Müslümanın afyonu: Yahudi nefreti – Bölüm IV
By Mehmet Yılmaz on Şub 3, 2009 in Cihad, Filistin, Müslümanın Afyonları, Ortadoğu
Balıkesir bölgesinden çok daha küçük bir toprak parçasında Filistinlilerin silahlı direnişi devam ediyor. İsrail soykırımları iç politikaya malzeme ederken Hamas’tan, Hizbullah’tan “sabredin, zafer yakındır” açıklamaları geliyor.
Acaba bir vizyon ve strateji sorunu mu var karşımızda? İsrail Müslüman bir devlet olsaydı durum farklı mı olurdu?
Daha önce TSK’dan İlker Bey Kardeşim’e de söylemiştik, eleştiremediğimiz kişi ve kurumlar yozlaşır, yobazlaşır. Ama biz eleştiriyi saldırı zanneden bir ülkenin çocuklarıyız. Peki Filistinlilerin direnişinin güçlenmesini, o masum insanların zulümden kurtulmasını istemiyor muyuz? Bir iyileşme isterken neyin kötü gittiğini konuşmazsak nasıl ilerleme kaydedeceğiz?
Gelin görün ki Hamas, Hizbullah, El-Fetih eleştirilemiyor. “Akan kan daha soğumadan, bebekler henüz gömülmeden nasıl yaparsın?” diye soruyor bize dostlarımız. Biz bu sonsuz bekleyişi yararlı bulmuyoruz. Bu örgütleri sıradan bir Filistinliye eşitlemiyoruz çünkü. Aldıkları oy sebebiyle özellikle Hamas meşru bir temsil gücüne sahip. Ama Hamas’ı eleştirmek ile “bütün suç Araplarda, niye taş atıyorlar ki?” demek arasında da dağlar kadar fark var.
50 yıldır kanların soğumasını, bebeklerin gömülmesini bekleye bekleye erteledik eleştirmeyi ve bugünlere geldik. 50 yıldır ölü bebeklerini havaya kaldırmış çaresiz babaları seyrediyoruz, isteyen devam etsin, biz her zaman yaptığımız gibi doğru olduğuna inandığımız şeyi söyleyeceğiz. Çünkü Filistinlilerin ağıtlara değil çözüme ihtiyaçları var.
İsrail’in saldırganlığının iyice tırmandığı şu günlerde Hamas ya da Hizbullah’ın arkasında kayıtsız şartsız durmak değil tam tersine, çok acil olarak sormak gerek “nerede, hangi hatalar yapıldı?” ve tabi “bundan sonraki plan nedir?” diye.
Hata 1: Cihadı ve siyasi rantları bir arada yürütmeye çalışmak
Yazı dizisinin birinci bölümünde şöyle demiştik:
“Ordu-devlet İsrail’i yönetenler, tıpkı sözde rakipleri Hamas ve Hizbullah gibi siyasî rantlarını muhafaza etmek için korku ve nefretten örülü bir “sanal bir gerçeklik” inşa etmişler.“
Büyük tepki aldık. “Vayy sen nasıl siyasî rant ile bu mücahitlerin isimlerini aynı cümlede kullanırsın?” Peki siyasî rant kaygısı yok da Filistinliler neden bu kadar bölünmüş vaziyetteler? Müslümana kurşun atacak kadar gözü dönmüş bir adama mücahit denir mi? Neden lider adayları “davamız şahsî politik ihtiraslarımızdan önce gelir” diyerek bir kişinin arkasında birleşemiyor da birbirlerini siyonist kuklalar olmakla suçluyorlar? İsrail ablukasında iç savaş yaparak neyin zaferini kazanmayı umuyor bu insanlar?
Recep Tayyip Erdoğan yıllardır uğraşıyor Filistin için. Çok detaylı hazırlanmış bir Türk planı vardı elinde. Bir an geldi, Mısır’ın planı öne çıktı, taraf ülkelerce daha fazla beğenilir oldu. Erdoğan hemen geri çekti planını, “mühim olan barışşın sağlanması, çözümü kimin bulduğu önemli değil” dedi. Eğer “illâ Türk planı olacak” diye tuttursaydı Filistin’e hizmet etmiş sayılır mıydı? İşte bu “fedakârlığı” reddetmeyi kasdediyoruz “siyasî rant aramak” derken.
Hata 2: Cephelerin yanlış kurulmuş olması
Birinci İntifada sırasında İsrail ordusu köşeye sıkışmış, arkasındaki siyasî ve popüler destek asgarîye inmişti. Atılan taşların verdiği bir hasar mıydı zafer yoksa Filistinlilerin çok da farkında olmadıkları psikolojik bir cephe mi açılmıştı?
İsrail ordusu (? =Amerikan ordusu) dünyanın en güçlü ordularından biri. Silahları modern, üretim kapasitesi yüksek. ABD’den yüklü para ve silah bağışı alıyor. Filistin direnişi ise tanklara taş atan çocuklarla simgeleşen bir halk mücadelesi. Dış yardımlar yok denecek kadar az ve kesintili. Yani ciddî bir asimetri ile karşı karşıyayız. Aslında bu durum gerilla savaşlarının alışılagelmiş bir görüntüsü. Vietnam-ABD, Cezayir-Fransa örneklerinde olduğu gibi gerillanın kazanma ihtimali var. Ama Çeçenistan, Irak ve Afganistan’da olduğu gibi savaş uzayabilir. Kimse kazanmasa bile gerilla başarılı olamaz, bedelini de sivil halk öder. Ya da Kızılderilierin başına gelen yaşanır, soykırım cezasız kalır ve “yerli halk” ebediyyen esir durumuna düşer “rezerv” bölgelerinde.
Milliyetçi-militarist ideolojisi bir yandan, 1957’de Fransa tarafından verilen nükleer teknolojisi, sivil kontrolden tamamen çıkmış askerleri ve gizli istihbarat servisi diğer yandan, İsrail’in ordusu büyük bir tehlike. Sadece Ortadoğu için değil bütün dünya ve bu arada İsrail halkı için de en büyük tehlike yine kendi ordusu. Varlığını korku ve baskıyla meşru(!) kılmak için her fırsatta sivilleri öldürürken bütün insanlık adına nükleer bir çatışma riskini dahi göze alıyor çünkü.
Türkiye’de koyun koyuna yaşadığımız Ergenekon Terör Örgütünün çok daha güçlü bir versiyonu olan bu güce karşı zafer kazanılabilir mi? En “iyi” ihtimalle dirty bomb kullanılarak karşılıklı yok etme yoluyla “berabere” kalınabilir!
Filistin’deki bu asimetrik savaşta küçük ordunun (Filistinlilerin) nihaî bir meydan savaşı ile İsrail ordusunu mağlup etmesi imkânsız olduğuna göre hedef, düşmanın savaşma isteğini kırmak, arkasındaki sivil ve siyasî desteği yok etmek olmalı. Ancak bu şekilde İsrail ordusu “savaş(a)maz” hale getirilebilir. Yani bu orduyu İsrail halkının gözünde “suçlu” duruma düşürerek, bölge barışı ve İsrail halkı için bir tehdit olduğunu dünyaya ama en başta İsrail halkına kalıcı bir biçimde kabul ettirmek gerekiyor.
Bütün Yahudilerin yokedilmesi, İsrail’in haritadan silinmesi, İsrailli bebeklerin öldürülmesinin meşru olduğunun söylenmesi ise milliyetçi-militarist Yahudilerin yani Siyonistlerin ekmeğine yağ sürer.
İşte Filistin’e barış getirecek zemini oluşturmak için idrak edilmesi gereken birinci nokta budur: Filistinli direniş örgütleri cepheyi Müslüman – Yahudi şeklinde oluşturdular. Bu sert söylemler son yıllardaki Siyonist şiddete verilmiş nispeten yeni bir tepki midir? Sanmıyoruz. Yaser Arafat önderliğindeki FKÖ’nün uçak kaçırdığı, okul basıp çocukları öldördüğü eylemler (1970’li yıllar) belli bir vizyonun sürekliliğini gösteriyor. Arap milliyetçiliğinden komünist devrimciliğe ve şimdi de cihatçılığa uzanan değişik ideolojik renklere bürünen mücadelenin ortak paydası ne yazık ki Batı + İsrail cephesine karşı birlik çağrısı oldu.
Bugünlerde tamamen unuttuk ama Yaser Arafat “islamator” gömleğini giymeden önce komünist bloktan destek arıyordu. Bağımsızlığını kazanırsa potansiyel bir Küba haline gelebileceğinden korkulan bir Filistin’e karşı ABD’nin desteğini almak çok zor olmadı Siyonistler için. Eskiden Kapitalist Batı’ya karşı mücadele eden “komünist” Filistin bugün Yahudi-Hristiyan ligine karşı “cihad” yapıyor. Aslında cepheler aynı, bayraklar farklı. Ama doğu blokunun gücüne sahip değil Cihadist Farisî ağabey. Zaten Filistin’e barış gelse Tahran ne kazanacak? Gerginliğin sürmesi petrol fiatlarını yukarıda tutuyor ki bu ihracat geliri el halısı ve petrolden oluşan bir ülke için çok daha ilginç bir durum.
Bu cihadist ağabeyin yerine barışçı Gül-Erdoğan çizgisi gerçekten olumlu bir alternatif. Zira değerli dostum Nun’un dediği gibi “borudan bozma füzelerle” öldürdükleri bir kaç sivil, intihar ederek havaya uçurdukları bir kaç otobüs Filistin direnişine çok pahalıya mal oldu, olmaya da devam ediyor.
Elbette İsrail ordusunun vahşeti karşısında Filistinlilerin öldürdükleri sivillerin sayısı çok daha az ama burada yapmak istediğimiz bir “haklı-haksız” ayrımı değil. Cephelerin yanlış kurulmuş olduğunu anlatmak. Filistin direnişi gelecekte barış yanlısı olan Yahudi aydınları, dünya kamuoyunu ve genel olarak İsrail halkını potansiyel müttefik olarak görmeli.
Geçmişte ABD karşıtlığı çerçevesinde Komünist ülkelere yakınlaşan Filistin direnişi soğuk savaşın bitişiyle bu kez Cihad temasıyla Müslümanların desteğini alma çabasında. Her iki duruş da yukarıda açıkladığımız hatalı cepheleşme şemasına giriyor. Batıyı bir bütün olarak görmek, bu bütüne kayıtsız ve şartsız bütün Yahudileri dahil etmek hem yanlış hem de Huntington’un “medeniyetler çatışması” teorisinden farksız.
Bosna’da Sırpları bombalayan, Afganistan’da mücahitlere silah, para ve eğitm verek Müslümanların “yardımına koşan” ülkenin yine ABD olduğunu unutmamak gerek. Uluslararası şiddet millî ya da dinî aidiyetler üzerinden çözülmüyor. Her iki örnekte de nüfuz alanını genişletmeye çalışan bir Rusya karşısında piyon durumuna düşen Müslümanlar var. Cihadizm yanılgısını terk edip kazanç-kayıp tablolarına bakmayı ögrendiğimizde Filistinlilere gerçekten yardım edebilmemiz mümkün.
Bugün Türkiye’de hâlâ bir halk kahramanı olarak savunulan Yaser Arafat’ın militanlarının Lübnan’daki Bekaa kamplarında “Komünist” PKK ile işbirliği yaptığını hatırlayarak bu “yanlış cepheleşme” paragrafını bitirelim.
Hata 3: Silahlı mücadeleyi gerilla savaşının merkezine koymak
Gerilla ispanyolca “küçük savaş – savaşçık” demek. Napoleon ispanya’nın düzenli ordusunu yenmiş ama halk direnişi yüzünden geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu konuyla ilgili bilgi için “komünist”, “dinci” ve “milliyetçi” gerilla liderlerinden bir çok referans verdiğimiz “PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?” yazıya bakılabilir.
Gerilla savaşı özel bir savaş şekli. Kendine özgü kuralları, yöntemleri var. Napolyon döneminden Mao’ya, Fidel Castro’ya, Balkanları kaybeden Osmanlı’ya kadar bir çok değişim geçirmiş bu savaş şekli. Bugün Bask milliyetçisi ETA, Kuzey irlandalı (?Katolik) IRA hatta Kemalist modelde bir Kürt ulus-devleti peşinde olan PKK gibi daha bir çok örgüt düzenli ordular karşısında gerilla savaşı yapmaktalar.
Filistin’de olduğu gibi bir avuç direnişçiyle bir düzenli orduya kafa tutmak durumunda kalanların ilk yapması gereken gerilla savaşının kurallarını anlamak ve bu kuralları ülkenin kendine has koşullarına uyarlamak.
Filistin direnişinin özel koşulları var ve bu koşullar silahlı mücadelenin asgariye indirilmesini gerektiriyor. Filistin’de kesinlikle Vietnam ya da Cezayir tipi bir direniş uygulanamaz. Neden?
- Gerillanın kazandığı Cezayir ve Vietnam direnişinde savaş bölgesi çok genişti ve düzenli orduların anavatanından (sırasıyla Fransa ve ABD) uzaktı. Düzenli ordu için komuta ve lojistik zorluklar çok büyüktü. Cezayir 2,5 milyon km² ile Türkiye’nin neredeyse 4 katıydı. Vietnam 331 km² ile Türkiye’nin yarısı kadardı.
- Askerler ne için savaştıklarını ve öldürdüklerini sorar olmuşlardı. Cezayir’in çölü, Vietnam’ın ormanı gerillaya doğal bir kamuflaj imkânı sunuyordu.
- Sınırları tam olarak kapatamayan düzenli ordu yardım yollarını kesemiyordu.
- Arapça ve Vietnamca bilen asker çok azdı.
Oysa İsrail dediğimiz yer 26 bin m² ile ancak Ankara ve ilçeleri kadar bir alan. Filistin ise 6 bin m² yani Balıkesir’in yarısından daha küçük bir arazi.
Filistin’i bombalamak için havalanan israilli pilot belki 5 dakika sonra savaş bölgesine geliyor. “İşini” yaptıktan sonra fazla yakıt harcamadan üsse dönüyor ve akşam yemeğinde karısı, çocuklarıyla birlikte olabiliyor. Evinden uzak olmanın baskısını yaşamadığı gibi (genellikle) neden savaştığını da sorgulamıyor. Çünkü kendi kafasında “evini savunuyor”.
Bunun yanında Filistin toprakları vur-kaç taktiği uygulayacak şekilde ormanlarla veya dağlarla kaplı değil. Gündüz köylü, gece savaşçı yönteminin uygulanması imkânsız. Arapça ve İbranice birbirine çok benzeyen iki dil. Her iki halkın içinde iki dili birden bilen çok. İsrail polisi şantaj yoluyla hastahane vb ihtiyacı olan Arapları muhbir olarak kullanabiliyor. Bu sebeple geniş çaplı ve uzun süreli teşkilatlanma yapamıyor Filistinliler. Filistin + İsrail “stratejik” derinliği olmayan dar, küçük bir toprak parçası. Operasyon için üslere ihtiyaç yok. Sınırlar ise sürekli abluka altında. Komşu ülkelerden silah ve cephane sokmak ya da bir operasyondan sonra bölge dışına kaçmak imkânsız.
Dikkate değer bir başka nokta ise Filistinlilerin ekonomik izolasyonu. İsrail ekonomisinin Filistinlilere bağımlığı çok az. Meselâ Türkiye’de PKK’nın tasfiyesi bölgeyi ekonomik olarak olumsuz olarak etkileyebilir en azından kısa vadede. Korucu maaşı ile geçinen bir çok insan var sözgelimi. Silah ve insan kaçakçılığı vb işlerden geçinmeye alışmış aileleri “normal” hayata kazandırmak kolay olmayacak. Irak ve Suriye ile olan ticaret ise tersine PKK tehdidi altında.
Ama İsrail ekonomisi dünyaya entegre olmuş vaziyette. Filistin’i izole etmenin yükü diğer gerilla savaşlarına oranla çok daha az. Burada yapılcak muhtemel bir barış veya savaş ihtimalinin ekonomiye doğrudan etkisi yok.
İşte bütün bu sebeplerle Filistin direnişinde silahlı mücadelenin yerinin asgâriye indirilmesi gerektiğini, cihadın kitle iletişim, siyasî propaganda, diplomasi eksenlerine çekilmesi gerektiğini savunuyoruz.
Türkiye’nin PKK’ya karşı verdiği mücadelede de bir çok hata yaptığını, silahlı mücadelenin haddinden fazla önemsendiğini ve diğer yönlerin ihmal edildiğini anlatmıştık.
Yazı dizisinin bu bölümünü “PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?” adlı makalemizden alıntıladığımız aşağıdaki paragrafla bitiriyoruz. (Aslında buradaki vurgular Filistin için daha da arttırılmalı. Yani PKK, Cezayir, Malezya, Küba vb asimetrik savaşlar için söylediklerimiz Filistin konusunda çok daha fazla geçerli.)
“[…]asimetrik savaş (AS) asla askeri bir harekât olarak değerlendirilmemeli. Tersine silahlı çatışma boyutu toplam mücadelenin içinde az bir yer tutmalı.
Asimetrik Savaş (AS) ve kontrgerilla operasyonlarının teorisyenleri arasında mutlaka anılması gereken isimlerden biri 1952 -1954 yılları arasında Malaya’daki kontrgerilla operasyonlarındaki başarısıyla ün kazanan General Gerald Templer . Templer’a göre “Ateş etmek işin sadece %25’idir. “. Cezayir savaşındaki tecrübelerini kitaplaştıran ve fikirleri Amerikan ordusunun kontrgerilla el kitabında sık sık anılan Fransız subayı David Galula da “Mücadelenin %80’i siyasi, %20’si askeridir” diyor.
Leninist-Maoist şemada gerilla savaşı
Asimetrik Savaş (AS) teorisyenleri içinde bizim açımızdan en büyük önem taşıyanlar şüphesiz komünizm çizgisi içinde bu teorileri uygulamaya koymuş olanlar. Zira PKK Kürt milliyetçiliğini kullanmakla beraber komünist grupların örgütlenmesini ve yöntemlerini uygulamakta. Hatta PKK’ya bağlı siyasi örgütlerde de bu mirasın izlerini görmek mümkün.
V.I. Lenin , Mao Zedong, Ernesto Che Guevara. Asimetrik Savaş (AS) ve gerilla taktikleri üzerine yazmış liderler. Meselâ Mao’nun yazdığı “Gerilla savaşı üzerine” adlı kitapta şu görüşler dikkati çekiyor :
“Gerilla savaşını ulusal politikadan ayrı düşünmek için hiç bir sebep yok. Tersine yönetim ve gerilla savaşının idaresi tamamen Japonlara karşı verilen mücadele ile eşgüdüm içinde olmalı. Gerilla savaşını sadece askerî bir manevra gibi görenler onu yanlış anlayanlardır. Gerillanın politik etkilerini ve hedeflerini asla gözden kaçırmamak gerekir. Aksi takdirde halkın güvenini kaybederiz ve bu da bizi başarısızlığa götürür. (Bkz. Birinci Bölüm, “Gerilla savaşı nedir?”)
Lenin”e göre ise AS karşısında tarafların ayrı bir organizasyona gitmesi gerekiyor:
“Köhne propaganda ağlarımızın organizasyonu yeni ajitasyon eylemleriyle alt-üst oldu. Toplu gösteriler eski komitelerimizin çalışma şekillerini kökten değiştirdiler. Bir savaşta her askeri eylem savaşanların organizasyonunu bir yere kadar değiştirir. Bu artık savaşılmayacak anlamına gelmez. Savaşmanın yeniden öğrenilmesi gerekir.” (Bkz. “Gerilla savaşları” adlı makalesi)
7 Yorum
Yazan:A.Haydar Tarih: Şub 4, 2009 | Reply
“Filistin direnişinde silahlı mücadelenin yerinin asgâriye indirilmesi gerektiğini, cihadın kitle iletişim, siyasî propaganda, diplomasi eksenlerine çekilmesi gerektiğini savunuyoruz.”
diyorsunuz.
Şeyh Yasin'in şehit edildiği sıralarda F.Gülen Amerikadan yaptığı bir beyanda müslümanların şiddete baş vurmalarını kınayan açıklamalar yapıyordu...Kafirlerin yaptıkları katliamlara sessiz kalmayı ar bilmeden Müslümanların yapmış olduğu nefsi müdaafayı bile şiddet olarak nitelemesi gibi M.Yılmaz da savaşmayın sevişin tarzı bir yazı kaleme almış..
Evvela
Cihad; Allah'ın kelimesi önündeki maddi engelleri kaldırmak için devlet eliyle yapılan mücadeledir..Tüm insanlığın, İslamın pratik hayatta tatbik edildiği bir ortam içerisinde, O'nu direkt olarak görebilmesi ve özgürce yolunu seçebilmesi için yapılan mücadeledir.Yani İslam devleti ile diğer halklar arasındaki setleri yıkıp insanlığın kurtuluşu olan İslam akidesine tabi olabilmelerinin önünün açılması ameliyesidir..İşte bunun için cihat,diğer devletlere sunulan iki seçeneği reddetmeleri halinde kaçınılmaz üçüncü seçenektir.Bu iki seçenek İslam akidesine davet ve bunun da reddi durumunda cizyeye razı olmaları...Aksi halde son seçenek gelir.. Cihad..
Bu gün ne İslam aleminin müstakil bir devleti vardır,ne de bu devletin ordularını sömürgeci zorbaların üzerine salacak bir liderleri...
Filistindeki mücadele,bir nefsi müdaafadır..Ve kaçınılmazdır.Bu nefsi müdaafanın karalanması için bir takım ellerce fitneler çıkartılması,işbirlikçi kadroların kafirlerle uzlaşmayan ihlaslı müslümanlara silah sıkması ve onlarında çaresiz karşılık vermeleri de ayrıca bir nefsi müdaafadır..
Sayın MY;
Siz kalkmış,bu çaresiz halkın verdiği varolma mücadelesi hakkında oturduğunuz yerden; silahlı mücadelenin azaltılıp propaganda yapılarak mücadele edilebileceğini savunduğunuzu söylüyorsunuz..Çözümünüz bu mu yani..Dalga mı geçiyorsunuz sayın Yılmaz..Bu insanlar kiminle,nasıl başarabilirler bunu.Hapishane orası kardeşim.Ve o insanlar da mahkum.Gardiyanları da satılmış dünya devletleri.."Tecavüz kaçınılmaz sa zevk almalısın" cı bir anlayışa lanet olsun..Tecavüz kaçınılmaz olabilir ama buna verilebilecek cevap sonunda ölüm olan bir mücadele olmalıdır..Şerefli insanlar ve topluluklar nezdinde ölmek, zillet içinde yaşamaktan çok daha iyidir.
Yazımın başında izah ettiğim gibi bu bir cihad değil,nefsi müdaafadır. Ve bu uğurda ölenler inşaallah şehid sevabına nail olmaktadırlar..
Müslümanları bu zilletten kurtaracak tek şey yeniden Devletlerini kurmayı başarmalarına bağlıdır..İşte o zaman cihad başlayacak...!Tekrar söylüyorum;Bu övülesi bir nefsi müdaafadır...
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 5, 2009 | Reply
Mehmet bey selamlar,
Sanırım “barış”sözcüğünün teslimiyetle,korkaklıkla ve hatta ihenetle eşanlamlı sayıldığı talihsiz bir süreci yaşıyoruz.Benim bu kelimeye duyulan allerjiye kısmen bağışıklığım olduğundan mıdır bilmiyorum,tepkileri baştan kabullenerek dolaşımda tutmaya devam ediyorum.Bu bağışıklık nereden geliyor diyecek olursanız,ben yıllardır kendi halkımın nazarında her türlü suçlamayı göze alarak bıkmadan,usanmadan ve yılgınlığa düşmeden inatla dillendirdim bu sözcüğü.Çünkü hep inandım barışa,umudumu hiç yitirmedim…Bu kadim topraklarda bir gün yeniden kardeşlik iklimi yeşerecekse bu barış dışında bir yöntemle olmayacak.Yaşadığımız acılar,kaybettiğimiz evlatlarımız,onca gözyaşı ve düşmanlıklar ne acı ki yeterince öğretici olamadı…Bir türlü yaşadıklarımızdan ders çıkaramadık,çıkaramıyoruz.
Şimdi görüyorum ki,Filistin’li kardeşlerimizin yaralarını sarma,acılarına ortak olma adına yine aynı savaş ve şiddet dilinden medet umuyor,çözüm için tek yol olarak bu yolu benimsiyoruz.
Evet,Filistin direnecek ve direniyor.Hiçbir vicdanlı insan bu direnişin meşru olmadığını iddia edemez.Peki ya bire karşı on kayıp verileceği ve Filistin halkının hep kaybedeceği peşinen bilinen bir orantısız savaşta direnmek,bu halka daha büyük feleketler yaşatmak dışında hiç mi farklı bir mücadele yöntemi yok?Adına cihad diyelim,meşru müdafa diyelim,ne dersek diyelim mademki savaşmak dışında bir seçenek yok,o halde sormazlar mı acaba bu savaş Kassam’larla mı kazanılacak,yoksa İsrail’in her türlü teknolojiyle donanmış modern taklarına karşı taşla mı?…Bu orantısız güç dengelerine rağmen çoluk çocuk telef olsun ve tek bir Filistin’li fert kalmayıncaya kadar kendilerini tüketsinler,bu mu isteniyor?Hangi kutsal kitapta “kutsallar”uğruna bir halkın,kavmin yokolması yazılıyor merak ediyorum.
Fakat dedim ya,daha akılcı yol ve yöntemlerden sözetmek ateşten gömlek.Allah korusun hemencecik İsrail yanlısı falan oluverirsiniz.O halde bedelini Filistinli çocuk ve kadınların ve yaşlıların ödeyeceği bir hamaset diline devam edelim.Nasıl olsa kaybedeceğimiz bir şey yok olan onlara oluyor…devam edelim savaş,cihad vs.korosuna,hem kahraman mücahitler olalım hem dini bütün müslüman.Ha,Filistin kaybetmeye devam mı eder,ne önemi var canım biz mümin kullar görevimizi kusursuz(!)yerine getirmenin verdiği huşu ile tatmin olacağız ya gerisi önemli değil.
Yazan:MY Tarih: Şub 5, 2009 | Reply
“Günahtan nefret edin, günahkârdan degil, bunu bugüne dek yapamadigimiz içindir ki nefret böyle kolaylikla yayiliyor insanlar arasinda”.… Böyle diyor Gandhi. kendi kaleminden hayat hikayesini okuyorum da su aralar.
Bugün Cezayirli bir arkadasimla kahve içtik. Yazida örnek verdigim Cezayir kurtulus savasindan konustuk. 1,5 milyon sivil ölmüs Fransiz zulmü altinda. Silahli mücadeleyi tek yöntem olarak gören, “DAYAN FiLiSTiN” diye haykiranlar acaba Filistin’in toplam nüfusunu da biliyorlar mi?
Son filistinli can verdiginde bu kez “YENiLDiK AMA EZiLMEDiK” derler, sonra da FotoMaç okurlar rahat koltuklarinda!
Ama Filistin hakkinda artik iyimserim. Isyerimdeki bütün Araplar beni tebrik ettiler. “Gerçek bir baskaniniz var sizin, bizimkiler gibi koloni valisi degil” diyorlar.
Erdogan zannediyorum ki sizin gibi düsünüyor Aziz Bey. Bir yandan Arap dünyasindaki sayginligini arttirmak, Hamas vb örgütleri Iran’dan ve silahtan uzaklastirip siyasi mücadeleye çekmek ve barisçi Yahudilerin güçlenmesini saglamak.
Bence Türkiye’nin plani bu. Davos iste bu planin resmen ilan edildigi gün oldu. Öfkelendigini sananlar aldaniyorlar kanaatimce. Bu baglamda övenler de yerenler de yaniliyorlar.
Böyle hassas konularda danismanlarina sormadan, bin tane ince hesap yapmadan adim atmaz benim tanidigim Erdogan. Uzun soluklu bir plan yaptilar ve baris gelecek Filistin’e ins.
Yazan:MY Tarih: Şub 5, 2009 | Reply
A.Haydar Bey,
Bana Filistinlilerin hakli oldugunu söylüyorsunuz sanki yazida tersini savunmusuz gibi. Hakli olmak Bosnaklarin isine yaradi mi? Sehitlik edebiyati yapmayin. O ALLAH’in bilecegi is. Ölen öldü. çeçenler’in bir isine yaradi mi hakli olmak? Ya Dogu Türkistan’da çin zulumü çeken Müslümanlar? Onlardan kimse bahsetmiyor. Onlar da hakli.
Kafayi kullanmak FARZ’dir Müslüman için. Ölmek degil. Kur’an’da hak-hukuk diyen 250 civarinda ayete karsilik 750 ayet akildan bahseder.
“Kalem kiliçtan üstündür, alimin mürekkebi sehidin kanindan yegdir” diye konusan bir peygamber vardi Sayin A. Haydar. Size bir yerden tanidik geliyor mu?
Tabi siz ondan daha iyi biliyorsaniz o baska!
“Hapishane orası kardeşim.Ve o insanlar da mahkum.” A.HAYDAR
Ben de bunu söylüyorum. Silah ve cephane tedarik edebildiginiz, kaçip saklanabildiginiz yerde savas olur.
Bir hapishanede olsa olsa katliam olur.
Ben size sunu sorayim, içinizde en ufak bir umut olsa gidip savasirdiniz degil mi Filistin’de? Peki neden gitmiyorsunuz? Burada benim gibi gafillerle lak lak ediyorsunuz. Biliyorsunuz çünkü silahli mücadele ile bir yere varamayacaklarini. Esas siz oturdugunuz yerden “VUR! VUR!” diye tempo tutuyorsunuz. Mazlum kimligine bürünmüssünüz. “Kazanirsak zafer, kaybedersek sehit!”
Ama ölecegini bile bile savasa gitmek kahramanlik degildir, iNTiHARDIR ve YASAKTIR bizim dinimizde. Islam sandiginizdan çok daha fazla yüzünü hayata dönmüs bir dindir!
Hayber Gazvesi sırasında büyük fedakârlıklar gösteren Kuzman adındaki birisinin, sonunda cehenneme gideceği Hz. Peygamber tarafından haber verilmişti. Bunun üzerine Ashab-ı kiramdan Huzâî Eksüm, Kuzman’ı izlemiş ve O’nun, aldığı yaralara sabredemeyip, kılıcı üzerine yaslanarak intihar ettiğini görmüştür. Kuzman’ın ölüm şekli Allah Resulu’ne iletilince şöyle buyurmuştur: “Insanlar arasında öyle kimseler vardır ki, dış görünüşe göre, cennet ehline yaraşır hayırlı işler yaparlar; halbuki kendileri cehennemliktir. Öyle kimseler de vardır ki, cehennemliklere ait kötü işler yaparlar, halbuki kendileri cennetliktir” (Buhâri, Kader, 5, Rikâk, 33; Müslim, Iman, 179).
Ama silahli mücadele disinda yapilabilecek bir sürü sey var. Cihad=Silahli mücadele kalibiyla varilacak bir yer yok. Burasi bir çikmaz sokak.
Yazan:a.haydar Tarih: Şub 5, 2009 | Reply
Sayın My;
Yazımda kısaca izah etmeye çalışmıştım ama ya dikkatli okunmamış ya da anlaşılmamış.Cihad; İslam literatüründe İslami devlet-otorite- ile diğer halklar arasında bir engel teşkil eden devletlerle yapılan silahlı mücadeledir..Yani insanlar O’nun(İslamın) tatbikini yaşadıkları toplumda bizzat görsünler ve seçimlerini serbestçe yapabilsinler diye…İşte buna engel olan her şey kuvvet kullanılarak ortadan kaldırılır.İşte cihad budur…
Filistinde verilen silahlı mücadele ise;Sizin evinize zorla giren,sizin ve ehlinizin canına ve ırzına kast eden bir mütecaviz zorbaya karşı yapmanız gereken müdaafa gibidir…Evinizde namusunuz-şerefiniz kirletilirken siz barış yapmayı,şiddet kullanmamayı bir yol olarak görebilirmisiniz ?
Barış ancak denklik var ise,ya da kuvvetli iseniz yapılır.Aksi halde bunun adı barış değil teslimiyet olur.Bu konuda fazlasıyla iyimser olmaya çalışmak afedersiniz ama ahmaklık olur…
Devlet olmaksızın müslümanların kendi başlarına silahlı mücadeleye kalkışmaları doğru olmaz.Zira Rasul(A.S) Devletine ulaşıncaya kadar silahlı direnişle karşılık vermemiştir…Bu ayrı bir konu,Sad bin ebi Vakkas’ın Mekke’de kendisine saldıran müşrike bir deve kemiğiyle vurup kendini savunması ayrı bir konudur…Rasullullah bundan men etmedi.İşte Filistindeki savaş bu kabildendir.Orada yaşayan kardeşlerimizin bu direnişe katılmaları kaçınılmazdır.Irzını-şerefini kafirlerin eline bırakması olacak şey değildir.
Sy MY;
Sizden istirhamım; Bari gölge etmeyin….!
Sizi Aşağıdaki satırları dikkatle okumaya davet ediyorum…
ŞEHİD AHMED YASİN’İN ÜMMETE SERZENİŞİ
“Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikâyet ediyorum!”
Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!
“Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!
Ben ki saçları ağarmış, ömrümün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belâlarının estiği biriyim!
Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helâk olmuş ölüler!
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felâketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken?
Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!
Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; “Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü’min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor?
Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:
“BİZLER İLERİ ATILDIK VE KAZANDIK”
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
“Allah’ım! Sana şikâyette bulunuyorum… Sana şikâyette bulunuyorum… Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum.
Sen mustazafların Rabbisin… Sen bizim Rabbimizsin… Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına Sana şikâyette bulunuyorum.
Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı… Birliğimiz bozuldu… Yollarımız ayrıldı…
Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikâyet ediyoruz…”
Yazan:MY Tarih: Şub 13, 2009 | Reply
Sayin A.Haydar,
Geç gelen yanitim için kusura bakmayin, yorumunuzu görmemistim.
“Cihad; İslam literatüründe İslami devlet-otorite- ile diğer halklar arasında bir engel teşkil eden devletlerle yapılan silahlı mücadeledir..”
Kesinlikle hayir. Cehdetmek, zulme harsi direnmek silah da dahil olmak üzere her cephede, her yönde yapilir.
Peygamberimizin “büyük cihad ve Küçük cihad” ayrimlarini yaptigi hadisi ayrica dikkate degerdir.
Filistinlilerin birbirlerini öldürmelerinin Cihad olmadigini söylemek ise gölge etmek degildir kanaatimce.
Filistin davasi ve özellikle de silahli direnis ortadogu devletlerinin birbirlerine santaj vb yapmalari için bir alet haline getirildi.
Silahli bir mücadele disinda yapilabilecek çok sey var ve ALLAH’tan yapiliyor, gitgide bu yönde ilerleyecek Filistin mücadelesi.
“Ama silahli mücadele stratejinin merkezinde olmasin” derken barisçi olsun diye demiyorum ki. iyi kullandiginiz bir silah varken düsmanin üstün oldugu bir silahi kullanmak akillica olur mu?
Siz “gölge etmeyin” diyorsunuz ama 50 yildir yapilan yanlisliklar o kadar cana mal olmusken bu suskunlugun avukatligini nasil yapabilirsiniz?
Müslümanlarin borcudur konusmak. Cephelerin Müslüman-Yahudi diye kurulmasi ve Yahudi paranoyasinin beslenmesi savasi uzatiyor ve her geçen gün yeni insanlar ölüyor.
Psikopat ordu-devlet Israil’i durdurmanin yolu baris isteyen herkesin, Yahudi ve Müslüman birlesmesidir. Zor da görünse tek çare bu.
Saygilarimla
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Şub 13, 2009 | Reply
İster cihad ister nefsi müdaafa olsun ne derseniz deyin.Ortada anormal bir kuvvet dengesizliği var.Hamasın İsraile attığı 3-5 ev yapımı roket kaç filistinlinin canına mal oluyor.Uluslararası kamuoyunda Filistin insanlarını nasıl bir yere koyuyor bir düşünün.
Bir sonuç alınabilecekse elbette silahlı mücadele yapılsın.Ama böyle bir şey mümkün değil.İsrailin askeri teknolojisi ile bu şekilde baş etmek olası değil,istediğiniz kadar cesur olun ,inançlı olun şu olun bu olun.
1948-1949 yıllarında filistinle kıyaslanamayacak kuvvette 3 arap devletine karşı ve bölgede çok daha zayıfken savaşıp kazandılar hatırlarsınız ve her silahlı mücadelede daha fazla büyüyorlar neden sizce, hata nerede.
Ben mücadele verilmesin demiyorum , mücadelenin şekli şemali var.siz ,sizden çok daha kuvvetli ve çok daha teknik bir adama kickbox yapıyorsunuz.Halbuki Aikido gibi yapılmalı bu iş kendinizden kuvvetli bir rakibi alt etmenin stratejisi geliştirilmeli.Şüphesizki bu rakibiniz gibi davranmak değil.
Svaş müslümanlara ne zaman farz kılındı br düşünün.Hazır oldukları zaman…
Yıllarca islama tabi olanlar gizli bir şekilde
örgütlenmedilermi.Onca zulme silaha sarılmadan direnmediler mi.Hz.Ebubekir onca baskıya rağmen
Kuran okumuyormuydu Mekke sokaklarında.
Bunlar pasif direniş değilmidir.
Her zulum, her zulme karşı gösterilen sağduyulu davranış islama sürekli taraftar kazandırmıştır.
Savaşacak güce erişildiğinde ise savaş farz kılınmıştır.