Sonbahar (Özcan Alper)
By eg on Şub 21, 2009 in Sanat, Sinema
Özcan Alper’in çektiği ilk uzun metrajlı film olan “Sonbahar”, izlerken çeşitli şekillerde başka filmleri de hatırıma getirdi. “Güz Sancısı” filmi hakkında yazdığım yazıda Tarkovsky’den bir alıntı yapmıştım: “Bunuel’in filmlerinde her zaman karşımıza konformizme karşı olmanın yüceliği çıkar. Onun içten, uzlaşmaz ve acımasız protestosu, her şeyden önce, insanı duygusal açıdan etkileyen filmlerinin aynı şekilde duygusal yapısında dile gelir. Bu, hesaplanmış, rafine, zekice düzenlenmiş bir protesto değildir. Bunuel, bir sanat eserine doğrudan yansıtıldığında bir sahtekârlıktan başka bir şey olmayan salt politik coşkuya kendini kaptırmayacak kadar duyarlı bir sanatçıdır. Ancak, Bunuel’in filmlerinde varolan politik ve toplumsal protesto, daha az önemli pek çok yönetmene sonsuza dek yeter”. Bu alıntı, bir filmin politik bir protesto olması için illa açıkça politik bir angajmanın esere yansıtılması gerekmediğini göstermesi açısından önemlidir bence.
Sonbahar, bu açıdan yukarıdaki alıntının “olumlu” ucunda duran bir film olarak çoğu filmde olmayan bazı özellikler taşıyor: Samimiyet, namusluluk, sahicilik ve gerçekten acı çekiyor olmanın getirdiği içtenlik ve hüzün. Acı çekiyormuş gibi yapan bir yönetmenin filminde, acının ajite edildiği bir gösterişçilik söz konusu olurken, gerçekten acı çeken bir yönetmenin eserinde ortaya çıkan, can yakan sahici bir hüznün sadeliği oluyor. İçinize yavaşça işleyen ve orada kalıcı olan bir hüzün.
2000 yılının Aralık ayında “hayata döndürme operasyonu”nun kimlerin hayatını neye “döndürdüğünün” görülebilmesi için bile mutlaka izlenmesi gereken bir film Sonbahar. Ama, bu operasyon, filmde arka planda kalan bir unsur olarak, acı çeken bir gencin geçmişiyle ilişkisini, geleceğini de belirleyecek şekilde kuran bir şekilde sezdirilir. Yusuf, o operasyonda F tipi cezaevlerine karşı açlık grevi yapmış, suçunun ne olduğunu filmden anlayamadığımız bir genç insan. Açlık grevi sonucu ciğerleri iflas ettiği için 10 yıl sonra hapishaneden tahliye olup Doğu Karadeniz’deki ana yurduna döner. Ana yurdunda annesiyle, çocukluk arkadaşıyla, anadiliyle (Hemşince) ilişkisinde ana tema yitirdikleri ve olmayan geleceğidir. Yitirilmiş inancın, güvenin, aşkın insan ruhunda açtığı derin yaraları, Doğu Karadeniz’in muhteşem güzellikteki doğasıyla tezat oluşturacak şekilde bir hüzne tercüme etmek önemli bir yönetmen becerisi olarak öne çıkıyor. Yusuf, gerçekleşmeyen hayallerinden pişman değildir elbette; ama hayal kurmanın yasak olduğu bir dünyada yaşadığının geç de olsa farkına varmasıdır ondaki hüznün sebebi.
Filmi izlerken Çağan Irmak’ın “Babam ve Oğlum” filmi aklıma geldi. O film, politik bir konunun ve çekilmiş acıların ajitasyonu üzerinden bir tür pornografi yaratarak seyirciyi bu pornografiye esir etmeyi amaçlayan bir filmdi bence. Tam da bu açıdan acının da yapay durduğu ve hüzne tercüme edilemediği bir filmdi “Babam ve Oğlum”. Sonbahar ise, çok benzer bir konuyu sessizlik içinde, hiçbir abartmaya ve ajitasyona kaçmadan işleyebilen bir film olarak dikkat çekiyor.
Bir uçurumun dibinde olduğunu ve yarın o uçurumdan düşeceğini bile bile yaşamak insanda önü alınamaz bir hüzün yaratır. Bir de bu ölüm düşüncesine yitirilmişlikler – sağlık, inançlar, gelecek inancı, aşk vesaire – eklenince güzelim Karadeniz doğası bir kapan gibi basabilir insanı. Baktığınız eşsiz güzelliklerin belki de son kez gördüğünüz şeyler olduğunu bile bile bakmak! Filmin genel atmosferi işte bu yitirilmişlikler ve ölüm üzerine kurulu. Annenin canı gibi sevdiği evladına karşı sahici ve içten sevgisi, oğlunun annesine söyleyemediği hastalığı, onca yitirdiği şeylere yakında canını da katacak olan genç bir insanın git gide genişleyen iç acısı…arada geri dönüşlerde biraz fazlaca kullanılan gerçek haber görüntülerinin filmin lirizmini, “açıklayarak daraltma” işlevi gördüğü için bir hata olarak değerlendirsem de filmin sadeliğine olumsuz bir etki yaptığını söyleyemem. Doğa ile Yusuf ve Eka’nın hislerinin ilişkisi, Kim Ki Duk’un “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve Yine İlkbahar…” filmindeki gibi bir doğrudanlık oluşturmuyor. “Sonbahar”da, Sonbahar ve Kış, hüznün daha da doruğa çıktığı bir yönü taşımakla birlikte bu yürek yarasından kurtulmanın da yolunu gösteren yaralı bir aşka da eşlik ediyor. Kısa süreliğine de olsa tutunulan bir dal, kırılıp elinizde kalacağından emin olduğunuz halde tutunmaktan asla vazgeçmeyeceğiniz bir dal; zaten aşk bu değil midir ki?
Sosyalizm için mücadele ederken hapse girip yitirilen yıllara ve geleceğe, bir de sosyalizm sonrası SSCB’den Doğu Karadeniz’e bedenini satmak için gelen kadınlardan biriyle yaşanan “geleceksiz” bir aşk eklenince Karadeniz’in yeşili, mavisi yerini, önü alınamaz azgın dalgalara bırakıyor : “hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelirgönlümün kıyısına vururaşınan kayalar gibi ruhumsuskun, yorgun öylece dururıslak kumlara yazılmış hikayelerummana karışır, silinir yavaş yavaşher dalga ömrümden bir şeyler koparırağır ağır sönen gönlümsakin koyları özlerson kum tanesini alana kadar”.
En ihtiyaç duydukları ama en imkânsız anda birbirine dokunan iki yaralı yüreğin birbirlerinde duydukları çaresizliğe, Yusuf’un televizyonda izlediği Çehov uyarlaması “Vanya Dayı” filminde duyduğu “yaşamalıyız, çok zor olsa da mutlaka yaşamalıyız…”sözleri eşlik ediyor. Zaten Eka da Yusuf’u Rus romanlarında çıkmış birisi gibi görüyor. Bergman’ın “Kış Işığı” filminde intihar etmek isteyen adama ” yaşamalıyız” diyen Papaz’a “niçin yaşamalıyız?” diye soran adama, cevap veremeyen Papaz’a karşılık, “Sonbahar”da bu soru “aşk” olarak karşılık görüyor. Ölüme yazgılı bir genç adamın, hayata son bakışı olsa da aşkla anlam kazanan bir bakış bu! Acısından sığınacağı sakin koyları bu imkânsız aşkta bulan, ama bu koyun da onun için kısa süreli bir dinlenme yeri olduğunun bilincinde olan Yusuf için filmin sonunda duyduğumuz – annesinin dilinden olduğu anlaşılan – Hemşince ağıt, filmin lirizminin de doruğa çıktığı nokta oluyor.
Bir taraftan politik angajmandan uzak durarak; ama hüzne eşlik eden bir lirizmden sızan politik yönün de görülebildiği filmin, Özcan Alper’in ilk filmi olması, ileride başyapıtlar verebilecek olan bir yeteneği de haber veriyor.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
7 Yorum
Yazan:eg Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
filmin sonundaki hemşince ağıt: sözleri hemşince ve türkçe aşağıdaki gibiymiş… bir vesile ile o ağıtı tekrar dinledim bugün. öyle ic acıtıcı, öyle yürek dağlayıcı bir ağıt ki… ağıtın ismi da im yufus orti imiş
***********************************
hemşince:
aye aye orti…
da kezigi madağ ellim ori…
aye aye orti…
aşun ağavü dzermın eyev ta orti…
aye ayee orti..
dase dayi dzagin meçe orti…
menadzerta orti…
sirded petedzavta orti,
daim yusuf orti…
hokid dard unedi yu orti,
indzi aselçakkarçerta orti…
aye aye orti..
daim yusuf orti…
cermag cadgig u ergen kentit orti…
madağ ellim orti…
aye aye orti…
daim yusuf orti…
da kezi oma omar çkaar orti.
kidetita orti…
anu oma tdzerman
kenadzerta lernive orti…
aye aye orti…
daim yusuf orti…
türkçesi:
gel oğul gel.
sana kurban olayım oğul.
gel oğlum yusufum gel.
sonbahar geçti de, kış mı geldi oğul…
on yıl bir delikte kaldın da oğul,
yüreğin mi çürüdü oğul,
benim yusufum oğlum.
yüreğine kurban olayım oğul.
gel oğlum yusufum gel.
büyük derdin vardı da oğul,
bana söyleyemedin mi oğul,
gel oğlum yusufum gel
benim yusufum oğlum.
bembeyaz alnına ve uzun burnuna oğul
kurban olayım ben oğlum
gel oğlum yusufum gel.
senin için bahar olmadığını biliyordun da oğul
o yüzden mi kışın yaylaya çıktın oğul
gel oğlum yusufum gel
benim yusufum oğul.”
Yazan:eg Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
sözünü ettiğim ağıt:
http://www.izlesene.com/video/muzik-daim-yusuf-orti—agit/758074
Yazan:eg Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
sözünü ettiğim ağıt
http://www.izlesene.com/video/muzik-daim-yusuf-orti—agit/758074
Yazan:cb Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
Enver bey,
emeğinize sağlık yazı oldukça net bir şekilde fırsatçılık ile duyguyu birbirinden ayırabilenleri örneklemiş.Ağıtı zaten filmi izlerken çok beğenmiştim ama arayıp bulamamıştım sayenizde tekrar dinleme fırsatı buldum,çok teşekkür ederim.
Yazan:eg Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
ben teşekkür ederim cemile hanım. ağıtın müziği olduğu kadar sözleri de çok iç yakıcı geliyor bana…
Yazan:cemal turan albay Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply
sonu daha güzel ola bilirdi mesela: yusuf tulumu çaldıktan sonra yatıp sabah ölmesi gibi
Yazan:ÖZLEM.T. Tarih: Ağu 6, 2009 | Reply
film müzikleri arasında ”Tusuri Satripialo” yine gürcü kadından çok güzel..Mutlaka dinleyin..filmde yusufun tulum yapmasıda aslında ironik..hem geçmişe tutunma hemde insanın her şartta yaşamına devam etme ,belki tutunmayı gösteriyor…Gerçek haber görüntülerini bende E.g. sizin gibi beğenmedim..Sanki filmin hüznüne bulaşmış kötü bir leke gibi duruyordu..Ve tabi böyle bir film için mekan oldukça doğru seçilmiş,çok güzel görüntülerdi…tabi yönetmenin derdini ajiteden uzak anlatması da ayrıca iyi bir tarafıydı filmin..
” senin için bahar olmadığını biliyordun da oğul
o yüzden mi kışın yaylaya çıktın oğul”
ne güzel sözler..çok teşekkür ederim kendi adıma ağıtın türkçesi için..