PDF kitap indir
By Serhat Somuncu on Şub 16, 2009 in Alıntı Yazılar, Ermeniler, Ermenistan, Resmî Tarih, Türk faşizmi, Ulus-Devlet, Ulusalcılık
Bu sayfadaki kitaplar okurlarımıza armağanımızdır. Serbestçe paylaşabilirsiniz.
Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat tarihi, Mimarî, Ateizm, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Tarih, Felsefe… Bugün 100’e yakın kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin…
Hayatta kalmak için ülkemizin bağımsızlığını küresel şirketlere mi transfer ediyoruz? George Orwell’in 1984 penceresinden Corona Virüs salgını, küresel diktatörlük tehlikesi, kaybedilen hak ve hürriyetlerimiz… Fikir dünyamızı kontrol etmek isteyen diktatörlerin geçmişte kaldığını söyleyebilir miyiz? “Google bulamadıysa o şey yoktur” diyen bir slogan vardı; hatırlayacaksınız. Bugün Google’ın ilk 10 cevabı, Gerçek’in eş anlamlısı oldu neredeyse. (Bkz. Gerçek sonrası / Post-Truth / Post-vérité / عصر ما بعد الحقيقة)
Google, CNN, BBC, Twitter, FaceBook gibi birkaç firma adeta bir gerçek(!) tedarik karteline dönüştü. Ama 1984, bir kehanet romanı değil. Nedir? İnsan tabiatındaki güç tutkusu ile teknolojik bürokrasinin birleşmesinden doğacak siyasî sistemlerin başarılı bir tasavvuru. George Orwell inandığı değerler uğruna bedel ödemiş bir yazar. Dahası, yazdığı her şey hayatında yaşadığı bir tecrübenin izi: Uğradığı ihanetler, aldandığı sosyalizm ütopyası, kendine “solcu” diyenlerin faşistliği ile gelen düş kırıklıkları… Bunlar Orwell’in Hayvan Çiftliği’nde ve 1984’ünde karşımıza kâh bir domuz olarak çıkıyor; kâh “2+2=4” demeyi yasaklayan bir polis memuru… Buradan indirebilirsiniz.
2015 senesinde Google arama motorunun yapay zekâsı, zencilerle gorilleri karıştırdığında çoğumuz bunu basit bir programlama hatası olduğunu ve firmanın uzman programcıları tarafından halledileceğini düşündük. Oysa yapay zekâ tarafından teröristlerle karıştırıldığı için uçağa alınmayan, ülkesine dönemeyen, işe giremeyen yahut işten atılan insanların sayısı hızla artıyor. Big Data, yapay zekâ ve diğer bilgi teknolojileri şuursuz ellerde birer kitle imha silahına dönüşmekte. İşte Kitap Tanıtan Kitap 8’in kapak konusu da bu: Cathy O’Neil’in harika kitabı Weapons of Math Destruction.
Başka kimler var 80 sayfalık bu kitapta? John Steinbeck, Tolstoy, Dostoyevsky, Arthur Schopenhauer, Virginia Woolf, Ignacio Ramonet… 13 yazarın 13 eseri üzerine yazılmış uzun kitap sohbetlerinin yanısıra, felsefe ve edebi eserlere, fikriyata bakışınızı değiştirecek, size yeni ufuklar açacak üç makale. Kitap Tanıtan Kitap 8, yaz tatilinde hangi kitapları okuyacağınıza karar verirken işinize yarayacak bir yol haritası… Buradan indirebilirsiniz.
Sosyal medya mesajlarımızı derlediğimiz kitapların 8cisi yayında. Konu başlıkları şöyle:
- Şirket kuranlara tavsiyeler
- ABD biyolojik bir savaş için hazırlık mı yapıyor?
- Corona Virüs, ekonomik neticeler, FED ve Borsa
- Çin’in Yeni İpek Yolu, askeri bir proje mi?
- Stalin Raporu: Nikita Kruşçev CIA ve MOSSAD’ı nasıl kullandı?
- Corona Virüs ve Çin’deki salgın hastalık
- KGB’nin kayıp hazinesi…
- Hitler’in Türkiye’yi işgal planı ve Müslümanların Hitler’e bakışı
- ABD insanları nasıl köpekleştirir? Türkiye’yi korumak için ne yapmalı?
- Hafızamız nasıl siliniyor? Gerçeklerin yerine yalanları kim yazıyor?
- Evlenme ve boşanma üzerine…
- Yeni ipek yolu projesi
- Salgın Hastalık Tahvilleri: Milyonların ölümünden zengin olmak
Clausewitz “Savaş siyasetin alternatifi değil, başka araçlarla devamıdır” diyordu. İnsanlığın kapitalizm ile kimliksizleştiği 21ci yüzyılda futbol siyasetin farklı araçlarla devamı haline geldi. Demokratik, faşist yahut sosyalist hiçbir siyasî rejim, futbolu görmezden gelmiyor. Açık yahut gizli, her siyasî partinin, liderin ve rejimin bir “futbol politikası” var.
- Neden diğer spor dalları değil de futbol?
- Futbol yoluyla savaş ve iç savaş nasıl çıkartılır?
- Hükümet darbesi yapmak için futbol nasıl kullanılır?
Elinizdeki e-kitap, tarihten örnekler vererek bu sorulara cevap arıyor. Teorik değil tersine somut olaylara ve görsellere dayalı, sosyal medya formatında bir anlatım. Buradan indirebilirsiniz.
Bu kitap, Fikir Kırıntıları-7, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran derlemelerin yedincisi. Gayemiz, dayatılan sahte gündemlerden kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. Fikir Kırıntıları-7’nın sorguladığı 21 konu şöyle:
- 4 başkan öldüren muz cumhuriyeti ABD’nin sindirim sistemi nasıl çalışır?
- Sivil nükleer riskler
- Rus derin devleti nedir ve nasıl çalışır?
- F-35 savaş uçağına ve Amerika’ya ne kadar güvenebiliriz?
- Sinemada siyasî propaganda nasıl yapılır?
- Alman derin devleti neden Almanya’ya hizmet etmiyor?
- Kore savaşı hakkında çok bilinen yalanlar ve az bilinen gerçekler…
- İsveç bir ileri demokrasi midir yoksa işgal altında bir sömürge mi?
- Fransa’nın Suudi Arabistan’a sattığı biyolojik silah laboratuarının Yemen’deki salgın hastalıklarla ilgisi ne?
- Putinizm, küresel sermaye ve Rus savunma refleksi
- F-35 gerçekten hayalet mi? Görünmezlik nedir ve nasıl çalışır? “görünmez” denen uçak nasıl görüldü ve vuruldu?
- Doğal gazı savaş sebebi haline getiren sebepler nelerdir?
- 2ci dünya savaşında temelleri atılan küresel sistem: Hitler, dolar ve altın
- Amerika’nın virüsle sivillere saldırdığı gün…
- İngilizlerin Fransa yüzünden 9 gemi kaybettiği savaş
- Silah Ticareti: Ambargo nasıl delinir? Kimyasal ve biyolojik silah nasıl el altından satılır? Soykırım yapan diktatörlere gizli yardım nasıl gönderilir?
- Amerika’nın Fransızları laboratuvar faresi gibi öldürdüğü gün…
- İtalyan mafyası Avrupa Birliği fonlarına nasıl el koydu?
- Uluslararası silah ticareti nasıl çalışır?
- İnsanları kullanan bencil manipülatörler kimdir?
- ABD’de gerçekleşmiş bir darbe girişimi
Kitabı PDF formatında indirmek için buraya tıklayın.
Elinizdeki bu kitap, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran çalışmaların altıncısı. (Buradan indirebilirsiniz) Maksadımız, iş hayatındaki uzmanlaşmadan kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. Kısacası, bahsettiğimiz konuları derinleştirmek isteyenler makale ve kitap okuyarak kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Fikir Kırıntıları-6’nın sorguladığı meseleler şunlar:
- Savunma enerji sektöründeki stratejik şirketlerimiz güvende mi?
- Türkiye neden uçak motoru yapamıyor?
- Neden Kürtler hedefteydi? Yeni bir Halepçe olur mu?
- Uygurlar için ne yapılabilir?
- Banka nedir; nasıl çalışır; nasıl çalışmalıdır?
- S-400 füzesi, ABD darbelerini engellemek için kullanılabilir mi?
- ABD bir hukuk devleti midir?
- Gerçekler hakikaten var mıdır?
- 3cü dünya savaşı: Ne zaman başlar? Kaç yıl sürer? Nasıl biter?
- Vatikan’ın kaç parası var? Nerede saklı? Vatikan bu parayla ne yapıyor?
- Bireysel silahlanma Türkiye’ye uyar mı?
- Frankenstein ve Marx
- Nobel ekonomi ödülü mü yoksa soytarılık mı?
- Abdülhamid neden Osmanlı’nın çöküşünü engelleyemedi?
- Geleceğin savaşları neye benzeyecek?
- Savaşan robotlar askerlerin yerini alacak mı?
- Amerika nükleer silahlarına sahip çıkamıyor
- Veri politikası
- Ruhr Kızılordusu ve Alman işçi isyanı
Sosyal medyaya en çok yöneltilen eleştirilerin başında yalan haberlerin yayılması ve kısa mesajlar yüzünden fikirlerin sloganlaşması geliyor. Haklı mı bu eleştiriler? Gerçekte “ana akım” denen gazete ve televizyon kanalları, sosyal medya fenomenlerinden daha dürüst değiller. Çünkü patronların veya arkalarındaki ulus-devletlerin propagandasını yapıyorlar. Bunların yalan haberden yakınmaları bile yalan. Gerçekte, yalan tekelini kaybetmiş olmanın üzüntüsü içindeler.
Gelelim ikinci eleştiriye. Siyasî, ekonomik ve hukukî sorunlar 5-10 kelimeye, birkaç görsele sıkışıp kalıyor. Bu doğru. Ancak sosyal medyanın “hafifliği” ve sür’ati sayesinde resmî tarih ve resmî ideoloji kolaylıkla tartışmaya açılabiliyor. Burada elbette sloganların ve uydurma komplo teorilerinin girdabına kapılma riski var. Evet… Elinizdeki bu kitap, Fikir Kırıntıları-5, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran çalışmaların beşincisi. Az önce bahsettiğimiz tehlikelerden yani yalan haber, sloganlaşma ve paranoyak teorilerden korunmak için çok sayıda kitap ve makale tavsiye ettik. Eğer sosyal medya mesajları gerçeğin kendisi gibi değil bir sorgulama fırsatı gibi kullanılırsa kemikleşmiş korkular ve önyargılar bir çırpıda yokedilebilir. Bizim de amacımız bu zaten. Kısacası, bahsettiğimiz konuları derinleştirmek isteyenler makale ve kitap okuyarak kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Fikir Kırıntıları-5’in sorguladığı meseleler şunlar (Buradan indirebilirsiniz):
- Algı operasyonu nedir?
- Çocuklara tecavüz önlenebilir mi?
- Türkiye’nin algı operasyonlarında gol yemesinin sebebi parasızlık değil vizyonsuz ve çapsız bürokratlardır.
- Casus kurtarma operasyonu nasıl yapılır?
- İnterpol bir suç örgütüne mi dönüşüyor?
- Ateşin haberini almak ile yanına oturup ısınmak arasındaki fark nedir?
- Kur’an’ı herkes kendi aklıyla anlayabilir mi?
- Devletler neden terör örgütlerinin para hareketlerini takip edemiyor?
- Rabıta nedir?
- Endüstri 4.0 ile Bilgi Teknolojileri Endüstriyi Tahakküm Altına Alabilir
- İslâmî devlet olur mu?
- Yurt dışında okumaya veya çalışmaya gerçekten hazır mısınız?
- Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti üzerine dobra dobra
- Yapay Zekâ: Tehditler ve Fırsatlar
- Ölümsüzlük üzerine…
- Tarihî propaganda ve ideolojik çarpıtmalardan nasıl korunalım?
- Çevik yazılımda 9 tuzak ve 9 çözüm
- Artık doktorun gözünde hasta değil müşterisin!
- Benzinli arabadan elektrikliye geçerken… Fırsatlar ve tehditler…
“3 tarafı deniz, 4 tarafı düşmana çevrili cennet vatan” paranoyası neden üretildi? Çağdaş ve laik Türkiye’nin evlâdı, Kavala yahut Halep’te yatan dedesinin mezarına bile pasaportla gidecekti. Eskiden vali gönderilen yerlere şimdi büyük elçi atanıyordu. Churchill’in dediği gibi “iki petrol kuyusunun etrafına sınır çizen” İngiliz, bir gecede ülkeler icad edilmişti. Ama Kemalist millî(!) eğitimin iğdiş ettiği beyinler bunu sorgulamaktan aciz. Körfez ülkeleri, Basra yolunun, İsrail, Doğu Akdeniz’in petrol tıpası olacaktı. Türkiye hem Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyecek hem de Bakü petrolünün Avrupa’ya ulaşıp fiyat kırmasına mani olacaktı. Diğer yandan Lazkiye ve Hayfa’dan dünya piyasalarına erişen Musul ve Kerkük petrolü bir gün pekâlâ Türkiye’den geçip İskenderun’a akabilirdi ve bu da Londra için büyük bir risk unsuruydu.
Kısacası, Britanya için gerçek tehdit güçlü bir ordu veya zengin devletler değil Türklerin uyanıp kim olduklarını hatırlamalarıydı. Şu halde dünya petrollerinin %60’ına çökmüş, Afika ve Asya’yı sömüren İngilizler için yapılacak tek bir şey vardı: Kullanışlı aptallar yetiştirecek bir eğitim sistemi kurmak ve bunu Türklere “millî eğitim” diye yutturmak.
Eğitimle ilgili sorunlarımız nasıl düzelir? Yahut birgün düzelir mi? Elinizdeki bu kitapta Ufuk Coşkun Kemalist eğitimin sorunlarına işaret etmekle kalmıyor, bir yandan çözümler önerirken bir yandan da millî eğitimin ideolojik, tarihi ve kültürel arka planını gözler önüne seriyor. Milat Gazetesi yazarı, bolgepostasi.com Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Coşkun’u televizyondaki tartışma programlarından ve eğitim konulu çalışmalarından tanıyorsunuz. Bizzat eğitim dünyasının sorunlarını içeriden yaşayan Coşkun aynı zamanda “Kürdüm Doğruyum Çalışkanım” ve “Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü” kitaplarının da yazarı. Ufuk Coşkun’un “Kemalist Eğitimin Zararları” adlı kitabını buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: 4cü sürüm, 12 Ocak 2019)
Petrolün fiyatının 50$ üzerinde kalması için yılda ortalama 75.000 insanın ölmesi gerekiyor. Süveyş kanalının Mısır tarafından kamulaştırılması, petrol krizleri, 6 sün savaşı, İran-Irak savaşı, Irak’ın işgali ve Suriye… İnsan kanıyla para basan bu makine 50 senedir asker, sivil, kadın çocuk demeden insan öğütmeye devam ediyor. Nasıl? 1ci Dünya Savaşı tarihteki ilk küresel karbon savaşı oldu. Kömürle beslenen fabrikalar kömür ve petrolle işleyen makineler ürettiler ve insanın öldürme kapasitesini binlerle çarptılar. Ama makineler savaşta insanın yerini almadı. Bunun yerine daha çok insanı daha hızlı şekilde cepheye göndermek için kullanıldı. Cepheler genişledi ve muharebeler uzadı. Alman-Fransız sınırındaki zengin kömür yataklarından İslâmistan’daki petrol kuyularına uzanan savaşta insanlar karbon için öldüler, öldürdüler. Petrolcüler, kömürcüleri yendi. Endüstrileşen savaş sadece savaş makinelerinin değil üretim, sevk ve idare kapasitelerinin de savaşıydı. Elinizdeki 55 sayfalık bu e-kitap şu sorunun cevabıdır: İnsan kanıyla para basan bu makine nasıl çalışıyor? Buradan indirebilirsiniz.
Savaş Meydanda Değil Masada Kazanılır
Dünya ticaretinin %80’i denizden yapılıyor. Ülkelerin hayatta kalması yani gıda ve enerji tedariki için deniz yollarına erişmeleri şart. Panama, Süveyş, Malaka ve Cebelitarık gibi bütün stratejik noktalar ABD, Britanya ve Fransa’nın kontrolünde. Bu üç devlet istedikleri ülkenin ekonomisini petrolsüz ve dövizsiz bırakıp boğabilecek bir güce sahip.(Bkz. Petro-dolar sistemi)
Komplo teorisi mi? Değil, her şey ortada: Akademisyenler, amiraller, bakanlar ve diplomatlar, doktrinlerini açık açık yazmışlar ve yazdıklarını harfiyen tatbik etmişler: Alfred Mahan, Halford Mackinder, Nicholas Spykman, Zbigniew Brzezinski, Edward Luttwak, Samuel Huntington, Joseph Nye, David Peraeus, Henry Kissinger… Jeopolitiğin bu ünlü isimleri, İngilizlerin ve Amerikalıların dünyaya sürekli hükmetmesi için neler yapılması gerektiğini her ortamda açıkça ifade etmişler. Tabi bu tahakküme bir takım kılıflar uydurulmuş: Önce Hristiyanlık, sonra üstün(!) beyaz ırk ve nihayet serbest ticaretle demokrasi adına verilen bir mücadele gibi gösterilmiş. Yani sınır tanımayan Anglo-Saxon şiddetine, ideolojik meşruiyet zeminleri ihdas edilmiş. Ama değişen ideolojilere ve teknolojinin ilerlemesine rağmen 150 yıldır değişmeyen jeopolitik sabitler var. 21 harita ve 11 makaleden oluşan bu kitap, Anglo-Saxon hakimiyetini mümkün kılan şartları ve Avrasya’nın kurtuluş yollarını sorguluyor. Coğrafî engellerden ekomik savaş araçlarına ve psikolojik harbe kadar… Kitabı buradan indirebilirsiniz.
İslâm coğrafyasında sürüp giden petrol savaşları deniz yollarından ayrı düşünülebilir mi? Sudan petrolünü Çin’e taşıyan yol Yemen ve Malaka boğazından geçiyor. İran ve Arap petrolünü Avrupa’ya taşıyan yol ise Mısır’daki Süveyş kanalından. Akdenizi’in Atlantik kapısı olan Cebelitarık ve Pasifik’i Altantik’e bağlayan Panama da aynı “uygarların” kontrolünde. Bütün deniz yollarını kontrol eden bu ülkeler hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahipler hem de dünyadaki silahların %90’ını üretip satıyorlar. Ve aynı ülkeler sürekli dünya barışı ve özgürlük için çalıştıklarını söylüyorlar! Kendisini dünyanın mâliki gibi gören bu “uygarlığın” önüne çıkan liderler öldürülüyor, ülkeler işgal ediliyor, hükümetler darbe ile, halklar ise terörle “terbiye” ediliyor. Evet… Bu konulara odaklanan Fikir Kırıntıları serisinin 4cü kitabını ilginize sunuyoruz. Konu başlıkları şöyle:
- Bazı çocuklar çikolatadan nefret eder!
- Lityum savaşları başladı!
- Savaşsızlık, barış değildir!
- Bilimsellik aklın emaresidir; bilimcilik ise akılsızlığın!
- Denizlere hâkim olanlar nasıl dünyaya hâkim oldular?
- Modern savaşlarda neden insan değersizleşiyor?
- Teröre karşı sıradan vatandaşların yapabilecekleri 3 şey
“Fikir Kırıntıları-4” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.
Savaş bir şiddet hareketidir ve bu bilkuvve (potansiyel) şiddetin sınırı yoktur. İnsanlık olarak sürekli savaşmıyorsak bunun sebebi yüksek ahlâkımız(!) değil menfaatlerimizdir. Ancak savaşı sonuçlarından tecrid ederek, sağlıklı bir şekide düşünmek kolay değil. Çünkü yol açtığı ölümler ve maddî zarar o kadar büyük ki her ne pahasına olursa olsun kaçınmak gereken bir anormallik veya uluslararası ilişkilerde bir aksama gibi görünüyor. Oysa her savaşsızlık hâli barış değil; geçici bir ateşkesten ibaret. (Bkz. Barış / Sulh / Peace / Paix / صلح / سلام ) Meselâ iki dünya savaşı arasındaki 1918-1939 dönemine kim “barış” diyebilir? Üstelik her ne pahasına olursa olsun savaştan kaçan bir lider, düşmanlarının ölçüsüz şantajına çanak tutmuş olmaz mı? Adolf Hitler’e akıl almaz ödünler veren Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain gibi savaştan kaçmak için “her pahayı” ödemek, üstelik sonunda yine de savaşmak zorunda kalmak iyi bir strateji mi? Ölmenin değil yaşamanın tesadüf olduğu savaşta asker, sağdaki yahut soldaki sipere koşarken serbesttir. Belki de en güvenli siperi, bir robot veya bir hayvan, insandan daha iyi seçebilir. Ama insan, vatanı için ileri atılmakla nefsi için geri kaçmak husunda özgürdür. İşte savaşın neticesi üzerinde çok ağır basabilen insanlık faktörü tam buradadır. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür…) Savaş, bütün sosyal bilimcileri zorlamış bir saha. Elinizdeki bu kitap, savaşın mekanik ve insanî veçhelerini en dengeli şekilde işleyen müelliflerden biri olan Prusyalı General Carl von Clausewitz’in fikirlerinden istifade ederek yazılmış bir deneme. Teknolojik ilerlemenin eskitemediği ilkeleri bugünün savaş şartlarında değerlendirdik: Strateji, taktik, cesaret, savaşta aklın önemi ve sınırları… Buradan indirebilirsiniz.
Artık gazeteler okurlarıyla, TV kanalları seyircileriyle rekabet halinde. Kimilerine göre Donald Trump bile seçimi sosyal medya sayesinde kazandı. Rakibi Hilary Clinton, Başkan Obama, hatta CNN, FOX gibi kanallar sürekli sosyal medyadan yayılan “yalan haberlerden” (fake news) yakınıyorlar. Belki de yalan haberden değil yalan tekelini kaybetmekten rahatsız oldular? Gerçek ne olursa olsun teknoloji eskiden bir oligarşiye ait olan medya gücünü -bir parça da olsa- sıradan insanların eline verdi. Sosyal medya elbette ırkçılık, iftira ve hakaretin yayılması için uygun bir zemin ama “haber” ve “bilgi” ve bunlara ait yorumları herkesin erişebileceği bir noktaya getirmesi açısından ilginç. Fikir Kırıntıları-3 Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran bir çalışma. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 ve Fikir Kırıntıları-2’nin gördüğü ilgi bize yine cesaret ve güç verdi. Tabi her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için makale ve kitap da tavsiye ettik. “Fikir Kırıntıları-3” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.
Rönesans sanatın yeniden doğuşu değil ölümü oldu… ve daha bir çok şeyin! Rönesans’ın fikir dünyamızda açtığı yaralar bugün dahi kapanmış değil. Maddenin mânâyı tahakküm aldığı, adına “Aydınlanma” dediğimiz karanlık çağların miladı hiç şüphesiz bu dönem. Güzel ahlâk ile güzel sanatın irtibatının kopuşudur Rönesans. Bu kopuş yüzündendir ki insanlık sadece sanatta değil siyaset, bilim, felsefe, iktisatta lâdini dünya görüşünü Hakikat’in yerine koydu. Sonradan bütün dünyaya dayatılacak olan Avrupa sanatı Rönesans’tan itibaren bilimselleşti. Anatomi, optik, matematik kuralları ve özellikle de merkezî perspektif sanatta insanî ifade imkânını sınırladı. Sömürgeciliği, dünya savaşlarını ve insanları homo-economicus zanneden ideolojileri doğuran işte bu zihniyet oldu. İnsanlık asırlardır hapsolduğu Rönesansçı perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır. Rönesans’ın Kara Kitabı bu kurtuluşa katkıda bulunmak amacıyla yazıldı. Başta Pavel Florenski ve Erwin Panofsky olmak üzere George Orwell, Juhani Pallasmaa, Michel Foucault, Ahmed Yüksel Özemre, Zygmunt Bauman, Stanley Kubrick, Cemil Meriç, Henri Lefebvre, Lucien Lévy-Bruhl, Rasim Özdenören, Mircea Eliade, René Guénon gibi sanatçı ve düşünürlerin eserlerinden ve iki değerli araştırmacımızın, Ozan Avcı ile Gönül Eda Özgül’ün makalelerinden istifade edildi. Buradan indirebilirsiniz.
Nedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير) Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.
Bir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle: Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.
140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:
- Kitap Tanıtan Kitap 1
- Kitap Tanıtan Kitap 2
- Kitap Tanıtan Kitap 3
- Kitap Tanıtan Kitap 4
- Kitap Tanıtan Kitap 5
- Kitap Tanıtan Kitap 6
Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
- 10cu sürümdeki yeni kelimeler: Nobel Ekonomi Ödülü, Sıfır tolerans, Işık, Feminizm, Moda, Tüketim, “Şimdi” mefhumu.
- 9cu sürümdeki yeni kelimeler: Tarihin Sonu, Beyin Göçü, Kölelik, İnsanlık, Maske, Vermek.
- 8ci sürüme eklenen yeni terimler: Fetih, Estetizasyon, Rönesans, Amerika’nın keşfi, Çelişki, Mecazî aşk, Big Data, Nobel Barış Ödülü, Allah korkusu, İnsan Kaynakları, Gaflet, Batı, Objektif Bilgi.
- 7ci sürüme eklenen yeni terimler: Uluslararası adalet, Az gelişmiş ülke, Hoşgörü, Kabz, Büyüme, Gerçek sonrası, Realpolitik, Kaos.
- 6cı sürüme eklenen yeni terimler: Demokrasi, Muhafazakârlık, Kuvvetler ayrılığı, İnovasyon, İlerleme, Erken – Geç.
- 5ci sürüme eklenen yeni terimler: Hissiyat – Maneviyat, Tanrı Parçacığı, Bâkî, Kelime, Cehalet, Mürşid, Evvel, Büyük Patlama.
- 4cü sürüme eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.
- 3cü sürüme eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.
İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler. Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik? “Aydınlanma” ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir. İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Amerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.
Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.
Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”. İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:
- Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
- Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.
Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.
Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.
Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:
- Kitap Tanıtan Kitap 1
- Kitap Tanıtan Kitap 2
- Kitap Tanıtan Kitap 3
- Kitap Tanıtan Kitap 4
- Kitap Tanıtan Kitap 5
Sen insansın, homo-economicus değilsin!
Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz Adam, James Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor. Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…
Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.
Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.
Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.
Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.
Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi
T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?
Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…
Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor. Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi, buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Fethullah Gülen’i iyi bilirdik
(Son güncelleme: 5inci sürüm, 11 Ağustos 2016)
Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde “pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. Sonra bir gün… Mavi Marmara! Doğu Akdeniz’de, uluslararası sularda oyuncak ve gıda taşıyan bir gemi saldırıya uğradı. Masum ve silahsız insanlar öldü. Psikopat bir devletti bunu yapan. İsraillileri hapsettiği korku duvarları Filistin’i hapseden beton duvarlardan daha yüksekti. Ama Fethullah Gülen İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Bu terörist devletten “otorite” diye bahsediyordu. Gülen’e göre İsrail Doğu Akdeniz’in efendisiydi, uluslararası sularda bile masum sivilleri öldürme hakkına sahipti. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyordu. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyordu. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişiminde yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.
Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir? Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.
Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor. Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.
80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı. Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
- Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
- Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
- Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
- Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri çekmeye mi çalışıyor?
- Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Kendi ülkesini işgal eden ordu
Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.
Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.
Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.
Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar.
Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.
Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.
Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik
Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek. Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.
Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!
“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”
Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.
İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
- Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reform konulu konferans,
- Yine Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”. Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)
Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi? Buradan indirebilirsiniz.
Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?
İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.
Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 8 mayıs 2013)
Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.
Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:
“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”
Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.
Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro
Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?
“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)
Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar
İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.
İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.
Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)
Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008’de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99’un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.
Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)
Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.
Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.
Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.
İnsan’sız Sinema Olur mu? Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır. Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.
“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”
Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak
Zaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik. Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?
Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL? soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz.
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.
Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970’lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır 🙂
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
Maymunist imanla nereye kadar? (Tartışma)
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin epistemolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
(Son güncelleme: İkinci sürüm, 6 Nisan 2014)
İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.
Ermeni kimliği var oldukça 1923 model Türk kimliği bozuk bir makine gibi gıcırdamaya devam edecek. […] Neden bize bu kadar benziyorlar? Pastırması, sucuğu, yaprak dolması, müziğiyle, gelenekleri, ailelerine bağlı oluşlarıyla bir de Türk’ten daha fazla Türk mü onlar? Yoksa bu mu bizi sinir eden? […] Artık Anadolu insanının %100 safkan Türk olmadığını, tersine bütün bu etnik unsurların karışımı ve mirasçısı olduğunu idrak etme vakti gelmedi mi? Artık TEK BİR “BİZ” olduğunu, atalarımızın bir kısmının Kürt, diğer bir kısmının Rum, Gürcü, Arap, hatta ve hatta Ermeni olduğunu idrak etmemiz gerekmiyor mu? Buradan indirin.
Yahudi oldukları için mi zalimler?
İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!
Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
İnsanlık endüstri devriminden bu yana doğayı şekillendirecek güce sahip. Ancak bu şekillendirme gücü yaşamı değil de maddî çıkarları koruyacak biçimde kullanılıyor. Fakir ülkeler, aynı ülke içinde yaşayan fakir insanlar, bitkiler ve hayvanlar “vahşi doğadan” bile daha vahşi bir kirletme özgürlüğünün(!) kurbanı oluyorlar. Gelecek asırda hep beraber keşfedeceğiz paranın yenip yenmeyeceğini. Yok ettiğimiz balıkların yerine Amerikan doları koyup koyamayacağımızı… Buradan indirebilirsiniz.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)
“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.
Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları
Suzan Nur Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
(Gözden geçirilmiş 2ci sürüm, 5 Mayıs 2016)
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 122 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.
“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)
“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız. Buradan indirin.
Zorunlu Askerlik Gerekli mi? (Tartışma)
Zorunlu Askerlik bir çok insanımız için bir görev ama aynı zamanda bir çile. Ülkemizi savunmanın daha akıllıca bir yolu yok mu? Bu konuyu yaklaşık bir yıl boyunca tartıştık. Üç makale işaret fişeği görevi yaptı. Yüzlerce okurumuz değişik önerilerde bulundu. Kimileri “aman dokunmayın, böyle çok iyi” derken askerliğini yapmış olan arkadaşlar tecrübelerini paylaştı. Evet, belki de ilk defa bu konu gerçekten muhatabı olanlara yani Türkiye’nin vatandaşlarına soruluyor. Zorunlu askerlik gerekli mi? Bir yıllık kolektif çalışmanın ürünü olan bu 276 sayfalık kitap konuyla ilgili herkes için birinci elden bir bilgi kaynağı. Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010
”Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010″ adlı bu çalışma son iki yıl süresince en çok konuşulup, tartışılan temel sorunlarından biri olarak karşımızda duran başörtüsü yasağına dönük bir dökümantasyon çalışmasıdır. Raporun ana omurgasını, iki yıllık süreçte başörtüsü eksenli yaşanan hak ihlalleri ve buna karşı sergilenen tutumların, davranışların ve tavırların kronolojik bir sırada aktarıldığı almanak tarzı bir arşivleme çalışması oluşturmaktadır. Raporun sadece yasak uygulamalarından ibaret kalmaması; soruna dair gösterilen tepkilerin, politik aktörlerin demeçlerinin ve yasak karşıtı çeşitli etkinliklerin de yer alması; konu etrafında oluşan gündemin ana hatlarıyla aktarılarak, dönemin genel fotoğrafını çerçeveleme kaygısıyladır. Böylece araştırmacılar, bugün ve ileride başörtüsü sorunu etrafında yapacakları çalışmalarda, Türkiye’de ve dünyada başörtüsü sorunu etrafında 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan gelişmeleri, oluşan gündemi izleme imkânı bulabileceklerdir. Raporu buradan indirebilirsiniz.
-
Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin sitesindeki PDF kitaplar ve makaleler
23 Yorum
Yazan:eg Tarih: Şub 16, 2009 | Reply
eğer tarihe hep “güçlü” ve etkin aktörler yoluyla bakarsak bence acıların anlaşılması yönünde hiçbir ilerleme gösteremeyiz.
yazar
“Ermenilere soykırım yapıldığını savunanlar , soykırıma uğradığını iddia ettikleri toplumun ileri gelenlerin İttihat Terakki ile zamanında yakın işbirliği içerisinde olduğunu açıklamaktan kaçınıyor. Rus Ordusunun 1914 sonlarından itibaren hızla Osmanlı topraklarında ilerlediği sırada Antranik ,Pastırmacıyan gibilerin yönetimindeki Ermeni çetelerinin Müslüman sivillere yaptığı katliamları, yine binlerce Müslüman sivilin göç etmek zorunda kaldığını görmezden geliyor. ”
derken bence böyle bir tarih bakışı örneği veriyor. bu bakış, büyük acılara maru kalanları “onların ileri gelenlerinin” yaptığı ya da yapmadıkları noktasından test etmeye yönelik bir bakış maalesef. yani sıradan bir ermeni çocuk ya da kadınınız. ama sizin tehcir (ve katliam) edilmeniz, sizi temsil ettiğini söyleyen, ya da öyle söylenen birilerinin yaptıklarıyla haklandırılıyor. gerçi yazarın öyle bir niyeti olduğunu sanmıyorum, ama böyle bir paragraf eninde sonunda tarihi büyük aktörler yoluyla okumak gibi son derece yanlış bir noktaya götürür bizi. bu da bir tür milliyetçiliktir. herkesi “o kişi ya da kişilerin kendilerini o kategoriye koyup koymadıklarına bakılmadan” onları temsil ettiği varsayılan bir takım kişi ya da kurumlarca ypaılanlara bakarak değerlendirmek. ermeni tehcirinde yaşanmış büyük acıların karşısına taşnak şunları yapmıştı, binlerce müslüman da aynı şeylere uğramıştı diyerek o acıları haklandıracak mıyız? yoksa her ikisi de büyük acılara işaret eder ve bu acıları anlamalyız mı demeliyiz?
üzgünüm bu tür bir tarih bakışı (ki yusuf halaçoğlu bunun en önde gelen örneklerinden) insanları değil, “tarihteki büyük aktörleri” değerlendiren bir bakış açısıdır. bu da ister istemez “siz de bunu yaptınız (siz taşnaklar nezdinde simgelenen ermenilerdir)” diyerek “biz (i burada biz de ittihatçılar nezdinde simgeleştirilen müslüman türklerdir)” i haklandırmaya yol açar. halbuki vicdan “siz” ve “biz” diye bakmaz olaylara. vicdan insanla ilgilenir ve onların acılarını ne sayılara ne de ikili karşıtlıklara döker.
Yazan:Sever IŞIK Tarih: Şub 16, 2009 | Reply
Karşıt kutuplarca resmileştirildiğinden, a priorik olarak tartışmaları boğan tezleri sürekli tekrarlamaktansa “ikrar ve inkar” söylemlerini aşan bu tarz boşluk dolduran yazılar daha yararlı.
Ama şunu tekrar söylemek gerekir bir kısım önde gelen Ermenilerin ittihat ve Terakki ile içli ve dışlı olmaları Ermenilerin yaşadığı katliamın/trajedinin vehametine gölge düşüremez.
Yazan:özlem Tarih: Şub 17, 2009 | Reply
Aslinda yazıyı büyük bir ilgi ile okudum. Ozellikle benim daha önceden duymuş olduğum ittihat Terakki C.nin Ermenilere toprak vaad etmeleri ile ilgili iddianın şehir efsanesi olmadığını anlamış oldum. Ancak bu işbirliği soykırım iddialarını çürüten bir şey değil. Olayı soykırım olarak adlandırsak da adlandırmasak da yaşanan mağduriyetin anlamını yok etmez bu işbirliği hatta biraz daha resmi görüşü zora sokar. Çünkü bir vatan vaad etmişsiniz sonra bunu yerine getirmemişsiniz. gibi.
Bir de yazının sonundaki her iki tarafta çok acı çekti, ne soykırımdı ne ihanet mantığını biraz zorlama buldum. Doğru her iki tarafta acı çekti ama bir taraf bariz bir şekilde zarar gördü. Taşnakların yaptığı katliamlar belki çetelerin neden bu kadar zalimce göç kervanlarına saldırdığının arkasındaki hastalıklı psikoloiyi verebilir ama bir devletin Bursa da yaşayan adama kadar binlerce yıldır o ülkede yaşayan bir halkı tümüyle sürmesinin açıklaması olamaz.
Ben tarih yazılarının devamını bekliyorum vesselam. ozellikle biraz da alternatif bir bakış açısı taşıyorsa.
Yazan:durhat Tarih: Şub 18, 2009 | Reply
Doğrusu ben yazarın Ermeni’lerin uğradığı mağduriyeti gölgelemek gibi bir imada bulunduğuna hiç raslamadım yazıda.Ya ben yazıyı idrak etme kabiliyetinden yoksunum,ya da yorumcu arkadaşların ciddi bir okuma sorunu var.
Yazan:dusunceler Tarih: Şub 19, 2009 | Reply
Ben yaziyi cok begendim.
Yazida bazi yorumcu arkadaslarin degindigi gibi îmanin olmadigi cok acik. Enver bey bu îmanin olmadigini teslim etmis ama bir yandan da tarih okuma hatasi gibi birseye baglamis ki; eger bir zihniyete iliskin bazi gerceklikleri irdelemek hata olarak goruluyor ise buna katilmak mumkun degil.
Yazi, Ermenilerin acilarini yoksayma ya da baslarina gelen felaketi tolere etmeye yonelik zerre kadar ibare, ima icermiyor. Bugun biz soykirim ya da felaket deyip bir tanimda bulunurken ‘ittihatcilar’ diye bir guruhu ozne yapmiyor muyuz? Yapiyoruz. O halde Ermeniler’in de baslarindaki zihniyetin, bu felakete musebbep olmus ittihatci zihniyetle olan iliskisini gozler onune sermek neden yanlis bir tarih okuma bicimi olsun? Ve ayni bicimde, tipki İttihatci zihniyetinin masum Ermenilere verdigi zarar gibi, tasnak zihniyetinin de masum muslumanlara verdigi zarari dile getirmek nicin sakincali? Ustelik, her iki zihniyetin birbirinden cok da farkli olmadigi, aralarinda isbirligi pazarligi yapacak kadar ayni kaba pisledikleri su goturmez bir gercek iken?
Kimse bu olaydan oturu siradan Ahmet efendi Mehmet emmiyi suclamiyor degil mi, İttihatcilari sorumlu tutuyor. Ayni bicimde kimse de olen masum Ermeni’nin de Muslumanin da acisi yoksayma veyahut mazur gorme gibi bir dusunce isine girmiyor. Yazidan bunu cikartmak icin zorlama yapmak bile yetersiz kalir. Bu ikisi bambaska yonleri tarihin. Birisi tarihi yapanlarin kendi aralarindaki iliskiden bahsetmek, digeri bu fillerin itismesi sirasinda altta ezilenlerin acilariyla hemhal olmak ve insan olarak uzuntu duymak. Bu, “bizim de cok acilarimiz olmus, bu sizin acinizi onemsizlestirir ya da hafifletir” mi demek? Bu hal bana sanki bir doktorun hastasinin vahim durumuna uzulurken teshis koyamayacak kadar elini ayagini duygulariyla baglamasi gibi geliyor.
Devletler guclu olabilir ve bir taraf bu devlet gucunu kulanarak daha fazla masumun kanina girmis olabilir; ama sadece bu sonucu vermis olmasi yuzunden bir zihniyet tartismasini bile yapamayacak miyiz?
Yazan:eg Tarih: Şub 19, 2009 | Reply
bir yanlış anlaşılmayı düzelteyim. ben bir önceki yorumumda “gerçi yazarın öyle bir niyeti olduğunu sanmıyorum, ama böyle bir paragraf eninde sonunda tarihi büyük aktörler yoluyla okumak gibi son derece yanlış bir noktaya götürür bizi. ” demişim. yani sizin zulümleri haklandırmak gibi bir niyette olduğunuzu asla düşünmüyorum. benim itiraz ettiğim şey başkaydı. o da tarihi anlamak ve anlatmakta bir tarzdır. o şey de klasik bir tarihçilik anlayışı ile mesela braudel ve annales okulu tarihçilerinde görülen v toplumları o toplumlardaki sıradan insanlar yoluyla anlamayı amaçlayan tarih anlayışı arasındaki farktır. birinci anlayış (sizin yazdıınız yazı oldukça bilgilendiriciydi ve bu konuda zaten emeğinize teşekkür etmeyi bir borç bilirim. ama bana göre birinci anlayışa dahil bir yazı gibiydi) tarihi güçlü aktörler (devletler, devletlerin büyük şahısları ya da büyük etkiye sahip olan örgütler yoluyla) yoluyla anlatır. böyle olunca halklar tek te fert fert bu aktörlerin birer piyonu gibi görünüp silikleştirilir. bu da tarihte sıradna insanları önemsizleştiren bir anlayış demektir. istanbulu feth etmişizdir. ne kadar insan ölmüş, ne kadar acı çekilmiş bunlar genelde tarihte yoktur bilmeyiz. ya da tersinden istanbulun fethinde ne kadar “küçük insan” katkı vermiştir bunları bilmeyiz. ama ikinci tarih anlayışı bana kalırsa acıları, tek tek dertleri anlamakta daha etkin bir tarih anlayışıydı.
Yazan:refik ertürk Tarih: Nis 5, 2009 | Reply
sn.editör beyefendi bu eski erzurum mebusu karakin pastırmacıyanın ölümü hakkında hiç bir bilgiye sahip değiliz.erzurumda halk arasındaki inanışa görE 1916 da bir suikastle öldürülmüştür.lütfen karakin pastırmacıyan ın ölümü hakkında bir açıklama yaparsanız seviniriz.slmmm
Yazan:refike rtürk Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
bize okutulan tarihlerin yüzde 75 i hep uydurmadır.karakim pastırmacıytanın 1923 de cevevrede henüz 50 yaşında genç yaşta öldüğü hususunda bir bilgi yoktur..ama bizim erzurumlu subayların bile hemfikir olduğu 1916 da bir suikastle öldürülmüştür hususu ise daha inandırıcıdır ve çok kanıtıda vardır…madem öyleyse kemahlı aziz ağaya pastırmacıyanı öldürme görevi verilirken aziz ağa olayı geçekleştirince erzurumda pastırmacıyanın adamları tarafından aziz ağayı öddürmeye adam gönderilmiştir.buda halk taarfından bilinmekte.kaldıkı yakup cemilin torunu bile olaya deyinirken bu olayha değinmiyor çünkü patsırmacıyanın 1916da suikastle öldürüldüğü kesindir…madem cenevrede öldüyse mezarı nerdedir.saygılar
Yazan:refik ertürk Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
devlet tarafından öldürtülen birisinin kaynağı bulunabilinirmi???TEŞKLİATIN İKİ SİLAHŞÖRÜ-SONER YALÇIN ve TEŞKİLŞATIN SİLAHŞÖRÜ-İLYAS KARA kitaPlarında bile bahsediliyor ama öldürülmesi olayına değinilmiyor.???çünkü açıklanırsa kıyamet kopar türkiye tazminat öder.ama pastırmacıyanın 1916 da kemahlı aziz ağa tarafından bir suikastle öldürüldüğü bir GERÇEKTİR.slmm…ÖZEL…Yazdığımız yalan tarihi bile ağzımıza gözümüze bulaştırıyoruz.yani anlıyacağınız yalanı bile tam kılıfına uyduramıyoruz.ama hakikatler saklanamaz er veya geç meydana çıkar…size bir soru sormuştum cevpa alamdım cenevrede ölen kişinin mezarı nerdedir lütfen…
Yazan:ahmet cansu Tarih: Haz 24, 2009 | Reply
11 Altan Deliorman, Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, İstanbul 1973.
12 Karakin Pastırmacıyan (1873-1924): 1911 tarihli Sâlnâme-i Serveti Fünûn’da (s. 41) Erzurum Mebusu olarak
adı geçen bu Karakin eşkıyası, 1914 yılında, Birinci Dünya Savaşı sırasında, üç bin gönüllüyle Sarıkamış
cephesinde Türk ordusuna karşı savaşmıştı. Hatta Ermenilerin ifadesine göre, “Enver Paşaya bile ateş etmişti.
Buna rağmen, kendisi Türk mebusu olmuştu. Enver Paşa, fabrikalarını evlerini satıp hesaplarını kapatması
için onun Kafkasya’ya gidip İstanbul’a geri dönmesine izin vermişti!”
13 İhsan Ilgar, Bir Asır Boyunca Ermeni Meselesi, Hayat Tarih Mecmuası, S. 10, 1975.
Yazan:ertan yazıcı Tarih: Tem 4, 2009 | Reply
KARAKİN PASTIRMACIYAN EFENDİ
Etyranman ve Marie’nin oğlu olan Karakin Efendi 9 Şubat 1873’de Erzurum’da dünyaya gelmiştir.Erzurum’da Sansaryan Mektebini,Fransa’da Ziraat Mektebini İtalya’da Cenova Ünivetsitesini bitirmiştir.Maden Mühendisi iken adaylığını koymuş ve 16 Kasım 1908’de 169 oy alarak Erzurum Mebusu seçilmiştir.1912’de yine Erzurum Mebusu seçilmiştir.Bir ara Meclis-i Mebusan İdare Amirliği görevindede bulunmuştur.Ermeni Taşnak Komitesinin önde gelen şahsiyetlerindendi.Kilise için Ermeni Kilisesi Ermeni Milletinin kilise tarafından can verilen ruhunun yeniden dünyaya gelmek için yaşadığı vücuttur dedi..26 Ağustos 1896’da Pastırmacıyan liderliğndeki Taşnak Komitesine mensup 26 terörist çantalarında ve torbalarında bombalar ellerinde silahlarla İstanbul-Galata’daki Osmanlı Bankasını işgal ettiler.Asker,polis ve halkın üzerine bomba ve kurşun yağdırmaları müslüman halkı ayağa kaldırdı.İstanbul’da Ermenilerle Müslümanlar birbirine girdiler 120 asker öldü,25 asker yaralandı.Sivillerden kaç kişinin öldüğü ise tam olarak belirlenememiştir.Pastırmacıyan kafkasya ve oradanda Erzurum’a gitmek isterken Batum’da Rus makamları tarafından tutuklanır ve İstanbuldaki Rus sefaretinin ve Rusya’daki Osmanlı Büyük Elçiliğinin etkili teşebbüsleri sonucunda serbest bırakılır.1’nci Dünya savaşı çıkınca Rusya’ya kaçtı ve orada başına topladığı Ermeni Komitecilerle Osmanlı’ya savaş açtı.Daha sonra Pastırmacıyan Tiflis’deki ermeni bürosuna yayınlattığı bildiride”Ermeniler dünyanın dört bir yanından gelip rus saflarına katılıyor,Rus bayrağı İstanbul ve Çankkale boğazlarında dalgalanacak gün gelecek Anadoluda tek türk kalmiyacak”dedi.Ruslar bölgede dört ermeni taburu oluşturmuşlardı.Bunların başında Dro,Keri,Amazasp ve Antranik adlı ermeni generaller vardı.Çete elemanları içinde rus ermenileri vardı.Rus Çarı 2’nci Nikolay Sibiryaya sürgüne gönderdiği ermenileri af edip Osmanlı topraklarına göndermişti.800 kişilik ve 600 kişilik ermeni çeteleri vardı,hepsinin komıtanlığını ise daha bir kaç yıl önce Meclis-i Mebusan’da görev yapan Mebus Karakin Pastırmacıyan yapıyordu.Kafkasya’da karşı cephelerde çarpıştığımızda yandaşları Pastırmacıyan’a”Armen Garo”(Ermeni Kahramanı)diyorlardı.Pastırmacıyan kafkasya sınırında faaliyet halindeydi.Amerika’da yayınlanan ve Taşnakların fikirlerini propaganda eden Asperez gazetesi Pastırmacıyan’ın savaş meydanına gelmeden önce dini ayin yapıldığı sırada Terı ve Çeho ile birlikte çektirdiği fotoğrafı yayınlamıştır.1’nci Dünya Savaşında general antranilk ile baraber korkunç katliamlar yaptırmıştır.Osmanlı Devleti ile Rusya rasında savaş başlamasından sonra armen garo adıyla tanınan pastırmacıyan tero ile çeho tarafında silahlandırılmış bulunan ermeni gönüllülerinin başında osmanlı sınırına tecavüz etmiştir.Beyazit’in ruslar tarafından işgali sırasında yol üzerinde rastladığı bütün müslümanları katletmiştir.Başına geçtiği Tero-Çeho komitesiyle türklere en adi ve acımasız işkenceler yaptırmış ve toplu şekilde öldürtmüştür.Ermeni komite şeflerinden Beyaz’li Süron ve Kargin ile birlikte 1200 kadar Ermeni’den oluşan bir çetenin başında Erzurum’da müslümanların oturduğu köylere gittiler,cenin halindeki çocukları analrının karnından çıkarmak için hamile kadınların karınlarını deştiler,kadınların ırzına
geçtiler geri kalanlarınıda korkunç işkencelerden sonra öldürdüler.Pastırmacıyan kafkasya ve eruzurumu kan gölüne çevirmiş,erzurum kavak mahallesinde tam bir vahşet yaşaniyordu.Osmanlı 3’ncü Ordusundaki bütün ermeni askerler pastırmacıyanın emrine girdi.Kısa bir müddet sonra Müslüman köylerini yakıp-yıkmaya ve ele geçirdiği masum insanları kılıçtan geçirmeye,mal ve eşyalarını yağma etmeye başladılar.Rusya tarafına geçen ve rus kuvvetlerinin öncüsü larak geri dönen Pastırmacıyan liderliğindeki ermeni çeteleri Nisan 1915’de Vanı işgal ettiler,van’dan gelen haberlerin Türkler üzerindeki etkisi 1919’daki Yunanların İzmiri işgaline etkisi kadar derin oldu.Teşkilat-ı Mahsusa’nın silahşörü Yakup Cemil Pastırmacıyanı vurmanın bir vatan borcu olduğunı söyledi ama İtihakki Terraki Cemiyeti böyle bir karar almaya çekindi.Pastırmacıyan’ın Kafkasya ve Erzurum’da yaptığı zulüm Osmanlı İmparatorluğunu tedirgin edip yıkımın eşiğine getirmiştir.Bu gibi ayaklanmaları bastırmak için her türlü tedbiri almak tabiki Osmanlı Hükümeti’nin en tabii egemenlik hakkı olmuştur.Karakin Pastırmacıyan 1916 yılında Teşkliat-ı Mahsusa’nın sadece şiddete tapan hiç bir toplumsal ahlak kaydıyla bağlı olmayan en yırtıcı adamı Kemahlı Değirmenci Halil Ağanın oğlu “Efsane Kahraman Aziz Ağa”tarafından erzurum’da öldürülmüştür.Pastırmacıyanın öldürülmesi Osmanlı Hükümeti ve Müslüman halkı özelliklede erzurum halkını sevince boğarken ermeni halkını ise yasa boğmuştur.Kafkasya Ermenistan Cumhuriyetinde Başbakan Ohannes Kocaznoni tarafından üç gün yas ilan edilmiştir.
Yazan:tuncay horasanlı Tarih: Tem 4, 2009 | Reply
herkese slm.Taha AKYOL bir kitap yazmış yeni piyasaya çıkmış kitabın ismi 1915 ERMENİLER bütün konuları açıklıyor ama pastırmacıyan olayını biraz sansürlüyor.Benim araştırmalarım neticesindende kemahlı aziz ağa tarafından çok ustaca bir suikastle öldürdüğü doğrudur ve kanıtlanmıştır.halkımız tarafından biliniyor.ama devlet açıklarsa çok zor durumda kalır.slmmmm
Yazan:şefik aktürk Tarih: Tem 5, 2009 | Reply
ilyas karanın yazdığı teşkilatın silahşörü-soner yalçının yazdığı teşkilatın iki silahşörü-taha akyolun yazdığı ermeniler 1915 ve onur hüdavendigarın yazdığı ermeni portrelerinde bütün ermeni ünlüleri nerde nasıl yaşadı nasıl öldü en ince ayrıntılarına kadar tanıtılırken karakin apstırmacıyanın öldürülmesi hususuna hiç değinilmiyor.kendi araştırmaların neticesinde öğrendiğim teşkilatı mahsusanın kurucularıdan ve siyasi bölüm şefi dr.bahattin şakir tarafından tertiplenen ve kemahlıd eğirmenci halil ağanın oğlu efsane kahrman aziz ağa)yedi cinayetin faili olarak aranıyormuş) tarafından gerçektirilen çok ustaca bir suikastle erzuurmda bir sürür korumlarının içinde kafasından aldığı tek kurşunla öldürülmüştür
Yazan:rahmi artunç Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
YAKUP CEMİL
1)Yakup Cemil son adamlarını,ünü bütün imparatorluğa yayılmış ve günümüze kadar da gelmiş olan Sinop Zindanlarından devşirir. Hepsi birbirinden belalı,hepsi birbirinden tehlikeli iki bin adam.”Berberler bir adım öne çıksın”der.Ve komutlar komutları izler:”1 leşi,2 leşi,3 leşi,4 leşi,14 leşi olan bir adım öne çıksın”.Sonunda bir kişi kalır hem berber olan hem de 14 leşi bulunan,yani 14 cinayeti olan,yani 14 adam öldüren.Yakup Cemil 14 leşli berberi şöyle bir süzer tepeden tırnağa ve sonra”getir bir sandalye ve beni tıraş et,seni özel berberim tayin ettim”der. Berberin gözü kanlı,Yakup Cemil’in gözü kara. Usturanın sapı katilin elinde,ağzı Yakup Cemil’in gırtlağında.Ölümle liderlik arasındaki süre saniyeden de kısa.14 leşli özel berber Yakup Cemil’in yüzünü sabunlamada, 2 bin kanlı katil sahneyi izlemede ve Yakup Cemil sandalyede ayak ayak üstüne atmış tütününü tüttürmede.O sandalyenin üstünde,o usturanın ucunda ve o 2 bin kanlı katilin huzurunda liderlik sınanmada,daha doğrusu insanlara liderlik dersi verilmede,bilmem başka söze gerek varmı.
2)Cellada gülümseme her insana nasip olmaz sadece güçlü,korkusuz,idealist insanlara nasip olur.Teşkilat-ı mahsusa da bir Yakup Cemil vardır.Büyük bir fedai.Vatanı kurtarmak için yola çıktığı bayrak,silah kur’an üstüne yemin ettiği arkadaşlarıyla didinirler,can alıp can verirler.Gün gelir ters düşerler.Yakup Cemil’in idam emri çıkar.Asker için o kadar büyük bir komutandır ki kurşuna dizmek üzere vazifeli olan erler silahlarını ona doğrultamazlar.İnfaz komutanı ateş emri verir: Erler kıpırdamaz.Emri tekrarlar:Erler kıpırdamaz.Yakup Cemil bakar ki er komutana baş kaldıracak.Üniformanın şerefini kurtarmak için bağırır:Asker nişan al!Asker Yakup Cemilin sesiyle kendine gelir.Nişan alır. Yakup Cemil celladına gülümser ve kendi infazını emreder:ATEŞ!askerler ateş açarlar yakup cemil’in cücuduna 14 mermi isabet eder.idamında vücuduna 14 mermi saplanmasına rağmen yarım saat boyunca can vermediği söylenir.Vücudundan sızan kanların toprağa önce vatan yazdığı efsanesi türemiştir.İnsan bazen celladına gülümser bilmeden fark etmeden ama bazen de bilip fark edip gururla gülümser.
Yazan:rahmi artunç Tarih: Oca 9, 2010 | Reply
Karakin PASTIRMACIYAN(Armen Garo)
Osmanlı Parlementosu Erzurum Mebusu
Merhaba sayın Brastik köyü sakinleri ben aslen erzurumlu bir ailenin çocuğuyum size köyünüzle ilgili çok önemli tarihi bir olayı yazıyorum okuyunca çok duygulanacaksınız 1916 yılında osmanlı imparatorluğunun en tehlikeli yılı o dönemler erzincan erzuruma bağlı mutasarrıflıkmış.osmanlı parlementosunda erzurum milletvekilliği yapmış bulunan armen garo kod isimli karakin pastırmacıyan liderliğindeki ermeni taşnak komitesi erzurumu işgal edince erzurum valisi tahsin bey(atatürkün çocukluk arkadaşıdır)ve beraberindekiler erzincana kaçıyorlar geri dönemiyorlar karakin pastırmacıyan denen cani kan emici erzurumu kan gölüne çeviriyor koskoca osmanlı imparatorluğu dahi bu caniyle baş edemiyor erzurum valisi diyorki pastırmacıyanı vuracak cesur birisi yokmu demişlerki kemahın brastik köyünden gülabioğulları aşiretinden 7(yedi) cinayetin faili olarak aranan cesur bir Aziz Ağa var vursa vursa bu vurur erzurum valisi tahsin bey erzincan mutasarrıfı eşref bey kemah mutessarlığına bildiriyor aziz ağa ya haber gönderin gidip erzurumda pastırmacıyanı vurursa tüm dosyalarını sileriz affederiz.o zamanlar Teşkilatın Muhasusa’nın kurucularından ve siyasi bölüm şefi Dr.Bahattin şakir erzincanda sürgündeymiş.Bu bahattin şakir erzurum valisi Tahsin bey erzincan mutasaarıfı Eşref bey ve kemah mutasarrıfı aziz ağanın köyüne geliyorlar aziz ağa önce kendisinin yakalanıp öldürülmesi şüphesi ile teslim olmuyor sonra Dr.Bahattin şakir aziz ağa’yı teslim olmaya ikna ediyor aziz ağa teslim oluyor.brastikten erzincana getiriyorlar.kıratınla beraber getiriyorlar.bu karakin pastırmacıyan denen cani çok iyi korunuyormuş hristiyan don kazakları denen adamlardan özel korumaları varmış teşkilatı mahsusanın en büyük silahşörü yakup cemil bunu vuramak istemiş ama gözü kesmemiş.Dr.Bahattin Şakir in hazırladığı çok ustaca bir suikast planı ile aziz ağa kıratına biniyor o zor şartlarda erzuruma gidiyor pastırmacıyanın konakladığı karargahın önüne geliyor korumalarına ben rusyadan geldim Karakin Efendiye Rus Çarından özel mektup getirdim diyor korumaları ver biz verelim diyorlar aziz ağa israrla ben verecem çok özel diyor pastırmacıyan dışarı çıkıyor aziz ağa atından inmiyor mektubu verir vermez tek kurşunu kafasına sıkıyor kaçıyor kaçarken korumaları ateş ediyor kıratın sağ ayağı bir çukura takılıyor düşüyor ortalık toz duman oluyor aziz ağa kıratın yularını bırakmıyor o esnada gök gürlüyor kırat bir kalkıyor tozu dumana katıyor şahlanıyor ve kaçıyor aziz ağa bu şekilde kurtuluyor.osmanlı imparatorluğunun dahi baş edemediği bu ermeni caniyi köyünüzden aziz ağa vuruyor bizim erzurumu kurtaran kahraman aziz ağadır.aziz ağayı gönderen adamlar aziz ağa nın kurtulacağına hiç ihtimal vermemişler bahattin şakir aziz ağanın kurtulduğunu duyunca aziz ağa nın af edildiğini açıklıyor.bu olayı bana rahmetli dedem anlatırdı derdi oğlum eğer aziz ağa yetişmeseydi pastırmacıyan denen cani erzurumda bir canlı bırakmayacaktı.tüm brastik köyüne sevgi ve saygılarımı sunar aziz ağa ya yüce allahtan rahmet dilerim ruhu şad makanı cennet olsun nur içinde yatsın.
Ertan Yazıcı-ERZURUM
Yazan:Fatih Göktürk Tarih: Oca 9, 2010 | Reply
Efendim, 1915’te Ermeniler’in durup dururken, hiç bir şey yapmazken, etliye sütlüye karışmazken, Türk komşularıyla yağlı ballı geçinirken, Fransızlar’la bir olup Türk ve Müslüman köy halklarını bire doğramayı akıllarından bile geçirmezken, karşılaştıkları kimi şiddet olaylarından dolayı bireysel olarak özür dileme kampanyası başlamış!
Kampanyanın imza metninde şöyle deniyor: ‘Osmanlı Ermenileri’nin 1915’te maruz kaldığı büyük felakete duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyorum, onlardan özür diliyorum!’ Bu metnin altına da adını soyadını yazıyorsun.
Buna imza atanları kınamıyorum, eleştirmiyorum da.
Herkesin fikri ve eylemi kendini bağlar, der yürürsün, eğer gerçekten demokratsan!
Ha az kaldı unutuyordum… Ermeni asıllı Rus General Mayor Şalkanikof’un ‘tüm Türkler’in öldürülüp Aras Nehri’ne atılması’ buyruğunu sorgulamayalım değil mi? Tabi Osmanlı Meclisi Erzurum Mebusu Karakin Pastırmacıyan’ın, ‘Tero’ ve ‘Haço’ çeteleriyle birlikte, Kafkaslar’daki Rus ordularına katılmak için yola çıkarken yapılan törende ‘Akacak Türk kanlarıyla, Kızıl Irmak, kıpkızıl olacak!’ lafını da es geçelim arkadaşlar olmaz mı?
Daha yüzlerce örnek var yüzlerce!! Ama sen demokratsın ve de ‘özür diliyorsun!’ Peki katledilen 1.2 milyon Türkten kim özür dileyecek? Herhalde sadece ben…
Rüşvette Çin ve Ruslar birinci sırayı paylaşıyor
Yazan:Fatih Göktürk Tarih: Oca 9, 2010 | Reply
ERAREN – Ermeni Araştırmaları EnstitüsüTalat Paşa, Ermeni lideri Pastırmacıyan’a üç defa bakanlık teklifinde bulundu. Fakat her defasında olumsuz yanıt aldı…
Ha az kaldı unutuyordum… Ermeni asıllı Rus General Mayor Şalkanikof’un ‘tüm Türkler’in öldürülüp Aras Nehri’ne atılması’ buyruğunu sorgulamayalım değil mi? Tabi Osmanlı Meclisi Erzurum Mebusu Karakin Pastırmacıyan’ın, ‘Tero’ ve ‘Haço’ çeteleriyle birlikte, Kafkaslar’daki Rus ordularına katılmak için yola çıkarken yapılan törende ‘Akacak Türk kanlarıyla, Kızıl Irmak, kıpkızıl olacak!’ lafını da es geçelim arkadaşlar olmaz mı?
Aziz ÜSTEL- Star Gazetesi
Yazan:tuncay aslantürk Tarih: Oca 9, 2010 | Reply
TARİHİN İBRET SAYFALARINDAN
Tarihin İbret Sayfalarından: Erzurumlu Mevlüd Ağanın Deve Masalı
Birinci Cihan Harbi başladığı zaman Meclis-i Mebusan’daki Türk ve Ermeni mebuslardan şark istiklâlleriyle alâkaları bulunanlar toplandılar, harbe girdiğimiz takdirde neler yapmak icap edeceğini konuştular. İttihad ve Terakkî Fırkası namına benimle Bahaeddin Şakir’i, Ermeni mebuslarından Erzurum mebusu Karakin Pastırmacıyan ile Van mebusu Vartekes’i verilen kararları mahallinde propaganda etmek ve harp çıktığı zaman tatbikata geçmek üzere Erzurum’a gönderdiler.
Biz, bu dört zat, Erzurum’da bir kongre topladık. Bu kongreye şark istiklâlleri ve livalarındaki teşekküllerden ikişer Müslüman ikişer de Hristiyan aza davet ettik. İstanbul’da verilen kararlar bir de bu kongrede gözden geçiriliyordu. Müzakereler güzel gidiyordu. Harbe henüz iştirak etmemiştik.
Bu sıralarda Rusya bir beyanname neşretti. Bunda, Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri aleyhine harbe girdiği takdirde Ermenilere istiklâl verileceğini, bütün şark istiklâllerinin Ermeni devletine mal edileceğini vaad ediyordu.
İşte bu beyanname kongrenin kararlarını da Ermenilerin fikirlerini de alt üst etti. Ermeni çeteleri evvela Van’da sonra Muş’ta tecavüze geçtiler. Ermeni gazetelerinin ağzı değişti. İstiklâlden, Ermeni lisanının resmi dil olarak tanınmasından, şark vilayetleri vali, mutasarrıf ve kaymakamlarının Ermeni olması lüzumundan, hatta jandarma ve polislerin bile Ermenilerden olmasından bahsetmeye başladılar. Artık müzakerelerin sonu gelmiyordu.
Bir gün yine bir müzakere çıkmaza girmişti. Kongreden bir ricada bulundum: Türkçe gazeteler gibi Ermenice gazetelerin de kongre sonuna kadar mutedil bir lisan kullanmalarının lüzumundan bahsettim. Erzurum mebusu ve Taşnak Komitesi Reisi Karakin Pastırmacıyan Efendi müstehzî bir edayla,
– Bu nasıl teklif… Koca bir milletin ağzını tutabilir miyiz? dedi. Bunu söyleyen Ermeni mebusu, Abdülhamit zamanında Avrupa’dan getirttiği otuz kadar Ermeni komitacı ile, sırf Osmanlı devletini dünya karşısında gülünç bir vaziyete düşürmek ve ecnebi devletlerin Ermeniler lehine müdahalelerini sağlamak maksadıyla İstanbul’da Osmanlı Bankası’nı basan, bankayı bekleyen nöbetçilerimizi kapandığı bankanın pencerelerinden attırdığı el bombalarıyla polis ve askerlerimizi şehit eden adamdır. O zaman hasta adam adı verilen devletimiz, ecnebi devletlerin baskısı karşısında bu komitecilerin serbestçe bankadan çıkıp kendilerini Avrupa’ya götürecek vapura binmelerine müsaade etmişti. Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakkî hükümeti, bu kara mâzili Ermeni’yi Erzurum mebusu yapacak kadar müsamahakâr ve uzlaşıcı davranmıştı.
Ben Karakin’e cevap vermedim. Fakat Erzurum İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin bu kongreye murahhas olarak gönderdiği Mezararkalı Mevlüt ağa atıldı:
– Bu kongrenin işe başladığı günden bugüne kadar ağzımı açıp bir laf etmedim, dedi. Bu hakkımı ve bundan sonraki söz haklarımı yalnız bir defaya mahsus olarak bugün kullanmama müsaadenizi rica ederim.
Mevlüt ağanın Abdülhamit idaresine karşı yapılan Erzurum isyanındaki gayretlerini, isyan sonunda mahkemede yaptığı ateşli müdafaasını kongredeki bütün Ermeniler işitmişlerdi. Mevlüt ağa ile oynamanın kıpkızıl ateşle oynamak demek olduğunu hepsi biliyordu.
Mevlüt ağa, asabiyetini sinirli tebessümlerinin altında saklayarak devam etti.
-Ben, dedi böyle çeşit çeşit mektepler görmüş, dünyanın altından vurup üstünden çıkmış adamlara öğüt verecek değilim. Sinirleri biraz yatıştırmak için halü maslahata uygun gördüğüm bir masalı anlatacağım. İsteyen güler, isteyen düşünür, istemeyen de çıkar gider…
Bir gün bir ilkbahar günü develerden, atlardan, katır ve eşeklerden ibaret büyük bir kervan, çıngıraklarını çalarak, zillerini öttürerek gelip çamurlu ve dik bir yokuşa dayanır. Dinliyorsun değil mi Karakin Efendi…
Kervan uzun bir moladan sonra yokuşu çıkmaya başlar. Çamur dizde, yükler ise ağırdır. Habire ha, düşe kalka, ter ve çamur içinde, biri deve biri de eşek iki hayvan hariç, diğerleri yüklerini tepenin başına çıkarabilirler. Yalnız bu iki hayvan, yürümem de yürümem de çamurlara gömüldükçe gömülürler. Koca kervan bunları bekleyecek değil ya… Tepeye çıkanlardan birkaç hayvan getirip bunların yüklerini alırlar. Deve ile eşeği çamurların kucağına bırakıp giderler.
Deve ile eşek, geceyi çamurun içinde geçirir, dinlenirler. Ertesi sabah gözlerine yolun kenarındaki taze bahar otları ilişir. Boyunlarını uzatır, gövdelerini çeker, yavaş yavaş otlamaya başlarlar. Bir iki saat sonra ayağa kalkabilirler. Nihayet titreye titreye yanı başlarındaki çiçekli vadiye inmeye muvaffak olurlar.
Beş gün on gün yerler, içerler keyifleri yerine gelir. Hoplamaya zıplamaya başlarlar. Eski hallerinden daha sıhhatli daha kuvvetli bir hale gelirler.
Başka bir gün gene attan, deveden, katırdan ve eşekten ibaret bir büyük kervan yokuşu çıkmaya başlar. Çıngırak sesleri, at kişnemeleri ve eşek anırmaları bizim deve ile eşeğin kulaklarına kadar gelir. Eşek duramaz, deveye sokulur,
– Deve kardeş der, benim keyfim yerine geldi, anıracağım.
Deve o güzel gözleri ve yalvaran bakışlarıyla eşeğin yüzüne bakar,
-Aman kardeş der, sakın öyle bir şey yapma. İçinden gelse bile kendini tut. Sesini çıkarma. Zorun ne? İşte Allah’ın bu kimsesiz cennetinde başıboş istediğimiz gibi yiyip içiyor, hoplayıp zıplıyoruz. Anırıp da ne kazanacaksın? Dinliyor musun Karakin Efendi?
Deve daha yalvarmasını bitirmemişti ki eşek üst perdeden arınmaya başladı.
Meğer kervanın da yorulan ve yükünü yokuşun başına çıkaramayan bir mekkaresi varmış. Kervancılar bu dertlerine derman arıyorlarmış. Vadiden gelen eşek sesini işittikleri zaman hemen koşup eşekle deveyi yakalamışlar, yarı yolda kalan yüklerini bunlara yüklemişler.
Fakat devenin arkadaşı olan eşek, hem ham hem tavlı olduğu için yokuşu çıkarken yorulmuş. Mekkâreciler bunun yükünü alıp deveye yüklemişler. Fakat eşek ya yorgunluğundan ya da –sözüm ona eşekliğinden- gene yürümemiş. Mekkareciler bu gösterişli eşeği orada bırakmaya kıyamamışlar. Eşeği de devenin üstüne yüklemişler. Dinliyorsun değil mi, Karakin Efendi…
Zavallı deve bu ağır yükün altında yürüyüşüne olanca takat ve kuvvetini sarf ederek bir müddet devam etmiş. Kervan bir uçurumun kenarından geçerken artık tahammülü kalmamış. Uzun boynunu uzatıp sırtında keyif çatan eşeğin yüzüne bakmış,
– Eşek kardeş, demiş ben oynayacağım. Eşek,
– Aman deve kardeş demiş. Ben senin sırtında zaten eğreti duruyorum. Sen oynarsan ben şu uçurumlara yuvarlanır parça parça olurum. Aman ha! demiş. Deve,
– O kadar yalvarmalarıma rağmen sen beni dinlemedin, anırdın. Neticede ben bu hale geldim. Sen de sırtımda keyif çatıyorsun. Artık amanı zamanı yok. Sen nasıl beni dinlemedin anırdınsa ben de seni dinlemeyecek anıracağım, der.
Deve zıplamaya başlar ve eşek uçurumlardan aşağıya uçup parça parça olur.
Mevlüt ağa sözüne devamla,
Karakin Efendi, benim okuyup yazmam yok. Fakat bu adamların teklifinde kabul edilmeyecek bir şey olmadığı meydanda. Koca bir milletin ağzı tutulmaz da ondan daha koca bir milletin kulaklarına kurşun mu akıtılır? Daha ne istiyorsunuz? Meşrutiyetin ilanından bugüne kadar keser hep sizin tarafınıza yonttu. Şimdi bu adamların istedikleri, “İtilâf devletleri aleyhine harbe girmeye mecbur olursak bizden ayrılmayınız…” dan ibarettir. Bundan daha doğru yol olur mu?
Sizden rica ediyoruz. Bu tufandan birbirimizi boğazına atılarak değil, birbirimize dostça sarılarak kurtulmanın çaresini arayalım. Ecnebi devletler, kendi menfaatlerine hizmet edecek uşak arıyorlar. Ne bizim ne de sizin elinizden dostça tutacak değiller. Bu adamların gösterdikleri doğru yoldan ayrılıp da deveyi uçurumun başında oynamaya mecbur ederseniz vallahi billahi paramparça olursunuz, dedi.
Celse kendi kendine bitmişti. Azaların çehreleri kıpkırmızı ve sapsarı kesilmişti. Salonu birer birer terk ettiler. Ben kalktım, Mevlüt ağayı yanaklarından ve sakalından öptüm, öptüm…
Eeeeeh, şimdi aradan kırk sene geçtiği halde aynı düşmanlar hududun arkasında pusu kurmuş. Genç ve zinde vatanımızı parçalamak için yurttaşlarımızın arasına aynı fesat tohumlarını saçmaya çalışıyorlar. Fakat artık Mevlüt ağanın hikâyesindeki eşek meydanda yok. Şark istiklâllerimiz, hamd olsun şimdi Rusların ve Ermenilerin birkaç defa memleketi nasıl yakıp yıktıklarını bilen vatan çocuklarıyla dolu. Moskofların parayla kendilerine uşak ettikleri komünistler, vatandaşlar arasına nifak sokmak için kimisine sen Kürtsün, kimisine sen Turan’dan geldin, ötekisine sen dinsizsin, berikine sen dindarsın, diyerek onları birbirine düşman yapmaya çalışıyorlar. Fakat Mevlüt ağanın hikâyesindeki eşeğin uçuruma yuvarlandığı zamandan bugüne kadar geçen zaman boşuna geçmedi. Bu vatanda bugün yalnız yirmi milyonluk Mehmetçikler ordusu var. Şehirli, köylü, erkek, kadın bütün vatandaşlar, bu çelik ordunun birbirine sımsıkı sarılmış erleridir. Gerekirse bu millet, tarihteki hesapsız zaferlerine bir yenisini katarak bu hakikati düşmanlarına bir daha öğretecektir…
Yazan:Ahmet Hamdi Horasanlı Tarih: Tem 10, 2010 | Reply
10 Haziran 2010 Perşembe
Merhabalar,
Ermeniler vaktiyle otoriteden izin aldılar. Mezalim kendiliğinden olmadı. Bu manada şakilik addedilmez. Ehl i sünnetin hayat idamesi için ehl i sünnet olan Yahudilerle “incitmeden sünnet” enstitüsü kurulmalıdır. Bu nevi kitaplar aslında medeniyetler ittirkakına mani olan şeylerdir. Tarih ancak husumet kaynağı olmaktadır. Ermeni kardeşlerimizin hizmetlerini inkar etmemek lazım. Ayrıca Nişanyan kardeşimizin Türkçeye büyük katkılarını biliyoruz. Hatta Olimpik danışman olacak kadar birikimi olan bir insan. Ortaasyadan gelerek yakıp yıkarak elde edilen topraklara oturan insanların, Başta Alparslan adına Romen Diyojenden ve akabinde tüm Ordodoks dünyadan özür dilenmesi lazımdır. Bu ulus-devletin oluşturduğu husumetten kurtulmak için, ve dahi Allah rızası için, Mehmet Akif’in “ırk” içeren ifadelerini de kaldırmalıdır. Yeni devir mehdileri, resulleri ve totemlerini ele almalı ve Zarifoğlunun “İbrahim” şiirini unutturmalıdır. Cihat nefaset olan şeylerle olan bir şey olup, nüfusu etkileyecek bir enfes nefsin teneffüsüne yol açmalıdır. Ayrıca “İslam alemi” diye bir şey olmadığı için, eksen ve şaftları yeniden gözden geçirmeli ve Zümreleri çoğaltıp Huristik faaliyetleri artırmalı ve Akif’in “Küfe”sini öne çıkaracak ve Furuata takılmayan yeni müslüman Protestanlığını Katolik nizam ile tevhit etmek ve Abrakadabrami kardeşliği hatıra getirmek lazımdır. Nuh’un gemisi, unutmayın, Atlantik’te yüzmedi. İbrahim’in zümrüt tepelere bakarak döktüğü göz yaşları, İsmail değil ishak içindi diye anlamalıdır. “Vettiyn ve zzeytun” ibaresi zeytin ihracı ve tiynet hicretine dair algılanmalıdır. Allahu alem. Ayrıca, bunlar birer içtihat hatası olabilir, ama unutmayın o halde bile bir sevabı vardı. Hamdolsun! Muhabbetle, Metin.
Ermeni Meselesi Üzerine İlginç Bir Kitap
Ermeni Meselesi Üzerine açılmış sayısız dosya var.
Tanıtacağımız “Tarihi Belgeler Işığında Ermeni Dosyası” adlı eser
1. Ermeni Meselesi’nin aktörlerini Erzurum odağında ele alması,
2. Yazarın ninesinden dinlediği ve bu kitabın yazılmasını ilham eden müsbet-menfi Ermeni hadiselerini anlatması,
3. Ermeni Meselesi Aktörlerinin bu güne kadar pek duyulmamış ilginç serüvenlerine gerilimi yüksek bir sinema filmi hüviyetinde okuyucuya sunması ile dikkatleri çekiyor.
Ermenilerin gözündeki Ermeni kahramanıKarakin Pastırmacıyan’ın öldürülmesi olayı bu anlatımlara bir örnek teşkil eder: (*)
Etyranman ve Marie Pastırmacıyan’in oğlu olan Karakin Efendi 9 Şubat 1873’de Erzurum’da dünyaya gelmiştir. Erzurum’da Sansaryan Mektebini, Fransa’da Ziraat Mektebini İtalya’da Cenova Üniversitesi’ni bitirmiştir. Maden Mühendisi iken adaylığını koymuş ve 16 Kasım 1908’de 169 oy alarak Erzurum Mebusu seçilmiştir. 1912’de yine Erzurum Mebusu seçilmiştir. Bir ara Meclis-i Mebusan İdare Amirliği görevindede bulunmuştur. Ermeni Taşnak Komitesi’nin önde gelen şahsiyetlerindendi.
26 Ağustos 1896’da Pastırmacıyan liderliğindeki Taşnak Komitesi’ne mensup 26 terörist çantalarında ve torbalarında bombalar ellerinde silahlarla İstanbul-Galata’daki Osmanlı Bankası’nı işgal ettiler.
Asker, polis ve halkın üzerine bomba ve kurşun yağdırmaları müslüman halkı ayağa kaldırdı. İstanbul’da Ermeniler’le Müslüman’lar birbirine girdiler 120 asker öldü, 25 asker yaralandı. Sivillerden kaç kişinin öldüğü ise tam olarak belirlenememiştir.
Rus Çarı 2’nci Nikolay Sibirya’ya sürgüne gönderdiği Ermenileri af-edip Osmanlı topraklarına göndermiş ve hepsinin komutanlığını ise daha bir kaç yıl önce Meclis-i Mebusan’da görev yapan Karakin Pastırmacıyan yapıyordu.
Kafkasya’da karşı cephelerde çarpıştığımızda yandaşları Pastırmacıyan’a “Armen Garo”(Ermeni Kahramanı) diyorlardı.
EFSANE KAHRAMAN AZİZ AĞA (1885-1920)
Osmanlı İmparatorluğu Pastırmacıyan’la baş edemiyordu
Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından ve siyasi bölüm şefi Dr. Bahattin Şakir Brastik’li Aziz Ağa’nın namını duymuştu. Aziz Ağa verilen görevi mutlaka layıkıyla yapabilecek bir insandı. Dr.Bahattin Şakir’in Ağa’ya verdiği görev şuydu:
Ermeni çetelerinden oluşan kuvvetle Erzurum’u işgal eden Ermeni ve Don Kazaklarından oluşan elliye yakın özel korumaları an çok iyi korunan Pastırmacıyan’ı (Teşkilat-ı Mahsusa’nın büyük fedaisi ve- sillahşörü Yakup Cemil’in bile vurmaya gözü kesmediği) “Armen Garo” (Ermeni Kahramanı) lakaplı Karakin Pastırmacıyan’ı vurmak..
Aziz Ağa bir taraftan Vatan için canım feda derken bir yandan da son hazırlıklarını yapıyordu. Erzincan Mutasarrıfı Eşref Bey’in verdiği atı kabul etmeyerek kendi köyünde yetiştirdiği Kıratı ile gitmeyi tercih etti.
İşte ülkesinin bu en zor döneminde Devlet büyüklerinden aldığı talimatla Kemah’ın Brastik köyü’nden o canyoldaşım dediği Kırat’ına binerek o zor şartlarda tek başına Erzurum’a gidip yaklaşık elli kadar Rus, Ermeniler’den oluşan korumalarının içinde büyük bir cesaret ve soğukkanlılıkla Karakin Pastırmacıyan’ı tek kurşunla vurmuş ve o ateş çemberinde Yüce Allah’ın bir mucizesi ile Kıratı sayesinde kurtulmuştur.
Erzurum umumi valisi Tahsin Üzer’in Aziz Ağa için söylediği şu sözleri de hatırda tutmak gerekir:
“Dünya tarihinde yeryüzüne gelip geçmiş en büyük halk kahramanı Aziz Ağa’dır.”
ERZURUM MERKEZLİ ERMENİSTAN RUYASINI BİTİREN ADAM
Yıllar Sonra Erzurumlu Hasip Efendi bu olayı şöyle anlatacaktı; Bir gün akşama doğru Karakin Pastırmacıyan’ın konakladığı Karargah’ın önünden bir Kıratlı hızla uzaklaşıyordu. Tepeden bakınca Kıratı üzerinde sanki kimse yokmuş gibi görünüyordu peşinde Rus ve Ermeni kuvvetleri yaylım ateşi açıyorlardı. Kırat bir müddet sonra düşman kuvvetlerinden uzaklaştı, kıratın üzerindeki kişi kendisini doğrultarak tekrar Kıratına bindi ve yoluna devam ederek kayboldu. Sonra Karaki Pastırmacıyan’ın öldürüldüğünü duyduk düşman çekildi Erzurum kurtumuştu. Sonra Valimiz Tahsin Bey bu Kıratlının Brastikli Aziz Ağa olduğunu söyledi”. Amerika’da yayınlanan Asparez Gazetesi Haberi Manşetten şöylı
veriyordu;
“Karakin Pastırmacıyan öldürüldü böylece Büyük Ermenistan rüyası bitti. Anadolu hızla Türkleşiyor”
Bu kanlı komitacının Ölümü üzerine, Kafkas Ermeni Cumhuriyeti’nde Başbakan Ohannes Kocaznoni tarafında üç gün yas ilan edilecektir.
Türk adı Taşıyan Ermeni şöhretler
Kitabın diğer bir ilginç yönü de Devlet yönetimi ile lisan, musiki, mimari, tiyatro, sinema alanındaki Ermeni simalarını bugüne kadar pek bilinmeyen yönleri ile anlatmasıdır.
(*)Tarihi Belgeler Işığında Ermeni Dosyası/ Engin Kanlıcaoğlu” Kendi yayını 392 s. Mayıs 2010
Yazan:Alaattin Ergün Tarih: Tem 1, 2011 | Reply
Sayın site görevlisi merhaba bütün yorumları okudum bir şey kafama takıldı bu Karakin Pastırmacıyan denen zatın mezarı nerdedir.Lütfen bir açıklama yapmanızı rica ediyorum.Erzurumda bir suikastle öldürüldüğü doğrudur.Eğer yurt dışında öldüyse mezarı nerdedir LÜTFEN CEVAP.
Yazan:Ramazan Akbudak Tarih: Oca 5, 2014 | Reply
Arkadaslar herkese merhaba.Bütün bu olaylar keske olmasaydi.Köküm Erzurum Nüsünkten.Dedemler doksan üc muhaciri.Omezalmi anlattiklari kis gecelerinde korkudabn uyuyamazdik.Insanlar nasil bir kinle ,canavarca duygularla dolu olmaliki böyle seyler yapabilsinler.Kazim Karabekir Gümrü antlasmasini yaparken yetkili Ermeniye sorar.Siz bu cüce boyunuzla nasil kalkip bu ülkeye bunlari yaptiniz?Düsünmedinizmiki bu millet ölmez,acisi kötü olur.Yetkili ermeni:Aldatildik pasam aldatildik.deer.Ben bizztErivan yakinlarindakibir inssatta calisanlarin yanina gittim.Cok güzel tas isciligi yapioyorlar.Cok yasli biri tasin üstüne oturmus onlara ders veriyor.Beni görünce Türkce Merha dedi.sasirdim.nerden biliyor benim Türk oldugumu diye düsünürken,Neresindensin Türkiyenin.Kayseri,Talasliyim dedim.Öyle bir ah cektiki sandim o zayif bedeni ikiye ayrilacak.Biz sucluyuz dedi,Ekmek yedigimiz kapiya hiyanet ettik ,Osmanlinin bir sucu yok dedi.Calisanlar merakla bizi dinliyorlar.Gencler biraz tuhaflasti.Ihtiyar,;Yeri yer degil cokkonusacaklarim var ama bunlar anlamaz.Mektepte ne ögretildi ona inanirlar.Osmanlidayken Insandik,insan yerine koyuluyorduk.Burada cok cektik,osmanli bize kilise bile yapardi.Burada hepsi yasak.bin dokuz yüz seksen yedide gördügüm bu ihtiyari hep hatirlarim.Ama keske hic biri olmasaydi.Bildigim kadari ile Tasnaksutyanlarla Ittiht cilarin aralari;Ittihatcilarin ;Sizde Ermenistanda,Erivanda suikast yapacaksiniz.dayatmasi ile bozulmus.
Yazan:Ramazan Akbudak Tarih: Oca 5, 2014 | Reply
Sunuda belirtmek istedim.Osmanli Ermenilere ödenmesi icinbes milyon Osmanli altinini Almanlarin Reichsbanka yatirmistir.Daha sonra bu altinlarin bir kismi Ingiltereye götürülür.Bir kismi ilde Amerikada Devlet tahviline yatirilir.Mary Terziyan adli bir Ermeni avkat Amerikan bankasini gecenlerde mahkemeye verdi.Talat pasa Berlinde Charletton sokaginda bir ermeni komitaci tarafindan sehit edildiginde Atattürk dolmabahcde idi.Ismet pasa Suikasti anlatti ve sordu;Pasam Cenazeyi Türkiyeyemi getirelim,yoksa Berlindemi topraga verelim?Atartürk Berlinde topraga versinler.Ailesi madur edilmesin.Daha acikcasi der Bizim Almanlarla daha acik bir hesabimiz var.Bence bu parayi kast etti.Hitler intihar etti diye sayia cikardilar.Halbuki o son ucakla Bunka(Gizlendigi karargah)Önce Alplere gidip yeni bir savunmahatti düsündü .Sonra Hanburgdaki son Deniz alti U_24 Arjantine gitti.Evita Peron öldügünde sahsi esyalarinin iicinde bayagi altin vardi.Bir cogunun üzerinde Memali Ali -yi Osmani yazili.Arzu eden arkadaslar derine inmeden düzeyden google de Osmanli altinlari Reichsbank bakabilirler.Alman Bundes arschivde Tehcire ait cok genis bilgiler var.
Yazan:Ramazan Akbudak Tarih: Oca 5, 2014 | Reply
Sayin Horasanli:Bulutlarin üzerinden asagi inin.Dünyada tek bir ülkevardir,Baska irkin yasamasina izin verilmez,Bu ülke Ermenistandir.Siz dahairkcilik ugrasindurun.Hirant Dinkin öldürülmesi hepimizi üzdü.Buhainler güya ülkeye faydali oluyrlar.Hiran bu ülkenin insani,Kökeni ne olursa olsun.Ama sizi anlamak icin galiba Koficüyüs olmak lazim.Hiran olayinda aniden ortaya firlayan,ellerine kimin verdigi belli olmayan;Hepimiz Ermeniyiz safsati satanlardansiniz galiba.Hatiriniz kirilmasinYarin ilan verelim Toplanip Alparslan adina herkesten özür dileyelim.Neden tabi varda kafanizdan gecirmiyorsunuz?Hacli katillerin ne isi vardi buralarda?Milyonlarca insan katlettilere.Vatikan önce özür dilemesi lazim.Ah dostum.Kelp kagni gölgesinde yatatmis ve ;Ne büyük gölgem var dermis.Yasadigin yeri sana kim birakti saniyorsun.?Takmisin kafani Koca akifin siirine Sen Alman milli marsini hic dinledinmi?Benimide soru.Adam iki adim öteyi göremiyor Almanca bilecek.Arkadas burasi Türkiye.Yüzlerce yil bizimle yasayan ,ayni kaderi paylastigimiz vatandaslarlahic bir sorunumuz yok olamazda.Ama sen Bir Erivana git nereden geldigini söylebir günde sinirdasin Tabi sag kaldi isen.