Hristiyanlar Türkiye’de Özgür mü?
By Adil Yapar on Şub 18, 2009 in Çeviri, Hristiyanlık, Laiklik, Militarizm, Milliyetçilik, Modernleşme, Özgürlükler, Türk faşizmi, Ulus-Devlet, Ulusalcılık, vicdan
Tanrının Kulları Dağında Fırtına
Hannoversche Allgemeine Gazetesi (Almanya), 13 Şubat 2009, Cuma
Yazan: Gerd Höhler – Almancadan çeviren: Adil Yapar
Midyat. Adı ‘Tanrının Kulları Dağı’ anlamına gelen Tur Abdin dağında ayaz esiyor. Bu ıssız ve kurak dağlık bölgede toz bulutları kaldırarak esen rüzgâr kendini cılız çalıların içinden geçerken çıkardığı seslerle duyuruyor. Tur Abdin dağı, Güneydoğu Anadolu’da Mardin ilinden başlayarak Suriye sınırı boyunca doğuya uzanmaktadır. Burada yükseklerde bulunan Mor Gabriyel (Aziz Gabriyel) manastırının duvarları, bu ıssız topraklarda düşmanlarına kafa tutmak istercesine yükseliyor. Bu manastır dünyanın en eski Hıristiyan manastırlarından biridir. Duvarları ve çanlıkları yöreye has sarı kesme taştan imar edilmiş olan bu manastır, bugünlerde Güneydoğu Anadolu’da esen ayaz fırtınalardan daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır.
Manastırın çevresinde bulunan hemen üç tane Kürt köyü ve ayrıca Türk Devleti, manastıra ait toprağın önemli bir kısmının mülkiyet haklarına göz dikmiştir. Manastır ayrıca başka suçlamalarla da itham ediliyor: Manastırın yasadışı misyonerlik faaliyetleri gütmekte olduğu veya Mor Gabriyel’in yıkılmış bir caminin temelleri üzerine kurulmuş olduğu yönünde. Halbuki Muhammed İslam’ı yaymaya başladığında, bu manastır henüz 200 yıllık bir geçmişe sahipti. Mor Gabriyel rahiplerine göre, esas hedef manastırın sahip olduğu topraklar değildir. Türkiye’de ayakta kalmış son manastırlardan birinin varlığı ve bununla birlikte Süryani-Ortodoks Cemaatinin varlığı söz konusudur. Manastırın başrahibi Metropolit Timoteus Samuel Aktaş, “Her şeyimizi istiyorlar, önce toprağımızı, sonra manastırımızı.” diyerek, sözlerini “Müslüman halk ve devlet, buradan gitmemizi istiyorlar”, diye tamamlıyor. Rahip endişelidir. Ellerini hiç durmadan masanın üzerinde oynatıyor. Yaklaşık bir düzine ziyaretçi manastırın beyaz badanalı küçük bir odasında bir araya gelmiştir. Esen rüzgâr manastırın kapı ve pencerelerinde kendini duyururken, oda eski bir sobayla biraz ısıtılmaya çalışılıyor. Birçok değişik ülkede yaşayan Süryani-Ortodoks kiliseye mensup gurbetçi, manastıra gelmiştir. Çünkü önemli bir gün yaklaşmaktadır. Midyat Asliye Hukuk mahkemesinde, manastırın toprakları ile ilgili iddialar görüşülecek. “Toprak ihtilafı sadece bir bahanedir”, diyen manastır müdürü Kiriyakos Ergün, “Süryaniler bu şekilde sindirilmeye çalışılıyor.”, diye ekliyor. Zaten korku içinde yaşıyorlar. 2006 yılında Trabzon’da öldürülen Katolik papaz Andrea Santoro veya bir sonraki yıl Malatya’da işkencelerle öldürülen üç Hıristiyan misyonerin akıbetleri buradaki herkesin bilincine kazınmıştır.
Milattan sonra 397 yılında kurulmuş olan Mor Gabriyel manastırı, Güneydoğu Anadolu’da yüz binlerce Hıristiyan’ın yaşadığı dönemden kalma bir ibadet yeridir. Manastırın bulunduğu dağa Tanrı Kullarının Dağı anlamına gelen Tur Abdin denmesinin nedeni, burada bir zamanlar seksenden fazla manastırın bulunmuş olmasıdır. Bunlardan sadece altısı günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Mor Gabriyel ise, bunların arasında en büyüğü ve aynı zamanda en önemlisidir. Mor Gabriyel’in rahipleri, 1600 yıldan beri Aramî dilinde okuyup dua ediyorlar, yani İsa’nın konuşmuş olduğu dilde. Bundan dolayı Süryanîler kendilerine Aramî de demektedir. Hıristiyanlığın Tur Abdin’de en yaygın olduğu dönemde burada yaklaşık iki bin rahip ve rahibe yaşamıştır. Bugün ise bu sayı sadece 17’dir. Bunlardan başka iki düzine hizmetli, bunların aileleri ve manastırda eğitilen 30 ruhbanlık talebesi burada yaşamaktadır.
Bölge genelinde olduğu gibi, manastır da çalkantılı bir geçmişe sahiptir: Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar ve İslam orduları Tur Abdin dağını art arda fethetmişlerdir. Mor Gabriyel defalarca yağmalanmış ve tahrip edilmiştir. Hıristiyan dinine mensup Ermeniler gibi, Osmanlı Devletinde yaşayan Süryanîler de Birinci Dünya Savaşı sırasında baskı ve sürgün kurbanları olmuştur. Buna rağmen 1970’li yılların başında bölgede hala yaklaşık 250 bin Süryanî vatandaş yaşamaktaydı. Ancak takip eden yıllarda bunların çoğu – bazıları ekonomik nedenlerle, bazıları fanatik Müslüman’ların saldırılarına maruz kaldıkları için veya özellikle 1990’lı yıllarda kızışan Kürt sorunundan dolayı bölgede yaşanan savaş yüzünden Batı Avrupa’ya göç etmiştir. Silahlı çatışmalar azaldıktan sonra özellikle 2002 yılından sonra bölgeye dönüşler başlamıştır. Türkiye Hıristiyanlarının güven beklentisine neden olan Türkiye-AB perspektifinden de cesaret alarak, yaklaşık 30-40 tane Süryanî ailesi gurbetten geri dönerek yeniden vatanları olan Tur Abdin’e yerleşmiştir
Geriye dönenler Mor Gabriyel manastırına yeni canlılık kazandırdı. Ne var ki, Süryanîlerin “İkinci Kudüs” dedikleri Mor Gabriyel şimdi yeni bir tehlike ile karşı karşıyadır. Yayvantepe, Eğlence ve Candarlı isimli civar köylerin muhtarları manastıra ait araziler için dava açmış, yüzyıllardır kabul edilegelmiş sınırları sorgulamaktadır. Adı geçen köyler bu arazileri otlak ve mera olarak talep etmektedir. Manastır’a ait başka topraklar ise, devlet tarafından orman arazisi olarak tanımlanmıştır – buysa istimlâk anlamına gelir.
Söz konusu duruşmaların yapılacağı gün, yüzü aşkın insan Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi binasının önünde toplanmıştır. O günkü duruşma, davanın üçüncü celsesidir. Mahkemeye gelenler sadece civar köylerin sakinleri değildir, çok sayıda yabancı gözetimci de burada. Avrupa Birliği, İsveç, Finlandiya ve Hollanda’dan birer bayan diplomat ile temsil edilmektedir. Buysa manastır toprakları davasının Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği yolunda bir sınama olduğunun göstergesidir. Midyat’ta görüşülen dava, salt bir toprak davası olmaktan öte, aynı zamanda azınlık hakları ve inanç özgürlüğü ile ilgilidir.
Diplomatlar mahkemeye alınsa da, diğer ziyaretçilerin çoğu dışarıda kalmak zorundadır. Mahkeme salonunda bulunan 10-12 sandalye, dava tarafları için bile kafi değildir. Yeşil yakalı hâkim cübbesini giymiş olan Yargıç Kamil Bey’in önünde iki tomar pembe renkli dosya durmaktadır. Salonun bir ucunda duvarda “Adalet Devletin Temelidir” diye yazar. Hemen üstünde cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün büstü bulunur. Yargıç Kamil Bey sabırsızca koltuğunda oturuyor. Salonundaki bu kalabalıktan hiç hoşlanmadığı her halinden belli. İlk olarak tüm basın mensuplarını mahkeme salonunun dışına gönderiyor. Buysa Türk yasalara göre de açık duruşma tanımına aykırı bir durumdur.
Dışarıda duruşmanın sonucunu sabırsızlıkla bekleyenlerin arasında 19 yaşındaki İshok Demir de vardır. Kendisi İsviçre’nin St. Gallen kentinde doğmuş ve bir kaç yıl önce tüm ailesi Tur Abdin dağına geri dönmüştür: “kökenimize”, diyor, İshok. Yıllar önce terk edilmiş eski Kafro köyünün harabelerinin yanında, geri dönen yaklaşık 20 aile yeni Kafro köyünü inşa etmiştir. Yeni yapılan köyde yer alan büyük villalar, bu insanların Avrupa’dan atalarının vatanına elleri boş dönmediklerinin göstergesidir.
İshok bize, “Biz iyiyiz, burada mutluyuz – ama şimdi manastırla ilgili olup bitenler hepimizi endişelendiriyor, çünkü Mor Gabriyel bizim merkezimizdir”, diye açıklıyor. Küçük bir kızken ailesi ile birlikte Tur Abdin’den Hollanda’ya kaçmış olan Attiya Gamri ise, “Bu dava sadece bir toprak davası değildir”, diyor. Artık yeni vatanı olan Hollanda’da siyasetçi olan Gamri, ilk defa eski vatanına dönüyor. “Bu manastır sanki Türkiye ve Avrupa’da yaşayan Süryanî Hıristiyanlar için bir köprü gibidir – ve şimdi bu köprüyü yıkmak isteyenler var.”, diyor. Gamri, davayı açan üç köy muhtarının sadece kukla olduğunu düşünüyor: Kendisine göre bu davanın arkasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın islami-muhafazakar hükümeti vardır. “Bunlar dünyanın en eski miraslarından birini yok etmek istiyorlar.”, diyor. Bu arada davalara bir yenisi daha eklendi. Davacı ise bu sefer Devlet Hazinesi. Hazine 12 parsel manastır toprağı daha talep etmektedir, hem de bunlardan sekizi manastır duvarlarının içinde yer aldığı halde. Baskı gittikçe artırılıyor.
Yargıç tarafından dışarıya gönderilen basın mensupları pek bir şey kaçırmazlar. Duruşma 15 dakika sürdükten sonra sona ermiştir. Duruşma tekrar ertelendi, bu sefer 4 Mart 2009 tarihine. Metropolit Timoteus iç çekerek, “Bu böyle aylar sürebilir, belki de yıllar.” diye hayıflanıyor. Manastırın bir penceresinden, mahkemenin kime vereceğini bilmediği kurak tepelere bakar. Yaşlı rahip, “Buradaki topraklar çok güzel – ama ne yazık ki insanlar güzel değil”, diye üzüntüsünü dile getiriyor.
Dini Azınlıklara Özgürlük Yok
Türkiye Cumhuriyeti’nin 72 milyon vatandaşı arasında sadece çok küçük bir azınlık teşkil etmelerine rağmen, Hıristiyan ve diğer gayrimüslimler, halkın %98’i Müslüman olduğu Türkiye’de yoğun baskı altında yaşamaktadır. Zira Türkiye Cumhuriyeti anayasasının garanti ettiği inanç özgürlüğünü günlük hayatta görmek mümkün değildir. Merkezi Ankara’da bulunan Diyanet İşleri Teşkilatı Müslümanlara bile İslam’ı nasıl yorumlamaları gerektiğini dikte etmektedir. Gayrimüslimler dinlerini kişisel olarak ifa etmekte serbest olsalar bile, bunu toplu halde yapmak çok, çok zordur – özellikle tapınak ve ibadethanelerin kurulması hala bin türlü engellerle zorlaştırılmaktadır.
Bir zamanlar Musevî, Hıristiyan ve Müslümanlar gibi değişik kültürlerin kaynaştıkları bu toprakların sahip olduğu dinsel ve kültürel çeşitliliği göz önünde bulundurulduğunda, Ankara’nın bu dinsel monokültür politikası daha da tuhaf gelmektedir. Ancak ne var ki, birinci dünya savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin rengârenk dinsel çeşitliliği önemli oranda giderilmiştir: Yunanistan’a ait Batı Trakya bölgesinde yaşayan Türk Müslümanlar, Anadolu’da yaşayan Ortodoks Rumlar zorunlu göç ettirilmiş, sayısız Hıristiyan ve Musevi o zamanlar İngiliz Mandasında bulunan Filistin topraklarına göç etmiş, yüz binlerce Ermeni ise ölüm yürüyüşlerinde Suriye çöllerine gönderilmiştir.
Günümüz Türkiye’sinde hala 47 ayrı etnik grup yaşıyor olsa da, bunlardan çok azı kendilerini açıkça gayrimüslim olarak addetmektedir. Çünkü Ermeni, Rum veya Süryani olarak kendini ifşa edenlere, memurluk kapısı kapalı olur ve vatan haini olmakla suçlanma ihtimali yüksektir. Ayrıca Musevilerin de, İstanbul’da yaşayan Fener Rum Patriği I. Bartolomeos’un dini lideri olduğu Ortodoks Rumların da Türkiye’de ruhban eğitimi veren kurumları yoktur.
Bu şartların sonucu göç olmuştur: İstanbul’un nüfusunun yalnızca yedi yüz bin olduğu 1950’li yıllarda, her iki İstanbulludan sadece biri Müslüman’dı. Bugün nüfusu 15 milyon olarak tahmin edilen metropolde dini azınlıkların bildirdiklerine göre sadece yaklaşık 5 bin Hıristiyan ve 2 bin Musevî yaşamaktadır. Türkiye’de yaşayan dini azınlıklara mensup vatandaşların toplam sayısı ise, azınlık temsilcilerini tarafından 120 bin Hıristiyan ve 22 bin Musevî olarak bildirilmektedir; Musevî cemaatleri İstanbul’un dışında, yaklaşık 2 bin Musevî’nin yaşadığı İzmir’de odaklanmaktadır. Katolik bir papaz olan Peder Felix Körner’e göre, “Elinde imkânı olan ülkeyi terk ediyor.”
Uzun yıllar Ankara’daki Hıristiyan Cizvit Tarikatında yaşamış ve faaliyet vermiş olan ve artık Vatikan’a bağlı Gregoriana Üniversitesi’ne atanmış olan Peder Körner, batıda yaygın olarak AKP hükümetine karşı dile getirilen toplu şüphelere katılmamaktadır. Pedere göre, “Hıristiyanlar, Atatürkçü-Milliyetçi kesimlerdense, gerçek Müslümanların arasında daha rahat yaşayabiliyor.” Peder, “Bu Kemalist çevreler için başörtüsü provokasyon demektir, haç ise, Türklüğün sonu anlamına gelir.”, diyor. Kendisine göre AKP hükümeti altında yasal koşullar Hıristiyanlar için önemli oranda düzelmiştir. Ancak inanç özgürlüğü konusunda uygulamada hala eksikler vardır. AB’nin Türkiye’de birçok alanda yakındığı yasa hükümleri ile yasal uygulama arasındaki uçurumlar, şimdi Mor Gabriyel manastırı ile ilgili davada da açıkça görülebilir. Din ve inanç özgürlüğü teminat altındadır – ancak ne yazık ki sadece kâğıt üstünde.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.
Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
8 Yorum
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Şub 18, 2009 | Reply
Alman gazetelerinde böyle haberleri devamli okurum. Olayin ilginc tarafi neden hep AB giris icin Türkiyedeki Hristiyanlara hak isteniyor?? Adamlar cikip Türkiye AB girmek isterse Hristiyanlarinin hakkini versin. Ehh daha ne?? Yani Türkiye AB girmesse Hristiyanin hakkini vermeyecekmi? Inanc ve temel insan haklari herhangi bir sarta baglanamaz. Türkiye veya herhangi baska bir Devlet AB girse ve girmesede bütün Irk ve dini özgürlükle cagdas yasama göre vermesi gerekir hatta saglamasi lazim.
Bazi Alman kesimlerin sanki Insan haklarini ve inanc özgürlügü kendi icatlari gibi lanse etmesi ve kendi tekelinde göstermesi cok utanc verici. Almanyada 70 sene olan olaylari hic göz önünde tutmayalim.
Almayadan hic bir Süryani gönüllü olarak Türkiyeye dönmedi.Cogu zaman Türkiye uyruklu insanlarin Iltica talebi kabul olmadigi icin bazi insanlar uyrugunu Lüblanli olarak vermis.Tabii bunu Alman devleti seneler sonra tespit ettigi icin böyle kisileri yurt disi yapiyor.Hemde Almanyanin Hannover Valiligi bu islemde öncülük yapar.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 18, 2009 | Reply
Bu davayla ilgili haber basına yansıdığında,köy muhtarlarından birinin başsavcılığa verdiği dilekçe dikkatimi çekmişti en çok.İnsanın kanını donduran dilekçede şunlar yazılmıştı:
“Sizler, ‘Ormanlarımdan bir dal kesenin kafasını keserim’ diyen Fatih’in torunlarısınız. Bir piskopos papazın kafasını kesmek değil de işgal ve talanına engel olmalısınız.”
Bunun üzerine daha ne yazılabilir bilmiyorum.
Yazan:Adil Yapar Tarih: Şub 18, 2009 | Reply
Bahsettiğiniz tutum, Avrupa’nın Türkiye’ye karşı sürekli olarak takındığı bir tutumdur, haklısınız. Bu yazıyı çevirmemdeki esas maksadım ise, Türkiye’nın bir türlü vazgeçemediği kendi çirkin tutumlarından birine dikkat çekmekti. Süryani kilisesi Hıristiyanlıkta en eski ve en köklü kiliselerden biri olup, Hıristiyanlığın beşiğine en yakın olanıdır ve aynı zamanda Hıristiyanlıkta 325 yılında İznik konseyinde kabul edilen teslis inancına en uzun direnmiş olan kilisedir. Süryani kilisesi bir Türk kilisesi olduğu için, ülkemin cevherlerinden birini teşkil ettiği için gurur duyuyorum.
Yazan:abdulKADİR Tarih: Şub 19, 2009 | Reply
Türkiye’de dini yönden azınlıklar özgür değil de, çoğunluk özgür mü sanki? Yazarın da belirttiği gibi bir ”diyanet muamması” var, o bile ”tek tipçi” ve müslüman çoğunluğun haklarını bilfiil sağlayamıyor.
Durum bu olunca sivil dindarların, ister müslim olsun ister gayri müslim, hakların elde edilmesi ve toplumu çürüten ahlaki yozlaşmayı önleme yolunda bir de din dışı yaşantıya karşı çıkma noktasında ortak hareket etmek mecburiyeti doğmaktadır. İnsanımız bu bilince ulaşır ve bu yolda gayret sarfederse yine önceden olduğu gibi üç din mensuplarının barış ve özgürlük içinde yaşadıkları günleri görmek hiç te hayal değildir.
Yazan:Ahmet Cem Özen Tarih: Şub 19, 2009 | Reply
Türkiye’de dini özgürlükler konusundaki sorunlarımızı çözene kadar bu tip dış tacizlere maruz kalacağımız muhakkaktır.
Sorunun çözümünü Osmanlı’da değil modern demokrasilerde aramak işimizi kolaylaştıracaktır.
Yazan:Hasan Tarih: Şub 23, 2009 | Reply
Türkiye’de dini açıdan özgür olan bir toplum var mı ki? Müslümanlar bile baskı altında. Ancak ülkenin çoğunluğu onlarda olduğu için bir nebze rahatlar. Sonuçta devletin elinin değemediği yerler de var bu ülkede.
Hristiyanlar şehirlerde, zengin semtlerde gayet rahat. Ama Anadolu kentlerine indikçe bu rahatlık bozulacaktır. “Anadolu hoşgörüsü” dediğimiz aydın avuntusu çok eskidendi, birlikte yağmur dualarına çıkılan günler geride kaldı artık.
Ancak bence asıl zorluğu Ateistler çekiyor.
İnternete bakın.. Bütün ateist siteler teker teker kapanıyor. En son Richard Dawkins’in de sitesi kapatıldı. Sebep? Hakaret. “Allah yok” inançlara hakaret bu ülkede! Gülsek mi, ağlasak mı?
Turan Dursun sitesi de bu şekilde kapatıldı. Ancak sonra sahipleri bir hukuk mücadelesi başlatıldı ve site tekrar yayına girdi.
Bu sitelerin kapatılmasında internette etkin bir güç olan Harun Yahya ve topluluğunun etkisi var.
Dawkins’in sitesi onların şikayetleriyle kapatıldı.
Öte yandan tüm sitelerde ateizme, materyalizme, Darwinizme yakışıksız ifadeler gırla gidiyor. Çoğunluğun hukuğun işleyişine pratik etkisi bu olsa gerek. Çünkü bu sitelerden hiçbiri erişime kapatılmıyor.
Yani bu memlekette Hristiyanlardan önce Ateistlerin özgürlük sorunu var.
Yazan:Hristiyanlık Tarih: Oca 15, 2011 | Reply
Makalenizi geç fark ettim, geç de olsa bir Türk Hristiyan olarak size teşekkür ederim.
Yazan:tuncay sümer Tarih: Mar 19, 2013 | Reply
süryani kilisesinden olan arkadasin yazisi ilgimi cekti ben incile meyilliyim fakat hic bir kiliseye bagli degilim arkadas teslis ögretisine degindi hakiki kilisede bunun olmadigini dile getirdi demek incil bunu ögretmiyor ikincisi vahiy bap.2o okunursa orada cehennemin olmadigi ortaya cikiyor zaten sevgi dolu bir tanri bunu nasil yapabilir.saygilarimla.