RSS Feed for This Post

Benjamin Button’un Tuhaf Hikâyesi (F. Scott Fitzgerald)

Konuk Yazar: Burhan Özgen

 F. Scott Fitzgerald’ın Benjamin Button’un Tuhaf Hikâyesi adlı uzun öyküsü ile yönetmen David Fincer’in aynı adla çektiği film birebir örtüşmüyor kuşkusuz. Fincer’in senaristleri orijinal metni değiştirmekle kalmayıp, öyküyü dramatize etmeyi ve dahası metne bazı eklemeler yapmayı tercih etmişler. Orijinal metinde doğar doğmaz konuşan, yaşlı bir bebek olan Benjamin Button filmde görünüm ve fiziksel sağlık açısından yaşlı ama zihinsel olarak bebek olarak karakterize edilmiş. Bir başka farklılık ise filmde Button’un babasının sekseninde doğmuş bebeğini reddetmesi ve onu bir bakımevinin kapısına bırakmasıdır; Fitzgerald’ın öyküsünde ise başlangıçta bir kabullenememe hali yaşasa da sonrasında oğlunu kabullenen, onu benimseyen bir baba figürü ile karşılaşırız. Dolayısıyla da filmde doğar doğmaz dışlanmışlığa maruz kalan Benjamin’in öyküdekine göre daha trajik bir pozisyona doğru itildiğini görmekteyiz. Aile tarafından terk edilmiş, istenmeyen bir bebek hikâyeyi daha trajik bir hale getirmektedir. Oysaki metinde baba figürünün neredeyse hiçbir pişmanlığına rastlamayız. Tam tersine oğulla kurulan yatay bir ilişkiden bahsetmek mümkün. Dolayısıyla da daha başından Fitzgerald’ın oedipal düzenekleri parçaladığını ve mizahi bir güçle anti oedipal bir zemin kurduğunu söyleyebiliriz. Babadan ve tüm aile bireylerinden daha yaşlı bir bebek her bakımdan kuşatılamaz, zapt edilemez bir konum oluşturacaktır. Mesela filmden farklı olarak öyküde Benjamin doğduktan hemen sonra babasına kendisini hastaneden çıkarması talebinde bulunacaktır. Baba da şaşkınlıkla oğlunun isteklerini yerine getirecektir. Fitzgerald burada babaya itaat eden çocuk yerine babanın davranışlarına yön veren bir çocuk dinamiğini ortaya çıkartacaktır. 

 Öte yandan baba her bakımdan “sıradan” bir çocuğa sahip olmanın rutinlerini yerine getirmek için büyük çabalar sarf edecektir. “Tuhaf” bir erkek çocuğa sahip olmayı unutmayı tercih ederek onu diğer çocuklar gibi okula gönderecek, onlar gibi giyinip kuşanmasını, oyunlar oynamasını arzulayacaktır. Hatta üniversiteye girmesi ve askerlik yapması için çeşitli çabalara girişecektir. Tüm bunlar Fitzgerald’ın eserinde bulunan ama filmin senaryosuna yansımayan unsurlar. Filmde Benjamin’in (tuhaflıklarını normalleştirmek için belki de) yetmişlerinde ana okula gitmesinin yerine bir yaşlılar evinde yaşlanması (gençleşmesi) tercih edilecektir. Böylelikle Fitzgerald’ın yetmişlerinde tıpkı onlu yaşlarındaymışçasına okula gönderdiği, ellili yaşarında tıpkı yirmili yaşlarındaymışçasına üniversiteye ve askere gönderdiği Benjamin Button, filmde yetmişlerinde yaşlılar evinde vakit geçiren bir yaşlıya, gençken de dünyayı dolaşan bir gezgine dönüşecektir. Dolayısıyla da eserdeki temel bir anomali (biyolojik olarak yetmişli yaşlardayken ana okula gitmek, ve ya elli yaşlardayken askere gitmek, savaşlara katılmak gibi ) filmde normalleştiriliyor.  

          

     Aslında, hem filmde hem de metinde iki temel unsurun biraradalığını görüyoruz. Birincisi akıp gitmekte olan kurgusal zamanın ters çevrimi, diğeri ise yaşamın akışı içinde bir bedenin biriktirdiği deneyimler. Kuşku yok ki Fitzgerald sadece zamanın geriye doğru gidişini içine alan bir yaşamöyküsü kurgulamamıştır. Yani “hayat tersine doğru evrilse ne olur, zaman ters yöne doğru ilerlerse nasıl olur?” gibi sorular Fitzgerald’ın metninin temel sorunsalları değildir. Bir bakıma Fitzgerald bize şunu söylemek istemekte değil midir: Zaman elbette akıyor ancak bu ne ileriye ne de geriye doğru bir akıştır. Zaman sadece akar. Zamanı sınırları belli bir kronolojiye sıkıştırmak anlamsızdır. Bu bakımdan da yine filmde karşımıza çıkan ancak anlatıda olmayan, geriye doğru işleyen saat metaforu Benjamin Button’un durumuyla örtüşmüyor. En azından Fitzgerald anlatıda zamanı bir saat-zaman ya da ilerleyen ve istikameti geriye doğru çevrilen bir mefhum olarak inşa etmez. Bu açıdan diyebiliriz ki Fitzgerald Benjamin Button’un hikâyesinde belli bir noktadan başlayıp bir hedefe doğru ilerleyen pozitivist zaman algılayışından ziyade Bergson’un süre (durée) kavramına daha yakındır. Bergson zamanı sürekli olarak insan zihniyle birlikte var olabilen yaratıcı bir hareket olarak düşünmüştür. Bu noktada insanın zihni dışında akan, ilerleyen kronolojik bir zaman mefhumundan ziyade varlığa bağlı olarak gerçekleşen bir zamandan bahsedebiliriz. Bergson’un süre kavramı öncesiz, sonrasız ve sezgilerle yakalanabilecek “an”ı ifade eder. Bu, elbette ki biyolojik yaşın ötesinde metafiziksel bir durumu işaret etmektedir. O halde, belki de Benjamin Button’un hikâyesi için şöyle bir iddiada bulunabiliriz: İnsan doğar, büyür, yaşlanır ve ölür ya da insan yaşlı doğar, gençleşir, çocuklaşır ve ölür. İkisi de aynı şey.  

     Borges’in seksenli yaşlarını sürerken yazmış olduğu “Anlar” şiiri Benjamin Button için belki de bir tür gündelik yaşam kılavuzu olabilirdi demeye heves ediyor insan. 

“Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya, 

  İkincisinde, daha çok hata yapardım. 

  Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. 

  Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, 

  Çok az şeyi 

  Ciddiyetle yapardım.. ” 

diye başlayan

 

“Eğer yeniden başlayabilseydim, 

  İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. 

  Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. 

  Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, 

  Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer. 

  Ama işte 85’indeyim ve biliyorum… 

  ÖLÜYORUM… ”  

dizeleriyle biten Borges’in şiirindeki geri dönülemezliği ve tüm bunların yeniden yapılabileceğine ilişkin imkânsızlığı Benjamin Button’un yapabilmeye muktedir olabileceği hissine kapılabiliriz ilk bakışta. Ancak tüm bu satırları Borges’e yazdıran tam da deneyimin kendisidir. Bu yüzden de Benjamin Button’un sekseninde de olsa deneyimden yoksunluğu onu aynı hataları yapmaya zorunlu hale getirecektir. Başka bir deyişle bir yaşamı sondan yaşamaya başlamak gibi bir imkânınız olsa bile bunun da bir yazgısı olacaktır. Ve eğer trajedi olacaksa, sondan başlandığında da bu kaçınılmazdır.    

      Fitzgerald’ın hikâyesindeki tuhaflıklardan biri de genç bir bedenin tecrübe ile kurduğu ilişkiyi yaşlı bir beden için de düşünülebilecek bir hale getirmiş olmasıdır. Yaşlı bir beden yaşam tecrübesizliği karşısında nasıl davranacaktır? Beden yaşlı ancak yaşanan tüm şeyler ise yenidir. Aslında bu noktada da Fitzgerald tecrübe denen şeyin biyolojik yaşla alakalı olmadığının işaretlerini verecektir bize. Daha ziyade yaşamın içinde ortaya çıkan hızlar, geçişler, eşikler ve farkın temel yaratıcısı olan çizgiler tecrübenin değişik yönlerden gelen mimarları olacaktır. Tecrübe elbette çok yıl yaşamış olmanın getirdiği bir vasıf olmaktan çıkacaktır bu bağlamda. Lautréamont yaşamsal portresi tam da bunu kanıtlamıyor mu? İçine girdiği büyük hız, yirmilerin başında yazdığı şiirler ve yirmi dördünde sona eren biyolojik hayat onun deneyimlerinin yoğunluğunu asla azaltmamıştır.  

      İçinde yaşadığımız dönemin bilme anlayışı ve zaman kavrayışı hala büyük oranda eski fizik bilimlerinin ve pozitivizmin izlerini taşımaktadır. Eğitim sistemi zaten bunun üzerine inşa edilmiştir. Bu yüzden de saat-zamanla kalıplanmış bir zaman algılayışı başat olarak varlığını sürdürmektedir. Deneyim ise yaşanan uzun biyolojik hayatlarla özdeş tutulmaktadır. Oysaki zaman bir bedenden, hafızadan kopartılarak var kılınamaz, zaman bizzat bir öznede yaşantıya dönüşür ve bu kesintisiz bir devinim içindedir. Bu bakımdan insan yaşamında kronoloji yoktur aslında. Geçmiş sürekli olarak geçmişin üzerine yığılarak bir blok oluşturur ve her şey şimdinin içinde akar. Deneyim de bu blok içinde serbest olarak ortaya çıkar. Tıpkı Marcel Proust’un peşine düştüğü yitik zaman gibi. Proust’un eseri bir yaşamın kronolojik sunumu değildir. Üst üste birikmiş anların serbest yüzeye çıkışlarıdır. Başlarla sonlar hep iç içedir, hep yan yanadır, tıpkı Benjamin Button’un öyküsünde olduğu gibi.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

 

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Şub 20, 2009 | Reply

    sevgili burhan,
    fitzgerald’ın romanını okumadım. ama yazın okuma isteği yarattı. öncelikle ben bu yazıyı karşılaştırmalı sanat eleştirisi olarak gördüm ve çok başarılı buldum. sanırım fitzgerald’ın romanında olup da senaryoda (ve filmde) değiştirilen(ya da olmayan) şeyler bir anlamda romandaki felsefi düzlemi yokederek, rahat izlenen bir filme çevirme işlevini görmüş. senin romanla ilgili söylediklerin bunu çağrıştırdı bende. roman anladığım kadarıyla zaman kavramı (ve anın yaşanması; tasavvufta insana ibn-ül vakt denir bilirsin. anın çocuğu manasında. hatta abid-ül vakt der ibni arabi insana. zamanın kulu manasında) üzerine ve buradan harektle insan üzerine derin bir düşünceyi davet ediyorken(en azından yazından anladığım bu), film – bence – basit bir tersinirlikten oyun kurmayı amaçlamış gibi. filmin sinematografik açıdan zayıflığını zaten hiç saymıyorum bile. senin yazından sonra, romanın filme yansımış halinin neden böyle olduğunu daha net anlayabildim.

    gerçi edebiyat film ilişkisine oldum olası soğuk bakmışımdır. bir edebiyat eseri, özellikle iyi bir edebiyat eseri, filme çoğunluk çok kötü yansır. çünkü edebiyat ile sinema sanatı arasında uyuşmaz uçurumlar ve araç farkları vardır. bu uçurumu ortadan kaldırmak ve edebiyat eserini edebî kalmadan sinematografik hale getirmek büyük sanatçı işidir (mesela bernanos’un romanlarına bresson’un yaptığı gibi) . aslında zaman denen mefhuma tüm sanatlar içinde en derin vakıf olabilecek sanattır sinema. ama bunu yapabilmek için ciddi bir sinema yeteneği gerekir. tüm yaptığı bir takım romanları-ki çoğu underground romanlardır- (plahniuk’un dövüş kulübü romanı gibi) resimli roman haline getirmek olan bir yönetmenden çıkabilecek şeyler değil bunlar. filmi senin de yazın ekseninde bir resimli roman gibi gördüğümü, ama asla bir sinema sanatı örneği olarak görmediğimi söylemeliyim.

    sanırım yine geçen yazımda söylediğim gibi, çok izlenmek ve seyirciyi “fantastik ve eğlenceli” bir hikayeyle babaşa bırakmak amacıyla yapılmış değişiklikler söz ettiklerin. roman için proust(ve elbette bergson) ile kurduğun analoji ve borges’in benim de çok anlamlı bulduğum şiiri yazını daha bir derine götürmüş gibi.

    filme belki romanı okuduktan sonra baksaydım fikirlerim değişirdi bilemiyorum; ama tek başına bir film olarak beğendiğimi (en azından benim film sanatından beklediğim türde birşey olduğunu) söyleyemem. roman daha ilginç geldi bana.

  3. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Şub 27, 2009 | Reply

    Romanı okumadım ama anlıyorum ki, böyle felsefe yüklü bir film olmaya teşni bir romanı harcamışlar. Brad Pitt, Benjamin rolü için yanlış seçim olmuş. Bu role Robin Williams veya Tom Hanks gibi birisi çok daha yakışırdı. Filmi çok uzatmışlar ama bu uzunluk içinde hiçbir derinlik yok. Film, hayata dair hiçbir yakınlık kurmuyor seyirciyle. Arada kadere dair bir ekleme yapılmış. Bunun dışında filmi izlerken “acaba nasıl bebek olacak” merakı dışında hiçbir his duymuyorsunuz.
    3 saatinizi harcamaya değmez.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin