Liberalizm İle Demokrasi Uyuşur Mu?
By eg on Mar 14, 2009 in Demokrasi, Liberalizm
Liberalizm ile demokrasi, günümüzde, birbirleriyle yakın ilişkide olan ve bu yüzden liberal olmayan bir demokrasinin mümkün olamayacağını imâ eden bir konumda algılanmaktadır. Hâlbuki bu yazıda belirli bazı argümanlarla desteklemeye çalışacağımız gibi, liberalizm ile demokrasi birbirini “iten” mâhiyettedirler.
Liberalizmin, kendi içinde yoğun farklılıklar içerse de, temel izleklerini felsefi, ekonomik ve siyasal olarak incelemek konunun açıklanması için gereklidir.
İlk olarak liberal birey kavramının ne olduğu üzerine kısaca düşünmek yararlı olacaktır.
Liberalizme yapılan en önemli ve “haklı” eleştirilerden birisi liberalizmin soyut bir birey kavramı üzerine inşa edilmesidir. Birey, kendi çıkarları, istekleri, ihtiyaç ve amaçlarıyla, kendisini çevreleyen toplum ve devlete ancak bu isteklerinin gerçekleşeceği düzenlemeler anlamında ihtiyaç duyar. Yani liberal birey, başka bireylerle iletişim kurması zorunlu olmayan bir bireydir ve toplum içinde milyonlarca Robinson Cruso gibidirler. Bu anlamda bireyler toplumsal bağlamından kopuk ve bağımsız olarak ele alınırlar. Bireyin “soyut” olarak kavranması Hobbes’tan Kant’a kadar bütün doğal hukuk kuramcılarının “grup yetkesinin nihaî ve tek kaynağı bireyin daha önceki egemenliğidir ve topluluk tekil kişilerin istenç ve güçlerinin – ister sıkı ister gevşek olsun – birliğidir;yalnızca bir toplamıdır. (Lukes)” tezlerinde anlam kazanmaktadır. Bu düşünürlere göre toplumsal yaşamın amacı tek tek bireylerin hedeflerine ulaşabileceği bir ortam sağlamaktan ibarettir.
Soyut birey kavramı büyük oranda Hobbes’un “Leviathan”ında kaynağını bulur. Hobbes’a göre, toplum “sanki mantar gibi aniden topraktan çıkıyormuşcasına birbirleriyle hiç sürtüşmeksizin tamamen olgunlaşan insanların gereksinimlerini (hayatta kalmak ve güvenlik başta ) karşılamak üzere yapılmış yapay bir aygıttır. (Hobbes)”
Bu soyut birey kavrayışı kendisini siyasal alanda bir anlayış olarak dayattığında liberalizmin birey anlayışının temel çerçevesi ortaya çıkar. Buna göre yurttaşlar “bağımsız bilinç merkezleri” gibidirler. Kendi ihtiyaçlarının, isteklerinin ve amaçlarının en iyi karar vericisi olan bu bireyler, bağımsız ussal varlıklardır. İhtiyaçların, istek ve amaçların belirlenmesinde topluma ve diğer bireylere ihtiyaç duymazlar. Bu tür bir bireyciliğin siyasal alana aktarılması ise yurttaşların “rıza”sına dayanan ve yetkisini bu rızadan alan bir siyasi mekanizma olarak karşılık görür. “Rıza”ya dayanan toplumsal sözleşme Hobbes, Locke ve Rousseau’da kaynak bulur ve Aydınlanma düşüncesinde en açık ifadesine kavuşur.
Hobbes, bu sözleşmeyi, kendi çıkarları peşinde koşan bencil bireylerin (insan insanın kurdudur) doğal durumun tehlikeli ortamından güvenli bir ortama kavuşabilme amacının ifadesi olarak kurar. Locke’de bu sözleşme daha çok mülk sahibi olanların kendi arasında yaptığı sözleşme olarak görünürlük kazanır.
Son yüzyılın liberallerinin de bu tür bir sözleşmeyi serbest seçimlerde oy vermekten ibaret bir mekanizma olarak düşündüklerini söylemeliyiz. Siyasi bireyciliğin bu liberal anlamı kendisini faydacılıkta işlevselleştirmiştir. “Görünmez el” ekonomik alanda olduğu gibi siyasi alanda da en verimli mekanizmadır onlara göre. Siyasi sistem de bu yüzden en az yöneten sistem olmalıdır (Jefferson). Locke’ci liberalizm, siyasete, yurttaşların yaşamının, özgürlük ve mülklerinin – en çok da mülklerinin – koruyucusu olarak bir görev biçerken; yararcılar siyasete, bireylerin rekabeti içinde her birey kendi çıkarının peşinde koşarken bu rekabetçi alanın bir hakemi ya da “gece bekçisi” işlevi biçerler.
Soyut bireyciliğin ekonomik sahadaki yansıması ise iktisadi bireyciliktir. Adam Smith kendi döneminde, devletin ekonomik etkinliğe getirdiği hükümet kısıtlamalarına karşı olsa da ilke olarak devletin ekonomik alana müdahelesine karşı değildi. Klasik dönem liberalleri devletin müdahelesine pratik olarak karşı olsalar da iktisadi bireyciliğin tam ve eksiksiz bir savunusunu yapmıyorlardı. Günümüzde ise iktisadi bireyciliğin en sistemli savunuları kendi aralarında da belirgin farkları olmakla birlikte Mises, Friedman ve Hayek’te bulunabilir (O’Neill). Onlara göre piyasaya (yani iktisadi sistemin kendiliğinden oluşan hâline ) müdahele edilmemeliydi. Argümanları ise hiçbir planlamanın piyasanın mekanizmasını tümüyle anlayabilecek bir bilgi ile donatılmış olmadığıydı. Müdahele edilmeyen piyasa ise bireylerin ihtiyaç, hak ve özgürlüklerinin en iyi karşılık bulabileceği optimum noktayı imâ ediyordur. Her ne kadar 20.yy’da refah liberalizmi savunucularının yanında azınlıkta kalsa da bu neo-klasik anlayışın yükselmekte olduğunu söyleyebiliriz. “Laisses-faire” anlayışının bir yansıması olarak ifade edilebilecek olan iktisadi bireyciliğin savunucularından Avusturya Okulu’nun önemli ekonomi düşünürlerinden olan Hayek, ekonomik planlamanın iptal edilmesinin, sendikaların güçlerinin önünün alınmasının, artan vergilendirmenin durdurulmasının, mülk edinmenin, devletin eğitime desteğinin kesilmesinin, yüksek öğretime giriş için zenginlik ölçütünün yeniden düzenlenmesinin avukatlığını yapar. (Bowles)
Bu bireycilik anlayışının sonuçlarından olan bencil, atomize birey ve laisses-faire anlayışı liberal düşüncenin en önemli savunularından olan özgürlük ve haklar anlayışını soyut düzlemde kalmaya mahkum etmekte, bu özgürlüklerin somut düzlemde hayat bulmasına engel olmaktadır. Bu tartışma, karşılığını liberal anlayışın kendi içinde de kırılmalar yaşadığı iki ayrı özgürlük anlayışında buldu. “Negatif özgürlük” anlayışı, devletin müdahele etmesine karşı olan özgürlük anlayışıdır. Buna göre insanların verili hakları ve özgürlükleri vardır; devletin bunlara müdahele etmesinin yasaklanması ve anayasal bir hukuk devleti kavrayışı bu hakların ve özgürlüklerin gerçekleşmesi için yeterlidir. Hâlbuki pozitif özgürlük anlayışı, bu özgürlüklerin sadece dillendirilmesinin ve bu konudaki devlet engellerinin kaldırılmasının yeterli olmadığını, çünkü gerçek hayatta bu özgürlüklerin gerçekleşmesinin önünde devlet harici birçok başka engeller olduğunu öne sürer. Bu açıdan devletin, bireylerin kendi potansiyellerini gerçekleştirmek ve özgürlüklerini korumak anlamında aktif bir rol alacağı pozitif özgürlük anlayışı hayat buldu. Green, Hobhouse, Hobson,Rawls gibi siyasi düşünürler bu anlayışın en önde gelen savunucularıydılar. (Örs)
Green, bir insanın sadece bir hakka ve özgürlüğe sahip olmasının yetmediğini, bunu yerine getirme hakkının da olması gerektiğini söyleyerek, devlete bu konuda düzenleyici görev verir. Örneğin, bir insanın soyut olarak bir takım özgürlüklere sahip olması, bunları ortaya koyup kendini gerçekleştirebileceği somut ortamı sağlamayabilir. Fakir bir aileden doğmuş bir çocuğun hayatında hak ve özgürlüklerin değerini bulma şansı ile zengin bir aileden gelenin aynı olmayacağı gerçeğinden yola çıkarak pozitif bir özgürlük anlayışı devlete bu hak ve özgürlüklerin gerçek hayatta da yer bulabilmesi için kimi görevler biçer. Sosyal yardım, bedava eğitim, cinsiyetçi ayrımlar için pozitif düzenlemeler yapmak vesaire….
Klasik liberal anlayışın bireycilik anlayışına eleştiri getiren Macpherson ise, liberalizmin kökeninin “sahiplenici bireycilikte” olduğunu, sahiplenici bireycilik ile demokrasinin bir arada olamayacağını iddia eder. Ona göre liberal demokrasi, liberal bileşeninin demokrasi bileşenini sürekli ittiği bir kavram olduğu için tutarsızdır. Hobbes’un, Hume’nin ve Smith’in birey anlayışları Macpherson’a göre sahiplenici bireyciliktir ve bu birey anlayışı, “kendisinin ve kapasitelerinin asıl sahibi olan ve bu anlamda topluma veya başkalarına hiçbir şey borçlu olmayan” daha önce anlattığımız “açgözlü” soyut bir siyasi, iktisadi bireye denk gelir.
Liberalizmin siyasi alanla ilgili anlayışında diyalojik yansızlık ilkesi önemli bir ilkedir. (Benhabib, O’Neill) Bu ilkeye göre, devlet, farklı “iyi” yaşam anlayışları arasında seçim yapmaz ve tarafsızdır. Bu anlayış modern hukuk sistemlerinde karşılığını bulur. Ancak bu yansızlık ilkesi gerçek politik süreçlerdeki iktidar mücadelelerinin dinamiğine uygulanamayacak denli kısıtlayıcıdır. Bu diyalojik yansızlık ilkesinden hareket eden bir hayat, yalnızca politik yaşamın tartışmacı boyutundan mahrum olmakla kalmaz, hatta baskı altında ezilen grupların aleyhine yürüyecek bir sürece de öncülük edecektir. (Benhabib) Bu anlayışın, toplumsal bir ahlakın oluşmasında bir katkısının olmayacağını da düşünebiliriz. Benhabib’in söylediği gibi bu tür bir tarafsızlık anlayışı için Henry Miller ile Hustler dergisinin, ya da çocuk pornosunun hiçbir farkı yoktur. Çünkü soyut tarafsızlık, somut hayatta çok ciddi sorunların üzerini örtmeye gebedir. Liberalizm aslında tam da bu duvarları inşa eden bir işlev görür.
Liberalizmin haklar eksenindeki tutumu görünürde doğru bir tavır gibi görünse de kendi tutarlılığını zedeleyen bir durumu imâ eder. Çünkü liberalizm politik eşitliği bir biçimde kapsasa bile öte yandan servet sahiplerinin muazzam boyutlara varan gücünü eleştirilerden korumaktadır. Çünkü liberal bireycilik ve özel alan – kamusal alan ayrımı ekonomiyi ve ekonomik kurumları demokratik eleştiriden muaf tutarak devasa eşitsizliklerin üstünü örter. Bu açıdan liberal bir piyasa anlayışının ve buna bağlı bir ekonomik anlayışın politik eleştirisi yapılamazsa liberalizmin yarattığı sorunların farkına varma imkânımız da kalmaz.
Liberal demokrasinin kapitalizmden ayrı düşünülemeyeceğini anlamak konuyu analiz edebilmek için çok önemli bir giriş olacaktır. Çünkü liberal haklar öğretisi, bu hakların ve özgürlüklerin liberal piyasa ve mülkiyet hakları ile birlikte çok keskin çelişkiler oluşturmaktadır (Bowles).
Liberal düşünce, ekonomiye ve bu ekonominin serbest bir şekilde yürüyeceği piyasaya çok büyük önem vermektedir. Piyasa, sadece ekonomik aktörlerin mübadele mekanizması olarak değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin de yürüdüğü bir sözleşme alanı olarak işlev görür. Ancak bu alan diyalogdan ziyade, diyalogsuzluk üzerine; bilgi paylaşım mekanizmalarından ziyade bilginin saklandığı ve iktidar nesnesi metâ haline getirildiği bir durumu imâ eder. Devleti bu piyasa anlayışına müdahele etmemesi gereken, sadece güvenlik gibi belirli görevleri yerine getiren minimal bir siyasi mekanizma olarak algılayan liberalizm, hem ekonomiyi tarif ettiği bireysel alanın içinde tutarak onu demokratik eleştirilerden muaf hale getirir, hem de toplumdaki iktidar kurgusunu sadece devlet iktidarına indirgeyerek modern iktidar örüntülerini algılamaktan aciz bir yapı arz eder.
Halbuki modern toplumlarda iktidar, Foucault’un çok önemli analizlerinde dile getirdiği gibi çok yönlü bir yapı arz eder. Devlet iktidarı modern toplumlarda çok önemli değildir. Halbuki toplumsal ilişkilerin türlü biçimlerinde gerçekleşen iktidar alanları çok yönlü mahiyettedir. Okullar, üniversiteler, ekonomik kurumlar, şirketler, ataerkil aile gibi birçok birim, bir bireyin hayatında devletin olduğunda çok daha yoğun güç uygulayan merkezi belli olmayan bir iktidar alanını tarif ederler. Liberalizm ise bu alanların hepsini görmezlikten gelerek, hatta toplumsal alanı tarif ettiği biçimiyle bu iktidar alanlarının üstünü örterek onların iktidarlarına sonsuz bir alan açmaktadır. Devletin iktidarından kurtulan bireyin iktidardan kurtulup özgürleşeceğini düşünmesi liberalizmin toplum analizinde en fazla yanıldığı alanlardan birisini oluşturur.
Toplumsal yapıyı ikiye bölen, kamusal alan ve özel alan olarak iki ayrı alan yaratan liberal düşünce; bu yarattığı alanların içerisine de duvarlar örer. Bireysel alan olarak addettiği özel alana ekonomiyi de dahil ederek ekonominin politik bir demokratik eleştirisini engeller. Halbuki ekonominin ve piyasanın politik bir analizi yapılamadan liberalizmin çelişkileri de anlaşılamaz.
“Demokrasi ve Kapitalizm” kitabının yazarı Samuel Bowles liberalizmin özel ve kamusal alan ayrımının çelişkili yapısını şu şekilde ifade eder: ” Liberalizm, temel politik ilkeleri kendi söylemsel kuralları çerçevesinde birleştirir; bunu yalnızca suskunluğuyla değil, aynı zamanda ikinci bir yolla, yani özgürlük, eşitlik ve demokrasiyle ilgili temel terimlerinin uygulama alanını keyfî biçimde sınırlayarak da yapar. Toplumsal yaşamın belirli bir kuramsal temsilinden önce, toplumsal uzam liberallerce bu biçimlerde bölünmüştür. (Bowles)” Yani liberalizm Michael Walzer’in söylediği gibi bir duvarlar dünyasıdır ve her duvar yeni bir özgürlük alanı yaratır. (Walzer)
Kapitalist toplum, kişi özgürlüğünün kullanılmasında ve iktidarın kullanılmasının toplumsal düzlemde hesap verme yükümlülüğüyle birlikte yürümesi anlamında, demokratik olarak tanımlanamaz (Bowles). Çünkü kapitalist toplumlar mülkiyet hakkı temelinde ekonomik ayrıcalıkların ön planda olmasıyla karakterize edilirken, demokratik toplum yapısı kişi haklarının kullanılması temelinde ortaya çıkan özgürlüğe ve demokratik hesap verme yükümlülüğüne öncelik verilmesinde ısrar etmektedir (Bowles). Ekonomik özgürlükleri ve sınırsız mülkiyet hakkı neticesinde büyük çokuluslu şirketlerde çalışan tek tek fertleri düşünelim. Bu kişilerin hayatlarının çoğu alanını bire bir etkileyen kararların mekanizmasında demokrasi namına hiçbir şeyin olmaması, ekonomik piyasanın özerkliği manasında hiçbir denetleyici demokratik mekanizmanın olmaması bu bireyler için verildiği söylenen özgürlüklerin tamamen kağıt üstünde kalması demektir. Eğer bugünkü kapitalist sistemi tarif edeceksek gördüğümüz manzara maalesef bundan ibarettir.
Demokratik kurumlar bu anlamda kapitalizm (ya da liberal demokrasiler) nezdinde basit süsler olmaktan öteye gidemezler. Çünkü kapitalist toplumlarda iktidarın asıl yürüdüğü ve özgürlükleri de hakları da asıl kısıtlayan yerlerin – ekonomik kurumlar, ordu, polis kurumu, okul, fabrika ,şirket vesaire…) demokrasi ile ilgisi yoktur. Demokratik yapısı temsili hükümete indirgenmiş olan liberal siyasi yapı da, toplumdaki tahakkümün asıl temelini oluşturan diğer iktidar yapılarını gizleme görevi görür.
Liberalizm elbette, özgürlükleri amaç edinen hareketlere esin kaynağı olmuştur. Ancak son 40-50 yılda liberal düşünce üçüncü dünya ülkelerindeki sömürünün haklandırıcısı olan küresel ekonomik ayrıcalıkların ve diktatörlüklerin bir haklandırıcısı gibi işlev görmektedir. Hayek’in “Bir diktatörün ülkesini liberal bir biçimde yönetmesi mümkündür. Demokratik bir yönetimin liberalizme en ufak bir hayat hakkı tanımaması da mümkündür. Benim tercihim, liberalizme hiç yer vermeyen bir demokratik hükümettense, liberal bir diktatörden yanadır. (Hayek röportajından- Şili 1982)” sözü bu anlamda manidardır.
Özgürlükler ve haklar alanının genişlemesiyle birlikte mülkiyet hakkı alanının genişlemesi liberal düşüncenin ekonomik biçimindeki en büyük çelişkilerden birisidir. Mülkiyetin egemenlik alanı, modern çağda dünya pazarlarının, modern mali kurumların ve sınırlı-sorumlu şirketlerin gelişmesiyle birlikte artmıştır. Bunun en dramatik somut örneği, milyonlarca kişinin yaşamını denetleyen, soğukkanlılıkla gözünü hep daha fazla kâr etmeye dikmiş çokuluslu şirketlerdir(Bowles).
Liberal düşünce çok büyük çeşitlilik arz etse de öne çıkan taraflarından bir tanesi, sömürü ve cemaat sorunlarında suskun kalmasıdır. Örneğin bugün tüm dünyada sömürünün en büyük faktörlerinden olan modern şirket, neo-klasik ekonomide bir birey gibi görünüp bireyin hakları ile donanmakta, bu yüzden de politik söylemde “özel” alana dahil edilmektedir. Dolayısıyla modern şirketin toplumsal iktidar yapılarındaki devasa gücü görmezden gelinip, demokratik denetimden muaf tutulmaktadır. Geleneksel cemaat yapılarının bir şekilde birleştirici etki gördüğü ya da otoriteye imkân verdiği bir dünyadan, bu yapıların tümünün yıkıldığı bir dünyaya geçildiğinde liberal düşünce bu yapıların yerine yenileririni ikâme etmek gereğini duydu. Çünkü kendi çıkarları peşinde koşan atomize bireylerin olduğu bir ortamda liberal mülkiyet haklarının yaratması muhtemel çatışmaların engellenmesi için bir birleştirici unsura ve liberal değerleri koruyan devlete ihtiyaç vardı.
Toplumsal alanı iki ayrı alana; özel ve kamusal alana bölen liberalizm, kamusal alanın devlete, özel alanı ise birey, aile ve ekonomik alana tahsis eder. Bireyler de böylece ikiye bölünür: liberal düşüncenin bireyine uygun ussal liberal birey ve yeteneksizlik, çeşitli türde özürler ve ayrıcalıklar ya da vatandaşlık dışı olarak tanımlanan diğer bireyler. İkinci tip bireyin liberal anlayışın bireysel haklarına sahip olma konusunda pek imkânları da yoktur bu anlamda. Avrupa’da ve ABD’de lâik bir yaşam biçimine sahip olmayanların (özellikle Müslümanlar) uğradıkları ayrımcılık ve gettolaştırma bu anlamda şaşırtıcı değil liberal demokrasinin doğal sonucu olarak görülmelidir. Gettolaştırılan birey veya cemaat yapıları “öğrenmesi gereken” ve bu anlamda ussal davranmayan “geri” cemaatler olarak dışlanırlar ve liberal birey haklarından yeterli pay alamazlar.
Bowles’in yukarıda sözü edilen kitabında söylediği gibi; liberalizmin ördüğü duvarlar, özgürlükleri yaratmaktan öte bir şey yaparlar; tahakküm kalelerini gözlerden saklamaya ve korumaya yararlar. Özgürlük terimi kullanım biçimlerine göre rasyonel failler (seçenler) için kullanılır, ancak diğerleri (öğrenenler) için kullanılmaz. Demokrasinin normları da sadece kamusal alanda seçenlerin eylemleri için geçerlilik taşır. Demokrasi, algılanan ihtiyaçların karşılanmasını kolaylaştırırır ve ekonomik gücün kullanılmasına karışması görece mümkün olmayan bir alanla(devlet) halkın iktidarının sağlamlaştırılması açısından yetersiz kalan biçimiyle (temsili hükümet) sınırlıdır (Bowles). Bu açıdan liberaller çoğunlukla katılımcı bir demokrasinin liberal haklar açısından tehlikel oluşturabileceği yönünde fikirler sarfederler (Friedman, Hayek vs.)
Liberal düşüncenin sorunlarından bir başkası da, insanların hayatının, haklarının ve özgürlüklerin her seferinde yeniden belirlenmesi yönünde etkili bir ilişkide olduğu “eylem” ile tercihlerin oluşması arasındaki ilişkiyi çözümleyememesidir. İktidarın yapısını çözümleyemeyen liberalizm, eylemin insan tercihleri ile çift taraflı ilişkisini de anlayabilmiş görünmemektedir. Yani tercihler belirli bir toplumsallık içinde her an yeniden yeniden şekillenen sonsuz bir çeşitlilik ve değişim arz ederler. Liberal düşünce ise bunu her daim verili bir şey olarak algıladığı için toplumdaki yeni iktidar yapılarını ve o yapıların belirlediği eylem biçimlerini anlayamaz.
Son tahlilde toplumsal yapıda, liberal haklarla kapitalist üretimin yapısı birbiriyle aşılamayan bir çelişki içinde ilişkidedirler. Kapitalist firmanın devamlı kâr peşinde koşması piyasanın birikimin el atmadığı çok az hayat alanı bırakmıştır. Bu da giderek toplumsal hayatı kurduğu iktidar ile kontrol altına alan ama kendisi kontrol edilemeyen bir yapının oluşması demektir. Bilgi de piyasa anlayışı içinde metalaşır ve iktidarın bir nesnesi hâline döner. Üniversiteler ve bilgi üreten diğer kurumlar bilginin yaygınlaşıp insan yararına kullanılması gereğinin yerleri değil, vahşi bir rekabetin merkezleri hâline dönerek yeni iktidar yapılarının oluşmasına yol açarlar. Bu anlamda, toplumda piyasanın ve ekonomik anlayışın şekillendirmediği ve bu yüzden de şirketlerin egemenliği altında olmayan hiçbir alan kalmaz. Devlet bile bu iktidar alanları açısından son derece basit bir işlevin mekanizması haline dönüşür (çokuluslu şirketlerin gücü karşısında önemini yitiren ulus devletler ve şirketlerin çıkarları için dünya savaşlarının ve işgallerin olması gibi…)
Üretimin rekabet içindeki zorunlulukları düşük maliyetli üretimi zorunlu hale getirmiş. Bu da kapitalist sistemin tek tek üyelerini disipline etmiş, böylece bazı üretim biçimlerini, bazı aile yapılarını ve toplumsal yenilikleri destekleyip bazılarını da ortadan kaldırmıştır. Toplumsal evrimin bu şekildeki liberal demokratik kapitalist yönelimi Darwinci bir doğal ayıklanmaya işaret eder (Bowles).
Liberallerin devletle ilişkileri, laisses-faire savunucularında dahi, devlet iktidarının “onun iktidarının azaltılması için dahi olsa” ele geçirilmesi amacını güder. Devletle ilişkisinde de çelişkili bir yapı söz konusudur liberalizmin. Geleneksel devlet yapıları çöktüğü için liberal devlet yapısında, halkın birbirine bağlanabileceği ahlâki bir çimento oluşturulması farklı bir tür dinin oluşturulmasını zorunlu hale getirir. Bu da liberal yurttaşlıkta kendisini ifade eder. Genel oy ve askerlik bu yurttaşlık bilincinin en önemli unsurları olarak dikkat çeker. Buradan da liberalizmin kendisiyle bir başka çelişkisi ortaya çıkıyor. Devlete karşıymış gibi görünürken, onun, liberal hakları ve mülkiyeti savunan ve yurttaşları bağlayıcı bir metafizik anlam katılmış versiyonunu yaratıyor liberalizm .
Kaynaklar:
Bireycilik – Steven Lukes
Demokrasi ve Kapitalizm – Samuel Bowles, Herbert Gintis
Piyasa – John O’Neill
Modernizm, Evrensellik ve Birey – Şeyla Benhabib
Liberalizmden Sonra – Immanuel Wallerstein
Leviathan – Hobbes
19.Yüzyıldan 20.Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler – Derleyen: Birsen Örs
Doğu Batı Dergisi – İdeolojiler Özel Sayıları 4 Cilt
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
6 Yorum
Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Mar 15, 2009 | Reply
Kemalist Dikta altinda yasiyoruz. Tam demokrasi yok onun icin Liberalizm hic yok. Liberalizm fikirleri hür olan bir toplumda yasar.
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Enver Bey
Kitap gibi, çok istifade edeceğim, cesurca bir yazı olmuş. Zihninize, ellerinize ve emeğinize sağlık…
muhabbetle
Yazan:eg Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
mehmet bey,
liberalizm konusunda “şimdilik” durduğum yer budur. ancak liberallerle bu ülkedeki çoğu problem konusunda anlaşıyoruz. bizimki biraz teorinin üzerinde durmak gibi oluyor. yoksa mesela son 2 yıldaki darbe girişimleri vesaire..hemen her konuda liberallerle ortak hareket ettik. demokratlığa gelince çoğu liberalin kendisine demokrat diyen solculardan çok daha demokrat olduğunu söyleyebilirim. yani bu yazı teorik bir yazıdır, yoksa pratikteki liberal arkadaşlarla çoğu konuda anlaşıyoruz da. hatta alper akalın ve alper ecer kardeşlerimle yaptığımız tartışmada (suat hocamı saymıyorum çünkü benim için zaten her şekilde çok değerli bir insan ve fikirlerinin çoğuna ‘işte ben de bunu böyle aktarmak isterdim ama aktaramadım’ dediğim bir insandır) olay biraz sertleşti ama mesela alper ecer’in yazdıklarından çok faydalanır ve takdir ederim. o yüzden o tartışma biraz sertleşti yüzyüze bakılmadığı için. kendi şahsıma o tartışmada benim kusurum olan şeylerden dolayı o kardeşlerimden özür dilemeyi borç bilirim…
Yazan:TSD Tarih: Mar 17, 2009 | Reply
Hocam teşekkür ederim hem yazı hem de hakkımdaki güzel sözlerin için. Bilmukabele.
Aslına yazmak istediklerim vardı ama şu darwin tartışmaları yordu çok, sinirlerimi zıplattılar, bu önemli konu arada kaynadı.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Mar 31, 2009 | Reply
Enver bey,
Makalenizi tesedüfen farketim.Genelde DD’de yayımlanan hiçbir makaleyi kaçırmam.Zannedersem bilgisyarımın arıza yapması ya da uzun süre evden ayrı kaldığım bir nedenden dolayı farketetmemişim.Demekki arada bir geçmiş yazı ve makaleleri taramakta fayda oluyor.
Ancak,liberalizm üzerine toparlayıcı ve bir o kadar da aydınlatıcı bir yazı olmuş ki,Mehmet beyin yerinde belirlemesiyle gerçekten tam da kitap gibi olmuş.Elinize ve yüreğinize sağlık her şeyden önce.
Şunu da eklemeliyim ki böyle dolu dolu okunası bir makaleyi(geçerli mazaretim olsa bile)atlamış olmaktan mahcubiyet duymaktayım.
Hele ki liberalizm tartışmalarının alevlendiği bu günlerde inanıyorum ki tartışmaya derin bir boyut katacak ve zenginleştirecektir.Ve inanın hayek rumuzlu katılımcı arkadaşımızla giriştiğim tartışmada kaynak olarak gösterilmeye değer.Bu kadar net ve açıklayıcı bilgi varken denetimi elden bırakarak demogojik bir havaya kapıldığım için hayıflandığımı da belirtmeliyim.Zira fazla söze gerek bırakmadan her satırından istifade edilerek daha verimli bir tartışma yapılabilirdi.
Ayrıca yorum bölümündeki mütevazılığı elden bırakmayışınız ve bir özeleştiriyle taçlandırmanız da takdire değer.
Biz okurlarla bu engin birikiminizi paylaştığınız ve emekleriniz için teşekkür ediyor,sevgilerimi iletiyorum.
Yazan:eg Tarih: Mar 31, 2009 | Reply
estagfirullah aziz bey,
iltifat etmişsiniz. ben sadece okuduklarımdan şimdlik geldiğim noktayı anlatabilmek istedim. çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için.