Kürt Milliyetçiliği, Ermeni Milliyetçiliği ve Osmanlı
By Sever Isik on Şub 18, 2009 in Ermeniler, Militarizm, Milliyetçilik, Modernleşme, Ortadoğu, Osmanlı, Ulus-Devlet
Kürt şair Heci Qadir Koyi (ölm. 1897) aşağıya alıntılayacağımız şiirinde, modern Kürt milliyetçiliğin ilk örneği sayılabilecek milli bir duyarlılık ile, 19. yüzyılın son çeyreğinde Kürdistan’ın Ermenistan olması korkusunu dile getirmiştir. Kürdistan’ı bağımsız bir devlet olarak birleştirmeye girişen Şeyh Ubeydullah ise buna izin vermeyeceğini belirtmiştir. Berlin anlaşmasından sonra hem Osmanlı hem de Kürtler arasında pekişmiş olan “Ermeni devleti korkusu” hem Kürt liderlerin hem de Osmanlı politikasının ana belirleyicisi olmuştur. Yazının amacı Kürdistan’ın Ermenistan olması/yapılması korkunun sonucu Kürdistan’ında yaşananların izini sürmek ve bu korku üzerine bina edilen gerilimli Osmanlı-Kürt işbirliğinin mahiyetini kavramaktır.
Modern manada Kürt milliyetçiliğinin doğuşunu tetikleyen olay Osmanlı’nın merkezileştirme politikalarından çok, örgütlü ve faal Ermeni milliyetçiliği olmuştur. Ermeni ulusal faaliyetleri Kürtlerin “kendilik ve ötekilik” bilinçlerinin keskinleşmesini sağlamıştır. Bahis mevzuu olan dönemde Ermenilerin kültürel, iktisadi, siyasi konum ve yapıları ile özellikle milliyetçi faaliyetlerinin Anadolu ve Avrupa’daki örgütlülüğü, Avrupa kamuoyunu etkileme ve faaliyete geçirme kapasitesi , hem Osmanlı hem de Kürtleri rahatsız etmektedir.
Ermeni sorunu, Kürtlerin Osmanlı ile olan sorunlarının şiddet ve gerilime dönüşmesini bir sürede olsa ertelemiş en azından “Ermeni Meselesi”ne oranla ikincil kılmıştır.
Burada dönemde genel olarak Kürtlerin ve Osmanlıların çıkarlarının tarihsel olarak çakıştıklarını söyleyebiliriz. Sultan Abdülhamit döneminde Kürtlerle tesis edilen ittifak, ittihatçılarla yaşanan gerileme rağmen, büyük oranda cumhuriyetin kuruluşuna kadar devam ettirildi.
Bu Osmanlı-Kürt birlikteliğini, 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim döneminde, İdris-i Bitlisi öncülüğünde gerçekleşen Kürt-Osmanlı ittifakına benzetebiliriz. Birincisinde, Şiiliğin ideolojik/mezhebi motivasyonu ile yayılım gösteren Safevi egemenliği “tehlikesi” ile karşılaşan Kürtler, kimliğin din üzerinden tanımlandığı bir dönemde, kendileri birinci dereceden önemli olan Sünni/şafi kimliklerini korumak için Sünniliği, Şii/Safevi karşıtı ideolojik yayılım için seferber eden Osmanlıyı tercih ettiler. Osmanlı Safevi çatışmasında politik amaçlar ve dini gerekçeler iç içe geçmiştir. Yazının konusu olan bu ikinci birliktelikte ise Kürtlerin amacı, “Kürdistan’ın Ermenistan olmaması”dır.
II.
Osmanlı devleti 19. yüzyılda takip ettiği “modernleşme ve merkezileşme” politikası sonucu otonom Kürt beylerini tasfiye etmeye girişti. Güçlü bir direniş ile karşılamış olmakla beraber Kürt beylikleri tasfiye edildi. Fakat bu tasfiyeden umulan amaç olan “merkezin güçlendirilmesi” başarılamadığı gibi bölgedeki “mirlik”lerin yıkılması ile oluşan iktidar boşluğu daha büyük düzensizlik, kanunsuzluk ve kaosa sebep oldu. Bölgeye gönderilen yöneticiler bölgeyi tanımadıkları gibi, sosyolojik yapının sonucu olarak, halk nazarında meşru liderler orakta görülmediler. Sonuçta, Osmanlı hükümeti serbest kalan aşiretlerin üzerinde ve Kürdistan’ın uzak bölgelerinde nüfuzunu kuramadı. Osmanlı hükümetinin Kürdistan’da yalnızca “hayali hakimiyet”i vardı (Avyarov, 145 ).
Kürdistan’daki bu aşiretler üstü otonom Kürt beyliklerin tasfiyesine eşlik eden diğer bir süreç ise, ortaya çıkan otorite boşluğunu dolduran şeyhlerin, dini/dünyevi liderler olarak ortaya çıkışıdır. Mirlerin bıraktığı iktidar boşluğunu şeyhler doldurdular. Orta çıkan bu şeylerin içinden Şemdinan şeylerinden Şeyh Taha’nın oğlu şeyh Ubeydullah 19. yüzyılın ikinci yarısında eşsiz dini ve dünyevi lider olarak sıyrılmayı başardı.
1877- 1878 Osmanlı Rus savaşında Şeyh Ubeydullah Kürt aşiretlerinden oluşan 60 bin kişilik bir kuvvetin komutanı olarak iştirak etti. Savaş Kürdistan da büyük bir yıkım yarattı. Yetişkinlerin savaşa alınması, ağır vergiler ve ardından gelen yenilgi ekonomik yıkıma, açlığa ve sefalete sebep oldu (Jwaideh, 145; Celil, 55-60).
Şeyhin şikâyetçi olduğu Osmanlı ve İran’ın bölgedeki kötü idareleri yaşamı zorlaştırırken, siyasal atmosferin daha da gerginleşmesine sebep oldu. Şeyh Ubeydullah’ın huzursuzluğunu pekiştiren ve isyanına sebep olacak olaylardan biri de bölgede bir Ermeni devletinin kurulacağı söylentisidir. Zira Kürtler ve Ermeniler aynı topraklar üzerinde yaşamaktaydılar.
Kürtlerin, ve tabii ki Osmanlının, korku ve kaygısını tahkim eden Berlin antlaşmasının Ermeni meselesi ilgili 61. maddesi şöyledir. “Osmanlı Devleti Ermenilerin sakin olduğu eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder.” Antlaşmadan sonra bölgeye İngilizlerinde gelmeye başlaması Kürtleri büsbütün endişelendirmiştir (Jwaideh, 156).
III.
Abdülhamit döneminde, İstanbul’da bulunan Kürt şair Heci Qadir Koyi bir şiirinde şöyle der:
Xaki Cızir u Botan, ye’ni willati kurdan
Sed heyf u sed mıxabın deyken be Ermenistan
Hiç xireték nemawe sed car qesem be Qur’an
Peyda bé Ermenistan naméné yek le kurdan (Koyi, 82)
Cizre ve Botan yani Kürtlerin Yurdunu
Ermenistan yapacaklar, yüzlerce kez yazık
Kur’an’a yüz kez ahd olsun ki hiç gayret kalmamış
Hele kurulsun Ermenistan, Kürtlerden tek kişi kalmaz.
Oysa gerçek hiçte Heci Kadir Koyi’nin yakındığı gibi değildir. 1880’de isyan ederek ile Kürdistan’ı birleştirme ve bağımsızlaştorme teşebbüsünde bulunan Şeyh Übeydullah’ın bir Türk memuruna serzenişi bu ruh halini açıkça yansıtır; “Bu duyduklarımda ne, Ermeniler Van’da bağımsız bir devlet kuracaklarmış ve Nesturiler de kendilerine İngiliz tebaası ilan edip İngiliz bayrağını yükselteceklermiş. Kadınları silahlandırmak zorunda kalsam da buna asla izin vermeyeceğim.” Şeyh Ubeydullah’ın gösterdiği hassasiyeti ve tepkisel tavrını anlamak zor değildir. “Berlin Antlaşması ile Ermenilere vaat edilen iyileştirme reformlar muhtemel bir Kürt devletinin imkansızlığını ima ederken aynı topraklar üzerinde kurulacak Ermeni devletine dair olumlu izlenimler taşımaktadır (Jwaideh, 157). Osmanlılar ve Kürtleri dışlayarak Ermenilere beklenmedik şekilde ayrıcalıklar verilmesi Kürtlerin Hıristiyanlara ve reformların ve reformların garantörü hükümete karşı birleşmesini mümkün kılmıştır (Jwaideh, 151). Şeyh Ubeydullah bu zorluklardan çıkış yolunu bölgedeki Türk ve İran etkinliğinin kırılması ve Kürt- Hıristiyan (Kürt, Ermeni, Nesturi) yakın işbirliğinin kurulmasında görmektedir. Ayrıca şeyh Kürtlerin aleyhine yapılan propagandadan da rahatsızdır.
Tüm bu sebeplerin bir araya geldiği ve etkili olduğu konjonktürde Şeyh Ubeydullah Kürdistan’ı birleştirerek bağımsız bir Kürt devleti kurmak için 1880′ de harekete geçti. Çünkü ona göre “Kürdistan hiçbir yıkıcı bahane ile ertelenmemesi gereken birleşme zorunluluğu ile karşı karşıyadır” (Şeyhin Dr. Cochran’a mektubu için bkz. Celil, 129).
IV.
1879’da Şeyh’in birlikleriyle Osmanlı kuvvetleri karşı karşıya gelmişse de, her iki taraf da bir birinden faydalanma arzusunda olduğundan, küçük çatışmalardan sonra, kısa sürede anlaşmaya varılır. Şeyh Sünni Osmanlı halifesinin desteğini de alacağını düşünerek öncelikle daha zayıf olduğunu gördüğü Şii İran’a üzerine yürür. İran seferine dini bir görünüm vermeye çalışır ve Sünni Müslümanları, Kürtleri, korumak için cihad ilan eder (Péşeng, 1). Böylece Şeyh Ubeydullah katıldığı Osmanlı-Rus savaşlarında Ruslara yönelmiş cihat coşkusunu Şii İran’a yönlendirdi.
1880 Ağustosunda bir çok aşireti, buna bir çok Arap ve Hıristiyan dahildir, yanına çekmeyi başaran Şeyh ve oğlu Abdülkadir komutasındaki birlikler Savacbulak’ı da alarak Tebriz’e yönelir. Büyük devletlerin devreye girmesi ve Osmanlının Rus müdahalesi korkusu ile sınırları kapatması sonucu isyan başarısızlıkla sonuçlanır. Şeyh Avrupa’nın, özellikle İngilizlerin desteğini almaya çalıştı (Celil, 97) ise de başarılı olamadı. Çünkü bölgede bir Kürt devletinin varlığını kendi dış politikaları açısından yararlı bulmuyorlardı.
Önceleri isyana olumlu bakar gibi olan Osmanlı ise sonunda İran’ın, Rusları yardıma çağıracağını ve bunun için Azerbaycan’a feda etmeyi göze aldığını söylemesi Osmanlının tavrını değiştirmiştir (Péşeng, 4). Osmanlı belgelerine göre Osmanlının isyan karşısındaki yaklaşımı ve tutumu şöyledir.
- Osmanlılar, uzun yıllardır bölgede yaşanan karmaşayı önlemenin ve Kürt aşiretlerini kontrol altına almanın tek yolunun Şeyh Ubeydullah gibi bölgede çok etkin ve nüfuzlu birini yanlarına çekmek olduğunu düşünmektedir.
- Bölgede İngiliz ve Rusların kurdurmak istediği düşünülen Ermeni devletine karşı yine tek kozunun Kürtler ve onları kontrol edebilecek Şeyh Ubeydullah’ın olduğu kanısındadır.
- Ancak Şeyh’in bu desteği yanlış anlayıp bölgede birleşik ve büyük bir Kürdistan kurma hayaline kesinlikle sıcak bakmamaktadır.
- Şeyh’in İran’a karşı giriştiği harekat konusunda ısrarlı olmasına karşıdır. Çünkü Rusya ve İngiltere’nin bölgeye müdahale edebileceğinden korkmaktadır. Bu nedenle Şeyh’in İran’a saldırısı sırasında, sınırlarını kapatarak İran’a yardımcı olmuş, ancak isyandan sonra şeyhle olan iyi ilişkilerini sürdürmeye çalışmıştır. Hatta öyle ki isyandan sonra savaşta yaralanan Şeyh’in adamlarına maaş dahi bağlamıştır (Akpınar, Bilir, sebüktegin).
Şeyhin birleşik Kürdistan fikrine karşı olan Osmanlın, Ermenilere karşı şeyhten istifade etmeyi ve reformları işlevsiz hale getirmeyi düşündüğü yabancı diplomatlarında gözünden kaçmamıştır; “Kürtlerin İran’a karşı ayaklanmasında Osmanlı parmağı olamaz mı? İmparatorluk iç ilişkilerindeki yeni gelişmeleri bahane ederek Berlin konferansında Ermenistan için alınan karaları ihlal etmeyi mi umuyor? İstanbul’daki diplomatlar Kürtleri bir zamanlar Montenegro meselesinde Arnavutları kullandıkları gibi kullanmayı mı amaçlıyorlar. Bütün bu sorular belki de kısa zamanda yanıt bulacak” (Jwaideh, 183).
Osmanlının izlediği politika, bıçak sırtında yapılan bir incelikli politikadır Şöyle ki; Osmanlı yönetimi şeyhin faaliyetlerinin Berlin Anlaşması’nın Ermenilerle ilgili yapılmasını öngördüğü reformları boşa çıkarmasından son derece memnundur. Zira Osmanlı, batılı devletler tarafından kendisine dayatılan fakat, uygulamak istemediği “ermeni reformları”nı yabancı devlet müdahalesi korkusu ile bizatihi devre dışı bırakamamakta, açıkça karşı koymamaktadır. Osmanlının korkusu bölgenin “Balkanlaşma”sıdır. Ermeni ulusalcıların arzuladığı bu Balkanlaşma süreci, Osmanlılar tarafından ne olursa olsun durdurulmak istenmektedir. Ve Osmanlı, Berlin Anlatmasından sonra dış güçlerin, Yunanistan’ı bağımsızlığa götüren süreç/yöntemi Ermenilere uygulanmaya çalıştığı düşüncesindedir. Bu yöntem kısaca şöyledir; isyan, Avrupa devletlerinin müdahalesi ve reform; isyan, Avrupa devletlerinin müdahalesi ve muhtariyet; isyan, Avrupa devletlerinin müdahalesi ve bağımsızlık.
Dolayısı ile devlet reformların işlevsizleştirilmesi konusunda Kürtlerden faydalanmayı düşünmektedir. Çünkü bu şekilde reformların işlevsizleştirilmesi Avrupalılara ve Ruslara daha kolay izah edilebilecek ve eleştiriler Kürtlere yönlendirilecektir.
Fakat, diğer taraftan Osmanlı şeyhin tüm bölgeye, örneğin, İran Kürdistan’ına, müdahalesinin Rusların müdahalesi ile sonuçlanmasından korkmaktadır. Fakat diğer taraftan Osmanlı Şeyhin Rus ve İran sınırında güçlü bir tampon bölge oluşturmasından fayda ummuştur ve tabii ki şeyhin asıl hedefi olan birleşik bağımsız bir Kürdistan fikrine de tümden karşıdır. Fakat şeyh akılcı bir politika güden Şeyh, bölgenin Ermeni ve Nesturi Hıristiyanlarınında desteğini almaya çalıştı ve Osmanlıdan önce daha kolay bir hedef olarak gördüğü İran’a üzerine yürüdü. Şeyh bu seferde Şii İran’a karşı Sünni Osmanlı hilafetinin desteğini alacağını ummuştur. Sultan Abdülhamit’in Panislamist politikaları dikkate alındığında Şeyhin hesapları makuldür fakat, çok geçmeden bölgedeki önemli güçlerin Osmanlı, Rus, İran ve İngilizlerin faklı amaçlarla da olsa bir bağımsız bir Kürdistan’a olsa karşı olduğunu anlayacaktır (Péşeng ; Lazarev, 153-154).
Fakat kendisinden umulan, yukarıda bahsettiğimiz, faydalar sebebi ile Osmanlı Şeyhi tümden gözden de çıkarmamıştır. Zira Kürdistan da düzeni tesis edebilecek nadir bir şahsiyettir. Şeyhin Kürdistan’daki etkisi ve kutsiyeti sultandan daha fazla idi ve binlerce kişi “tanrının vekili” olarak onu takip etmeye hazırdı ( Jwaideh, 147).
“Ermeni sorunu” Türkiye cumhuriyetinin kuruluşuna kadar Osmanlı devletinin doğu politikasını belirleyen başlıca faktör/lerden olmuştur. Diğer faktörler Kürt meselesi ve Rus yayılmacılı korkusudur. Ermenilerin bölgede devlet kuracakları ve söylentisi ve korkusu Osmanlı devleti kadar Kürtleri de rahatsız etmiştir. Sonuçta Ermeni devletinin kurulması ihtimali, Kürt ve Osmanlı ilişkilerinde bir dizi değişime ve yakınlaşmaya sebep olacaktır.
V.
1880’lerin sonuna doğru yükselen Ermeni milliyetçiliği Kürtleri Osmanlıya daha yakınlaştırmıştır. Ermenileri destekleyen başta Rusya olmak üzere Avrupalılara karşı Kürtler doğal bir müttefik olarak Sünni Osmanlı halifesinin yanında yer aldılar. Bu tercih iradi olduğu kadar zorunlu bir tercihtir. Dini önderliğin güçlendiği Kürdistan Şii İran zaten müttefik olarak görülemezdi ve Kürtlerin İran ile Osmanlı ile olduğundan fazla sorunu vardı. Osmanlı Sünni hilafeti temsil ettiğinden hem de Rus ve İran’ a karşı olduğunda Kürtler için doğal müttefik haline geldi.Aynı şey Osmanlılar için geçerlidir. İmparatorluğun doğusunun güvenliğini tesis etmek, Rus yayılmasını ve bir Ermeni devleti oluşumunu önlemek için Kürtleri doğal müttefik olarak görmüştür.
Yezidiler, Nesturiler ve Kızılbaşlar Türk hükümetine karşı kin ve düşmanlıklarını gösteriyorlardı. Türklerle dindaş olan Sünni Kürtleri ise siyasi bakımdan Kürtlerin en güvenilir unsuruydular. Türkler Anadolu’nun doğusunda yalnız Kürtler üzerindeki hakimiyetlerine dayandırabilirlerdi. Bu esnada şiddetli önlemler almak Türklerin siyasi hayatlarının sonu olurdu (Avyarov, 146).Üstelik Şeyh Ubeydullah isyanı Kürdistan’da düzenin silah ile tesis edilemeyeceğini gösterdi. Kısaca, Kürt-Osmanlı birlikteliği tarihsel şartların zorunlu kıldığı doğal bir birliktelik oldu. Burada Kürtlerin ve Osmanlıların menfaatlerin tarihsel olarak kesişmesi söz konusudur. Şeyh Ubeydullah’ta olduğu gibi Kürtlerin düşündüğü ve yaşadığı sınırlar dahilinde bir Kürdistan fikri başta bir Ermeni devleti fikrine karşı konumlanıyordu. Ermenileri destekleyen Rusya’ya karşı Kürtler, müttefik olarak Osmanlıyı seçtiler.
VI.
Osmanlı Devleti 1877-78 yıllarındaki savaşlardan sonra Ermenilerin istiklal hareketini görünce Kürtlerle olan ilişki şeklini değiştirmeye karar verdi ve aşiret Kürtlerini nizami askeri kuvvete almaktan vazgeçerek, kendilerine mahsus şartlar altında teşkil edilecek askeri birliklere almak için planlar hazırladı (Avyarov, 134).
Sultan Abdülhamit bu dönemde kayınbiraderi Müşir Zeki Bey’in tavsiyesi ile Rus kazaklarını örnek alarak Hamidiye Alayları’nı kurar Sultan, Hamidiye Alayları ile bir çok faydayı amaçlanmıştır. Bunlar şöyle özetlemek mümkün;
1-Yerel halktan, Aşiretlerden, bir ordu temini ile Ermeni milliyetçiliği kontrol altına alınmaya çalışılması,
2-Kürt Aşiretlerin denetim altına alınması ve mülki idareye alıştırılması..
3-Yeni belirmekte olan Kürt ulusalcığını kontrol altına almak aşiretlerin birbirinden izolasyonu,
4- İmparatorluğun kadim düşmanı Rusya’ya, hem İran’a karşı bir set, bir tampon bölge, oluşturmak (Bruinessen, 286-7; Lazarev, 161)
Hamidiye Alayları ile Sultan Abdülhamit, kendi siyasal çıkarları ile Kürtlerin, özelikle aşiret reislerinin, menfaatlerini kaynaştırdığını söyleyebiliriz. Şöyle ki, Sultan, kendisine sadakat karşılığında Kürt aşiret reislerinin konumunu tahkim etmekle kalmamış aynı zamanda alaylar halinde örgütlenen aşiretler silahlarla takviye edilmiştir. Aşiret reisleri “resmen” kendi bulundukları bölgenin rakipsiz idarecileri konumuna getirildiler. Sadece kendi yerel liderlerini meşru gören ve itaat eden, ve bu mevcut yapı içinde kendi aşiret değerlerini ve kabile onurlarını koruyabilecek olan halk için de bu olumlu bir gelişme idi. Bu politikayı Osmanlının Kürdistan’daki merkezileşme politikasının yumuşatılması olarak okuyabiliriz. Çünkü sultan, aşiretleri merkezi idarenin atadığı yöneticilerin aleyhine silahla tahkim etmiş ve güçlendirmiştir. Ayrıca Sultanın tanıdığı serbestiyet ve yüklediği inisiyatif ile Hamidiye Alayları’nın, örneğin Milanlı İbrahim Paşa’nın, başına buyruk davranışları yerel devlet idarecilerinde daima şikayete sebep olmaktadır (Dündar, 81; Kutlay, 26; Bruinessen, 287). Fakat Sultan, kendilerinden umulan faydayı göz önüne tutarak bu şikayetlere pek kulak asmamıştır.
Sultan, Kürtlerden düzenin tesis etmelerini, hilafet merkezine bağlı kalmalarını ve Ermenilerin kontrol altında tutmalarını beklemektedir. Böylece Avrupa’nın reformların uygulamamasına gösterdiği tepkiler rahatlıkla savuşturulabilirdi. Sultan, ayrıca göçebe Kürtlerin iskanı ile Ermeni bölgelerindeki idari meclislerde Müslüman oranını artırarak ermeni taleplerin önüne geçmeye çalıştı (Dündar, 401).
Hamidiye Alayları, Kürtler için sultana bağlılığı cazip kılmanın bir aracı ve doğuda düzeni sağlamanın bir aracı olarak görülebilir. Sultan, Bağlılığa karşılık Kürt aşiretlere payeler ve dağıtarak, inisiyatif tanıyarak onları kendine bağlamayı başardı. Kürtleri Abdülhamit’i kendileri için en iyi sultan olduğunu düşünüyorlar ve “Bavé Kurda” olarak isimlendiriyorlardı (Bruinessen, 286). Hamidiye Alayları ile Kürtlerde kendi geleneksel yapılarını korurken, Sultanı rakipleri Ermenilere karşı güçlü bir müttefik olarak gördüler. Silahlanan/silahlandırılan Ermenilere karşı silahlandılar/silahlandırıldılar.
Aşiretler kendilerinden beklenileni yaptılar aldılar. İlk Ermeni isyanlarında acımasızca yer aldılar (1894-96). Sason’daki ayaklanmayı bastırmak üzere Sultanın emri ile bölgeye sevk edilen Hamidiye Alayları kendi inisiyatiflerini de kullanarak binlerce Ermeni’yi öldürerek ayaklanmayı bastırdılar (Bruinessen, 291).
VII.
Devleti Al-i Osman bu dönemde Kürtlerden de pek memnun değildir. Zira Kürdistan da sorunlu bir bölgedir. Ayrıca Kürtlerin devlete bağlılığı su götürürdü. 1880′ de isyan eden Şeyh Ubeydullah Nehri amacının bir Kürt devleti kurmak olduğunu açıkça ilan ederek İngiltere’nin desteğini elde etmeye çalıştı ( Bruinessen, 286-7). Dolayısı ile Hamidiye Alayları ile oluşturulan yapının Şeyh Ubeydulah İsyanı’nda olduğu gibi ikinci bir tehlike olarak Kürt birliğinin önüne geçilmesi de düşünülmüştür. Zira oluşturulan yapı, aşiretleri birbirinden izole etmekte ve dengelemektedir ki, bu da Osmanlı’nın bölgeyi bölerek yönetimini ve kontrolünü kolaylaştırmaktadır. Üstelik bu şeklide beylikler, güçlü şeylerin mevcudiyeti ile oluşan konfederasyonlarda olduğu gibi güç öbeklerinin oluşması önlenmiş olmaktadır. Fakat, bu yapının kendi beylerinin kontrolünde bağımsız yaşamaya alışkın rakip Kürt aşiretlerince olumlu karşılandığını söylemek gerekir. Sultan Kürt sosyolojisine uyan bir yapılanma gerçekleştirmiştir.
Uygulanan izolasyon politikasının aksine güçlenen Kürt paşaları da vardı; bunlar Miran aşiretinden Mustafa paşa ve Milanlı İbrahim paşa idi. Özellikle İbrahim Paşa, bölgeyi gezen yabancılar tarafından “Kürdistan’ın taçsız kıralı” olarak isimlendirilmiştir. Nüfuz alanı güneydeki Arap aşiretlerinden kuzeydeki Dersim’e kadar uzanmaktaydı. Yerel yönetim görevlilerinin düşman saydığı İbrahim paşa sonuna kadar Sultan’a sadık kaldı. 1908′ darbesinden sonra sultan adına isyan ederek Şam’ı bir süre, 23 gün, işgal altında tuttu, Jön Türkler’e tüm Suriye’yi ayaklandırmaya çalıştı (Bruinessen, 291). Bu da izolasyon politikasının sanıldığı kadar derin olmadığının bir gösteresi olarak okunabilir.
Sultan Abdülhamid’in Panislamcı politikası da, özellikle Sünni, Kürtlerin sadakatinin temin edilmesinde etkili oldu. Hamidiye Alayları’da Kürtlerin sultana sadık/bağlı kalmalarında etkin bir araçtı.Kürtlerin imparatorluğa değilse de sultana bağlılığı milliyetçi motivasyonun milletleri harekete geçirdiği 19 yy sonlarında bile milli bağlılıklardan üstün geldi. Otonom beyliklerin ortadan kaldırılması ile yerel unsurların güçlendiği bir dönemde tesis edilen bu yapı, aşiretlerin güçlendirilmesi, daha sonraki Kürt milliyetçiliği üzerinde de büyük menfi tesirler icra etmiştir.
Sultan, rakiplerini bile ezmektense, maddi yollarla kazanma siyasetine uygun olarak birçok hedef güderek Kürtleri kazanmaya çalıştı (Abdülhamit II, 75) Rütbeler ve payeler dağıtıldı. Aşiretlerin bir kısım istekleri karşılandı. Arap aşiret reislerinin çocuklarını eğitmek amacı ile kurulan Aşiret Mektebi’ne, Kürt Hamidiye Alayı’na mensup aşiretlerin isteği üzerine Kürt öğrencilerde, özelikle aşiret reisi çocukları, alındı; fakat, Kürtleri için asıl düşünülen askeri okullardı. Çünkü başkentteki Mekteb-İ Harbiye’de süvari mekteplerinde okuyacak bu kişiler yüzbaşı rütbesi ile alaylarına gönderilecekti (Akpınar, 37-42). Kürtlerin geleneksel yapısına uygun bir düzen oluşturuldu. Merkezi idare nispeten yumuşatılarak yerel unsurlara geniş bir serbestiyet tanındı. Sultan Abdülhamit’in Kürtlerle ilişkisi kendisinde önce ve sonrakilerden daha iyi durumdaydı. İttihat ve Terakki döneminde Kürtlerin devlet ile olan ilişkileri bariz şekilde kötüleşmiştir. Burada Kürt milliyetçiliğinin ilk örgütleyen İstanbul’daki Kürt aydınlarının Abdülhamit’in “hafiye düzeni”nden şikayetçi olup İttihat ve Terakki ile birlikte olduğunu da hatırlamak gerekir.
Sultan Abdülhamit döneminde, Kürtlerle tesis edilen ittifak ittihatçılarla yaşanan gerileme rağmen cumhuriyetin kuruluşuna kadar devem ettirildi. 1923 yılına yani yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar bu ittifakı büyük oranda devam ettirmişlerdir.
KAYNAKÇA
AKPINAR, Alişan (1997). Osmanlı Devletinde Aşiret Mektebi. İstanbul: Göçebe yayınları
AVYAROV (1995). Osmanlı-Rus ve İran Savaşlarında Kürtler 1801-1900. Ankara: Sipan Yayıncılık.
BRUİNESSEN, Martin von (2003). Ağa, Şeyh, Devlet. İstanbul: İletişim Yayınları,
CELİLE, Celil (1998). 1880 Şeyh Ubeydullah Nehri Kürt Ayaklanması. İstanbul: Pêrî Yayınları.
DÜNDAR, Fuat (2008). İttihat ve Terakkinin Şifresi. İstanbul: iletişim yayınları.
JWAİDEH, Wadie (1999). Kürt Milliyetçiliğinin Tarihi-Kökenleri ve Gelişimi. İstanbul: İletişim Yayınları.
LAZAREV, M. J.- Mıhoyan,Ş. X. (2001). Kürdistan Tarihi. İstanbul: Avesta Yayınları.
KUTLAY, Naci (1992). İttihat Terakki ve Kürtler. Ankara: Beybûn Yayınları.
KOYİ, Heci Qadiré. Diwan. http://www.pertwk.com/pdf/haciqadikoye.pdf shf 84
SULTAN, Abdülhamit (1987). Siyasi Hatıratım. İstanbul: Dergah Yayınları.
AKPINAR, Alişan- BİLİR, Sezen -SEBÜKTEGİN, Tacim. Şeyh Ubeydullah İsyanı Üzerine Yeni Belgeler: http://www.bgst.org/keab/ubeydullah.asp shf 1
PÉŞENG, Remzi (2007) Osmanlı Belgelerinde Şeyh Ubeydullah Hareketi. 1.ve 4. Bölüm http://www.beroj.com/h.asp?k=600&z=t , http://www.beroj.com/h.asp?k=732&z=t
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
4 Yorum
Yazan:eg Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
sever hocam,
yazınızı okudum , çok faydalandım. bir önceki foucault yazısı gibi buna da hiçbir yorum yazılmayınca yazmaya karar verdim. galiba yorum yazılması için illa spekülatif birşeyler yazmak gerekiyor. halbuki bu yazınız, aynen foucault yazınız gibi o kadar önemliydi ki..ama genelde tamamen hoşumuza gitmeyen bir yazıya, ya da “bizi onaylayan” bir yazıya yaptığımız şeyleri(hemen kaleme sarılıp ya sevgimizi, ya da nefretimizi ifade etme isteğini) bu tip yazılara çok görüyoruz. halbuki marifet iltifata tabidir. bilgi ve yorumlama kabiliyeti de ilfifata tabi olmalıdır. en azından kendi adıma bir teşekkür etmek istedim.
Yazan:Ali Duman Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Çok faydalı ve güzel bir çalışma olmuş.
Kürt halkı için üzülecek bir durum, büyük ülkelerin arasında çıkar çatışmalarına pazarlık konusu oluşu. Bir yanında Rusya destekli hristiyan Ermeniler, diğer yanda Şii İran, Ermenilere destek veren İngiltere, tek şansı Osmanlılarla doğal ittifak.
Çıkan önemli bir sonuç ise, Sultan Abdulhamit’in zekasından, deneyim ve birikiminden istifade edebilmeyi bile beceremeyen 80 yıllık Jakobenci Kemalist zihniyet.
Yazan:Veysel Yenigül Tarih: Şub 25, 2009 | Reply
Yanisi; bu ittifak yeniden aranmalıdır. Çünkü ortadoğudaki yeni gelişmeler, ”çatışma ve kriz veyahut uzlaşma ve barışma” türkiyenin bu husustaki rotasını gözden geçirmeyi zorunlu kılıyor. Bu arada kürtlerin tarihsel acılarından yeni deneyimler kazandıkları gerçeğini de hesaba katalım. Bahsi geçen tarihsel dönemlerde(osmanlı’nın son dönemleri ile birinci dünya savaşı) politik duruşları; hayata daha ideal bakmalarından kaynaklanıyordu! bugün daha reel bir çerçeve içinde hareket ediyorlar.. Geçen haftaki abant platformunda buna şahit olduk.
Güzel bir çalışma. Emeğiniz ve kaleminiz dert görmesin.
Yazan:proudhon Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
Bence artık tarafların arkaya dönüp bakmaması gerekiyor. Akıllı insan işi değil bu sürdürülen savaş. ”Sen bana şunu yapmıştın, ben sana şunu yapmıştım” derdine düşmek bizi, sen ve ben olmaktan çıkarıp tekrar biz yapamaz. Sürekli gerginliği kaşır. Bırakalım o işi geleceğin tarihçileri yapsın. Bizim acil barışa ihtiyacımız var. Biz geleceğe bakalım. Yarın birlikte ne yaparız ona bakalım.