Darbelerin Gölgesinde Orduyu Tartışmak
By Konuk Yazar on Mar 5, 2009 in darbe, Türk faşizmi, Türk Silahlı Kuvvetleri, Ulus-Devlet
Sıkı ve sıkıcı bir soru ile başlayalım: Türkiye’de devlet aygıtı, kudreti sembolize eden yedi başlı bir canavar, leviathan olarak tasavvur edilebilir mi? Ya da ünlü İngiliz düşünür Thomas Hobbes tarafından kaosa karşı kurgulanan leviathan bir devletin en etkili kolu olan ordu, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal düzenini kısa devreye mi uğratıyor? Bu soruyu neden sorma gereği duyuyoruz? 28 Şubat sürecinde yaşananları bütün boyutlarıyla bilmiyoruz ama malum dönemi aydınlatan gelişmelerle, neredeyse, her gün karşı karşıya kalıyoruz. 28 Şubat Post-modern Darbesinin yıldönümünde, eski Genelkurmay Başkanı, emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen, Türkiye’nin yaşadığı darbe girişimlerine ışık tutan ve darbelerdeki rolünü tüm çıplaklığı ile ortaya koyan konuşması, bu aydınlatma sürecinin bir basamağı olarak okunabilir. Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen konuşmada, eski Genelkurmay Başkanı sadece darbelerdeki rolünü övmekle kalmıyor; aynı zamanda siyaseti, siyasetçileri ve toplumu dizayn etme çalışmalarından da övgüyle bahsediyor.
Siyaset ve ordu analistlerinin ittifak ettikleri, Türkiye’de ordunun “de jure” rejimi korumak ve kollamak bahanesiyle sıklıkla darbe yaptıkları gerçeğidir. İlk olarak, 27 Mayıs 1960 tarihinde sabaha karşı Albay Alparslan Türkeş’in tok sesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri “demokrasiyi içine düştüğü buhrandan” millete karşı çekiç bir güç kullanarak kurtardı. Ardından 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi, “balans ayarı” olarak anlamlandırılan 28 Şubat post-modern darbesi ve 27 Nisan e-muhtırası eşlik etti. Kısacası, her 10 senede bir tank sesleri ile uyandık.
“Ya devlet başa ya kuzgun leşe” mottosu ile her daim devleti kutsallaştıran ve azgınlaştıran bir toplumda, Darbe, devletin enstrümanlarının; siyaseti, iktidarı ve bireyi türbülansa sokarak etkisizleştirmesi halidir. Aynı zamanda darbeler, siyasetin ve iktidarın gramer kurallarını alt üst eden “anlatım bozuklukları”dır. Ve Türkiye, bu anlatım bozuklukları ile sıklıkla karşılaşan bir ülkedir. Hatta Türkiye, anlatım bozukluklarının sıradanlaştığı bir ülke… Evet, burada komşumuz Suriye gibi, sabah erken kalkan darbe yapmıyor; ancak gerçekleştirilenleri ve planlanıp da başarılamayanları da işin içine katarsak suç galerimiz oldukça kabarık olsa gerek. Talat Aydemir vakıası, Sarıkız, Ayışığı isimli darbe planları bunun göstergeleridir.
Türkiye’nin hem bu anlatım bozukluğunu düzeltebilmesi hem de devletin en etkili ideolojik aygıtı olan orduyu çözümleyebilmesi için ilk olarak, Türk devlet algısının etrafındaki mahremiyetin tüketilmesine/öldürülmesine ihtiyaç vardır. Modern dünya, Max Weber’in ifadesi ile akılcılaştırma hamlesi ile büyünün bozulduğu bir dünyadır. Ordu üzerine düşünebilmek ve konuşabilmek için ilk olarak; devlet algısı etrafındaki dogmatik örtünün kaldırılması zorunludur. Evet, Türkiye’de ordunun yapısal haritasını ortaya koyabilmek için, ilk olarak, Türk devlet algısının nasıllığına dair sahici bir cevap bulunmak zorunludur. Türkiye’de devlet; adeta milletten bağımsız, millete rağmen veya milletin varlığına ihtiyaç duymayan kutsal bir değeri ifade eder; araçsal işlevde bir yapı değil, kendisi bizatihi en yüksek amaçtır. Birey için iyi ile kötüyü veya güzel ile çirkini belirleyen devletin kendisidir. Eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın, “Bu memlekete komünizm gelecekse, onu da biz getiririz” demesi Türkiye’deki devlet algısının nasıllığına dair önemli bir göstergedir.
Ordu ise, elinde bulundurduğu silahlı güç ile “de jure” ülkeyi korumak ve kollamak; “de facto” ise, siyasal ve toplumsal hayatı dizayn eden, devletin en önemli ve en güçlü ideolojik aygıtıdır. Türk demokrasisinin en büyük açmazı, demokratikleşme hamleleri yapmaya çalışmasına rağmen ordunun ve temsilcilerinin denetim altına alınamamasıdır.
Eğer Türkiye asgari düzeyde demokratikleşecekse, bu ancak, ordunun sivil alana ve siyasete müdahalesinin meşru olmadığının yüksek sesle dillendirilmesi, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması ve/ya ordu imajının büyüsünün bozulmasıyla mümkün olacaktır. Yani yapılması zorunlu olan, kutsal devlete ve yer yer peygamber ocağı olarak da tanımlanan orduya karşı en yüksek beşeri faaliyet olarak siyaseti savunmak ve darbeci zihniyeti yargılayabilmektir. Leviathan bir devletin en güçlü sacayağı olan ordunun denetlenebilmesi için de siyasal sistemin merkezinde hukukun bulunması şarttır.
16 Yorum
Yazan:adem karakurt Tarih: Mar 5, 2009 | Reply
Cesurca bir bakış. Her şeyden soyutlanmış izlenimi ile imaj düzeltme çabasında olan ordunun bazı durumlarda tavır koymaktan kendini alamaması da bunu gösteriyor. Tavır koymak dediğimiz durumu 28 Şubat refleksi olarak da okuyabiliriz. Herkesin kendi işiyle meşgul olduğu bir ülkede yaşamak hayalinde olan benim gibi insanlar için zırt pırt askerin her işin içinde olmasından daha kötü bir şey düşünülemez. Sizin gibi cesurca çıkış yapanları gördükçe ümitlerimi tazeliyorum. Umarım gevşemezsiniz…
Yazan:Murat Aygen Tarih: Mar 5, 2009 | Reply
Askeri darbeler şakşakçılarını hep hüsrâna uğratmış, karşıtlarını ise “yahyâ gibi ihyâ” etmiştir. Okullar idealist insan yetiştirdikleri sürece darbeler kaçınılmaz olacaktır. Bu insanlar, 1980 öncesinde, üniversiteden direkt mapushânelere sevkolunurlardı, artık “işyeri” görünümünde plazalara sevkolunuyorlar. Ecevit-öncesi C.H.P içindeki Amerikancı-liberal hizipin ne denli haklı olduğunu neden, neden, neden, neden sonra anlıyorlar. Tabii artık yapabilecekleri herhangi bir şeyin kalmamış olduğunu da.. Oturup Terry Jacks’in “But the stars we could reach were just starfishes on the beach” şarkısını “milli birlik ve beraberlik içinde” söylemekten maada. Haa bir de bunun yerlisi çıktı: “İçindeymişik” 🙂 Not: Sevgili Derya, seninle 3 sene aynı okulda okumuş olmaktan gurur duyuyorum. Büyük adamsın vesselâm.
Yazan:Mustafa Tarih: Mar 5, 2009 | Reply
Subay okullarini reform etmeden birsey degismez bu gidisle. Subaylarin egitimi askeri liselerin dersleri okuduklari nelerdir devlet felsefesi ve toplum felsefesi ile alakali olarak ? Merakim az degil.
Yazan:Ezel KARA Tarih: Mar 5, 2009 | Reply
güzel bir yazı. ama şimdi size bir soru: AKP diktasını bu bağlamda nereye koyacağız?
Yazan:Murat Aygen Tarih: Mar 5, 2009 | Reply
Değerli Mustafa, sözünü ettiğim eğitim sorunu Türkiye’ye mahsus olmayıp, bütün milliyetçi rejimlerin ortak sorunudur. “Bu Kaddâfi denen haytayı biz okuttuk amma beynini iyi yıkayamamışız” diye yakınan kalem erbâbı vardır. Demek oluyor ki, harbokulu en az bir düzgün adam yetiştirebilmiş. Bana ODTÜ’nün yüzünü ağırtan bi mezun gösterin bakiim.
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Mar 5, 2009 | Reply
Darbeler ve Darbe yapan ceteler sonucta hic bir zaman basarili olamamistir.Aksini ülkemiz her darbe sonrasi senelerce geri kalmistir. Devlet=Ordu tutgusu cok yanlis ve yerinde degil. Devletin olusumu hür iradenin sectigi Meclis, Hükümet, Savcilar, Yargi, Polis den olusur. Ordu ancak devletin bir savunma teskilatidir ve direkten Savunma bakanligina bagli olmasi lazim.
Devleti sonunda Devlet yapan halkidir.Devlet giderlerini halkindan vergi olarak toplar. Ne demis Nasreddin Hoca: Parayi veren düdügü calar:-)Hic bir kitapta yazmiyor beli bükülmüs Türkiye Vatandasi parayi ödensin ama düdügü Harbiyeli calsin deye.
Yazan:Ali Duman Tarih: Mar 6, 2009 | Reply
Bugüne kadar yanıldığımız şey’dir; 28 şubat’ın şeriata karşı yapıldığını sanmak.
Mazruf böyledir, yani şeriata karşı yapılmış kılıfı ile tezgahlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Oysa gerçekte 28 şubat bir soygun operasyonudur, bu süreçte, 21 banka hileli şekilde batırılarak, 100 milyar dolarlık soygun yapılmıştır.
Bu büyük soygunda hortumlanan kaynağının adresini de vereyim; geçenlerde BDDK Başkanı bir kuzey avrupa ülkesinde Türklere ait 60milyardolar mevduat olduğunu açıkladı, diğer 40milyardolar ise zaten 15 eylül 2008’de Lehman Brothers’da battı. (Kriz,kriz dedikleri bu zaten)
Şeriata karşı yapılıyormuş görüntüsüyle yapılan operasyonun SOYGUN OPERASYONU olduğu gerçeğini gözlerden kaçırmamak gerekir.
Ancak, Türk halkının bir sandık darbesi ile AKP’yi iktidara getirip, bu soyguna ortak olan ya da seyirci kalan yandaş partileri sandığa gömeceği hesap edilmemişti, edilebilmiş olunsaydı soygunun dozajı bu denli yüksek tutulmazdı. Bugün geldiğimiz noktada ise bu soygun çetesi, AKP’ye bir ayar verip “halkın hesap sorma beklentisini” boşa çıkarmaya, halk iradesini tasfiye etmeye yönelik siyaset yürütmektedir. Bu beklentilere nasıl yanıt vereceğini bilmediğimiz AKP; halkın bu bekletilerine yanıt veremememesi durumunda diğerleri gibi sandığa gömüleceğini iyi bilmelidir.
Yazan:Ezel KARA Tarih: Mar 7, 2009 | Reply
Bugüne kadar yanıldığımız şey’dir; AKP diktasını demokrasi sanmak.Mazruf böyledir, yani demokratik bir seçimle iş başına gelmiş, demokrasinin bir ürünüdür. Oysa gerçekte AKP iktidarı bir soygun operasyonu ve diktatörlüğe yöneliş operasyonudur.Bu büyük sorgunda hortumlanan kaynağın adresini vermeye gerek dahi yok, her gün yazılı ve görsel medyada okuyor ve görüyoruz zaten. Hadi medya uyduruyor ve yalan yazıyor ve gösteriyor diyelim, günlük hayatımızda her gün yaşıyoruz AKP diktasını ve bu diktanın getirdiklerini.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Mar 7, 2009 | Reply
Darbelerin gölgesinde tartışılır tartışılmasına da tartışmaktan öteye geçilmez.Hele “O gölgeler”gerçeğe dönüştü müydü,tartışmadan da eser kalmıyor.
Nelerin konuşulup nelerin konuşulamayacağını,hangi sözlere izin verildiği ve hangilerinin yasaklı olduğunu darbe dönemlerini yaşayan herkes bilir.
Bilinir bilinmesine ya,lakin bundan ne kadar ders çıkarıldığı biraz şüpheli.
Her darbe döneminde yaşanan onca sokağa çıkma yasağına,sıkı yönetimlere,gencecik fidanların asılmasına,yakılan kitaplara,sansürlenen gazetelere ve yasaklanan düşünceye karşın maalesef tehlikeyi başka yerlerde aramakta ısrar eden tuhaf bir kesim var.
Bu kesimlerin darbelerle hesaplaşmak gibi bir dertleri yok.Sanki bu coğrafyada hiç yaşamamışlar,sanki darbelerin kabarık suç dosyaları hiç olmamış gibi gayet pişkince korkunun adresini hep başka yerlerde arayıp dururlar.
Ve rahatsız olurlar darbe mevzusunun açılmasından.Hemen sulandırırlar konuyu…Çarpıtmayı seçerler,dikkatleri başka noktalara çekerler fakat ne hikmetse darbeci paşalarına toz kondurmazlar.
Öyle bir gayretkeşlikle yaparlar ki bu kutsal görevi,her türlü hokkabazlağı yapmaktan geri durmazlar…Yeterki yalan,dolan ve riyakarlıkla bu milleti bir müddet daha oyalayabilsinler.
Ama artık mızrak çuvala sığmıyor…Maskeler bir bir düşüyor…Foyalar meydana çıkıyor.Çünkü artık hiç bir çaba sonuç vermiyor.Her denedikleri yeni yöntem ellerinde patlıyor ve her geçen gün biraz daha yalnızlığa mahküm oluyorlar.
Yine de direniyorlar.Çetelerden,silahlı örgütlerden,halkları birbirine kışkırtmaktan,toplumu kaosa sürüklemekten medet umuyorlar.
Direniyorlar,çünkü değişimden korkuyorlar…
Direniyorlar,çünkü 85 yıllık saltanatlarını ve varlık nedenlerini halkların boğazlaşmasına,toplumun kamplaşmasına bağlamışlar.Biliyorlarki,bu ülkeye demokrasi geldikçe onların zulum imparatorluğu son bulacak.Biliyorlarkı toplum aydınlandıkça karanlık son bulacak.
Korkuları boşuna değil.Demokrasi,özgürlük,adalat arayanlar çoğaldıkça onlara yer kalmayacak…İnsan haklarının,yaşama hakkının,adaletin sağlandığı bir hukuk devletinde istedikleri gibi at koşturamayacaklarını çok iyi biliyorlar.
Yazan:Ali Duman Tarih: Mar 7, 2009 | Reply
Sn. Aziz Yılmaz,
Bu sitede dahi bu denli Ergenekon ve darbe yanlısı “gizli” niyet ve düşünce sahiplerinin olması ne kadar iç karartıcı ise, hisslerime tercüman olan yazılarınızı okumakta o denli iç acıcı ve moral verici, ellerinize, yüreğinize ve aklınıza sağlık.
selam ve saygılar.
Yazan:Ezel KARA Tarih: Mar 8, 2009 | Reply
yazdığım son yorum sansürlenmiş.dikta kuyrukcuguluna devam edin yüreğiniz ferah ferah atmaya devam eder bu gidişle diye yazmıştım
Yazan:Murat Aygen Tarih: Mar 20, 2009 | Reply
Sn. Ali Duman,
Türk ve Kürt milliyetçilerine “gaz verip” onları siyasi emellerine âlet etmek “sol”un tekelinde değildir. V.I.Lenin kimsenin milliyetçiliğini noksan bulmamış, kimsenin milliyetçilik iddiasının riyâ olduğunu ileri sürmemiştir. Binâenaleyh böyle süfli yöntemlere de hiç başvurmamıştır. Türkiye solu bulanık sularda bu yöntemlerle balık avlamağa çalıştığı sürece Anadolu halklarını müktesebâtının yegâne müdafii velinimetimiz Amerika Birleşik Devletleri aynı yöntemle misillemede bulunacaktır. Bilesüz. Aaaaah ben Lenin’in sakalını öpemediğime yanıyorum, aaaah, aah . .
SAYGILARIMLA,
Murat Aygen
Yazan:Ali Duman Tarih: Mar 21, 2009 | Reply
Sn.Murat Aygen,
Türkiye’nin bir sol’u yok, aslında sağ’ı da yok, zira Türkiye’nin bunların yerine çarpıtılarak ikame edilen “Kemalizm”i var. Yani Kemalizmin kuyruğundaki sol, sol değil, sağ’da sağ değil. Bu durum siyasi yelpazenin her iki kanadı için de çarpık ve hormonlu bir durumdur.
Kemalizmin, Ergenekon ile ortaya çıkan zihniyet bozukluğu; sol’u da, sağ’da tam orta yerinde ikiye bölmüş ve bu sağlıksız yapılanmayı deşifre etmiş bir vakay-ı hayriye’dir.
Türkiye’ye özgü çok özel ve ilginç olan bu durum; solun da sağın da evrensel değerleri taşımaktan öte “yerel ve mahalli” değerlere hapsolduğunu göstermektedir.
Evrensel değerlerdeki sol ile sağ, dünyadaki konjektörel gelişmelere, diyalektiğe bihaber kalmış Kemalist sol ve sağ ile çatışma içindedir.
Yani Kemalist kuyrukçuluğunu aşmış evrensel değerler taşıyan sol, kendine AKP modernizmini daha yakın görebilmekte, dünyada hiç bir düşünce sistemine tekamül etmeyen Kemalist sol ile çatışmaya girmektedir. Yine aynı şekilde Kemalizmin kuyruğundaki sağ, küreselleşmeye ayak uydurmuş sağ ile çatışmaya girmektedir.
Yani Kemalist sol ile sağ’ın, Kemalist olmayan sol ile sağ’ında müttefik olabildiği garabetli bir dönem içinde yaşamaktayız. Böyle bir durum özel bir incelemeyi hakkediyor, zira sadece bu ülkede yaşanabilecek müstesna bir durumdur.
Zira durumdan vazife çıkartma yeteneğinde ustalaşmış ve “tabansızlığı” malul olan Ergenekon ve Kemalist zihniyetin, kendi gibi düşünmeyen herkesi “AKP”li olarak yaftalayarak, taban yaratma gayretine girmiş olması da bu çarpık durumun bir sonucudur.
Uzun lafın kısası demem o ki; evrensel değerler taşımaktan çok uzak olan, Türkiye solu sol, sağı da sağ değildir. İdris Küçükömer hocanın dediği gibi “solumuz sağ’dır bizim, sağ’ımız ise zaten ölüdür”
Yazan:Ali Duman Tarih: Mar 21, 2009 | Reply
Sakalından öptüğünüz Lenin, hem sakalından hem de alnından öpülmeyi hakkediyor, zira devrim öncesinde iktidardaki burjuva hükümeti olan Keynersky hükümetini, askeri darbeye karşı desteklemiş ve Lenin’de desteği ile kalkışılmış olan askeri darbe sokakta yenilgiye uğratılmış ve geri püskürtülmüştür. Tarihi deneyimler ortada iken, garabetli bir ülke olan Türkiye’de hem devrimci hem de darbeci geçinen solcuların var olması da ilginçtir, dünyada darbeyi savunan tek komünist parti Türkiye’dedir. Sonuçta Kemalizmin kuyrukçuluğunaki sol’u sol, sağ’ı da sağ saymak pek mantıklı bir tanımlama olmayacaktır. En azından bu tanımlamaları “mutlak değer” ya da “tırnak” içerisinde yapılabilirsek doğru bir anlatım birliğini sağlayabileceğimizi düşünmekteyim.
Yazan:Murat Aygen Tarih: Mar 22, 2009 | Reply
Sayın Ali Duman; “Mainstream kemalizm” öylesine karakûşî bir ideolojidir ki, kemalist bir iktidar, işbaşına, değil darbe ile, sandıktan çıkarak gelmiş dahî olsa, kendi kendisini max. 48 saatte tasfiye eder. Tıpkı Stalin’den sonra böyle karakûşî bir ideoloji benimsemiş olan S.S.C.B’nin kendi kendisini tasfiye etmiş olduğu gibi.. Darbeye mukavemet edilmemesini savunmak “darbecilik” sayılmamalıdır.
Yazan:Murat Aygen Tarih: Mar 23, 2009 | Reply
Sayın Duman ya dört dörtlük bir mûziplik yapmış, ya da kendisine Tanrı söyletmiş (yazdırmış). “Keynersky” = Keynes + Kerensky 🙂 Tıpkı üstad Göze’nin “Büllende”si gibi 🙂 Sağolsun sâyesinde güne çok çok hoş bir başlangıç yaptım. Bu dünyâdaki en mutlu kişi mutluluk verendir 🙂