RSS Feed for This Post

Feminizm ve Eril Tahayyül

Dünya feminist hareketinin tüm hedeflerinin gerçekliği ve gerçekleşebilirliği gözden geçirilmeye ve sorgulanmaya muhtaç.. Siyasal, sosyal, ekonomik kazanımlara ilave olarak tıp sanayindeki baş döndürücü gelişmelerin kadınlara ne kazandırdığı ve ” kadın kimliği”ni nasıl dönüştürdüğü yeniden gözden geçirildiğinde “büyüsü bozulmuş” modern zamanların kadın kategorisini, mistik zamanlara oranla çok daha baskıcı ve ekonomik kategorilere indirgeyerek kurguladığını/tanımladığını görmek mümkün. İlginç olan kadınların kendilerini ataerkil/eril karşıtı “öteki” olarak inşa etme sürecinde “öteki”nin/erkeğin adeta kendisi ile ontolojik bir birlikteliğe sahip olduğu nu düşündüğü değerleri tersten temellük etmesidir. Kadın kendisini “özne” olarak inşa ederken, kendi varlığını tanımlarken model olarak erkek perspektifini, konum ve beğenisini, dişil bir makyajla kendi cephesine taşıyor. Ve kendisi için dışarıdan belirlenen bir kaderi rahatlıkla içselleştirebiliyor. Sonuçta “kadınların bağımsızlık mücadelesi”ni yönlendiren bu söylemler asıl sahipleri için hizmet veriyor ve kadınların elinde infilak ediyor.  
 
Bugün kadınların özgürlük ve eşitlik idealleri eşliğinde yaptıkları şey “eril” erkeksi” bir hak talebinden başka bir şey değildir. Feminist teorinin inşa etmeye çalıştığını iddia ettiği “dişil dünya”nın üzerinde yükseleceği söylem ve değerler olan barış, merhamet, şefkat, anaçlık, duygu/kalbilik vb. unsurlar, aynı zamanda kadın hareketlerinin cinsel ayrım temelinde kodlanmış olduğuna inandıkları ve aşmaya çalıştıkları değerlerdir. Kadınlar, erkekler tarafından oluşturulduğuna inandıkları bu kültürel kadın kimliğini/toplumsal cinsiyeti aşmaya çalışmaktadırlar. Bunları aşmaya çalışırken paradoksal olarak izledikleri örneklik, önlerindeki vizyon ve perspektif kendi ötekisi olarak konumlandırdığı, ötekileştirdiği “başarı” üzerine temellenen erkekçi, savaşçı, avcı bir kavrayıştır. 
 
II. 
 
Kadınlar, erkeklerle eşitlenerek, dolayısı ile aynileşerek özgürleşebileceğini düşünüyor ve savunuyorlar. Ve bunun için “toplumsal cinsiyet”i ve buna bağlı değerlerin toplumsal olarak oluşturulduğu ve tarihsel olduğu iddiası ile kadim “biyolojik cinsiyet” merkezli yapıyı ve onun üzerine inşa olunan, neredeyse tüm, kadınlık algı ve değerlerini yapısökümüne uğratmaya/yıkmaya çalışıyorlar. Amaç modern/aydınlanmacı bir rasyonel ve kendileri pek kabul etmese de endüstriyel çağa uyumlu bir kadın/lık kavrayışı yaratmak. Sahici olmayan kısır ve güdük, egzistansiyal derinliği olmayan bir özgürlük tasarımı!… 
 
Modernlik öncesi geleneksel dönemde “geçim ekonomisi” vardı. Bu dönemde aile bir “üretici birim”di ve kadın bu geçim ekonomisinde önemli bir rol işgal etmekteydi. Kapital sistemin oluşturduğu “tüketim ekonomisi”nde kadın bu üretici konumunu kaybetti. Çünkü aile “tüketici bir birim”e dönüştü. Bundan sonra kadınların evde yaptığı iş, İvan İllich’in dediği gibi ekonomik karşılığı/ mübadele değeri olmayan bir “gölge iş”e işe dönüştü. Cari sistem insan amelini ekonomik mübadeleye ve kullanım değerine indirgendiğinden, kadın ve erkek arasındaki münasebetler ekonomik terimlerle ifade ve analiz edilmeye başlandı.İnsanın “homo economicus” olduğu bu modern paradigma çoğunlukla kadının aleyhine işlemiştir. 
 
Çalışma hayatı ve kamusal alanın “asıl alan” olması, kapitalizmin var oluş ve yaşam koşullarından kaynaklanır. Ayrıca “aydınlanma” kamusal hayat ve özel hayat ayrımını yaratarak, kamusal alandaki yaşama ve işe öncelik tanıyarak kadınları bu alanda uzak tutmaya çalıştı ve feminizm bu erkek yasaklarını aşmak için kamusal alana dahil olmayı ve burayı işgal etmeyi amaç edindi. 
 
Kadınlar birçok dişil vasfını erkeklere ait görülen konumlara gelmek için, özellikle kamusal alana, feda ettiler. Yeni haklar için erkek kılığına ve vasıflarına bürünmeye başladılar, hem fiziki hem ruhi olarak; örneğin, George Sand erkek aksesuarı olan kravatını eksik etmezdi. 
 
Kadınların bu özgür dolaşım ve çalışma alanında var olma talebinin doğal sonucu, daha çok “görünür olmak” olmaktı. Kadınlar kamusal alanda erkeklerle eşit oluşlarını, onların yapabilecekleri şeyleri kendilerinin de yapabilecekleri ve işin ne olursa olsun herkes için aynı olduğuna savundular. Halbuki cinsiyetin olmadığı ve dikkate alınmadığı bir iş bölümü ve paylaşımı mutlak anlamda imkansızdır. Bunun mümkün olduğu düşüncesi kapitalizmin ve onun bağrında yeşeren sosyalizmin iddiası idi. Aynı amaca yönelen endüstriyel yapılar/söylemsel pratikler, değişmez, önceden kestirilebilir ve herkesçe yapılabilir cinsiyetsiz bir davranışlar dizisi ve bunun sonucu olan kimlikler oluşturdu. Yani artık işbölümüne dayanan “biyolojik cinselliğin” yerine “kültürel cinsiyet söylemi” geliştirildi. Artık her iş herkese göre idi, herkes her işi yapabilirdi. Sonuçta doğayı teslim alan ve ona işkence ederek egemenlik kuran “fetihçi doğa tasarımı” ve “askeri kavrayış” ve mantalitesi feminist ideoloji üzerinden kadını da teslim aldı. 
 
III. 
 
Endüstriyel kapitalizmin semizlenme aşamasında ucuz, yedek bir işçi ordusuna ihtiyaç duyması ile kadınlar evden çıkarak, eski var oluş mekanlarını terk ederek kapitalist değirmene su taşıma görevine koşuldular. “Yeni dünya” çalışmayı bir çeşit imana ve zorunluluğa dönüştürdü. Çünkü insanların yeni kimliği “üretici” ve “tüketici” idi. Bunun dışındakiler “anormal” addedilerek, toplusal alandan dışlanarak “panoptik kurumlar”a kapatıldılar. Feminizm bu süreci özgürlük olarak niteleler. Modern “episteme/paradigma”nın içinde bu kavrayışı edinen kadınların bu düşünsel kod değişim süreci hala devam ediyor 
 
Yeni paradigma, maddi eşitlik ve özgürlük öncesi kadın ve erkek ilişkilerine egemen olan bir kısım sahici/sahih temaları doğal olarak anlamsızlaştırdı ve tersten dönüştürdü. Aynı konum ve mekan, farklı aynalardan farklı göründü. Artık kadının geleneksel konumu kölelik olarak nitelenmeye başlandı. Ev bir hapishane ve kadın karşıtı baskıcı ataerkil değerlerin ve hiyerarşinin mekanı; evlilikte, bir mahkumiyet ve sömürü ilişkisi olarak görüldü. 
 
Aynı zamanda bu çarpık ve anakronik kavrayış, kapitalizmin kucağında büyüyen bugünkü değerleri, tasarımları ve özgürlük anlayışını geçmişe taşıyarak, teşmil ederek eski zaman hemcinslerini “köle imajı” içinde tahayyül etti. 
 
Oysa sahih bir inancın perspektifinden bakanlar “ev”in, insanlılığın mekanla kurduğu ilişkinin hakikate dayandırılmasının temel metaforu olduğunu bilirler. Ev ve evlilik olguları ve bunlar içerisinde icra edilen yaşam ve bu yaşama içkin olan ilişkiler, basitçe köleliğe, hiyerarşi üretimine ve sömürüye indirgenemez. 
 
Modernlik ile geleneğin epistemeleri bir çok noktada çarpışmakta ve birbirini biçimsizleştirmektedirler. “kültürel şizofreni” burada ortaya çıkmaktadır. Eski paradigma içinde yaşayanlar bu dünyanın değişimini kabulde, algılamada ve uyum sağlama da zorluk çekmekte iken; yeniler tarihsizlik ve anokranizma ile maluldur. 
Mesele, bunların nasıl aşılabileceğidir.

Trackback URL

  1. 11 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    dünkü “yazıya kadın eli değdi” yazısına yazmak istediğim cevap tam da böyle birşeydi. sever bey benden önce davranmış:) çok da iyi yapmış. virgülüne kadar katıldığım önemli bir yazı. teşekkürler.

  3. Yazan:Nazan Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    emeğinize sağlık ya…bi sussun herkes modern ve geleneksel yontulmamışlık yüzünden tüketiyoruz ömrümüzü.emeğinize sağlık tekrar…

  4. Yazan:kacakkova Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    dogru varsayimlari iceren yanlis bir elestiri bence bu yazi…”nostaljik düsünce”nin “muhafazakar tepkisi” gibi geliyor bana, nedense….reel politik ve toplumsal yasam yönünden 1. ve 2. dalga feminizlerin “esitlik” ve “özgürlük” üzerinden varolmalari bir sorun degil elbette….ayrica halen ayni düzlemde “cinsiyet esitligi” gibi bir politik talebin gecerliligi sözkonusu….sorun feminizmin “cinsiyet”in neligini alirken verili “heteroseksist matris”ten cikamamasidir teorik olarak….bu da “temsili siyaset”de karsiligini “kadin”i özne olarak belirlemekte bulur….bunlar feminizmin sorunun modernlikle sinirlandirilamayacak bir zemine bagli oldugunu gösterir….”post-feminizm”ler feminizmi icerden elestiriken bu zemini fazlasiyla gösterirler….yukardaki yazi ise, bu zeminin üzerinden atlayarak bir “modern zamanlar elestirisi” sunmaya niyetleniyor, hal böyle oluncada “ev”, “evlilik” ve “aile”nin gecmis güzel günlerini yadetmekten baska bir sey kalmiyor geriye….tamam “basitçe köleliğe, hiyerarşi üretimine ve sömürüye indirgeneme”sinler, ama simdi ne olmus oluyor bu “kutsal aile” hikayesinde ev’in, evlilik’in, aile’nin durumu…”kadinin geleneksel konumu” nasil ve ne bakimdan matah bir seydir mesela….
    özetle yanlis elestiri dogru yapilamiyor, yazinin bütününe iliskin söylecegim sey bu……

  5. Yazan:eg Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    kacakkova’nın eleştirisi bir yere kadar doğru. ama bunu salt feminist akımlar eleştirisi gibi algıladığı için “ama böyle olmayan feministler de var” noktasına gelinmiş. evet doğru böyle olmayanlar da var, ama modern kadın hareketlerinin büyük oranda sever bey’in analiz ettiğine yakın bir tutum içinde olduklarını da sanırım kacakkova da inkar etmez…

  6. Yazan:mustafa Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    elinize saglik.

    bu konuda derin dusunce yazarindan suat beyin bir yazisi vardi, “degisen dunyada feminizm” basligiyla. iki yazi birbirini tamamliyor:

    http://www.derindusunce.org/2007/06/25/degisen-dunyada-feminizm/

  7. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    Sayın eg ‘in dediği gibi bu yazı tam tekmil bir feminizm eleştirisi değil.. Monolitik olmamakla beraber cinsiyetçi bir savaş ideolojisi olan feminizmin ortak felsefi kabulleri olduğu da gerçek.

    Feminizm/ler , tüm tarihi bir erkek ve kadın savaşı ve mücadele alanı olarak görür. Tarih, en azından modern zamanlara kadar, “kadının adının olmadığı” bir ezilme ve yok sayılma tarihidir. Öyleyse çözüm; ataerkilliğin ördüğü bu lanetli tarihin ve onun içinde var olmuş örüntülerin dışına çıkmak ve geniş anlamda, egemenliği/erki elde etmektir. Zira aydınlanmış/aydınlanmacı muhayyile özgürlüğü erk ile beraber düşünür.

    Sonuçta feminizm de bir tahakküm ideolojisine dönüşür. Kadınları kötücül olan erillere karşı cepheye çağırır, lakin, ufku “hafıza” olan tarihin dışına çıkamaz ve onun içinde iş görür, muhalifinin konumuna yerleşir.

    Postmodernist feminizm de kadın/lığ/a dair konuştuğu sürece kendi kendini zaten imha eder. Zira postmodern bir söylemin üzerinde konuşacağı verili bir nesnesi/hakikati yoktur. O, gelip geçici bir şeye dair gelip geçici bir söylemdir, o kadar… Söylem tarihsellik içinde kendi kendini daima yok eder.

    Diğer bir noktada şu; bu yazıyı bir yerden durarak yazdım ve haliyle, sabiteleri olan ve bazı değerlere yaslanan bir yazının kolaylıkla muhafazakarlık ile tavsif edileceğinin peşinen farkındayım.

  8. Yazan:Devran Eroğul Tarih: Mar 10, 2009 | Reply

    Kadın cinsiyetine özgü vasıfların kapitalist ekonomi içinde dönüşüp erkekleşmesi ve bu dönüşümün eşitlik olarak içselleştirilmesi konusunda getirdiğiniz eleştiriyi genel olarak beğendim.

    Benim sorum kacakkova’ya ama kendisi cevaplamazsa Sever Işık belki beni bu konuda aydınlatır,bilmediğimden soruyorum.

    Bu sorun sadece “modernlikle sınırlandırılamayacak bir zemine sahipse” varoluşumuzla mı ilgili post-feminizm düşüncesi açısından ?

  9. Yazan:kacakkova Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    soruyu nasil cevaplasam bilemedim tam olarak, sadece postfeminizmlerin tek bir yorumu olmadigindan degil yalnizca, “varolusumuz” ile kastedileni anlamadigimdan…ama soru “tabiatimiz geregi mi?” diye soruyorsa post-feminizmlerin toplam yaniti hayir olacaktir….fakat “tabiatimiz”in belirli sekillerde “insa edilmisligi” fikrini elde tutarak kastedilen “varolusumuz”sa cevap evet olacaktir….belirli bir “heteroseksüel matris” var ve “cinsiyet” aslinda o matristen üretilen bir sey….elbette farkli zamanlarda cinsiyet ve cinsellik farkli sekillerde bicimlenmistir, fakat bu “matris” bugüne, yani modern zamanlara ait degildir….zeminden kastettigim de bir bakima burasidir….dolayisiyla bu tartismalarda benim sever isik”a itirazim, sorun olan seyin “modern kadin” degil bizzat “kadin” kategorisiyle kastedilen sey oldugudur….bu acidan mesela “geleneksel kadin”i özlemekte, “altincagda kadini özgürlestirmeyi” düslemekte sorunludur….feminizm bu yaniyla “kadin”in “cinsiyet esitligi” ve “cins özgürlügü”nü talep etmekten ibaret degildir….tamam feminist hareket bunlar üzerinden varolmustur, ama öyle olmasi da kacinilmazdir bir bakima….yine de hem teorik hem de politik olarak feminizmi bundan ibaret alamayiz….dolayisiyla feminizme toptan itiraz edilecekse bu farkli teorik-politik tartismalari görmezden gelerek yapilamaz bu….ne kadar derin celiskiler gösterilirse gösterilsin sonunda hesap görülememis olarak kalir…..uzun tartismalar, simdilik devam edemeyecegim, ama devran erogul’un sorusuna cevap olmak üzere judith butler’in “cinsiyet belasi”ni ve orada adi siklikla anilan witting’in kadin dogulmaz yazisini isaret edebilirim….butler’in bir sözü üzerine tartismalarda kismen ifade ettim düsüncelerimi…

  10. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    Sayın Devran Eroğul

    Öncelikle konuyu “Kadın cinsiyetine özgü vasıfların kapitalist ekonomi içinde dönüşüp erkekleşmesi ve bu dönüşümün eşitlik olarak içselleştirilmesi” olarak anlayıp özetlemenize sevindim, çünkü, anlatmak istediğim şey tam da bu idi.

    Konunun bağlamı modern/kapitalist bağlamdır. Mevcut “kadın sorununun ve algısı”nın modern bağlamımız dışında bir karşılığı yoktur. Geleneksel “bilgi sistemi”nde kadın/lık sorunu sorusu “sahte bir sorudur. Zira her “episteme”, diğer epistemenin olgularını aynısı ile yansıtmaz ve çarpıtır. Ve bizim modern veya geleneksel kavrayış biçimlerine bakışımız eleştireldir yani ne tümden onaylayıcı ne de retçidir.

    yukarıda söylediğim şeyler postmodernist bağlamın dışında yazılmış olmakla beraber bir kısım post feminizler içinde geçerlidir, en azından “ötekilik” kavramı ve ona iliştirilen değerlerin varlığı üzerinden… Postfeminist bağlam tümden yıkıcıdır ve yukarıdaki yorumumda buna dair birkaç şey söyledim zaten…

  11. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    Sayın kacakkova

    Eleştirileriniz yazımdakilerden farklı bir zeminden, postmodern zeminden, hareket ettiğinden ve bu konudaki görüşlerimizin ortak noktada buluşmasına imkan yok.

    Yazınızada bir çok niyet okuma var. Öncelikle ben tarihi, “kadının kölelik ve ezilmişlik tarihi” olarak görmediğimden kadını özgürleştirmek gibi derdim yok. Hem geleneğin hem de modernliğin epistelerine karşı tavrım eleştireldir. Bugüne tümden onaylamak ve geçmişi tümden silmek söz konusu olamaz ve tersi.

    “Bu tartışmalarda benim sever ışık”a itirazım, sorun olan şeyin “modern kadın” değil bizzat “kadın” kategorisiyle kastedilen şey olduğudur” diyorsunuz.

    Tarihin tüm içeriğini kurguya indirgeyen ve insan doğasını paranteze alan ve haliyle aslında “bir şey/ler” hakkındaki konuşmayı imkansız kılan genelde postmodern söylemin tümü, özelde feminist söylem tüm retoriğine rağmen bir “hiç/çi/likten” öteye geçemez ve hatta yer yer tam bir “şaklabanlığa” dönüşür. Tekkeden süt çıkarmaya çalışır; L. İrigaray’ın Nietzsche hakkındaki yorumları gibi..

    Modern feminizm öyle veya böyle “eşit ve özgür” kadın/lık ideali ile en azından “erkeğinkine paralel bir kadın dünyası tahayyül ediyordu.” Postfeminizm ise fallosentrik olarak algıladığı kültürü ve tarihi aşmak ve alternatif olmak için! Cixous’ta olduğu gibi işi “çiftcinsiyetlilik anlayışına, Kristeva’da ise, mevcut olmuş bir kategori olarak, kadın kategorisinin yadsınmasın varır; “kadının kendisi diye bir şey yoktur; o henüz oluşum sürecindedir.”
    Öyleyse “tarihte kadın üzerine” konuşulamaz. Çünkü o yoktur veya yeni var olmaya başlamıştır. İrigaray’a göre tüm ‘batı felsefesi erkeğin erkekle konuştuğu bir monologdur’.
    Mevcut “semiyolojik” ve “sembolik” varlığı, yani dil içindeki varlığı, ile kadın “erkeğin bilinçdışıdır.” Öyleyse erkeğin tahayyülü içindeki semiyolojik ve sembolik örüntülerce belirlenen bu “özsel kadın kategorisi” ret edilmelidir. Dil, yapısökümüne uğtatılmalı merkesizleştirlmelidir.
    J.Butler’ de Kristeva ile E. Levinasın ötekilik kavramı üzerinden düşünür, Öteki, eril olan, söylemin koşuludur ve bir dili üstlenmeden dil bize bir şeyler söyler, eril değerleri taşır öyleyse, bu dil yok edilmelidir. Ve onun taşıdığı şeyler…

    Çok uzatmaya gerek yok. Postmodern feminizm aslında modernliğin iç mantığındaki nihilizmin kadın cephesinden dışavurumudur. Ve vandalizmdir. Özgür, Postmodern kadını! tahayyül edin ne dediğimiz daha iyi anlaşılır.

  12. Yazan:kacakkova Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    sayin sever isik,

    yanlis elestirinin dogru yapilamayacagini söylemistim, bu nedenle daha fazla buradan ilerleyemeyiz….bu yazi cercevesinde neyi yanlis gördügümü söyledim, ama asil olarak elestirinizin önkabullerini ve dayanaklarini desmek gerek yol alabilmek icin….bu yapmaksa böyle bir yazi üzerinden hak degil….normalde benim icin diger seyler bir yana “insan dogasindan” söz etmeniz bile yeterdir böyle bir okumaya…paranteze almaktan kasit nedir bilmiyorum, ancak bu ifadenin herhangi bir sekilde dolasima girmesi, herhangi bir niyet okumasina gerek birakmaksizin, belirli bir pozisyonu gösterir zaten….belki baska zamanlarda acilacak ve üzerinde konusabilecegimiz seylerdir bunlar….postmodernizme ve modernizme elestirinizin yanlis oldugunu düsünüyorum kisacasi….bu iki basliga karsi elestirileriniz ortada ama bunlar degilde kanimca, asil olarak gelenekle ve geleneksel epistemeyle girdiginiz elestirel iliski anlama ve üzerinde tartisma imkani verecektir daha cok….fakat söylediklerinizin tümden yanlis seyler oldugunu söylemiyorum….son olarak beyan ettiginiz pozisyona göre, feminizmi, nihilizmi ve vandalizmi savunmak gerektigini söyleyecegim….elbette bunlarida ekleyip bir düzine epistemeye isaret ederek hepsine elestirel bir tavirla yaklastigimi söylebilirdim, ama postmodern zamanlarda “elestiri” de biliyorsunuz sinik bir sey…..

  1. 3 Trackback(s)

  2. Mar 13, 2009: çiçek açmış genç kızların gölgesinde « Mutlak Töz
  3. Mar 17, 2009: Serbest Yazarlar » Felsefe
  4. Mar 9, 2011: Yeni başlayanlar için “Müslüman” Marx : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin