Liberaller neden başarısız?
By Mehmet Yılmaz on Şub 19, 2009 in Adalet, Batı, Demokrasi, Devletçilik, Kapitalizm, Liberalizm, Pozitivizm, Ulus-Devlet, vicdan
Dış kaynaklı sorunlar ve iç hastalıklar
Liboş, sorospu çocuğu, AKP uşağı… Liberaller kitapları, konferansları, makaleleri ile politik düşünce hayatımızı etkilediler ama kendilerini anlatamadılar “Büyük Türkiye”‘ye. Liberal düşünceyi temsil eden insanlar neredeyse bütün cephelerde tıkanıp kalmış vaziyetteler. İsminin içinde “liberal” veya “özgürlükçü” bulunan siyasî partiler seçimlerde bir varlık gösteremediler, çobanla, bakkalla kucaklaşamadılar.
Liberal düşünce kuruluşları ve akademisyenler de fildişi kulelerden dışarı çıkıp onca emek verdikleri çalışmaların sonuçlarını halka yayamadılar.
“Normal” gazetelerde liberallerin ağırlığı artmazken Taraf gazetesi’nin ekonomik zorlukları çıktı ortaya. Kendi medyasını, siyasî ve akademik örgütlenmesini kuramayan, hepsinden önemlisi kendi tabanını oluşturamayan bir siyasî hareket nereye kadar gidebilir? Eninde sonunda diğerleri tarafından yutulmaya ve/veya kullanılmaya mahkum olmayacak mıdır? Nitekim diğer siyasî partilerle beraber AKP içinde de liberallerin seslerinin gitgide kısıldığını, milliyetçilerin ve devletçilerin yükseldiğini görüyoruz.
Türkiye’nin dertlerine çözüm üretmeye talip olan yerli liberaller treni kaçırmak üzereler. Neden?
Dış kaynaklı sorunlar
Kendini anlatma zorluğu
Liberallerin işi dünyanın hiç bir yerinde kolay değil. Bir kere bu kelime ekonomi ile sınırlı sanılıyor. Etnik kavgalardan eşcinselliğe, din ve vicdan özgürlüğünden çevre korumaya kadar her konuda liberal bir duruş olabileceğini insanlara anlatmak çok ama çok zor. Buna ek olarak Türkiye’de “devlet baba” dediğimiz vatandaşı çocuklaştıran yaklaşım Avrupa’da bir çok ülkede hâlâ kabul görüyor. Devlet halkın yerine düşünüp karar veriyor neyin iyi, neyin kötü olduğuna. Hatta halkı biçimlendirme görevini üstleniyor: Nation building diyor, ulus devlet diyor, devletin milletiyle bölünmez bütünlüğü diyor… Bunun için liberaller siyasî rakiplerine solcu veya sağcı değil konstrüktivist diyorlar. Yani bir anlamda ulus-devlet inşaatçısı. Güçlü merkezî yapı, tartışılması “teklif dahi edilemez” bir ideoloji, “devletin bekası” için halkın, bireysel hakların ve özgürlüklerin çiğnenebilmesi, vs, vs.
İdeolojik çekişmeler, seçimler ve iç savaşlar genellikle bu BABA devletin sağcı mı yoksa solcu mu olacağı üzerine. Hemen hemen kimse çıkıp da “kardeşim, bence devlet bir aygıttır. Buzdolabının, cep telefonunun solcusu, sağcısı, islamcısı olur mu?” demiyor. Ama liberaller de bu konuyu halka anlatamıyorlar. Tartışmalar akademik çevrelerde hapsoluyor. Birbirinden güzel fikirler seminer salonlarından, konferans bildirilerinden dışarı taşamıyor.
Konstrüktivist grup ve kurumların büyük gücü
Güçlü merkezî devlet yapısı, yüksek hiyerarşi ve sıkı kontrol gerektiren, çok işçi çalıştıran, devletten destek alan endüstriyel kuruluşlar, geleneksel tarım yapanlar, henüz servisleşmesini bitirmemiş sektörler ve kurumlar bunlar. Millî eğitim, cezaevleri, ordu, sosyal güvenlik mekanizmaları ve daha bir çok “bürokratik” yapı liberalizmden nefret ediyor, elbette kendilerince haklı olarak. Liberalizmin güçlendiği her alanda bu odakların güç pastasındaki payları azalacak, bireysel haklar ilerleyecek. Bu sebeple her türlü lobilicilik yapılarak liberallerin önü kesiliyor. Kürtler, Alevîler, başörtülü kızlar, Ermeniler gibi yapay iç düşmanlar oluşturulup sıradan vatandaşın özgürlük talepleri erteleniyor. Küresel krizin faturası gerçek sorumlu olan müdahaleci devlet kurumlarına değil “fazla” serbest olduğu iddia edilen piyasaya kesiliyor.
İç hastalıklar
Liberalizmin, özellikle de Türkiye’deki şekliyle ortaya çıkan akımın bazı sorunları var. Ama bu sorunlar “liberal düşünce” ile aynı hızda yayılıyor. Bu sebeple bunlara “sorun” diyerek dışsallaştırmak yerine “iç hastalık” adını vererek doğru bir pozisyona yerleştirmeyi arzu ediyoruz. Zira sorunlar çözümle hallolur. Oysa iç hastalıklar teşhis ve tedavi, bazen de köklü bir dönüşüm gerektirir.
Kanaatimizce Türk liberalleri bu iç hastalıkları halletmiş olsalar tabanlarını genişletebilecekleri için dış sorunların üzerine daha kolay gidebilirler.
İç hastalık 1: Birey Fetişizmi
Liberal aydınların üzerine yeterince gidemedikleri sorunların başında kendi nefisleri geliyor. Harbî delikanlı gibi özgürlük davasını mı güdecekler yoksa iktidar partisinde veya olmazsa güçlü muhalefet partilerinden birine “yamanıp” politik kariyer mi yapacaklar? Benzeri bir soru kendisini “demokrat” olarak niteleyen gazeteci ve akademisyenlere hatta aktivistlere de sorulabilir. Tabi Türkiye’de ne gazetecilik ne de akademisyenlik kolay değil. Köşe başları ulus-devlet inşaatçıları tarafından tutulmuş, kimi sosyalist, kimi nasyonalist ama çoğu nasyonal-sosyalist!
Ne var ki özgürlükten, haktan yana bir davaya hizmet özveri istiyor. İğne ile kuyu kazacak sabır istiyor. Asırlarca süren savaşlar, dağılan bir imparatorluk neticesinde geçmişinden kopan “piç” kimlikler, ulus-devletin kuruluşunu takip eden asırlık bir beyin yıkama var ortada. Acaba bizim liberaller travma üstüne travma yaşayan, kuşaklar boyu korku ve nefretle şekillenen bu cinnet vatana hizmet etmeğe hazırlar mı hakikaten? Zihniyetlerin değişmesi için çalışmak gerek. Meyvalarını ancak torunlarının yiyeceği bu ağacı sulamak kanaatimizce bir çok liberalin (ve demokratın) nefsine ağır geliyor.
Bireyi merkez alan bir fikrî temeli güçlendirmek için ne kadar “kollektivist” olunabilir? Liberalizm uğruna, cemaatin/cemiyetin refahı için birey kendini feda etmeli midir?
Karınca yuvasına benzemesini isteMEdikleri bir ülke inşa etmek için işçi karıncalar gibi çalışabilecek mi liberaller? Yoksa “her ağacın kurdu özünden olur” atasözündeki gibi liberalizm de kendini yıkacak olan kanserli hücreyi benliğinde mi taşıyor? Birey fetişizmini!
İç hastalık 2: Özgürlük Fetişizmi
Bilimin yapamadığı şeyi serbest piyasa veya liberal demokrasi yapabilir mi? Erdem üretmenin pozitif bilimlerin bir fonksiyonu olamayacağını Hiroşima’da gördük. Aslında daha 1800’lerin sonunda Hiram Maxim dakikada 500 mermi atabilen makinalı tüfekleri icad ettiğinde mesele çoktan öngörülebilir bir hal almıştı. İnsanlık kendi teknolojik ilerlemesinin altında ezilip kalacaktı. Çünkü teknik ilerlemelerin aksine ahlâkî alanda hiçbir ilerleme gösterilmemişti.
Medeniyeti teknoloji sandı insanlık, bu kelimenin etimolojisini unuttu. Hem bu teknolojiyi üreten batı hem de bu yarışta yaya kalan şark toplumları aynı yanılgıya düştü. Güç kazanmak için gerekli olan teknoloji gibi “modernleşmek, çağdaşlaşmak” sihirli bir değnek sanıldı.
Yazarlarımızdan Özlem Yağız ne güzel soruyor, “Vicdan Ne Yana Düşer Usta, Medeniyet Ne Yana?” diye. Enver Gülşen ise Gazze’de akan kana rağmen “Ahlâkî bir Direniş Dilinin İnşası “‘nın gereğini hissediyor kalbiyle, zihniyle.
Eline dolu bir silahl verilmiş şımarık çocuğa benzeyen insanlık 1900’lerde iyice putlaştırdığı Bilim Tanrısı’na tapmaya devam etti, ediyor. Aydınlanma çağının “ışığıyla” gözleri körleşen sadece bilimciler, sağcılar, solcular veya pozitivistler olmadı elbette. Hâlâ devam eden bu körlüğün liberalleri de diğerleri kadar karanlıkta bıraktığını görüyoruz. Tüketim Tanrısı ve Savaş Tanrısı 21ci yüzyılın yükselen ilahları oldular yine. Özgürce çevre kirletmeye, özgürce savaşmaya, özgürce fakir sömürmeye, çocuklara özgürce fuhuş yaptırmaya liberalizmin cevabı / cevapları neler olacak?
Pedofiliye “özgürlük” isteyen Hollandalı NVD partisine (Partij voor Naastenliefde, Vrijheid en Diversiteit – Hayırseverlik, Özgürlük ve Farklılık ing , fr, alm) Türk liberalizminin yanıtı ne olabilir? Ne adına hayır denebilir bu bireylere? Onlar ki çocuklara yaklaşımlarına “saflığa ve temizliğe duyulan en üst düzey sevgi” olarak tanımlıyan pedofiller… Ya da kısaca soralım, liberalizm kendi ilkelerini çiğnemeden “Hayır” denebilecek midir buna?
Naziler yok etmek için kamplara topladıkları Yahudilere “ein stück” diyorlardı, “bir parça”. İnsanlığa layık görülmeyene(!) karşı yapılan saldırganlık da suç olmaktan çıkarılıyordu böylece. Bugün Gazze’lilerin katli için “fetva” veren hahamlar da Gazze’li insanları aynı şekilde “parça” statüsüne indiriyorlar. İsrailli çocuklar bombaların üzerine “komik mesajlar” yazdıktan sonra askerler onları “öteki” çocukların üzerine atıyor.
İnsana sadece insan olduğu için kıymet veremeyen bir uygarlık ne kadar özgür/liberal olursa olsun fertlerini “ein stük” olmaktan kurtaramayacak. Çocukların cinsel istismarı adlı makalemizde anlattığımız gibi pedofiller de içinde yaşadığımız tüketim toplumunun ürünleri. TV ekranında cozurdayan sucuklu yumurtayı, lüks otomobil satmak için soyuLmuş kadınları nasıl “ein stück” yapıyorsak pedofiller de çocukları birer zevk aracı, birer “parça” olarak görüyorlar.
Biz “normal” insanlar çevre kirliliğini, savaşı ve “normal” pornoyu kanıksadık ama pedofiliye kızıyoruz. Tek sorun henüz özgürlüğün(!) bu türüne (bu kadarına!) alışamamız olmamızdan kaynaklanıyor.
Liberalleri suskun bulduğumuz bir başka konu ise kürtaj. Henüz doğmamış bir çocuğun yaşama hakkını devlet ya da cemiyet savunmalı mı? Yoksa Fransız feministlerin dediği gibi “bir kadının vücudu kendine aittir” mi demek gerekir? Peki henüz doğmamış bir çocuğu öldürmekle yeni doğmuş bir bebeği öldürmek arasındaki çizgi ne kadar kalındır? 5 dakika? 1 saat?
“Kadınsız bir dünyaya doğru…” adlı makalemizde aktardığımız gibi Çin ve Hindistan’da milyonlarca bebek kız oldukları için kürtaja kurban gidiyor. Sebest piyasa sayesinde ucuzlayan ultrason aletlerinin fiatı Hindistan’da bile her doktorun satın alabileceği bir seviyeye indi. Doktora gidecek parası olmayan kadınlarsa özgürce(!) baytarlara kürtaj yaptırıyor.
Ultrasondan bakan doktor “hah bir kız daha” diyor ve çekiyor tetiği! Savaş uçağının radarından bakıp hastahaneleri bombalayan pilotlar gibi! Böyle bir katliamın karşısında kürtaj özgürlüğünü(!) savunmak ne kadar mümkün olacak? Şayet karşı çıkacaksak ne adına, hangi değere yaslanarak bu özgürlüğü(!) kısıtlayacağız?
Teknoloji ve özgürlük burada, iyilik nerede?
Düşüncelerine değer verdiğimiz bir çok liberal dostumuzun ahlâkî kaygıları özgürlük uğruna ikinci plana attıklarına tanık oluyoruz. Özellikle Türkiye’deki liberallerin modernizmin etkisiyle din, vicdan ve ahlâk gibi konulara uzak durmaları bizce büyük bir hata. Oysa Locke, Hume, gibi filozoflardan Pascal Salin, David Friedman, David Schmidtz, Randy Barnett gibi günümüz tartışmalarına yön veren düşünürlere kadar liberalizmin önemli imzaları ahlâk-erdem üzerine değerli çalışmalar yapmışlar. Bunun yanında elbette Türkiye’nin gelenekleri, sosyal ve dinî referansları var. Bu “kültürel” mirasa rağmen liberal olmak yerine o miras sayesinde özgürlüğü savunmak mümkün değil midir?
Bu mirası ve zihinsel altyapıyı anlamak, içselleştirmek ve onunla uyumlu somut projeler ortaya koymak belki de Türkiye liberalleri için daha isabetli olacak. Sonunda varacakları yer batı liberalizminden çok uzak olabilir ama en azından ülkenin gerçeklerine aykırı düşmemiş olacaklar… kanaatimizce.
Türk solunda da gördüğümüz bu ideolojik sadakat aslında hem solcularımızın hem de liberallerimizin ayağında birer demir gülle. Artık liberal (ya da sol) sayılamayacak bir duruşa gelme korkusuyla halkın dinine ve geleneklerine uzak durmak, insanlığın vicdan krizini görmezden gelmek bu görüşteki siyasî projeleri frenlemeye devam edecek. Bu konuda Enver Gülşen’in “Solun Din İle İlişkisinde Bocalamasının Sebepleri ” adlı makalesi perdeyi bir parça aralamıştı.
Dünyada bir çok şey hızla değişiyor. Neredeyse on yılda bir yenilenen ve bu dünya(lar)da insanın, ödevlerinin, iyinin, kötünün yerini tekrar tekrar tartışmaya açmak doğal bir ihtiyaç. Bir yandan çok farklı bireysel yaşamların iç içe geçmesi bireysel özgürlükleri ve farka saygıyı siyasetin vazgeçilmez bir parçası yapıyor. Diğer yandan özgürlük ve farkı savunmak bunlara duyulacak saygının da sınırlarını yeniden çizmeyi zorunlu kılıyor. Sitemizde bu düşünceyle yazılmış bazı yazılar şunlar:
- Pornografi Nasıl Sanat Oldu?
- Otomobil, İktidar ve Cinsiyet
- Çocukların cinsel istismarı
- Çifte Cinayet: Tanrı’nın Ölümünden İnsanın Ölümüne
- Estetik Beden Terörü
- Çevreciliğe anti-modern bir bakış
- Günah işleme özgürlüğü
Piyasa mekanizması (ekonomi dışındaki alanlara uygulandığı durumlar da dahil) devlet müdahalesini bertaraf edebilecek iyi alternatiflerden biri kanaatimizce. Ama piyasa neticede bir “makina”. Devlet gibi insanın icad ettiği yapay bir sistem. Devletin veya piyasanın erdem üretmesi, vicdanımızın yükünü hafifletmesi bir ütopya bile değil. Meselenin bu bakışla ele alınması gerçeğin coğrafyasına aykırı.
İç hastalık 3: “Cemaatsel” hak ve özgürlüklere sırt çevirmek
Hamile olduğunu öğrendiği andan itibaren bir kadının kendine ve geleceğe bakışı değişir. Eşiyle ilişkilerine de yansır bu. Onlar artık cumartesi akşamları gidecekleri iyi bir film arayan iki sevgili değil geleceğe dair projeleri olan bir anne-babadır.
Boyu bir kaç milimetreyi geçmeyen bu küçük insan suya düşen bir mürekkep damlası gibidir. Hem suyun rengini değiştirir hem de kendisi suyun etkisiyle bir mürekkep damlası olmaktan çıkar. İnsan bir topluluğa girdiği andan itibaren çok yönlü bir etkileşim başlar. Bu etkileşimin takibi ya da kontrolü imkânsızdır. Sınıfa gelen yeni bir öğrenci, işe yeni alınan bir memur artık o eski “ben” değildir. Girdiği topluluk da o gelmeden önceki topluluk olmayacaktır.
Önemli nokta bu etkileşimin geri çevrilmesinin de imkânsız oluşudur.
Bu bağlamda bir arada barış içinde yaşaması umud edilen insanları bir torbadaki tenis topları gibi göremeyiz. Toplum hakları ve ödevleri birbirinin özgürlükleriyle sınırlanan bağımsız bireylerden oluşmaz. Hukuksal ya da siyasî çözümleri sadece bireysel modeller üzerine oturtmak ayrı bir hukukî ve siyasî varlık olan toplumun haklarını çiğnemek olur.
Değerli yazarımız Enver Gülşen bu konuda ek olarak söylemek istediklerimizi zaten dile getirmiş ve çok güzel bir makale yazmıştı: Kemalizm, Demokratlık ve Liberallik adında.
Bu sebeple bu hastalığı daha fazla detaylandırmayacağız.
Yine liberalizm ve demokrat zihniyet konularının zengin biçimde ele alındığı Mahçupyan-Yayla tartışması DerinSular.Com sitesinden okunabilir. Serdar Kaya’nın açıklayıcı notlar ve eleştiriler eklediği 43 sayfalık bu PDF dosyasını incelemekte fayda var.
İç hastalık 4: Din ile özgürlüğün birbirine olan ihtiyacını görmezden gelmek
İslâm da dahil büyük dinlerin ısrarla üzerinde durdukları ahlâkî kavramların özellikle de iyi ve kötüyü ayırd etmenin bir anlamı olması için insanın özgür olması gerekli. Özgür iradeye sahip olduğu içindir ki insan yaptıklarından sorumlu tutulabilir. İslam’ın (ve hemen bütün dinlerin) hakkıyla yaşanabilmesi için devlet herşeyden önce özgürlükleri azamî seviyeye çekmeyi amaçlamalı. Bu ise devletin küçülmesi, yerel idarelerin ve sivil kuruluşların güçlenmesiyle olabilir ancak. Bir başka deyişle dindarların açısından ideal bir devletin en önemli vasıflarından biri hak ve özgürlükleri azamî noktaya çekmek değil midir?
Diğer yandan özgürlüklerin azami noktaya çekilmesi için de insanların ahlâkî referanslara ihtiyaçları var. Bu illâ ki kitapları, ibadethaneleri ve ruhban sınıfıyla kurumsallaşmış bir din olmayabilir. Bir hayat felsefesi veya mistizim de insanların manevi açlığını doyurabilir. Onlara “bana yapılmasını istemediğim şeyi başkasına yapmayacağım” dedirtebilir.
Böyle bir manevî yapının eksikliği eninde sonunda insanları birer “para kazanma makinası” haline getiriyor. Hayattan aldığı hazzı maksimize etmeye programlanmış bu robotlar ne yapıp edecekler, başkalarının haklarına tecavüze yeltenecekler. Bu tecavüzlerin gelişen teknoloji “sayesinde” daha şiddetli, hızlı ve geniş çaplı olmasını engellemek elbetteki devletten ve/veya AB/BM tarzı uluslararası konstrüktivist kurumlardan beklenen bir görev olacak.
İnsan haklarını savunan ve ulusal sınırları içinde uygulayan Batı ülkelerinin aynı zamanda dünyadaki silahın büyük kısmını üretmeleri ne büyük bir çelişki. Yine aynı devletlerin Tahran’a nükleer silah konusunda uyguladıkları baskı ile kendi ellerinde bulundurdukları binlerce başlık artık saklanamayan ikiyüzlülüğün yeni bir ispatı.
İşte bu nokta Batı liberalizminin de açmazıdır. Bu çözülmeden Türkiye’de de liberal bir projenin hayat bulması imkânsız görünüyor. Bir başka deyişle erdem/ahlâk kavramlarını bireye hapsetmek meydanı hedonizme bırakıyor. Hedonizm ise ister zengin olsun ister fakir her topluma şiddet getiriyor. Batı avrupanın kendi içinde 2ci Dünya savaşından beri uygulamaktan kaçındığı şiddet, silah ticareti yoluyla dünyaya yayılıyor. Bugün demokratik ve liberal batı ülkeleri aynı zamanda dünyadaki bir çok soykırımın, diktatörün en büyük desteği durumunda.
Manevî referansların aşındığı özgür(!) toplumlar nefsanî tutkuların kölesi oluyorlar. Dünyevî zevkleri maksimize etmeyi amaç edinen bireyler ve topluluklar “yok edilme” korkusu ile diktatörlere ne kolay boyun eğiyorlar. Komünizm korkusunun yerini alan islâmî(!) terör karşısında batı demokrasilerinin çaresizliğini gözlemek yeterli değil mi?
Korkunun demokrasileri nasıl totaliter rejimlere dönüştürebileceğini “Onun adı asker, canı neler ister?” adlı yazımızda anlatmıştık. Terör ve çevre kirliliği gibi küresel sorunları çözmeye yeltenen Avrupa Birliği’nin gittikçe konstrüktivist bir çizgiye oturmasının bir rastlantı olduğu söylenemez elbette. Göz boyamadan öteye geçmeyen Kyoto protokolü de gerçekte Küresel Isınmadan istifade edecek olan devletlerin elini rahatlatan bir uyku ilacı olmadı mı meselâ? (Küresel ısınma çok iyi bir şeydir)
Bir başka somut örnek ise 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de çıkarılan Patriot Act adlı kanun: Polisin ve yargının yetkilerini genişleten, bireysel özgürlükleri askıya alan bu kanun Amerikan demokrasisinin kendi ayağına sıktığı bir kurşundan başka bir şey değil.
İster Çocukların cinsel istismarını ele alalım ister çevre kirliliği veya “vahşi” kapitalistlerin suçlarını sonunda aynı noktaya geliyoruz. İyiyi ve kötüyü ayırd etmek, iyiyi seçecek cesareti ve kuvveti kendinde bulmak.
İşte bu bağlamda Türk liberalleri din ile özgürlüğün birbirine olan ihtiyacını özgürlükçü hareketin kalbine yerleştirmeliler. “Din” derken elbette dah önce belirttiğimiz geniş anlamı kasdediyoruz. İnsan doğasının manevî açlığını ve bireysel vicdanı.
Bu manevî dayanaktan mahrum kalmış özgür bir güç eninde sonunda zulüme yol açar. Bu “vahşi” özgürlüğün bedelini ise hem ülkemizde hem de gezegenimizde her an ödüyoruz. Zaten Türkiye’de yaşayan insanların büyük çoğunluğunun da vicdansız bir liberalizme destek olabileceğini sanmıyoruz. Liberaller Türkiye’nin maneviyatından uzak durdukça Türkiye de onların fikirlerine soğuk bakacak. Siyasî manzara da haliyle sağcı konstrüktivistler ile solcu konstrüktivistler arasında paylaşılmaya devam edecek.
Özetle liberal hukukun yüksek bireysel fakat aynı zamanda toplumsal ahlâkı gerektirdiği kanaatindeyiz. İnsanların birbirlerine duydukları saygı devletin müdahalesini geriye itebilir. Tersine sorunlarını şiddet veya hile yoluyla çözmeye yönelmiş toplumlar güçlü merkezi devletleri ve devletin olmadığı yerlerde mafyalaşmayı kaçınılmaz kılar. Bu bakımdan erdem, ahlâk, vicdan gibi kavramlar liberalizmin üreteceği sonuçlar değil onun müttefikleridir.
İç hastalık 5: Konstrüktivizm ve konstrüktivist liberaller!
Liberal düşüncenin tam zıddı olmasına rağmen konstrüktivist fikirlerin adeta bir virüs gibi liberal arkadaşların arasında dolaştığına da tanık oluyoruz. Anadili konuşma veya vicdan özgürlüğünde parlak fikirlerini okuduğumuz insanlar meselâ fuhuş, sübyancılık ya da çevre kirliliği söz konusu olduğunda “devlet nerede? bunlara verilen cezalar ağırlaştırılsın, ilgili bakanlıkların bütçeleri arttırılsın” diyebiliyorlar. Hatta son küresel krizden sonra “evet, liberal ekonomi iyidir ama devlet kontrolü lâzım” açmazına düşenler bile oldu. Oysa devlet de bir piyasa aktörü değil midir neticede? Devletin bir şirketten daha dürüst olmasını garanti edecek mekanizma olmadığına göre “sihirli değnek” başka bir yerde saklanmış olmalı!
(Buna karşı çıkacak dostların sovereignty funds konusuna bir göz atmaları yeterli olacaktır.)
Elbette “suç” kabul edilen eylemlerin cezalandırılması gerekir. Ama suç/suçlu korkusuyla veya sübyancılık gibi “iğrenç” suçlarla mücadele adına özgürlüklerimizden vazgeçmeye hazır mıyız? Bu suçların cezalandırılması kadar hiç işlenmemesini sağlamak üzerine kafa yormak gerekmez mi?
Unutmamak gerekir ki 1600’lerden 1900’lere kadar Avrupa’nın birçok ülkesinde “Tanrı yoktur” demek ağır bir suçtu. Krala sadakat göstermemek de öyle. Yine Avrupa’da çalmak bir insanı yaralamaktan daha ağır cezalandırılıyordu. Çünkü insanların çalınacak fazla bir şeyleri yoktu. Bir insanın ineğini veya atını çalmak o insanın bütün ailesini açlığa ve ölüme mahkum etmekti. Oysa bıçaklı kavgalar ve “ufak” yaralamalar yaygındı. Bugünkü hakaret veya ağız dalaşı gibi görülüyordu.
Günümüzde ise hırsızlığın bazı türleri “kabul edilebilir” çizginin altına indi. Meselâ İnternet üzerinde izinsiz kopyalanan film ve müziğin hesabı dahi tutulamıyor. Yine bugün “modern” toplumlarda insanın bedenine, fiziksel bütünlüğüne yönelik suçlar korku ve tiksinti uyandırıyor.
Bugün “kötü” algıladığımız eylemleri suç olarak tarif etmek, bunları cezalandırmak ve önlemek için gayret etmeliyiz. Ama insan toplumları dinamik yapılardır. Nasıl 1600’lerin kanunları bugüne hitab etmezse 1900’lerin endüstriyel devletlerinin hukuk anlayışı da bize hitab etmez.
Liberal düşünceyi savunan gençlerin “iğrenç” suçlar karşısında bile soğuk kanlılıklarını korumaları gerektiğini düşünüyoruz. Fuhuş veya çocuk istismarı gibi suçların insanı metalaştıran, bir mal/hizmet gibi görünmesine yol açan bir tarafı var.
Şu “imdaaat devlet yetiş” diye haykırma refleksinden kurtulup önce “insan neden bir mal/hizmet mertebesine indirgenmiş?” diye sormak gerekiyor bir liberal olarak.
Neticede dinamik insan topluluklarının hukuk sorunlarının son derecede statik yapılı devletlerce çözümlenebileceğine inanmıyoruz. Suç işlemiş insanları “hırsız, katil, tecavüzcü” diyerek hapise atmak yerine “suç işlemiş insan” olarak kabul eden bir hukuk anlayışını tesis etmek kanaatimizce daha isabetli olacak. Aksi takdirde endüstri devriminin ve modernleşmenin mirası olan cezaevlerini “kusurlu” insanlarla doldurmaya ve onların suçlarına katlanmaya devam edeceğiz. (Bkz. Cezaevleri okul olsun !)
Sonuç
Liberaller birey ve piyasa gibi liberalizmin temel kavramları da dahil her konuyu özgürce tartışacak cesareti göstermeliler. Liberal düşünürlerden devraldıkları mirası statik bir varlık olarak savunmak yerine içinde yaşadıkları toplumun gerçekleriyle bağdaşacak yeni siyasî modeller kurmalılar.
CHP’nin içine düstüğü “halkı adam etme” yanılgısına düsmeden, tevazu ve özveriyle varacakları yerin adı büyük ihtimalle artık “liberalizm” olmayacaktır. Ama siyasî başarı onları liberalizmin dışında bir yerde bekliyor olabilir.
Tavsiye makaleler
- Çevreciliğe anti-modern bir bakış
- Kapitalizme ahlâk bulaştırılabilir mi?
- İslam ve Kapitalizm Üzerine(1)
- İslam ve Kapitalizm Üzerine(2)
- Dikkat Liberalizm! Sevmeyin, Kabuklu yemiş vermeyin! (1)
- Dikkat Liberalizm! Sevmeyin, Kabuklu yemiş vermeyin! (2)
- İslam ve Liberalizm: Kısa Bir Bakış
- İslam ve Liberalizm: İkinci bölüm
- Vahşi olan kapitalizm değil devlettir
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
108 Yorum
Yazan:Serdar Kaya Tarih: Şub 19, 2009 | Reply
Kontrüktivizm anlattığınız (ya da alıntıladığınız) şeye karşılık gelmez. Toplum mühendisliğine daha ziyade “social engineering” ya da “nation-building” gibi kavramlar karşılık gelir.
Konstrüktivizm ya da sosyal konstrüktivizm gibi kavramların ifade ettiği manalar ise farklı. Su iki sayfadan (ve bu sayfaların içindeki linklerden) detaylı bilgi alınabilir:
http://en.wikipedia.org/wiki/Constructivist_epistemology
http://en.wikipedia.org/wiki/Social_constructionism
Yazan:eg Tarih: Şub 19, 2009 | Reply
sevgili mehmet,
vallahi liberallerin cevap vermesi (ve çözmesi)gereken problemleri öyle güzel özetlemişsin ki, sadece cevap beklemekten başka bir şey yazamıyorum.
bu arada yazıda o kadar çok link var ki, sanırım siteye yeni girmiş ve eski yaızları okumamış bir insanın ancak bir ayda bitirebilecğei bir yazı olmuş:))
şaka bir yana eline sağlık, çok güzel olmuş.
Yazan:MY Tarih: Şub 19, 2009 | Reply
Individualizm, Liberalizm ve Konstrüktivizm terimleri
Anglo-Saxon kaynaklara alisik dostlar biraz yabancilik çekebilirler, dikkat etmek lâzim.
Konstrüktivizm bizim kalemimizde olumsuz hatta pejoratif bir anlama sahip. (toplum mühendisligi gibi müdaheleci egilim) İdeolojik çerçevelerde oluşturulmuş “ideal toplumları” inşa etme eğilimini simgeliyor. Devrimci konstrüktivistler olduğu gibi muhafazakârlar da bizim gözümüzde liberalizme aykırı duruyorlar. Buna göre bireylerin yaşamak istedikleri hayata ne bir devrim adına ne de dini, gelenekleri koruma adına karşı çıkılmamalı.
Bu baglamda Iran da bizim yobaz Kemalistler kadar konstrüktivisttir.
Kökünde inşa etme, bina etme anlamı olan bu kelimeyi de çevirmiyoruz, sadece okunuşunu kullaniyoruz.
Fransiz liberallerinin eserlerinde “individualisme” kelimesini bireyselcilik anlamında, kollektivizm (birliktecilik -kamuculuk) kavramının zıddı olarak kullanılir. Biz de terim olarak “kamu yararına” bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı çıktığı için bireyselcilik olumlu kollektivizm ise olumsuz hatta pejoratif şekilde kullanıyoruz bu metinde. Ancak metin dahilinde bireyselciliği bencillik veya “ben merkezcilik” olarak görmemek, bu hassasiyeti bireysel hakların esas alındığı bir düşünce sisteminin doğal sonucu olarak algılamak icab ediyor.
Türkiye’de liberal ve liberteryen kelimeleri Türkçe’de “liberteryen” kelimesi mevcut ancak kısaca bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. ABD dışında “liberteryenizm” daha anarşizme yakın bir liberallik olarak yorumlanabilir. Zira Avrupa ve Türkiye’de “liberal” ABD’de olduğu gibi daha sol bir anlama sahip değil, bildik klasik liberalizme işaret ediyor. ABD’de liberalizm kelimesi büyük ölçüde anlam kaymasına uğradığı için klasik liberaller de Türkiye’de kendilerini “liberteryen” olarak adlandırmakta problem görmüyorlar.
Yazan:dusunceler Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Mehmet eline sağlık iyi bir değerlendirme olmuş. Türk liberallerinin (özellikle de soldan gelenlerin) derin sorunlarını güzel resmetmişsin.
Liberalizmin en önemli sorunu yaygın olarak kabul edildiği gibi ekonomik teorisi değil “birey fetişizmi”dir. Ben konu siyasal ve ekonomik teoriler sözkonusu olduğunda “liberalliğe yakınım” diyorum ama “liberalim” diyemiyorum. “Liberalim” diyemeMemdeki en büyük sebebim de bu birey/özgürlük fetişizmindeki müphemlik ve liberal teorinin bu konuda herhangi bir tutarlı bakış getirememesinden kaynaklanıyor. Daha rahatsız edici olan ise liberalizmin böyle bir kaygıyı bile duymuyor oluşu. Demokratlık ile aralarında sorun da, ha keza. Toplumu ve ahlaki kaygıyı bu derece dışlayan/önemsemeyen bir siyasal düşünce bana hem sığ hem de tehlikeli geliyor. Bu kaygıya dair elimizde kesin bir çözüm reçetesi yok elbet ama liberaller bunun tartışmasına bile baştan kapıyı kapatıyorlar. Liberallik ile ayrıldığım en önemli nokta bu.
Bir diğer nokta olarak da serbest piyasa ve rekabet ekonomisinin tüketimle besleniyor olmasının önünde -dikkat ekonomik olarak değil- ahlakî açıdan dengeleyici çabalar noktasında -teoriye halel gelecek diye- liberallerin kılını bile kıpırdatmaya yanaşmaması. Bu da ilk bahsettiğim çekince ile direk alakalı aslında. İnsanlığı zaptu rapt altına alalım, ahlaklı yapalım, tüketim konusunda bu derece çılgınlaşmasını zorla engelleyelim demiyorum; “zorlama” dışında yöntemlerle liberal ahlaka ilişkin daha sıkı kuramlar ortaya atılsın, tartışılsın diyorum. Ama görülüyor ki liberal ahlak denince serbet piyasanın ahlakı dayatmasına örnek için dile getirilen “müşterini kazıklarsan silinir gidersin, eşek gibi kaliteli mal yapmak zorundasın” şeklinde alakasız bir ahlak örneği veriliyor. Bu örnekte bahsedilen doğru bir yaklaşım ve bir ahlaki dayatım da içeriyor ama hem yeterli değil hem de bahsettiğim çekince ile direk alakalı değil.
Muhafazakar liberaller din ekseninde bir ahlakı kuram oluşturmaya çabalıyorlar ama yeterli gelmiyor(çünkü dine inamayanlar da çok, ayrıca pekçok farklı din var); hem sayıları az hem de etkili değiller. Genel bir ahlakî duruş lazım, bir dayatma olmadan, ne ekonomik ne de siyasal bir müdahaleciliğe kapılmadan dünyanın birey/özgürlük fetişizmi ve daha çok tüketim-daha çok üretim-daha çok tüketim sarmalıyla palas pandaras yuvarlandığı meçhule ilişkin olarak kaygı duymak, kafa yormak lazım. Liberal teori çok önemli oranda refah yaratmıştır ama refah ‘herşey’ demek değil.
Tekrar eline sağlık.
Yazan:amarat Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Öncelikle şunu belirtmek isterim, liberallerin din ile ilgili bir sorunları yok, olması da düşünülemez zaten.
Ayrıca ” Liberalizm uğruna, cemaatin/cemiyetin refahı için birey kendini feda etmeli midir?”
demişsiniz, biz bunu da kendi aramızda konuşmuştuk.Bir insan bir cemiyete, cemaate katılmak ve bu şekilde kendi özgürlüğünü kısıtlamayı kendi kabul ediyorsa bize susmak düşer, bu kişinin kendi tercihi oldugundan dolayı diğer insanların bir şey diyemeyecegi gibi liberaller de buna bir söz etmiyorlar.tıpkı insanın ötenazi istemesi gibi, liberaller ötenaziye karşı çıkmamaktadırlar zira beden kişinin kendisine ait.
Bu lüks otomobil karşısında soyulmul kişiler için soyan memnun, soyunan memnun, soyulan memnun ise sorun olur mu ? Bu şekilde toplum ahlakından yoksunluk olacak gibi bir söylemle mi geleceksiniz açıkçası tam bilemedim ama onu artık yorumlarınızda göreceğiz.
Liberallerin din ve ahlak ile ilgili konulara uzak kaldığını söylemişsiniz ama biz bunu arkadaşlarımızla konuşurken bu konulara hep değiniyoruz. din ile ilgili zaten bizim herhangi bir sorunumuz yok ama ahlak konusunda bazı söylemler her ne kadar mantıklı gelse dahi sonuçta söylediklerimizden ben şahsen doğru olmadıgını düşünüyorum ama doğrusu bu diyebiliyorum.Bu konuyu özel hastaneler ile ilgili bir tartışmada ele almıştık.Din ile ilgili derken son toplantımızda misal kader konusunda bile konuştuk, ne alakaysa konuştuk işte..
Bunlar kısa cevaplar olsun.Burada liberaller dedigim 3hhareketi’nden olan arkadaşlarımı belirttigimi söylemek isterim yoksa kendisine liberal deyip hiç alaksı olmayan insanlar da var, işte siz onları görüp daha sonra yazınızda dediginiz gibi serbest piyasa olsun ama devlette olsun, şimdi bunu diyen kişiye siz liberal derseniz sizin liberal algılayışınız Şahin Alpay’dan öteye geçemeyecektir.
Buradan bizim 3hhareketi ile 2 haftada bir toplanmamızın ne kadar faydalı olduğunu farkettim.Zira burada sizin liberallerin çıkmazı olarak gördügünüz bir çok konu bizlerin kendi arasında çözmüş olduğu konular.Bu açıdan esasında bu sene içinde yapacağımız bir etkinlige buradaki arkadaşları bir yerde agırlayıp hep beraber konuşabiliriz.
Değil mi Alper ?
Yazan:Mustafa Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Bir tavsiyem liberallere sudur : “Liberal” terimini kendiniz icin kullanmayin. “Hürriyetci” (gerci Hürriyet gazetesi ile alaka kurabilir basit insanimiz) daha münasib geliyor bence. Türk insani genelde muhafazakar insanlar ve kendi kültürlerinden gelen kelimelere daha sicak bakarlar. “Liberal” onlarin kulaklarina yabanci geliyor. Disdan gelene tereddüd ile bakarlar.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Mehmet bey elinize sağlık çok güzel bir çalışma olmuş.Hiçbir ayrıntıyı kaçırmamışsınız.Yani liberalleri eleştirmekle kalmamış,aynı zamanda onları anlamaya da çalışmışsınız.Fakat bu arada taşıyacaklarından çok daha fazlası bir ağırlık da yüklemişsiniz omuzlarına:)
Belki de başarısız olmalarının altında yatan neden burada aranmalı.Zira ülkemizde liberallere bakış çok uç ve keskin bir noktadadır.En keskin kılıçların üzerinden çıplak ayakla yürümelerini,ama bundan hiç yara almamalarını bekleyecek kadar hassas beklentilerimiz var toplum olarak.Evet,kabul edelimki çok şey bekleniyor liberallerden.Ve bu beklenti aynı zamanda farklı inanç ve siyasi düşünceye sahip bütün kesimlerin liberallere karşı bir tutum ve allerji yaratmaktadır.Solcular karşıdır,Kemalist ve ulusalcılar zaten bu sözcüğü duyduklarında ifrit görmüşe dönüyor,kürtçü ve islamcılar ise memnuyetsiz.Yani daha açık bir ifade ile kimselere yaranamıyor liberaller.
Dolayısıyla tam da bu bakış açısının bir sonucu olarak liberal düşüncenin kitle tabanı da oluşamıyor.Bakın,Türkiye’de öyle ya da böyle milliyetçi kesimlerin kendine göre bir kitle tabanı var…Her seçimde bu bir şekilde ifadesini sandıkta bulabiliyor.Kürtlerin ona keza;varolan doğal dinamikler bir taban yaratarak sonuçta bir yapı oluşturuyor.İslamcı ve muhafazakar kesimler için de aynı şey geçerli…CHP’yi hâlâ bir umut gibi gören kesimler için de.Peki,ideoloji,inanç,kimlik ve aidiyetlerin ayrı ayrı öbeklenerek kendilerine birer kanal seçtikleri böylesi bir ortamda liberaller nasıl taban bulacak?Bulamadıkları için de hep dışarıda kalıyorlar zaten.Hal ve vaziyet böyle olunca da,etkili olmak ve dönüştürmek yerine birer gözlemci konumunda kalıyorlar…Pasifize oluyor ve başarısız kalıyorlar.
Yazan:eg Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
ben liberallerin probleminin yapısal olduğu kanaatindeyim. modern epistemoloji kanını verdiği bütün ideolojileri olduğu gibi liberalizmi de zehirliyor bence.
Yazan:eg Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
bu arada liberallik otomatik olarak demokratlığı çağrıştırıyor ama benim açımdan böyle bir zorunluluk olması bir yana, liberallik ile demokrasi birbirini iten kavralardır.
Yazan:Ahmet Cem Özen Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Mehmet Bey
Hemen başında belirteyim, liberallerin başarısız olduğu doğru ancak liberalizmin başarısız olduğuna inanmıyorum.
Ben düşünce sistemlerini siyasi akımlardan ve güncel gelişmelerden farklı tutmuyorum. Örnek: şu an serbest piyasayı benimseyenlerin sayısı iki yıl önceye göre çok çok az. nedeni nedir? İnsanlar çok kitap ve makale okuyup fikir mi değiştirdiler? HAYIR. Finansal kriz çıktı da ondan.
Bu bağlamda Türkiye’de liberaller ve liberalizm özellikle 2007 siyasi krizindeki duruşlarıyla -ister AKP yanlısı deyin ister demokrat deyin- büyük puan topladılar. Liberalizm daha piyasada yokken (!) liberalizmi benimsemiş birisi olarak bu gelişmeyi açıkça görüyorum. İnsanlarda siyasi liberalizme büyük bir teveccüh, aynı oranda olmasa da ekonomik liberalizme (belki devletçilik karşıtlığı desek daha doğru olur) bir ilgi var.
Liberalizmin vazettiği herkesin bireysel haklara sahip olması, ifade hürriyeti, ekonominin devletten bağımsız olması “popüler” fikirler haline geldi. AKP’nin de bunlara uzak olmaması, en azından reddetmemesi teorinin pratikte uygulanma imkanını da doğurduğundan bizler için bir gözlem alanı doğdu. Yani AKP görece açık ve piyasacı bir ekonomi politikası uyguladı ve büyük başarı kazandı. Bizim de savunduğumuz buydu, başka birşey değil.
Ancak liberallerin başarısız olduğu bir gerçek. Bunun temelinde siyasi bir geleneğin ve kadronun olmayışı yatıyor. Bize yol gösterecek insan bulmakta zorluk çektiğimiz gizli birşey değil. Toplumdan ve dinden kopma büyük bir sorun ve bu yüzden liberaller halka yabancılaşıyor. Ancak “liberal kadro” içinde dindarların -şahsen ben de- olması uzun vadede bu açığı kapatacaktır.
1970’lerde en ince ayrıntılarla bölünmüş sağ ve solda pek çok fraksiyon varken liberal bir akıma rastlamıyoruz. Böyle olunca şimdiki genç kuşağın anne-babaları arasında liberal olan yok. Bu da müthiş bir tecrübesizlik ve hırçınlık yaratıyor. Çıka çıka Rasim Ozan gibi birisi piyasaya çıkıyor ki gerçekten yazık.
Şimdiden kestirmek tabiki mümkün değil ancak bir süre sonra hem siyasi hem de hayat tecrübesi kazanmış liberal kadrolar Türkiye’de etkin olacaktır kanaatindeyim. bkz. 3H Hareketi, TPE, LDT, LDE, LDP.
Bahsettiğiniz kürtaj,pedofili vb. sorunların gündemde henüz olmaması ve siyasi sorunlar çözülmeden bunlara sıra gelmeyecek olması şimdilik bu unsurların etkisiz eleman olarak kalmasına neden oluyor.
Güzel bir tartışma. Umarım daha ısınır.
Yazan:denememeler Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Atilla Yayla “Hürriyet Mektebi”nde demokrasi’nin liberalizm için elzem olmadığını, ama içinde yeşermesi en mümkün yönetim biçiminin demokrasi olduğunu, ama demokrasinin sadece liberal bir tabanda varolabileceğini iddia ediyor.
Yazan:alper ecer Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Gerçekten başarılı bir derleme olmuş, böyle derlemelerin kısa zaman sonra üstte bir başka yazı yüzünden bilmemkaçıncı sıraya düşmeleri gerçekten üzücü. Belki yukarda özel bir kutucukta bir kaç gün olsun yazıyı tutmanız iyi olur.
Bence soruda biraz yanlışlık var, çünkü bence başarısız değiller. Liberalizm bir tür konstrüktivizm değil her şeyden önce. Bizim bir parti programımız şuyumuz buyumuz yok ki. LDP’nin parti programı var, ama o da diğerleri türünden bir program değildi. Besim Tibuk’un dediği gibi LDP iktidara gelse üç ay yoğun biçimde özelleştirme vs için çalışır, sonra da yapacak bir şey olmadığı, çünkü her şey özele devredildiği için yatardı. Bu tabii onun ifadesi, ama şöyle bir gerçeği yansıtıyor. Biz siyasete değil, işlerin insanlar rahat bırakılırsa kendiliğinden ve siyaset gibi dış müdahale olmaksızın zamanla yoluna girmesini sağlayabilecek sosyal dinamiklerin varlığına inanıyoruz. Dolayısıyla siyaset bize ters. Siyaset ancak o kendiliğindenliğe inanmadığında ortaya çıkacak, “kendiliğinden bu iş iyiye gitmiyor, hey yok mu şu ortadaki problemi çözecek olan” denildiğinde beliren bir şey. Biz zaten başarılıyız, ticaret ve küreselleşme zaten sınırları yıkıyor, bizim düzenimiz zaten yürüyor, bize insanların oy vermesine gerek yok, zaten ucuz kazak aldıklarında pamuğunu çinden getirten üreticiyi seçtiklerinde zaten bize oy vermiş oluyorlar. Bundan memnun olmayanlar siyaset yoluyla dışarıdan müdahale ederek durumu değiştirmeye çalışıyorlar. Bu siyasi açıdan da geçerli. İnsanlar hakları ve özgürlükleri için de savaşıyorlar, liberaller olsa da olmasa da bu ülke çok partili rejime de geçti, şu an derin devletle de mücadele ediyor. Bunları hep “kendi ütopyasının” peşindeki insanlar yaptı, liberaller değil. Ama kendi ütopyalarını başka insanlara kabul ettiremediklerinde ancak ortak kabul gören noktalara kadar ilerleyebiliyorlar ve bu da ortak kabul gören, kimlikten şundan bundan bağımsız bir evrensel insan tipinin talepleriyle örtüşüyor. PKK ülkeyi bölmek ve ayrı bir devlet kurup onun hükümeti olmak istiyor, ama buna karşı çıkan irade daha baskın çıkınca ilerlenebilen yer “herkes istediği dili konuşmakta serbesttir” oluyor. Şeri bir rejim isteyenler de oluyor, ama bu ortak bir talebe dönüşmeyince ve toplumdaki diğer kesimler buna bütün varlıklarıyla karşı çıkınca gene bu da “herkes istediği ibadeti yapabilmeli, istediği kıyafeti giyebilmelidir” ortak noktasına kadar ulaşabiliyor. Buna “ikinci en iyi” diyolar.
Ve bu her konuda böyle. Sonuçta “doğal düzen” ilerliyor. Şimdi biz varılacak noktayı öngörsek bile insanlar zaten buna burun kıvırıp kendi ütopyalarının peşinden gideceklerdir. Neden ikinci en iyi’yi tercih etsinler ki? Bunun hiç bir anlamı yok. Unutmayın ki insanlar dünyaya kendileri mutlu olmak için geliyorlar, mutlu bir toplum düzeni nasıl sorusuna cevap aramak için değil. Bu yüzden şu konuda özgürlük isteyen adam niye öteki konuda istemiyor gibi düşünmek de çok mantıklı değil. Normal olanı istememesidir zaten. Kendisini mutlu hissedeceği toplum, padişah olduğu ve insanların ensesinde boza pişirdiği bir toplumsa bunu istememeleri için bir sebep var mı? Sonuçta herkes kendi mutluluğu için yaşar. Burada sorunlu olan biziz, biz özel olarak bizimle ilgisi olmayan sebeplerle insanlar için ideal bir construction tasarlamışız, sonra da bunun kabul edilmesini dert edinmişiz. Niye? Cebimize para mı koyacaklar? Yok, öyle bir erdem tanımımız var kendimize göre, bizi de manen mutlu eden o. (çıkıp yok vergiler düşerse biz de bundan yararlanırız tipinde argümanlar ortaya atmayın, diyelim maliye bakanısınız, ya da muhasebecisiniz, liberal olmaktan vaz mı geçeceksiniz? Biz bu naneyi erdemli olduğumuza inandığımız için savunuyoruz, adamın tasını attırmayın) Sonuçta biz bir ütopyaya hizmet etmiyoruz, sadece diyoruz ki “boşuna ütopyalarla vakit kaybetmeyin güzel kardeşlerim, işin varacağı nokta bu, gelin şunda şimdiden uzlaşalım” Tabii ki bu da insanlara hiç bi şey ifade etmiyor, kim ütopyasını bırakır da bizi dinler ki. O yüzden onlar deneye deneye ve kafalarını taşa vura vura ilerliyorlar bizim dediğimiz yere, ama biz insanların umutlarını almaya çalıştığımız için marjinal kalıyoruz, kimse bizi sallamıyor. Bence o yüzden başarılı olmamız olmamamız gibi bir şey çok anlamlı değil.
Yazan:MY Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Değerli yorumculara emekleri için teşekkür ederek başlayayım, Yarım günde 11 yorum yazarak konuyu bu kadar iyi toparlamanıza hayran kaldım, samimî olarak itiraf edeyim. Derin Düşünce’nin bu tarafına bayılıyorum, bir konu etrafında anında oluşabilen bu “ortak akıl” bana çok şey öğretti 🙂
Bütün yorumcuları okudum, soru ve eleştirilere de yanıt vereceğim elimden geldiği kadar.
İnsanoğlu okuyup öğrendikçe kendi bilgisizliğinin farkına varıyor. DD sitesi hayata başladığından beri bu tarzda “uzun” makaleler yazdım bir çok kez. Amacım öğretmek değildi, “benim elimden gelen bu, siz de daha iyisini biliyor musunuz?” diye sormaktı.
“Liberalizmi atın çöpe!” diyebilecek durumda değilim, Atilla Yayla’ya saygım büyük, LDT’den Mustafa Erdoğan’ın makalelerini ve Fransız liberteryeni Pascal Salin’in yazılarını severek, beğenerek yayınladık. Aziz Bey’in isabetle ifade ettiği gibi anlama çabası eleştirinin önünde.
Ahmet Cem Özen’in dediği doğru, bireysel hakları savunmak için gerekli fikrî zemini oluşturmada Türkiye liberalleri çok önemli katkılarda bulundular. Meselâ müteyeddin aydınlar aynı çabayı İslâm’daki “kul hakkı” çerçevesinde gösterebilirlerdi. Yıllarca kendilerini kurtaramadıkları milliyetçilik vebası ve Osmanlı fetişizmi buna engel oldu. Gayrimüslimlere yapılan baskılara, Güneydoğu’da TSK’nın yaptıklarına “devletin bekası” için göz yumarken “Kudüs Gecesi” düzenlerseniz kimse samimiyetinize inanmaz. En başta da müteyeddin kesim!
ALLAH’a çok şükür artık bu yönde de bir uyanış var ve sürecektir umud ediyorum.
Türkiye’deki liberalizmin gençliği ve toyluğu konusunda da Ahmet Cem Özen’e hak vermek zorundayım. Belki diğer siyasî hareketlerin de bir türlü olgunlaşamaması bir tür toyluk. Darbeler ve devlet baskısı sebebiyle yapay ilke ve saplantılardan kendini kurtaramayan tek siyasî hareket liberalizm değil. Bu nedenle halktan güç alan “doğal” ve özünde demokrat siyasî partiler için henüz erken?
Enver şairane bir dille ifade etmiş, “modern epistemoloji kanını verdiği bütün ideolojileri olduğu gibi liberalizmi de zehirliyor bence.” Sanata olan hassasiyeti düşünceye yansımış 🙂 her zaman ki gibi. Yazıda andığım “iç hastalıklar” bir çok bakımdan bu zehirlenme ile bağlantılı. İnsan biyolojik ve ekonomik bir varlık olduğu kadar sosyal, mistik ve manevî bir bir varlıktır. Din ve devlet işlerini ayırma illüzyonu ile yola çıkanlar geçici olarak başarıya ulaşmış gibi görünebilirler. Ama yanlış hesap bağdattan dönüyor. Bu bakımdan birey ve “dünyevî” ihtiyaçlar üzerine kurulan modeller çökmeye mahkûm sanırım.
Ama teslim edeyim, şimdiye kadar gördüğümüz kadarıyla bu “dünyevî” modellerin en iyilerinden biri yine de liberalizm.
Dusunceler’den Nun güzel baglamış sözünü, “Liberal teori çok önemli oranda refah yaratmıştır ama refah ‘herşey’ demek değil.” Ama daha da güzeli tartışma kapısını açık bırakmış. “liberal ahlaka ilişkin daha sıkı kuramlar ortaya atılsın, tartışılsın diyorum.” demiş. Benim de temennim bu. 1800’lerde ingilizce, fransızca, almanca yazılmış kitapların arkasına siper almasın Türk liberalleri. Ama akademik bir dille yüksek bulutlarda da gezmesin. Günlük sorunlara günlük dille çareler arasın. Türkiye’nin gerçekleri ile yüzleşerek, halkın diliyle, halkın medyasında varlık göstersin. Lafı dolandırmadan “kral çıplak” desin her fırsatta.
Aziz Bey her siyasî akımın kendi “geleneksel” tabanı olduğunu ama liberallerin kimseye yaranamadığını hatırlatmış. Gerçekten de çıtayı biraz yükseğe koyuyoruz belki. Ama liberalizmin kendi sınırlarını çizMEmesinden kaynaklanıyor bu biraz da.
Yani siyasî bir yöntem, bir ideoloji ya da her ne ise liberalizmin (ya da bireysel özgürlük, piyasa gibi olguların) ahlâkî referanslara alternatif teşkil edemeyeceğini baştan peşinen teslim etmek gerekiyor.
Bunu yapan liberaller olduğu gibi yapmayanlar da çok. Liberallere yönelik taarruzlar daha çok buradan kaynaklanıyor. “hey dostum, bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler” demekle olmuyor. Özgürlük ve piyasa sihirli birer değnek değil. Liberaller bunun yasını tutup çıkmalılar yola.
Yazan:MY Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Ayrıca ” Liberalizm uğruna, cemaatin/cemiyetin refahı için birey kendini feda etmeli midir?”
demişsiniz, biz bunu da kendi aramızda konuşmuştuk.Bir insan bir cemiyete, cemaate katılmak ve bu şekilde kendi özgürlüğünü kısıtlamayı kendi kabul ediyorsa bize susmak düşer, bu kişinin kendi tercihi oldugundan dolayı diğer insanların bir şey diyemeyecegi gibi liberaller de buna bir söz etmiyorlar.tıpkı insanın ötenazi istemesi gibi, liberaller ötenaziye karşı çıkmamaktadırlar zira beden kişinin kendisine ait.(AMARAT)
Burada iki mesele var, birincisi bireyin kendini her hengi bir dava uğruna değil liberalizm uğruna feda etmesini kasdediyorum. Meselâ bireysel hakların ilerlemesi için kendini (ya da bazı çıkarlarını) feda eden bir liberal bireysellikten vazgeçmiş ve kollektivist kazanımları öne çıkarmış demektir. Burada ilk bakışta bir çelişki var.
Liberallerin din ve ahlak ile ilgili konulara uzak kaldığını söylemişsiniz ama biz bunu arkadaşlarımızla konuşurken bu konulara hep değiniyoruz. din ile ilgili zaten bizim herhangi bir sorunumuz yok ama ahlak konusunda bazı söylemler her ne kadar mantıklı gelse dahi sonuçta söylediklerimizden ben şahsen doğru olmadıgını düşünüyorum ama doğrusu bu diyebiliyorum. (AMARAT)
Ben de yazıda belirttiğim gibi “din” kelimesini geniş bir anlamda kullandım. Meselâ Sokrat’a hayran olan ve onun gibi yaşamayı kendine ilke edinen birinin felsefesini de “manevî” bir çıpa kabul ediyorum. Amacım problem çözmeye yarayan zekâ ile iyi-kötü ayrımını yapan akıl arasına bir çizgi çekmek. Ardından da “iyi” şeyler yapacak cesareti nereden bulacağımızı sormak.
Yazan:emre er Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Doğrusu liberal olmanın en sevdiğim yanı bu:) İktidarda kim olursa olsun benim istediklerim olmak zorunda. Siyasi iktidarlar aksini yaptıklarında her seferinde başarısız olurlar.
Yazan:Tarik Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Mehmet bey çok ağır ve önemli sorunsallar ortaya atmışsınız. Keşke bunları tek tek, müstakil yazılar halinde bize sunsanız ve yazılarınız üzerinden tartışabilsek. Örneğin ben şu hollandadaki parti olayını çok merak ediyorum. Daha fazla (detaylı) bilgiyle üzerinde tartışılmasını isterdim. Keza yine, kürtaj, cemaat-din meseleleri tek tek örnekler üzerinden daha sağlıklı tartışılabilir gibime geliyor.
“Müslümanın afyonu” dizisi gibi bir “liberaller” özeleştiri dizisi kaleme almayı düşünüyor musunuz?
Yazan:alper ecer Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Mehmetçiğim, biraz polemikvari olacak belki ama şunları söylemek isterim. özgürlük ve piyasa ekonomisi sihirli değnek değil diyoruz ama zaten sihirli değnek diye bir şey yok. çünkü ortada sihirli değneğin çözeceği bir sorun yok. Benim mesela “insanların ekonomik sorunlarını çözmediğine göre özgürlük ve piyasa ekonomisi sihirli değnek değil” demem, veya kürtaj veya şu bu sorunu öncelemem demek insanları o sorunlara hapsetmem demektir, sorunları bu olmayabilir, nedir ki insanların “çözülmesi gereken” sorunu? “Sorun”, varlığına ve içeriğine ve çözülüp çözülmediğine insanların karar vereceği bir şey. Bu bakımdan insanlar konuşup tartışacaklardır ve sorunlarını eğer varsa çözeceklerdir veya çözülmediğine inananlar aynı konuyu tartışmaya devam edeceklerdir. Bu süreç hiç bitmeyecek, hiç bir zaman tartışma sona ermeyecek, tartışmanın bitmesi diye bir son duruma hiç bir zaman varılmayacaktır. Sonuçta herhangi bir şey “oluyorsa”, bu hep “insanlar o an öyle istediği için” olacaktır ve sonra bu da değişecektir. Tartışmanın varlığı sorun demek değildir. Bir liberal için sorun tartışmanın “olamamasıdır.” Yani bir liberal için ekonominin çöküşü ve herkesin açlık ve sefalet içinde kalması bir sorun değildir, sorun bunu değiştirmek isteyen insanların kendilerini ifade etmelerine ya da yeni bir ekonomik politika geliştiren partilere darbe yapılmasıdır. Çözüm mekanizması olarak özgürlüğün eksikliği, tartışmanın yapılamaması, yeni fikirlerin ortaya atılabileceği platformların engellenmesi sorundur. Eğer bunlar yapılabiliyorsa orası bir “açık toplum”‘dur Popper’ın deyimiyle, ve bu yapılabildiği sürece gerisi önemli değildir, ülke isterse çöksün, kendini rejenere edebilir. Ama bunun ötesinde “liberalizm kız ayarlamaz, gece üstümüzü örtmez, süt içirmez, bizim yerimize işe gitmez.”
Biraz daha açayım, bugün dünyada liberalleri ilgilendiren sorunlar var mı? Var, ama açlık değil onlar, çünkü o bir özgürlük sorunu değil. Bugün dünyada tartışılamayan, tartıştığın takdirde başına işler gelen bir şey varsa sorun odur. Mugabe’nin ülkesinde yönetimi eleştiremiyorsun, işte bu bir sorun. Ya da çeşitli kültürel mutlakiyetçi bakış açıları taşıyan bir insanın “batılı” değerleri kanunlarla ya da silah gücüyle tartışmadan azade tutmaya çalışması bir sorun. Bu anlamda “insan hakları”‘nın bile mutlaklaştırılması başlı başına bir liberalizm sorunudur. Eğer tüm insanlara eşit dağıldığını varsaydığımız, negatif özgürlük, barış gibi değerler dışında bir şey “korunmaya” çalışılıyorsa ve tartışmaya kanunlar yoluyla kapalı tutuluyorsa işte bu bir sorundur. Ermenilere yapılanın ne olduğunu Türkiye’de tartışamamak ve tartışanların hack edilmesi, yetmiyorsa hapse atılması, yetmiyorsa öldürülmeleri ve daha önemlisi bunları yapanların “yakalanamaması” bir sorundur, aynı şekilde Ermenilere yapılanın ne olduğuyla ilgili Fransa’da yasa çıkarmak ve uymayanlara gene mahkeme kararıyla ceza vermek de bir sorundur. Bunların hepsi birer ifade özgürlüğü ihlalidir. Ya da idam cezasının kaldırılması gibi ihdas edilmesi de mümkündür, kaldırılması hukuk devletinin gereği kaldırılmaması ise zorbalık değildir. Bu insanların tartışacağı, ama hiç bir zaman “işte bu konudaki mutlak doğruya ulaştık” diye ilelebet sonuca bağlayamayacakları, öyle bir iddiaya sahip olamayacakları bir konudur. Her şey tartışılabilir. Bu örnekleri, gerçekte sadece birer kültürel mutlakiyetçi olanlar için veriyorum. Daha da verebilirim. Yani kültürel mutlakiyetçi kişinin görmek istediği insan tipinin ortaya çıkmamış oluşu bir liberalizm sorunu değil, onu demek istiyorum. Burada, bu ülkede bizim görevimiz tartışmanın yürümesini, toplumun kendini ifade etmesinin önündeki engellerin kalkmasını sağlamak. Bunu yaptıktan buradaki toplum ve başka değer yargıları ve başka kültürel deneyimler çatışacak ve başka sentezler ortaya çıkacak. En nihayetinde hepsinin, bütün dünyanın çatışıp bir noktada mantıksız her şeyin döküleceğini düşünsem de, öyle bir noktanın olduğunu varsaysam da, hiç bir zaman o noktayı önceden gördüğüm gibi bir varsayımla hareket edemem ben bir liberal olarak, çünkü bir liberalden önce insan olarak benim deneyimlerim sınırlı, okuduğum kitaplar da sınırlı, gerisini görmedim ve şu an ortaya çıkmış arızi bir durumu mutlak doğru olarak alamam ve donduramam, kimseye de tavsiye edemem. Sadece çatışmanın ve dökülmenin durmaksızın sürmesini isteme hakkı görebiliyorum kendimde. Budur benim problemim, başka bir şey değil.
Yazan:Ahmet Cem Özen Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Tecrübesizlik gerçekten en temel alanlarda bile karşımıza çıkıyor.
Bazıları her nedense liberalizmin yapısından dolayı liberallerin bazı konularda elinin kolunun bağlı olduğunu söylüyor.
Mesela bir liberal regülasyon kurumlarında çalışamaz mı? Dışişlerinde çalışamaz mı? Hatta uluslararası ilişkiler çalışamaz mı?
Böylesi düşüncelerle çok karşılaştım ve liberaller “..bla bla ..” yapmaz diyen çok kişi gördüm.
Kimse kimseyi birşey yapmaya zorlamıyor ki. Liberalizm için mesai harcamak isteyen harcar. Bunu dava olarak görmek isteyen görür. Hayatta sadece liberalizm yok ki. Sanat var, aşk var, aile ilişkileri var. Herşeyi liberalizmle nasıl algılayım. Bunu iddia edenlerin ego ve asosyallik bağlantılı problemleri olmalı diye düşünmüşümdür hep.
Öylesine dibine vuruyor ki bazı liberaller; neredeyse diyecekler ki “liberal siyaset olmaz” veya “liberaller siyasetçi olamaz”.
Bu arkadaşlar malesef dünyadan ve gerçeklerden kopmuş durumdalar. Pek çok insan gördüm bu minvalde konuşup sonra kendi kabuklarına çekilen. Sonuç ne oldu: verilen emekler boşa gitti.
Belki de ben gündem-siyaset üzerine çalıştığım için bu konuları kendi içimde çözmüş görünüyorumdur. Bilemiyorum.
Yazan:özlem Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Elinize sağlık çok guzel bir yazı. Yorummlar da yazıya yakışır şekilde seviyeli ve zihin açıcı. Bir şekilde ister inanç deyin, ister ahlak isterse felsefe ya da vicdan belli bir maneviyata derinliğe sahip olan herkes sorunları görüyor. Aynı hastalık gibi. Hastanın yüzündeki lekelere bakınca görüyorsunuz. medeniyet hasta. Ateşi var biliyorsunuz. Ama çözüme gelince işte orası çok karmaşık. Bir tedavi önerebilmek için durmak biraz düşünmek bir kaç dakika nefes alabilmek lazım. Oysa öyle bir kısır döngüye düşmüş ki insanlık duracak bir dakika vakti yok. Ayni Had gadia daki(http://video.google.com/videosearch?hl=tr&q=had+gadia&um=1&ie=UTF-8&ei=PrueSfzZDoTC-Ab9vqy2Dg&sa=X&oi=video_result_group&resnum=4&ct=title#) gibi mazlum ile zalimin aynı oyunu oynadığı, oynamak zorunda olduğu bir oyun bu. O yüzdendir ki Batı tüm iki yüzlülülğü ile İran’a nükleer programını durdur derken İran’da aynı modern dünyanın bir parçası olarak silahlanması gerektiğinin bilincinde. Bu bir oyunsa oyunun kuralları belli. İktidar olmanın yolları belli. Kimsenin kafasını kaşıyacak sistemin dışına çıkacak hali yok.
Turkiye’deki ulusalcılığın son yıllarda geldiği nokta şaşkınlık verici. Batı ile aralarındaki bir nevi aşk nefret iylişkisi. İşin garip tarafı artık batıyı eleştirme öylesine ulusalcıların tekeline girdi ki milliyetçi yaklaşımları olmayan insanlar faşizan bir dile savrulmamak için batı’yı eleştiremez bir noktaya geldiler.Modernizm ve emperyalizm eleştirisi yapmak zihinlerde faşizm algısı ile birleşiyor. Tüketim çılgınlığına ve hazza dayalı bir hayat tarzına dokunduğunuz zaman acaba özgürlüklerimize mi kasıt var sorgulamasına maruz kalıyorsunuz. Siyonizme söz edince antisemitist olmakla suçlanıyorsunuz. Öte yandan ne kadar severek okursam okuyayım, iç politikada yaptıklarını ve cesaretini taktir edersem edeyim yangın yerine dönmüş bir ortadoğu’yu eleştiremeyen , misakı milli dışındaki sınırlar için bir sözü olamayan bir Taraf gazetesinin kimi yazarları gibi yazarlar, liberal partiler vs. bu manada özgürlükçü bir akım bana güven vermiyor bir şey vaat etmiyor. Sanırım halk da bu samimiyetsizliğin farkında.
yazınızı okurken bir zamanlar seyrettiğim bir belgeseli hatırladım. Tanzanya’dan Avrupa’ya balık ihraç edip karşılığında silah alan insanlarla, çok fakir ve aç insanlarla ilgili idi.
Korkunç bir belgeseldi.
Hubert Sauper e aitmis. İsmi Darwin’in kabusu imis. İmkanı olan olursa şiddetle tavsiye ederim. Böyle bir dünyaya söyleyecek bir lafı olmayan hiç bir ideoloi bizi bize umut vaat etmeyecektir.
tekrar elinize saglik tavsiye ettiginiz diger yazilari da okuyacagim ins:)
Yazan:eg Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
“Öte yandan ne kadar severek okursam okuyayım, iç politikada yaptıklarını ve cesaretini taktir edersem edeyim yangın yerine dönmüş bir ortadoğu’yu eleştiremeyen , misakı milli dışındaki sınırlar için bir sözü olamayan bir Taraf gazetesinin kimi yazarları gibi yazarlar, liberal partiler vs. bu manada özgürlükçü bir akım bana güven vermiyor bir şey vaat etmiyor.”
özlem hanım, bir ara taraf’ı vicdan başkenti diye tanımlayan bir yazı yazmıştım. gerçekten de sizin de tespitiniz gibi iç siyasette gösterrilen demokrat tutum bana bu umudu vermişti. ama gazze konusunda – zaten vicdanlarını bildiğimiz birkaç yazar hariç (ki onların tutumu taraf’tan değil, kendilerinden bir tutumdu, hangi gazetede olsalar bunu yaptılar zaten) taraf’ın tutumu beni derin bir umutsuzluğa sevketti. artık taraf’a bile soğudum. taraf’a artık yazı göndermek bile içimden gelmiyor, o kadar yani:((( sanırım taraf’ın tutumu da bu konuyla çok alakalı bir konu.
Yazan:MY Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Selam Alper,
Öncelikle katkin için tesekkürler, böyle bir tartisma sensiz olmazdi 🙂
makale altta kalsa bile tartisma sürer, bizim sitenin böyle bir özelligi var, gündemi kendimiz olusturuyoruz ve okuyucu ilgi gösterince dogal olarak “ilgin” makaleler gündemde kaliyor, yasasin liberalizm 😀
Gelelim aldigin durusa, “polemik” demissin, bence degil. Doga kanunlarini liberalizm kanunlari olarak kabul etmissin. Bilmiyorum. eger öyle ise Atilla Yayla liberal degil. çünkü basörtülü kizlari okula sokmayan kemalist zihniyet ve silahli kuvvetler DOGAL OLARAK KUVVETLi OLDUKLARINDAN Atilla Yayla’nin bu ise boyun egmesi gerekirdi.
Yine Yayla basörtüsü kullanmadigina göre “bana ne kardesim?” demeliydi senin anladigin liberalizme göre.
“Doga = Liberal kanunlar” diyorsan liberalizm yok demektir. Sadece erkek ögrencilerin ve ögretmenlerin oldugu bir okulda erkekler tuvaleti olur mu?
Kedi buysa et nerede? Et buysa kedi nerede?
Diymi benim tatli kardesim?
al sana polemik 😉
Yazan:eg Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
mehmet’in bıraktığı yerden…
kaldı ki insan doğası olarak aktarılan şeylerin modern anlayışın insan doğası olarak bellettikleri olduğunu söylememe ne hacet!
insan, evrendeki canlı cansız varlıklardan Allah’ın isimlerinin “tümünün” tecelli ettiği tek varlıktır. eğer insan bu tecellilerin tümünü kendisinde ynasıtabilirse insan-ı kamil olur. eğer bu isimlerin çok azını kendisinde yansıtabilirse, o zaman da bir eşyaya ya da “hayvan”a döner. kapitalizmin (ve modern anlayışın ) insanı işte bu “hayvan” yöne hitap eder. ama mevlana’nın dediğini tekrarlayayım:
“A güzelim yoldaşım, sen alelade tek bir adam değilsin ki. Sen bir alemsin,sen bir derin denizsin. O senin muazzam varlığın yok mu, O belki dokuz yüz kattır. O, dibi, kıyısı bulunmayan bir denizdir, yüzlerce alem o denize gark olur gider. “
Yazan:alper ecer Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
bir şey daha söylemek istiyorum. ben siyaset liberallere ters derken liberallerin siyaset yapamayacağını kast etmedim. siyasetin kamusal politikalarla ilgili olarak karşı çıkacağınız bir gidiş varsa anlamlı bir şey olduğunu söyledim. bu anlamda “sonrasında karışmamak üzere” ilk ve son kez devleti minimalize edecek adımları atmak üzere siyaset yapmak da çok siyaset sayılmaz. çünkü sizin yaptığınız ya da yapmak istediğiniz şey siyaseti “yoketmektir” gerçek anlamıyla. bu anlamda bir liberal siyaset yaptığında bunun gerçek anlamı insanlara “devletten bir şey beklemeyin” diyebilmektir. Oysa siyaset bunun için yapılmaz genelde, insanlar devletten bir şeyler beklerler ve bunun yolu siyasettir ve siyaseti yoketmek isteyen birisi kimsenin işine gelmez. Bu yüzden de bir liberal parti oy alamaz. Ama elbette isteyen siyasetle uğraşır, bu liberal olmanızla ilgili bir şey değil. Neden liberallerin siyasette başarısız olduklarını açıklamaya çalışıyorum ben, liberalizm dini siyasete cevaz verir mi gibi saçma bir soruya cevap aramıyorum. İşin doğasında var bu terslik.
Kimse tek katmanlı değil. Hepimiz aynı anda hem işçiyiz, hem patronuz, hem alevi ya da sünniyiz, hem milliyetçe türk ya da kürt ya da lazız.Bunlardan bir kaçını aynı anda taşıyoruz, bazen lise arkadaşlarımızla, bazen iş bazen dernek arkadaşlarımızla bir araya geliyoruz.Bir meta-etik olarak alabiliriz liberalizmi, ben şöyle düşünüyorum her ne düşünüyorsam. ama kimsenin kafası ezilmesin her ne düşünüyorsa gibi. Dolayısıyla kimsenin kafası düşüncelerinden ötürü ezilmesin diyorsanız oradan sonra “başkalarının kafasının ezilmesiyle sonuçlanmayacak olduğu sürece” nasıl toplumsal sorunlardan bahsettiğiniz önemli değildir ve şunu veya bunu tercih ediyor olmak sizin liberal olup olmamanızla da ilgili değildir. bu bir meta etiktir çünkü. bir liberalin de başı ağrıyabilir, doktora gidebilir, lunaparkta eğlenebilir. liberallik de eğlendirici olabilir ya da liberallik de hastalık kapabilir gibi tanımlamalar üretmeye gerek yok zannımca. eğlenmenizin ya da hasta olmanızın liberal olmanızla bir ilgisi yok ki bir kere kafadan?
Yazan:s.sakman Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
İnsan; “Ne Alim-i Mutlak, ne de yanılmaz” olabilir
Öyle olsaydı, bilgi teorisine gerek olmazdı. Yani; insan bilgisi, otomatikman kazanılabilse, doğruluğu otomatikman kesin olabilse, içeriği otomatikman tam olabilse; bilgilenme yöntemlerinin keşfi diye bir zaruret olmazdı. Oysa, insan tabiatı böyle değildir. Algılama yeteneği otomatiktir; fakat, bu yetenek, hayatta insanca varkalmak için yetersizdir. Algılama düzeyinin ötesinde; insan bilinci, iradidir: bilgiyi, gayret göstererek veya doğru yürütmeyi öğrendiği bir akıl süreciyle elde edebilir. Tabiat, insana, zihni etkinlik konusunda hiçbir garanti vermez; insan, hata yapmaya, görmezden gelmeye, realite hakkındaki bilgisinde psikolojik tahrifat yapmaya muktedirdir. İnsan; doğuştan sahip olmadığı, tabiatınca kendisine otomatikman verilmiş olmayan bir bilgilenme yöntemini, kendisi keşfetmek zorundadır; yani, akli yeteneğini nasıl kullanacağını, muhakemesiyle vardığı sonuçların doğruluğunu nasıl tahkik edeceğini, hakikati yalandan nasıl ayırt edeceğini, neyi bilgi olarak kabul edebileceği kriterini nasıl tesbit edeceğini, kendisi keşfetmelidir. Yani, insan, bilgi dediği şeyi keşfetmek ve bu bilgilerin realiteye tekabül ettiğini isbat etmek zorundadır.
Burada bazı sorular ortaya çıkmaktadır:
İnsan; bilgiyi, bir akıl süreciyle mi elde eder; yoksa, tabiat-üstü bir kuvvet, bilgiyi, ona, ani bir vahiyle mi bahşeder?
Akıl, insan duyularının sağladığı malzemeyi teşhis edip (kimliklendirip) bütünleştiren bir yetenek midir; yoksa, daha doğmadan önce insan zihnine ekilmiş fıtri (tabiattan, doğuştan) fikirlerle dolu bir depo mudur?
Akıl, realiteyi kavramakta tamamen yeterli midir; yoksa, insan, akıldan daha üstün herhangi bir kavrama yeteneğine mi sahiptir?
İnsan, bildiklerinden emin olabilir mi; yoksa, sürekli bir şüphe içinde bulunmaya mı mahkumdur?
Bu sorulara verilecek cevapların niteliği; bir insanın, kendine güven derecesini -dolayısiyle, realiteyle alışverişte bulunma işindeki başarısını- belirler. Rasyonel bir insan, bu soru setlerinden sadece birincilere olumlu cevap verecek ve neden böyle cevap verdiğini bilecektir.
Tanımlar bağlamsal olduğuna göre, bütün insanlar açısından geçerli OBJEKTİF bir tanım nasıl belirlenir?
Bu, tanımı yapılacak verili bir kavram altındaki birimlere ilişkin konularda varolan bilginin en geniş bağlamı tarafından belirlenir.
Objektif geçerlilik, realitenin olgularına referansla belirlenir.
Fakat, olguları teşhis edecek olan insandır; yani, objektiflik, insan tarafından yapılmış keşifler gerektirir; dolayısiyle, objektiflik, insan bilgisinden önce gelemez; başka bir deyişle, objektiflik, Alim-i Mutlak olmayı gerektirmez. İnsan, kavramlarının ve tanımlarının objektif olarak geçerli olmasını istiyorsa: hem, keşfettiklerinden daha fazlasını bilemeyeceğini bilmeli, hem de olgularla ilgili delillerin gösterdiğinden sanki daha azını biliyormuş gibi davranmamalıdır.
Bu konuda; cahil bir yetişkin, bir çocukla veya bir gençle aynı durumdadır. Cahil bir yetişkin, sahip olduğu dar bilginin ve bu bilgiye karşılık düşen ilkel kavramsal tanımların belirlediği bir kapsamda davranmak zorundadır. Daha geniş bir düşünce ve eylem alanına girdiğinde, yeni delillerle karşılaştığında; tanımlarının objektif olması için, onları yeni delillere göre genişletmelidir.
Bütün insanlar açısından geçerli objektif bir tanım, bir kavram altındaki mevcut-şeylerin cinsini ve asli ayırt edici karakteristiğini,
-insanlığın gelişiminin o aşamasına kadar elde edilmiş olan bütün alakalı bilginin gösterdiğine uygun olarak- belirten bir tanımdır.
(Bu konudaki anlaşmazlıklarda kim karar verir? Objektiflikle ilgili bütün konularda olduğu gibi, bu konuda da; iki veçheden oluşan bir tek nihai otorite vardır: 1. realite; 2. delilleri, objektif yargılama yöntemiyle (yani, mantıkla) yargılayarak sonuca varan her bireyin kendi zihni.)
Fakat, objektif tanımların tabiatının böyle olduğunu belirlemek; ne, her insanın evrensel bir skolar olmasını gerektirir; ne de, bilimin her keşfinin, kavramların tanımını etkileyeceği sonucunu doğurur. Bilim, realitenin daha önceden bilinmeyen bazı veçhelerini keşfettiğinde, onları kimliklemek için yeni kavramlar teşkil eder (“elektron” gibi); fakat, daha önceden bilinen ve kavramlaştırılmış mevcut-şeyler üzerinde derinlemesine yapılan araştırmalarla ortaya çıkan keşifler, kavramsal alt-kategorilerle kimliklendirilir. Mesela, insan biyolojik olarak “hayvan”ın çeşitli alt-kategorilerinde (“memeliler” gibi) sınıflandırılır. Fakat, bu sınıflamalar, bir olguyu değiştiremez: rasyonellik, insanın asli ayırt edici ve tanımlayıcı karakteristiğidir; ve, insan, “hayvan” geniş cinsine dahildir. (İster bir bilim adamı, isterse cahil bir çocuk “insan” kavramını kullansın; bu sınıflamalar, işaret edilen varlığın aynı tür bir varlık olduğu gerçeğini de değiştiremez.)
Eğer “rasyonel hayvan” tanımının yetersiz olduğu doğrultusunda bir keşif yapılırsa (yani, rasyonellik, insanı diğer mevcut-şeylerden ayırt etmeye artık yaramaz olursa); ancak o zaman, tanımın geliştirilmesi meselesi ortaya çıkar. “Geliştirme,” eski tanımı inkar etme, fesh etme veya onunla çelişme demek değildir; “geliştirme,” insanın rasyonel ve hayvan oluşundan daha ayırt edici başka bazı karakteristikler olduğunu isbatlamak demektir; ki, bu gayrı-muhtemel durumda, rasyonellik ve hayvanlık tanımlayıcı olmayan karakteristikler olarak görülmeye başlanacak, fakat her iki karakteristik hala doğru kalacaktır.
Kavram-teşkilinin bir bilgilenme yöntemi olduğunu, insana ait bilgilenme yöntemi olduğunu ve kavramların, gözlemlenmiş mevcut-şeylerin, gözlemlenmiş diğer mevcut-şeylerle ilişkisine göre yapılmış sınıflamaları temsil ettiğini, hatırlayalım. İnsan Alim-i Mutlak olmadığından; bir tanım, değişmez bir mutlak değildir; çünkü, bir tanım, belirli bir gurup mevcut-şeyi, evrendeki başka herşeye, henüz keşfedilmemiş veya bilinmeyen şeylere ilişkilendiremez. Yine aynı sebepten; bir tanım, bağlamsal olarak mutlak değilse, yani mevcut-şeyler arasında bilinen ilişkileri (bilinen asli karakteristikler halinde) belirtmiyorsa, veya bilinenlerle mutabakat halinde değilse, yani bilinen asli karakteristikleri görmezden geliyor veya onlarla çelişiyorsa, yanlış ve değersizdir.
Modern felsefe içindeki nominalistlerin, özellikle mantık pozitivistlerinin ve linguistik analistlerin iddiasına göre: doğru-yanlıs alternatifi, tanımlara değil, sadece “olgusal” önermelere uygulanabilir. İddialarına göre: kelimeler, keyfi, insani (sosyal) konvansiyonları temsil ettiğinden; ve, kavramlar, objektif realitedeki hiçbir şeye işaret etmediğinden; bir tanım, doğru veya yanlış olamaz. Bu iddia, akla yapılan saldırıların en şiddetli ve sinsi olanıdır.
Önermeler, kelimelerle yapılır; realitenin olgularıyla bağlantısız bir dizi sesin, nasıl olup da “olgusal” önerme ürettiği veya nasıl olup da doğruluk veya yanlışlık arasında bir ayrım yapabildiği sorusu tartışmaya dahi değmez. Zaten, böyle bir soru üzerindeki tartışma; onların anladığı anlamda kelimelerle de yapılamaz: her konuşanın kaprisine uygun olarak, o anın gerektirdiği elverişliliğe, ruh haline, yayvanlığa göre anlam değiştiren bütünleşmemiş sesler vasıtasıyla, insani hiçbir şey yapılamaz. (Fakat, böyle bir nosyonun sonuçları, “sosyal bilim” öğretilen dershanelerde, “politik” tartışmalarda, psikiyatrist muayenehanelerinde gözlemlenebilir.)
Hakikat (doğruluk, gerçeklik), realitedeki olguların tanınmasından (kimliklendirilmesinden) doğan üründür.
İnsan, realitenin olgularını, kavramlar yoluyla tanır (kimlikler) ve bütünleştirir. Kavramları, zihninde tanımlar yoluyla muhafaza eder. Kavramları, önermeler halinde organize eder; ve, önermelerinin doğruluğu veya yanlışlığı, sadece bu önermelerinin olgularla ilişkisine bağlı olmayıp, aynı zamanda bu önermeleri yaparken kullandığı kavramların tanımlarının doğruluğuna veya yanlışlığına (yani, bu tanımların belirttiği asli karakteristiklerin doğruluğuna veya yanlışlığına) bağlıdır. Her kavram, bir gurup önerme yerini tutar. Algısal somutlukları kimlikleyen bir kavram, bazı zımni önermelerin yerini tutar; fakat, soyutlamanın daha üst düzeylerindeki bir kavram, karmaşık olgusal veriler hakkında zincirler dolusu, paragraflar dolusu, sayfalar dolusu açık önermelerin yerini tutar. Bir tanım, muazzam bir gözlemler bütününün yoğunlaştırılmış halidir; ve, bu gözlemlerin doğruluğuyla ayakta durur veya yanlışlığıyla devrilir.
Yazan:dusunceler Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Yok Alper tamamen farklı bir şeyden bahsediyor. Liberal teorilerin temeli olan “doğal hukuk”tan sözediyor.
Yazan:dusunceler Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Çok güzel yorumlar gelmiş. Sorunların farkında olan aklı başında liberal arkadaşların çoğaldığını görmek güzel.
Tüm mahsurlarına rağmen -ki bunlar liberal teorinin kendi yetersizliğinden ziyade varoluşun sorunsalının büyüklüğünden kaynaklanır- elimizdeki en iyi teori, -hem siyaseten hem ekonomik açıdan- liberalizmdir. Her yönüyle çekiştirmeli ve eleştirmeliyiz ki daha iyisine evrilmesine katkımız olsun.
Herkese selam ve sevgiler.
Yazan:Alper Ecer Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Merhaba Mehmet
Liberalizm bir parti programı değil ki, sadece (1) bir olgu olarak insanların hayata birbirlerinden farklı baktıklarının kabul edilmesi, (2) bu kabul edilmediği takdirde ve insanlar birbirlerine bir şeyler dayattıklarında ciddi çatışmalar yaşandığının gözlenmesi ve sonrasında (3) bu çatışmaları engellemek için insanların dokunulmaz bir takım alanlarının, haklarının ve özgürlüklerinin olması gerektiğine ve eşit olduklarına inanmak. Tabii ki herkes bu tanımı paylaşmayabilir, ama benim düşüncelerimi üzerine kurduğum tanım budur. Doğal düzen derken bunu yanlış anlamışsın sanıyorum. Ben demek istiyorum ki olayların bir “kendi akış mecraı” vardır, bir de zorlandıkları mecra vardır. Siyaset, yani cebir aygıtı olan devleti işin içine katmayınca, herkes devlet denilen aygıtın silahlarını diğerine çevirmeye kalkışmayınca olaylar doğal şekilde akar ve her nereye varacaksa oraya varır. Yoksa ben “olaylar şuraya akmak zorunda” gibi bir bakış açısında değilim, ama fiilen sürekli daha çok insanı kapsayan uzlaşmalara doğru gidiyoruz, insanlar konuştukça da bu böyle devam edecek. Yeter ki konuşmayı engelleyen silahlar olmasın. Burada benim “doğal düzen” derken kast ettiğim oyunun kuralına aykırı şekilde silahın konuşmadığı düzen. Ordu’nun daha güçlü olup kendini dayatması değil. Basit bir anahtar, bir kilit nokta bu. Her şeyi çözmek her şeye çözüm getirmek zorunda değiliz. Sadece oyunun temel kuralları var ve asker de bu temel bu kurallara uysun, geriye kalan sorunlar zaten çözülür. Diğer çözümleri insanlar bulur ve getirir, her neyi sorun olarak görüyorlarsa. “Doğal düzen” derken “acımak doğaya karşı gelmektir” tipinde bir güç merkezli anlamda söylemiyorum. Tersine meşruiyet olgusundan bahsediyorum. “Askerin karışması doğaya müdahaledir” yani.
eg’e de şunu söyleyeyim, insan doğası diye bir şey yoktur. İnsan zihni bir boşluktur, içini de insanın kendi doldurur. Hatta böyle bir şey olmadığına dair bir de yazı yazmıştım 3.5 yıl kadar önce. Reklam yapmak gibi olmasın, son halini “İdeolojik iktisatın politik sonuçları” adıyla tpe’de bulabilirsiniz.
(http://www.tpe.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=254&Itemid=107)
Dolayısıyla asla demeyeceğim ve zaten de demediğim bir şeyi söylediğim üzerine eleştiri yapıyorsunuz. İnsanların doğaları kendilerini ilgilendirir, beni değil. Ben sadece onların ve kendimin ve başkalarının “vücuda gelmiş” taleplerine bakarım ve uyuşup uyuşmayacağını çözmeye çalışırım diğerleriyle.
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Eski caglarda “sosyal devlet/refah devleti” yok iken, her dogan 10 cocugun 5’i daha 1 yasina gelmeden, kalanlarin 3/5 adedi 3-5 yaslari arasinda,kalan 2/5in de birisi 10 yaslari civarinda su veya bu enfeksiyon nedeniyle hayatini kaybeder, ancak 1 veya bilemediniz 2 cocuk 20’li yaslara ulasabilirdi.
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Alper bey komunistler de devleti (iktidari) ortadan kaldiriyor.Kibbutz komunlerinde tarih boyu tecrube edegeldigimiz anlamda devlet yada siyasi lider var midir?
Yazan:özlem Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
Enver bey,
Taraf yazarlarına sen liberal misin diye sorsam çoğunun beni sopa ile kovalayacaklarına inansam da, özgürlük mücadelesi ve farklı fikirlerin, yaşam tarzlarının bir arada olabilirliğini savunmaları açısından bu çizgiye çok da uzak olmadıklarını düşünüyorum.
Ve olumlu bir örnek olarak bu tartışmaya katmak istedim. Böylesine canla başla mücadele veren bir gazete tüm maddi imkansızlıklarına karşın oldukça başarılı oldu,tutunabildi. Ama benim hissiyatım o ki, Mehmet yılmaz’ın da yazısında yer verdiği şekilde bazı hassasiyetleri olsaydı, duruşunda modern dünyanın hastalıklarına da yeterince karşı koyabilen bir çizgisi olsaydı bence şu andaki halinden bir kaç kat daha yüksek tirajı olabilirdi. Benim deneyimlerim bir olayın açıklanması için karine değildir, ama kişisel deneyimler kendi muhakememizde ip ucu verir.
ben çevremde bu gazetenin yayın politikasında içinde olduğu toplumun bazı değerleri ile çatışan yazıları gördükçe, evime çocuğumun okuyacağı bir gazete olarak sokamıyorum diyerek almayı bırakanları gördüm. Yanlış anlaşılmasın zaman zaman beni de sinir eden bir şekilde ne hesapla yaptığını bilmediğim tarzda pornografik bir haberciliğe göz kırpmaları değil burada sorun, batı tarzı liberalizmin tartışmasız normal kabul ettiği kimi yaşam tarzlarını bazen bir dayatma halinde ısrarla bize aktarmaya çalışmaları idi. Mehmet bey yazısında kaldıramadığımız örnekler olarak pedofili ve kürtajı almış. Ama bu noktaya gelene kadar ortalama müteddeyin bir ailenin kaldıramadığı başka konular da vardır. mesela sürekli eşcinsellik ile ilgili haberleri normal, özendirici bir şekilde veren bir gazeteyi 15-16 yaşlarında erkek çocuğu yetiştiren bir anne almayı çok düşünür. Mesele burada ötekine yapılan eziyete karşı koymak meselesi değildir. Bir yaşam tarzının dayatılmasıdır. İki de bir homofobiklik sopasını kafamıza geçiren dostlar bugüne kadar neden bir ensest ilişkiye karşı olduklarını açıklayamadılar bana. Eğer iki kardeşin hülyalı bakışları ve birbirine olan derin aşkı bana aykırı değil demiyorsa insanlar kimse bana senin kırmızı çizgilerin de varmış aman ha demesin:)Kimi zaman haber adı altında girdikleri pornografik zırvaları ise hiç konuşmuyorum.
öte taraftan bazen ırak ile ilgili bazen gazze ile ilgili yayın politikaları da sınıfta kalmıştır.Çok iyi hatırlıyorum Ahmet Altan Amerikan elçiliği tarandığında bir yazı yazmıştı. Bu elçiliği tarayanlar Allahu ekber diye mi bağırmış neymiş vs. Din bu mudur dindarlık bu mudur diye soruyordu. Bir kaç gün öncesinde ise Amerika Afganistan’da düğüne giden bir konvoya roket atmıştı. Çoğu kadın ve çocuk 27 kişi ölmüştü. Ne taraf ta ne de hemen hiçbir gazetede tek satır yazı çıkmamıştı. Son gazze saldırısı başlayana kadar yine gazze ile ilgili bir tek satır da yoktu. Irak ile ilgili çıkan bazı yazılar ise saç baş yoldurtan cinsten. tamam faşizm hep iç ve dış düşmanlar söylemi üzerinde yüksele gelmiş ama varolan gerçekliğe bu kadar da gözlerimizi kapamak ne anlama geliyor. Neden mağdur burkaliı ve şalvarlı ise bu kadar görünmez olabiliyor. Ben National geographic okumayı severim. Hemen her sayısında ya afrika’da elmas zulmu ile ilgili, ya altın madenleri için nasıl yeryüzünün tahrip edildiği ile ilgili ya da benzeri bir konuda sarsıcı dosyalar olur. Olabilir diyelim ki liberalizmin misyonu sadece bu sorunların tartışılmasının özgürce sağlanacağı bir ortam yaratmak kadardır. Ama bir de bu sorunların çözümü için isyanlarımız, hayallerimiz olmalı. Belki de şu andaki tartışacağımız acil ihtiyacımız budur. Manen bu dünyanın ezici hakikati karşısında nasıl bir tutamak bulacak neye sığınacağız.
Ben yine de sizin kadar radikal değilim:) Bir yönüyle bu kadar iyi şeyler yapabilen yürekli insanlar varsa tartışa konuşa belki böyle eleştire eleştire bazı iyi noktalara gelinebileceğini ümit ederim. Eğer Taraf gazetesinin neredeyse bir ikon olarak sunduğu Obama her taraf sayfasında yerden yere vurulabiliyorsa tartışma kapıları kapanmamıştır, öyleyse ümit etmeyi sürdürebiliriz:)
Selamlar.
Yazan:eg Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
alper kardeşim ilk yazdığınız yorumdaki son paragraf tamamiyle modernizmin insana biçtiği “doğanın” dışa vurumu. ha şimdi onu reddedip insan doğası diye birşey yoktur diyorsanız da ayrıca tarışırız. ama “Unutmayın ki insanlar dünyaya kendileri mutlu olmak için geliyorlar, mutlu bir toplum düzeni nasıl sorusuna cevap aramak için değil. ” bu bile bir insan “doğa”sına işaret eder. o paragraftaki herşey gibi. onlar da maalesef hobbes’un insan doğası ile ilgili söyledikleriyle birebir örtüşüyor!
Yazan:eg Tarih: Şub 20, 2009 | Reply
insan doğası yoktur ve insan zihni boştur dediğiniz de locke’ci bir doğa biçiyorsunuzdur insana belki farkında değilsiniz ama. bu da ayrı bir insani felakete işaret ediyor….
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
“Pedofiliye ozgurluk” cagrisinin neresi liberal? Hangi klasik liberal dusunce veya gorus sahibi bunu savundu!
Liberal ozgurluk fikri, insanin kendini savunma”
Yazan:Ahmet Cem Özen Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
“Liberaller neden başarısız” başlıklı bir yazının altına da felsefe döşemeyi başardılar ya.. işte liberaller bu yüzden başarısız.
Son derece pragmatik ve pratik bir konuda bile olayı aldılar nereye taşıdılar.
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
“Pedofiliye ozgurluk” cagrisinin neresi liberal? Avrupa’daki fasist ve kriminal provakasyon sebek/lerinin zirvalarina sahip cikan bir tek akli basinda liberal cikamaz.
Hangi klasik liberal dusunce veya gorus sahibi bu sebelikleri soytariliklari savunageldi?
Ben bir slogan yazayim, altina imza: x inancinda olan fatih! fatih degil x inancini suclamaya devam!
Liberal ozgurluk fikri, insanin polis ve yargidan once (yani tecavuze ugramadan once) kendini savunma”, silah kullanma hurriyetini
tavizsiz savunur. Eger kurban cocuk ise ana babasi(velisi) yada vasisi devretye girer.Kimsesi yoksa, tuzel hukuk girmeye girmelidir.
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
“Zeka ozurlulere tecavuz serbesttir, dullara tecavuz serbesttir!” altina imza atin: Liberal bilmem kim!
Tuzel hukuk deyince, tecavuze ugrayanin haklarini korumak yada “ihlali odetmek” deyince, kurum yada sirket olarak hukuk devreye girmelidir.
Hukuk ureten ve hukuk hizmeti veren “ihkak-i hak” ureten ve sunan hukuktan soz ediyoruz!
Sag ve sol fasizmleriyle birlikte AB ‘nin ve benzeri ekonopmi-politik mekanlarin acaba 10 yili kaldi mi?
Osmanli Sodomi ve Gomorra’sini da analizde sakın ola ihmal etmeyiniz.
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
AKP’nin, fikri temelleri de de dahil, TBMM’ye giren kadrosunda liderinden en altindaki uyesine kadar, bir tane bile liberal yoktur.
Liberalizmi zerre kadar bilen de yoktur, karistirip kurcalamis olani da.
Ekonomiyi de “liberal bakisiyla” goreni de yok.
Simdiye kadar gorunen o ki, sadece “secim kazanmaya ve iktidara endeksliler”.Arasira halki, daha dogrusu en fazla “sizlanan kesimi”
yemliyorlar! O kadar!
Bilseler, neyi ne kadar degistirirler?Bu ayri mesele! Secime girmek icin 1o tane aday bile bulamazlar.
Dah acik soyleyim, 2005’de buyuk krize girdiler, iktidardan daha erken gideceklerdi, paniklediler, o tarihlerrden itibaren sadece liberallere “yakin-mis gibi olmayi”,stratejik durus” gibi gosterdiler.Liberal-mis gibi oynadilar!
Simdi de devletci-milliyetci oylarini devsirmek icin “devletciy-mis gibi”
yapiyorlar–Yakinda secim var!
Tipki 2002’de en ucuk populist ve sloganlar ve cenete giriyormus gibi AB taraftarligina soyunduklari gibi. Dunyada cazip revacta olan ne var, yada ortada birileri biraz ciddi gorunen, saglam gorunen bir sey mi soyledi? Hemen ona tunutunuyorlar.
Oy getirecek, itibarli gorunen ne var,iktidarda daha uzun sure kalmalarina yetecek, imkan verecek ne soyleniyor, hemen onun ipine atliyorlar!.
Yukardaki makale de kendi liberal ufuksuzlarina, cevap arayislaridir.
Simdi buralarda geziniyorlar.
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
madem siyasi partilerimiz, o kadar milliyetci devletciler, iktidar sayesinde, devlet sayesinde kazandiklari servetleri devlete (ona esit olan, millete, cisimlesmesi olan devlete) niye aktarmiyorlar? koruyup kollamaya ve” hizmete doyamadiklari” en alltakilere (Toplumun %90’i) yakin hayat sartlarinda niye yasamiyorlar?
Yazan:fatih y. abbas Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
Acik ama dobra ve biraz da uzucu
soyleyim basindan beri “biz liberaliz”
diyorsunuz ama, henuz liberal bir yazi gormedim, aksine surekli sosyalist onkabullere dayali ve o onkabuleri pekistirecek her turlu yazi, sorgulama, elestiri ve kurcalama, hedef alma ortaya atiliyor.
Kısaca, bu site kadar liberal gosterip
“toplumcu “vuruslar” yapanina az rastlanir
demek zorunda kaldim.
Daha dogrusu liberalizmi “everthing can go”
olarak on kabul ettikten sonra?!? Vur gitsin!
Son ornek: Yukardaki son makale;ben sorayim:
Toplumun tanimi nedir? Soz edilen hangi toplum?
ve hangisi ise,o toplumun hukukunu hemen bireyin karsisina koydunuz?
–Bir otobuste, ucakta gemide,otomobilde
giden insanlar toplum mudur? Seyahat boyunca, hangi hukuka baglidir,hangi hukuka bagli olmalidir?
–Bir okulda bir sinifta ders dinleyen ogrenciler toplum mudur? Sinifa veya okula girdikten sonra hangi hukuka baglidir? Okulun hukuki statusu de dusunulsun lutfen..
—Burada devlet nedir? sorusunu tekrar dusunmek gerekir.Ahlaki “uygulamasi gerekenler” din devletini temsil edenler mi olmalidir? Yani bugunku haliyle varolan din/ruhban devletleri ideal devlet midir?
Birey devlet iliskileri ideal bir ozgurluk ve ahlakilik muhtevasina sahip midir?
Gecmiste varolmus ‘Tanri Kralligi” olusumlari ne turden devletlerdi?
Ozur dilerim ama, bu yazi son..Cunku egzama
sorunum artti 3 gundur.
selam ile..
Yazan:dusunceler Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
Fatih bey,
Sitenin kurucularından birisiyim, hiç “biz liberaliz” dediğimizi hatırlamıyorum. Unutmayın, burası farklı görüşlerde yazarları olan bir platform.
Sadece yukarıdaki yazıda verilen linkleri okumuş olsaydınız bunun da yanlış olduğunu görecektiniz.
Dolayısı ile bir cümleye iki yanlış sığdırmayı başarmışsınız.
Yazan:Serdar Kaya Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
Açıklama için teşekkür ederim. Ama bu kavramı bugüne kadar hangi liberal dediğiniz çerçevede bir eleştiri olarak kullanmış, birkaç örnek vermeniz mümkün mü?
Ben hiç böyle bir şeye rastlamadım, o nedenle merak ediyorum. Sizin bahsettiğiniz şey kimlik inşası (construction of identities) gibi bir şey olmasın sakın?
Yazan:MY Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
Ama bu kavramı bugüne kadar hangi liberal dediğiniz çerçevede bir eleştiri olarak kullanmış, birkaç örnek vermeniz mümkün mü? (Serdar Kaya)
Fransizca bilmeyen dostlarimizdan özür diliyorum, yaziya yapilan ilk yorum Serdar Bey’indi, terminoloji hakkinda bir uyarisi vardi, kendisini hemen altinda yanitlamistim, burada ekledigim Fransizca alinti ve örnekler sadece Türkçe olarak açikladigim seyleri destekler yönde, yeni bir bilgi/fikir yok.)
Liberallerin Wikipedia’si wikiLiberal’den bir tanim:
“Le constructivisme en sciences sociales[1] désigne tout courant politique de droite ou de gauche qui proclame que les choix publics doivent être guidés par la volonté de construire un certain type de société, et non par le bien-être immédiat des individus. Elle s’oppose à l’individualisme qui, selon Friedrich Hayek dans La Route de la servitude, consiste à « reconnaître l’individu comme juge en dernier ressort de ses propres fins, [à] croire que dans la mesure du possible ses propres opinions doivent gouverner ses actes. »[2] Le constructivisme se rapproche à l’inverse de la vision défendue par Karl Marx dans ses Thèses sur Feuerbach : « Les philosophes n’ont fait qu’interpréter le monde de différentes manières, ce qui importe c’est de le transformer.[3] »”
([1]Ce constructivisme est différent de celui que l’on rencontre en psychologie cognitive où le constructivisme est appelé également constructionnisme [2..3] WikiLiberal’e bakiniz)
Hayek ve konstrüktivizm hakkinda bu yazi
Hume ve konstrüktivizm hakkinda bu yazi
Pascal Salin ve konstrüktivizm hakkinda bu yazi
okunabilir.
Hayek ile ilgili bir analizden alinti:
“… Longtemps avant qu’Auguste Comte n’introduise le terme “positivisme”, Bentham avait posé solidement les fondations de ce que nous appelons aujourd’hui le positivisme légal et moral : c’est-à-dire l’interprétation constructiviste des systèmes de droit et de morale selon laquelle la validité et la signification de ceux-ci sont considérés comme dépendant pleinement de la volonté et de l’intention de ceux qui les ont conçus. …Comment les règles morales naissent-elles ? Quelle est notre “reconstruction rationnelle” ? Si l’on exclut l’affirmation constructiviste selon laquelle une morale adéquate peut être conçue et reconstruite par la raison, l’on peut discerner deux formes de morales. La première est la morale innée, instinctive (les pratiques en découlant ne peuvent permettre de maintenir l’ordre étendu dans lequel nous vivons et le nombre d’hommes qui vivent en lui). La seconde est la morale évoluée (c’est elle qui a permis la genèse et la reproduction de l’ordre étendu ; elle se tient entre l’instinct et la raison. …”
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
Fatih bey,
Yazarın görüşlerine katılırsınız veya katılmazsınız,bu gayet doğal.Her görüş doğru bulunacak,olumlu eleştiri alacak diye bir kural yok.Kaldı ki her yazılana çizilene methiyeler dizilsin diye de insanlara fikirlerinin sorulduğunu da sanmıyorum.Dolayısıyla siteyi liberal bulmayabilirsiniz,ama ne yazıda ne de sitenin yayın politikasında bu yönde bir iddia bulunmuyor.Ancak yukarıda da değindiğim gibi farklı görüşlere yerverilmesi (site yöneticilerinin böyle bir iddiası yoksa bile)sitenin çoğulculuğu ve çoksesliliği temel ilke edindiğinin somut kanıtıdır ve dolayısıyla liberal düşünceye bana göre daha yakındır.Tabii ben böyle düşünüyorsam,bu sizin farklı düşünemeyeceğiniz anlamına gelmiyor.
Şimdi izninizle sorayım,sizin düşündüğünüz anlamda iktidarı destekleme(hatta size göre kurtarma)çabasına yazının hangi bölümünde rastlanıyor bu bir.İkincisi “biz liberaliz”şeklinde bir ima mı var ki siz liberalizmi sitenin yayın çizgisi üzerinden sorguluyorsunuz?Ve son olarak,size göre liberalizmin “gerçek”tanımı nedir?
Zahmet olmazsa sorularımı yanıtlamanızı bekliyorum.Zira size göre liberalizmle alakalı olmayan argümanlar nedeniyle ekzama sorununuz artmış:)Dürüst olamak gerekirse sizin de konuyla ilgili olmayan savlarınız yüzünden inanın migrenim tuttu.
Yazan:eg Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
stres abi benim bir cümlemden dolayı streslenmiş…ama kendisinin kim olduğunu bilemediğim için stresini alamayacağım üzgünüm:))
Yazan:alper ecer Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
konstrüktivizm neoliberallerin babası denilebilecek hayek’in çok yoğun olarak kullandığı bir tabir. Law legislation and liberty’nin ilk cildi büyük oranda bu tabire ayrılmıştır. kendisi “kartezyen konstrüktivizm” der. Bununla kast ettiği “artificial” ve “spontaneous” olanı ayırt edemeyen ve her düzenliliğe artificial muamelesi yapan ve dolayısıyla da piyasa düzenini de bir komplo olarak algılayan zihindir. bu kişiler herhangi iyi bir şeyin mutlaka design edilmiş bir construction olması gerektiğini üzerinde bile düşünmeksizin varsayar, kendi haline bırakılan her şeyi başıboşluk olarak algılar. aslında hayek’in bu constructivism yorumu temelde popper’in gene benzer bir çağrışımşa “engineering” zihniyeti olarak adlandırdığı şeydir. sosyal değişimleri dizayn ile yönetmeye çalışma zihniyeti yani. Evet liberaller arasında construction pejoratif bir anlama sahiptir.
Yazan:alper ecer Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
zaten çoğu zaman “deconstruction” da bir yanılsama ideolojisinin faş edilip ortaya çıkarılması olarak kullanılır. Gene benzer bir anlamda.
Bu arada ben bir liberalim ama borsa oynarken çok başarılı olamıyorum, zaten hangi işe girsem batıyor. sizce liberaller olarak ekonomik anlamda nasıl başarılı olabiliriz? yani sonuçta bu iktisadi bir doktrin değil mi? Benim gördüğüm kadarıyla hepimiz züğürtüz, ama iktisat bizim dediğimiz şekilde işliyosa tersi olması lazım. Bu konuda da ayrı bir başlık açsak mı? Yazı yazılması gerekiyorsa ben yazarım.
Yazan:eg Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
özlem hanım yazdıklarınıza tamamen katılıyorum. “Çok iyi hatırlıyorum Ahmet Altan Amerikan elçiliği tarandığında bir yazı yazmıştı. Bu elçiliği tarayanlar Allahu ekber diye mi bağırmış neymiş vs. Din bu mudur dindarlık bu mudur diye soruyordu. Bir kaç gün öncesinde ise Amerika Afganistan’da düğüne giden bir konvoya roket atmıştı. Çoğu kadın ve çocuk 27 kişi ölmüştü. Ne taraf ta ne de hemen hiçbir gazetede tek satır yazı çıkmamıştı. ” demişsiniz ya, mesela benim de çok net şahit olduğum birşey var. ahmet altan , murat belge vesaire (bu liste uzatılabilir) gerek 2006’da, gerekse de yakındaki israil dehşetinde neredeyse hiçbirşey yazmadılar. ahmet altan 2006’da o zamanlar neredeyse 2 günde bir yazdığı gazetem.net ile haftada bir yazdığı hürriyet ekinde, konuya hiç ama hiç dokunmamıştı bile. yine son gazze olaylarında 1 ay boyunca (çok ciddi takip ettim, çünkü ahmet altan hemen hemen her konuda yazı yazan bir insan )hiçbir şey yazmadı. evet bunu görmek lazım. türkiye’de liberaller, solcular, bilmemneciler herkesin bir çizgisi var demokratlığı, adalaeti, vicdanı sadece o çizgiye kadar. o çizginin ötesinde frankestein oluveriyorlar. zaman zaman bu yaptıklarını görüyorum, ama hayatımda kimseye karşı kin tutamadığım için bir süre sonra yine unutuyor ve benm için eski değerli pozisyonlarına alıveriyorum o insanları. ama sadece şunu söyleyeyim: bu ülkede yakın zamana kadar hemen her gazeteyi okurdum; edebiyat, siyaset, düşünce, felsefe dergilerini yıllardır takip ederim, en bilineninden en bilinmeyenine kadar. dolayısıyla entellektüel diye tabir edilen çoğu insanı en azından yazılarından çok uzun yıllardır tanırım. son 1-2 yılda darbe girişimleri, ergenekonlar, son gazze kıyımı vesaire elimde saygı duyduğum, değer verdiğim birkaç (evet kelimenin gerçek anlamıyla birkaç) kişi kaldı tüm türkiye’de. adeta diğerlerinin en mahrem ve çirkin hallerini görmüş gibi ne okumak, ne dinlemek ne de onlarla tartışmak geliyor içimden! insan herhalde böyle böyle umudunu yitirirmiş. gerçi Allah’a dayanan insan için umut yitirmek pek doğru birşey değil, ama ülkenin de dünyanın da malzemesi bu maalesef!
Yazan:alper ecer Tarih: Şub 21, 2009 | Reply
ilk yazdığım yorumun sonunda “mutluluk” diyorum. “çıkar” gibi iktisadi bir anlama, dolayısıyla sizin moderniteye yüklediğiniz sekülerleşmeye referans veren bir ifadeye özellikle başvurmadım. çünkü mutluluk mutluluktur, kimi için çıkar, kimi için haz, kimi için huzurdur mutluluk. bu haliyle antik dönemlerde modernite yoktu (tanım gereği), ama mutluluk üzerine felsefi spekülasyonlar yapılıyordu. demek ki mutluluktan bahsetmek modernitenin getirdiği sekülerleşmenin yüklediği bir şey değil. Ben onun yerine mutluluğunu seçecek değilim, ama kişi kendi seçtiği şekliyle mutlu olmak için yaşar elbette. Çok kolaycı şekilde indirgemişsiniz dediklerimi.
Son olarak Locke’çu bir yaklaşımım olduğunu biliyordum, bu kötü bir şey değil ki. (Zaten bunu da yazmıştım ilgili yazımda)
Yazan:abdullah kılıçarslan Tarih: Şub 22, 2009 | Reply
Liberal aydınların ve Liberalizm düşüncesinin halkın tabanından destek gördüklerini söylemek zor olsa gerek.Bir çok konferansta, programda dile getirilen ve çokça tartışılan konulardan biri olma özelliğine sahip:”Vatandaş Liberalizme ve Liberallere neden soğuk ya da bir başka deyimle neden taban bulamıyor?”sorusu sıkça soruluyor ve net bir cevap bulunamıyor.Kişisel fikrim olarak Liberallerin ülkemizde tıpkı bir tacir yada ticaret adamı,esnaf gibi olması gerektiği düşüncesi uyandı geçenlerde.İnsanları din, dil ,ırk yada değişik farklılıklar gözetmeksizin müşteri olarak gören ve hiç bir ayrım yapmaksızın her bireye aynı hizmetleri sunan ve müşteri düşüncelerini dikkate alan bir yaklaşım sergileyen bu kesim Liberallere örnek olmalı en azından halk kesimi açısından.Dinsel motifler,Mikro Milliyetçi umdeler,Demokrat görünümlü hamasi beyanlarla süslenemeyen bir düşüncenin toplumda yer bulması gerçekten zor.Hal durum böyle iken Liberalizmin taban bulması biraz zor.
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Şub 23, 2009 | Reply
Dogru dürüst demokrasinin olmadigi bir yerde Liberallik hic olmaz. Liberal düsencenin,sorunlar karsisinda davranisi ve cözümler icin altyapisi demokrasi olmasi lazim.
Türk insani yedilmeye alisildirilmis bir toplum, her zaman korku icinde yasar ve korunmak ister. Demokrasinin yerlesmis oldugu ülkelerde siradan tayin edilmis memur olarak görevini yapan Genelkurmay baskanin Türkiyede cikip halkina parmak sallayabiliyor. Davos Fatihi olmus Basbakan haftalik gidip parmak gösteren harbiyeli pasaya hesap veriyor. Onun icin kendi problemlerini kendi cözmeye calisan bir siyaset düsüncesi olan Liberalligi cok bekleriz.
Yazan:ümit Tarih: Şub 24, 2009 | Reply
Liberal ekonomi anlayışı ve emperyalist devlet politikaları… İşte bugünkü Dünyayı anlatan kavramlar. Bunları incelememiz gerekirse;
Emperyalist devlet politikaları, ilk siyasi oluşumlarla başlayan bu politika, ilk başlarda kendini koruma iç güdüsüyle başlamıştı. Daha sonra, doğanın “güçlü güçsüzü yer” ilkesi gereğince, siyasal oluşumlar kendilerini korumak, diğerlerinden üstün tutmak için, diğerleriyle sürekli savaştılar, gizli entrikalarla zayıflatmaya çalıştılar. Bu da bir süre sonra yetmedi ve tehlikeyi tamamen ortadan kaldırmak için diğer oluşumları kendileri için çalıştırmaya, onlara kendi kültürlerini kabul ettirmeye ve hatta onları işgal etmeye başladılar. Böylece, ilk sömürgeler kurulmuş oldu. Tarih, sömürmeye çalışanlar ve sömürülmeye çalışanların savaşlarıyla geçti. Sürekli bir güçler çatışması yaşandı. Artık savaşlardan bıkan dünya, daha barışçıl yollara başvurmaya başladı. Diplomasi!… Bu yol da emperyalist sömürgeci devlet politikalarını ortaya çıkarttı.
Bunun gelişiminin yanında, birde liberal ekonomi anlayışı ortaya çıktı. Bu da, “bırakınız yapsınlar”cı bir anlayış idi. Yani, insanların bilinçli, kendileri için en iyiyi yapacaklarını düşünen bir anlayıştı. Ancak burada da –Sosyalizm’de olduğu gibi- insan faktörü unutuldu. İnsanlar açgözlülüklerine ve bireysel çıkarcılıklarına yenik düştüler ve bu sistem Dünya’nın başına gelmiş en büyük felaket haline geldi. Çünkü artık insanlar, daha çok kâr elde edebilmek için, çıkarları için her şeyi yapma özgürlüğüne sahiptiler. Bu da, onların Dünya’yı istedikleri gibi kullanabilecekleri gibi bir yanlışa düşmelerine neden oldu. Böylece Dünya’ya belki de geri döndüremeyeceğimiz zararlar verdiler, ki bunun en “büyük” örnekleri, ozon tabakasındaki delik ve azalan ormanlardır. Çünkü, bu ikisi insan hayatının devam etmesi için gerekli şeylerdir.
İşte insanların kendilerinde bu özgürlüğü bulmalarının bir nedeni de emperyalist politikaların insanlara yansımasıdır. Nasıl ki dünya topraklarını silahlarla mülk edindilerse, artık daha fazlasına para ile sahip olabilecekleri inancı hakim oldu ve kendilerini bir kısır döngü içerisinde buldular. Yani, kâr elde etmeye çalıştıkça dünyaya zarar verdiler, daha sonra bunları tamir etmek veya insanlara zararını azaltmak/yok etmek için ürettiler, bunu yaparken yeniden dünya’ya zarar verdiler. Kısacası bu ikisinden sadece insanlar değil, fiziksel olarak dünya da zarar görmektedir. Bu yüzden de şu anda, küresel ısınma, asit yağmurları… vb. gibi tehlikelerle karşı karşıyayız.
Bunların yanında, insanların ileriyi düşünmeden yaşamaları veya yaşamaya çalışmaları da Dünya’ya ve insanlığa zarar vermektedir. Çünkü, küçük çıkar ilişkilerinin, bu ilişkilerde bulunanların statüleri gereği ve bunları kullanma küçüklükleri nedeniyle, oldukça büyük çatışmalara neden olmaktadır. Bu çatışmalar tarihte savaşlara kadar gittiğinin örneklerini çok görmüşüzdür.
Tüm bunların yanında bu politikalar, insanların ahlaki yönden de bozulmalarına ve dolayısıyla toplum yapısının temelinden sarsılmasına neden olmaktadır. Bu aslında, liberal bir ekonomi için oldukça kârlı bir şeydir. Çünkü, toplu olarak yaşayan insanların giderleri, gelirleri ortak olduğundan düşüktür. Yani tüketim çok değildir. Ancak bireysel yaşamda, her bireyin ihtiyacı karşılanması gerektiğinden, tüketim artacaktır. Tüketimin artmasıyla üretiminde artması gündeme gelecektir. Buraya kadar her şey normaldir. Ancak, buradan sonra işte insanoğlunun zaafları ön plana çıkmıştır!… Firmalar, mallarını bireylere satabilmek için daha ucuz mal üretmeye başladılar. Bunun için ilk önce işçi maaşları azaltıldı ve hatta işçiler işten çıkartıldı ve işsizler ordusu oluşmaya başladı. Daha sonra bu ucuzluk yetmedi, ucuz hammadde arayışı başladı. Bu da, kaynakların düzensiz ve aşırı kullanımına yol açtı. Böylece Dünyanın doğal dengesini bozarak beklide ileride asla yeniden tamir edilemeyecek aksaklıklara yol açtık.
Bunların hepsinin dışında, bu sistemin şöyle bir çıkmazı vardır:
Firmalar daha çok kâr için daha büyük pazarlar bulmaya çalışırlar, yeni pazarlar daha çok üretim anlamına gelir. Bu da daha çok hammadde gereksinimi doğurur. Halihazırda yakındaki hammaddelerin kullanılmış olması uzak hammadde kaynaklarına yöneltir. Bu fiyatları arttırır. İşçi maaşlarındaki indirimle bu dengelenir. Ancak düşük işçi maaşları tüketici pazarını daraltır. Pazar yeniden küçülür. Sürekli bir kısırdöngü içindedir. Bunu aşmanın da iki yolu vardır. Birincisi; pahalı mal satmak. Alt ve -kısmen- orta sınıfı yok eder. İkincisi; yıkıp yeniden yapmakla yeni Pazar oluşturmak. Yani Savaşlar, çatışmalar yaratarak karmaşa ortamı oluşturmak.
Kısacası bu sistem, sadece zengin, sermaye sahipleri için bir sistemdir. Devletlerde bu sistemi, mali kaynaklarını ve bireysel statülerini kaybetmemek için kabul ederler. Yine bir çıkarcılık söz konusudur. Ancak, bunları her zaman, biz seçimle başa geldik, biz bir cumhuriyetiz, demokratız yalanlarıyla örtmeye çalışırlar. Hiçbir liberalizm yanlısı halkını düşünmez, düşünemez…
Yazan:hayek Tarih: Mar 24, 2009 | Reply
Yazar liberalizmi hiç okumamış ve anlamamış, kusura bakmasın resmen saçmalamış.
Liberalizmin birey anlayışını kolektivist eleştirilerden okuduğu belli… Zahmet edip de Locke’a falan bakıverseydi, anlayacaktı ama Türkiye gibi okuma özürlü ve tembel bir ülkede okuma özürlü ve tembel bir yazara özet geçmekte fayda var:
Liberalizmin ferdi esas almasının sebebi, onun gerçek, sorgulanabilir, sorumlu tutulabilir bir varlık olmasındandır. Hukuk fert üzerine kuruludur, çünkü toplum diye bir fert yoktur! Suçun ferdiliği karinesi dahi ferdin esas olduğunu anlamamıza yeter.
Liberallerin dini inançlara bakışı ile ilgili olarak Locke’tan bahsedeceğiz ama okuma özürlü yazarımız için bu fazla gelebilir. Liberalizm, tek meşru güç kullanıcı sayılan devletin bütün inançlara eşit mesafede durmasını vaz eder! Burada aynı zamanda diğer fertlerin de birbirlerinin inançlarına saygılı olması gerektiği zaten belirtilir. Dolayısıyla liberallerin inançların özgürlüğüne bakışı ile ilgili “Hür Fikirler gib ibir siteye bakmak yeter de artar bile ama, tembel yazarımızın niyeti sadece öfkelenmek olduğundan inanç özgürlüğü ile igli fevkalâde sığ eleştirisine bu kadar cevap yeter.
Hiçbir liberal çocuk pornosu gibi bir şeyi hoş görmüyor, bu konudaki “iftiraları” yazara aynen iade ediyorum. Buna karşılık yetişkinlerin kendi bedenlerini kullanabilmek hakkını teslim etmek, mahalle kahvesi muhabbeti kıvamında yazan , sanırım sıkı muhafazakâr yazarımız için anlaşılması zor bir mesele.
Ahlak meselesinde, yazarımızın fevkalade otoriter tavrı bize şunu söylüyor: “Neyin ahlak olduğunu size dayatamayacağımı söyleyen liberaller ahlakszıdır!” Hah! Tam da burada liberalahlak anlayışına tosluyor ama farkında değil! Liberal ahlak anlayışı, herkesi bağlayan “zarar vermemek iradesi” üzerine kuruludur, bunun dışında kişinin neyi ahlaki kabul ettiğine dair tutumda kişileri özgür kabul eder.
Bu arada, bir fikrin haklılığı onu kabul edenlerin sayısıyla ölçülmez
Yazıdaki ve yorumlardaki cehalet:”Madem hiç kimse kabul etmiyor, demek ki yanlış!” anlamındaki eleştirilerde sırıtıyor zaten. Halkımızın devlet eliyle beslenme alışkanlığından dolayı liberalizme soğuk bakabileceği gibi gayet anlaşılır ve sade bir sebep varken “emperyalizmle” bilmem neyle ilişkilendirmek cehaletin ve taassubun dik alası! Zahmet edip azıcık okuyun bari. Liberal yazarlar Marksist yazarların aksine anlaşılabilirdir üstelik!
Ülkemizdeki liberal literatürün derinliğinin tam aksine fevkalâde sığ bir analizi burada yayınlaması, şahsen editörün ciddiyeti hakkında şüpheye düşmeme yol açtı. Yazık…
Yazan:Murat Aygen Tarih: Mar 25, 2009 | Reply
İşte onyıllardır aradığım tespit! Birinci ve ikinci Boğaz köprülerine Yaradana sığınıp, “beşbin yıllık Y kîni ile” (tâbir budur, ben uydurmuyorum) bir “HAAAYIIIR” diyemeyen kimsenin liberallik iddiası ciddiye alınabilir mi? İktidar partisi liderleri, şayet böyle diyecek olurlarsa, seçmenin kendilerini sandığa gömeceğini falan mı sanıyorlar. Eğer öyle ise “evham” diye işte tam da buna denir.
Yazan:MY Tarih: Mar 25, 2009 | Reply
Bazi liberallerin CHPlilerden bile daha hirçin olmasini neye baglamaliyiz? Neden Hayek ya da Locke gibi isimlerin bilge tavri bizim liberallerde bulunmaz? Türkiye’ye özgü bir durum bu. Fransiz liberaller bu kadar hirçin degiller. Hakikaten garip…
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Mar 25, 2009 | Reply
Türkiye de halk hırçınlığa sempati duyuyo belki ondandır hırçın liderlerden geçilmiyo tarihimiz bi ecevit var heralde sakin olan.E liberaller de ortama uyum sağlamış hırçın liberal olmaz diye bir şey yok baya olur. Yazıdaki eleştiriler pek yerinde olmasada altındaki yorumlar gelecek nesillere aktarılacak bir kaynak olmuş.
Yazan:hayek Tarih: Mar 25, 2009 | Reply
Liberalizmin L’si ile ilgisi olmayan tamamen ikinci el okumalara dayalı, bu eksiğinden de hiç gocunmayan bir yazıya nasıl karşılık vermek lazım gelirdi, hakikaten merak ediyorum?
Yazan:eg Tarih: Mar 25, 2009 | Reply
sevgili mehmet,
“liberalizme getirilen eleştirilere” getirilen yorumların ciddiye alınıp alınmayacağı ile ilgili benim bir “altın kuralım” var:
eğer yaptığınız eleştiriye “siz kollektivistsiniz, eleştirileriniz de kollektivist eleştiriler” diye bir cevap veriliyorsa , ondan sonraki satırları bile okumuyorum. bence sen de aynısını yapmalısın…hele ki takma ismini bir düşünürle özdeşleştirecek kadar kopyaya meraklı ise yorum yapan kişi, ciddiye alınma katsayısı iyice sıfıra yaklaşır…şükür ki türkiye’de her liberal böyle değil!
Yazan:MY Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
haklisin Enver kardesim ama gerçek daha da aci, bizim liberallerin içinde bayagi bir Jakoben var sanki, “biz bu cahil halka liberalizmi nasil anlaticiiiz ayol?” kokusu aliyorum, bilmem anlatabildim mi? Yani liberalizm o kadar yüce ve kutsal bir mevzu ki onu öyle her ölümlü annayamaz! Türk Hayek gibi Ruhban sinifi mensuplari dururken bizim gibi takunyalilara mi kalmis liberalizmi elestirmek?
Ellerinde bir çözüm var ama ortada onlara göre problem yok 🙂
Halkin talepleri var ama onlarin haberleri yok. Liberal degil adamlar serbest atom.
Tabi bütün liberaller ALLAH’tan böyle degil, ama gittikçe kaderleri kemalizme benzeyecek Türkiye’de:
1) Tarif edilemiyor,
2) Ruhban sinifi elletmiyor,
3) Din gibi kutsallasti,
4) Halk ile alakasi yok!!!
Yazan:eg Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
aynen öyle mehmet,
yapılan eleştirileri dikkate almak yok. eleştiriye ilk cevap siz kollektivistsiniz. neysem neyim de siz bir eleştiriye cevap verin, bunları çözmeyi nasıl düşünüyorsunuz bunu anlatın…ama yok..olmaz çünkü aynen senin dediğin gibi bizler mutlaka ikincil kaynaklar okumuşuzdur. yahu şimdi diyeceğim, hayek’in kölelik yolu küçücük bir kitap ve ben öyle kitapları bir gecede okuyorum. nedir bu ana kaynağı bu kadar ulaşılmaz yapan anlamıyorum..ama senin dediğin gibi maksat ulaşılır olmamak! yoksa büyüs nasıl devam eder öyle değil mi?
Yazan:hayek Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
Müslümancı arkadaşlarımızın ideolojik yoksunlukları herkesi kendileri gibi sanmalarına yol açıyor. İdeolojik yoksunluklarını, Kur’an’ı “das kapitalleştirmek” yoluyla gidermeye çalışıyorlar olmuyor.
1- Liberalizmin temelinde hürriyet vardır ki hürriyet, ferdin, herhangi bir zor kullanıcının keyfi iradesinden bağımsız olarak, başkalarının temel haklarına riayetle istediğini yapabilmesi anlamına gelir. Burada sizin tarif edemediğiniz hürriyeti tanımladık mı?
2- Temel haklar, insanların salt insan olmalarından kaynaklanan, diğer hakların ihlal edilmemesi kayıt ve şartıyla, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez temel menfaatlerdir! Bunlar Hayat, mülkiyet ve hürriyet( bazılarına göre ifade hürriyeti) haklarıdır. Bu haklar insanların inançlarından, ideolojilerinden, ırklarından ve dilerlinden bağımsız olarak her bir fert için geçerlidir! Burada da sizin bir türlü argümantasyon geliştiremediğiniz “haklar” kavramını tanımladık mı?
3- Liberalizm, temelhaklara saygı çerçevesinde, ahlkâkın, her toplumun “adil sayılan davranışı” belirleyen kendi ölçütleriyle de alakalı olduğunu savunur ve hiç kimseye belirli bir ahlakı emretmez! Bu nokta önemli çünkü siz, “Müslümansan benim ahlakıma uymak zorundasın!” diyorsunuz.
4- Liberalizm iktisadi alanda serbestiyeti savunur. Bu serbestiyetin sınırı gene temel haklara riayettir. Açıklayalım: Yalan söylemeden, gasp etmeden ve zor kullanmadan her türlü faaliyetin serbest olmasını ve rekabetin de bu sınırlar çerçevesinde yapılmasını öngörür. ( öngörmek kahenet etmek değil, şart koşmaktır, Türkçe özürlülere duyuralım)
5- Liberalizmin “komüniteryen” olmayan kolları devletin adalet ve emniyet ve bazı kamu mallaırnın temini dışında ekonomik faaliyetlere girişmemesini ve karışmamasını savunur. Anarkoliberaller, adalet ve emniyetin dahi özelleştirilmesinden yanadır. Liberalimizmin komüniteryen kolu ise sosyal demokrasi denen müdahalecilikle yapışık ikizdir ki liberla sayılması aslında yanlıştır. Neoliberaller, klasik liberalleri tekrar eden yeniler değillerdir. Neoliberaller, liberalizmin komüniteryen grubundandır! Yani “gerekli olduğu hallerde” piyasaya müdahaleyi savunurlar.Bu maddeyle de “liberal” deyip atıp tutan yazarın liberalizmden neden anlamadığını gösterdik.
6- Liberaller serbest ticareti savunur ve korumacılığa karşıdır! Bunun temelinde de Ricardo’nun “Mukayeseli üstünlük kuramı” yatar.
7- Liberaller inanç hürriyetini, temel hakların bir kolu sayar ve devletin ( çünkü tek meşru güç kullanıcı o olmalıdır) bu inançlaırn hepsine eşit mesafede durmasını ister!
8- Liberaller metodolojik bireycilikle, bütün argümantasyonun, hukukun ve iktisadi faaliyetin temeli olarak bireyi görürler çünkü özgürlüğü tanımlamakta anlamlı olan ve sorumlu tutulabilen tek ve indirgenemeyen birim bireydir!
İmdi “liberalim” diyen insanların asgari müştereklerini burada yazdık. Burada bunları, “anlayabileceğini” düşündüğümüz bir tabakaya anlattık. Yani asgari bir malumat seviyesine. Eğer ısrarla “ben dil bilmez köylü güzeliyim, anlatamadın!” bana diyorsanız lütfen baştan belirtin.
Liberal siyaseti halka indiren en başarılı isim Besim Tibuktu ki halkımızın devletten beslenme alışkanlığı ve otoriter tabiatı ( Ohooo! Bir de otoriteryenizm anlatmak lazım şimdi Müslüman kardeşlerimize. Dil bilmez inatçı köylü güzlerline göre anlatırsak: Otoriter psikoloj, emir almaktan ve emir vermekten hoşlanmak demektir. İp ucu bu, gerisini de kendiniz bulun…) yüzünden anlatılanları anlamamakta ısrarlı olması kuvvetle muhtemeldir.
Halkın anlamayacağı bir şey yok. Kaldı ki halk anlamıyor diye herhangi bir düşünce yanlış değildir. Halkın anlayışı anlayışın yegane ölçüsü olamaz!
Anlamadığınız bir yer varsa lütfen belirtin. Hem bilmeyip hem de bilenleri küçümseyenlere tevazu gösterilmez, kusura bakmayın…
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
Bu makale yayımlandığında küçük bir ayrıntı dikkatimi çekmişti:
Milliyetçilik üzerine bir şeyler yazıldığında,sözkonusu yazının altına ortalamanın üzerinde bir yorum furyası başlardı…
Sol eleştirildiğinde,sol adına en “keskin”yorumlar,itirazlar gelirdi…
Konu dinden,muhafazakarlardan açıldığından da durum pek değişmez,çoğunlukla alıngan bir refleksle karşılık verilmesi pek gecikmezdi…
Kürt sorununa dair bazı eleştiriler yapıldığında da aynı refleks baş gösterir,kutsalına saldırılmış hissiyatıyla tepkiler gelirdi…
Yani özetle Solcusu,Kemalisti,Kürtçüsü,Milliyetçisi,Ulusalcıcıs,Ülkücüsü,İslamcısıyla… bizdeki tartışmanın ana çerçevesi hep eleştiriye kapalı,itiraza ve karşı tarafı suçlamaya yönelik eleştirel bir kalıpta somutlaşıyor.
İşte tam da bu noktada liberallerden sanki bu tartışma geleneğinden farklı bir dil ve tavır gelir gibi bir izlenim doğmuştu bende.Ta ki hayek rumuzlu katılımcının yorumları yayımlanana dek.
Doğrusu,edindiğim bu olumlu intiba hayek rumuzlu değerli katılımcının yorumları sayesinde bir hayli değişti.Demek ki ideolojik takıntılar her yerde geçerliymiş…Liberal olmak,liberal düşünmek,bir düşünce veya ideolojiyi “kutsal”olmaktan kurtarmaya yetmiyormuş…Yani bir yere kadar herkesin kendine göre dokunulmaz bir kutsalı olduğu tartışma götürmez bir gerçek.
Oysa yazı,liberelizmi değil,liberalleri veya kendisini liberal olarak tanımlayanlara bir eleştiriydi.Tıpkı solcuların,Kemalistlerin,Kürtçülerin ve islamcıların da eleştirildiği gibi.Kaldı ki liberalizm dahi eleştirilebilir ve tartışılabilir.Hiçbir ideoloji eleştirilemez,tartışılamaz değildir çünkü.Zira hiçbir ideolojinin mutlak doğruluğu kanıtlanamamıştır,kanıtlanamaz.
Fakat gördüğüm kadarıyla sn.hayek iman ettiği ideolojinin tartışılmasına bile tahammülsüzdür.Olayı kişiselleştirerek bu tavrını idelojik bir tutarlılık olarak adderek eleştiri yöneltenleri ideoloji yoksunu ilan etmiştir.Ben de bu suçlamadan payıma düşeni alacağım muhtemelen.Ama şunu hatırlatmakta fayda var:aman ideolojik yoksunluğumuz olsun da farklı fikirlere tahammülümüz ve saygımız olsun derim.Zira ne geldiyse başımıza tam da bu ideolojik saplantılardan gelmiştir.
Ayrıca liberalzmin teorik anlamda neye tekabul edip etmediğini,ilkelerini vs.bir vikipediden de öğrenmek mümkün.Bunları öyle bir filiozof edesıyla buraya aktarmak marifet değil.Eğer altı doldurulmuş bir itiraz olsaydı,”neden liberaller başarısız?”sorusuna cevap verilmesini beklerdim(halktan biri olarak).Ama ne hikmetse bu sorunun cevabına hiç dokunulmamış.Merak ediyorum,liberalizmin teorik karşılığını buraya aktararak savunmaya geçen hayek’e göre acaba liberaller çok mu başarılı?Belki çok da başarılar da ben bilmiyorum,zahmet edip buradan bir şeyler yazabilirdi arkadaşımız.Biz de okur olarak liberallerin icraatları hakkında bilgi sahibi olurduk.Dün tv.haberlerinde LDP’nin düzenlediği mitinge 65 kişinin katıldığını duydum.Parti başkanı”şuradan cenazem kalksa herhalde daha büyük katılım olurdu”diye mizahla karışık ama son derce anlamlı sözlerle durumu açıkladı.Tabii sözkonusu parti ve lideri arkadaşımıza göre liberalizmi ne kadar temsil ediyor bilmiyorum.Ancak,bu bile bize bir fikir veriyor.Liberalizmin halk tabanı,Türkiye’de ne kadar bilindiği ve tutunduğu üzerine,evet çok önemli ipuçları veriyor bu.Ve bence tartışmaya değer.
Sonuç olarak elbette bunları tartışacağız.Tartışacağız ki doğruları hep beraber bulalım.Zira mitingine 65 insanın geldiği bir siyasi yapının başarılı olma şansı az.Bunu tartışmak demek toptan libaralizme ve temsilcileri liberallere hakaret falan değil.Bunların konuşulup tartışılmasından bu denli gocunmak doğru değil.Aksine “başarısızlığın”ardında hiç tartışılamıyor olmasını görmek lazım.Ha,eleştiri doğru mu yapılır,yanlış mı yapılır bu elbette tartışılır.Fakat eksikleri tamamlamanın yolu meseleyi kişiselleştirmekten geçmez,bizim bilmediğimiz ve vakıf olmadığımız doğruları bize anlatın ki liberalizm hakkındaki eksik bilgilerimiz ve cehaletimiz giderilsin.Doğrusu budur sn.hayek.
Yazan:eg Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
aziz bey,
haklısınız tabii de, yazı liberalleri değil liberalizmi de eleştirebilirdi. kimse liberalizmi liberalllerin anladığı şekliyle anlamak yükümlülüğünde değil. kimse onların tezlerinin insanlığın iyiliği için en optimum çözümler olduğuna inanmak zorunda değil. sözünü ettiğimiz kişi “liberalizm for dummies” gibi bir takım kuralları alt alta yazmış sanki kimse bunları bilmiyormuş gibi. sorun aynen aydınlanma ideolojisinde ya da sosyalizmde olduğu gibi ilkelerin doğruluğu yanlışlığı değil( çünkü hemen hemen he rideoloji insanlık için en iyisini bulmak amacını güder) o ideolojinin seyir defterinin bunları başarıp başaramayacağıdır. amaç burada bir it dalaşı yapmak değil, ideolojilerin eksik yanlarını kendi iç çelişkilerini bularak tartışabilmektir. bana kalırsa liberalizm bu iç çelişkilerden dünya kadar taşıyor…hayek gibi müminler ne derse desin bu değişmez…orjinal hayek de söylese değişmez, çakması da! sevgiler
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
Enver bey çok doğru,elbette kimse libaralizmi liberallerin anladığı şekilde anlamak zorunda değil.Zaten aslına bakarsanız sorun da burada başlıyor.Yani kalıplaşmış ideolojilere iman etmekte ısrarcı olanlar çoğunlukla benimsedikleri ideolojiyi mutlak doğru diye dayatırlar.Aksi iddia edildiğinden de tartışmanın yönünü saptırmakta bulurlar çareyi.Bence en doğru olanı,tartışmanın pusulası değiştiği anda fazla üstelememek.
sevgi ve selamlar.
Yazan:hayek Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
Yazarın eleştirileri “eleştiri” değil, çünkü kavramları bilmiyor. Bunu söyleyince tahammülsüz sayılacaksam, hiç de umurumda değil.
Eğer bir eleştiri yazılacaksa bu, liberalizmin argümanlaırnın “değillenmesi” şeklinde olur. Yani “metodolojik bireycilik yanlıştır, çünkü..” diye başlanır. Eleştiri budur.
Yazar bunu yapmamıştır, yapamamıştır.
Benim eleştirime cevap verenler de “temel haklar” kabulünün aynı zamanda bir hukuk karinesi olduğunu ya bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor, eğer bir eleştiri getireceklerse ya bu hakların aslında var olmadığını veya kendilerinin buna neden inanmadıklaırnı izah etmeleri gerkirdi, bu yapılmış mı? hayır!
Benim eleştirime cevap verenler, kendi “hürriyet” tanımlarını ortaya koymuşlar mı? Hayır! Öyleyse neyi eleştiriyorsunuz?
Bir önermenin değillenmesi önermeyi yanlışlayan başka bir önermeyle sağlanır, antiliberal ve anladığım kadarıyla dindar otorite site ahalisinin alternatif değilleme önermesini okuyamadık. yazılanların tamamı boş!
Yazdıklarımın hepsini tanımlara ve çıkarsamalara dayandırmış mıyım? Serbest ticaretin neden savunulması gerektiğini çokkısaca özetlemiş miyim? Buna eleştiri nasıl yapılır? “Mukayeselei üstünlük kuramı şundan şundan yanlıştır1” denerek değil mi? Bu yapılmış mı? Hayır!
Liberallerin “ahlak” anlayışın özetlemiş miyim? “Bunları vikipedide buluruz1” demek kolay da siz “ahlktan” ne anlıyorsunuz ve benim anlayışımınsize göre yanlışı endir bunu ortaya koymalısınız. Bu yapılmış mı? Hayır! Liberal ahlak anlayışının mı yoksa sizinkinin mi insanı daha özgür kılacağını kıyaslamış mısınız? hayır! ama eleştirmekten bahsediyorsunuz!
Hülasa…
Evet benim mutlaklarım var tıpkı herkesin olduğu gibi. “Kanıtlanmamış, mutlak yok!” dediğinizde kimi nasıl yargılayabileceğinizi, davranışlaırn hangisinin diğerine göre tercih edilebilir bulabileceğinizi izah edemiyorsunuz ama?
Liberallere ettiğiniz lafların hiç bir mantıki, felsefi ve ahlaki dayanağı yok, kusura bakmayınız ama cehaletinizi ” Doğruyu kim biliyor ki?” kötlü kurnazlığının arkasına saklamaya çalışıyorsunuz.
Bunu gösterdim ama “olmayana ergi”( Aman Allah’ım işte bilnmeyenbir şey daha! Kim kafa yoracak şimdi?)
Benim söylediklerimin yanlışlığını iddia ediyorsanız, dünyada temel haklaırn gözetilmediği, korunmadığı bir ortamı hayal edin ve bakın bakalım evinizde emniyet içinde oturabiliyor musunuz?
Eğer serbest ticaretin fakirleştirdiğini düşünüyorsanız, şu anda evinizde kullandığınız bütün ithal teknolojilerin yasaklandığı bir ülkeyi hayal edin!
Eğer ahlakın birileri tarafından bireylere dayatıldığı bir ortamı doğru buluyorsanız, Taliban rejiminde müslüman olmanın mı, yoksa özgür bir ortamda mı müslüman olmanın mı daha makbul olduğunu kendinize sorun!
Eğer devletin emniyet ve adalet dışındaki işlere karışmamasını yanlış buluyorsanız, bu sınrıları sonsuza kadar genişlettiği bir müdahale rejiminde yaşamanın nasıl olacağını hayal edin. Eğer kör değilseniz, SSCB, komünist Çin, Kuzey Kore size cevabı verecektir ama…
Eğer dediklerimi eleştiriyor iseniz size yanlışlamanın naısl yapılacağını gösteriyorum. Budeiklerimden hangisini kim yapmışsa lütfen gösterin! Müdahaleci rejimleri liberal sanan bir yazarın saçmalıklaırnı ortaya koymuşsak bu hakkı teslim etmek için.
Hak konusunda bir fikriniz olmadığın unutmuşum özür dilerim…
Bu arada “ideolojilerin eksik yanlarından” bahsedenlerin hiç bir eksik gösteremediklerini hatırlatmalıyım…
Bunun sebebi ne biliyor musunuz? Çünkü liberalizm zaten uymakta olduğumuz temelhaklar temelini bize gösteriyor ve biz içinde yaşadığımız ortamı, kaybetmedikçe fark edemiyoruz da ondan!
“Liberaller neden başarısız?” kusura bakmayın ama boş biryazı. Sebeplerini de defalarca gösterdik. Anlayana sivrisinek saz…
Yazan:eg Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
sevgili kardeşim ideolojilerin eksik yönlerini yazıp duruyoruz ama anlamak isteyene…sizinle olan ise sizin saldırgan üslubunuza karşı birkaç satırdır sadece. farkındaysanız o üslubunuzla kimse sizin ne dediklerinizle ilgilenmiyor bile. ben kendi şahsıma “siz kollektivistsiniz…” türü bir eleştiri okuduğum an kalanları okumuyorum. çünkü anlıyorum ki bu kişi liberal bir mümindir ve ezberlerini yine konuşturmaya başlamıştır vesaire vesaire vesaire….
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
Şimdi liberalizm hakkında bi eleştiri yapmışsınız süper bu eleştirinin yerinde olup olmuyacağnada insanlar karar verir bi insan çıkar ne kadar cahilce der biri çıkar iyi demişsin der.Cahilce diyene ideolojiye iman eden demek hadi buna kısaca yobaz diyelim demekte pek doğru değil.Adam yazının cahilce olduğunu düşünmüş.Kaldı ki liberalizmi cidden ikinci elden okuyp eleştirmekte oldukça yaygın bir durum.Yani şahsi bi hakaret olmamış bildiğim kadarıyla gerçi yorumlar çok uzun öyle çokta irdelemedim.Ama bu kadar yüklenilcek bi suç göremedim açıkcası.Ki liberaller de direk übermensch değil yada liberal olmak için belli şartları yerine getirmek gerekmiyo ben liberalim demek bile yeterli hatta.Yani liberallerden fakrlı bir şeyler beklerdim daha farklı düşünürler gibi yorumları saçma buluyorum.Kendi aramızda bile bi milyon farklı görüş var sinirli liberal, agresif liberal, kompleksli liberal olur.Belkide olması daha iyidir çünkü liberallerin sokakta, internette genellikle geri planda kalmalarını bi nebze olsun değiştirebilir.Belki liberalizmi muhafazakarların kullandığı bi araç olmaktan çıkartıp bi amaç haline getiren bi topluluk oluşabilir bu hırçınlık sayesinde.(Hatta yeterince uslu olursak şirinleri bile görebiliriz).Takma isim kullanmaya bende karşıyım.Ama kölelik yolu iyi kitaptır benim aldığım basımında ilk 8 bölümü 1950 ler türkçesiyle çevrilmişti bi de kapağında çeviren hocam çevirmişti saygımdan öyle bıraktım falan demişti.Hocaasıda kendiside bolca küfür yedi benden.Doru düzgün çevirsene anlaşılır olsun.Küfür eden liberal?!? evet o da var.Bir de bütün dünya liberal olsun diye bir gayemiz yok olan da olabilir ama benim yok zamanı gelince olur zaten.Böylede süper bi olaydır devrim yapalım diye kasmak gerekmez.Son değinmek istediğim konuda tamam teknoloji buralarda bi yerlerde ama bi liberal olarak kastettiğim özgürlüğe pek rastlamadım.Erdem ve vicdan hakkında cidden bolca yazı yazılmıştır liberal düşünürlerce ama din hakkında pek yok hatta direk kiliseyle papaz olanlarına rastlamak mümkün. Din le liberalizmi birleştirmeye kasıyonuz hala ama olmaz o iş taş çatlasa muafazakar olursunuz. Dini devlet elinden çıkarmaktan bahsediyoruz bütün dinlere eşit mesafe diyoruz sen diyosun dinle birleştirelim kültürel yapı falan filan.Nası birleştircen kültürel yapıyla dinle yaz kitabını çıkar deli satar. Bi kere liberalizm din ve kültüre karışmaya karşı direk içinden karşı olduğu gibi bırak takılsın onlar tarzı bi politikas var bu ideolojinin bu tür şeylere karşı ama hala kasıyonuz dini yok saymamak lazım kültürel yapımızıda düşünmek lazım.Düşünürüz tabi de umduğunuz gibi olmaz.
Yazan:hayek Tarih: Mar 26, 2009 | Reply
Bütün ilgi üslubaysa bu memlekette zaten hiç bir ilerleme kaydedilemez.
Yorumların yazıldığı ana yazının üslubu kusura bakmayın beş para etmezken ve üstelik içerik açısından da gayet savruk ve boş iken gayet içerikli ve dolu bir eleştiriyi ” üslubuna bakarım içeriği boşlarım!” diye okumamak gene kusura bakmayın hamakattir.
İpe sapa gelmez, hiç bir tutarlılığı olmayan köylü kurnazlığını besleyen bir görcelik tapınmasından ibaret eleştirilere kızmak hakkımız yoksa veya bunların gerçek değeriile ilgili doğrudan görüş beyan edemiyorsak üslupla neyin içini doldurabiliriz?
Üsluptan kastınız sizin hoşunuza gidecek tarz ise kusura bakmayınız, liberalizm gibi toplumu bir arada tutan “hak ” kavramına en akil ve keşfetmeye yönelik yaklaşan bir ideolojiyi ” Ama doğruyu kim biliyor ki?” diyerek eleştirmeye kalkanları mümkün olan en akil ve serinkanlı şekilde bilgilendirmeye çalışmış mıyız? haid buna “Hayır!” deyin?
Yazdıklaırmızı “Bunları vikipediden de buluruz1” diye küçümseyenler ortaya bir şey koyamadıklaırnı nasıl gizleyeckler? Eee? Hani bilenle bilmeyen bir değildi?
Bilenin ve izah edenin, bilmeyen önünde diz çökmesini “doğru üslup” olarak görüyorsanız bu memlekette hak hukuk ve hürriyet işleriyle hiç meşgul olmayın, tam da layık olduğunuz şekilde idare ediliyorsunuz.
Yazan:eg Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
liberalizmin (özellikle hayekçi olanların) fanatizmini anlamak için bir takım yazı ve kitapları okumak bile çok ciddi fikir verebilir aslında ama sadece bir örnek vereceğim, okuduğumda çok tuhafıma gitmişti: eamonn butler’in liberte’den çıkan bir hayek incelemesi vardır. o incelemenin çevirisinin önsözü atilla yayla’ya aittir. şimdi o önsözü okuyan birisi, hayek’in bir düşünür değil bir peygamber olduğunu düşünür. o önsözden alıntıları alıp buraya yazmak isterdim ama şu an çok yorgunum…ama sadece liberalizmde değil ideolojilerin çoğunda tavır bu şekilde olduğu için o ideolojilerin imanlıları oluşuyor. atilla yayla o önsözde hayek’in çevrilmesinin “birilerini” çok rahatsız ettiğinden falan bahseder. hayek’in 20yy’ın en büyük filozofu olduğunda falan bahseder vesaire…yani aslında sözü edilen doğru ya da yanlışları ile bir düşünür değil, okunması dahi üç kulhuvallah bir elhamla başlanması gereken bir peygamber oluyor…yani atilla yayla gibi kafası çalışan bir insan, hayek’in çevrilmesi kimi çevreleri çatlatıyor patlatıyor rahatsız ediyor falan der mi? yani biz ideoloji tartışırken it dalaşı mı yapacağız. ha aynı şey marksist taraf için de geçerli hiç farklı değil…entellektüel birikime ve okumaya önem veren hangi insan hayek’in çevrilmesinden rahatsız olur? ha bana kalırsa son derece sıradan bir düşünürdür hayek o ayrı…ama okunması gereklidir her düşünür gibi…ama ele alınış tarzları eleştirilebilen, eleştirilmesi de gereken, üstüne birşeyler de katılması gereken bir düşünür gibi değil, kutsal kitabı ele alan bir mümininki gibi olunca insan otomatikman yok artık bu kadar da olmaz diyor. o yüzden hayek benim için liberalizmin fanatiklerinin karikatürü gibi oldu. hayek’e de yazık değil mi sizin yüzünüzden karikatüre dönüyor sayın “çakma hayek”?
Yazan:MY Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
Selam Hayek,
Atilla Hoca ve Pascal Salin ile ne zaman fikir alis verisinde bulussak tevazulari, edepleri ve bilgilerini paylasma konusunda gösterdikleri tutku beni etkiler.
Harbi liberal diyebilecegim daha az ünlü bir çok dostum var. Onlar da bu yapida insanlardir.
insanlara “cahilsin” diyebilecek kadar bilgili olanlar bunu yapMAyacak kadar tevazu sahibi oluyorlar.
çünkü ögrendikçe kendilerinin ne kadar daha ögrenecek seyleri olduklarinin farkina variyorlar.
Oysa Hayek gibi bir bilgenin adini nick yapanlar kolunda çin mali rolex ile kiz tavlamaya çikmis garibanlari hatirlatiyor bana.
Atilla Hoca’yi yakindan taniyan kime sorsan onun dürüstlügünü ve nezaketini anlata anlata bitiremezler. Ne kadar derdi olsa çeviri siparis ettigi insanlara borçlarini hep zamaninda ve kurusu kurusuna ödedigini anlatirlar meselâ.
Bu bir rastlanti midir? Ahlakli olmak ile liberal olmak sadece bir rastlanti midir? Bir kaza midir?
iste zurnanin zirt dedigi yer burasi. Yoksa siz Hayek’in kitaplarini ezberlemissiniz, onun dogum gününde sabahlara kadar yüksek sesle okumussunuz, rüyanizda HAyek’i görmüssünüz… Bunlarin bir degeri yok.
Bunun için bu yobaz liberalleri kemalistlere benzetiyorum. ALLAH korusun iktidara gelseniz ilk yapacaginiz sey Atatürk heykellerini kaldirip Hayek’in heykellerini dikmek olacak.
çocuklari da bagirtirsiniz okullarda: “Varligim liberalizme armagan olsun, ne mutlu liberalim diyene! Amen!”
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
@hayek,
Yazarın eleştirileri “eleştiri” değil, çünkü kavramları bilmiyor. Bunu söyleyince tahammülsüz sayılacaksam, hiç de umurumda değil.
Peki sizce eleştirinin kriteri nedir,neyin eleştiri olduğu neyin olmadığını nasıl,kime ve neye göre belirleyeceğiz?Eleştiri,eleştiridir;bunu ancak “doğru” veya “yanlış” şeklinde nitelendirebiliriz.Ben,şayet bir eksik varsa tamamlanması dolayısıyla yanlış olsa bile buna katlanması ve gerekirse düzeltilmesi gerektiğini vurgulamaya çalıştım.Umursamazsanız elbette bu sizin bileceğiniz bir şey.
Eğer bir eleştiri yazılacaksa bu, liberalizmin argümanlaırnın “değillenmesi” şeklinde olur. Yani “metodolojik bireycilik yanlıştır, çünkü..” diye başlanır. Eleştiri budur.
Kusura bakmayın ama bir fikir,yorum ya da eleştirinin nasıl yapılması gerektiğini,giriş metni,ana başlığının vs.nin bir şablonla önceden belirlendiğini ilk kez sizden duyuyorum.Yazar bu kurallara(!)riayet etmediğinden sanırım eleştirel medodu ihlal etmiş sayılıyor:)
Benim eleştirime cevap verenler de “temel haklar” kabulünün aynı zamanda bir hukuk karinesi olduğunu ya bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor, eğer bir eleştiri getireceklerse ya bu hakların aslında var olmadığını veya kendilerinin buna neden inanmadıklaırnı izah etmeleri gerkirdi, bu yapılmış mı? hayır!
Peki sizce hukuk karinesi dediğiniz temel haklar kağıt üzerinde kalıp pratiğe geçmeden bir anlam ifade eder mi?Ve ayrıca eleştirilerinize “cevap verenler”diye tanımladığınız kesimlerden bu temel haklara herhangi bir itiraz gelmiş midir?Dolayısıyla ne yazardan,ne de kendinize muhatab aldığınız kesimlerden temel hak ve özgürlüklere karşı çıkan yok.Sadece kendini liberal olarak tanımlayanların neden başarısız olduğu üzerinden bir tartışma başlatılmış.Ve maalesef henüz bu sorunun yanıtı da gelmemiştir.Bu açıdan mesele liberalizmin ilkelerini bilip bilmemekle alakalı değil.Ha,biri çıkar da hayır efendim liberalizm şu şu yönleriyle sakıncalıdır deseydi savınız gerçeklik kazanırdı.Ortada böyle bir iddia yok anladığım kadarıyla.Kaldıki liberalizm de tartışılamaz değildir.
Benim eleştirime cevap verenler, kendi “hürriyet” tanımlarını ortaya koymuşlar mı? Hayır! Öyleyse neyi eleştiriyorsunuz?
Hangi hürriyet tanımı?Herkesin kendisine göre özel bir hürriyet tanımı mı var?İnsanların doğuştan sahip olduğu,devredilemez hakları kişilere,kurumlara göre ayırmak mı gerekiyor.Özgürlük,eşitlik,adalet gibi değerler evrenseldir.Ve çok basit bir tanımı vardır:kişi veya birey,kendisine yapılmasını istemediği davranışı başkasına dayatmadığı takdirde bundan ala hürriyet tanımı mı olur?Bunun için illede bir yerden alıntı yapıp yerli-yersiz belirtmek mi gerekiyor?Belirtilmediği takdirde eleştiri yapma hakkı fiilen ortadan kalkış falan mı oluyor yoksa.
Bir önermenin değillenmesi önermeyi yanlışlayan başka bir önermeyle sağlanır, antiliberal ve anladığım kadarıyla dindar otorite site ahalisinin alternatif değilleme önermesini okuyamadık. yazılanların tamamı boş!
Bence bu önermeydi”değillenmeydi”vb.kavramların arkasına sığınmaktan vazgeçin.Ayrıca liberalizmin tartışılması,eleştirilmesi antiliberal olmak demek değildir.”Dindar otorite site ahalasi” gibi genelemeci belirlemeler ise tam bir entelektüel yosunluğun alametidir.Bravo doğrusu!Ne zamandan beri niyet okumacılık liberalizm diye pazarlanmaya başlandı doğrusu anlaşılır gibi değil.Asıl boş,sığ ve yüzeysel olanın ne olduğu bence gayet ortada.Ama insan aynadan uzak durunca maalesef böyle garebet fikirler ortalıkta uçuşmaya başlıyor.
Yazdıklarımın hepsini tanımlara ve çıkarsamalara dayandırmış mıyım? Serbest ticaretin neden savunulması gerektiğini çokkısaca özetlemiş miyim? Buna eleştiri nasıl yapılır? “Mukayeselei üstünlük kuramı şundan şundan yanlıştır1″ denerek değil mi? Bu yapılmış mı? Hayır!
Ne demezsiniz,vallahi bizi kavramlara boğdunuz,ihya ettiniz.Ama ne hikmetse bu çıkarsamalarınızın,önermelerinizin,tanımlarınızın,kuramlarınızın ülkede neden esamesi yok,bunun pratikte vucut bulması için “siz liberaller(!)neler yapabilmişsiniz,bunda başarılı mısınız?” sorusına hâlâ tek bir yanıt yok.Lafla peynir gemisi yürümüyor maalesef.
Liberallerin “ahlak” anlayışın özetlemiş miyim? “Bunları vikipedide buluruz1″ demek kolay da siz “ahlktan” ne anlıyorsunuz ve benim anlayışımınsize göre yanlışı endir bunu ortaya koymalısınız. Bu yapılmış mı? Hayır! Liberal ahlak anlayışının mı yoksa sizinkinin mi insanı daha özgür kılacağını kıyaslamış mısınız? hayır! ama eleştirmekten bahsediyorsunuz!
Eksik olmayın,sayenizde bayağı ahlak dersi almış olduk.Yahu daha düşünceye tahammülünüz yokken kime hangi ahlakı öğreteceksiniz?Yok yok ahlak buysa mümkünse biz almayalım.Sizin ahlakınız size bizimkisi de bize kalsın olur mu?
Evet benim mutlaklarım var tıpkı herkesin olduğu gibi. “Kanıtlanmamış, mutlak yok!” dediğinizde kimi nasıl yargılayabileceğinizi, davranışlaırn hangisinin diğerine göre tercih edilebilir bulabileceğinizi izah edemiyorsunuz ama?
Mutlaklarınız hayırlı olsun.Haşa itiraz etmek kimin haddine!Yeterki bize dayatmayın da tepe tepe kullanın.
Liberallere ettiğiniz lafların hiç bir mantıki, felsefi ve ahlaki dayanağı yok, kusura bakmayınız ama cehaletinizi ” Doğruyu kim biliyor ki?” kötlü kurnazlığının arkasına saklamaya çalışıyorsunuz.
Pek anlamadım ya neyse!Ee,cahil olduğumuza göre normaldir.
Bunu gösterdim ama “olmayana ergi”( Aman Allah’ım işte bilnmeyenbir şey daha! Kim kafa yoracak şimdi?)
???
Benim söylediklerimin yanlışlığını iddia ediyorsanız, dünyada temel haklaırn gözetilmediği, korunmadığı bir ortamı hayal edin ve bakın bakalım evinizde emniyet içinde oturabiliyor musunuz?
Afedersiniz ama kimsenin toteliter bir rejim ya da askeri bir yönetim falan talep ettiğini hatırlamıyorum.Bu tür çarpıtmalara neden itibar ediyorsunuz ve size esin kaynağı olan bu boş laflar acaba size ne kazandıracak?Yanlışlarınızı hatırlatıp sizi eleştiriyorsak, bundan özgürlüklere,huzurlu ve güvenli bir yaşama karşı olduğumuz anlamı mı çıkmalı?
Eğer serbest ticaretin fakirleştirdiğini düşünüyorsanız, şu anda evinizde kullandığınız bütün ithal teknolojilerin yasaklandığı bir ülkeyi hayal edin!
Serbest ticaretin fakirleştirdiğini kim iddia etti bilmiyorum.Sonuçta bu da bir görüştür.Bana soracak olursanız,insan mutluluğunun salt maddi zenginlikle elde edilebileceğini düşünmüyorum.Sosyalizm,komünizm gibi maddi anlamda eşit paylaşımı esas alan sistemler de,kapitalizm de bu anlamda insan denen varlığın tüm sorunlarını çözmeye yetmemiştir.Dindar biri olmamakla beraber,insanın ancak doğayla,çevrelendiği yaşamla bütünleşerek gerçek sevgi ve huzura kavuşacağına inanan biriyim.Bu anlamda liberalizmin özgürlükler bağlamında olumlu bulurken ekonomik anlamda sanıldığı gibi adil bir düzen tesis edeceğinden tam da emin değilim.Yani kısacası karşı değilsem de kuşkularım var.Tabii bu benim düşüncem,mutlak doğru olduğunu iddia etmiyorum.Sonuçta benim doğrum ve elbette benim doğrumun başkasının yanlışı olma ihtimali her zaman var.
Eğer ahlakın birileri tarafından bireylere dayatıldığı bir ortamı doğru buluyorsanız, Taliban rejiminde müslüman olmanın mı, yoksa özgür bir ortamda mı müslüman olmanın mı daha makbul olduğunu kendinize sorun!
Taliban rejimi de nereden çıktı?Buna kim sevdalı,nereden çıkardınız bunu?Ha,şunu derseniz katılırım:ne taliban rejimi ne de başka bir rejim,ahlak,inanç veya felsefe… asla dayatma olmamalı,ama aynı zamanda her birey inanç,düşünce ve tercihlerinde de özgür olabilmeli,kendi olma hakkına sahip olmalı.Yani kısacası dayatmanın iyisi kötüsü olmaz,mukayesa ve karşılaştırmaya tabii tutulamaz,tutulmamalı.Tabi başkasının özgürlük sınırları ihlal edilmediği müddetçe…
Eğer devletin emniyet ve adalet dışındaki işlere karışmamasını yanlış buluyorsanız, bu sınrıları sonsuza kadar genişlettiği bir müdahale rejiminde yaşamanın nasıl olacağını hayal edin. Eğer kör değilseniz, SSCB, komünist Çin, Kuzey Kore size cevabı verecektir ama…
Devlet,sözünü ettiğiniz alanlardan elini çeksin diye dilimizde tüy bitti.Şimdi nereden icap etti bunu hatırlatmanız,yani durup dururken devletçi mi oluverdik?SSCB,Çin,K.Kore’yi kim model alıyor,kim bu sefalet dolu rejimlere can atıyor bi açıklık getirin de bilelim.Yani bu kadar da boş ve manasız konuşulmaz.Kendi söylediklerinizi kendiniz inanıyor musunuz gerçekten merak ediyorum.
Eğer dediklerimi eleştiriyor iseniz size yanlışlamanın naısl yapılacağını gösteriyorum. Budeiklerimden hangisini kim yapmışsa lütfen gösterin! Müdahaleci rejimleri liberal sanan bir yazarın saçmalıklaırnı ortaya koymuşsak bu hakkı teslim etmek için.
Ne alaka?Yazar,(Türkiye’de)”liberaller neden başarısız”ın cevabını arıyor.Bu da gayet mantıklı ve anlaşılır bir soru.Asıl saçmalık,bu sorunun cevabı arandığında koparılan kuru gürültüde aranmalı bence.Ama çarpıtma ve konuyu dağıtmakta evet hakkınızı teslim etmek gerekiyor,bunda gerçekten çok başarılısınız.
Hak konusunda bir fikriniz olmadığın unutmuşum özür dilerim…
Est.hatırlatmanız iyi oldu.Sahi haktan anlayan,hak dağıtan bir tek siz vardınız unutmuştuk.
Bu arada “ideolojilerin eksik yanlarından” bahsedenlerin hiç bir eksik gösteremediklerini hatırlatmalıyım…
Sağolun ve eksik olmayın.Sayenizde ideolojilerin tüm nimetlerini öğreniverdik.Eh,artık pişmiş aşa su katmanın da bir manası kalmadı.Ne de olsa eksik kalan ne varsa tamamlayıvermişsiniz.
Bunun sebebi ne biliyor musunuz? Çünkü liberalizm zaten uymakta olduğumuz temelhaklar temelini bize gösteriyor ve biz içinde yaşadığımız ortamı, kaybetmedikçe fark edemiyoruz da ondan!
E,öğrendik dedik ya,daha ne diyelim.
“Liberaller neden başarısız?” kusura bakmayın ama boş biryazı. Sebeplerini de defalarca gösterdik. Anlayana sivrisinek saz…
Neyse ki boş olan tarafı siz doldurmuş oldunuz.Anlayan anlamıştır.Gayrı dert etmeyin sivri sineği,davulu,zurnayı…
Yazan:hayek Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
Üslup konusundan gayrı bir eleştiri gene alamadık, açık yüreklilikle itiraf etmeliyim ki agresif bir adamım , çünkü bu memleketin hali beni gerdikçe geriyor ve daha on beşyıl öncesine kadar adını bile duymadığımız düşünürleri , bir kenara atıvermek tavrımız canımı sıkıyor, daha da kötüsü tepemin tasını attırıyor.
Bir önermeyi ( terminolojik konuşunca rahatsız olduğunuzu biliyorum ama kahve muhabbetini aşabilmek için kelimeleri yerli yerind ekullanmak gerekiyor) iki şeye göre değerlendiririz. Eğer bu iki yıoldan başka bir yoıl önerirseniz onu da zevkle dinlriz.
1- Önermek kendi içinde tutarlı olmalı. Yani? Önermenin öncülleri birbirini nakzetmemeli.
2- Önerme sonuçta bizim algı dünyamıza hitap ettiği için, algı dünyamızın sınırları içindeki olgularla nakzedilmemeli.
İdeolojiler de bu açıdan bakıldığında insan hayatıyla ilgili genelleyici önermelerdir.
Dolayısıyla hiç bir ideoloji yukarıda bahsettiğimiz metodun dışında kalamaz, yani eleştirilemez değildir!
“liberalizm eleştirisi” diye yapılan şeyler bu metodun tepetaklak edilmiş şekli oldukları için beni kızdırıyor. Nasıl? Şöyle?
ABD bir krize batmış, burası hakikat! yani tiraz edilecek bir yanı yok. Aynı zamanda ABD liberal olarak “biliniyor” Bunlar öncüllerimiz olduğunda sonuçta “Liberalizm bir krizdedir” önermesiyle karşılaşıyoruz.
Ve eleştirileri hep bunun üzerinden yapıyoruz. İyi de ABD liberalizmin öncüllerinden mi hareket etmiştir de bu krize batmıştır? işte atlanan ve kör nokta olarak kalan yer burası.
Yani ABD yönetimi, finans piyasalarında faizlere müdahale etmemiş, piyasanın , risk, sermaye ilişkisinde kendisine çekidüzen verme mekanizmasıyla oynamamıştır da mı bu kriz çıkmıştır? Oysa liberla olması gereken bir hükümetin, piyasadaki alışverişe, hukuka riayet edilip edilmediği, yani hırsızlık, dolandırıcılık veya zor kullanma yapılıp yapılmadığını denetlemek dışında müdahale etmemesi gerekir. ABD hükümeti böyle mi davranmıştır?
Diğer taraftan liberallerin teorilerinin mi yanlış olduğu yoksa halka mı bunu anlatmakta başarısız oldukları bir kazana konmuş kaynatılmış. liberallerin başarısız olmaları, ilkelerinin tutarsızlığından mıdır, yoksa kendilerinin mesela benim gibi şahsi iletişim başarısızlığından mıdır? Bunlar çok ayrı şeyler.
Türkiye’de liberaller kadar, hem inanç hem kimlik konularında tutarlı davranan başka bir grup var mı? Durmadan eşitlikten, kardeşlikten bahseden solcular iş baş örtüsüne gelince yan çiziyorlar ama nedense dindarlar bunlara hiçbir eleştiri getirmiyor? Öte yandan başörtüsü mağduru kampın temsilcileri mesele cinsel tercihler veya diğer aykırı talepler olduğunda bunları rahatlıkla görmezden gelebiliyor. Bu neden eleştirilmiyor?
Herkes bir “doğru” öneriyor… Dindarlarımızın bir kısmı Taliban tipi bir rejimin hepimizi ahlaklı kılacağını söylüyor, yanılıyor muyum? Solcular özel mülkiyetin lağvedilmesinin hepimizi hür ve müreffeh yapacağını söylüyor. Milliyetçilerin sosyo ekonomik fikirleri yavaş yavaş değişmekle birlikte solculara yakın ( müdahaleci,, kolektivist temelli). Liberaller, devletin adalet ve iç/ dış emniyet ve bazı kamu mallarının temini dışında hayatımıza müdahil olmamasından yana… Mevcut muhafazakar dindar hükümetin görüşü de liberal olmaktan ziyade sola yakın, size tuhaf gelse de, memleket ahalisinin tamamını devlet eliyle tedavi eden, memleket ahalinsin tamamına devletin eğitim anlayışını dayatan, memleket ahalisine neyi hangi fiyattan alıp satması gerektiğini dayatan bir anlayış liberalizmle bağdaşmayacağına göre onu başka nereye koymalıyız?
Şunu kendimize sormalıyız: Önerilen bu “iyilik” tasavvurları hayata geçirildiğinde acaba gerçekten işimize yarayacak bizi hür ve müreffeh kılacak mıdır? İşte tam da yapılmayan bu.
Bir adamın hız sınırlarını aşması halinde kaza yapmak ihtimalinin artacağını her seferinde olmuş bir kazaya bakarak söylemeyiz, bildiğimiz fizik kuralları bunun olmak ihtimalini kafamızda hesaplamamızı sağlar. İşte bundan hareketle mesela özel mülkiyetin veya hadi diyelim “üretim araçlarının” mülkiyetinin lağvedilmesinin sonuçlarını görmemiz için bunu illa yaşamamız gerekmez, kaldı ki bu yapılmıştır da… İşte bir ideolojinin doğru olup olmayacağını da bu muhakemeyle rahatlıkla bulabiliriz.
Önce kendinize sorun, hayata sıfırdan başlayan, boyacı, sıvacı, dülger, doktor, mühendis veya bakkal babanızın, ilerleyen yaşlarında bir eve sahip olmasını hatta , kendisinden sonra size “sermaye” sayılabilecek bir varlık bırakmasını sağlayan sistemi, en doğru şekilde kim tarif etmektedir?
Eğer özel mülkiyet lağvedilse, babanız size bunları bırakabilir ve sizi, kendi çocukluğundan daha konforlu yaşatabilir miydi? İşte içinde yaşayıp da fark edemediğimiz şey bu! Çoğumuzun köy kökenli babalarımızın, dünya diye bildiği, karşıki dağların ötesinde, bambaşka hayatların olduğunu öğrenen sonraki nesil bunu özel mülkiyetin lağvedildiği, herkesin Talibanik bir ahlaka göre dayak yediği bir sisteme göre mi yaşadı?
Bir kör nokta da şu. Liberaller yeni bir dünya önermiyor. Önerdikleri şey, insanın “keşfi” olan ( dikkat buyurunuz! İcadı demiyoruz!) ve onun medeniyeti kurmasını sağlayan temel haklara saygılı bir devlete mümkün olduğunca uymak gerekliliği… Buna mümkün mertebe uyulan memleketlerde insanların daha hür ve müreffeh olduklarını söylüyor liberaller.Liberaller, bir şekifte bulunuyorlar , çünkü temel hakların bir icat değil bir tabiat unsuru olduğunu düşünüyorlar. Bu da insanınkendine özgütabiatının bir sonucu. Kaldı ki hayvanlarda dahi, “kendine ait üreme” bölgesi güdüsü varken, özel mülkiyetin bir icat olduğunda ısrar sanırım fazlasıyla hayalcilik…
Elbette Atilla Hoca’nın, muhaliflerinin yer yer terbiye sınırlarını aşan tutumlarına karşı sabrı ve serinkanlılığı övgüye değer ve örnek alınası. Keşke bu tavır diğer bütün ideoloji temsilcilerinde de görülebilse.
Liberallerin başarısızlığına gelince…
Hatırlaırm 1995 veya 96’da daha ilk sayfalarında Anayasanın dahi sınırsız ir devlette “kötüye” kullanılabileceğini yazan Hayek’i okuduğumda muazzam bir deprem yaşamıştım. Oysa ben yasama organını bir tür “kadir-i mutlak” kabule den muhafazakar bir adamdım. Meşru meclis ne isterse yapabilmeliydi. Hayek ise bunun ötesinde, yasama organını sınırlayan anayasayı bile eleştirebiliyordu!
Eğer liberal eğilimli arkadaşlarımdan konuyla ilgili hiçbir şey duymamış olsam muhtemelen ben de bunu “emperyalist batının” bir kötülüğü sanabilirdim. Oysa hayek aklıma hitap ediyor ve beni ikna ediyordu. Ama söyledikleri medeni açıdan ciddi şekilde geri bir memleketin evladı için “bambaşka” şeylerdi.
Liberaller neden başarısız? Çünkü asırlarca, mülkiyeti hükümdarın iki dudağı arasında tasarruf edebilmiş, şehirleşmeye ancak son yirmi yılda başlayabilmiş, dolayısıyla, ticaretle kültürel çeşitlilikle, aykırı fikirlerle çok yeni tanışabilmiş bir toplumun “sınırlı demokrasi” gibi bir kavramı anlamsı zor olabilir de ondan…Biz daha milletin vekillerinin, savunma, adalet, emniyet vs şekillerini belirleyebildiği bir demokrasiyi yaşayamadık ki nerede kaldı “sınırlı demokrasi”? Sınırlı demokrasi, demokratik yönetme hakkının “hukukla sınırlanması” demektir. Yani? Dmokratik çoğunluğun her istediğini yapamaması, mesela hoşuna gitmeyen herhangi bir azınlık grubuna kan kusturamaması demektir. Veya herhangi bir grubun sırf grup olduğu için başka grupların haklarını iğfal edemediği demokrasi demektir.
Çiftçisi devletten nemalanan bir memlekette, “Taban fiyat sizi fakirleştirir!” deyip bunu matematikle bile ortaya koysanız, devleti bir çeşit “Rezzak” sayan toplumun sizi dinlemesi zordur. Peki bu, dediklerinizin doğruluğunu değiştirir mi? O halde bu durumda başarısızlığınız, söylediklerinizin yanlışlığından mıdır, yoksa, devlet eliyle saptırılmış, toplumsal kanaatten midir?
Vekilleri alçakça asılmış bir milletin, aynı şeyin her an kendinin başına da gelebileceği korkusunu yaşadığı bir memlekette, bırakınız anayasal iktidar fikrini, anayasanın kendinsin hukuk ilkelerine göre sınırlandırılması fikrini kime anlatabilirsiniz?
Peki özel mülkiyetin kökenini hırsızlık sayan, işçi yanlısı bir ideolojinin 70li yıllarda uyguladığı döviz yasağını, seyahat tahdidini fiyat ayarlamalarını doğru mu bulursunuz? Bu uygulamalar da sosyalist ilkelere göre yapılmamış mıydı? Ekmek, yağ, tüp kuyruklarının olduğu dönemde Türkiye’nin ekonomi politikasını liberalizme mi, sosyalizme mi daha yakın bulursunuz?
Liberaller başarısız mı? Bin kere hayır! Yukarıda bahsettiğimiz sebeplerden dolayı liberal ilkeleri uzak bulan bir toplum içinde 17 yıldır sayısı her gün artan liberal yayınla kendini ifade eden ve erimeyen bir avuç insan kesinlikle başarısız değildir.
Devletçilikten vazgeçemeyen ama toplumdan oy toplayabilen muhafazakâr iktidarlar ne zaman azıcık liberal şeyler yapsalar memleketin ekonomisinin rahatladığını hep beraber görmedik mi? Bir de devletin fiyat belirlemediği, basına yayına müdahale etmediği, öğrenimin çeşitlendiği, vergilerle savurganlık yapmadığı bir hali hayal edin… Eğer bu hayal size “yanlış” geliyorsa zaten söylenecek bir şey yok…
Bu arada “bilmek” akademisyenlere has bir özellik değildir. Düşünürlerin akademisyen olması şart değildir ve entelijansiyası ancak akademisyenlerden ibaret bir toplum da makbul bir şey değildir, medeni değildir.
Herkese fevri üslubuma rağmen beni okumak sabrını gösterdikleri için teşekkür ederim. Üsluptan öteye gidemeyenlere de teşekkür ederim.
Yazan:Gay İslam Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
Çünkü samimi değiller.
Yazan:salma hayek Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
Anlayamadığım konular:
1. Bülent Ersoy sinirlendiği zaman sesi birden erkekleşiyor. Liberallerin de acaba farklı fikirlere tahammülü tepenin tası atmaması çizgisiyle mi sınırlıdır?
2. Kapitalistler krizi sahiplenmiyor. Çünkü dünyada liberal devlet yok diyorlar. O halde liberalizm bir ütopya mıdır? Dünyanın bütün problemlerinin üstünden girip altından çıkmış bir hakikatse, neden devletlerce sahiplenilmemektedir?
3. 17 yıldır sayısı her geçen gün artan yayınla seller gibi gelen! liberallerin mitinglerine neden 60 kişi gelmektedir? Bu mudur başarı? Ama her geçen gün artıyor doğru ya! Seneye 63 olur…
4. Liberalizmi sadece komünistler, sosyalistler mi eleştirir? Bir insan liberal değilse otomatikman totaliter, baskıcı, her şeye müdahale eden, yüksek vergi alan bir devletten mi yana olmak zorundadır?
Yazan:hayek Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
Önceki yazımda asabiyetimin sebebini özür dielr bir tarzda açıklamam ve liberalizmi nedne “doğru” bulduğumu da uzunca belirtmeme rağmen kendisinin salma kadar güzle olup olmadığını bilmediğim fakat kimse gene kusura bakmasın “salaklık” seviyesinde bir muhakemeyle cevap veren arkadaşın yazısını cevaplıyorum
Senin sesin ne zaman değişiyor bilemiyorum sevgili Salma Bacı? Burada ciddi ve uzun bir yazıyla açıklanan şeylerden sonra verdiğin cevabı seviyesi ancak buysa muhakeme yeteneğinle neyi nasıl eleştirdiğin gerçekten merak konusu…
Krizin liberal ilkelere uyulmasından mı uyulmamasından mı kaynaklandığını uzun uzun yazan pek çok yazara rağmen “liberaller krizi sahiplenmiyo!” Diyecek kadar düzeysiz birinin “eleştiri” yaptığını iddia edebildiği tek ülke herhalde bizimkisidir. Devlet faizlere müdahale ettiğinde liberal bir iş mi yapmış oluyor? Okuman yazman var mı Salma Bacı?
Senin gibilerin zihniyetinden dolayı olabilir mi? Devletin her an hayata müdahale edebildiği bir memlekette insanların özgürlüğü hayal olarak görmelerinden olabilir mi? Sayıları milyonları bulan mitinglerin partilerinin ülkleyi getiridği durumdan memnunsansorun yok. Hala bir fikrin doğruluğunu sürüleşmede arayan zihniyetinin evrimin hangi basamağında kaldığı ise senin sorunun. Sanki bu soruya cevap verilmemiş gibi bunu tekrar yazman senin papağanlığından olabilir mi? Bundan başkasını tekrarlayamaman beyninin hacimsel sıkıntısından kaynaklanıyor olabilir mi?
Evet bir insan liberal değilse kendiliğinden otoriterizme veya totaliterizme yaklaşır. Bu işin tabiatındandır. Özgürlüğün herkes için geçerli olmadığını iddia ediyorsanız yani liberal temel haklar düşüncesini, “Amaaan bu da ne ki tartışılır bir şey!” diyerek yok sayabilecek tıynetteyseniz evet, kendiliğinden otoriter olursunuz. Eğer temel haklara keyfi müdahalenin bir yol olduğunu düşünüyorsanız kesinlikle liberal değilsinizdir.
Şurada liberalizmin teorisi ile ilgili yazılarla bu yazılara yöneltilen eleştirileri mukayese edelim. Acaba eleştirilerin herhangi bir “eleştirel” içeriği var mı yok mu bakalım?
İçerik olarak karşı ne önerilmiş? Hiç bir şey! Bütün eleştiri “liberaller hep böyle sinirli mi?” sinirli olsa söylediklerini yanlışlayabiliyor musunuz?
Sakin yazsam da yazmsam da aynı şekilde karşılandığıma göre burada ciddi bir şey söylemenin anlamı yok demektir. Gayet basit bir şekilde “ Liberalizmi yanlışladığınızda ortaya çıkan durumu arzu edilir buluyor musunuz?” mealinde sormuşum. Cevap ne?
“
”
Evet,Temel hakların müdafaaına karşılık verilebilen tek cevap bu!
Ve bu cevap,size göre “doğru üslup” değil mi? Site ahalisi kendi kendine sormalı seviyeleri neyi hak ediyor?
Yazan:hayek Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
Salma bacı vsye rağmen soruya bir kere daha cevap verelim.
“Devletler liberalizmi neden benimsemiyor?”
Çünkü liberalizm tam da devletin tabiatındaki büyüme isteğine karşı duruyor da ondan!
Sınırlı bir hukuk devleti talepleriyle, istihdamda, fiyatlandırmada, para üretiminde ve dağıtımında merkez rol oynamak isteyen bir organizasyon bir arada olabilir mi?
Liberalizm devletin “Tanrılaşma” eğilimine karşı bizi sürekli uyarır. Devlet, aslında sadece adalet ve emniye tiçin sahip olduğu ” zor kullanma” yetkisini, sürekli şekilde mülkiyet transferi için de kullanmak ister ve genellikle insanlar bunun mümkün olabileceğini düşünür. Oysa mümkün değildir ve devlet ekonomiye ne kadar müdahale ederse ekonomide canlılık o kadar azalır!
Ayrıca liberaller devletin “kanaat belirleme” işiyle uğraşmasını da tehlikeli bulur, şimdi düşünelim, burada liberalleri eleştirenlerin hangisi devletin herhangi bir kanaati dayatmasından rahatsız veya savundukları hangi ideolojiyse bu konuda herhangi bir duyarlılık veya kaygı taşıyor?Liberalizmi eleştiriyor iseniz, onun bu konudaki kaygılaırnı ya yersiz veyanlış buluyor olmalısınız veya bu kaygılardan dahaileri bir kaygı taşımalasınız. Aksi takdirde “eleştirmiyor” sadece “olmamasını istiyor” durumuan düşersiniz.( Ara bir şekil bulan varsa söylesin…)
Türkiye bir cemaatler toplumu ve böyle bir toplumda “bireyselleşme” topluma fevkalade korkuluve imkânsız görünüyor. Her hak talebi ancak cemaatleşerek, yığınlarak yapılabiliyor. Zaten devlet de ancak herhangi bir cemaati muhatap kabul ediyor.Veya hakların ancak cemaatler açısından svaunulması düşünülebiiyor. (“Cemaat” bir sosyolojik terimdir, dini de olabilir laik de…)
Dolayısıyla zaten kendisi temel haklar karşısında potansiyel bir tehdit olan devlet, tahdit edilmeye gayet büyük bir direnç gösteriyor!
Bu dünyanın her yerinde böyle! İşte liberalizm bu gerçeğe rağmen sürekli, devletin büyüme ve sınırsızlaşma isteğine karşı bir ihtar vazifesi görüyor!
Beğenmediğiniz liberal düşünürler olmasa ve devletin hayatın her alnını tek başına belirlemesi mümkün olsa , böyle bir dünyayı arzu eder miydiniz?
Yazan:eg Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
hayek,
“Evet bir insan liberal değilse kendiliğinden otoriterizme veya totaliterizme yaklaşır.”
demişsiniz. bu muhakeme biraz abuk bi muhakeme değil mi? liberal değilim ve liberal olmamanın değil liberalliğin neden totaliterliğe ve otoriterliğe kayacağını analiz etmeye çalıştığım iki yazı yazdım burada. sonuç olarak da liberal olmak demokrat olmak manasına gelmez diye bir sonuca vardım. liberal değilim demokratım. liberalliğin de demokratlıkla ilgisinin ancak çok istisnai durumlarda olduğunu, genel olarak ise demokratlığı ciddi anlamda ıskalandığını düşünüyorum…yani liberallik demokratlıkla birbirini iten bir mahiyete sahip diye düşünüyorum.
Yazan:hayek Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
Sayın eg, Kusura bakmayınız ama yanlış düşündüğünüzü belirtmeliyim.
Zira bir demokrasiyi arzu edilir yapan şey toplumsal taleplere dayanması değil hukuka uygunluğun sağlanabilmesidir.
Bir memleketet demokratik mekanizmalarla belirli grupların hakları kısıtlandığı takdirde yapılanın meşruiyetinden bahsedilebilir mi?
Bir çoğunluk geri kalan azınlığın tamamınıntemel haklaırnı ilga edebilir mi? Sınırsız bir demokraside evet! Netekim anlayabildiğimkadarıyla “dmokrat” denen grubun arzusu bu yönde.
Oysa demokrasi sadece bir araç. Hukuka uygunluğu sağlanmadıkça herhangi bir diktatörlük kadar kötü bir araç üstelik.
İşte buyüzden demokratların dağarcığı liberalleri anlamaya yetmiyor.
Hayek’in sınırlı ir dmeokrasiye sayfalar ayırmasının sebebi de bu! Sosyal demokrasi denen garabetin insanlaır fakirleştirmesinin, sebebi de bu!
Çünkü sosyal dmeokrasi “Size zenginlerin mülklerini “demokratik” olarak yapılmış kanunlarla paylaştıracağız!” diyor. Nülkiyet transferinin diktatör zoruyla mı, yoksa parlamento aracılığıyla mı yapıldığı önemsiz!
Bu neticede bir gasp ve demokratlar bunun bir gasp olduğunu liberalizmi anlayamadıkları için bilemiyor ve bilmezlikten geliyorlar.
Bundan dolayı da bir demokrasi eğer “liberal” değilse herhangi bir diktatörülkten hemen hemen hiç bir farkı yoktur! Çünkü o, adı bir demokrasi bile olsa kendisini sınırlayan hiç bir ilkeyle bağlı olmayacakytır.
Liberalizm dmeokrasiyi, “şarta” bağlı olarak onaylar. Kayıtsız şartsız hiç bir araç onaylanamaz. O şarta hukukla sınırlanmaktır.
Dikkat ederseniz liberal demokrasi anlayışı, sizinkinen daha net ve sarihtir. Şimdi kendimize şunu sormalıyız:
Herhangi bir çoğunluğun, kayıtsız şartsız egemenliğini mi yoksa hukuka bağlı kalınan, sınırlı herhangi bir yönetim tarzını mı arzu ederiz?
Yazan:eg Tarih: Mar 27, 2009 | Reply
bunları yazılarımda defahatla cevapladığım için tekrarlama gereği duymuyorum. ama bu “şimdilik” durduğum yer ve şimdlik baktığım yerden gördüğümdür. çok iddialı bir şekilde illa benim düşündüğüm gibidir demiyorum. sizin düşüncenizin benimkinden daha doğru olabileceği fikrini de her zaman kafamın bir tarafında tutuyorum. o yüzden bilgi her daim yeniden değerlendirlmesi gereken birşeydir.
sonuçta 15 yıl önce tasavvufi islama şirk diyen birisinden şu an tasavvufun verdiği inanılmaz ruhsal zevke ulaşmaya çalışan bir insan olarak her daim yeniden yeniden dönüşüyor değişiyorum. o yüzden “yarın” sizin gibi düşünmeyeceğimin bir garantisini veremem. siz de yarın benim gibi düşünmeyeceğinizin garantisini vermediğiniz sürece sorun da yok zaten bunların tartışılmasının…
Yazan:hayek Tarih: Mar 28, 2009 | Reply
Yazılarınızı okumadım, sitede aukırı bir fikre gösterilen yoğun düşmanlık kimin ne yazdığını takip etmemi zorlaştırdı. Kaldı ki bu yazdıklarıma hehangi tutarlı bir eleştiri getiren de olmadı. Soru basit:
Temel hakların demokrasi ile çiğnenebilmesi sizin demokratlığınızla uyuşuyor mu uyuşmuyor mu? Eğer uyuşmuyorsa liberal demokrasi dışında nasıl bir demokrasiyi makul ve makbul bulursunuz?
Yazan:eg Tarih: Mar 28, 2009 | Reply
kardeşim soru bu kadar basit bir soru değil maalesef. bu konuda iki yazıda toplam 15 sayfa yazdım. kusura bakmayın tekrarlamaya ne mecalim ne de niyetim var…okumak isterseniz oradadır, istemezseniz de sizin bileceğiniz iştir!
kaldı ki liberallerin çoğunda olan bu “kendinden emin kemikleşmişlik” bende duvara konuşuyormuşum hissi veriyor ki inanın bana çok kötü bir histir bu!
Yazan:hayek Tarih: Mar 28, 2009 | Reply
Bir sistem ya ferde saygı duyar ve veya duymaz…
şiddet kullanımını hukukla sınırlandırır veya sınırlandırmaz.
Bu iki şartı sağlayan da herkesin bildiği demokrasi olan liberal demokrasidir. Niçin her şey o kadar zor olmalıdır, anlaşılmamalıdır? Soru basitse cevabı niye zor olmalıdır?
Neyi arzuluyorsanız, ona uyan idoelojiyi tercih edersiniz.
Ben de size neyi arzuladığınızı ve bunu hangi ideolojid ebulduğunuzu sormuşum…
15 sayfa yazıp hiç bir hükme varmıyorsanız, hiç bir cevap vermiyorsanız hiç bir şey yazmış sayılmazsınız. Argümantasyon bir neticeye bir yargıya varmak demektir. Aksi takdirde ortaya eleştşrilecek hiç bir şey konulmamış demektir.
Zaten günümüzün problemi cevaplardan ve hükümlerden kaçınmak.
Yazan:eg Tarih: Mar 29, 2009 | Reply
sevgili kardeşim 15 sayfa yazıp hiçbir hükme varmadığıme nereden çıkardınız. elbette bir hükme vardım :liberalizmin demokrasi ,özgürlükler ve insan hakları ile görünürde görünen uyumluluğunun tersine, aslında hiç de uyumlu olmadığına…ama size, yazdığım 15 sayfayı tekrar yazmak istemediğimi – üstelik orada dururken – söyledim. okumak zor geliyorsa sizin bileceğiniz iştir.
cevaplardan kaçtığım yok, tam tersi burada ,taraf gazetesinde ve yeni şafakın yorum sayfalarındsa yayımlanmış bir sürü yazımın ana izleği, modernizm ve onun çocuklarından olan sosyalizm ve liberalizmin ne kadar “insan”dan uzak ideolojiler olduğuydu. ama bir yazı altında üstelik her soruyu basite indirgeyip evet ya da hayır cevapları isteyen bir kişiye, cevapların da böyle basit olmadığını, soruların da böyle bir liberal kurnazlıkla sorulabilecek sorular olmadığını söylemek istiyorum…
Yazan:hayek Tarih: Mar 29, 2009 | Reply
“Modernizmin” çocukları tabiri, içeriği olup olmadığı düşünülmedne kullanılan bir tabir.
Para iktisadından başka bir iktisat bilmiyorsanız, mübadeleyi insanlık dışı bulmuyorsanız, temel haklar paradigması sizce “sadece modernizmin çocuğu” olduğuiçin insandan uzaksa elbette istediğinizi söyleyebilirsiniz.
Benim gazetelerde yazılarım veya yorumlaırm çıkmaz bu durumda benim görüşletim kategorik olarak sizinkindengeri mi sayılıyor?
“İnsanlıktan uzak olmak” gibi bir tarifi hangi medeniyet paradigması içinde yaptığınızı biliyor musunuz?
Cevap veremeyişiniz soruların kısırlığından mıdır bizim noksanlığımızdan mıdır?
İnternette birbirimize saygı çrçevesinde “demokrasiyi” kullanarak konuşmamaızdan bahsettiğiniz bir yerde tutup da “sorular veya ceaplar o kadar basit değil!” deyip işin içindençıkmanız mümkün mü?
Hem liberal demokrasinin araç kutusundan yararlanıp hem de aslında onun olmaması gerektiğini söylediğinizi fark edebiliyor musunuz?
Yani aslında ev ve araba alabilmek, çocuklaırnıza daha emniyetli bir gelecek miras bırakabilmek, banka hesaplarınıza dokunulmayacağının teminatını almak, sözlerinizi tam bir emniyet içinde ifade edebilmek, devlet dahil kimsenin sizi darb etmeyeceğinden, öldürmeyeceğinden emin olmak istiyorsunuz ama tüm bunların hangi ideolojinin iştigal sahası olduğunu görmek istemiyorsunuz.
Ve ben “liberal kurnazlığı” ile sizi sıkıştırıyorum? İlginç tabii…
Liberaller neden başarısız ben size söyleyeyim:
Daha önce söylediğim gibi toplumun kahir ekseriyeti merkezinde devletin olmadığı bir sosyo ekonomik düzeni tasavvur edemiyor bu bir!
İkincisi liberaller kendilerini bu topluma ait hissetmiyor ve bu yüzden bu toplumun temel dertleri karşısında steril bir tarafsızlığı korumaya çalışıyorlar ama bu sefer de mesela etnik ayrılıkçılık mevzuunda, etnik ayrılıkçılığın şiddetle bulanıklaştırılmış söylemini netleştirmesi için duyarlı davranmıyorlar ve kendiliğinden etnik urkçıları payanadası gibi bir görünüm arz ediyorlar. Türk solu nasıl kullanıldıysa öyle kullanılıyorlar ve bu halka bilmemkaç bin şehitten sonrafevkalâde itici geliyor.
Yani liberallerin başarısızlığı söylemlerinin yanlışlığından değil, içinden geldikleri toplumu benimseyememelerinden ona yabancılaşmalarından kaynaklanıyor.
İçinden geldikleri toplumu benimsemeyi kollektivist marksist bir ” ulus devlet” ezberinin aradına sığınarak “milliyetçilik” olarak görüp kötülüyorlar ve bu yüzden de kime ne söyledikleri belli olmuyor.
Daha önce de söylediğim gibi “sosyalizm ve liberalizm” insana uzak hükmünün öncülleriyle tutarlı olmadığı ve gerçek hayatla da yani algı sınılarımızdaki olgularla herhangi bir tutarlılığı yok.
Sorumuzu tekrarlayalım:
Ferdi görmezden gelmeyen ve zor kullanımını meşrulaştırmayan bir toplumsal düzen sizce arzulanır bir düzen midir, değil midir?
Her cevap eninde osnunda bir evet veya hayıra dayanır. Basit olması sizi üzüyorsa ölemmenizi öneririm….
Yazan:hayek Tarih: Mar 29, 2009 | Reply
“Ev sahibine not”: İmla hataları düzeltilmiş ( umarım) metindir. Bilgilerinize…
“Modernizmin” çocukları tabiri, içeriği olup olmadığı düşünülmedne kullanılan bir tabir.
Para iktisadından başka bir iktisat biliyorsanız, mübadeleyi insanlık dışı buluyorsanız, temel haklar paradigması sizce “sadece modernizmin çocuğu” olduğu için insandan uzaksa elbette istediğinizi söyleyebilirsiniz.
Benim gazetelerde yazılarım veya yorumlarım çıkmaz bu durumda benim görüşletim kategorik olarak sizinkinden geri mi sayılıyor?
“İnsanlıktan uzak olmak” gibi bir tarifi hangi medeniyet paradigması içinde yaptığınızı biliyor musunuz?
Cevap veremeyişiniz soruların kısırlığından mıdır bizim noksanlığımızdan mıdır?
İnternette birbirimize saygı çerçevesinde “demokrasiyi” kullanarak konuşmamızdan bahsettiğiniz bir yerde tutup da “Sorular veya cevaplar o kadar basit değil!” deyip işin içinden çıkmanız mümkün mü?
Hem liberal demokrasinin araç kutusundan yararlanıp hem de aslında onun olmaması gerektiğini söylediğinizi fark edebiliyor musunuz?
Yani aslında ev ve araba alabilmek, çocuklarınıza daha emniyetli bir gelecek miras bırakabilmek, banka hesaplarınıza dokunulmayacağının teminatını almak, sözlerinizi tam bir emniyet içinde ifade edebilmek, devlet dahil kimsenin sizi darb etmeyeceğinden, öldürmeyeceğinden emin olmak istiyorsunuz ama tüm bunların hangi ideolojinin iştigal sahası olduğunu görmek istemiyorsunuz.
Ve ben “liberal kurnazlığı” ile sizi sıkıştırıyorum? İlginç tabii…
Liberaller neden başarısız, ben size söyleyeyim:
Daha önce söylediğim gibi toplumun kahir ekseriyeti merkezinde devletin olmadığı bir sosyo ekonomik düzeni tasavvur edemiyor bu bir!
İkincisi liberaller kendilerini bu topluma ait hissetmiyor ve bu yüzden bu toplumun temel dertleri karşısında steril bir tarafsızlığı korumaya çalışıyorlar ama bu sefer de mesela etnik ayrılıkçılık mevzuunda, etnik ayrılıkçılığın şiddetle bulanıklaştırılmış söylemini netleştirmesi için duyarlı davranmıyorlar ve kendiliğinden etnik ırkçıların payanadası gibi bir görünüm arz ediyorlar. Türk solu nasıl kullanıldıysa öyle kullanılıyorlar ve bu da halka bilmem kaç bin şehitten sonra fevkalâde itici geliyor.
Yani liberallerin başarısızlığı, söylemlerinin yanlışlığından değil, içinden geldikleri toplumu benimseyememelerinden, ona yabancılaşmalarından kaynaklanıyor.
İçinden geldikleri toplumu benimsemeyi kollektivist marksist bir ” ulus devlet” ezberinin aradına sığınarak “milliyetçilik” olarak görüp kötülüyorlar ve bu yüzden de kime ne söyledikleri belli olmuyor.
Daha önce de söylediğim gibi “sosyalizm ve liberalizm” insana uzak hükmü öncülleriyle tutarlı olmadığı gibi gerçek hayatla da yani algı sınılarımızdaki olgularla herhangi bir tutarlılığı yok.
Sorumuzu tekrarlayalım:
Ferdi görmezden gelmeyen ve zor kullanımını meşrulaştırmayan bir toplumsal düzen sizce arzulanır bir düzen midir, değil midir?
Her cevap eninde sonunda bir evet veya hayıra dayanır. Basit olması sizi üzüyorsa ölmemenizi öneririm….
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Mar 29, 2009 | Reply
Enver bey,bence 15 sayfa değil 115 sayfa da yazsanız pek bir şey değişmeyecek.Arkadaş maalesef meseleyi basit bir soru cevap yarışına indirgemiş.Yani ya çıkıp “evet kardeşim liberalizm,bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün ideolojilerden daha üstündür,özgürlük ve eşitlik ancak liberalizm ile mümkündür”deyip kabul edeceksiniz,ya da “hayır böyle değildir”deyip aklınıza ne kadar olumsuz niteleme varsa liberalizme yükleyip cevap yetiştireceksiniz.Böyle bir mantık olur mu yahu?
Bir kere her ideolojinin bir ana akımı ve farklı ara düşünceleri var.Marksizm için de bu geçerli,sosyalizm için de.Birbirinden farklı o kadar çok sosyalist teori ve bunu temsil eden grup ve fraksiyonlar var ki burada saymaya kalkışılsa ne zaman ne de yer yetecektir.Özellikle 70 lerin başında ayrışmaya başlayan sol düşünce geleneği buna örnektir.Tabii bunun öncesi de var…Günümüze kadar geldiği durum da zaten ortada.Peki,solu temsil eden bunca legal-illegal partiler,silahlı-silahsız örgütlenmeler,farklı çizgideki sol fraksiyonlar,düzenle barışık kendisini solda tanımlayan yasal partiler vs.ve bunların sözcüleri,kurucuları,temsilcileri,sempatizanları acaba hep aynı şeyleri mi söyleyip savunuyorlar?Çizgileri,ilke ve prensipleri aynı mı?
Tabii bu islam düşüncesi için de geçerli.Ilımlısı var,radikali var,şeriat isteyeni var ve hatta diğer sol örgütler gibi islam düşüncesi adına “mücadelesini”silahla yapanı var.Her siyasi düşünce,felsefe,inanç ve ideoloji için geçerli bir durum bu.Sadece bizde değil dünyada bu böyle.Dolayısıyla liberalizmin de bu ayrışmadan azede tutmamak gerekiyor.
Sonuçta hangisi olursa olsun,bütün siyasi ve felsefi düşüncelerin özünde insanlığa yararlı ilke ve kurallara rastlarsınız.Fakat neticede uygulayısı insandır ve elbette böyle olmasından ötürü de farklılıkların ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Ancak hayek dostumuz ne hikmetse kendisini bir evet-hayır yarışına kaptırmış gidiyor.Karşı tarafı sürekli doyurucu bir cevap vermemekle suçluyor ama,kendisini liberalizmin hararetli bir savunucusu olarak düşünürken bütün icraatının bir okul ödevini ezberlemekten ibaret olduğunun farkında değil.Habire liberalizmin nimetlerini saymaya adamış kendisini.İyi de kitaplarda yazılı haliyle buraya aktarılan bu mutlak doğruların neden uygulanmadığına daha tek bir yanıt verememiştir…Bu cevabı arayanları da totalitarizm sevdalısı olmak gibi basit suçlamalarla geçiştirerek tartışmayı proveke etmekte ve kilitlemektedir.
Hayır kardeşim liberalizmi her tartışan biri Taliban’cı,Mao’cu,Stalin’ci,devletçi veya militarist olmuyor.Aynı şekilde liberallerin Türkiyede başarısız olduğunu iddia edenler de baskıcı ve otoriter rejim sevdalısı olmuyor.Fakat bir türlü anlatamadık bunu.Verilecek makul bir yanıt ya da özeleştiri yoksunluğu olunca da işte “doğru dürüst yanıt yok,bu eleştiri değil”gibisinden düz ve yuvarlak ezberlerden medet umuluyor.
Peki ben tekrar açık ve net olarak soruyorum:Liberaller başarılı mı?Ben başarısız olduklarını düşünüyorum.Ve bunu da karalama ve suçlama gayesiyle yapmıyorum.Bugün ülkemizde bu kadar yozlaşmış bir sistem hâlâ yaşamımızın her alanını işgal ediyorsa,devlete ve kurumlarına güven duyulmuyorsa,adalet ve eşitlik sağlanamamışsa ve otoriter zihniyetler memleketi babalarının çiftliği gibi kullanıyorsa evet liberaller başarısız demektir.Sadece onlar değil,varolduğu düşünülen toplumsal muhalefet de başarısızdır…STK’lar da başarısız demektir…Solcular da,İslamcılar da,aydın ve akademisyenler de başarısız demektir.Bunun için yersiz feveranlara gerek yoktur.
Ve soruma devam ediyorum.Liberalleri bu anlamda başarılı olduğu hangi nesnel gerçeklere dayanıyor.Öyle “hayır kesinlikle başarılıdırlar”demekle olmuyor.Kanıt istiyorum.Bu başarının ne olduğunu,bizlere topluma,ülkeye bu “başarının” ne tür katkılar sunduğunu öğrenmek istiyorum.Konuyu dallandırıp budaklamadan,dosdoğru ve net bir cevap bekliyorum.
Evet Türkiye’de sol başarısız.
Sosyal demoratlar başarısız.
Toplumsal muhalefet başarısız.
STK’lar başarısız.
Aydınlar,evet başarısız.
Başarısız olduğumuz için sorunlarımız çözülemiyor.
Başarısız olduğumuz için Avrupa’nın en fakir ülkesiyiz.
Başarısız olduğumuz için yoksulluk ve yolsuzluk diz boyu.
Başarısız olduğumuz için çetelerle yönetiliyoruz.
Daha sayayım mı?
Şimdi neden başarısız diye tartışıyorsak bu kötü bir şey mi?
Neden başarısız olduğumuzu bir daha düşünmeden,tartışmadan başarılı olabilir miyiz?
Toplumu yeniden dönüştürebilir miyiz?
Bir hukuk devleti olabilir miyiz?
Geleceğe güvenle bakabirir miyiz?
Ve en nihayetinde bu kokuşmuş sistem yerine tertemiz,şeffaf adil bir düzen kurabirir miyiz?
Sorularım gayet açık ve net.
Liberal arkadaşımdan da aynı netlikte cevaplar bekliyorum.
Felsefe kuramlarını ezberleyip buraya aktararak değil yalnız.
Ben doğru bildiğim ve kafamda kuşku yaratan tüm nedenleri kendi algı ve kavrayışımla sundum.Yazar değilim,akademik bir dile de sahip değilim.
Taleplerim var sadece.
Yaşanabilir,daha adil,özgür bir dünya olabileceğini düşünüyorum,umutlarım var.Beklentilerim var.
Bugün beni kuşatan dünya bu beklentilerimi karşılamıyor.Değişmesini istiyorum.Eşitlik ve adelet istiyorum,barış istiyorum.İnsan yaşamına ve onuruna saygı duyulan bir toplum istiyorum.
Hülasa huzur içinde yaşamak,mutlu olmak istiyorum.Ama değilim.Yolunda gitmeyen bir şeyler var çünkü.
O halde liberal dostum varsa düşüncelerimde bir yanlış beni ikna etsin,yanlışlarımı düzeltsin,itiraz edecek noktalar varsa hatırlatsın.Bu çok mu zor?Ha,bunlar zor ve karmaşıksa ve bir çırpıda cevap verilemiyorsa kavramlarla,kuramlarla,çıkarsamalarla zaman kaybetmeye hiç gerek yok.Kağıt üzerinde varolan ilkelerle dünya öyle güllik gülistanlık olamıyor ne yazık ki.Ben icraata bakarım,yaşadığım gerçeklere bakarım.
Sonuç itibariyle mesele senin ideolojin benim ideolojim meselesi değildir.Artık bu psikolojiden kurtulmanın zamanı geldi de geçiyor.
Yazan:eg Tarih: Mar 29, 2009 | Reply
hayek kardeşim,
neden liberallerin çoğu ile tartışırken “duvara konuşuyormuşum” hissine kapıldığımı anlayabiliyorum. siz de çoğu liberal gibi kendinizi “kazanmaya” adamışsınız. ben baştan benim fikrim yanlış olabilir, eğer daha doğrusunu bulabilirsem, ikna olursam yıllardır yapageldiğim gibi fikrimi değiştiririm. zaten bir fikir tartışması ancak bu amaçla yapılır. birisi sizin fikrinizden daha iyi ve olgun bir fikre sahiptir ve sizi ikna edip doğruyu gösterebilir diye. benim tartışma amacım genel olarak budur. ama 1.evrimcilerle 2.liberallerin çoğu ile yapılan tartışmalar bu iki kesimin de “doğru”yu tekellerinde tuttukları iddiaları yüzünden tıkanıp kalıyor. halbuki daha önce de söyledim. başkalarının eleştirilerini ve dolayısıyla özeleştiri imkanını bulma amacı taşıyan tartışmalarda liberallerin çoğu kendilerinin en doğru,en mükemmel, en harika, en akıllı, en insanî vesaire olduklarını tekrarlamakla geçiriyorlar zamanı. böyle olunca gerçekten de “duvara”konuşuyormuşum hissim kuvvetleniyor. aziz bey de güzel söylemiş, öz eleştiri yapmak yerine aynı şeyleri tekrarlamak inanın bana bir anlam ifade etmiyor benim için!
Yazan:hayek Tarih: Mar 29, 2009 | Reply
Devletlerin liberalizme nende sıcak bakmadığını, devletin tabiatındaki genişleme ve sınırsızlaşma eğiliminden kaynaklandığını yazdık mı?
Devletin mümkün olduğunca sınırlanması gerektiğini hatta ideal devletin adalet , emniyet ve bazı kamu malları temini dışında hayata müdahale etmeyen devlet olduğunu, bu ideale mümkün mertebe yaklaşan ülkelerle medeniyetin ilerleyebildiğini yazdık mı?
“Her ideoloji kurallar getiriyor!” demiş bir yazar. Buna kimse itiraz etmiyor da her kural, toplumu hür ve müreffeh kılmaya yetiyor mu?
Liberallerin “kuralları “kendilerinin uydurduğu kurallar değil1 Anlayamadığınız ve okuduğunuz halde anlayamadığınız şey maalesef bu!
Liberaller toplumsal düzenin, herhangi bir kurucu akıl tarafından aniden ve toptan kurulmadığını, değişime açık olduğunu sürekli evirildiğini ama bu evrimin de “adil davranış “kurallarına mutlaka dayandığını öne sürüyorlar.
Dolayısıyla toplumsla düzen için önerilen her türlü kafadan uyurma düzen fikrine karşı çıkıyor onun toptan yeniden inşa edilemeyeceğini, ancak eksiklerinin henüz keşfedilmemiş ama ugulanan kuralları keşfederek giderilebileceğini söylüyorlar. Sizin bu konudaki fikriniz ne ? Hiç!
Liberallerin nende başarısız olduğundan bahsetmemişim! Elinsaf!
Daha önce söylediğim gibi toplumun kahir ekseriyeti merkezinde devletin olmadığı bir sosyo ekonomik düzeni tasavvur edemiyor bu bir!
İkincisi liberaller kendilerini bu topluma ait hissetmiyor ve bu yüzden bu toplumun temel dertleri karşısında steril bir tarafsızlığı korumaya çalışıyorlar ama bu sefer de mesela etnik ayrılıkçılık mevzuunda, etnik ayrılıkçılığın şiddetle bulanıklaştırılmış söylemini netleştirmesi için duyarlı davranmıyorlar ve kendiliğinden etnik ırkçıların payanadası gibi bir görünüm arz ediyorlar.
Türk solu nasıl kullanıldıysa öyle kullanılıyorlar ve bu da halka bilmem kaç bin şehitten sonra fevkalâde itici geliyor.
Yani liberallerin başarısızlığı, söylemlerinin yanlışlığından değil, içinden geldikleri toplumu benimseyememelerinden, ona yabancılaşmalarından kaynaklanıyor.
İçinden geldikleri toplumu benimsemeyi kollektivist marksist bir ” ulus devlet” ezberinin aradına sığınarak “milliyetçilik” olarak görüp kötülüyorlar ve bu yüzden de kime ne söyledikleri belli olmuyor
Buyurmuş bir yazarımız ama örnek vermek lütfunda bulunmamış? Mesela? Sosyalizmde insanlığa yararlı bir ilke veya fikir mi vardır? Veya faşizmde? Milliyetçiliği saymıyorum çünkü o bi ideoloji değil bir tavırdır. İçini sosyalizmle de liberalizmle doldurabilirsiniz ki genellikle kolektivist zorbalığın aleti olmuştur. Veya siyasal dincilikte mi “insanlığın hayırna” bir yön buluyorlar?
Bu dediği gayet ezbere söylenmiş göreceliğe yaslanan ve hüküm vermekten kaçınarak bilge olunabileceği kanaatiyle beslenen ortalama bir paragraftır.
Bir fikir demetini, ideolojiyi, günlük hayata uyguladığınızda nelerle karşılaşacağınıza dair kestirimlerde bulunmamız mümkün müdür, değil midir?
Mesela “insanlığın hayrına olduğu” düşünülen özel mülkiyetin lağvını hayata geçirirseniz, insanların gerçekten hayrına bir iş mi yapmış olursunuz?
Özel mülkiyetin yok edildiği yelerde üretim müşevviği ortadan kalkar mı kalkmaz mı? Bir düşüncenin sadece yararını değil, etik doğruluğunu taratmamız imkansızsa o halde mesele sadece kimin gücü eline geçirerek kendi doğrusunu dayatacağı anlamına gelmez mi?
Kusura bakmayın da “duvara konuşan” benim Çünkü “Oda doğru bu da doğru” demiyorum ve sebeplerini de uzun uzun izah ediyorum ama siz hiçbir izah içermeyen uzun yazılarınızda belirsiz şeyler söylüyorsunuz.
Bir başka paragraf şu:
Evet hepsi aynı şeyi savunuyorlar. Temel hakları birer kapitalist üst kurum olarak görerek silahla veya oy çokluğu ile bunların ortadan kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını istiyorlar.
Bunu silahla yapanlar Stalinistler , Maocular, oy çokluğuna dayalı vergilendirme yoluyla yapanlar sosyal demokratlar hepsi de mülkiyete karşıdır. “İslam düşüncesi” derken kastınız herhalde siyasi İslamcılık ki bunun için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Silahlı veya silahsız hiçbir siyasal İslamcı “Müslümanın günah işleme özgürlüğünü” kabul etmez! Müslümanın günahtan hem kendi iradesi hem de müslüman kardeşlerince korunan kişi olduğuna inanır ve bütün amaçları da silahla veya silahsız kendi ahlak anlayışlarını diğer Müslümanlara dayatmaktır.
Hiç takiyeye gerek yok! Hiçbir siyasai İslamcı “Kendi bildiğince yaşayan” müslümana tahammül gösteremez. Gösteriyorsa bu kerhendir, kendisinin bunu güçle engelleyememesinden dolayıdır…
Bir de “adalet ve eşitlik sağlanamamışsa” diye bir laf edilmiş. Bu lafın edilmesi dahi, henüz özgürlükten ne kadar bihaber olduğumuzu ortaya koyuyor.
Adalet adaletsizliğin giderilmesidir! Yani temel haklara yönelik ihlallerin tazmin edilmesi veya mümkün mertebe önlenmesi.
“Eşitlik” ise bir dağıtım sorunu değil, bir hukuk sorunudur. Yani adalet sağlayıcı karşısında herkesin aynı derecede bulunması demektir. Yoksa gelirde, yetenekte, imkanlarda farksızlık durumu değildir!
Kullandığınız kelimelerin içini doldurmuyorsunuz veya anlamlarıyla ilgili kafanızda netlik yok ki nasıl eleştiriyorsunuz?
Bütün dünyada adalet, eşitlik, özgürlük!
Yahu Allah aşkınıza güzellik yarışmasında değiliz!
Bütün dünyada egemen bir güç mü var? Dünyada adaletsizlik hep oldu hep de olacak! Sadece bu “günahsız” suçsuz bir dünya hayaliniz bile dünyayı cehenneme çevirmeye yeter! Bunu sağlamak için yapacaklarınızın nelere yol açacağı hakkında bir fikriniz var mı?
Belki de her içki içeni, zina yapanı, hırsızlık edeni anında infaz edip herkesi günah işlemekten caydıracağınızı düşünüyorsunuz?
“ Allah size günahlarınızdan dolayı merhamet eder..” mealindeki ayet de herhalde size göre yanlıştır?
Bütün yazılarım sizi cevaplıyor da okumaya niyetiniz olmadığı için ne yapsak nafile. Gene söylüyorum duvara konuşan benim, siz değilsiniz, ben tekim siz çoksunuz.. Hangimiz tuğla yığınına daha çok benziyoruz dersiniz?
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
@hayek,
hadi öyle olsun bakalım sizi mutlu edecekse:)) yazdıklarınız bende ezber izlenimi verse de hadi öyle olsun:)) birgün belki biz mankafalar sizin gibi liberalleri anlayabilir , bizden umut kesmeyin lütfen hayek kardeş..tamam kafamız çalışmıyor, vizyonumuz sizinki gibi muhteşem bir görü yeteneği ile destekli değil ama biz de insanız…bize bir şans daha verin lütfeennnn:)))Allah iyiliğinizi versin e mi:))
Yazan:hayek Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
Size mankafa diyen olmadı, kafanızın çalışmadığını söyleyen de sizsiniz.
Sorular basitti, cevap vermekten kaçınarak sorumluluktan kurtulmak istedinizo kadar.
Temel haklar sizin için “değer” değilse, bunun ne anlamageldiğini anşattık, anlamazlığa vurdunuz.
Bildiğimiz tek normal hayat olan ve varolabildiğimiz tek hayat tarzında yani mülkiyetimizin, fikirlerimizin ve hayatımızın korunduğu, bunların devlete dahi korunduğu bir düzeni hangi, ideolojinin savunduğunu sordum cevap veremediniz, hayır! Cehaletinizden değil! Gönüllü körlüğünüzden dolayı cevap veremediniz.
Çünkü siz karar vermek, hüküm vermek sorumluluğundan kaçmak istiyorsunuz. “Doğrusu budur! Çünkü:…” dememeyi bilgelik sanıyorsunuz.
Soruları bir kere daha tekrarlayalım:
Temel hakları bir değer olarak kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz?
Temel hakları bir değer olarak kabul eden kaç tane ideoloji biliyorsunuz?
İnsanın “iyiliği” için temel hakları görmezden gelen ideolojilerin, insanların gerçekten iyiliğine sonuçlar vereceğine inanıyor musunuz?
Herhangi bir ideolojiyi eleştirirken, hayatta doğuracağı sonuçlara bakar mısnız, bakmaz mısınız?
Bu soruları ben sorsamda sormasam da onlar peşinizi bırakmayacak ve sorumluluktan da kaçamayacaksınız.
Stalinist veya sosyal dmeokrat bir yağma düzeninde ÇEKA MİLİTANI veya etnik ırkçılığın doğrudan şiddet piyonu olmamak veya siyasi dindarlığın taliban neferlerinden biri olmamak demek bunların yaratacağı vahşetten mesul olmaktan bizi kurtarmıyor.
Bunların da “herhangi” bir ideoloji kadar” masum” olduğunu savunmak zaten zorbalara meydanı bırakmak demek.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
Mesele aslında çok basit.Hayek dostumuz anlamamakta ısrar etse de insanlığın tüm dertlerine,sorunlarına çözüm getirecek bir sistem veya formülün öyle sanıldığı gibi bir ideolojik kalıpla mümkün olamayacağını söylemeye çalışıyoruz.Bunu söylerken de “en doğru”formülün anahtarının kendilerinde olduğunu iddia eden farklı ideolojilerden örnekler verdik.Neymiş efendim hepsinin tek tek manifestosunu buraya aktaramadığım için içini dolduramıyormuşum.Yahu ben mi anlatamıyorum yoksa kasıtlı olarak anlamak mı istenmiyor.Bir kere bu örneğini verdiğim farklı sistem ve ideolojilerin mutlak doğru diye ortaya atarak savunduğum yok.Bir anda hem Mao’cu,hem,Stalin’ci,hem devletçi,hem Marksist,hem İslamcı olamam ki?Fakat her ne hikmetse sanki aklıma gelebilecek her ideolojiyi liberalizme alternatif gösteriyormuşum gibi bir algıda ısrar ediliyor.Hayır,böyle bir ideolojik rekabet kaygım yok.Meseleyi böyle bir anlayışa hapsetmek tartışmayı çıkmaza sokmak demek olur.
Evet aynı şeyleri söylemiyorlar.
Afganistan’daki Taliban’la Malezya’deki İslami rejimin çizgisi aynı mı?
İslam adına silahlanmış örgütlerle islamın tasavvuf ve felsefi boyutunu benimsemiş bireyleri aynı kefeye koyabilir miyiz?Bakın,benim dini inancım yok.Yani tartışma öyle bir çıkmaza sokuluyor ki insan sonunda patlayıp bunu belirtme gereği duyuyor.Neymiş efendim ikisi de aynı kapıya çıkarmış…Ilımlısı,ortası falan yokmuş fırsatını bulduklarında diğer müslümanlara dayatmayla islam kuralları kabul ettirilecekmiş.Böyle saçma sapan bir akıl yürütmesi olabilir mi?Tipik “mahalle baskısı”sendromu!Malezya’ya,İran’a benzeyeceğiz tezleri.Faraziyeler üzerine bina edilmiş,kehanetlere dayalı hayali ve boş korkulara aklınca bir gönderme.Oysa papağan gibi aynı şeyler tekrarlanmayıp biraz aratırılsa mesela biraz netlik kazanacak.Hadi diyelim ülkemizde böyle bir risk var:henüz kendilerine güvenmedikleri için daha uzlaşıcı,ılımlı bir yaklaşım görüntüsü veriliyor.Ve iddia edildiği gibi ellerine fırsat geçtiğinde totaliter bir rejime evrilme an meselesi.Peki sormazlar mı,mesela aman benzeyeceğiz diye yaygarası koparılan Malezya modeli acaba kendi vatandaşına islamı zorla mı dayatıyoar?Malezyanın çok farklı din ve inançlardan oluştuğunu ve her kesimin kendi seçimiyle ait olduğu inancın kurallarıyla yönetildiğini hayek dostumuz biliyor mu?Hiç sanmıyorum,çünkü kafasında kurmuş olduğu genellemeler üzerinden yargılarda bulunmak daha kolay oluyor.
Ha,bunları söylerken İslamı model almış bir rejimi doğru bulduğum falan da yok.Ancak öyle tek kalemde kestirip atmak da doğru değil.Benim için önemli olan bireyin özgürlüğüdür,ki buna din ve inanç hürriyeti de dahildir.
Dolayısıyla bu özgürlüğü kim sağlayacak?Bu özgürlük güvence altına alınırken diğer özgürlükler nerede duracak,aynı eşit şartlar oluşturulabilecek mi?Liberalizm mi tüm özgürlükleri teminat altına alacak yoksa başka bir sistem mi?Ben buna kafa yoruyorum.Ve elbette İslamcılar özgürlük ve adaleti en iyi biz tesis ederiz diyebilirler,diyorlar da zaten.Bu bağlamda örgütlenip bunu bir rejim haline getirmek istediklerinde liberaller buna ne diyecek?Sınırları nerede başlayacak nerede bitecek?
Dolayısıyla liberalizm en karmaşık sorunları sihirli bir deynekle çözmeli gibi bir iddiam yok.Fakat şu şu tarafı sakıncalıdır diye başka bir inanç ve felsefeye itiraz ettiği anda,bu alana müdahale ve sınırları daraltma değil midir?
Demek ki özgürlükler bağlamında bakıldığında tüm özgürlükleri kapsayacak ve bunu sınırsız kılacak bir ideoloji henüz yok ve buna liberalizm de dahil.
Bu bir realitedir…Yeryüzündeki inanç ve felsefelerin kendi içerisinde varolan çelişki ve açmazlarıdır.
Bunu tartışalım diyorum.Enver bey de aynı şeyleri söylüyor.Bunun kolay olmadığını söylüyoruz.Farklı ideolojiler varoldukça bu döngünün devam etmesi kaçınılmazdır.
Ancak sevgili hayek dostumuz birinden birini olumlama veya kötüleme üzerine kesin çizgiler koymaya takılmış gidiyor.Aynı şekilde sosyalizmin,komünizmin ne getirip ne götürdüğünü,kural ve ilkelerinin insanlığa ne tür faydalar getirdiğinin ıspatını istiyor.
Ben de diyorum ki tıpkı yukarıda uzun uzun belirttiğim İslam modeli örneğinde olduğu gibi,koministler,sosyalistler de “en iyi ideoloji bizimkidir”dese ne diyeceğiz.Birbirimizi nasıl ikna edeceğiz…Kime göre ve kimin adına “doğru”lar ortaya koyacağız?
Siz özel mülkiyeti savunursunuz,ben de bundan yanayım.Serbest piyasa diyorsunuz amenna.Hür teşebbüs,özel mülkiyet olmadan insanların üretime katılması güçleşebilir…Verimlilik ve kalite düşebilir,idealler körelebilir.Belki yerinde sayan ve gelişime kapalı statik bir toplum olunur,hepsine katılıyorum.Fakat bütün bunların beraberinde farklı sorunlar getiremeyeceği ne malum?Dolayısıyla bu yöntemi benimsemiş olanlar tarafından bunun en iyi ve yegane formül olması bu düşünceyi mutlak ve öngörüldüğü şekilde sonuç getireceğini garanti etmez.
Sonuçları da ortadadır zaten.Diğerine göre kısmi olumlulukları olmasına karşın hiçbir ideoloji mutlak doğru olamaz.Çok çok biri diğerine göre tercih edilir.Çünkü bir başkası da kendisi ve toplumun yararını başka bir yöntemde arar.Belki özel mülkiyeti beğenmeyebilir;kendi ve toplumun ortak çıkarını denetlenebilir bir mekanizmayla daha güvencede hissedebilir.Sosyalizmde,herkesten yeteneğine göre alan,herkese yeteneğine göre veren bir prensip vardır.Bir üst aşaması olan komünizm de ise bu çıta biraz daha yükseltilerek:herkesten yeteneğine göre alıp,ama herkese ihtiyacına göre verme ilkesini esas alır.
Şimdi bu elbette bu yöntemi benimsemeyenleri ürpertebilir.Çünkü totaliter bir yöntemdir ve bireyin özgürlük alanını kısıtlar.
Ancak benimseyenler için de pekâlâ sömürünün ortadan kaldırılması,fırsat eşitliği vs.şeklinde anlaşılabilir.
Karşımıza yine bir ikna sorunu çıkıyor.Yani hangi yöntemin doğru olduğuna nasıl karar vereceğiz,ortak bir ikna zemininde buluşarak doğru olduğuna kanaat getirdiğimiz yöntemi hayata nasıl uygulayacağız?
Tabii bütün bunlardan ortaya çıkan tablo şu:Evet,sosyalizm denendi ve olumlu sonuç getirmedi…İnsanlar sefalet içinde yaşadılar,özgürlüklere haset kaldılar ve en nihayetinde dağılma noktasına gelip farklı alternatiflere yöneldiler.Şimdi çok mu daha iyi noktadalar,hayır.Çünkü ne kapitalizm ne de kısmen uygulanabilen liberalizm de insanları yoksulluktan kurtarmaya yetmedi…Bu kez de gelir dağılımı arasındaki uçurumlar derinleşti…Bir yandan tüketim çılgınlığı,yozlaşmış bir insanlık;diğer yandan açlıkla boğuşan yığınla insan toplulukları.Savaşlar,işgaller,yıkımlar son bulmadı.Hâlâ insanlık,kuşattıldığı sayısız sorunla boğuşmak zorunda…Kıyasıya bir ölüm kalım mücadelesi veriyor insanlık.Sınavdan geçiyor.Kavgalar,acılar,ızdıraplar dinmiyor.
Bütün bu gerçekler gösteriyor ki insanın yegane kurtuluşuna henüz bir reçete bulunmuş değil.
Bizler ise o “izm”bu “izm”diye birbirimizi tüketmeye devam ediyoruz.
Ben de diyorum ki bu “izm”lerin hiçbiri nihai kurtuluşu getirmemiştir.Hiçbirinden emin değilim ve kuşkularım var.
Evet güzel bir dünya tasavvur ediyor ve istiyorum.Bunu istemek hayalcilik değil,hem kötü bir yanı da yok.Bunu istemek “güzellik yarışı”falan değil.Madem bu kadar alaya alınıp güçümseniyor ve bir ütopya olarak görülüyor,hayek’e sormak lazım:o halde bütün bunları yazmanın manası ne?Yoksa burada bilek güreşi falan mı yapıyoruz?Ya da ideoloji yarışı!Hayır efendim gaye buysa ben yokum,kendisi varsın kutsal ideolojisine tapınmaya devam etsin.Burada da noktalıyorum zaten.
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
sevgili kardeşim,
bakın bu sorularınızın tümüne cevabımı yazdığım liberalizm demokrasi ile uyuşur mu yazımda verdim. o yazıda ve daha önce yazdığım burada yayımlanmış birkaç yazımda kendi bakış açımdan kendi liberalizmin idealleri ile oluşan sonuç arasında neden bu kadar yoğun bir uçurum olduğunu anlatmaya çalıştım ve bunun liberallerin çoğunun dediği gibi bir “kaza”değil, liberalizmin kendi çelişkisi olduğunu analiz ettim vesaire. siz bu tartışmada bendne bunları tekrar buraya yazmamı istiyorsunuz ben de zaten yazı olarak yazdım bunları yorumlarda neden 15 sayfalık yazıları tekrarlayayım diyorum zor bu bunu anlamak? sorduğunuz sorular ve yazdıkarınızsa inanın bana birer ezberden başka birşey ifade etmiyor bana. ben bunlara ikna olsaydım hayek’ten okuduğumda ikna olurdum zaten; ondan ikna olmadıysam çakma hayek’ten neden ikna olayım?
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
ha bu arada herkese zorba deyip duruyorsunuz ama tavrınızın ne derece büyük bir zorbalık olduğunun farkına bile varmıyorsunuz. aynen liberal değerleri savunacak diye bir gecede yüzbinlerce kişiyi öldüren pinochet gibi diktatörlere arka çıkan orjinal hayek’teki gibi. kardeşim gidin insanları ikna edin bu kadar değerli bir ideolojiyse, ben ikna olmadım zorla mı? kaldı ki bir benzetme yapayım, liberalizmi kuzu postu altında kurda benzetiyorum bu da ayrı!
Yazan:hayek Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
Bunun uygulanması durumudna ortaya çıkacak manzara size göre makbul ise zaten sorun yok.
eg kardeşimizin 15 sayfalık yazısından hiç bir cevap aktarömadığını birkere daha söylememe gerek var mı? Malezya’da müslümanların kendi kardeşlerine baskı yaptığı doğru mu değil mi?
Her türlü siyasi islami rejimde en çok ezilenler müslümanlar olmaktadır. Bu da işin doğasındandır, çünkü bir dini siyasi bir rejim olarak dayattığınızda bundan gayrı bir manzara elde edemezsiniz.
Bunlar işin aktüalite kısmı…
Görüneno ki 15 sayfa da yazılsa 1500 sayfa da yazılsa eninde sonunda iş temel hakları bir değer olarak kabul edip etmemekte bitiyor.
Temel hakları, her türlü rejimin üstünde ve dokunulmaz kabul etmeyen herkes bir ucundan zorba rejimlere dolaylı olarak destek vermekte.
Mesele
Yazan:hayek Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
Dolayısıyla liberalizm en karmaşık sorunları sihirli bir deynekle çözmeli gibi bir iddiam yok.Fakat şu şu tarafı sakıncalıdır diye başka bir inanç ve felsefeye itiraz ettiği anda,bu alana müdahale ve sınırları daraltma değil midir?
Siz liberalizmi henüz okumamışsınız herhalde? Bireyi esas alan ve özgürlüğü zaten ancak birey üzerinden anlamlı olmak üzere tanımlayan tek ideoloji liberalizm! İnanç özgürlüğü diğer özgürlüklerden ayrı mıdır?
Size özgürlüğün tanımını yaptım ama zahmet edip okumammışsınız:
Özgürlük ferdin, diğer fertlerin temel haklarını ihlal etmedikçe HER TÜRLÜ OTORİTENİN keyfi zorbalığından masun olarak , kendi bilgisini kendi iradesince kullanabilmesi demektir.
Eğer bu özgürlük tanımı ihlal edilmeyecekse, eğer insanların temel hakları korunacaksa, rejimin adının hiçbir önemi yoktur! İslamcılaırn böyle bir teminat vermeye niyeti var mı?
Dolayısıyla bir kere daha söyleyeyim, temel hakları ihlal edilebilir, göz ardı edilebilir bulan her türlü ideoloji veya kamp dolaylı olarak zorbalıktan yanadır!
Herkese ihtiyacına göre vs ilkesini hiç akıl yoluyla eleştirdiniz mi? Bunun neye yol açacağını düşündünüz mü? Bu uygulanmış mıdır? Evet! Uygulanmasa bile uygulandığı takdirde emek sahiplerinin nasıl sömürüleceğini anlamanız için ne yapmak gerekir?
Siz herkesin gücü gücne yettiğince yönetebildiği rejimlere kulp takmak için uğraşıyorsunuz ve bunu da “doğruyu kim bilebilir ki?” sahte bilgeliğiyle yapıyorsunuz. Olay bu…
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
hayek kardeşim sizin fanatiklik kapasiteniz başka sözleri anlamaya yetmiyor besbelli! tamam siz liberaller var ya en özgürlükçü, en müthiş, en hakkaniyetli, en en ensiniz:)) oldu mu şimdi? mutlu oldunuz mu?
ben sizi bu halkın neden anlamadığın, neden anlamayacağını söyleyeyim mi? çünkü özgürlükçü görünen faşistlersiniz; çünkü haklar ve özgürlükler yanlısı görünen milliyetçilersiniz; çünkü bu dünyada, o adını andığınız zalimlikleri yapanların, sizin gibilerin zulmü yanında devede kulak olduğunu göremeyecek kadar fanatiksiniz; çünkü haklar diye iki üç tane made saymakla o hakların reel hayatta birbiriyle kesişim yaratabildiğini göremeyecek ve bunu göremediğiniz için de bu sorunları nasıl çözebileceğinizi bilemeyecek kadar körsünüz. çünkü hem mülkiyet hakkının sınırsızlığı hem de özgürlükler ve hakların bazı durumlarda tam anlamıyla bir maddi dikta yaratabileceğini göremeyecek kadar kafanız basmıyor; çünkü bugün krizde tüm dünyada eleman çıkaran firmaların nasıl bir siyasi sistemi ve ideolojiyi öne aldıklarını ve bu yüzden de krizin en ama en çok dar gelirliyi, sabit gelirliyi vuracağını ve köleleştireceğini (liberalizmin de tam da bunu yaptığını) göremeyecek kadar körsünüz….başka sayayım mı? yoksa senin gibilere de git işine yahu senle mi uğraşacağım demeliyim?
Yazan:hayek Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
eg kardeş,
Yazınızın romantizmine bir itirazım yok, ikinci bir steinbeck olmanız an meselesi de bunların hakikatle ilgisi yok.
Krizden bahsettiğinizde “gerçekler” dünyasından bahsediyor iseniz bu gerçeklerin uzaydan gelmiş kontrol dışı şeyler mi olduğunu yoksa bizim davranışlarımızın sonucu mu olduğunu da ayırt etmeniz gerekir.
Her insan bir ideoloji üzre davranır.
Şirketlerin davranışlarında, baskın ideolojinin ne olduğunu söylemiyorsanız içi boş romantizm yapıyorsunuz demektir ki devlet adamlarının, hükümetlerin, faiz piyasasına müdahale etmelerinin hangi idoelojiye dayandığını göremiyorsunuz demektir.
Sorduk cevap alamdık:
Devletin sürekli mali işlemlere müdahale ettiği bir sistemin idoelojisi liberalizm midir?
Devletin sürekli arz ve talebi, müdahalelele çarpıttığı bir sistemde piyasa aktörlerini, tepkilerinden dolayı suçlamak işin özüne taalluk eder mi?
Kaldı ki temel haklardan bu kadar küçümseyerek bahsetmeniz bile sizin aslında “hak” kavramına ne kadar uzak olduğunuzu göstermeye yeter de artar.
Hakların birbiriyle kesişim yaratması ne demektir?
Bu hakların “sınırsızlığı” derken ne demek istediğinizi de bilmiyorsunuz. Bu hakların sınırları, başkalarının temel haklarıdır. Başkalarının temel haklaırnı ihlal etmedikçe ne kadar mülk edinmeniz gerektiğini sizden başka kime bilemez mesela!
Daha hayatımızı sürdürmemizi sağlayan temel hakların, özgürlüğe nasıl kaynaklık ettiğinden habersizken nasıl olacak da hayatımı size emanet edebileceğim bir “düzen” tasavvur edebileceksiniz?
Bu size mantıklı geliyor mu? Yarın bir gün “Senin malın bana göre çok fazla!” diyerek elimdekileri militanlarınızla gasp etmeyeceğinizi nereden bilebileceğim?
İnsanlar arasında aşılamaz gibi görünen “gelir” tabakaları devletçiliğin bir sonucudur, liberalizmin değil! İnsanlar arasındabu tip kast benzeri gelir tabakaları yoktur!
Liberalizmin nispeten daha fazla uygulandığı ülkelerde, sosyal tabakalar arasında geçiş çok daha rahattır.
Tabii zihniniz marksist durağan iktisad algısıyla malul olduğundan bu dediklerimi anlamanız çok zor, sizi kınayamam.
Devletin faizlerin ne olması gerektiğini dikte ettiği bir rejim liberal değildir! Karma ekonomi deyimi e kendi içinde çelişiktir, çünkü ekonomi özü itibariyle devletin icat ettiği veya uyguladığı bir faaliyet değildir!
Karma ekonomi denen şey devletin, Stalinist zorbalıkla, oy çokluğu aracılığıyla yaptığı mülkiyet yağmacılığı yelpazesindeki sosyalist tonlardan biridir!
Bu ton ne kadar açılır da devlet nekadar az işe karışırsa bununla orantılı olarak özgürlük ve refah o kadar artar. Siz herhalde fırınların da evletleştirilip herkese birer ekmek dağıtılmasından yanasınız ama bilmediğiniz, fırınları devletleştirdiğinizde ekmek kıtlığının doğacağı.
Amaçların “romantizmi” araçları meşrulaştırmadığı gibi, neticeleri de meşrulaştırmaz. Üstelik amaçların romantizmi amaçların da kendilğinden mşeruiyetini gerektirmez!
Dolayısıyla…
Hangi olayın, hangi akıl yürütmenin sonucu olduğunu tahlil etmeyecekseniz konuşmanın yararı yok!
Ferdin varlığını koruyan ve şiddet uygulamasını adaletle sınırlandırmış bir toplumsal düzenden yana değilseniz, savunduğunuz düzenin adının güzelliğinin veya sizin romantizminizin hiç bir yararı yoktur!
Bu iki ilkeyi önemsemeyen her toplumsal düzen tasavvuru zorbalığın bir tonundan gayrısı değildir.
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
bakın kardeşim yazılarda defahatle açtım ama basitçe söyleyeyim.
ben liberalizmin hatalarını birkaç maddede özetleyebilirim:
1. sahiplenlenici bireycilik…
2. modernliğin bir türevi olamsından dolayı onun problemlerini büyük oranda devralması. bu yüzden laiklik ve din ile ilgili bakışında aynı dertlerden muzdarip olduğu için modern toplum yapısının entegre edemediği grup ve kişileri gettolaştırması
3. diyalojik yansızlık.
4. bireyin üzerindeki iktidarı devletten ibaret sandığı için modern iktidar yapılarını asla anlayamamış olması. halbuki modern toplumlarda devletten çok daha yoğun iktidar alanları vardır. liberalizm ise bu alanları gözlerden başarıyla saklar.
5.ekonomi ve serbest piyasa (ki modern toplumdaki en şiddetli iktidar mekanizmalarını oluşturur) demokratik eleştiriden muaf tutulduğu için bir nevi kutsallık atfedilmiş ve metafizik anlam kazanmıştır. bu yüzden mesela bir şirketin, uluslararası kartellerin vesaire bir birey üzerindeki etkisini asla anlayamaz. halbuki bir bireyin “verili” haklarını ve özgürlüklerini devletten çok daha fazla ekonomik iktidar yapıları kısıtlar . kendilerine verilmiş çılgın bir ekonomik özgürlükle hem tek tek bireylerin hem de doğanın içine eden modern yapının bu konudaki en büyük sorumlularından birisidir liberal görüşler!
6. devlete karşı gibi görünürken aynen hayek pinochet ilişkisinde olduğu gibi aslında toplumu bir arada tutacak değer yoksunluğu yüzünden ulus devlete ve milliyetçiliklere sığınır…
neyse özetle böyle. son liberalizm eleştirisi yazımda ve ondna öncekilerde bunları son derece detaylı şekilde açtım. bu eleştirilere liberallerin cevaplarını da biliyorum ama beni cevapları hiç tatmin etmiyor maalesef. hele ki hayek’i, mehmet’in bilge bulmasının tam tersi oldukça “vahşi” bulduğumu söylemeliyim. illa liberalizm içinden bir fraksiyonla yakınlık duymam gerekecekse hobhouse ya da rawslcu liberalizmdir belki ehven-i şer olacak olan; ama hayekçilik düşman başına:))
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
ha bu arada liberallerle konuşurken neden “duvara konuşuyor” hissine kapıldığımı biraz açayım. liberaller hiçbir (evet tam anlamıyla HİÇBİR) eleştiriyi kendi üzerlerine almıyorlar. yani bir nevi mükemmellik sahibi oldukları için tek yaptıkları şey bizim gibi “liberalizm düşmanlarına” tebliğ etmek. tebliğ ile adam edemezlerse de kötekle “ikna etmek” . böyle olunca, hiçbir eleştiride bir haklılık payı bulunmazsa, her eleştiriye benzeri az bulunan omurgasız taklalarla cevap verilirse orada tartışma olmaz, kavga olur. şimdi çakma hayek’in söylediği şey; “gelir dengesizliği devletçi müdahelelerden dolayıdır serbest piyasanın tam anlamıyla uygulanmasından değil” tarzı bir yaklaşımı, işkembe-i kübradan sallamak değilse nedir Allah aşkına? şimdi bireyciliklerinin kötü taraflarını görmezden gelerek, ekonomide nasıl tür bir rezillik yarattıklarını, doğanın nasl içine edip dünyayı yaşanmaz kıldıklarını, insan denen eşrefi mahlukatı birbirinin kuyusunu kazan kurtlar haline getirmelerini eleştiriyorsunuz, hiç umurlarında olmuyor. tamam liberalizm insanlık tarihine önemli katkılar da yapmıştır ama çok ciddi rezilliklere d eimza atmıştır. bunu kabul etmezseniz, bu sorunları düzeltebilecek br entellektüel altyapıya da sahip olamaz, ömür boyu hayek’in yazdıklarını papağan gibi tekrarlarsınız hayek peygambere iman etmiş bir mümin gibi…neyse kardeşim, bu tartışma benim için yararsız bir tartışma…liberallerle olan tartışmaların hemen hepsi gibi…hele ki tek bildii hayeki tekrarlamak olan bir ezberci müminle tartışmak benim için iyice gereksiz birşey…
Yazan:hayek Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
Mesela? Devlet dışındakihangi güç sizden zorla para alabilir? Beğenmediğiniz bir şirketin malın almadığınız takdirde kimsizi onun malın almaya zorlayabilir? Kısaca bu da romantik sosyalist paranoyalardan biridir.
Piyasa demokratik eleştirilerinen neden muaf tutulmuştur? Bunun anlamı nedir? Aslında bir anlamı yoktur, çünkü zaten piyasa aynı zamanda demokrasinin aktörlerince oluşturulur.
“verili haklar” diye bir kategori yoktur. Piyasanın insanların haklarını nasıl kısıtladığın ispatlamalısınız ama sizin niyetiniz bir şey ispatlamak değil sadece vaz etmek. Bu cümlenizin içi bomboş! Piyasa sizin ifade hürriyetinizi ksııtlamaz, sizin hayatınıza kast etmez ve mülkünüzü elinizden almaz, oysa bunlaırn üçünü de bir devlet rahatlıkla yapabilir.
Bu cümlelerinizde herhangibir mantık veya geçeklik olmadığını siz de bal gibi biliyorsunuz. “çılgınekonomik özgürlükler”! Çok romantik ama “cahilce” bir laf, kusura bakmayınız. Bir endüstrinin özgürce değil de emirle mi çalıştırılmasını öneriyorsunuz? Fiyatlandırmada devlet müdahalesini mi öneriyorsunuz? Bir endüstrinin özgürlüğünden ne anlıyorsunuz? Sizce bütün sorunların kaynağı zaten özgürlük! Kaldı ki çevereyi kimin daha çok zarar verdiği yakın zamanlarda ortaya çıktı, Aral Gölü’nü kurutan, İdil havzasının içine eden Çernobil’i patlatan hep sosyalizmdi, yanılıyor muyum? Yani? Bana bağırıp çağırmak sizin özgürlüğünüz de sözlerinizde mantık ve gerçeklik yoksa bunun için kendinizden başkasına kızmayın.
Kusura bakmayınız ama bu sözleriniz iyice saçma. Bunu hakaret anlamında söylemiyorum, öyle oldukları ortada olduğu için söylüyorum.
Uluslar var mıdır yok mudur?
Peki devletlerin dayandığı ulusal çoğunluklar var mıdır, yok mudur?
“ Öyleyse ulus devlet var mıdır, yok mudur” gibi saçma sapan bir tartışmaya girmeye de gerek yok! Kaldı ki ulus hakkında en ufak fikriniz yok! Size göre ulus ancak etnik ırkçıların kafasındaki kadar var anladığım kadarıyla var.
Oysa ulus, üç beş aşiretin akrabalık ilişkilerinden oluşmuş homojen yapılardan çok daha fazlasını içeren hem ırken hem kültürel olarak, sizin ve arkadaşlarınızın anlayamayacağı kadar heterojen bir sosyolojik gerçekliktir.
Liberalizmin milliyetçiliği gerektirmesi çıkarsamanız bu açılardan açıkça saçmadır. İyi ki Hayek Pinochetye daışmanlık etmiş, bulabildiğiniz tek eksiklik bu ki bu bence de son derece yanlış olmuştur ama bu Hayek’in ferasetine erişebildiğiniz anlamına gelmiyor.
Hoabsmaun veya Rawls liberal midir çok da tartışılır. Zaten sizin zihniyetinizin zorbalığa yakınlığı da buradan belli oluyor.
Doğuştan yetenekleri dahi “eşitlik” adına susturmaya eğilimli bir adamı (Rawls’u) kendinize yakın bulduğunuza göre sizinle özgürlükten bahsetmek abes…
Ben size yararlı olmayı düşünmedim. Sizin gibilerin totaliter ve kolektivist romantizmini bir şey sanabileceklere karşı bir “akıl kalkanı” koydum ortaya…
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
hayek bu seçimlerde oyunu ldp ye mi verdin?
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
@hayek,
kardeşim bakın bu maddeleri ben yazılarımda açtım ama sizin anlamak gibi bir niyetiniz yok. “imanlı bir liberal” ile “hendek önüne getirilmiş bir deve” arasında on farkı bulmaya kalksak emin olun tek fark bulamayız. neyse siz eğer ikna olacak sizin gibi birini bulursanız ikna edin.ama zor be kardeşim ikna etmeniz. bu ezberle, bu zekayla, bu imanla…emin olun zor!
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
bakın kardeşim,
serbest piyasaya iman etmek sizin, bu tip bir kapitalizmin nasıl olup da dünyadaki insanların çoğunluğunun bir grup azınlığın kölesi durumuna düşürüldüğünü anlamanıza; teorik haklar ve özgürlüklerin pratikte sadece bir kısım “şanslı” insanlar için geçerli olabildiğini; ülkeler arasında “gelişmiş ” olanın, dünyanın geri kalanını sömürdüğü bir dünya kurgusu oluşmasını; şirket denen ve demokratik eleştiriden muaf olan (şimdi sizin zekanız almaz ama mesela bir milyon kişinin çalıştığı bir büyük uluslararası şirkette, o kişileri direk ilgilendiren konularda kararlar kaç kişinin ‘aklından’ çıkıyor bir düşünün isterseniz düşünme yetiniz varsa )kurumların demokratik bir ortam yaratmak bir yana dmeokrasiyi fiilen öldürdüğünü görmenize engel oluyor. bunları gören bir takım liberaller sizin gibi vahşi değiller ve bunu düzeltmek için kimi değişiklikler yapıyorlar. işte sosyal liberalizm böyle ortaya çıkıyor. ama sizinki gibi vahşi bir liberalizm chp zihniyetinden bile çok daha tehlikelidir Allah korusun.
sizin anlayışınız mesela kumardan kazanılan para ile ya da pornodan kazanılan para ile emeği ile ancak geçinebilen bir insan arasında muhteşem tarafsızlığı(!!!) ile çok adil bir liberal politika izler…aklı vicdanının değil cebinin emrinde olan sizin gibilere bereket bu ülkede bir prim yok….
Yazan:eg Tarih: Mar 30, 2009 | Reply
bu arada merak ettiğim birşey var…
şimdi diyelim ki sizin liberalizm düşünceniz gerçekten de insanlık için en iyisi olacak. şimdi siz bir şekilde bunu başlatabilmek için bir “başlangıç” bulmak zorundasınız. şimdi bu başlangıç da “demokratik” yollarla olmak zorunda olduğuna göre siz bir şekilde benim gibi insanları demokratik yollarla iktidara gelebilmek ve sizin liberalizminizi uygulayabilmek yolunda size oy vermek üzere kna etmek zorundasınız.
şimdi diyelim ki bizim gibi insanlar size ikna olmak yerine sizi mitinglerde 50 kişi ile başbaşa bırakıyorlar. o zaman sizin çözüm yolunuz nasıldır bu “başlangıç noktası”na gelebilmek için. hayek’in destek verdiği pinochet’in yaptığı gibi “liberal değerleri” uygulamak uğruna birkaç yüz bin insanı öldürmek mübahtır mı diyeceksiniz? allende’yi olduğu gibi, başka iktidarları da liberalizm adına devirip diktatörlüklere yine liberalizm adına cevaz mı vereceksiniz? çünkü bana başka bir yol gözükmüyor sizin açınızdan. zaten şili’de de başka yol yoktu ki hayek peygamber diktatörlüğe ve binlerce insanın bir gecede ortadan kaybedilmesine cevaz verebildi değil mi?
ah cüce hokkabazlık, sefil aynalı dolap, bir şapka, bir eldiven, bir MAYMUN ve hayekçi liberalizm!
Yazan:Erol Özbek Tarih: Nis 4, 2009 | Reply
Peki kim bunlar?
Liberalizmin Avrupa’da bir yeri var, tamam. Ama Türkiye’de liberalizm bir hayalet diye bilirdim ben. Tıpkı Amerika’da Stalinist komünist parti dışındaki tüm sola liberal denmesi gibi, Türkiye’de de liberal dogmatik solun dogmatik olmayan sola karşı kullandığı bir yafta değil mi? LDP gibi bir oluşum var, ama onun bütünlük oluşturamayacak kadar aşırı heterojen bir hareket olduğunu sanıyorum (yanılıyor muyum?) Liberalizm adına benim Türkiye’de bildiğim sadece, bazı liberalizm öğelerine yer veren bazı aydınlardan ibaret.
Tespitlerinizin ve tartışmanızdaki pek çok önermeye katılıyorum, ama “Türk liberalizmi” diye bir şeyin soyut olmayan bir karşılığı varmış gibi yazmanızı yadırgadım. Bunun gerçek hayattaki karşılığı “Türk sosyal demokrasisi” kadar bile yok bence. Ama Türkiye’de liberalizmin somut, yüz yüze gelebileceğimiz kanlı canlı bir karşılığı olduğunu düşünüyorsanız, bunu tanımlamanız halinde sevinirim. Bunu yapmaya girişirseniz, gerçekten aydınlatıcı ve ilham verici bir tablo çizeceğinizi umuyorum. (Yani gerçekten meraktan soruyorum ve umuyorum, retorik olarak değil, çünkü bunun dışında yazınızı beğendim).
Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 5, 2009 | Reply
Sayın Eg öncelikle şunu söylemek istiyorum yazın da liberalleri eleştirirken kullandığın kelimeler hayekten çok da farklı değil çok değil 10 15 yorum önce bunu eleştiriyor ne kadar ilkelce olduğunu söylüyor ve bundan yola çıkarak liberaller hakkında hoş olmayan çıkarımlar yapabiliyorken.Bi anda nasıl olduda bu tartışma şekline kendin girdin? Senin de dikkatini çekmiştir ki hayek dışında sana cevap vermeye kasan pek kalmamış bende kasmıyorum ama bunu bilmenin yararına olcağnı düşünüyorum. Sende en az eleştirdiğin hayekçi liberaller kadar yobaz olmuşsun bi özeleştiri yapsan yazdıklarını okusan zaten bunu anlayabilirsin. Önceleri orjinal olduğunu iddia ettiğin eleştiriler zamanla sıradan bi sosyalistin yapabileceği eleştirilere dönüşmüş ve bu yollada yazından kopmuşsun.Kaldı ki aradığın cevaPların büyük bölümü ilk yorumlarda özellikjle alper ecerin yorumlarında verilmiş olduğu halde sen sorularını yinelemişsin. Yazının popüleritesini korumak amacın olabilir fakat sitede hiç bi yazı sonsuza kadar popüler kalamaz. Yazdıklarından aklımda kalanlarar kısaca ceap vericem. Liberalizm denen şey hala bir ütopya evet liberalizm etkisi dünyada büyük oranda görülüyor fakat bu aynı şey değil. Bu sebepten şu an ki düzeni eleştirirken liberalizmi eleştirmiş olmuyorsun pek. Mesela kartellere değinmişsin çoğu liberalin kartelleri desteklediği fikrine nerden kapıldın merak içindeyim kaldıki hayek bile kölelik yolunda devletin yapması gereken en önemli görevin rekabet ortamını muhafaza etmek olduğunu söylemiştir ve eklemiştir bu göre kolay görünsede çok zor bir görevdir diye. Bi başlangıç bulmaya gelirsek biz onu bulduk ve o yolda emin adımlarla ilerliyoruz farkında değilmisin her kriz bile dünyayı biraz daha liberalleştiriyor mesela son krizde dolara alternatif para birimi ve isviçre bankalarındaki hesapların açılması gündeme geldiki bunlar dünyayı biraz daha liberal yapacaktır. Her özelleştirme olduğunda türkiye avrupa birliği için her reform yaptığında ya da alper ecerin dediği gibi sen pamuğu çinden getirilmiş üreticinin kazağını her aldığında liberalizm biraz daha yerleşiyor. Siyaseti, devrimi ve silahı ideolojimizi yaymak için bi amaç olarak görmediğimizi zaten doğal gidişat yanlısı olduğumuzu söylerek alper beyin yazılarını tekrar etmeme gerek yok gidip kendiniz okuyabilirsiniz. Bu arada özaldan, tayyipten, menderesten çıkarın muhafazakarlığı bakalım geriye kalanlar size ne hatırlatıyor iyi bakın orda sosyal demokratlık olmadığına herkes emin (fikirlerimiz iktidarda) ben demiyorumki bu insanlar tamamıyla mükemmel liberal ama liberal politikalar uyguluyorlar ve hepside deli gibi oy aldılar ve süper bi olay daha büyüme oranlarına baktığınızda bu insanların zamanlarındaki sıçrayışı sizde farkedersiniz. Yazıkki türk halkı TKP ye yada LDP ye oy vermek yerine muhafazakarlığa, milliyetçiliğe oy veriyor.Ama bu durumu değiştirmiyor her geçen gün biraz daha küreselleşiyor biraz daha özgürleşiyor biraz daha bireYselleşiyoruz. Milyonlarca şirketin çalıştığı şirkette bir kaç kişi karar alıyor yani? O şirkette çalışanlar o şirketten atıldığında tazminat alamıyorsa bi sorun vardır, grev yapamıyorsa bi sorun vardır, o şirkete altenatif yoksa büyük bi sorun vardır ve bu sorunların tamamı liberal bir hukuk yoluyla çözülebilecekken devletlerin tavırları yüzünden bu hale gelmişken gidipte bu şirket çok büyük demek pekte doğru değil.Sınırlar oldukça dev gibi şirketler devletler tarafından desteklenicek o paketler olmasa o şirketlerin bi kaçı olmucaktı ama o paketler var çünkü henüz liberal değiliz.Ama o yolda emin adımlarla ilerliyoruz muhtemelen yüz yıllar sonra ulaşıcaz ya da hiç bi zaman ulaşamıcaz ama bu durumu değiştirmez.Çevreye gelince yeni bir şey bunun çözümlerini eski liberallerde aramak yersiz fakat kirliliğin suçunu liberalizme atmakta yersiz tüketiyosunuz ki üretiyolar bu sistem veya başkası sonuç pekte değişmez tarihe baktığımızda da değişmediğini görürüz.Vergi yoluyla veya sivil toplum örgütleri yoluyla çevreyi kouma için bazı önlemler alınabilir şirketlerede yaptırımlar uygulanabilir.Başka var mı bilmiyorum aslında bu cevaplardan ziyade yazının ilk bölümü sizi daha çok ilgilendirir sanırım. Birde sizce ne yapmalı alternatif ne onuda söylerseniz süper olur.
Yazan:mawiman Tarih: Oca 18, 2010 | Reply
arkadaşlar yazılarınızı yorumlarınızı okudum ve sona doğru konunun dışına çıkıldığını ve anlamsız bir mücadeleye girildiğini gördüm…
sizlerde şunu gördüm Bazılarınız demokrasiyi ideoliji sanıyorsunuz, bazılarınız demokrasiyi yönetim tarzı sanıyorsunuz…
birde demokrasi içersinde liberalizm arıyorsunuz. Liberalizm tek başına zaten bir yönetim tarzı ve tek başına bir ideoliji sadece demokrasi bir liberalizm için bir gereç olmasa olmaz değil… Bir krallıktada liberalizm olur…
Sorularınız için cmawimanc@hotmail.com mesaj atabilirsiniz.
Yazan:ali yardım Tarih: Eyl 29, 2010 | Reply
sayın yazarın devlet hakkında ideolojik grupların kültür tercihlerini dudak bükerek anlattığını görüyoruz. öncelikle şunu söyleyelim. Türk tarihine baktığımızda “devlet” Türkler için buzdolabı çamaşır makinesi gibi bir aygıt olarak anlaşılmamıştır. devlet Türk’ün değerlerinin maddileşmiş kuvvet ve otoriteye dönüşmüş temsilcisidir. “kerim devlet” ya da “devlet baba” anlayışı bilge kağanın Türk milletine hitap ettiği kitabelere kadar uzanabilir. insan denizi çine karşı yutulmamak için Türkler bir sancağın etrafında toplanmalı bir kuvvet teşkil etmeli töresini ve soydaşlarını korumalıydı. ki böyle de oldu, bunun içindir ki osmanlının Müslüman Türk’ü “din,devlet,mülk,millet” için savaşıyor onun için şehid olyorlardı. mehmet akifin milli mücadele feryatlarına kulak verin. bayrağın da, namusun da,ezanın ve kuranında Türk devletiyle ne kadar özdeşleştiğini, devlet yoksa diğerlerininde olmayacağını açıkça şiirlerin zihin yapısından okuyabilirsiniz. Türk’ü devletine yabancılaştıran hudutsuz ve sorumsuz radikal batılılaşma hamleleriydi. Milli mücadelemizin şanlı lideri Atatürk maalesef inkilaplar konusunda radikal hareket etmiş;onun sonrasında “atatürkçülük” etiketiyle ortaya çıkan kesimler Türk ile devleti arasına mesafeler koymuştu. fakat binyılların Türklerde oluşturduğu devlet kavramı, onyılların hadiseleriyle silinemezdi. Türklerin önemli çoğunluğu devlet bilincini kaybetmediler ama milli kültüre yabancılaşanlar ya devlete karşı tutum takındı,ya Kürtçülük zehrine meyletti,kah sosyalizm liberalizm yada ümmetçi enternasyonalizmlere bel bağladı. kimide güya devletçilik yaparken milli manevi değerlere cephe aldı. bugün Türk-İslam ülküsü minvalinde düşünen entellektüel kesim ve halkımız umudumuzdur. liberalizme gelince, o Türkiyede köklü değerlere yaslanmadığı için ve kendini dünya vatandaşı olarak gördüğü için Türkler için sıcak bir kavram değil. ancak milli-manevi değerlere yaslanarak iktisadi politikada ölçülü bir liberalizme Türk milletinin tepkisi pek olmamıştır. bu konuda menderesli demokrat parti, özalın anap’ı ve merkez sağa gelenekten gelen diğer partilere milletimizin teveccüh gösterdiği açıktır. ama milliyet düşmanı liberalizm ve kapitalizm bu millette yer edemez
Yazan:sevim Tarih: Eyl 29, 2010 | Reply
liberaller neden mi başarısız?
çok basit,
hayek rumuzlu yorumcunun yazdıklarını okuyun,neden başarısız olduklarının cevabını bulacaksınız.
malum kendisi liberalizmi savunma iddasında ve aklısıra kendisini temsilcisi görüyor bu düşüncenin.
e,şimdi de ben sorayım,acaba liberalizmi yerlerde süründürecek kadar akla ziyan bu zırvalardan daha çok liberalizme kim zarar verebilir?anladınız mı şimdi neden başarısız olduklarını?
karşı propagandaya gerek kalmadan böyle demagoglar yüzünden zaten battıkça batıyor.