü içersinde mucilere, imana, cihada ve Allah’ın yardımına şahid olduk, ama sizin şahidliğiniz zanlara (anlamsız zanni yazılara).
http://www.timeturk.com/zeyd-islam-filistini-korudu-49725-haberi.html
Yazan:MY Tarih: Şub 1, 2009 | Reply
Cihad’i silahli mücadeleden ibaret zannedenler Islam’a hizmet ettiklerini vehmediyorlar.
ALLAH hepinize akil fikir versin. Amin.
Yazan:Hamas,İslami Cihad,Hizbullah Tarih: Şub 1, 2009 | Reply
İsrail bu toprakları şarkı söyleyerek mi aldı Allah sevgisi için nasıl aldı. Silahı sen bıraktın diye hamastamı bıraksın, silahı bırakan ruhunuda teslim etmek zorunda kalır. Onlardamı sizin gibi olsun. * Şunları şunları yapmakta cihaddır diye yazı verecek kanaat önderi mehmet yılmaz efendi, BM den felanda bahsederse şaşırmayın.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
Sevgili kardeşim,
Filistin mücadelesi, kendimi bildim bileli devam ediyor. Çocukluğumdan hafızamda kalan kareler hala çok taze. İsrail’lilerin bir Filistin’liyi tepelik bir yere çıkartıp taşla kolunu kırdığı sahne hayatım boyunca gözlerimin önünden gitmedi. Sonra buna Amerikalı cesur kız Rachel Corrie’nin sahnesi, çapraz ateşte baba-oğulun katledilmeleri eklendi. Artık çocuk değilim, çocuk sahibiyim ve şimdi benzer sahneleri kızım izliyor. Değişen tek şey var: İsrail giderek daha da güçleniyor, daha da acımasızlaşıyor, Filistin’de barış umudu giderek daha da tükeniyor, toprakları giderek daha da daralıyor. Görmüyor musunuz ki silahlı mücadele hiçbir işe yaramıyor. Sen, sınırda boş araziye iki Kassam fırlatıyorsun, başına fosfor bombaları yağıyor; sen iki asker kaçırıyorsun, İsrailli binlerce kişiyi esir ediyor. Bir yerde bir hata yok mu sence?
Filistin’de daha fazla kan dökülmesini nasıl önleyeceğiz? Daha fazla kan dökerek mi?
Çözümünüz, hedefiniz nedir? Tüm Arap orduları birleşip İsrail’i yok mu edeceksiniz? İsrail’i İsrail yapan bu olmadı mı?
Onlar çocuklarımızı öldürdü, biz de onların çocuklarını gördüğümüz yerde boğazlayacağız dediğimiz zaman cihad mı etmiş oluyoruz? Her Filistin’li canlı birer kalkandır diye nara attığınız zaman İslam’a uygun bir şey mi yapıyorsunuz, yoksa İsrail’e koz mu veriyorsunuz?
Allah u Akbar ! La ilahe illallah ! bağırıp duruyoruz. Madem o kadar ihlaslıyız, şehadet hisleriyle doluyuz, kanımızda Hz.Ömer’in şehameti, kalbimizde Hz.Ali’nin (RAE) cengaverliği var, Allah bizi neden muvaffak etmiyor kardeşim? Yoksa O’nun rızasına aykırı bir şeyler mi yapıyoruz?
Son olaylardan önce Gazze sokaklarında El Fetih’le Hamas birbirlerini öldürüyorlardı. Bu mudur cihad??
Bir yerde yanlış mı yapıyoruz demek grilik, karalık öyle mi sevgili kardeşim?
Biz böyle iyiyiz, bütün Filistin’liler ölüp tükenene kadar aynı metoda devam demek de ak’lık mı oluyor?
“İnanmış insanın ferasetinden kaçının. O Allah’ın nuruyla görür” ! Maalesef o ferasetten fersah fersah uzaksınız kardeşim.
Yazan:A.Haydar Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
Zafer meydanlarda kazanılmaz…Zafer Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Bu şerefli mücadeleyi işe yaramaz diyerek küçümseyenler şunu iyi bilsinler ki;Orada akan müslüman kanlarının bedeli elbet alınacaktır..
AbdulHamid Han’ın siyonistlerin para karşılığı bu topraklarda yurt edinme tekliflerine verdiği cevap gibi; “Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de İslam Hilafet devleti parçalanırsa işte o zaman yahudiler, Filistin’i para ödemeden alabilirler.” Evet parçalandı ve bedelsiz olarak siyonist kafirlere sunuldu bu topraklar..
Bu mücadeleye dil uzatanlar şunu iyi bilsinler ki İslam Hilafet Devleti olmadığından ve O’nun enkazı üzerinde hain,işbirlikçi liderlerin emrine verilmiş karton devletçiklere dönüştürüldüğünden beridir bu musibetlere düçar olunmuştur. Ve bu acıları yeniden Hilafet sona erdirecektir..
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
Ekrem bey,
Bundan birkaç yıl önce işyerime yabancı oldukları her hallerinden anlaşılan bir kadın,erkek ve çocuk geldi.Tanışma faslıyla bir aile olduklarını öğrendim.Misafirperverlik gereği gerekli nezaket ve ağırlamayı yerine getirmeye çalışırken bir yandan da bu Hollanda’lı ailenin sürpriz ziyaretini merak ediyordum.Adam gizleyemediğim şaşkınlığı anlamış olacak ki konuya erken girdi;Çocuk Esirgeme Kurumu ve UNICEF’in işbirliğiyle düzenlenen bir organizasyonun gönüllü üyeleri olduklarını söyledi.Benden gıda yardımı(para değil)talep ediyorlardı muhtaç çocuklar adına.İlk etapta kendimce bazı kuşkular duydum,organize bir dolandırma falan olabilir diye.Fakat adam adeta düşüncelerimi okurcasına beni ikna edecek bir sürü belge ibraz etti.Her şey yasalara ve kuralına uygundu.Düşündüm,ben şafak vakti çoluk çocuğumun rızkı için yollara düşmüşken bu aile dünyanın diğer bir ucundan dünya çocukları için karınca kararınca birşeyler yapma peşine düşmüştü.Biraz mahcubiyetle karışık çok asil buldum ve gerekeni yaptım.Neyse,anlatmak istediğim aslında başka bir şeydi.Ayrıldıklarında bana küçük bir hediye bıraktılar.İnsanın inanç ve azimle başaramayacağı hiçbir şey olmadığına dair anlamlı bir metnin yazıldığı küçük bir pano idi bu.İşyerimde hep asılı kaldı.Ta ki bir gün çalınıncaya kadar.Bu anlamlı panonun kaybolacağını bilseydim o yazılar kaybolmasın diye mutlaka bir önlem alır ömür boyu saklardım.Şimdi o sözleri pek hatırlamıyorum.Aklımda sadece “sen yine de Türkülerini söylemeye devam et!”başlığı kaldı.Devamla yine hatırladıklarım,”bir karar aldığında ve bir şeye inandığında seni bundan vazgeçirecek binlerce kişi çıkacak;belki yılgınlığa düşeceksin,azmin kırılacak…ama sen yine de aldırma,ceketini çıkar ve Türkünü söylemeye devam et”.
İşte sizin gibi barışta ısrar edenleri gördüğümde aklıma hep o yüreklendirici metin geliyor.Sanırım yapmamız gereken bir tek şey var.Barış zor ve zahmetli olabilir,bazan bir ütopyadan ibaretmiş,imkansızmış gibi de gelebilir…Belki,her dillendirdiğimizde bizi vazgeçirenler de olacaktır.Ama biz yine de barış Türkülerimizi söylemeye devam edelelim.Bir gün mutlaka bunun hasadını göreceğiz.Bizlere nasip olmasa da belki çocuklarımız,torunlarımıza böyle bir miras bırakabiliriz.Haydi,ceketlerimizi çıkaralım ve hep beraber Türkümüzü söylemeye devam edelim.Ta ki barış rüzgarlarını estirene dek durmayalım.
Yazan:MY Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
“Zeyd, saldırılarda bin 400 şehit verdiklerini, ancak saldırının sürdüğü 23 günde Gazze’deki Şifa Hastanesi’nde 3 bin 500 bebeğin dünyaya geldiğini ifade ederek, o dönemde mucizeler yaşandığını ve Filistinli annelerin bir çoğunun ikiz ve üçüz çocuklar dünyaya getirdiğini söyledi.”
iste cinnet derken bunu kasdediyorum, sanki kadinlar elbombasi ve kalasnikof dogurmus gibi konusuyorlar. Sanki çocuklar birer MÜHiMMAT gibi.
O kosullarda yasasaydim ben de delirir miydim? Büyük ihtimalle evet. Ayni ölüm makinasinin bir parçasi olur muydum gönüllü olarak? Büyük ihtimal.
Ama cinnetin “normal / kabul edilebilir / anlasilabilir” olmasi cinneti DOGRU YOL yapmaz.
“Akli olmayanin dini de olmaz!”
Ben disaridayim, kuyuya düsmüs insanlara yardim etmenin en iyi yolu disaridan onlara merdiven sarkitmaktir, gözyaslari içinde kendini kuyuya atanlar yardima muhtaç insanlarin sorunlarina yenilerini ekliyorlar sadece.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
Haydar bey,
Somut çözümler üzerinde düşünmeye çalışmak önemli. Sorunun hilafet ile çözülebileceğini düşünüyorsunuz. Bu, gerçekten, teoride, bir çözüm olabilir.
Fakat anlaşılan o ki önümüzde bazı engeller var:
1. Bahsettiğiniz gibi ülkelerin yöneticileri işbirlikçi ve devletleri karton. O halde, benim anladığım o ki, öncelikle dirayetli yöneticiler yetiştirmek ve güçlü devletler haline gelmek gerekiyor. Peki bunu nasıl başaracağız? İsrail bayraklarını yakarak bu süreci hızlandırmak mümkün mü emin değilim. Ya da oyuncak bebeklere beyaz bez bağlayıp üzerine kırmızı suluboya dökerek de bu konuda mesafe kaydedeceğimizi pek zannetmiyorum. Hep beraber gür bir şekilde La İlahe İllallah diye bağırarak İsraillileri korkutup kaçırmak da pek mümkün görünmüyor. Belli ki dirayetli yöneticiler yetiştirmek ve güçlü devletler kurmanın yolu buralardan geçmiyor.
2. Hilafeti bir kişiye mi, yoksa bir komiteye mi vereceksiniz? Halife kim olacak? Usame bin Ladin mi, Muammer Kaddafi mi, Mahmud Abbas mı, Necmettin Erbakan mı? Daha küçücük Filistin’de bile iktidar mücadelesi yüzünden insanlar birbirlerini öldürüyor, bütün dünyanın kabul edeceği, biat edeceği bir lideri nereden bulup getireceksiniz? Anladığım kadarıyla, sizin için öyle herkesin biat etmesi şart değil. Kendi çapınızda eğlenmek sizin için yeterli. Nasıl olsa topla, tüfekle insanları zamanla biat ettirmeyi bilirsiniz öyle mi?
3. Bu hilafet ütopyanızı ne şekilde gerçekleştirmeyi düşünüyorsunuz? Marksist devrim yöntemleriyle mi? Diyelim ki hasbelkader devleti devirip iktidar oldunuz; asgari ücreti ne yapacaksınız, küresel krizden etkilenmemek için öneriniz nedir, ya kişi başına düşen gayr-i safi milli hasılayı nasıl arttırmayı düşünüyorsunuz? Yoksa halkın açlıktan ölmesinin sizin için bir önemi yok mu? Yoksa bizleri Lenin’in, Mao’nun, Kim Il Sung’un memleketleri gibi fakir ama mağrur mu yapacaksınız? Onların da tek bildiği şiddetti çünkü. Sonra da oturup, şu İsrail’i nasıl yenemiyoruz diye düşünüp durun.
Hilafet iyi bir çözüm. Ama çözümler, tek bir slogandan oluşmaz. Hakların özgürlüğü de çözümdür, tek yol devrim de çözümdür. Ama biz bunlara ütopya diyoruz. Bunların çözüm haline gelebilmesi için inceden inceye enine boyuna tetkik edilip pratiğe uygun hale getirilmesi gerekiyor.
Mesela işe önce kendinizi “halife” olarak ilan etmekle (ki Kur’an böyle söylüyor) ve İslam’ı nefsinizde yaşamaya başlayabilirsiniz. İçinizdeki Firavunları, Nemrudları öldürmeyi başarabilirseniz; ikinci Selahaddin olma şansınız var demektir. Keşke bu hilafetçi abilerim dinin, cihad dışındaki diğer emirlerine de, onun kadar bağlı olsalardı. Her şey çok daha kolay olurdu.
Yazan:Hanzala Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
EHLİ SÜNNET’İN MENHECİ
İHLAS VE KİŞİNİN, ECRİNİ ALLAH’TAN BEKLEMESİ HAKKINDA KISA BİR HATIRLATMA
İhlas; Allah’tan başka her şeyden uzaklaşarak, dünyevi hiçbir çıkar ve amaç gütmemek üzere yalnız Allah’a kulluk yapmak ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İhlas; niyeti ve ameli, şirk bulaşıklarından arındırmaktır.
Ömer İbnu’l-Hattab Radıyallahu Anhu, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Ameller ancak niyetlerledir. Herkes niyetinin karşılığını alır. Kim Allah’a ve Rasulü’ne hicret ediyorsa, hicreti onlara olur. Ama kim bir dünyalık elde etmek veya bir kadınla evlenmek için hicret ediyorsa, onun hicreti onadır.”[21]
Ebu Musa el-Eşari Radıyallahu Anhu, bir bedevinin Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem gelerek şöyle dediğini rivayet eder:
“Ey Allah’ın Rasulü! Biri ganimet elde etmek için savaşır, biri meşhur olmak için savaşır, biri de yerini görmek için savaşır (bir rivayette cesaretini göstermek için savaşır), biri de kavmiyetçilik uğruna savaşır, bunlardan hangisi Allah yolundadır?” dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “Kim Allah’ın sözünün en üstün olması için savaşırsa, onun savaşı Allah yolundadır” dedi.[22]
Cihada hazırlık, cihadın mukaddimelerindendir ve aynı amaçları taşır. Bu hazırlık esnasında Müslüman kişi yaralanmaya veya şehit olmaya maruz kalabilir. Bu nedenle niyetinin Allah için olması ve eğitimi de Allah’ın sözünü üstün kılmak niyetiyle yapması gerekir. Ecrini ancak bu şekilde alabilir. Mücahidler için vaadedilen sevap, yapılan işin tamamen Allah Subhanehu ve Teala yolunda olmasına bağlıdır.
Bu nedenle meşhur olmak, “falan kişi kahramandır” denilmesi veya memleketine döndüğünde arkadaşlarından daha üstün bir konum elde etmek için, Müslüman bireyin eğitim görmesi caiz değildir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Kıyamet günü hakkında ilk karar verilenler, şehitlerdir. Şehit, rabbine gelir, ona nimetini tanıtır, o da tanır ve; “O nimet ile ne yaptın?” denir. O da “Şehit oluncaya kadar senin yolunda savaştım” der. Bunun üzerine bu kişiye; “Hayır, yalan söyledin, ‘cesurdur’ desinler diye savaştın ve istediğin söylendi” denir. Sonra yüz üstü sürülerek cehenneme atılması emredilir ve cehenneme atılır”[23]
Müslüman kişinin eğitimi mali bir yarar, liderlik veya başkasının önüne geçmek amacına yönelik olmamalıdır. Nitekim bu şeyleri elde etmeden önce de öldürülebilir ve hem dünya hem de ahiret sevabını kaybedebilir. Bu ise açık bir hüsrandır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Dünya malı ve şerefi için çabalayan kişinin dinine verdiği zarar, aç iki kurdun daldıkları sürüye verdikleri zarardan daha büyüktür.”[24]
Bu hadis, mal ve şeref, yani makam ve liderlik için açgözlülüğün kişinin dine verdiği zararın, aç kurtların koyun sürüsüne dalarak verdikleri zarardan çok daha büyük olduğunu açıklamaktadır.
Müslüman kişinin eğitimi, belirli bir grubu veya cemaati destekleme amacına yönelik de olmamalıdır. Grubundan başkasıyla beraber olmazsa eğitimi bırakacak şekilde olmamalıdır. Çünkü bu durumda kişi, Allah’ın sözünün üstün olması için değil, grup, hizip veya cemaatin üstün olması için savaşıyor demektir. Bu ise, cahiliyye bağnazlığıdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunun için şöyle buyurmaktadır:
“Hala cahiliyye davası mı!? Bırakınız, çünkü bu dava kokuşmuştur.”[25]
“Kim de körükörüne çekilmiş bir bayrak altında savaşır, kavmiyet için öfkelenir veya kavmiyetçiliğe çağırır ya da ona yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm cahiliye ölümüdür.”[26]
“Kim de körükörüne çekilmiş bir bayrak altında savaşır, kavmiyet için öfkelenir veya kavmiyetçilik için savaşırsa ve bu esnada da öldürülürse, ümmetimden değildir.”[27]
Böylelerinin ahirette hiçbir nasipleri olmamakla beraber savaşta ve dine yardımda büyük fedakarlıkları olabilir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz Allah bu dini nasipleri olmayan kişilerle destekleyecektir.”[28]
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem safında bu tür kişilerden savaşanlar olmuştur. Amansızca çarpışan, ama yaralandığında acısına sabredemeyip kendini öldüren adam gibi. Bunu gören Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem; “Şüphesiz Allah, bu dini facir kişi ile de destekler”[29] buyurmuştur. Müslim, Ömer İbnu’l-Hattab’dan Radıyallahu Anhu şöyle rivayet eder:
“Hayber günü Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Selem sahabesinden bir grup geldi ve; “Falan kişiler şehid oldular” dediler. Daha sonra bir adamın yanına gelerek; “Falan kişi de şehittir” dediler. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem; “Hayır, onu ganimetten çaldığı bir abanın içinde cehennemde gördüm” buyurdu.
Buhari, Abdullah bin Amr’dan şöyle rivayet eder: “Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem hizmet eden ve ölen Kirkira adında bir adamdan sözettiler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem; “O ateştedir” dedi. Gidip baktılar ve ganimetten bir abayı çaldığını gördüler.” Vakıdi, bu adamın savaşta Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem binitini çeken siyah biri olduğunu ve ganimetten çalması sebebi ile cehennemde olduğunu belirtmiştir.
Münafıklar, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında savaşa katılır ve infak ederlerdi. Beni Mustalik Gazvesi’nde yer alıp; “Medineye döndüğümüzde en aziz olan en aşağılık olanı oradan çıkaracaktır”[30] diyen kişi ve Tebük Savaşı’nda sahabeye dil uzatanlar da o münafıklardandı. Ve yine; “Eğer onlara (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette; ‘Biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk’ derler. De ki: Allah ile, O’nun ayetleriyle ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz?”[31] ayetinin haklarında indiği kişiler gibi.
Onların harcaması konusunda da Allahu Teala şöyle buyurur: “De ki: İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz şüphesiz fasık bir topluluk oldunuz.”[32]
Cihada katılmalarına ve harcama yapmalarına rağmen münafıklar cehennemin dibinde olacaklardır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamazsın.“[33]
Bundan maksat, Müslümanın kötü niyetten ve hevadan kendini korumaya çalışması gerektiğidir. İçinde kim kötü bir niyet görür veya kötü heva hissederse, derhal onu düzeltmeli ve şeytana işini ve cihadını boşa çıkmasına sebep olacak fırsatlar vermemelidir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Şeytan akan kan gibi insanoğlunun içine sirayet eder.”[34] Yine Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: “Sonra niyetlerine göre dirilirler.”[35]
Enes’in şu hadisi niyeti tashih etmenin ne demek olduğunu açıklamaktadır:
“Kişi sadece dünyalık için Müslüman olsa bile, çok geçmeden onun için İslam dünya ve içindekilerin hepsinden daha sevimli olur.”[36]
Kişinin amel ve cihadından yararlanabilmesi için halis niyet üzerinde olduğuna dikkat etmesi gerekir. Çünkü İslam, cihadın ecrini niyetin doğruluğuna bağlamıştır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Allah, kendisine iman ederek, rasullerini tasdik ederek kendi yolunda cihada çıkan kişi için, onu ya cennetine koyacağına veya ecir yahut ganimet kazanmış olarak çıktığı yuvasına geri döndüreceğine dair garanti vermiştir.”[37]
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: “De ki: İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir. Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde, (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şevkatlidir.”[38]
Düşmana karşı savaşırken direnmede ve zaferin gelmesinde samimi niyetin ne büyük rol oynadığını anlamak için şu ayeti iyice düşünmemiz gerekir:
“Andolsun ki o ağacın altında sana bey’at ederlerken Allah, o mü’minlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetih ile ödüllendirmiştir. Yine onları elde edecekleri bir çok ganimetler ile de mükafatlandırdı. Allah üstündür, hikmet sahibidir.”[39]
“Allah onların kalplerinde olanı bildi” sözünden maksat, Hudeybiye’de yaptıkları Rıdvan Bey’atı’na bağlılıkta niyetlerinin doğruluğunu bilmesidir. Bu Bey’at’ta öldürülünceye kadar sabır ve sebat göstereceklerine dair söz vermişlerdi. Bu iyi niyetin karşılığı olarak Allahu Teala, “onlara güvenlik vermiş”tir. Bu güvenlikten maksat da savaş alanında güvenlik ve istikrardır. Kalplerinde savaştan kaçmamaya karar verdikleri için Allah onlara yardım etmiştir.[40] Güvenlikle beraber “onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir.” Bu ayet, doğru niyetinden dolayı Allah’ın kişiye dünyadaki itaati konusunda ve diğer işlerinde yardım ettiğini, bununla birlikte ahiret sevabı ile de mükafatlandırdığını bildirmektedir.
Doğru niyetin belirtilerinden biri de, insanların övmesi veya yermesi ile itaat üzerinde sebatın değişmemesidir. Kişinin, kendisine verilen ve verilmeyenler, cihad yolunda beraber olduğu kişilerin değişmesi veya kendisini yarı yolda bırakması sebebi ile sebatının değişmemesi ve bu yola başkoyanların azlığından ürkmemesi iyi niyetin göstergesidir. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelmiş geçmişti. O ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.”[41]
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı azim ve sebatın değişmesi, yapılan amelin Allah Subhanehu ve Teala için yapılmaması nedeniyledir.
Doğru niyetin yanında Müslümanın bilmesi gereken şeylerden biri de; bu yolda göstereceği büyük küçük her türlü çabanın salih bir amel olduğu ve Allah’ın izniyle karşılığını alacağı gerçeğidir. Yapmış olduğu amel neticesinde zafer ve üstünlük elde etmesi ile etmemesi arasında fark yoktur. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevilere; savaşta Allah’ın peygamberinden geri kalmak, kendilerini ona tercih etmek yaraşmaz. Çünkü Allah yolunda susuzluğa, yorgunluğa, açlığa uğramak, kafirleri kızdıracak bir yeri işgal etmek ve düşmana karşı başarı kazanmak karşılığında, onların yararlı bir iş yaptıkları mutlaka yazılır. Doğrusu Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez. Allah, yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine vermek üzere, az veya çok sarf ettikleri her şey, yürüdükleri her yol, onlar için yazılır.“[42]
Cihada hazırlık ve cihad, farz ve nafile olarak kulu Rabbine yaklaştıran en üstün amellerdendir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“(Allah yolunda) Bir gün ve gece nöbet tutmak bir ay oruç tutmak ve namaz kılmaktan hayırlıdır. Kişi nöbette ölürse, hem yapmış olduğu ameli kaybolmaz, hem rızkı verilir, hem de fitneden korunur”[43]
Yine Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanlardan ayrılıp ibadete çekilmek isteyen bir kişiye şöyle söylemiştir:
“Yapma, birinizin Allah yolunda nöbet tutması, evinde yetmiş yıl namaz kılmasından daha üstündür. Allah’ın sizi bağışlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? Allah yolunda savaşınız. Kim bir devenin sağımı kadar Allah yolunda savaşırsa, ona cennet vacip olur”[44]
Yine aktarılmıştır ki Allah Rasulü’ne Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle soruldu: “Ey Allah’ın Rasulü, cihada denk ne olabilir?” Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem; “Buna gücünüz yetmez” dedi ve üç kez bunu tekrarladı. Daha sonra ise şöyle dedi: “Allah yolunda cihad eden kişinin misali, bu mücahid evine dönünceye kadar gündüzleri oruç tutan ve geceleri aralıksız Kur’an okuyup namaz kılan kişi gibidir.”[45]
İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Cihad; hacdan, umreden ve içinde kılınan bir namazın, başka mescidlerde kılınan namazdan yüzbin kez daha faziletli olduğu Mescid-i Haram’da ibadete çekilmekten daha üstündür. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman edip, Allah yolunda cihad eden ile bir mi tuttunuz? Allah katında bunlar bir değildirler. Allah zulmeden bir milleti doğru yola eriştirmez. İman eden, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır. Rableri onlara katından bir rahmet, hoşnutluk ve içinde tükenmez nimetler bulunan cennetleri müjdeler. Şüphesiz büyük ecir Allah katındadır.”[46]”[47]
Müslim’de Nu’man bin Beşir Radıyallahu Anhu kanalı ile rivayet edilen hadiste geçtiği üzere, sahabenin Radıyallahu Anhum hangi amelin daha üstün olduğu konusunda ihtilaf etmeleri üzerine bu ayet inmiş ve aralarında hükmetmiştir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah başka bir yerde şöyle der: “Bildiğim kadarıyla alimler, Allah Subhanehu ve Teala için yapılan ibadetler arasında cihadın en üstün olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Cihad; hac, nafile oruç ve nafile namazdan daha faziletlidir.
İmam Muhammed bin Hasan eş-Şeybani’nin Rahimehullah “es-Siyeru’l-Kebir” isimli kitabını şerheden İmam Serahsi, Muaviye bin Kurra’dan Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dediğini rivayet eder:
“Her ümmetin ruhbanlığı vardır, bu ümmetin ruhbanlığı ise cihadtır.”
Serahsi Rahimehullah der ki: Ruhbanlığın anlamı, kendini ibadete vermek ve dünya işleriyle uğraşmayı terketmektir. Önceki milletlerde bu, insanlardan ayrı yaşama ve manastırlarda ömür sürme şeklinde olurdu. İnsanlardan ayrı yaşamak onlar için daha faziletli sayılırdı. Rasullulah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu; “İslam’da ruhbanlık yoktur” sözü ile yasakladı ve bu ümmetin ruhbanlık yolunun cihad olduğunu belirtti. Cihad hem insanlarla beraber yaşamak, hem dünya işlerinden sıyrılmak, hem de dinin zirvesi olan işlerle uğraşmaktır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem cihad için; ‘Dinin zirvesidir’ demiştir. Cihad aynı zamanda emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker görevini yerine getirmektir. Bu ise İslam ümmetinin niteliğidir. Cihad amelinde, derecelerin en yücesi olan şehitlik derecesine ulaşmak vardır. Bu nedenle cihad, ruhbanlığın en güçlü halidir.”
Amellerin birbirinden üstünlüğü konusunda İbnu’l-Kayyim’in Rahimehullah söyledikleri isabetli bir açıklama olup, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesinde kabul edilen bir ilkedir. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu buyruğu da buna delalet eder:
“İman yetmiş küsur veya altmış küsur şubedir. En üstünü “La İlahe İllallah” sözüdür. En basiti, eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir.”[48]
Cihada hazırlık ve cihad sırasında, daha önce yapageldiği Kur’an-ı Kerim tilaveti, namaz, zikir, oruç gibi nafilelerden olan bazı şeyleri yerine getirememesi sebebi ile Müslümanın üzülmemesi gerekir. Çünkü bütün bunların ecri Allah’ın izni ile kendisine verilir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Kul hastalanır veya yolculuk yaparsa, sağlam ve mukim iken yaptıklarının benzeri kendisine yazılır”[49]
Allah yolunda cihada hazırlık ve cihad amellerini yerine getirmeye muvaffak olanlar, bir çok kişinin mahrum kaldığı bu nimetlerden dolayı Allah’a Subhanehu ve Teala hamd etmelidirler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Allah yolunda ayakları tozlanan kimseye ateş dokunmaz.”[50]
Yine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Kim bir devenin sağımı kadar Allah yolunda savaşırsa, ona cennet vacip olur.”[51]
Ancak bu hadislerde sözü edilen sevabın kazanılması için, bu sevabı kazanmaya engel bir takım sebeplerin olmaması gerekir. Çünkü yukarıda, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanında savaştığı halde, kendilerinin cehennemlik olduklarını haber ettiği kişiler olduğunu gördük. ‘Cesurdur’ denilmesi için savaşan kişinin hadisinden de bunu anlamaktayız. Kişinin sevap almasına mani olacak sebepler; gösteriş, kahramanlık ve şöhret arzusu, hıyanet, ganimet hırsızlığı gibi bizzat savaş esnasında Müslüman için sözkonusu olabileceği gibi, cihaddan sonra hayatının geri kalan kısmında da meydana gelebilir. İbn-i Mes’ud’dan merfu olarak rivayet edilen hadiste Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki biriniz cennet ile arasında bir arşın kalacak kadar cennet ehlinin ameli ile amel eder, ama kitap önüne geçer ve cehennemliklerin ameli ile amel ederek ateşe girer. Yine biriniz cehennemliklerin ameli ile amel eder ve ceheneme bir arşın kadar yaklaşır, ama kitap önüne geçer ve cennetliklerin ameli ile amel ederek cennete girer”[52]
Yine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Kul, cehennemliklerin amelini işler, halbuki cennet ehlindendir. Cennet ehlinin amelini işler, halbuki kendisi cehennem ehlindendir. Ameller ancak sonuçlarına göredir.”[53]
Hadisin açıklamasında İbn-i Hacer Rahimehullah şöyle der: “İbn-i Battal der ki; Kulun amelinin sonucunu bilmemesinde büyük bir hikmet ve güzel bir tedbir vardır. Çünkü amelinin sonucunu ve kurtulanlardan olduğunu bilirse kendini beğenir ve tembellik yapar. Helak olacağını bilse daha çok itaatsizlik yapar. Korku ile ümit arasında olması için amelinin sonucu kendisine bildirilmemiştir.”[54] Bu nedenle kişinin yapacağı cihadının sevabını boşa götürecek sebepler konusunda daima dikkatli olması gerekir.
Nitekim Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanında cihad ettikleri halde cehennemlik oldukları bildirilen kişiler olduğunu, O’na arkadaşlık yaptıkları halde ölümünden sonra dinden döndüklerini görüyoruz. Bunların tümü salih ameller işledikten sonra kişinin sonunun kötü olabileceğine dair örneklerdir.
Yine yüz kişiyi öldürdükten sonra tevbe eden kişinin, yapmış olduğu bu tevbesini Allah’ın Subhanehu ve Teala kabul ettiğini ve Firavun’un sihirbazlarının mü’min ve şehit olarak öldüklerini görüyoruz. İbn-i Kesir Rahimehullah şöyle der: “Günün başında sihirbaz idiler, ama günün sonunda tertemiz şehitler oldular.”[55] Bu, Allah’ın Subhanehu ve Teala bir lütfudur ve onu dilediği kişilere verir. O’nun lütfu çok geniştir.
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: ”Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin ayetlerine iman edenler, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler; işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.”[56] Bu ayetin tefsirinde İbn-i Kesir Rahimehullah şöyle der:
“İmam Ahmed Rahimehullah, Aişe’nin Radıyallahu Anha şöyle dediğini rivayet eder: “Ey Allah’ın Rasulü, “Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler” sözünden maksat, Allah’tan korktuğu halde hırsızlık yapan, zina eden ve içki içenler midir?” Bunun üzerine Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Hayır, ey Sıddik’ın kızı. Aksine Allah’tan korkarak namaz kılan, oruç tutan ve sadaka veren kişilerdir.”
Tirmizi ve İbnu Ebi Hatim, Malik bin Miğvel yolu ile benzer lafızlarla şöyle rivayet ederler: “Hayır, ey Sıddık’in kızı, bilakis onlar namaz kılan, oruç tutan ve sadaka verenler olup kabul edilmemesinden korkanlardır.”
Belirtilen bu kişiler, yaptıkları amellerinin şu iki sebepten dolayı kabul edilmemesinden korkanlardır:
a) Amellerin sonu önemlidir. Sonların nasıl olacağı bilinmemektedir.
b) Sonlar iyi olsa bile, amellerin Allah Subhanehu ve Teala tarafından kabul edilip edilmeyeceği de bilinmemektedir. Görünürde amel hayır ve tam olabilir. Ama gösteriş, kendini beğenme, eziyet verme, haram yeme, başa kakma gibi Allah Subhanehu ve Teala tarafından kabul edilmesine mani olacak gizli bir takım sebepler bulunabilir. Kabul edilmesine engel açık veya gizli hiç bir sebep olamasa dahi iş, Allah’ın kula merhamet etmesine bağlıdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Hiç biriniz ameli ile kurtulamaz.” Bunun üzerine “Ey Allah’ın Rasulü sizde mi?” dediler. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Evet, Allah bana rahmet ve mağfiret etmedikçe ben de kurtulamam” dedi.[57]
Bundan maksat; Allahu Teala yolunda cihad etmek isteyen Müslümanın, cihad meydanında olsun, hayatının başka alanlarında olsun, açık veya gizli amellerinden birini bozacak her türlü sebepten uzak durmaya çalışmasının gerekliliğidir. Hepimizin akibetinin iyi olmasını ve salih amellerimizin kabul edilmesini Allah’tan Subhanehu ve Teala dileriz.
ZAFERİN GERÇEKLEŞMESİ İÇİN BEŞ ESAS
Bu esasları şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi: Zafer yalnızca Allah’ın elindedir.
İkincisi: Allahu Teala, dünyada mü’min kullarına, düşmana karşı yardım etme sözü vermiştir.
Üçüncüsü: Allahu Teala’nın bu zafer ve yardım sözü, kamil iman sahipleri içindir. Her mü’minin ise bu yardımdan nasibi, imanı oranındadır.
Dördüncüsü: Allahu Teala’nın mü’minlere vadettiği bu yardımın gerçekleşmemesi, şartlarının yerine gelmemesi sebebiyledir.
Beşincisi: Bu yardımın gerçekleşmesi gecikirse, kulun buna layık olması için gerekli şartları tamamlaması gerekir.
1- ZAFER YALNIZCA ALLAH’IN ELİNDEDİR.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındadır.”[58]
Ayet, Arap dilinde sınırlandırmanın en üst şeklini içermektedir. Bu sınırlandırma ise, olumsuzluk belirten “ma” harfi ile istisna harfi olan “illa” harflerinin kullanılmasıdır. Bu anlam, Allahu Teala’nın; “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse ondan sonra size kim yardım eder? Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar”[59] ayetinde de bulunmaktadır. Huneyn Savaşı’nda sahabeden bazıları bu manayı gözardı edip çokluklarına aldanınca, Allah’ın izni olmadan sayı ve hazırlığın bir işe yaramadığını görmeleri için hezimet maydana geldi. Allahu Teala şöyle buyurur:
“And olsun ki Allah size bir çok yerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir faydasının da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde de yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah, Rasulü’ne ve müminlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi; kafirleri azaba uğrattı. Kafirlerin cezası budur.”[60]
Allahu Teala, güvendikleri bu çoğunluk olmadan birçok yerde kendilerine yardım ettiğini onlara hatırlattı. Çokluğa aldanıp ona güvenmelerinin kendilerine bir yarar sağlamadığını ve yenildiklerini belirtti. Yenilgiden sonra kendilerine zaferin işe yaramayan çokluktan değil, Allah’tan olduğunu belirtmek için onlara yardım edip zafer verdi ve bir çoklarının gözden kaçırdığı; “Zafer yalnız Allah’tandır” prensibine dikkatlerini çekti.
2- ALLAHU TEALA, DÜNYADA MÜ’MİN KULLARINA DÜŞMANLARINA KARŞI YARDIM ETME SÖZÜ VERMİŞTİR.
Bu, değiştirilmesi sözkonusu olmayan doğru bir söz ve Allahu Teala’nın değişmeyen kaderi bir yasasıdır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurur:
“And olsun ki! Senden önce, bir çok peygamberleri ümmetlerine gönderdik. Onlara belgeler getirdiler; dinlemeyip suç işleyenlerden öc aldık. Zira mü’minlere yardım etmek bize hak olmuştu.”[61]
“Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi.”[62]
“Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur..” Yani sosyal yasaları mutlaka gerçekleşir. “Ol, der hemen oluverir.” Bu yasalarından biri de mü’minlere verdiği sözdür: “Onlara yardımımız gelince..”
Yardım etme sözü, yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi, ahirette değil, dünyada olan yardımdır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.”[63]
“Nihayet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[64]
Allahu Teala’nın bu sosyal yasalarının gereklerinden biri de, yeryüzünde mü’minlere iktidar vermesidir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah, sizlerden iman edip salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti…”[65]
“Kafir olanlar peygamberlerine dediler ki: “Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!” Rableri de onlara: “Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!” diye vahyetti. Ve (ey iman edenler) sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.”[66]
Bu ve Nur Suresi’ndeki ayet, Allahu Teala’nın mü’minlere, önceki mü’minlere nasip ettiği gibi rahatça dinlerini yaşayabilecekleri ve hakim konumda olabilecekleri bir durumu nasip edeceğine işaret eder. Ayrıca Allahu Teala bunun şartlarını da açıklamaktadır. Şöyle buyurur; “Sizlerden iman edip salih ameller işleyenlere” ve “İşte bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimselere mahsustur.” Nur Suresi’ndeki ayette; “kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi” buyurması, değişmeyen bu ilahi yasayı vurgulamak ve daha fazla açıklamak içindir. Yani, sizden öncekiler için bu gerçekleştiği gibi, şartları yerine getirdiğiniz zaman sizin için de gerçekleşecektir, manasındadır.
3- ALLAHU TEALA’NIN BU ZAFER VE YARDIM SÖZÜ, KAMİL İMAN SAHİPLERİ İÇİNDİR. HER MÜ’MİNİN İSE BU YARDIMDAN NASİBİ, İMANI ORANINDADIR.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Mü’minlere yardım etmek bizim üzerimize bir haktır”[67] Kulun imanı oranında, Allah’ın yardımından nasibi olur. İman derecesi yükseldikçe Allah’ın yardımından nasibi de artar. Bunun tersi olarak da iman derecesi düştükçe, Allah’ın yardımından nasibi de düşer.
Bu, imanın, şubelerden oluştuğu ve eksilip çoğaldığı ilkesine dayanmaktadır. Bu ise Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in itikadıdır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“İman altmış küsur veya yetmiş küsur şubedir. Bu şubelerin en üstünü “La İlahe İllallah” sözü ve en alttaki ise yolda eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Haya ise, imandan bir şubedir.”[68]
Kişinin imanı artınca Allah’ın söz verdiği yardımdan da nasibi artar. Cihad alanında zafer iki şarta bağlıdır:
1- Genel Şart: Bu, imani hazırlıktır. Bu ise, kişinin “Mü’minlere yardım etmek üzerimize bir haktır” ayetinde belirtilen mü’minlerden olabilmesi için; kalbi, zahiri, ilmi ve ameli iman şubelerinden hepsini daima artırması ile olur.
2- Özel Şart: Bu ise cihad için yapılan maddi hazırlıktır. Silah hazırlayarak, mü’minleri savaşa teşvik ederek, Allah yolunda infak ve fedakarlık yaparak olur. Askeri eğitim ise bütün bu sayılanları kapsamaktadır.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Kafirler yakayı kurtardıklarını sanmasınlar. Çünkü onlar (bizi) aciz bırakamazlar. Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın..”[69]
Allah Subhanehu ve Teala, kafirleri tamamen kuşattığını, onlara gücünün yettiğini ve kendisini aciz bırakamayacaklarını belirtmektedir. Ancak bunlarla beraber bize, ilahi yardım sözünün gerçekleşmesinin bir şartı olarak elimizden geldiği kadar her türlü hazırlığı yapmayı da emretmiştir. Çünkü dünya, imtihan yeridir ve işler, dünyada sebeplere bağlı olarak yürür. Allahu Teala, imanında doğruluk derecesini ölçmek için mü’mini kafir ile imtihan eder. Mü’minin, kafire karşı cihad etmesi, bunun için kuvvet hazırlaması bu imtihanın içine girer. Ayrıca, iman çağrısına icabet edeceğini veya etmeyip savaşacağını ortaya çıkarmak için de kafiri, mü’min ile imtihan eder. Allahu Teala, her iki tarafı da birbirleri ile imtihan etmesi konusunda şöyle buyurur:
“Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbiriniz ile denemek ister.”[70]
Maddi hazırlık kapsamına giren şeylerden biri de, Müslümanların, düşmana karşı saflarını birleştirmeleridir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbiriniz ile çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[71]
Ayette, Müslümanların aralarında ihtilaf ve çekişmenin bulunmasının, başarısızlığın en açık sebebi olduğu ve mü’minlerin birbirlerini veli edinmelerinin ise zaferin en önemli şartı olduğu belirtilmektedir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Kim Allah’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın tarafını tutanlardır.”[72]
Şüphe yok ki maddi hazırlık yapmak da, imanın unsurlarındandır. Çünkü bu, Allahu Teala’nın bir emrini yerine getirmektir. Yerine getirilen bu emir ise, Allahu Teala’nın şu buyruğudur:
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp, beslenen atlar hazırlayın..”[73]
Bunun önemini vurgulamak için özel olarak üzerinde durduk. Bunun, imani hazırlık ile ilişkisi, özel olanın genel ile ilişkisi şeklindedir.
4- ALLAHU TEALA’NIN MÜ’MİNLERE VADETTİĞİ BU YARDIMIN GERÇEKLEŞMEMESİ, ŞARTLARININ YERİNE GELMEMESİ SEBEBİYLEDİR.
Bu da kulun imani ve maddi hazırlığı yeterince yerine getirmemesinin sonucudur.
Bu yardım sözünün gerçekleşmemesinin anlamı; kafirlerin Müslümanlara galip gelmesi, devletin küfrün ve kafirlerin elinde olmasıdır. Bütün bunlar ise, imandaki eksiklik, masiyet ve günahlar sebebiyle olmaktadır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Başına gelen kötülük ise nefsindendir”[74]
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz sebebiyledir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”[75]
“Bu da, bir kavim kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır.”[76]
İbn-i Kesir Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala bu ayette, mükemmel adaletini ve kişiye verdiği nimeti, onun işlediği günahları olmadan değiştirmeyeceği konusundaki hükmünü belirtir” Allahu Teala şöyle buyurur:
“Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde haksızlık yapmaz, ama insanlar kendi kendilerine haksızlık yaparlar.”[77]
Allahu Teala’nın bu sosyal yasası, insanların en seçkini de olsa, kimseyi kayırmaz. Bunun en açık örneklerinden biri, Uhud günü sahabenin Radıyallahu Anhum başına gelen yaralanma ve öldürülme olaylarıdır. Çünkü bazıları Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem emrine muhalefet etmişlerdi. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Toplu olarak yerine getirilen işlerde, bazılarının masiyetleri, herkese zarar verir. Uhud günü sahabenin Radıyallahu Anhum başına gelenler ile ilgili olarak Allahu Teala şöyle buyurur:
“(Bedir’de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi; “Bu nasıl oluyor” dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.”[78]
Düşmanın Müslümanların başına musallat olması, günahları sebebiyle Allahu Teala’nın onlara verdiği bir cezadır. İnsan olan düşmanlar açısından durum böyle olduğu gibi cin olan düşmanlar açısından da böyledir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı musallat ederiz.”[79]
Kul işlediği günahlar sebebi ile şeytanın, kendisine musallat olmasına yol açar ve insanlardan olan düşmanları karşısında onu rezil eder. Allahu Teala şöyle buyurur:
“(Uhud’da) iki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı.”[80]
Bu prensibi şöyle de belirtebiliriz: Müslümanların başarısızlığının sebepleri aslında zati olan iç sebeplerdir. Müslim’in Sevban’dan Radıyallahu Anhu rivayet ettiği şu hadiste bu açıkça belirtilmektedir:
“Allahu Teala yeryüzünü benim için dürüp topladı, ben de doğusunu da batısını da gördüm. Ümmetimin mülkü, bana gösterilen yerlere kadar uzanacaktır. Bana iki hazine verildi: Kırmızı ve beyaz hazineler. Ben Rabbimden, ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini, ümmetime kendi nefislerinden başka bir düşman musallat edip çoğunu helak etmelerine meydan vermemesini talep ettim. Rabbim bu isteklerime şöyle cevap verdi: “Ey Muhammed! Bir hüküm verdim mi artık o geri alınmaz. Ben senin ümmetine “Onları umumi bir kıtlıkla helak etmeyeceğim, kendileri dışında, çoğunu helak edecek bir düşman da musallat etmeyeceğim, hatta yeryüzünün her tarafında bulunanlar, onlar aleyhinde toplansalar da. Ama kendi aralarında birbirlerini helak edecekler.”
Bu hadis, Müslümanlar bozuklukta cezayı hak edecek dereceye gelmedikçe, Allahu Teala’nın, dışarıdan kafir düşmanı onlara musallat etmeyeceğini ve başarısızlıklarının ana sebebinin ise zati, yani kendileri olduğunu bildirmektedir.
Müslümanların başarısızlık ve zayıflıklarının sebebini, kafirlerin hile ve planlarına bağlayanların yanlışlıkları ortadadır. Yahudilerin plan ve taktiklerinden korkutan ve her türlü kötülüğü ve fesadı onlara nisbet eden kimi yazarlar bu hatayı işlemektedirler. Halbuki her Müslümanın bilmesi gereken gerçek şudur ki; Müslümanların başına ne musibet gelirse gelsin, bu musibetlerden birinci derecede Müslümanların kendileri sorumludur. Çünkü Allahu Teala; “Başına gelen kötülük ise nefsindendir”[81] buyurmaktadır. Üstelik Allah Subhanehu ve Teala, kamil imana sahip olan mü’minlere karşı kafirlerin hile ve oyunlarının zayıflığını şu ayette bildirmektedir:
“Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.”[82]
Eziyet, küçük zarardır. Bu ise, zararın genelinden bunun istisna edilmesinden anlaşılmaktadır. Güzel sonuç ise takva sahiplerinindir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.”[83]
Bu ayet, kafirlerin hile ve düzenlerinin zayıflığını gösteren açık bir nasstır.
“Bu, Allah’ın, mü’minlerin mevlası olmasından dolayıdır. Kafirlere gelince, onların mevlaları yoktur.”[84]
Dolayısıyla müslümanların başarısızlığı, düşmanları sebebiyle değil önce kendileri sebebiyledir. Müslümanlar isyan ve günahlarla düşmanlarına fırsat ve imkan vermişlerdir.
Bu dördüncü esas ışığında Müslüman fert ve cemaatlarin, kendilerini özeleştiriye tabi tutmaları gerekir. Günah ve yapılması gerekenleri eksik olarak yerine getirme olmadan, musibetin gelmediğini bilerek hesaplarını bunun ışığında gözden geçirmeleri gerekir. Bu özeleştirinin yapılması vaciptir. Çünkü Allahu Teala şöyle buyurur:
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki de tuttukları kötü yoldan dönerler.”[85]
“Belki yollarından dönerler diye and olsun onlara büyük azaptan önce dünya azabından tattırırız.”[86]
Bütün şeriatlarda bunun kesin bir esas olduğunu görmek için önceki peygamberlerin ümmetlerine bakmak yeterlidir. Allah yolunda başlarına bir şey geldiği zaman bunun, işledikleri günahlar sebebiyle olduğunu anlamış ve hemen Allah’a tevbe ve istiğfar etmişlerdir.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdir. Allah, sabredenleri sever. Dedikleri ancak şu idi: “Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı artır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et.”[87]
Kur’an-ı Kerim’de kıssaları geçen bahçe sahipleri de, bahçeleri telef olunca bunun günahları sebebiyle olduğunu anlamış ve hemen tevbe ederek Allah’a yönelmişlerdi:
“Ortancaları: “Ben size Allah’ı anmanız gerekmez mi? dememiş miydim?” dedi. “Rabbimizi tenzih ederiz; doğrusu biz yazık etmiştik” dediler. Birbirlerini yermeye başladılar. Sonra şöyle dediler: “Yazıklar olsun bize; doğrusu azgınlık edenlerdendik. Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz.”[88]
5- BU YARDIMIN GERÇEKLEŞMESİ GECİKİRSE, KULUN BUNA LAYIK OLMASI İÇİN GEREKLİ ŞARTLARI TAMAMLAMASI GEREKİR.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”[89]
Bu, Allahu Teala’nın değişmez yasasıdır. Başına gelen musibeti Allah’ın kaldırması ve nimetler vermesi için kulun, öncelikle kendi durumunu düzeltmesi gerekir. Allah’a itaatsizlik ve ihmalinde devam ettiği halde musebitlerden kurtulmayı beklemesi anlamsızdır. Yukarıda üzerinde durduğumuz dördüncü madde, Müslümanların geri kalıp kafirlere karşı rezil olmalarının sebebinin, zati yapılarından kaynaklandığını belirtir. Beşinci madde ise başarısızlık ve yenilginin değişmesi için, değişikliğin bizzat içeriden ve Müslümanların kendilerinden başlaması gerektiğini gösterir.
Allahu Teala’nın verdiği sözün yerine gelip gelmemesi ile alakalı olarak gözönünde bulundurulması gereken beş asas bunlardır. Müslümanların ve özellikle davet ve cihad alanında çalışanların, bu esasları akıldan çıkarmamaları gerekir.
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah, “İğasetu’l-Lehfan” isimli kitabında şöyle der: “Allahu Teala dinine, taraftarlarına ve hem ilim olarak hem de amel olarak dinini yerine getiren evliyasına yardım etmeyi üzerine almıştır. Sahibi hak olduğuna inansa da, batıla yardım etmeyi üzerine almamıştır. Üstünlük ve izzet de, Allah’ın Rasullerini kendisiyle gönderdiği, kitaplarını onunla indirdiği “İman”ın sahipleri içindir. Bu iman ise ilim, amel ve haldir. Allahu Teala; “İman etmişseniz mutlaka siz en üstünsünüzdür”[90] buyurmaktadır. Kul, sahip olduğu iman derecesi nisbetince üstün olur. Allahu Teala; “İzzet, Allah’ındır, Rasulü’nündür ve mü’minlerindir”[91] buyurmaktadır. Kişi iman ve hakikatlerine sahip olduğu oranda izzet sahibi olur. İzzet ve üstünlükten nasibini alamıyorsa; ilim, amel, zahir ve batın olarak yitirdiği iman hakikatleri sebebiyledir.
Kulu korumak da imanı oranında olur. Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah iman edenleri korur.”[92] Kulun savunması az olursa, imanının azlığındandır.
Allahu Teala’nın, mü’min için yeterli olması da, o mü’minin imanının derecesine göredir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey Peygamber, Allah sana da, sana tabi olan mü’minlere de yeter.”[93]
Yani Allahu Teala sana da, sana tabi olan müminlere de kafidir. Onlara kafi olması, Rasulü’ne tabi olmaları ve itaat etmeleri oranındadır. İmanda ne kadar eksiklik olursa, Allahu Teala’nın kişi için yeterli olması da o kadar az olur. Bilindiği gibi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebine göre iman artar ve eksilir.
Allahu Teala’nın kuluna velayeti de kulun imanı ile orantılıdır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Allah, mü’minlerin velisidir”[94] ve yine “Allah, iman edenlerin velisidir”[95] buyurmaktadır.
Allahu Teala’nın özel beraberliği de iman ehli içindir. Şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah mü’minler ile beraberdir.”[96] İman az ve zayıf olursa, Allahu Teala’nın, kula velayeti ve onunla özel beraberliği de imandan nasibi kadar az ve zayıf olur.
Yardım etmesi ve tam destek vermesi de ancak tam iman sahipleri içindir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.”[97] Başka bir ayette ise şöyle buyurur: “Nihayet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[98]
İmanı az olanın yardım ve destekten nasibi de az olur. Dolayısıyla, kulun şahsına veya malına bir musibet gelirse veya düşmana karşı mağlup olursa, bu onun vacibi terketmesi veya haramı işlemesi sebebi ile meydana gelen günahları nedeniyledir. Bu ise imanının eksikliğindendir.
Böylece “…Allah kafirlere, iman edenler aleyhinde asla fırsat vermeyecektir”[99] ayetini anlamaya çalışan birçoklarının seslendirdiği problem de ortadan kalkmış olmaktadır. Ki bunların çoğu bu ayeti açıklarken; hüccet (delil) bakımından mü’minlere karşı bir fırsat vermeyecektir, derler.
Halbuki olay, bu ayetlerde anlatılanın aynısıdır. Ancak tam iman sahiplerine karşı onlara fırsat verilmeyecektir. Ama iman zayıf olursa, bu zayıflık sebebiyle mü’minlere karşı kafirlerin eline fırsat geçmiş olmaktadır. Allah’a itaati terkettikleri için kendilerine karşı kafirlere yol ve fırsat vermiş olmaktadırlar. Mü’min galiptir, azizdir, desteklidir, yardım görendir. Allah ona yeter ve nerede olursa olsun, hem zahirde ve hem de batında imanın hakitani ve gereklerini yerine getirirse, bütün dünya üzerine toplansa bile, onun savunucusu bizzat Allahu Teala’dır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurur:
“Gevşemeyin, üzülmeyin, iman etmişseniz mutlaka siz en üstünsünüzdür.”[100]
“Ey iman edenler! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir.”[101]
Bu kefil olma, iman ve amelleri sebebiyledir. Ki bunlar Allahu Teala’nın askerlerinden olan mü’minlerdir. Allahu Teala onları, bu imanları ile korur, her zaman bu korumayı sürdürür ve asla kesmez. Kafirlerin ve münafıkların, Allahu Teala’dan başkası için işledikleri ve Allahu Teala’nın emrine uygun olmayan amellerini boşa götürdüğü gibi.
İbnu’l-Kayyim Rahimehullah, “el-Cevabu’l-Kafi” isimli kitabında günahların ilahi cezası hakkında şöyle der: “Cezalardan biri de, kişinin, günahı küçümsediği ve basit gördüğü gibi, Allahu Teala’nın da onu, yaratılanların gönlünde sevimsiz, değersiz ve kendinden korkulmayan biri haline getirmesidir. Kul, Allahu Teala’yı sevdiği oranda insanlar da onu severler. Allah’tan korktuğu oranda insanlar da ondan korkarlar. Allahu Teala’yı ve değerlerini yücelttiği oranda kullar kendisini yüceltirler. Allah’ın değerlerini çiğneyen kulun değerlerini insanlar nasıl çiğnemesin! Allahu Teala’yı küçümseyen ve gerektiği gibi yüceltmeyen kulu insanlar nasıl küçümsemesin ve horlamasın! Allah’ın yasaklarını çiğnemeyi basit gören kul insanların nazarında nasıl basit ve hor görülmesin!
Allahu Teala, Kur’an’da günahları belirtirken buna işaret etmiş ve günahlarından dolayı, bunları işleyenleri rezil etmiş, kalplerini örtmüş ve günahlarıyla mühürlemiş, kendisini unuttukları gibi onları unutmuş, dinini horladıkları gibi onları horlamış ve kendisini hesaba katmadıkları gibi Allahu Teala da onları hesaba katmamıştır. Bu nedenle Allahu Teala, yarattıklarının, kendisine secde ettiğini belirttiği ayette şöyle buyurur:
“Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur.”[102]
Allahu Teala’ya secde etmeyi horlayıp küçümseyerek ona secdeyi terkedince, Allahu Teala da onları horlamıştır. Allahu Teala’nın onları horlamasından sonra artık kimse onları değerli kılamamıştır. Allah’ın horladığını kim değerli kılacaktır? Veya değerli kıldığını kim horlayacaktır?”[103]
İbnu’l-Kayyım Rahimehullah başka bir yerde de şöyle der: “Günahların cezalarından biri de nimetleri yok etmesi ve musibetleri kulun üzerine çekmesidir. Kulun yitirdiği her nimet, mutlaka bir günahı sebebiyledir. Başına gelen her musibet mutlaka bir kötülüğü sebebiyledir. Ali Radıyallahu Anhu şöyle der: “Günah olmadan bela gelmez ve tevbe olmadan da bela gitmez.” Allahu Teala şöyle buyurur:
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”[104]
“Bu da, bir topluluk kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Allah işitendir, bilendir.”[105]
Allahu Teala, kendi durumunu değiştirmedikçe kula verdiği bir nimeti değiştirmeyeceğini bildirmiştir. Allah’a olan itaatini masiyete, şükrünü küfre, razı olmasının sebeplerini kızdıracak sebeplere değiştirirse; tam bir karşılık olarak Allahu Teala da kula verdiklerini değiştirir. Allah kullara haksızlık yapmaz. Kul, masiyeti itaatla değiştirirse, Allah da cezayı mükafata, zilleti izzete çevirir.
“Şüphesiz bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur.””[106]
İbnu’l-Kayyim’in Rahimehullah bu açıklamaları, belirttiğimiz beş esası en açık biçimde ortaya koymaktadır.
Beş esası Allah’ın izni ile böylece açıkladıktan sonra; “Müslümanlar olarak bizler acaba ne durumdayız?” diye sorabiliriz. Müslümanlar bugün bir milyardan fazladır. Müslümanların yaşadıkları ülkeler servet yönünden dünyanın en zengin ülkeleridir. Doğudan batıya kadar uzanır. En önemli deniz geçitlerine ve boğazlara sahiptir. Acaba bu bir milyar Müslüman bugün ne durumdadır? Acaba dünyada onların konumu ve ağırlığı nedir?
Allah’ın kendilerine gazap ettiği, zillet ve aşağılık damgası vurduğu, lanet ettiği iki milyonu aşmayan Yahudi bir topluluk acaba yüzmilyondan fazla Müslümana nasıl musallat olmuştur? Müslümanların ülkelerinde demiyorum, bilakis Müslüman ülkelerin kalbinde kendine nasıl bir devlet kurabilmiştir?
Allah’ın Kitabı’nda şunu okumaktayız: “O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.”[107]
“Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa girecek olsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.”[108]
“Kafirler sizinle savaşacak olsa, gerisin geriye kaçarlar.”[109]
Halbuki bugün, bunun tam tersi bir gerçekle karşılaşıyoruz. Asli kafirlerden ve mürted yöneticilerden olan kafirler, Müslümanlara en kötü azabı tattırıyorlar. Müslümanların erkeklerini öldürüyorlar, zindanlara dolduruyorlar ve işkenceler ile yok ediyorlar. Müslümanların kadınlarını esir alıyorlar ve tağutların zindanlarında onların ırzına geçiyorlar. Halkın rızıklarını kesmeleri, servetlerini yağmalamaları, dini değiştirmeleri, nesillerin İslam’dan uzak yetişmeleri için fitneleri ve ahlaksızlıkları yaymaları da yaptıkları en belirgin işlerindendir.
Bugün, geniş çaplı bir halde İslami ilimler hakkında çalışmalar yapıldığını görmekteyiz. Ancak bu çalışmaların hiçbir faydası olmamakta ve Müslümanların mevcut durumundan hiçbir şeyi değiştirememektedir. Bunun sebebi ise ilmin bereketinin bulunmamasıdır. Çünkü bu ilmin ve yapılan çalışmaların hedefi, Allah’ın rızasını kazanmak değil; liderlik, memurluk, sultanların batıllarını gizlemek ve hatta desteklemek ya da memleketlerde azgınlaşarak her tarafı fesatla dolduran kafirlerin iktidarlarını güçlendirmektir. İman eden ve salih amel işleyen ilim ehli elbette bunun dışındadır. Bugün İslami neşriyatın çokluğu, sesli ve görüntülü yayınlar, gazeteler, dergiler, haklı veya haksız verilen akademik ünvanlar, İslam adına düzenlenen konferans ve kongreler, yarışmalar, İslam enstitüleri, radyolar, televizyonlar ve her seviyeden yayınlara baktığımızda, eşi görülmemiş bir çokluk ve çeşitlilik olduğunu görürüz. Ancak bütün bunların ne kadar yarar sağladığını sormamız gerekir.
Burada Müslümanların içinde bulunduğu durum üzerinde uzunca duramayacağız. Ben burada, sadece belirttiğim beş esasın bugün üzerinde bulunduğumuz durumumuzla ilgisini her Müslümanın bilmesini hedefledim. Şöyle ki:
Müslümanların yardım ve zaferden yoksun kalmalarının sebebi, ilim ve amel olarak imandaki büyük eksikliktir. Allahu Teala; “Mü’minlere yardım etmek bizim üzerimize bir haktır”[110] buyurmaktadır. Allah’ın verdiği bu söz neden bizim için gerçekleşmiyor? Allahu Teala şöyle buyurur: “Gevşemeyin, üzülmeyin, iman etmişseniz mutlaka siz en üstünsünüzdür.”[111] Bu, yukarıda işlediğimiz esasların üçüncüsüdür.
İçinde bulunduğumuz bela, bölünme, dağılma ve zillet, günahlarımız ve ihmalkarlıklarımız sebebiyledir. Çünkü Allahu Teala şöyle buyurur:
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (bununla beraber) Allah çoğunu affeder”[112]
“Başına gelen kötülük ise nefsindendir.”[113]
Bu kötülük ve günahlardan biri, belki de en önemlisi, cihadı terketmektir. Cihadı terketmekten de daha kötü olan ise, bu terketmeye kılıf uydurmak ve bu kılıf için şer’i delilleri eğip bükmektir. Bu ise dördüncü esastır.
Allahu Teala’nın yardım ve desteğinden mahrumiyet ve içinde bulunduğumuz bu aşağılık ve zillet halinden kurtulmanın tek yolu; hayatımızı Allah’ın razı olduğu ve sevdiği bir hale dönüştürmektir. Çünkü Allahu Teala; “Şüphesiz bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah, onlarda bulunanı değiştirmez”[114] buyurmaktadır. Bu ise beşinci esastır.
Şimdiye kadar söylenenler ışığında şunları söyleyebiliriz: Bugün İslam’ın egemenliği için çalışan İslami akımlar ve hareketler, Allah’ın vereceği yardım, zafer ve üstünlük için olması gereken şartları yerine getirmiş değillerdir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde haksızlık yapmaz, ama insanlar kendi kendilerine haksızlık yaparlar.”[115]
CİHAD İÇİN İMANİ HAZIRLIĞIN ÖNEMİ
İmani hazırlık, başta cihad olmak üzere, bütün çetin görevler için gereklidir. Bu nedenle Allahu Teala, Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem hitaben şöyle buyurmuştur:
“Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce bir müddet için kalk ve ağır ağır Kur’an oku. Doğrusu Biz sana, taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve okumak için daha elverişlidir.”[116]
Ağır sözü taşıyabilmek için, yani peygamberlik görevini yerine getirebilmek için, ibadet etmesini emretmişir.
Şu çok önemli bir kuraldır: Güç ve zor olan şer’i yükümlülükler için mutlaka imani hazırlık olması gerekir. Bu hazırlık yapılırsa, cihad ve benzeri zor görevleri yerine getirmeye hazır olunur ve aynı zamanda Allahu Teala’nın yardımına da layık olunur. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurur:
“Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu. O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükafat verirdik.”[117]
“Kim Allah’tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir.”[118]
İmani hazırlık ile Allah’ın mü’minlere yardım etmesinin iki şartından birisi gerçekleştirilmiş olur. Ayrıca imani hazırlıkla Müslümanların sayı ve hazırlık eksiklikleri de telafi edilir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Nice az sayıda bir topluluk Allah’ın izniyle çok sayıdaki topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.”[119]
Burada sayı bakımından az olan topluluk, sayı azlığını sabır ile telafi etmiştir. Ali bin Ebi Talip’in Radıyallahu Anhu dediği gibi, vücuda göre başın konumu ne ise, sabrın da imana göre konumu odur.
İranlılara karşı savaşa giden Sad bin Ebi Vakkas’a, Ömer İbnu’l-Hattab Radıyallahu Anhu, yazdığı bir mektupta şöyle der: “Sana ve beraberinde bulunan askerlere her durumda Allahu Teala’dan sakınmanızı emrediyorum. Çünkü Allah korkusu düşmana karşı hazırlıkların ve düşmana karşı taktiklerin en büyüğüdür. Sana ve askerlerine düşmandan sakındığınızdan çok günahlardan sakınmanızı emrediyorum. Çünkü askerlerin günahları, kendileri için, düşmanlarından daha çok tehlikelidir. Müslümanlar ancak düşmanın günahları sebebiyle muzaffer olurlar. Böyle olmazsa, onlara karşı gücümüz yetmez. Çünkü ne sayımız onlar kadardır, ne hazırlığımız onların hazırlığı kadardır. Günahlarda onlarla aynı olursak, kuvvet bakımından onlar bizden üstün olurlar. Faziletimizle onlardan üstün olmazsak, onları kuvvetimizle yenemeyiz. Seyrinizde Allahu Teala’dan sizin yaptıklarınızı bilen gözetleyici meleklerin olduğunu biliniz, onlardan utanınız, Allahu Teala yolunda iken masiyetleri işlemeyiniz.”
Salih ameller; Allahu Teala’nın, bu amellerin sahibini kendileriyle koruduğu ve düşmanla karşılaşması anında sebat verdiği askerlerdir. Bunun tersi de böyledir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“(Uhud’da) İki ordu karşılaştığı gün, sizi bırakıp gidenleri, sırf işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı.”[120]
Buhari, Cihad Bölümü’nde; “Savaştan önce salih amel işleme babı” diye bir bölüm ayırmıştır. Ebu’d-Derda Radıyallahu Anhu; “Sizler ancak amellerinizle savaşıyorsunuz” der. İbn-i Hacer, bu sözü açıklarken, Ebu’d-Derda’nın sözünü tam olarak şöyle aktarır: “Ey insanlar, savaştan önce salih amel gerekir. Sizler ancak amellerinizle savaşıyorsunuz.”[121]
İmani hazırlık ile Müslüman saf kenetlenir ve birbirini destekleyen sağlam bir bina gibi olur. Bu olmadan düşmana karşı sebat etmeye güç yetiremez. Saffın kenetlenmesi ise Müslümanların, sevgi, dostluk, fedekarlık, şevkat, bağışlama ve mü’min kardeşini kendine tercih etme gibi imanın hakikatlerini tam olarak yerine getirmelerine dayanır. Saf, ancak bununla bir vücut gibi kenetlenir. Numan bin Beşir’den Radıyallahu Anhu merfu olarak rivayet edilen; “Birbirini sevmede, birbirine acımada mü’minler bir vücut gibidirler”[122] hadisinde bu belirtilmektedir.
İmani hazırlık, Müslümanların iki yakasının bir araya gelmesi için gereken sebeplerdendir. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın ve bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.”[123]
Kitap ve Sünnete sarılmak, ihtilaf etmekten ve bölünmekten korur. Allahu Teala, önceden birbirlerine düşman olduklarını, ama iman bağıyla kalplerini birbirine bağladığını, bu bağı ihmal etmelerinin kendilerini daha önce oldukları gibi bölünmeye ve düşman olmaya götüreceğini hatırlatmaktadır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Kendilerine zikredilen (verilen öğütlerin veya Kitabın) önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık.”[124]
Başka bir ayette ise şöyle geçer: “Onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir fitnenin gelmesinden veya acıklı bir azaba uğramalarından sakınsınlar.”[125]
İslam’ın kimi kısımlarını unatmak veya ona muhalefet etmek, düşmanlık ve buğzun, fitne ve tefrikanın kaçınılmaz davetçisidir. Bu ise içten çöküştür. Bu çöküşü, düşmana karşı hezimet ve rezalet izler. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Allah ve Rasulü’ne itaat edin, birbiriniz ile çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[126]
Bölünme, İslam’dan sapanlara verilen ilahi bir cezadır. Düşmanın karşısında yenilmenin de sebebi yine bölünmedir.
Bütün bunlar, Müslümanların iki yakasını bir araya getirmek için yapılması gereken imani hazırlığın önemini gösterir. Düşmana karşı koymaya ancak bu hazırlık ile güç yetirebilinir. İman bağı ve Kitap ve Sünnet’e sarılma dışında hiçbir şey Müslümanların iki yakasını bir araya getiremez. Kalpler Allah’ın elindedir, onları dilediği şekilde kullanır. Allah, bu sarılmayı kalplerin uzlaşmasının sebebi yapmıştır ve onun dışında başka bir sebep de yoktur.
“O, seni yardımı ve mü’minlerle destekleyendir. Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü o, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.”[127]
Kalplerin birlik olması ve Müslümanların bir araya gelmesi, itaat etmenin mükafatıdır. Bölünme ve dağılma da masiyetin cezasıdır. Bunlar Allah’ın Subhanehu ve Teala değişmeyen sünnetleridir. Bu işin öneminden dolayı “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Menheci” bölümünde, Allah’ın izni ile bunu ayrıca ele alacağız.
Cihad için imani hazırlığın önemini gösteren delillerden biri de, Allahu Teala’nın; ”Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.”[128] ayetinden sonra bu mücahidlerin sıfatlarını sayarak “(Bu alışverişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rüku edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O mü’minleri müjdele”[129] sözleriyle bitirmesidir. Bu ayet, zahir ve batın amellerin faziletlerini içermektedir. Allahu Teala, cihad ameli içerisinde olan mü’minleri; “iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyanlar” diye niteler. Zafer ve üstünlüğün sağlanmasından sonra ise onların takınacakları vasfı şöyle belirtir:
“Onlar (o mü’minler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.”[130]
Bu ayette geçen vasıf, mücahidler için gerek zayıflık, gerek üstünlük ve kuvvet ve gerekse de iktidar hallerinde bulunması gereken bir sıfattır.. Onları bu işleri yapmaktan veya terketmekten hiçbir durum alıkoymaz. Bu aynı zamanda İslam ümmetinin de vasfıdır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.”[131]
Allahu Teala, bu ümmetin, en hayırlı olmasını bu şarta, yani emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker vasfına bağlamıştır. Bu, aynı zamanda Rasulullah’ın da Sallallahu Aleyhi ve Sellem vasfıdır. Allahu Teala şöyle buyurur:
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o ümmi Rasul’e uyanlar (var ya), işte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar.”[132]
Emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker; fertler ve cemaatler olarak Müslümanların dinlerini bozulup eksilmekten, davranışlarını ise sapma ve bozulmaktan korur. Bu, Allah’ın Subhanehu ve Teala gösterdiği sınırlar üzerinde bulunması gereken toplumu meydana getiren en önemli etkendir. Bu nedenle yukarıdaki ayette emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker emrinden sonra, “Allah’ın sınırlarını koruyanlar” vasfı yer almıştır. Çünkü emir ve yasak, insanların dinini korur. Ayetteki sıralamayı iyice düşünmemiz gerekir. En sonda ise “Mü’minlere müjdele” ifadesi yer almıştır. Çünkü mü’minler bu sıfatlara sahip olur ve şartları yerine getirirlerse, Allah’ın verdiği destek ve yardım sözü gerçekleşir.
EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMAAT’İN MENHECİ
Kitap ve Sünnet’e sarılmak, cihad için imani hazırlığın başta gelen temelidir. Çünkü cihad hareketini meşru amacına doğru yönlendiren ve İslami olarak isimlenen birçok hareketin içine düştüğü sapma ve ayak kaymalarından koruyan odur. Ayrıca mutlak olarak imani hazırlığın belkemiğidir. Onu ihmal etmek, cihad hareketini uçurumlara sürükler, çarpık bir şekle sokar ve mücahidlerin fedakarlıklarını boşa çıkarır. Cihadın meyvesini başkalarının devşirmesine yol açar. Mevcut cahiliyye sistem, bu cihad hareketi ile yıkılabilir ama Kitap ve Sünnet’e sarılma tam olarak yerine getirilmediğinde, onun yerine şehitlerin ve yaralıların kanları üzerine başka bir cahiliyye sistem kurulur. Mutlu olan, başkasından ders alandır.
Kitap ve Sünnet’e sarılmak, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in menhecidir. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ise, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Selem; “Bu ümmet, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi ateştedir. Kurtulacak olan ise; cemaattir”[133] diyerek bildirdiği Fırkatu’n-Naciye’dir. Bunu Tirmizi ve diğerleri de Abdullah bin Ömer’den Radıyallahu Anhuma şöyle rivayet etmişlerdir:
“İsrailoğullarının başına gelen, adım adım ümmetimin başına da gelecektir. Öyle ki, açıkça annesi ile yatıp kalkan olmuşsa, ümmetimden de böyle yapanlar olacaktır. İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya bölündü, ümmetim ise yetmiş üç fırkaya bölünecektir, biri dışında hepsi ateştetir.” Orada bulunanlar: “Kimdir bu kurtulan f
Yazan:Hamas;islamiCihad,Hizbullah Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
Bugün bir yazı atmıştım yayınlanmamış [e postada hata oldu galiba) yine aynı yazıyı yazmak için vaktim yok ilgilenirseniz sevinirim.
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
malesef spam listesi bos, yorumunuz bize hiç ulasmamis
Yazan:jadederail Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
CİHAD, ın önünde en büyük engel ORDULAR VE DEVLETLERDİR.. 3.dünya ülkeleri kendi ORDULARIUNCA İŞGAL altındadır da ondan..
İsrail ve Amrika ve HAÇLI VE KAPİTALİST DÜNYA niye İRAN , HİZBULLAH, HAMAS, MÜSLÜMAN KARDEŞLERDEN, RAHATSIZ.
Yazan:Hamas;islamiCihad,Hizbullah Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
http://www.timeturk.com/kassam-komutanindan-turkiyeye-mesaj-50054-haberi.html
Adem ÖZKÖSE/GERÇEK HAYAT
Hamas’ın askeri kanadı olan İzzettin Kassam Birlikleri İsrail saldırılarında en çok öne çıkan silahlı gruptu. İzzettin Kassam Birlikleri ile ilgili gerek Türk, gerekse de dünya basınında savaş boyunca birçok şey yazılıp çizildi. Biz de Gazze’ye girdiğimizin ikinci günü bir evde İzzettin Kassam Birlikleri’ne bağlı direnişçilerle bir araya geldik. Evde, hepsi Gazze’de yaşanan son savaşta cephede olan beş direnişçi vardı. Sonra odaya yüzleri maskeli ve silahlı iki kişi daha girdi. Biri Han Yunus Bölgesi’ndeki İzzettin Kassam Birlikleri’nin basın sözcüsü, diğeri de komutanlardan Ebu Hamza’ydı. Röportaj boyunca yüzünü açmayan Ebu Hamza, İsrail Ordusu’nu Gazze’nin girişinde nasıl durduklarını ve İzzettin Kasam Birlikleri hakkında merak edilenleri anlattı.
– Ateşkes devam ederken bir kara harekâtı ile karşılaştınız. Siz bu çapta bir saldırı bekliyor muydunuz?
İsrail’den her zaman her türlü saldırıyı bekleriz. Çünkü Siyonist düşman daha önce de ateşkes esnasında halkımıza birçok kez saldırmıştı. Kur-an’ı Kerim “Müminlerin İslam düşmanlarına karşı güç hazırlamaları gerektiğini” söylüyor. Bizler Şehit İzzettin Kassam’ın evlatlarıyız ve işgalci düşmandan korkmuyoruz. Kardeşlerimiz, Yahudilerin hayatı sevdiklerinden çok daha fazla şahadeti seviyorlar.
– Şu anki psikolojik durumunuz nedir?
Ümmetimize ve savaş boyunca bizim yanımızda olan Türkiye halkına artık zafer devrinin başladığını müjdeliyoruz. Gençlerimiz İslam’a yöneldiler ve dinlerini en aziz emanet olarak kabul ettiler. Rabbimiz de bu savaşta bize yardımını gönderdi. Biz bu harp esnasında Yahudilerin ne kadar korkak olduklarını bir kez daha gördük. Mücahitlerden korktukları için tanklarından dışarı çıkamadılar. Çünkü Tankların dışında onları ölümün beklediğini biliyorlardı. İşgalci İsrail Hükümeti’nin bütün hedefleri de savaşta başarısızlığa uğradı. İslam Ümmetine hediye ettiğimiz bu büyük zafer Siyonist Devletin bitişinin başlangıcıdır.
GAZZE’NİN ALTINDA BİR GAZZE DAHA VAR!
– İzzettin Kassam Birlikleri’nin dışında bu savaşa başka hangi Filistinli gruplar dâhil oldu?
Bizim dışımızda İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadı olan Kudüs Seriyyeleri, Halk Cephesi’nin askeri kanadı Ebu Ali Mustafa Birlikleri ve El Fetih’in silahlı kanadı Aksa Şehitleri Grubu iştirak etti. Savaş esnasında aramızda görev dağılımı yaptık ve Siyonist düşmana karşı aynı safta savaştık.
– Savaşta nasıl bir strateji izlediniz?
Gazze’nin altında bir Gazze daha var. Bunu Siyonist düşman da biliyor. İsrail Ordusu Beyt Lahye, Beyt Hanun ve Gazze’den topraklarımıza girme teşebbüsünde bulunduğu an yerin altındaki çukurlardan çıkan mücahitler saldırıya geçtiler. Ayrıca evlerinin çatısında nöbet tutan Gazzeliler de İsrail Askerlerinin uçaklardan Gazze’ye indirme yapmasını engelledi. Mücahitler Siyonist Askerleri Gazze’nin girişinde durdurmayı başardılar ve Siyonist düşman Gazze’nin içine giremedi. Bu savaş gerçekten çok şiddetli geçti. Mücahitler büyük bir sabır gösterdiler ve sonunda Rabbimiz İslam Ümmeti’ne Filistinli Mücahitlerin eliyle büyük bir zafer bahşetti. Ben Allah katından gönderilen bu yardımcıları gözlerimle gördüm.
-Bu konuyu biraz daha açalım. Savaşta nelere şahit oldunuz?
Cebaliye’de Yahudi Askerlerle aramızda saatler süren çok şiddetli çatışmalar oldu. Ben bölgedeki birlikleri yönetiyordum. Zaman zaman da çarpışmalara da iştirak ediyordum. Birden yan tarafımızda beyaz elbiseli ve yüzü nur gibi parlayan birini gördük. Yüzü öyle parlıyordu ki yüzüne bakamıyorduk. Yanımdaki 9 mücahit de aynı kişiyi gördüler. Bu kişi uzun zaman bizimle birlikte İsrail Askerlerine karşı savaştı, daha sonra da birdenbire ortadan kayboldu. Mücahitlerin çoğu bu savaşta bu tür olaylar yaşadılar ve Allah’ın katından gelen yardıma gözleriyle şahit oldular.
– Kamplarınızın hemen hemen hepsi İsrail uçakları tarafından vuruldu. Bu sizi ne kadar zayıflattı?
Ağaçların olduğu her yere 1 saat içinde kamp kurabiliriz. Çünkü kamplarımız ağaçların arasına çekilen iplerden ve spor aletlerinden ibarettir. Gazze’nin her yeri ağaç dolu ve birkaç gün içinde tekrar kamplarımızı kurduk ve eğitimlerimize başladık.
“SİLAHLANMAYI SÜRDÜRECEĞİZ”
– İsrail uçakları 22 gün süren savaş boyunca özellikle Gazze ve Refah arasındaki geçiş tünellerini bombaladı. Şu an bu tünellerin durumu nedir?
Tünellerin yüzde 40’ı kullanılamaz hale geldi. Fakat yüzde 60’ı şu an işliyor. İsrail bizim silahlanmamızı asla engelleyemeyecek. Her türlü engele rağmen İzzettin Kassam Birlikleri silahlanmaya devam edecek.
– İsrail Ordusu yakın bir zamanda sizce tekrar Gazze’ye saldıracak mı?
İsrail Ordusu Furkan Savaşında büyük bir hezimet yaşadı. İsrail Basını da bu hezimeti kabul etti. Biz İsrail’in yakın bir zamanda tekrar Gazze’ye saldıracağını düşünmüyoruz. Fakat önümüzdeki aylarda işgalciler mutlaka tekrar saldıracaklar. Saldırmayı denerlerse düşmanla her zaman ve her yerde savaşmaya, onlara yeni hüzünler yaşatmaya hazırız.
– Savaş sürerken bir çok medya organında İzzettin Kassam Birliklerine bağlı Şahadet Eylemcilerinin Tel-Aviv’de canlı bomba eylemleri gerçekleştirecekleri yönünde haberler çıktı. Fakat bu eylemler gerçekleşmedi. Niçin?
Tel-Aviv’de şahadet eylemleri gerçekleştiren mücahitlerin çoğu Ramallah’tan Tel-Aviv’e sızıyordu. Abbas Yönetimi savaş başlamadan önce yüzlerce Hamas mensubunu tutuklayarak Tel-Aviv’de gerçekleşecek şahadet eylemlerini engellemeye çalıştı. Ayrıca kara harekâtında elde ettiğimiz başarılar nedeniyle böyle bir eyleme gerek duymadık.
– İzzettin Kassam Birlikleri nerelerden yardım alıyor?
Hiçbir devletten yardım almıyoruz. Fakat İslam Dünyası’nın dört bir yanındaki kardeşlerimiz bize yardım ediyorlar.
– Beklenen olmadı ve Hizbullah İsrail’e saldırmadı. Ne diyorsunuz?
Seyyid Hasan Nasrallah Furkan Savaşı’nda bizimle birlikte durdu, yaptığı konuşmalarla da Müslümanları direnişe ve Gazze Halkına destek olmaya çağırdı. Biz Hizbullah’tan askeri yardım istemedik. Çünkü böyle bir yardıma ihtiyacımız yoktu. İzzettin Kassam Birlikleri Gazze’yi savunacak güce sahiptir. Hizbullah’ın yiğit direnişçilerinin ve Seyyid Hasan Nasrallah’ın Siyonist düşman karşısındaki duruşu bize güç veriyor.
“KUDÜSE GERİ DÖNECEĞİZ”
– Türk Ordusu’nun Birleşmiş Milletler bünyesinde barış gücü olarak Gazze’ye gelmesine nasıl bakıyorsunuz?
Türkler yıllarca Filistin’e hükmettiler ve Filistin bizim olduğu kadar Türklerindir. Fakat biz Türk Ordusu’nun veya başka bir ülkenin ordusunun Birleşmiş Milletler bünyesinde Gazze’ye gelmesine iyi bakmıyoruz. Amerikan yönetimi bölgeye gönderilecek barış gücü aracılığıyla Filistinli direnişçileri silahsızlandırmak ve Gazze direnişini sona erdirmek istiyor. Fakat biz bütün Siyonistleri işgal ettikleri Filistin topraklarımızdan çıkarana ve Kudüs’ü geri alana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.
– Türkiye Halkı’nın ve Türk Hükümeti’nin savaş esnasındaki tutumu hakkında neler söyleyeceksiniz?
Bizler Filistinli mücahitler olarak Furkan Savaşı’nda bizim yanımızda durdukları ve bizimle birlikte Siyonist düşmana karşı direndikleri için Türkiye Halkına çok teşekkür ediyoruz. Filistinli mücahitler gösteriler yaparak bize destek olan Türkiye Halkının bu direnişini asla unutmayacak. Ayrıca Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve Üstad Necmeddin Erbakan’a Filistin Halkına verdikleri destek nedeniyle şükranlarımızı sunuyoruz. Türkiye Halkı mücahitlere destek olmak için sokaklarda gösteriler düzenlerken ve Türkiyeli gençler Siyonist düşmanın İstanbul’daki konsolosluğunu kuşatırken bizler cephede sevinçten gözyaşı döküyorduk. Fatih Sultan Muhammed ve Sultan Abdülhamid’in torunları olan Türkler bizim kardeşlerimizdir. Türkler, Sudanlılar, Endonezyalılar, Malezyalılar, Araplar bizi bu savaşta yalnız bırakmadılar. Bu savaş Ümmet-i Muhammed için bir bereket oldu. Allah’a şükürler olsun ki Müslümanlar dinlerini savunmak ve Kudüs’ü özgürleştirmek için birleşiyorlar. Furkan Savaşı İslam’a ve İslam’ın yiğit evlatlarına güç verdi ve biz Allah’a yemin ediyoruz ki Kudüs’ü bir gün Siyonistlerin elinden geri alacağız.
İSRAİL BÜYÜK HEZİMET YAŞADI
– Merak edilen konulardan biri de bu savaşta iki tarafın verdiği kayıplar. Bize Filistinli direnişçilerin ve İsrail Ordusu’nun kayıpları hakkında gerçek rakamlar verebilir misiniz?
İzzettin Kassam Birlikleri olarak 49 İsrail askerini öldürdük. İsrail Ordusu en büyük kayıplarını Cebaliye bölgesinde verdi. Cebaliye’de 10’dan fazla işgalci asker kısa zamanda imha edildi. İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadı olan Kudüs Seriyyeleri’ndeki kardeşlerimiz de 18 İsrail Askerini öldürdüler. Diğer grupların öldürdükleri İsrail Askerleriyle birlikte bu savaşta 80’in üzerinde İsrail Askeri imha edildi. Yüzlerce İsrail Askeri ise yaralandı. Furkan Savaşı ismini verdiğimiz bu savaş esnasında 4 İsrail uçağını vurduk, vurduğumuz uçaklardan biri düştü. 47düşman tankına da zarar verdik. Ayrıca düşman saflarına 980 füze fırlattık. Bu füzelerin 340’ı Kassam Roketi, 210’u Grad, 422’si ise Katyuşa Füzesi’dir. 48 Kardeşimiz de Siyonist düşmana karşı savaşırken şehit düştü. Bu şiddetli harpte Mücahitler karşısında büyük hezimet yaşayan Siyonist düşman çocuklarımızı ve kadınlarımızı öldürdü.
DİRENİŞÇİLER NASIL SEÇİLİYOR?
– Direnişçileri neye göre seçiyorsunuz?
Bizim hareketimiz bir cami hareketidir. İzzettin Kassam’a girecek bir kişi küçük yaşlardan itibaren yetiştirilir. Şehit İzzettin Kassam’ın evlatları akide, fıkıh, hadis, tarih, edebiyat, matematik, fizik alanlarında dersler alarak ve çeşitli dövüş sporlarında uzman olarak büyürler. Bizim için namaz, sır tutma, dürüstlük ve cesaret çok önemlidir. Cemaate, özellikle de sabah namazlarına devam eden gençler bir takım sınavlardan geçirildikten sonra İzzettin Kassam Birlikleri’ne kabul edilirler. Daha sonra da sıkı bir eğitim süreci başlar.
GERÇEK HAYAT
///
Sayın MY Bey, Kur’an da adanılan, adayan, adanan konusu üzerine aklımıza Hz İbrahim gelir ve Hz İbrahim cinnet geçirmiş de değildir. Filistinlilerde cinnet geçirmiş değildir sizin ruh halinizden uzaktır. Filistinler Allah için kendilerini ve çocuklarını İmran gibi İbrahim gibi adamışlardır. Bu adanmayı kameralar şu sıralar sık sık göstermektedir bizim gibilere ise ya imanımızdan yada utancımızdan hiçbir şey söylemeyip onlara destek olmak düşer, onların dini yardım etmek düşer, düşmanlarına çatmak düşer. Allah (CC) sizin gibilere de çocuklarını işlerini vs doğru yerlere adama imanı versin.
///
Sayın Ekrem S. Bey çevirinizin yanlışlığını ve yanlışlarını yazacağınız yerde konuyu kapatmak veya değiştirmek için hilafet konusunun açmazlarını yayınlamayı zekice sanmayın, bu hardal tanesi amelinizin de ecrini nasıl alacağınızı aklınıza getirin. Bir daha ki çevirileriniz de daha titiz olursunuz daha ciddi haktan yana başlıklar atarsınız inşaAllah.
Yazan:Hanzala Tarih: Şub 2, 2009 | Reply
Peygamber Dışında Bu Ümmette Masum Kimse Yoktur: Yani peygamber dışında, kimse hatalardan korunmamıştır ve hata yapabilir.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 3, 2009 | Reply
Anladığım kadarıyla siz bunca yorumu sadece başlığa bakıp atmışsınız. Yazıyı okuma zahmetine girseydiniz ufkunuzu açmak için bir fırsat yakalayabilirdiniz. İslam’ı, kan ve şiddet dolu bir din olarak gösterenler bu dine en büyük ihaneti yapıyorlar. İslam, ayrım gözetmeksizin öldürmeyi meşru kılmaz. Müslüman feraset sahibidir. Silahın işe yaramadığını gördüğü zaman metod değiştirebilmeli, doğruyu, yanlışı ayırt edebilmelidir. Tuti kuşu gibi sürekli kan ve intikamdan bahsetmekten başka sunacak bir şey yok mu?
Bosna’da da cihad oldu; ama hiçbir zaman müslümanlar birbirleriyle iktidar mücadelesine girişmedi; Aliya, hiçbir zaman asil duruşundan taviz vermedi; “Sırplar bizim çocuklarımızı öldürdü, biz de onların çocuklarını öldüreceğiz” demedi. Cihadın anlamını kirletmedi. Adalet ve barış arasındaki tercihini de barıştan yana kullandı. Kimse Boşnaklara terörist diyemedi. Çünkü onlar bir şey yaptı: Doğru ile yanlışı birbirinden keskin bir şekilde ayırdı; doğrunun izzetini hiçbir zaman kirletmedi.
Peki ya Afganistan? Afganlar ne zaman davalarını kirlettiler, parayı davanın üzerine geçirdiler, düşmanla değil, birbirleriyle savaşmaya başladılar, mafyalaştılar, harç kesmeye, yağmalamaya, eşkiyalığa başladılar o zaman bittiler.
Doğru ve yanlışı birbirinden ayırmak gerek kardeşim. Yukarıdaki yazının amacı budur.
Hilafet konusu gibi deli saçması ütopyaların peşinde koşacağımıza İslam’a ait dürüstlüğü, asaleti, hakkaniyeti, doğruluğu yaşantımızda gösterelim, her şeyin ne kadar kolay düzeldiğini göreceksiniz.
Yazan:eg Tarih: Şub 3, 2009 | Reply
ekrem bey,
bence ifrat tefrit arasında gidip gelmekten doğruyu kaybediyoruz.
“Bosna’da da cihad oldu; ama hiçbir zaman müslümanlar birbirleriyle iktidar mücadelesine girişmedi; Aliya, hiçbir zaman asil duruşundan taviz vermedi; “Sırplar bizim çocuklarımızı öldürdü, biz de onların çocuklarını öldüreceğiz” demedi. Cihadın anlamını kirletmedi. Adalet ve barış arasındaki tercihini de barıştan yana kullandı. Kimse Boşnaklara terörist diyemedi. Çünkü onlar bir şey yaptı: Doğru ile yanlışı birbirinden keskin bir şekilde ayırdı; doğrunun izzetini hiçbir zaman kirletmedi.
” demişsiniz. bence bu ifrata karşı bir tefrittir. çünkü filistinlilere terörist denmesinin yapılanlarla ilgisi yoktur. sadece ve sadece israil’in propogandası ile ilgilidir bu. malum arafat da teröristti, 1985’lere kadar ciddi bir silahsız direniş göstermiş filistinli gençler de, o gençlere destek veren edward said de teröristti israil ve batı gözünde. hamas,vesaire rumuzlu arkadaş belki ifratta, ama siz de bence bu yazdıkalrınızla tefrittesiniz. adeta sanki israil ya da batı’nın insanları terörist diye damgalamsaının haklı tarafı varmış gibi bir şey yazmışsınız ki hiç ama hiç katılmıyorum.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 3, 2009 | Reply
Sayın eg,
İsrail’in terörizm üzerinden propoganda yaptığı doğru; ama Hamas liderlerinin sözleri ve yaptıkları bu söylemi haklı çıkartacak şeyler. Halid Meşal’in Guardian’daki yazısına kadar, ben hiç Hamas’ın kendini anlatma derdinde olduğunu görmedim. Daha çok öfke dolu, intikamdan ve ölümden bahseden demeçler verdiler. Bunlar, hep İsrail’in ekmeğine yağ süren demeçler oldu. Retoriği intikam ve öfke yerine, barış üzerine, davayı anlatmak üzere kursalardı İsrail’in dünya kamuoyunu yanıltması bu kadar kolay olmazdı.
Cihad’ın sadece ateşli mücadele olmadığını; propoganda, medya, mizah, kültür, sinema, eğitim, ve bunun gibi çok kompleks bir yapının tüm elemanları ile olması gerektiğini İsrail çok iyi anladı, biz müslümanlar anlamamakta direniyoruz. Filistin eskiden bunları çok daha etkin bir şekilde kullanıyordu. Özgür Filistin davasını o kadar güzel sembolleştirmişlerdi ki; şimdi o imaj terörist vandal vahşiler imajına dönmüş durumda. Bunda, tabi ki İsrail’in kamuoyunu yanıltması söz konusu. Ama buna çanak tutanları tamamen masum göstermek, ifratla tefrit arasındaki dengeyi bulmak mıdır emin değilim.
Yazan:A.Haydar Tarih: Şub 3, 2009 | Reply
Sayın Ekrem S;
Hilafet’in bir ütopya olduğuna inanmanıza şaşmadım.Ama deli saçması olduğunu iddia etmeniz gerçekten üzücü…Zira O’nun bir ütopya olduğuna inanmamız için sömürgeci kafirler ve aveneleri bir asıra yakın bir zamandır sistematik olarak çalışmaktadırlar…Yıllardır bu ümmete Hilafet,Halife kavramları unutturulmaya çalışılmış,işlevini yapamıyor denilerek açıkça çöpe atıyoruz demeye de cesaretleri olmadığından TBMM de mündemiçtir denilerek rafa kaldırılmıştır..Diyanet işleri başkanlığı denilen kurum O’nun boşluğunu doldurmak üzere,ilga edildiği gün ümmeti uyutmak için ikame edilmiştir..Yani anlayacağınız bu büyük bir projedir.Hilafetin ilgası,İngiliz’in nihai hedefiydi ve hedefine ulaşmıştır.
Hilafet; İslam devletinin kendi şahsına münhasır,diğer nizamlardan tamamen farklı olan yönetim şeklinin adıdır…On üç asır yeryüzünde yaşamış,tüm dünyaya farkını göstermiş ve dünya siyasetinde seçkinliğini ve gücünü ispatlamıştır.Siz görmek istemesenizde bu böyledir…Allah(C.C) bir şahsa ya da topluma gücünün yetmeyeceği,hayal ürünü olan ve gerçekleşmesi imkansız bir şeyi emretmekten münezzehtir..Öyle olsaydı haşa Allah kullarına zulm etmiş olurdu..Rabbimiz olan Allah,kendi inzal ettiği ahkam ile yönetmeyi farz kılmıştır.Bunun yolunu da Rasulu ve O’nun seçkin ashabı ile bizlere öğretmiştir..Yıllardır süren iğdiş etme çalışmalarının bir neticesi olarak bu gün siz Hilafete ütopya diyebiliyorsanız,bu Emperyalist batının bir zaferidir.Hem de ne zafer..! Müslümanları kendilerine ait olan yönetim nizamına deli saçması diyebilecek hale getirdikleri için bu bir zaferdir..!
Sayın Senai;Dünya genelinde Müslümanların tek bir devlete ve tek bir halifeye olan ihtiyacı her gecen gün biraz daha artmaktadır,görmüyormusunuz!Gazzede yaşananlar,Müslümanların sahipsizliğinin delili değil midir..Bu gün Gazzeye sahip çıkan bir liderin-ordunun tüm müslümanların lideri olma fırsatını yakalayacağı gerçeğini göremiyormusunuz?Bu potansiyeli emperyalist kafir çok iyi bilmektedir ve tüm siyasetini-silahını bunu engellemek için kullanıyor…
Allah’ın hükümlerini tatbik edecek olan Raşidi Hilafet’in yeniden dirilişi İnşaallah yakındır sayın Senai.
Yazan:Hamas,İslamicihad,Hizbullah Tarih: Şub 3, 2009 | Reply
Sayın Ekrem Bey yapmayın Allah sevgisi için siz diyorsunuz ki Bosna gibi olun! olmaz sanız Afganistan gibi olursunuz diyorsunuz.
Ekrem Bey bir kere Filistin ile Bosna aynı terazide mi de böyle bir benzeşme yapıyorsunuz. Sırplarla Siyonist İsrail aynı güç aynı inanç aynı konum ve tarihsel süreçteler mide bir benzeşme yapıyorsunuz. Sırplarında bir Süleyman mabedi yapacağız arzı medüd emeimiz var hatta bunu kutsal kitabımız emrediyor mu diyorlarda Bosna barışı seçti diyorsunuz, İnanınki onlarında İsrail gibi böyle idealleri, kitapları, imkanları olsaydı onlarda Bosna da Barışı kabul etmezlerdi.
Birde diyorsunuz ki “İslam’a ait dürüstlüğü, asaleti, hakkaniyeti, doğruluğu yaşantımızda gösterelim, her şeyin ne kadar kolay düzeldiğini göreceksiniz”
Ya kardeşim sen dürüst değilsin ki kalleşçe bir benzetme daha yapmışsın ve Filistinlilerin üzerine bırakmışsın suçu. Bu İslami duruş ve dürüstlüğünüzden sonramı her şey düzelecek kolay olacak.
Afganistanı Ruslar işgal etti niye Müslümanlar esareti kabul etmedi diye vs ekonomik dini amaçlar için ve aynen ABD ve NATO işgal etti mi etti. Şimdi amaçlarına ulaşa bildiler mi kısmen ama tamamen değil, İran daki ve Pakistan’da ki İslami yapıyı dağıtabilirlerse amaçlarına ulaşabilecekler. İrana ve Pakistan’a niye giremiyorlar orduları ve halkı inançlı ve silahlı olduğu için. Yani herkesin şartı bulunduğu koşul aynı değil. Ha içlerinden maşa (kardavi) kullanırlar Afganistanda ve Filistinde (Abbas) yaptıkları gibi kargaşa vs çıkartabilirler kendi sistemlerini kurabilirler ondan sonrada siz dersiniz ki bak kargaşa çıkartıyorlar çeteleşme çıkar savaşı yapıyorlar dersiniz. Bu şekilde islama ait dürüstlüğünüz yansıtmış olursunuz, sonra her şey kolay olur.
///
Sonra bu yazarı cehr tadile tabi tuttunuzmu? Yok. Güvenilir birisimi? Müslüman mı kafir mi?
Nerden biliyorsunuz hamasın ofisinde oturduğunu Resim varmı?
1300 gazzeli öldü 13 israilli yaşamını yitirdi. Aynı rakamlara (13) tekabül ettiriyorki %1 tekabül ettirip yukarda hamaslı komutanarın ve ziyad ebu zeydin açıklamalarından hiç bahsetmiyor. Filistinlilere ölü diyorki sıradanlaştırıyor. İsrailin işgalçi katil hırsız terörist olduğundan hiç bahsetmiyor, betimlemiyor. Bari rachel corr için betimler ama yok. Benim bildiğim bir müslüman sırf bu kısmına kelimeyi şahadet getirerek ölen insanların uğruna itiraz eder.
Sonrada siz kalkmış cihad neden işe yaramıyor diyorsunuz. Sizin gibi konuyu müslümandan değilde fasıkdan, yabancıdan, başkasından öğrenen olursa kendiside böyle inanır -sizin gibi – başkasına da böyle inandırır.
-İnanın ki Gazzeye sınır israil halkı kassam füzelerinden psikolojik tedavi görüyorsa ölmüşler demektir.
-Hele ümmeti diriltmesi israili büsbütün çıldırtıyor perez gibi. Daha bunlar bir iki örnek.
“Sizin iyi sandığınız şer, şer sandığınız hayır olabilir”
Yazan:Mustafa Tarih: Şub 3, 2009 | Reply
fitne, intihar, terör …bunlarin hicbiri cihad degildir.
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?id=579
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 3, 2009 | Reply
Sayın a.Haydar,
Hilafet dini bir kurum değildir, siyasi bir kurumdur. Hiçbir kutsallığı yoktur. Devlet başkanlığıdır. Eğer İslam ülkelerinin biraraya gelip, bir ortaklık kurması ve seslerini gür çıkarabilmeleri ise amaç, bunun için birini halife seçip biat etmeye gerek yok. Güçlü olan ülke kimse onun borusu öter, tarihte hep böyle olmuştur. Yavuz Sultan Selim seçimle halife olmadı. Ömrü boyunca da savaştığı “kafirler”, İran’lı müslümanlar oldu. Kavramları, tarihi yerli yerine oturtmadığınız zaman değerlendirmeleriniz yanlış olur.
Sayın Hamas,
Ben Filistin’lilerden değil; abuk subuk konuşup, çoluk çocuk demeden öldüren, ve bunu İslam adına yaptığını söyleyenlerden bahsediyorum. İsrail’in Süleyman Mabediyle filan işi gücü yok. Bunlar, üç beş çılgının fantazileri. İsrail devleti güç peşinde, topraklarını büyütme peşinde; dini motifleri kullanıyor. Siyonizm dini bir terim değildir. Seküler bir terimdir ve laik İsrailliler’in sahip çıktığı bir ideolojidir. Dindar Yahudiler, siyonizme karşıdır.
Alıntıladığım yazı el cezire’nin sitesinden alınmış olup, LeVine Filistin’i destekleyen yazılarıyla biliniyor. Genç ve siyasetin dışında müzikle de ilgilenen; İslam dünyasını yaşayarak bilen, Hamas camisinin yanında yaşamış bir abimiz. Şurada geniş ama ingilizce biyografisine ulaşabilirsiniz:
http://meaning.org/levinebio.html
Evet kendisi, sizin deyiminizle bir “kafir”. Siz bir yazarı kafirse okumuyorsanız zaten ortada büyük bir problem var demektir.
Bu yazı’nın hemen ardından “İsrail’i kendinen kim kurtaracak?” diye bir yazı yazdı. İki tarafı da çok iyi tanıyan bir araştırmacının, eleştirilerinden kendi yanlışlarımızı aramak nefsinize neden bu kadar ağır geliyor anlamak güç.
İsrail’in saldırganlığının sebebi zaten o “psikolojik tedavi görüyorlar” dediğiniz sebep. İsrail hükümeti, halkının desteği olmadan böyle bir katliama kalkışamazdı. Halk desteğini Kassam’ları eksik etmeyerek Hamas sağlıyor, sağolsun.
Yazan:Hamas,İslamiCihad,Hizbullah Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
Cehr tadile tabi tutmak bu mu? Yani onca yazar var içlerinden bu adamı seçmişsiniz aslında önce sizi cehr tadile tabi tutmak gerekiyor.
Ya Kardavi “Haması tebrik ediyorum direniş kazandı.” demiş; ama Ekrem S yapacağını yapmış ve ısrar etmekte.
Buyurun mukayeseyi siz yapın.
/
“Ben Filistin’lilerden değil; abuk subuk konuşup, çoluk çocuk demeden öldüren, ve bunu İslam adına yaptığını söyleyenlerden bahsediyorum.” Bir kere Gazze Filistin demek Hamas demek; nasıl ki İsraillilerin %95 i veya büyük bir çoğunluğu gazze katliamına onay veriyor ise Filistinlilerde gazzenin savunması ve işgalin bitmesi ve iki zaferden birini kazanmak için Hamas a onay veriyor demektir. Siz hiç elinde taşla bir İsrailli çocuğun kolunu kıran hamaslılar gördünüz mü?
Siz hiç köpekleri İsrailli kadınların üstüne salan hamaslılar gördünüz mü? siz hiç esirleri öldüren hamaslı gördünüz mü, önüne gelen evini yıkan hamaslı gördünüz mü? Vs vs…….. Ha siz bunları yapmayan ancak söylelediklerinide duymadım ama ya yaparlarsa diye onları söylelüyorsunuz öylemi…
Ha bunların sebebi de kassam füzeleri öylemi? Kalleşlikler diz boyuydu, şimdi boyumuzu aştı.
Arkadaş İsrail için sebeb aramaya gerek yok ki hatta siz söylemişsiniz zaten “İsrail devleti güç peşinde diye” Süleyman mabedi ile işleri yok diye (bence olsun olmasın halk inandırılmış, siz dahi inandırılmışsınız onlara karşı gelmekten korkuyor cihad etmekten korkuyorsunuz. Arzı medudu dünya alem bilirken, yok onların böyle bir niyeti bırakın Yahudileri, bu Siyonistlerin isteği demek nasıl bir tutum.) işte bunun için içerde ve dışarıdaki pürüzleri yok etmek için sebeb aramadan vuruyor. Merak etmeyin yeri ve zamanı gelince o içlerindeki çok az aşırı olmayan Yahudileri de yok etmesini veya yok saymayı bilirler. Yok seçimler için yapılmış gazze katliamı yok güç elde etmek için miş vs evet koca koca adamlarıda kalleşlik yapmaları için böyle kandırıyorlar; biraz feraset ya.
“İsrail’in saldırganlığının sebebi zaten o “psikolojik tedavi görüyorlar” dediğiniz sebep. İsrail hükümeti, halkının desteği olmadan böyle bir katliama kalkışamazdı. Halk desteğini Kassam’ları eksik etmeyerek Hamas sağlıyor, sağolsun.” demişsiniz. Suçlamanızın yönüne bakın, amacınız kendimizi eleştirelim veya çözüm bulmak değil eğer öyle olsaydı bulunduğunuz yerde ve konumda olmazdınız, bu bilgilerle doldurulmazdınız.
Hamas sağlıyor ha! yuh olsun size bile bile böyle yapmanız beni çok üzüyor ama herkes ateşi için odununu taşır. Bu söylemleriniz de bulunduğunuz cemaatin fikirlerinden dışarı çıkmama gayreti görüyorum. Yoksa ne fikirleriniz fikir ne de bu söylediklerinize inandığınızı düşünmüyorum ancak yanlış yolun yolculuğunda ısrar tabiî ki size hardal tanesinin ecrini tattıracağından emin olabilirsiniz.
İnsanlar bilmedikleri konuda emin emin konuşuyorlar dolayısıyla saptırıyorlar.
Bir kere filistine gittin mi? yok, tarihini biliyormusun? yok, filistinle ilgili kitap okudun mu yok, araştırma yaptın mı? YOK. Arapçanın veya ortadoğunun yaşamsal kiriterlerinin epistomolojisine hakim misin Yok. Alimlerini tanırmısın yok, Kuranı okudun mu yok, Yahudileri tanıyormusun, düşmanını tanıyormusun? yok. Ailenden birisi maddi manevi zarar gördü mü YOK.
Ebu Bekir varmı yok, ama mürted çok, hizbine çağıran çok.
///
SİYONİST VAHŞETİ DİRENİŞ DURDURABİLİR
Doksan yıldır süren Siyonist terörü ve vahşeti tanımayanların ya da tanımak istemeyenlerin kafaları basmıyor. Hâlâ kendilerine akıl veren ve aynı zamanda uluslararası Siyonizmin teorisyenliğini yapan fikir babalarının gösterdiği istikamete gidiyorlar.
İşgal gerçeğini göremedikleri için kendi öz vatanlarında namuslarını, çocuklarının canlarını, haklarını ve değerlerini savunanları suçlu göstermeye kalkışıyorlar. “Onlar direnişi bırakırsa sorun biter” nakaratını tekrar ediyorlar. Bütün meselenin kendi öz vatanını savunan direnişten kaynaklandığı saçmalığına kendilerini bile inandırmaya çalışıyorlar. Oysa Siyonist vahşeti ve saldırganlığı sadece direniş durduracak ve Allah’ın izniyle bunu başaracaktır.
Filistinlilerin teslim olmaları, beyaz bayrak kaldırmaları gerektiğini savunanların akılları bassaydı kendilerine söyleyeceğimiz çok şey olurdu. Ama onlar, dediğimiz gibi söyledikleriyle başkalarını yanıltmaya çalıştıklarını bildikleri halde, kendilerini bile yalanlarına inanmaya zorladıkları için laf anlamıyorlar. Biz sadece onların iddialarından ve yalanlarından etkilenmeleri muhtemel olanlara götürülmesini uygun gördüğümüz iki önemli örnek üzerinde duracağız.
Siyonist terör İsrail işgaliyle başlamadı. Ondan önce de İngiliz işgalinin gölgesinde vardı. Deir Yasin katliamı başta olmak üzere pek çok katliam, o zamanki Siyonist terör örgütleri tarafından gerçekleştirildi ve o zaman ne HAMAS, ne de FKÖ vardı. İşgal devleti de kuruluşundan bu yana sürekli vahşet, katliam, saldırı, cinayet gerçekleştirmiştir.
Siyonist işgalcilerin 1982 Lübnan işgallerinin amacı görünüşte kendilerini rahatsız eden FKÖ milislerini bu ülkeden söküp atmaktı. Siyonist saldırganlığın ön cephesini oluşturan yüzkarası medya, bugün yaptığı gibi o zaman da direnişi suçluyor, FKÖ milislerinin teslim olmaları ve Lübnan’ı terk edip başka ülkeye taşınmaları durumunda sorunun biteceğini savunuyordu. Tıpkı bugün, Siyonist saldırganlığın ağzı gibi çalışan birtakım medya yorumcularının “birileri HAMAS’a dur demeli; asıl sorun HAMAS’ın roketleri; Filistin İran’ın ön cephesi olmaktan kurtarılmalı vs.” türünden laflar etmeleri gibi. Siyonist işgalcilerin askerî taktiklerini uygulamaya taşımak için seferber olan bu sözde yorumcular, orada kendi öz vatanını, evini, yurdunu ve namusunu savunan direnişin, kimsenin ön cephesi olmadığını anlamak istemiyorlar. Ama biz daha önce siyonizme hizmet eden sözde teorisyenlerin, yorumcuların ağızlarına sakız yaptığını ve uluslararası siyonizme ait olduğunu çok iyi bildiğimiz bu tür söylemleri Müslüman kamuoyuna taşıyanların işgalci saldırganlığın medyadaki ön cephesi olduğunu tahmin edebiliyoruz.
1982 Lübnan işgali sonrasında askeri, siyasi ve medyatik baskılara daha fazla direnemeyen FKÖ milisleri bu ülkeyi terk etti ve başta Tunus olmak üzere muhtelif Arap ülkelerine taşındılar. Ama bu ne değiştirdi? Siyonistler Beyrut’u işgal ettiler ve Sabra – Şatilla katliamı bu işgalin gözetiminde gerçekleştirildi. 1300 civarında savunmasız insan kampta işgalci Siyonist askerler tarafından her yönden kuşatmaya alındı, sonra da onların gözetiminde içeri giren Falanjist milisler tarafından katledildi. Siyonistlerin Gazze’de hâkimiyeti ele geçirmesi durumunda, Falanjist Hareket lideri Dr. Semir Ca’ca’nın görevini Muhammed Dahlan, Falanjist milislerin görevini de onun çeteleri yapacaktır.
FKÖ milislerinin Lübnan’ı terk etmeyi kabul etmesiyle sorun çözüldü mü? Siyonist devletin başkent Beyrut üzerindeki işgali 1985’e kadar sürdü. Güney Lübnan üzerindeki işgali ise 2000 yılında, o da Hizbullah’ın kararlı mücadelesiyle sona erdi. Siyonist saldırganların kabul ettikleri herhangi bir anlaşmaya uymalarıyla bir çözüme ulaşılamamış, işgalci direnişle dize getirilmiştir.
İkinci örnek ise Siyonist işgalcinin 2006 Lübnan saldırısıdır. Siyonist saldırganlığın ön cephesi görevini gören medya yorumcularına göre Hizbullah’ın, İsrail gibi yenilmez gücü dize getirmesi imkânı yoktu ve daha fazla kan dökülmemesi, can kaybı olmaması için teslim olması, beyaz bayrak kaldırması gerekiyordu. Ama 33 gün süren kararlı direniş karşısında işgalci saldırgan askerlerin canlı olarak girdikleri Lübnan topraklarından kefenlere sarılıp gönderilmesi karşısında hepsini büyük bir ölüm korkusunun sardığı anlaşılınca, Siyonist saldırgan devlet ABD ve BM’yi devreye sokmak zorunda kaldı. Oysa ABD’ye göre Hizbullah’ı tasfiye etmesi için İsrail’e fırsat verilmesi gerekiyordu. O zaman Hizbullah beyaz bayrak kaldırsaydı, belki bir değil, birkaç Sabra – Şatilla katliamı yaşanabilirdi.
Bugün Gazze’yi hedef alan vahşi saldırıyı da sadece direniş durduracaktır ve Allah’ın izniyle bunu başaracaktır.
Bu konuya inşallah devam edeceğiz.
/
ALLAH (CC) Ahmet VAROL Abiden razı olsun.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
Sayın Hamas,
İşi kişiselliğe indirgeyerek çok ayıp ediyorsunuz. İçinizde yanan tekfir etme dürtüsü de camianızın genel özelliğidir. Öyle ki, size kalsa cehenneme atmayacağınız adam kalmaz. Kafanızda kemikleşmiş fikirleriniz, at gözlükleriniz doğruyu görmenize engel. Kafanızdaki şablona uymayan görüşleri bir çırpıda tahkir edebiliyorsunuz. Size göre Hamas’ın metodlarını eleştirmek; Hamas’ın kendisi bile bunu yaparken; İsraillilerle aynı safa düşmek oluyor. Bunun adı bağnazlıktır. Ben, hiçbir cemaate mensup değilim ve bir cemaatin fikirlerini yansıtmıyorum. Ama siz, kendi kişiliğinizle karar vermekten dahi acizsiniz. Cemaatinizin doğru dediklerini Hasan Sabbah’ın fedaileri gibi, hiç sorgulamadan doğru bellemişsiniz.
Şu soruların cevaplarını bir de sizden duymak isterim. Samimi bir şekilde cevabınızı bekliyorum. Çapınızı anlamak için cevabınıza ihtiyacım var:
Bir kere filistine gittin mi?
tarihini biliyormusun?
filistinle ilgili kitap okudun mu? hangi kitaplar?
araştırma yaptın mı?
Arapçanın veya ortadoğunun yaşamsal kiriterlerinin epistomolojisine hakim misin?
Alimlerini tanırmısın?
Kuranı okudun mu? Okuduysan, bana, intihar bombacılarına cevaz veren ayeti söyleyebilir misin?
Yahudileri tanıyormusun? Nereden, kitaptan mı?
Ailenden birisi maddi manevi zarar gördü mü?
Benim, çok fazla iddiam yok. Üniversitede Filistinli arkadaşlarım vardı; Filistin’e hiç gitmedim; Filistin konusunda Edward Said adlı Hristiyan kafirin ! ve Bernard Lewis adlı Yahudi kafirin ! kitaplarını okudum. Kur’an’ı gece gündüz okurum, yahudi bir arkadaşım oldu, patronum da yahudi, yani iyi tanıdığımı söyleyebilirim. Yakın ailemden birisi maddi manevi zarar görmedi. Bosna’da uzak akrabalarım öldü. Üniversitede iki dönem Arapça öğrendim ama epistemolojisi için 10 sene de öğrensem bir faydası olacağını düşünmüyorum.
Filistin davası konusunda bir uzman olarak konuşmuyorum. Acizane, bilenlerin yazılarını çeviriyorum. Hiçbir iddiam yok. Oradakilerin acısı yüreğime dokunuyor, acaba bu lanet olası savaş nasıl bitebilir diye çözüm arıyorum, alternatif sunanların yazılarını okuyorum. Tek bildiğim şey var. İşler ben kendimi bildim bileli giderek daha kötüye gidiyor. Bu da mevcut stratejilerin yanlışlığını ispat ediyor. Bir özeleştiri yapılmadan ve farklı yöntemler benimsenmeden bu işin çözülemeyeceğini ispat ediyor.
Şimdi sorulara cevap verme sırası sizde. Dürüst cevaplarınızı bekliyorum. Emin olun ki, cevaplarınıza göre üslubum değişecektir.
Yazan:Hamas,İslamiCihad,Hizbullah Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
Sayın Ekrem Bey bunlar genel kriterlerdir,bir toplumun tarihsel süreçte yaptıkları ve yapması gerekenler hakkında doğru, İddialı fikir beyan edebilmek için bu genel kriterlere göre fikir beyan etmek gerekir. Determinist manada illahada böyle olacak diye bir iddiam yok. Ancak Allahın sünnetini yaşıyor ve Kur’an dan öğreniyoruz (kafir yazarlardan değil).
Acizane deyip benim hakkımda filistin hakkında fikir yürütüyor hükümlere varıyorsunuz. İddianız yok ise, Acizane ise ne diye diretiyorsunuz, kesinmiş gibi cihad işe yaramıyormuş gibi konuşuyorsunuz. Doğrusu insanoğlu acelecidir, bundan dolayı size kendim hakkında vereceğim ölçüleri doğru kullancağınız anlamına gelmez, kaldıki karşınızda Kardavi böyle söyledi diyorum halen beni suçluyorsunuz.
Kur’an okuduğunuza sevindim, Allah Razı olsun.
Ancak Kur’an okuduğunuz ve hiçbir cemaatten değilim dediğiniz halde neden “Ehli Sünnetin menhecinin” devamını Hanzala ismi ile yazmıştım yayınlamadınız, ne düşündünüzde yayınlamadınız.
Kur’anda Rabbimiz buyuruyorki İsra 71 “Her insan grubunu liderleriyle çağıracağımız gün”
yani -lidersiz kimse yok sizde dahil bende dahil- tabi olduğunuza göre davranıyorsunuz. İnşaAllah Allahın ipine tabi oluruz.
Kişiselleştirme amacında değilim ama bilgileriniz kişiliğinizi oluşturur, kişiliğiniz yanlış bilgilendirme eğilimde ise benim kişiliğimde öyle ise düzeltme gayreti cihadı cehdi içersinde olalım diye yazıyorum. Cihada madem sinema yazı kamuoyu oluşturmak gibi bir çok konu giriyor diyorsunuz benim amacım bunlardan bir tanesi olan sizin çeviri yaptığınız bir yazının yanlış yazıldığını vurgulamaktır.
Rabbinizle barışık olmanızı dilerim.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
Sayın Hamas,
Kelime etimolojisini çözecek kadar Arapça öğrenene kadar Filistin konusunda fikir beyan edemeyeceğiz yani öyle mi? Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak gerektiği ise kastınız buna katılırım. Ama, şurada, bir fikir platformunda hacivat-karagöz oynamanın bir esprisi olmadığı açık. Ben, büyük fikirlerin adamı, teorisyen, uzman, stratejist filan olsam burada işim ne? Hiç yakışmıyor öyle kendi kelini görmeden başkasının kavuğuna laf atmak.
Kardavi’nin ne söylediğini bilmiyorum. Genellikle kimin söylediğine değil, ne söylendiğine, ne için söylendiğine, hangi makamda söylendiğine de bakarım. Kardavi’nin bir kitabını okumuştum, fikirlerine katılmamıştım. Konusunda otorite olabilir. Bu, fikirlerine bila kayd u şart katılacağımız anlamına gelmiyor.
Hanzala rumuzla yazınızı bilmiyorum. Editör değilim. Editör arkadaşlarım neden yayınlamadı bilmiyorum. Spam’e düşmüş olabilir, çok uzun olabilir, başka bir şey olabilir….
Benim liderim Resulullahtır.
Kafir bir adamın güzel bir sözü var:
Sesini yükseltme, argümanını yükselt.. diye.
Umarım Allah size doğruyu, yanlışı gösterir.
Yazan:mehmet bahadır Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
Sayın Hamas
Söz konusu soruların cevaplanmaması hiç de adil değil. Bu soruların cevabını sizden de bekliyoruz. Aksi takdirde samimiyet noktasında derin şüpheler bırakırsınız.
-Sizin gibi düşünmeyenleri, “herkes ateşi için odununu taşır” diyerek itham ediyorsunuz. Bu Kendi doğrularınızı dayatmadır. Böyle bir tebliğ ve irşad metodu var mıdır ?
Kırıcı olmak istemem ama bu uslupla ve bu dayatmacılıkla davanıza hizmet mi ettiğinizi sanıyorsunuz?
saygılarımla…
Yazan:A.haydar Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
Sayın (Hamas,İslamiCihad,Hizbullah);
Kardeşim İslami kavramları sulandırmak,içini boşaltıp hoşlarına giden bir din yaratmak arzusunda olan ve bunu sistematik olarak destekleyen bir yapı var.Burada tartışmaya girdiğin kardeşlerin de bir çoğu buna hüsnü zannımca farkında olmadan çanak tutmaktadırlar…Bu kardeşlerimizin, Müslümanların son bir asırdır içerisinde bulunduğu çöküntünün gerçek çözümünden haberdar olamamalarının, batılı terminolojiyle yazıp çizmelerine,batılıları daha ziyade referans almalarına,liberal demokrasi gibi cahili nizamları destekliyor olmalarına bu çaresizlik psikolojisinin önemli bir etkisi olduğunu düşünmekteyim..
Burada “Cihad” la ilgili bir kavram yanlışlığına işaret etmek istiyorum.
Cihad; Allah’ın kelimesi önündeki maddi engelleri kaldırmak için devlet eliyle yapılan mücadeledir..Tüm insanlığın, İslamın pratik hayatta tatbik edildiği bir ortam içerisinde, O’nu direkt olarak görebilmesi ve özgürce yolunu seçebilmesi için yapılan mücadeledir.Yani İslam devleti ile diğer halklar arasındaki setleri yıkıp insanlığın kurtuluşu olan İslam akidesine tabi olabilmelerinin önünün açılması ameliyesidir..İşte bunun için cihat,diğer devletlere sunulan iki seçeneği reddetmeleri halinde kaçınılmaz üçüncü seçenektir.Bu iki seçenek İslam akidesine davet ve bunun da reddi durumunda cizyeye razı olmaları…Aksi halde son seçenek gelir.. Cihad..
Bu gün ne İslam aleminin müstakil bir devleti vardır,ne de bu devletin ordularını sömürgeci zorbaların üzerine salacak bir liderleri…
Yani Filistindeki mücadele bir nefsi müdaafadır..Maalesef bu kardeşlerimizin bu nefsi müdaafası bile kimilerini rahatsız etmeye yetiyor…Bunun adı şiddet oluyor,terör oluyor…Batının diline ne denli benzediğini görebiliyormusunuz…
Yazan:Hamas,İslamiCihad,Hizbullah Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
DOĞRU TERİMLER İLE
BATI VE İSLAM ARASINDAKİ SAVAŞ
Uzun yıllardan beri batı dünyası, İslam dünyasını belli başlı sınıflandırmalar yaparak ve çeşitli terimler kullanarak etkilemeye çalışmaktadır. Maalesef batı, İslam
dünyasını kendi terimlerine inandırarak Müslümanların düşünce dünyasını etki altına almayı başarmıştır.
Batı dünyası bu kavramlar kargaşası yoluyla olayların anlamlarını değiştirme mücadelesinde çok az Müslüman’ın direnişi hariç ciddi bir zorluk ve tepkiyle karşılaşmamıştır. Bununla birlikte batının bize dayattığı bu yabancı kavramlara direnmek birçok
Müslüman’a göre mantıksız bir tepki olarak algılanmaktadır.
Yakın zamanda Tony Blair’in Britanya İslam Enstitülerine yüklü miktarda para desteğinde bulunarak kimlerin ılımlı Müslümanlar olduğunu göstermeye çalıştığına şahit olduk. Bu, batı dünyasının terörist olarak algıladığı kesimlere karşı ılımlı olarak tabir ettikleri
kesimleri desteklemeyi taktik olarak algıladıklarının göstergesidir.
Batı dünyasının anlamını değiştirmek için uğraştığı dört terim şunlardır.
1. Terrorist
2. Extremist (köktenci Müslüman)
3. Moderate (ılımlı Müslüman)
4. True Muslim (gerçek Müslüman)
Bizim amacımız batı/l’a ait bu terimleri İslami terminolojiyle karşılaştırarak Müslümanların hangi terimleri seçeceklerine karar vermelerini sağlamaktır.
Batı düşüncesini mi? Yoksa İslam’ın bakış açısını mı?
Ve son olarak İslami anlayışı benimseyen Müslüman kardeşlerimize seçtikleri yolun sıkıntılı bir yol olduğunu söylemek zorundayız. Hz İbrahim’in kıssasından, Ashab-ı Uhdud kıssasından ve Mekke’deki sahabe hayatından aldığımız dersler şunu ispatlamaktadır:
Eğer hakkın yanında saf tutmak isterseniz batıl ile savaşmaya hazırlanmalısınız. Çünkü batıl asla hak ile uzlaşamaz.
Bu kıssalar, inananların bu yoldaki sabrını, azmini bilemek için açıklanmıştır. Fakat ne acıdır ki günümüz dünyasında birçok Müslüman şu an Mekke döneminde olduğumuzu ve hakkın gelmesi için batıl ile şimdilik iyi geçinmemiz gerektiğini söylemekteler.
Fakat ne ironidir ki bu düşünce Mekke döneminde yaşananlarla taban tabana zıttır. Çünkü sahabe efendilerimiz, sayılarının azlığına ve ilk Müslümanlar olmalarına rağmen hakkı sonuna kadar savunmuş ve batıl ile mücadele etmişler, hiçbir zaman küfürle bir uzlaşı yoluna
gitmemişlerdir.
Gelelim kavramlarımıza. Batı düşüncesine göre tanımlar şöyledir:
1- Terörist; Bu üç kategoriye ayrılır:
a) “Masum” kişileri öldüren kişi (Lütfen tırnak işaretine dikkat edin)
b) Batıya karşı cihad etmiş ya da etmekte olan veya mücahid bir grupla beraber olan ve onları açıkça destekleyen kişi
c) Dünyanın herhangi bir coğrafyasında cihad etmeyi arzu eden kişiler.
Bu son şık 11 Eylülden sonra hiç kimsenin ve hiçbir milletin terörle mücadele kampanyasından kurtulamaması için eklenmiştir.
2- Köktenciler; bu da 3 ana kategoriye ayrılmıştır.
a) Teröristler yani İslami bir devlet düzeni arzulayan herkes.
b) Cihadi Selefiliği benimseyen herkes
c) Kâfirlere kin besleyen ve sadece inananları kardeş edinen herkes. Ayrıca Allahın hüküm ve
kanunlarına alternatifler üretmekle meşgul her hükümeti İslam dışı sayan bireyler
3- Ilımlı Müslümanlar:
a) İlayı kelimetullah uğruna cihadı benimsemeyenler, cihadı gündem dahi yapmayanlar.
b) İslam dışı toplumlara entegre olup bu toplumlarla barış içinde yaşayanlar. Bu kimseler bu İslam dışı toplumların İslam’a aykırı uygulamalarına nefret beslemezler.
Onlar kâfirlerle birlikte yaşamaya razı olan ve küfrün uygulamalarına karşı duyarsızlaşan kimselerdir.
c) İslam ülkelerinin kukla hükümetlerine destek veren aydınlar, kapıkulu uleması ve bu ulemaya destek veren kimseler.
d) Hemen hemen her şeye medeniyet adına bilinçsizce saygı duyan her dine saygı duyansapık dahi olsa bu kimseler Allahın dinine savaş açan seküler hükümetlere saygı duyup boyun eğerken, Allah yolunda cihad eden kimselere özel bir nefret duymayı ihmal etmezler.
4- Gerçek Müslümanlar; bunlar aslında ılımlı Müslümanlar kategorisine girerler ancak bu kimseler oldukça aktiftirler. Batılıların gözünde gerçek Müslümanlar … Hamza,
Yusuf, Keith Ellison, Cemal Bedewi gibi kimselerdir.
İslami bakış açısına göre bu terimleri şu şekilde açıklayabiliriz.
1- Teröristler; Allahın düşmanlarını korkutup terörize eden kimseler. Allah (cc) buyuruyor ki:
‘Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah’ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.’ (Enfal 60)
İslam dini buna sadece izin vermemiş bunu şiddetle tavsiye etmiştir. Kafası terörizmle savaş propagandalarıyla bulandırılmış bazı kimseler bunu başlangıçta reddedeceklerdir.
Ancak bizler temiz ve saf bir akılla konuya baktığımızda şu sonuca varacağız. Terörizm
kâfirlerin ve Allahın dinine düşman olan herkesin kalbine sürekli korku salınmasıdır. İslam’ın metot ve kaynaklarına bakıldığında bu tür terörizmin helal ve iyi olduğu görülecektir.
2- Aşırılar; bu dinde üç çeşit köktenci tanımı vardır.
a) Allahın sınırlarını açıkça aşan aşırılar. Mesela Allah ve Resulünün helal saydığı bir şeyi haram saymak gibi. Bunlar üçe ayrılır ve en kötüsü üçüncü gruptakilerdir.
– İsyankarlar
– Fasıklar
– Kafirler
Bu tanımlar aşağıdaki ayetlerle belirlenmiştir. ‘Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize zinet yapmıştır. Küfrü, fasıklığı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.’(Hucurat 7)
b) İbadetlerde Allah Resulünün yapmış olduklarından daha fazlasının yapılmasını iddia edenler. Mesela daha fazla namaz kılanlar, evlenmeyi reddedenler kısacası
İslam’ı ruhbanlaştırmaya çalışan aşırılar.
c)Resulullah’ın muhtelif hadislerde işaret ettiği hariciler. Bu kimseler Müslümanlara karşı sert, kâfir yöneticilere karşı ise son derece naziktirler. Bunlar kâfirleri dost edinen kimselerdir.
3- Ilımlı Müslümanlar;
Resullullah(sas)’ın hadisleriyle tanımladığı orta yolu takip eden Müslümanlar: Kâfir ve zalimlerin tanımladıkları ılımlı Müslümanların tam tersine bu kimseler sarsılmaz imana sahip, Allaha ve ahiret gününe inanan kâfirlere karşı sert ve izzetli olan zalim ve kâfirlere olan nefret ve kinlerini açıkça gösteren ve İbrahim (as)’ın bize öğrettiği gibi İslam’a boyun eğene dek kâfirlere düşmanlık besleyen ve inananlara karşı merhametli olan ve küffara karşı sürekli cihad eden kimseler.
4- Gerçek Müslüman;
Bunlar da ılımlı (vasat ) Müslümanlar kategorisinde olup arada bir fark yoktur. Sahabelerin arasındaki en iyi Müslümanlar da yine onların en vasat olanlarıydı. Bu kimseler Allahın cennet vaadi karşılığında canını Allahın dini uğruna feda etmeyi arzulayan şahsiyetlerdir. Bu insanların tanımları ve özellikleri burada aktarılamayacak kadar çoktur.Aşağıdaki hadis ve ayetler bu kimseleri tanımlamaktadır.
‘Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat’ta da, İncil’de de Kur’ân’da da Allah’ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah’dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun!
Ve işte o büyük kurtuluş budur.’ (Tevbe 111)
Ve Allah-u Teala buyuruyor ki: ‘Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda cihad eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.’ (Maide 54)
Yine Allah-u Teala buyuruyor ki:
‘Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları/çarpışanları sever.’ (Saff 4)
Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara 216)
Yine Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:
‘İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.” Yalnız İbrahim’in babasına:“Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez.” demesi hariç. Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır.’ (Mümtehine 4)
Allahın elçisi şöyle buyurmaktadır:‘Allah yolunda cihad için sefere çıkmayan ve buna niyetlenmeden ölen kimse münafıklık alameti üzere ölmüştür’ (Sahih Müslim)
Başka bir hadiste Sebra Bin El Fakah rivayet etmektedir. Allah Resulünü şöyle buyururken işittim. Şüphesiz ki şeytan âdemoğlunun İslam üzere olan yolunu keser ve ona yoksa
Müslüman olup atalarının mirasını ve dinlerini terk mi edeceksin? Fakat âdemoğlu ona isyan eder ve Müslüman olur ve bağışlanır. Bunun üzerine şeytan âdemoğlunun hicret yolunun üzerinde oturur ve yoksa hicret edip evini ve ülkeni terk mi edeceksin? Diye sorar
O şeytana karşı gelir ve hicret eder.
Bundan sonra şeytan onun cihad yolu üzerine oturur ve ona şöyle der. Canın ve malın için tehlike ve sıkıntı olmasına rağmen savaşa mı gideceksin? Sen gidip öldürür veya öldürülürsün ve sonra karını başkaları alır ve malında başka kimselerce
paylaştırılır. Âdemoğlu ona da isyan eder ve cihada gider. Allah Resulü sonra şöyle devam etti. Herkim böyle yaparsa onu cennete sokmak Allah üzerine bir borçtur.
Velev ki atı onu tepip öldürse bile o yine de cennete girecektir. (Müsned-i Ahmed 3/473, en Nesai 6/21-22 Beyhaki 2/95 )
Öyleyse kâfirler tarafından ılımlı olarak adlandırılanlar bu ayet ve hadislerle ne kadar uyumlu. Hangi bina ve hangi zırh onları bu ayetlerden koruyabilir.
Açıkça görüldüğü gibi bu terminolojilere batının bakış açısıyla İslam’ın bakış açısı taban tabana zıttır. Bu iki zıt dünya (küfür âlemi ile İslam âlemi) arasında bir köprü kurmaya çalışırsa bilsinler ki onların bu zaman harcamaları ve çabaları her zaman boşa çıkacaktır.
Kurmaya çalıştıkları bu köprünün sonu onları cehenneme ve zillete götürecektir. Bu kimseler Allah nezdinde sürekli ameli boşa çıkanlardan sayılacaklardır. Ve bu kimseler
her zaman kafası karışık ve şaşkın kimseler olacaklardır. Zira onların iç dünyaları sürekli ayetlerle çelişecek ve bu kimseler batıyı memnun etmek ve Allah’ın dinine uymak arasında kalmanın şaşkınlığını sürekli yüreklerinde hissedeceklerdir.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
Bir de, benim müslüman kategorizasyonumu değerlendirin bakalım:
1. Teröristler: Kendilerini Allah yerine koyan; kimin cennete, kimin cehenneme gideceğine, kimin kafir kimin mümin olduğuna kendileri karar veren; sadece kafirlere değil, müslüman fıtratı üzerine doğduğunu hepimizin bildiği çocukların; yaşlıların ve korumasız kadınların kalbine de dehşet veren, sürekli kandan, intikamdan bahsedip insanları dinden, imandan soğutan; müslümanlara çektirilen eziyetleri meşrulaştıran davranışlar içinde olan gözünü kan bürümüş- ne yazık ki- müslümanlardır.
2. Fanatikler: Kur’an’ı rehber ve Hz.Muhammed’i (S) önder bilen ve onların yol göstericiliğinden, sünnetten zerre kadar ayrılmayan sağlam müminlerdir. Hedefim bir gün böyle olmaktır inşallah.
3. Ilımlı müslümanlar: Elinden ve dilinden herkesin emin olduğu; islam’ı insanlara sevdiren, nefret ettirmeyen, kolaylaştıran, güçleştirmeyen; Allah’ın herkese güç yetirebileceği kadar sorumluluk yüklediğinin bilincinde; yumuşaklık ve sevgiyi; şiddet ve korkutmanın yerine tercih eden müslümanlardır.
4. Gerçek müslümanlar: Bütün müslümanlar gerçek müslümandır. Allah’tan başka kimse “müslümanım” diyene “değilsin” diyemez, “az müslümansın” diyemez, “gerçek müslüman benim” diyemez. Ancak kendini eleştirebilir, ideale ne kadar yakın olduğunu sorgulayabilir. Bundan ötesi haddine değildir, küstahlıktır, kibirdir.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Şub 5, 2009 | Reply
@Hamas,İslamiCihad,Hizbullah
Açıkça görüldüğü gibi bu terminolojilere batının bakış açısıyla İslam’ın bakış açısı taban tabana zıttır. Bu iki zıt dünya (küfür âlemi ile İslam âlemi) arasında bir köprü kurmaya çalışırsa bilsinler ki onların bu zaman harcamaları ve çabaları her zaman boşa çıkacaktır.
Kurmaya çalıştıkları bu köprünün sonu onları cehenneme ve zillete götürecektir. Bu kimseler Allah nezdinde sürekli ameli boşa çıkanlardan sayılacaklardır. Ve bu kimseler
her zaman kafası karışık ve şaşkın kimseler olacaklardır. Zira onların iç dünyaları sürekli ayetlerle çelişecek ve bu kimseler batıyı memnun etmek ve Allah’ın dinine uymak arasında kalmanın şaşkınlığını sürekli yüreklerinde hissedeceklerdir.
Batı kafanda öyle bir yerki tek bir adam var sanki muazzam bir bütünlük içerisinde oturuyor terminoloji üretiyor,her daim kuyumuzu kazıyor,
İsrailde savaş karşıtı gençler gözaltında mesela, dünyanın her yerinde filistinde yaşananlara tepki gösteren insanlar var.Yardım ediyorlar bağış yapıyorlar.Filistin halkına Hamastan daha hayırlılar.
düşüncesizce yapılan saldırıların bedeli sürekli filistin halkına ödetiliyor.
Nefsi müdaafa deyin ne derseniz deyin, üzerine roketler düşen insanları paranoyaya sürüklemek,bir yalana inandırmak her zaman daha kolay.
İşgalin ve zulmun meşru platformuda bunun altında yatıyor.Bu coğrafyaya yerleştikleri tarihten beri her kaba kuvvette her karşı saldırıda israil biraz daha büyüdü büyüdü….
Bu kendinden daha kuvvetli bir adama kick-box yapmak gibi her şekilde sopa yiyeceğiniz bir teknikle sürekli adama hücum ediyorsunuz, sizde bak adam ne kadar onurlu daha kuvvetli olsada yine dayağı yesede saldırıyor diye alkış tutuyorsunuz.
Ben dövüşmeyelim demiyorum, Aikido yapalım diyorum kendimizden daha kuvvetli bir adamı yerle bir etmenin sanatı ne ise bunu icra edelim enerjimizi buna harcayalım.
Şüphesizki bu ev yapımı roket saldırısı yada intihar bombacılığı eyemleri değil.
Savaş bize ne zaman farz kılındı,İslam bir dönem gizli büyüyordu, neden o zaman savaşılmadı.
Hatta İslam taraftarları dinlerini tüm Mekkeye açık bir biçimde ifade ettikten sonra bile onlarca eziyete katlanmışlar ,doğru zamana kadar asla kılıca sarılmamışlardır.
Pasif direniş örnekelri vardır.
Hz.Ebubekir, Mekke müşriklerinin her türlü aşağılamasına rağmen Kuran okumuş ve sabretmiştir.
Neden ALLAHIN sözleri bize savaşı doğru zamanda ,doğru şekilde müjdelemiştir.
Ve o dönem doğruyu yanlışı ayırt etmek için,ALLAHIN ayetleri peş peşe inmekteydi, ve Hz.Muhammedde hayattaydı, yani İslama göre doğru ve yanlış bir adım ötenizdeydi.
Bu gün alacağımız kararlarda doğruyu yanlışı ayırt etmek için Kuran ve Hadislerden başka bize yol gösterecek bir şey yoktur.
Hadislerinde,özellikle Kuranla çelişen tarafları tartışmalıdır.
Kuranda islamiyetin özü ile ilgili, yazılı ayetler dışında bu günkü durumu açıklayabileceğimiz, referans alabileceğimiz ayetlerde ister istemez bizim aklımız ve vicdanımızla yorumlanacaktır.
Daha vahimi sizin bu tavrınız, islamiyeti kimin nasıl yaşaması gerektiğine, kimin cehennemlik kimin cennetlik olacağına dair kafanızdaki şablon islamiyetide bölüp fitne tohumlarının atılmasına neden oluyor.
Siz kendinizden mesulsunuz,doğruyu yanlışı bildiğiniz şekilde anlatırsınız ama kim hayırlıdır kim cennetliktir yalnız ALLAH bilir. Sen kimsin ki kim cehennemlik kim değil bileceksin.
Yazan:Hamas,İslamiCihad,Hizbullah Tarih: Şub 5, 2009 | Reply
CİHAD
Konumuz olan cihad kavramı da erozyana uğrayan kavramlardan birisi, hatta en önemlisidir. Galip kültürün sözcüleri olan oryantalistler ve müşrikler, mağlup kültürün sözcülüğünü yapan islamcılara “cihad” dersi verdiler. Cihadın nihai ve en üst boyutu olan “kıtal”ı (yani harp, savaş) cihad kelimesinin kapsamından kopararak, cihadı yalnızca “harp etme işi” olarak takdim ettiler. Sonrada “İslam harp/savaş dinidir ve ülkeleride savaşla ele geçirmiştir. İnsanları savaşla zorla islam dinine sokmuştur.” Bu tazyik karşısında (zaten abandone olmuş) islamcı yazar ve alimler şöyle dediler; “Hayır islam savaş dini değil, aksine barış dinidir ve İslam savaşı yalnızca “savunma amaçlı” kullanmıştır. Ülkesi ve topraklarına yönelik saldırıları def etme amaçlı kullanmıştır” Sormak lazım bu zihniyete… Hz Muhammed (sav) 30’a yakın gazvenin ve 60 civarında seriyenin kaç tanesini savunma amaçlı yapmıştır. Hendek (diğer adı ile Azhap) savaşının dışında hiçbir savaş savunma açmaçlı yapılmamıştır. Uhud savaşı bile savunma amaçlı değildir. Bedir sonrası tarafların (bir daha savaşmak) için anlaştığı bir savaştır. Kaldıki Hz Peygamber müşriklerle harp etmiyordu, Peygamber müşriklerle cihad ediyordu.
SAVAŞ VE CİHAD ARASINDAKİ FARK:
Savaş ile Cihadın, hem NİYET, hem AMAÇ, hemde SONUÇ açısından bir birinden çok farkı vardır.
Savaşta niyet; Üstün olma, hakimiyeti genişletme vs vardır.
Cihad da niyet; Allah’ın rızasını ve ahiret kurtuluşunu elde etmektir.
Savaşta amaç; toprak elde etmek, mal ve animet toplamak ve cizye (haraç) ile kasayı ve keseyi doldurmaktır. (Kalpleri mal mülk iştahıyla kabarmakta altlarında zırhlı tanklar, ellerinde makinalı tüfekler, üstlerinde saf saf olmuş uçaklar , arkalarında donatılmış milyarlık ordular ile zavallı geri kalmış ülklerin sessiz kalmış hayatını zehirleyip gelirlerini kapışmaktalar Bütün bunlarla beraber pis iştahları biraz daha kabarmakta hayvani iştahlarını körüklemektedirler, Onlar hiçbir zaman Allah yolunda harp etmemişleridr. Ancak hayvani arzularının, adi isteklerinin, karışık düşüncelerinin uğrunda savaşmışlardır)
Cihadda amaç; Zor ve baskı altında olan insanları bu dayatmalardan kurtarıp İslam’ı (kurtuluşu, rahmet dinini) tanıma ve seçme özgürlüğü ile insanları baş başa bırakmaktır.,
Savaşta sonuç; Kadın, yaşlı ve çocuk öldürme dahil her yolu meşru görerek amaca ulaşmaktır.
Cihadda sonuç; Allah’ın rahmet dinini insanlar götürürken, önce tebliğ, sonra teslim olmalarını istemek ve ensonunda da fitnenin elebaşı, zorba güçlerle savaşmaktır.
Bu savaşta yani cihadda İslam, kadın, çocuk , yaşlı ve tüm masum insanları gözetir ve korur. Ganimet ise, cihadın doğal meyvesidir. Bu da her şeylerini ortaya koyan insanların nasiplenecei gibi, daha çok yine fakir ve kimsesiz insanlara geri dönmesi amacıyla, gaspçı, fitneci güçlerin ellerinden asıl sahiplerine döndürme işidir. Bu ve daha sayamadığımız nedenlerden dolayı “cihad”la (Allah için savaşla) cahiliyenn anladığı savaş arasında dağlar kadar , hatta dünya ve ahiret kadar fark vardır. Evet, aynen öyledir. Fark dünya ve ahiret kadardır.
ÇÜNKÜ “SAVAŞIN HEDEFİ DÜNYADIR. OYSA CİHADIN HEDEFİ AHİRETTİR.
Demekki Yanlış tanımlama ile başlayan hedefe varamaz. Onun için Allah; Allah yolunda savaşın “fisebilillah”ın adını Cihad koymuştur.
Sonuç olarak: İslamın cihadı ile küfrün savaşını karşılaştıracak olursak; İslam yaşatmak için öldürür. Küfür öldürmek için öldürür. İslamın ferdi; başkaları kurtulsun, başkaları nur’a kavuşsun diye kendini ölüme atar. Küfrün ferdi ise; başkaları karanlıkta boğulsun diye öldürür. İslamın ferdi; başkalarının dirilişi için kendini ölüme atar. Küfrün ferdi ise kendisinin yaşaması için başkalarını öldürür. İslamın savaşı ahiret eksenlidir. Küfrün savaşı ise dünya eksenlidir. İslamın savaşı Allah rızası eksenlidir. Küfrün savaşı ise heva ve arzu eksenlidir. İslam cihadı Allah’ın rızasına ulaştıran en önemli vesile sayarken, Küfür savaşı emperyalist sömürge aracı sayar.
Hülasa; İslamın cihadı ile küfrün savaşının arasındaki fark, islam ve küfür arasındaki fark kadardır.
/
Bu yazı kimseye cevap değildir. Çünkü “ben ne söylerim tef ne çalar “
Yazan:Taner Tarih: Tem 17, 2011 | Reply
Filistin meselelesi bir sekilde islamcilar tarafindan kullanilmakta. aynene başörtüsü sorunu gıbı. Fılıstın toprakları belkı statejı olarak önemlı olabılır ama şu bılınmelı bu saatten sonra bütün heryer bızım ıçın önemlı sayılır. emperyalizim tüm dünyayı kuşatmıştır. burada fılıstın üzerinde yoğunlaşılması demek bir şekilde islam ümmeti denilen zümrenin uyutulması anlamına gelmekte. ha hiçmi yardım edilmesin bu başka birşey. ama öncelikli olarak filistin halkı bilinçlenmesi gerekmekte. havaya kurşun sıkmayı bırakması gerekir. yıllardan beri taş fırlatan bir halk olarak dünya gündemine yansıyan yüzde yüz halklı olduğu durumda haksız olarak veya hiçbir şey yokmuş gibi bir durumun oluşmasında filistinlilerin doğru bir yöntem-tarz buna metodda diyebiliriz uygulamamışlardır. filistinliler savaşın içinde büyüyüp yaşamaktalar herşeyin savaşla hallelocağını zannetmelerini sağlamktadır. bu psikoloji ortaya sağlıklı bir oluşumun çıkmasına etki yapmaktadır. bugün el kayde hareketini savunanlarda aynı yanlışlığın tam ortasında syılmaktalardır. el kayde ve diğerleri zalimlerın yayılmasına veya saldırı yapmalarına sebep teşkil etmektelerdir. filistinliler ne kadar müslümanlar onu da kimse bilmemekte. kendi memleketini savunan bütün insanlara islam mı denilmesi gerekmekte. bu nu bu şekildemi kullanmak gerekir! veya sadece bizler islam diyenlere mi yardım etmeliyiz. filistindeki olanlar bana çok acı çektiriyor. ama çözüm bunlar değildir. Hindistanlı Gandi bile kendisine göre bir yöntem bulabilmişken islam diyen bu insanların cehaletleri içler acısı. birilerinin gazına gelmemek lazım ve gerçekte olması gereken bir çalışma yapılması için temeller atılıp kesin çözüm yolunun inşaası oluşturulması lazım. yukarıdaki makaleden düşüne bilecek insanlara alınması gereken önemli şeylerin olduğuna inanıyorum
dediğim gibi yapmamız gerekenleri veya gündemimizi kendimiz oluşturmalıyız
şu ana kadar görünen gündemi belirleyenler batı ve siyonizm olmuştur. bizler bu gündemin etrafında oyalanırken onlar işin kaymağını götürmekteler. yok biz biraz daha uyumamız gerekeiyor derseniz kendiniz bilirsiniz. herkes serbest biliyorsunuz. bizler bu doğru çalışmayı yapamazsak Allah bizim yerimize başka bir topluluğu getireceğini vadetmekte.
inat ettiğimizde bilinmeliki Allah’a en ufak bir zarar veremeyiz. Allah için yapanlar Allah’ın cihat kelimesinden gerçekte ne anlaşılması gerektiği ile alakalı bira Kuran ‘a baksınlar. (cihad mücadele etmek demektir) sadece savaş anlamı çıkmıyor
vesselam
umarım öğüt alan insanlara faydalı olur.
Yazan:Mansur Tarih: Ağu 2, 2011 | Reply
’80 li yıllarda Lübnan topraklarında işgal başlatan İsrail, neden oradan çekildi? Canı sıkıldığı için mi? 2006 da bütün dünyaya Hizbullah’ı yok etme sözü veren İsrail bütün dünyanın gözü önünde nasıl bu rezil duruma düştü? Vietnam’da vatanlarını işgalden korumak isteyenler Gandicilik oynasalardı Tıp dünyasına Vietnam sendromu gibi bir kavram kazandırılabilir miydi?
Gazze bugün Filistin’in tek özgür toprak parçası. evet, insanlar canlarından, mallarından oluyorlar, yeri geldiğinde aç kalıyorlar, ama bütün bu çektiklerinin karşılığında özgür bir hayat yaşıyorlar. Her sokak başında Filistinlileri durdurup hakaret etmek için bekleyen İşgalci İsrail askerleri yok Gazzede.
İslam dünyası başta olmak üzere dünya Filistin’i yalnız bıraktı. Filistinliler bu yalnızlığa rağmen bu kadar başarılı oldular. acaba dünya onlara gereken desteği verseydi ne olurdu?
Yazan:Ahmet Somut Tarih: Ağu 4, 2011 | Reply
Filistinlilerin kendi topraklarını İsraillilerden korumak için savaşmalarını anlarım. İntihar bombalarını, terör eylemlerini de desteklemesem de anlarım. Ama içinde masum çoluk çocuğun öldürüldüğü bir mücadeleyi “cihad” olarak nitelemeyi ben kabul etmiyorum. Peygamberin ömründe, dört halifenin ömründe var mı böyle bir örnek?
Direniş dersin, tamamdır. Zulüm gören kafayı yiyen insan, köşeye sıkışmış her canlı gibi tepki verir. Kime saldırdığını görmez. Ama bu islamın tanımladığı “cihad” değildir.