Kapitalizm sosyal adalet getirir
By Emre Er on Mar 16, 2009 in Adalet, Devletçilik, Ekonomi, Liberalizm, Modernleşme, Sosyal Devlet, Sosyalizm
Kapitalizm modern üretimin bir yöntemidir. Bu yazı modern üretimi, kapitalist yöntemi, kapitalist süreçleri açıklayacak ve bu çerçevede, kapitalizmin krizlerine ışık tutacak. Umuyorum ki bu yazıyla birlikte içinde bulunduğumuz küresel krizi daha iyi anlayabileceğiz. Sistemik krizin kaynağına indiğimizde, kapitalizmin sonu geldi mi, gelir mi, gelecek mi, bu soruların da cevaplarını verebileceğiz. Kapitalizm gerçekten krize girdiğinde gelir dağılımı uçurumunun kapanacağını, sosyal adaletin gerçekleşeceğini açıklayacağız.
Kapitalizmi modern üretim yöntemi olarak tanımlıyorsak öncelikle modern üretimi açıklayarak başlamak gerekir.
Teknoloji. Modern üretim “teknoloji” ile başladı. Böylece üretim araçları değişti. Ama bu değişim gerçekleşip son bulmadı, hala devam ediyor. Çünkü teknoloji doğası gereği sürekli değişme halindedir. Bu nedenle “modern”in anlamında bir durağanlık söz konusu değildir. Teknolojinin değiştirdiği araçlar ile üretim yapıldığı sürece “modern üretim” yapıyor olacağız.
Makineleşme. Teknolojik gelişme makinelerde vücut buldu. Ekonomideki çağı atlatan makinelerdir. Bir adım daha ileri gidersek onların belli bir ürünü üretmek için bir araya geldikleri fabrikalardır. Makinenin üretime girmesi eski üretim araçlarının ortadan kalkmasına yol açtı.
Daha ucuz daha kaliteli. Makinenin ürettiği ile atölye üretimi arasındaki fark neydi? Kısaca kalite ve fiyat diye tanımlayabiliriz. Bu nedenle atölyeler fabrikalar karşısında kaybetti.
Ölçek ekonomisi. Makinenin üretiminin ucuz olmasının bir nedeni teknoloji iken bir başka nedeni de ölçek ekonomisidir. Fabrika seri üretim yaptığı için hammaddeyi çok yüksek miktarlarda temin eder. Hammadde tedarikçisi bütün ürünü bir anda satabileceği için ek pazarlama, yönetim ve ulaşım masraflarından kurtulacaktır. Böylece fabrikanın girdi maliyetleri düşer.
Uzmanlaşma. Fabrika sadece atölyelerin pastasını ele geçirmedi; aynı zamanda pazarı da büyüttü. Feodal dönemde her köylü birçok ihtiyacını kendisi karşılarken fabrika artık kişinin kendisinin ürettiğinden de daha ucuza mal edebiliyordu. Mesela kazak örmek için alınan ip, hazır kazaktan daha pahalı hale gelmişti. Mesela tavuk yetiştirmenin maliyeti hazır tavuk almaktan daha yüksektir. Böylece kişi uzmanı olduğu işin dışında üretimden elini git gide çekmeye başladı.
Bireyin geliri arttıkça uzmanlaşma sadece mal değil hizmetler bazında da ortaya çıkar. Bu durumu en çok gıda sektöründe gözlemleriz. Kişi geliri arttıkça evde daha az yemek yapar, eve yemek siparişi vermeye başlar.
Ticaret. Üretimde uzmanlaşma ticaret hacmini hızla artırdı. Kişi yaptığı iş karşılığında aldığı para ile diğer bütün ihtiyaçlarını gidermek zorundaydı. Böylece paranın önemi çok arttı.
Modern öncesi üretimde kapitalist bir anlayışa rastlamak mümkün değildir; çünkü daha fazla kazanmak mümkün değildir. Feodalitede üretim temel olarak tarım ve hayvancılık ile gerçekleştirilir. Toprağın altında ve üstündeki her şeyin sahibi beydir. Bu kendi kendine yeten ekonomik sistemde derebeyi, her türlü ihtiyacı karşılayacak üretimi köylülerine yaptırır. Tarımsal ve hayvansal ürünler her derebeylik tarafından üretilebildiği için ticarete gerek duyulmaz. Böylece sistem ihtiyaçtan fazlasını üretmez.
İhtiyaç fazlası üretim. Kapitalizm ihtiyaç fazlası üretimle ortaya çıkar. Yani modern üretimle ortaya çıkar. Çünkü ihtiyaç fazlası üretimi yaratan ve ticareti geliştiren yukarıdan tanımladığımız modern üretim süreçleridir.
İhtiyaç fazlasını üretmek ve bunu satmak para kazanmak, zengin olmak demektir. Bu nedenle üretim araçları satın alabilen kişiler, “kapitalistler” üretimlerini sürekli arttırma yoluna giderler.
Biriktirme. Kapitalist sistem biriktirme üzerine kuruludur. Kapitalist elindeki parayı üretime yatırır. Üretimden elde edilen karın bir kısmını kendi ihtiyaçları için harcar, diğer bir kısmı ise tekrar üretime aktarır. Böylece üretime aktarılan para sürekli artar. Biriktirme işlevini devlet yaparsa ekonomik sistemi sosyalist olarak, birey yaparsa liberal olarak tanımlarız. Ancak her ikisinde de modern üretimin yöntemi “kapitalist”tir. Devlet de aynı birey gibi kazandığı paranın bir kısmını ihtiyaçları için kullanır, diğer bir kısmını ise üretime tekrar geri döndürür.
Kapitalist mekanizma. Ekonomi kapitalist yöntemle yaratılan karın şu süreçlere dönüşmesiyle modernleşir: kar-yatırım-üretim-istihdam. Bir ekonominin modernleşmesi demek iş gücünün tamamının modern üretim araçları ile üretim yapan tesislerde çalışması demektir.
Feodal dönemde ekonomisi tarıma dayanan ülkelerde iş gücünün büyük bölümü tarımda çalışır. Tarımda modern üretim araçları kullanıldığında, tarımda çalışan nüfus toplam istihdamın %5’ine geriler. Sayısal olarak ekonomik modernleşmenin gerçekleşmesi bu %5’e ulaşmak ile mümkündür. Tabii tarımda çalışan insanları şehirlerde sanayi ve hizmetler sektörlerinde istihdam edebilmek için modern üretimin hızla gelişmesi gerekir. İşte bu gelişmenin ne kadar hızlı olacağı temel olarak “kapitalist mekanizma”ya bağlıdır. Üretimden elde edilen kar ne kadar yüksek olursa yatırım, üretim ve istihdam da o kadar yüksek olacaktır.
Kapitalizmin süreçleri. Dünyanın herhangi bir yerinde bir ülke, ekonomisini modernleştirme yoluna giderse benimsediği ekonomi sistemi ne olursa olsun kapitalist mekanizmayı çalıştırır. Mekanizmanın çalışmaya başlamasıyla birlikte kapitalist süreçlere girilir.
a. İşsizlik patlaması. Modern ekonomi teknoloji-makineleşme ile başlar, böylece verimliliği artırır. Verimlilik insan emeğinin yerini makine aldığı için artar. Bu nedenle modern ekonomiye geçişin en başında işsizlik bir anda çok fazla artar. İş gücü arzı çok yüksek, istihdam ise dar olduğu için iş gücünün maliyeti çok düşer. Kapitalist mekanizmanın birinci ayağı olan kar böylece çok yüksek düzeyde gerçekleşir. Kapitalist elde ettiği karı yatırıma dönüştürerek istihdamı hızla artırır. Ancak istihdam ne kadar hızlı artarsa artsın çok yüksek hacimdeki işsiz stoğunu emmesi uzun zaman alır.
Bu aşamanın en büyük sorunu düşünüldüğü gibi düşük işçi ücretleri değil, işsizliktir. Kapitalizmin bu ilk döneminde devletin işi gerçekten çok zordur. Küçük çaplı üretim yapan bütün işletmeler bir anda kapanıverir. Bu işletmelerde çalışan ustaların bir kısmı fabrikalarda çalışmaya başlasa da bir çoğu da işsiz kalır. Milyonlarca aile içinde hiçbir ferdin çalışmıyor olması çok büyük toplumsal bir sorundur.
b. Erkek işsizliğinin azalması. Tarım nüfusu yaşam şartları çok kötü olduğu için bir an önce modern üretim imkanlarına kavuşmak ister. Bu da tarım modernleşse bile mümkün değildir; çünkü modernleşen bir ekonomide tarım toplam istihdamın sadece %5’ini içerir. Yani en başta toplam istihdamın %60’ından fazlası tarımda çalışırken bu oranın tek hanelere düşmesi gerekiyor. Bu nedenle iş gücü sanayi ve hizmetler sektörlerine dahil olmak zorundadır.
Aileler şehre göç ettiklerinde ilk olarak evin erkeğine bir iş bulunmalıdır ki, ev geçimini sağlayabilsin. Bu nedenle tarımda çalışan sayısı modern seviyeye inene kadar kapitalist mekanizmanın her tarım işçisine bir iş yaratması gerekir. İş yaratıldıkça tarım nüfusu düşecektir. Böylece tarım da modern üretim araçlarını kullanmak zorunda kalacaktır. Tarımdaki fazla erkek nüfus sistem tarafından emildiğinde tarım tümüyle modern hale gelir. Böylece ekonomi bütünüyle modernleşmiş olur.
c. Kadın işsizliğinin azalması. Erkek işsizliği azaldıkça işçi ücretleri artar; ancak bu artış çok yavaş olur. Özellikle başlarda işsizlik o kadar yüksektir ki, azalması pek bir şey ifade etmez. Erkek işsizliği sorununun ortadan kalkmasına doğru ücretlerde yükseliş trendi başlar. Asıl yükseliş ise erkek işsiz stoğunun tamamlanıp, kadınların iş hayatına katılmaları ile olur. Çünkü kadının çalışabilir hale gelmesi erkeğe oranla daha zordur. Kadının doğurganlığı çalışmasının önündeki önemli bir engeldir. Bir çocuğu doğurmakla iş bitse belki o kadar sorun olmayabilir; ancak doğumun ardından çocuğun bakımı söz konusu olur. Uzmanlaşma başlığı altında hizmetler sektörünün nasıl geliştiğini anlatmıştık. Kişinin geliri arttıkça hizmet bazında yaptığı işleri de dışarıdan satın almaya başlar. Kadının da çocuğun bakımını bir kreşe bırabilmesi için gelirinin yüksek olması gerekir. Bu nedenle sistemin kadın iş gücünü çekebilmesi için ücret seviyelerini yükseltmesi gerekir.
d. Mekanizmanın yavaşlaması. Kadın iş gücü mekanizma tarafından emilirken ücretler artar, üretimden elde edilen kar düşer. Kar düştükçe daha az yatırım olur, daha az çalışma imkanı yaratılır. İşte kapitalizmin krize girmesi bu sürecin sonunda gerçekleşir.
Kapitalizmin krize girmesi demek “kapitalist mekanizma”nın çalışmaması demektir. Teknik olarak bu imkansızdır, çünkü modern üretimin varlık nedeni olan teknoloji sürekli gelişir. Teknoloji geliştikçe üretim araçları değişir, verimlilik artar, iş gücüne duyulan ihtiyaç azalır ve yeni ihtiyaçlar ortaya çıkar. Böylece mevcut iş gücü ile daha fazla üretim yapmak imkanlı hale gelir. Ancak teknolojideki değişme kapitalist mekanizmayı çok yavaş çalıştırabilir. Günümüzdeki hiçbir teknolojik gelişme mekanizmayı bir ekonomiyi en baştan modernleştirmekten daha hızlı çalıştırmamaktadır. Kapitalizmin krizi dediğimiz şey aslında “insanın mutluluğu” olacaktır. Çünkü bir ekonomi tümüyle modernleştikten sonra iş gücü ücretleri hızla artacak, diğer yandan kapitalistin kar marjı git gide düşecektir. Böylece şu günlerde çok şikayet edilen adaletsiz gelir dağılımı meselesi çözüme kavuşacaktır. Kapitalizmde kriz olgusunu şimdilik bir kenara bırakıp devam edelim.
Şu ana kadar ortaya koyduk ki kapitalizm bütün ekonomik sistemlerde kullanılan ortak yöntemdir, ve başka bir yöntem de bulunmamaktadır. Ama, günlük hayatta kapitalizm ile komünizm hatta sosyal devlet hiç yan yana durmuyor. Sovyetlerin çökmesi komünizm karşısında kapitalizmin zaferi olarak yorumlanıyor. Bu neden kaynaklanıyor?
Ekonomik sistemler arasındaki fark kapitalizmin süreçlerinin ilki yüzünden ortaya çıkar. İlk süreçte işsizlik bir anda fırladı. Çok sayıda ailede çalışan kalmadı. Bu duruma devletin ne kadar seyirci kaldığına göre ekonomik sistemler ayrılıyor. Kapitalist mekanizmaya olan dış müdahaleler ne kadar fazla olursa biz o devleti o kadar sosyal ya da sosyalist olarak tanımlıyoruz. Devletin mekanizmaya olan müdahalesi karın bölüşümü üzerinden olur.
Kapitalist çıkmaz. Bütün devletlerin amacı ekonomilerini en hızlı şekilde modernleştirmektir. Bu da kapitalist mekanizmayı en hızlı şekilde çalıştırmakla yani karın üretime en üst düzeyde dönüşümü ile mümkündür. Ancak diğer yandan da kapitalizmin ilk sürecinde işsizlik çok yüksektir. Karın bir kısmı işsizlere aktarılırsa kar yatırıma daha az dönüşecek, daha az iş yaratılacak, bunun sonucunda işsizin iş bulması gecikecektir.
Karın bölüştürülmesi. Kapitalizmde karın bir kısmının kapitalistin tüketimine diğer bir kısmı ise yatırıma aktarılır. Komünizmde kapitalist, devlet olduğu için devletin bir birey gibi ihtiyaçları söz konusu değildir. Bu nedenle devlet karı liberal ekonomideki “birey kapitalist” gibi tüketime harcamaz. Bu açıdan bakıldığında komünizm kapitalist mekanizmayı daha hızlı çalıştırabilir.
Sisteme devlet müdahale etmezse kar yukarıda anlatıldığı şekilde bölüşülür. Ancak devlet her çağda karın içinden başka harcamalar yapar. Bugün en liberal devlette bile kapitalistin elde ettiği karın bir kısmı çalışamayacak durumda olan muhtaçlara harcanmaktadır. Bu kesim her çağda bir toplumda bulunduğu için hesaplarımızın dışında bırakıyoruz.
Devlet karın bir diğer kısmını da işsizlere harcar. Özellikle kapitalist süreçlerin ilkinde ortaya çıkan işsizlik sorunu karşısında böyle bir tepki oluşur. Yine aynı dönemde işçi ücretleri çok düşük olduğu için devlet karın bir kısmıyla da işçi ücretlerini yükseltir.
Komünist sistemde karın bölüştürülmesi. Komünizme ihtiyaç duyulmasının sebebi liberal piyasada en başta gelirin çok adaletsiz dağıtılması ve işsizlerin kaderlerine terk edilmesidir. Komünist ekonomi sistemi her bireye minimum bir hayat standardı yaratacağı iddiasıyla ortaya çıkar. Bu amaçla kapitalist süreçleri kontrolü altına alır.
Komünist devlet kapitalist mekanizmaya müdahale ederek işsizliğin üzerini örter. Görünürde herkes çalışır; ancak verimlilik çok düşüktür. Bu durum ekonomideki potansiyel işsizliğin devam etmesi demektir. Aslında her şey karın bölüştürülmesi ile ilgilidir. Devlet karın bir kısmını kapitalist mekanizmaya aktarmaz, potansiyel işsizlere harcar.
Komünist sistemde her bireyin ihtiyacını önemsemenin ardındaki motivasyon devletin meşruiyetinin bireylerin sosyal ihtiyaçlarını karşılaması üzerine kurulmasıdır. Komünist ideoloji bireylerin sadece temel liberal haklara değil aynı zamanda sosyal haklara da sahip olmasını öngördüğü için bu devletlerde sağlık, eğitim gibi alanlarda ücretsiz hizmet verilir. Bunun ötesinde lüks ihtiyaçlar devletin ilgi alanında değildir. Mesela bu sistemde her eve haftada 1 kilo kıyma girer; ama 2 kilo kıyma almak dahi lükstür. Komünizmde bireyin ihtiyaçlarını “lüks” düzeyinde karşılamak için sistemik bir motivasyon yoktur. Aslına bakılırsa “lüks”süzlük çok da büyük bir sorun teşkil etmez; hatta birçoğumuz böylesinin liberal ekonomiden daha üstün olduğunu iddia edebilir.
Karın lükse aktarılmaması nedeniyle aslında işsizlere aktarılan para kapitalist mekanizmayı yavaşlatacak kadar da çok değildir. “Kapitalist çıkmaz”ın gelişim önündeki engelleyiciliği sanıldığı kadar büyük olmaz. Liberal ekonomide de kapitalist karın bir kısmı ile kendi lüks ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bir karşılaştırma yapıldığında komünizmde işsizlerin lüks olmayan ihtiyaçlarının karşılanması ile liberal ekonomide kapitalistin lüks ihtiyaçlarının karşılanması tutar olarak çok farklı olmayabilir. Oysa liberal ekonomide kapitalist mekanizma hiç de yavaş çalışmıyor. Öyleyse komünizmde de işsizin lüks olmayan ihtiyaçlarının karşılanması karın yatırıma giden kısmını çok fazla düşürmez.
Komünist devlette kapitalist mekanizmanın çalışmasını engelleyen temel etken karın üretime tekrar aktarılması için yeterince motivasyon olmamasıdır. Komünizmde üretim araçlarının sahibi devlet olduğu için bu araçları devlet adına çalıştıran da devleti yöneten kadrodur. Bu kadro birey kapitalist gibi üretim arttığında daha fazla kazanmaz. Her koşulda musluğun başında yönetici kadro bulunduğu için “kar”ı istediği gibi harcar. Bu nedenle karın büyük bölümü karın bölüştürülmesinde tanımladığımız bütün mecraların da dışına kayar, “devletin ihtiyaçları” için harcanır. Aslına bakılırsa devletin ihtiyaçlarından kast edilen yönetici sınıfın ihtiyaçlarıdır. Karın üretime aktarılan kısmı ise daha fazla üretme yönünde bir motivasyon olmadığı için düzgün yönetilmez.
Karın üretime aktarılmasındaki motivasyonsuzluk zamanla pastayı küçültür. Ne demiştik? Modern üretim teknoloji ile başlar ve hiç durmadan gelişmeye devam eder. Devlet yöneticilerinin daha fazla kazanma doğrultusundaki bireysel bir çıkarları üretimin artmasından geçmediği için kar daha ucuz ve daha kaliteli üretmeyi sağlayacak teknolojik yatırımlara harcanmaz. Böylece komünist ekonomiler zaman içinde liberal ekonomiler karşısında rekabet üstünlüklerini kaybederler.
Aslına bakılırsa rekabet üstünlüğü kaybedilmesine rağmen de yaşanabilir; çünkü komünistler sadece kendi aralarında ticaret yapıyorlardı. Evet, belki komünist ülkelerin üretim araçları çağımızın modernlik seviyesini yakalayamazdı ancak sistem devam edebilirdi. Ancak karın üretime aktarılmasındaki motivasyonsuzluk bu sistemde o kadar yüksek ki varolan üretim bile doğru düzgün yapılamıyor. Böylece, zamanla devlet bireyi sağlık ve eğitimde de destekleyemez konuma geliyor.
Liberal sistemde karın bölüştürülmesi. Liberal sistemde her bireyin ihtiyacını karşılamaya yönelik bir motivasyon bulunmaz. Bu nedenle işçi ücretleri çok düşük düzeyde kalır, işsizlere kardan bir aktarım olmaz.
Liberal ekonomi ile liberal siyaset arasındaki çelişki burada ortaya çıkar. Ekonomisi liberal olan birçok ülke günümüzde demokratik rejimlere sahip olduğu için kapitalist süreçlerin ilkinde yaşanan olumsuzluklar hükümetler tarafından hafifletilmeye çalışılır. Demokratik rejimlerde karin bireyin ihtiyaçlarına harcanmasının arkasındaki motivasyon genel oy esasına göre yapılan serbest seçimlerdir.
Hem demokrat hem liberal ekonomiye sahip ülkelerde devlet vergi yoluyla işsiz nüfusun lüks olmayan ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Ancak karın bir kısmı da kapitalist bireyin lüks ihtiyaçlarına aktarıldığı için aslında liberal ekonomilerde üretime aktarılan paranın komünist ekonomilere göre daha düşük olması gerekirdi. Ancak komünist sistemde karı üretime aktarmadaki motivasyonsuzluk her şeyi mahveder.
Liberal ekonomide karı üretime aktaran bireydir. Birey kapitalist mekanizmanın girdisini ne kadar yüksek tutarsa o kadar fazla kazanacağını bildiği için üretime aktaracağı karı daima yüksek tutmaya çalışır. Daha fazla kazanma hırsı kulağa antipatik gelebilir; ancak kazandığı parayı kapitaliste yedirmeyen, onunla yeni fabrikalar kurdurup istihdamı artıran da bu hırstır. Onun için liberal sistemin dinamosu olarak tanımlanabilecek “aç gözlülük” toplum için çok faydalıdır.
Ya birey karı üretime aktarmak yerine kendi ihtiyaçları için harcarsa? Evet, böyle bir durum söz konusu olabilir, ancak hiçbir zaman bir komünist devlette devletin yaptığı kadar savurganca olmayacaktır. Çünkü birey parasının tamamını yerse gelecekte zor duruma düşeceğini bilir. Ancak komünist devlette devlet görevlisi yolsuzluk yaptığında bunun sonucu çok uzak bir gelecekte belki de kendisi öldükten sonra ortaya çıkacaktır.
Gelişmekte olan liberal ekonomilerde üretim araçlarının sahiplerinin servetlerini savurganca tüketime harcamalarını kısıtlayıcı tedbirler almak yine de çok yararlı olacaktır. Bu nedenle Türkiye’de de lüks tüketim mallarına ek yüksek vergiler konması çok doğru bir uygulamadır.
Sosyalliğin ölçütü. Liberal ekonomilerde devlet “kapitalist birey”den ne kadar fazla vergi alırsa o kadar sosyal olur. Amaç bu vergilerle işsizlerin lüks olmayan ihtiyaçlarını gidermektir.
Popülizm. Sosyal devlet genel oy esasına göre seçim yapan ülkelerde “popülizm” noktasına ulaşabilir. Ben popülizm ile sosyal devleti iki noktada ayırıyorum. 1. Sosyal devlet geliri olmayan vatandaşa kaynak aktarır, popülist devlet ise bunun yanında işçi ücretlerini piyasa dengesinden daha yukarı çeker. Bunu mesela asgari ücret uygulayarak yapar. Devletin dışarıdan müdehale ederek işçi ücretlerini artırması kapitalist mekanizmayı yavaşlatır. 2. Popülist devlet geliri olmayan vatandaşına öyle aşırı yardım yapar ki insanlar çalışmaktan soğur. Bu da iş gücü arzını azalttığı için işçi ücretlerini yukarıya taşır, kapitalist mekanizmayı yavaşlatır.
Türkiye neden Çin kadar yüksek büyüme oranları tutturamıyor diye düşünmüşseniz şu anda cevabınızı aldınız. Türkiye ve Türkiye gibi birçok Latin Amerika ülkesinde seçimler serbest yapılır. Bu nedenle iktidarlar oy kaygısıyla popülizm yaparlar. Sosyal devlet ilkesi adı altında kaynakları ihtiyacı olan olmayan herkese dağıtırlar. Böylece üretimde istihdam yaratacak kaynaklar tüketime gider, kapitalist mekanizmanın çalışması yavaşlar.
Kapitalizm sosyal adaleti getirir. Kapitalist süreçlerin ilkinde işsizliğin çok arttığını ve bunun sonucunda hiçbir geliri olmayan ailelerin çok kötü bir duruma düştüğünü kabul ettik. Ancak sonraki süreçlerde işsiz sayısı azaldıkça her insanın sistem içerisinde çalışarak gelir sahibi olabileceğini ve refah içinde yaşayabileceğini de görüyoruz. Bu nedenle para mümkün olduğunca kapitalist döngünün içinden çıkmamalı. Kar ne kadar hızlı bir şekilde istihdama dönüşürse işsizlik o kadar hızlı azalır. Kapitalizmin ileri dönemlerinde işsizliğin azalmasıyla piyasadaki iş gücü arzı azalacağı için işçi kıymetlenir. Böylece sistemin kendisi işçinin çalışma koşullarını iyileştirir, işçi ücretleri sistem dinamikleri tarafından yükseltilir.
Benim bu yazıda sosyal adaletten kastım her insanın lüks olmayan hayat standartlarına sahip olmasıdır. Bu da her aileden en az bir kişinin çalışması ve işsizliğin azalması sonucunda işçi ücretlerinin 4 kişilik bir ailenin geçimini sağlayacak düzeye gelmesi ile mümkündür.
İş gücü artışı. Sosyal adaletin temelinde işsizliğin azalması yatıyor. Bunu şimdiye kadar yaratılan iş bazında inceledik. Ancak diğer yandan yeni çıkan iş gücünü de göz ardı etmemek gerekir. Eğer bir ekonomide yeni iş gücü arzı yüksekse ne kadar iş yaratılırsa yaratılsın sistem sosyal adaleti sağlayamaz. İşte bu noktada ikinci açıklamamızı yapacağız. İlk olarak istihdamın nasıl arttığını açıkladık. İkinci olarak yeni iş gücünün modernleşen bir ekonomide nasıl azalacağını analiz edeceğiz.
Modernleşen ekonomilerde nüfusun azalması. Ekonomik modernleşme yaşayan ülkelerde nüfus artış hızı er ya da geç mutlaka düşer. Böyle ülkelerde insanlar zenginleştikçe daha az çocuk yaparlar. Çünkü emek modern üretimde istihdam edildikçe çocuk bir ihtiyaç olmaktan çıkar, lükse dönüşür.
Hiç düşündünüz mü çoğumuzun anne babası 5-10 kardeş de neden bir çoğumuz 2 kardeşiz diye? Diğer yandan 20 tane kardeşi olanlar da hala mevcut. Bütün cevapların anahtarı modern üretimde. Emek ona dahil oldukça doğumlar azalıyor. Neden?
Çünkü modern üretim az ama nitelikli insana ihtiyaç duyar. Artık eskisi gibi çocuğu tarlaya gönderip rızkını çıkarmak mümkün değil. Para kazanabilecek duruma gelebilmesi için yıllarca eğitim görmesi gerek. Çocuk önceleri tekstil gibi emek yoğun sektörlerde kaçak çalıştırılsa da modern gelişmenin daha ileriki safhalarında teknoloji yoğun sektörlerde yatırımlar arttıkça çalışma yaşı gitgide yükselir.
Eskiden tarlada çalışıp ailesine faydalı olan çocuk artık okula giden bir masraf. Okul da yetmez üstüne dershane, özel öğretmen… Şöyle bir soru sorsam: 18 yaşına kadar çocuk yetiştirmek mi Ferrari mi? Nasıl olur cevabınız? Çocuksa iyi düşünün. Çünkü masraflar bu kadarla da kalmıyor. İşsizliğin yüksek olduğu bir ülkede yaşadığımız göz önüne alınırsa üniversitede bir iş bulmak da zor. Bu demek oluyor ki anne-baba olarak bankamatik hizmetine 18 yaşından sonra da devam.
Bu kadar pahalı bir şeyden çok sayıda yapmak pek kulağa hoş gelmiyor olacak ki modernleşen ekonomilerde nüfus artış hızı azalır. Alttan gelen yeni iş gücü bir süre sonra talebi karşılayamaz hale gelir. Böylece işsiz stoğu erimeye başlar.
İşsizler tükenince, alttan yeterince yeni iş gücü de gelmeyince sistem kadını üretime çağırır. Kadının da çalışmasıyla eve daha fazla para girmesine rağmen çocuk sayısı daha da azalıyor. Neden? Çünkü çocuk öyle böyle değil gerçekten çok pahalı. Çünkü isteseler de çalışan kadın ve erkeğin birçok çocukla ilgilenecek zamanı bulması çok zor. Modern üretim kadını eğitime ve çalışmaya yönlendirerek doğumu kontrol altına alıyor.
Modern üretim doğumu kontrol altına alır. Nüfus artış hızı modernleşmeye adım atan her ülkede aynı hızla azalmaz, ancak er ya da geç azalır. Modernleşmeye adım atmış ülkeleri kısaca “gelişmekte olan ülkeler” olarak tanımlayabiliriz. Günümüzde bu ülkelerin çoğunluğu iddiamızı doğruluyor. Birçoğunda nüfus artış hızı dünya ortalamasının altında. Ancak bu gruba ait ülkelerden Malezya ve Hindistan kurala uymamış. Modernleşme karşısında gösterilen kültürel dirençler her yerde aynı hızla boyun eğmeyebilir. Ama modernleşme hep galip çıkar. 2025 yılı projeksiyonlarına bakıldığında Malezya ve Hindistan’da da nüfus artış hızı git gide geriliyor.
İddiamızı ispat eden en önemli veriler aslında gelişmemiş ülkelere ait. Modern üretime geçmemiş bu ülkelerde nüfus almış başını gidiyor. Modern üretime geçme ümidi olmayan Afganistan ve Togo için 2025’te de durum farklı olmayacak. Nüfus artış hızı aynı yükseklikte devam edecek. Buradan da anlaşılacağı üzere nüfus artışını kontrol altına alan modern üretimdir.
Kapitalist süreçlerin iş gücü açısından tekrar açıklanması. Türkiye’nin şu anki nüfus piramidi üzerinden kapitalist gelişim süreçlerini iş gücü arzı açısından açıklayabiliriz.15-19 yaş aralığından itibaren Türkiye’de ekonomiye katılan yeni iş gücü artmıyor. Buna karşılık ekonomi sürekli büyüdüğü için büyüme oranı aynı olsa bile yaratılan iş sayısı artacak.
Şu son söylediğimi bir örnekle açıklayayım. Diyelim ki bundan 20 sene önce her sene 20 yeni işgücü piyasaya dahil oluyordu. Bundan 10 sene önce bu sayı 30 oldu. Şu anda 40. Bundan sonra 40 sabit kalacak. Her sene ekonomiye hep 40 kişi dahil olacak. Öte yandan bu sene yaratılan iş 100 ise ekonomi %5 büyüdüğünde önümüzdeki sene yaratılan iş 105 olacak. Tabi burada meselenin mantığını vermek adına birçok başka faktörü hesaba katmadık.
Türkiye’de işsizlik yıllardır azalmıyordu. Çünkü büyüme ekonomiye yeni katılan iş gücünü ancak emebiliyordu. Bundan sonra ekonomiye katılan yeni iş gücünün artmamasıyla işsizlik hızla düşecek. İşsizlik düşecek derken bildiğimiz %10’luk orandan bahsetmiyorum. Tarımdaki gizli işsizliği ve ev hanımlarını hesaba kattığımızda gerçek işsizlik şu anda %50 dolaylarında. Bir başka yazıda bu %50’yi detaylı olarak hesaplayacağım.
Şu anda Türkiye güzel günlere yaklaşmaya başladı. Gerçek işsizlik düştükçe işçi ücretleri artmaya başlayacak, çalışma standartları iyileşecek.
Gelir dağılımı gelişmiş ülkelerde neden bozuluyor. Kapitalist süreçlerde bahsettiğimin aksine bugün gelişmiş ülkelerin bir çoğunda ekonomiye katılan yeni işgücü azaldığı halde işsizlik artıyor. Bu ülkelerde zengin daha zenginleşirken, fakir daha fakirleşiyor. Bu durumun nedeni ekonominin global düzeyde liberalleşmesidir. Global liberalleşme nedeniyle benim kapitalist süreçlerin sonuncusu olarak tanımladığım “mekanizmanın yavaşlaması” sürecinden gelişmiş ülkelerde tekrar uzaklaştık.
Gelişmiş ülkeler ekonomileri modernleşirken popülistleştiler. Yani karın bir kısmına vergi ile el koyarak bunu geliri olmayan vatandaşlara çalışanı çalışmaktan soğutacak düzeyde aktardılar. Diğer yandan işçi ücretlerini piyasa dengesinin üstüne çektiler. Popülist uygulamalar kapitalist mekanizmayı yavaşlattı, işsizliğin çok daha alt düzeylere inmesini engelledi. Ama gelişmiş ülkelerin bugün yaşadıkları sıkıntının ana nedeni bu değil.
Kapitalist mekanizma içinde kar azaldığı zaman kapitalist birey karını artırabileceği pazarlar arar. İşte özellikle batı Avrupa ülkelerinin sosyal devlet uygulamalarına kapitalist bireyin verdiği tepki bu şekilde oldu.
Kapitalist bireyin sermayesini başka ülkelerde kapitalist mekanizmaya sokabilmesi günümüzde sermayenin ve malların bütün dünyada serbestçe dolaşabilmesi sayesindedir.
Gelişmiş ülkelerde kapitalist mekanizmaya giren kar sadece azalmadı, bütünüyle başka ülkelerin mekanizmalarına dahil oldu. İşte bu nedenle yatırımların düzeyinde şiddetli düşüşler gözlenmeye başladı. Bu da birçok gelişmiş ülkeyi kapitalist süreçlerde geriye gitmek zorunda bıraktı. Yatırımlar azalınca işsizlik arttı, sermayesini başka ülkelerde değerlendiren kapitalistlerin gelirleri de arttı. Böylece gelir dağılımı adaletsizliği tekrar büyüdü.
Kapitalizmin krizi. Yeni pazarlar olmasaydı, özellikle kadınların istihdama katılmalarıyla birlikte işçi ücretleri yükselecek, diğer yandan kapitalistin karı azalacaktı. Teorik düzeyde kapitalizmin krizi diye tanımlanan da yatırıma giden karın sıfır noktasına yaklaşmasıdır. Mekanizmanın yavaşlaması sürecinde de belirttiğim gibi teorik olarak kar ve yatırım sıfırlanmaz; çünkü değişen teknoloji her daim üretim araçlarını değiştirir. Ancak sadece teknolojideki değişime paralel olarak gerçekleşen yatırım çok aşağı düzeyde olacağından bu durumu kapitalizmin krizi olarak tanımlayabiliriz.
Kapitalizmin krizi açıkladığımız üzere karın azalmasıdır. Bu durumda üzülecek bir şey yoktur; aksine bu noktaya gelindiğinde devlet müdahalesi olmaksızın sosyal adalet gerçekleşecektir. Çünkü bu noktada işsizlik çok düşük olduğu için işçi ücretleri artacak, kapitalistin karı azalacaktır.
Kapitalizmin krizi kapitalist yöntemin ulaşacağı son noktadır ve küresel liberalizm dünyada hakim olduğu sürece bütün dünya bu noktaya birlikte ulaşmak zorundadır. O zamana kadar kapitalist sermayesini mekanizmanın yavaşladığı ülkelerden daha hızlı olduğu ülkelere doğru kaydırmaya devam edecektir. Yani kapitalist iş gücünün pahalı olduğu gelişmiş ülkeleri terkedecek, rotasını gelişmekte olan ülkelere çevirecektir.
2. dünya savaşı sonrası dünyanın geçirdiği ekonomik gelişimden biraz bahsettiğimde durum çok daha iyi anlaşılacak. 1945 sonrasında bütün Avrupa haraptı. Savaş tamamıyla ABD’ye yaramıştı. Savaş ticareti sayesinde ABD dünyadaki altının %80’ini ele geçirmişti. Bu ABD’de inanılmaz bir sermaye birikmiş demek oluyor. Bu büyüklükteki birikim yatırıma dönüştüğünde üretilen malların ABD iç pazarında tüketilmesi mümkün olamazdı. Bu nedenle ABD Avrupa ile ticareti hızla geliştirdi. Ancak harap durumundaki Avrupa Amerikan mallarını nasıl satın alabilirdi? ABD yönetimi ekonomiye fazla gelecek sermayenin bir kısmını Avrupa’ya taşıyarak orada yatırıma dönüşmesini sağladı. Böylece Avrupalının geliri de arttı ve ticaret gerçekleşti. Kapitalist mekanizma bütün hızıyla çalıştırılıyordu.
50’ler ve 60’lar batı Avrupa ve Japonya’da modern üretimin tekrar kurulmasıyla geçti. 70’lere gelindiğinde sistem bir kez daha tıkandı. Çünkü gelişmiş ülkelerde işsizlik düşmüş, işçi ücretleri yükselmiş ve kar azalmıştı. Buna ek olarak batı Avrupa yönetimleri göçmen politikalarını sıkılaştırarak iş gücü arzının artışını da engellediler. Böylece işçi ücretleri sürekli arttı.
Kapitalist tesisine ucuz işçi getiremiyordu. Bu durumda ne yapabilirdi? Evet, o ucuz iş gücünün olduğu pazarlara gitmeyi tercih etti. Aslına bakılırsa bugün sermaye ve malların dünyada serbest dolaşmasına karşılık emeğin serbest dolaşamaması çok iyidir. Bu sayede sermaye ucuz iş gücünün bulunduğu ülkelere giderek o ülkelerin ekonomilerini de modernleştiriyor.
Sermaye önce Uzak Doğu’daki birkaç küçük ülkeye aktı. Ancak asıl kapitalist mekanizmayı hiç hız kesmeden günümüze kadar çalıştıran Hindistan ve Çin ekonomilerinin modernleşmeye adım atmalarıdır. İş gücü arzı çok üst düzeyde olan bu iki ekonominin modernleşmesi çok uzun zaman alacağı için o zamana kadar mekanizma yavaşlamayacak.
Peki ya, Hindistan ve Çin bittiğinde ne olacak? Bu sefer kapitalistlerin 70’lerdeki toyluğunu tekrarlayacaklarını hiç sanmıyorum. Sıra Afrika’ya ve hatta Ortadoğu’ya gelecek. Hatta şimdiden Afrika kıtasına yönelik bazı çabalar başladı.
Global kriz neden çıktı. “Ama”ları duyar gibi oluyorum. “Ama şu anki kriz de neyin nesi?” Bu kriz yaptığım tanımlamaya uymuyor. Global krizin kapitalist mekanizmanın yavaşlamasıyla bir ilgisi yok. Aksine 70’lerde yavaşlayan mekanizmanın Çin ve Hindistan pazarları başta olmak üzere gelişmekte olan ülke pazarlarının ön plana çıkmasıyla bir ilgisi var. Bu pazarlar ortaya çıkmasaydı önce ABD, batı Avrupa ve Japonya tam da bahsettiğim kapitalist süreçlerin sonuncusuna ulaşabilirlerdi. Batı Avrupa devlet politikalarıyla geçici bir cennet yaşadı da. Ancak sermaye dünyada istediği yere gidebildiği için geçici cennetler bugün yıkılma noktasına geldi. Sermaye bugün işçi maliyetlerinin yüksek olduğu gelişmiş ülkelerden düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere akıyor. Sermaye bu ülkelere kaçtıkça gelişmiş ülke yönetimleri vatandaşlarını eskisi gibi refah içinde yaşatamıyorlar.
Mallar serbestçe dolaştığı için Çin ve Hindistan’a yapılan yatırımların ürünleri gelişmiş ülkelerin pazarlarına hakim oluyor. İşte kriz son yıllarda devam eden bu süreç yüzünden çıktı.
Gelişmiş ülke yönetimleri kapitalist süreçlerde geriye gitmek istemediler. Sistem içerisinde bu durumun içinden çıkmanın tek yolu işçi ücretlerini piyasanın belirlemesine izin vermekten ve sosyal devlet başlığı altında verilen hizmetleri azaltmaktan geçiyor. Bu türden önlemler genel oy esasına göre serbest seçimlerin yapıldığı ülkelerde yönetimlerin bir daha seçilememesi anlamına geliyor. Şu ana kadar Avrupa’da İngiltere ve Almanya kapitalistin üzerindeki vergi yükünü düşürecek bazı önlemler aldı. Ama bunlar yeterli olmuyor. Bu nedenle gelişmiş ülkeler sistem dışı bazı yollara başvurdular. Kriz de bu başvurulan sistem dışı yollar yüzünden çıktı.
Türev yatırım araçlarıyla yapılan dolandırıcılık. Türev yatırım araçları gelişmiş ülkelerde sermaye çıkışının önüne geçmek için önemli bir enstrüman haline geldiler. Türev kağıtlar gerçek değerlerinden koptukları için piyasa bunları olması gereken değerden çok daha yukarılara taşıyabilir. Dünyanın en büyük sigorta şirketleri bu kağıtlara yatırım yaptılar. Evin türev kağıdı gerçek bir evin değerinden çok daha yukarılara çıkabildi. Bu kralın çıplak olduğunu bile bile oyuna devam etmekti. Çünkü kağıtların değerindeki artış trendi bütün piyasa aktörlerinin lehineydi. Yatırımcılar her şeyin farkındaydı ancak gelişmiş ülke piyasalarına duyulan güven bu suni ortamın uzun süre devam etmesini sağladı.
Yaşananın titan saadet zincirinden bir farkı yoktur. Bunun için ortaya çıkan krizin de kapitalizm ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Yani kriz kapitalist sistemin doğrudan bir sonucu değildir. Bundan 5000 yıl önce de, bir grup zengin hiçbir değeri olmayan kağıtlara çok rağbet etse aynı şey ortaya çıkardı. Bireyler böyle kandırmacılara giriştiklerinde normal şartlar altında devlet müdahale eder.
Böylesi bir oyunun içinde gelişmiş devletlerin önemli bir rolü vardır. Çünkü dünyanın her yerinde dolandırıcılık suçtur ve türev yatırım araçlarının kontrol dışı bırakılması gelişmiş ülke yönetimlerinin organize dolandırıcılığa yukarıda anlattığım nedenden ötürü göz yummasından başka bir şey değildir.
Böyle bir dolandırıcılık bir daha olur mu? Ben bu çapta olmayacağını düşünüyorum. Çünkü gelişmiş ülke ekonomilerine olan koşulsuz güven bundan sonra eskisi gibi sürmeyecek. Türev yatırım araçları karşısında alınan önlemler ilerleyen dönemlerde tekrar gevşese bile ben bundan sonra sigorta şirketleri gibi büyük yatırımcıların gelişmiş ülkelere eskisi gibi güveneceklerine inanmıyorum. Gelişmiş ülke yönetimleri de bu gerçeğin farkında oldukları için piyasa aktörlerine çok ciddi miktarlarda yardım ediyorlar. Bu bir nevi yıkılan güveni tamir etme çabası; ama ABD de dahil olmak üzere hiçbir ülke vazonun parçalarını bir araya getirse bile bunlardan yepyeni bir vazo yapabilecek güçte değil.
Kapitalizm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında adaleti sağlar. Kapitalist mekanizmanın karı yatırıma dönüştürme azmi sayesinde bugün mallar ve sermaye dünyada serbestçe dolaşabiliyor. Böyle olmasaydı karın büyük bölümü gelişmiş ülkelerde sosyal devlet için harcanacak, dünyanın modernleşememiş ülkelerine sermaye aktarımı olmayacaktı. Bugün gelişmiş ekonomilerin eski durumlarına göre geriledikleri doğrudur, ve global krizin ardından bu trend daha da hızlanacaktır; ancak diğer yandan aynı trend sayesinde ekonomik modernleşme bütün dünyada daha da hızlı yayılacaktır.
Global kriz gelişmiş ülkelerin yaptığı üç kağıtçılığı afişe etti ve faturayı bu ülkelere ve onlara güvenen yatırımcılara çok ağır ödetti. Bundan sonra gelişmiş ülkeler sistem dışı yollara başvurup sermayenin gelişmekte olan ülkelere aktarılmasını yavaşlatamayacaklar; çünkü kendilerine duyulan koşulsuz güven ortadan kalktı. Global kriz bu açıdan bakıldığında dünya ekonomisinin modernleşmesi önündeki en önemli engeli ortadan kaldırmıştır. Bundan sonra önce gelişmekte olan ülkeler, onların ardından Afganistan, Togo gibi gelişmemiş ülkeler hızla modern ekonomiye eklemlenecekler.
Dünya genelinde gelir dağılımı eşitsizliği ne olacak. Kapitalist süreçleri tanımlarken açıkladığım gibi bir ekonomi modernleşmeye başladığında ilk etapta çok yüksek sayıda insan işsiz kalır. Yüksek işsizlik nedeniyle işgücü maliyeti düşecek, yatırımcının karı artacaktır. Kar tekrar yatırıma, üretime ve istihdama dönüşecek ve işsizlik böyle böyle azalacaktır. Mekanizma içinde erkek işsizliği belli bir noktaya gelip sistem kadın çalışana ihtiyaç duyduğu zaman işçi ücretlerinde ciddi yükselmeler görülür.
Bugün kapitalist, işçi ücretleri yükseldiği an bir başka gelişmemiş ülkeye kaçabilir. Bu süreç dünyada bütün ekonomiler modernleşmeye adım atana kadar devam eder. Kapitalist mekanizma bütün ülkelerde çalışmaya başladığında önce erkek işsizliğinin ortadan kalkması beklenir. Mekanizma kadını çalışma hayatını çağırdıktan sonra bütün dünyada işçi ücretleri artar, kar azalır.
Bugün kapitalizmin geldiği noktada şu 3 sonuç çıkarılabilir:
1) Gelişmiş ülkeler pahalı iş gücü arzları nedeniyle rekabet dezavantajı yaşıyorlar. Global kriz sonrasında bu gruptaki ülke ekonomilerine güvenin azalmasıyla gelişmekte olan ülkelere çok daha hızlı sermaye akışı olacak. Bunun sonucunda gelişmiş ülkelerde emeğin değeri düşecek ve dolayısıyla gelir dağılımındaki adaletsizlik artacak.
2) Kriz sonrasında gelişmekte olan ülkelerin kapitalist mekanizmalarına giren sermayenin artmasıyla yatırımlar çok daha hızlı artacak, böylece bu ülke ekonomileri çok daha hızlı modernleşecek. Böylece bu ülkelerde işsizlik daha hızlı azalacak, gelir dağılımındaki adaletsizlik özellikle kadınların istihdama çağırılmasıyla birlikte azalacak.
3) Gelişmekte olan ülkelerdeki işsizlik kadınların istihdama katılması noktasında daha yavaş azalacak; çünkü kapitalist birey bu noktada gelişmemiş ülkelere yönelecek. Bu yüzden gelişmekte olan ülkelerde işçi ücretlerinin artışı da hızlı olmayacak. Ücretlerin hızla artması için gelişmemiş ülke ekonomilerinin modernleşmesini beklemek gerekecek. Gelişmemiş ülkelerde de sistem kadını çalışma hayatına çağırmaya başladığında, bütün dünyada gelir dağılımı adaletsizliği hızla azalmaya başlayacak. En zengin ile en fakir arasındaki uçurum kapanacak. Bu sürecin sonu kapitalizmin krize girmesidir. Sistemin krize girmesi kapitalist mekanizmanın durması değil, fakat çok yavaş çalışması manasına gelir. Bu gerçekleştiğinde karın çok büyük bir bölümü yatırıma değil, işçiye aktarılacak. Her ailede en az bir kişi çalışıyor olacağı için geliri olmayan kişi sayısı çok az olacak. Böylece sosyal adalet kapitalist mekanizmanın kendisi tarafından gerçekleştirilecek. Öte yandan kar azalacağı için kapitalistin geliri de azalacak. Böylece dünyanın tamamında en zengin ile en fakir arasındaki uçurum kapanacak, gelir adaletli bir şekilde dağılacak.
Kaynakça
Gillman, J.M. (1965): Prosperität in der Krise. Frankurt: Europäische Verlagsanstalt.
Lemmnitz, A., Schäfer, Heinz (1973): Politische Ökonomie des Kapitalismus: Einführung.
Frankurt: Verlag Marxistische Blätter.
Marx, K. (1953): Das Kapital: Kritik der politischen Ökonomie Buch 1. Berlin: Dietz Verlag.
Marx, K. (2000): Mechanik und historische Tendenz der Krisen. In R. Kurz (Hrsg. Und
kritisiert), Marx Lesen: Die wichtigsten Texte von Karl Marx für das 21. Jahrhundert. Frankurt: Eichborn AG.
Marx, K. (1974): Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie. Berlin: Dietz Verlag.
Mandel E. (1968): Marxistische Wirtschaftstheorie I. Band. Frankurt: Suhrkamp Verlag.
Bleaney, M. (1976): Underkonsumption Theories. London: Lawrence and Wishart.
O’connor, J. (1984): Accumulation Crisis. Newyork: Basil Blackwell Inc.
Pattrick, P. (1970): Werttheorie und Kapitalakkumulation. In K. Rolshausen (Hrsg.),
Kapitalismus und Krise: Eine kontroverse um Gesetz des tendenziellen Falls der Profitrate. Frankurt: Europäische Verlagsanstalt.
Senf, Bernd (1978): Politische Ökonomie des Kapitalismus. Eine didaktisch orientierte
Einführung in die marxistische politiche Ökonomie. Berlin, Mehrwert Band 17. Berlin.
Wallerstein I. (1999): Patterns and Perspectives of Capitalist World Economy. P.R. Viotti and
V. M. Kauppi (Hrsg.), International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism, and Beyond. Needham Heights, MA: Allyn & Bacon.
Garegnani, P. (1989): Kapital, Einkommensverteilung und effektive Nachfrage: Beiträge zu Renaissance des klassischen Ansatzes in der politischen Ökonomie. Marburg: Metropolis-Verlag für Ökonomie, Gesellschaft und Politik.
Gillman, J.M. (1965): Prosperität in der Krise. Frankurt: Europäische Verlagsanstalt.
Harris, D. J. (1979): Capital Accumulation and Income Distribution. London and Henley: Routledge & Henley.
Lemmnitz, A., Schäfer, Heinz (1973): Politische Ökonomie des Kapitalismus: Einführung.
Frankurt: Verlag Marxistische Blätter.
Marx, K. (1953): Das Kapital: Kritik der politischen Ökonomie Buch 1. Berlin: Dietz Verlag.
Pasinetti, L.L. (1974): Growth and Income Distribution, Essays in Economic Theory. Cambridge University Press: Cambridge, New York, Melbourne.
Ricardo, D. (1972): Grundsätze der politischen Ökonomie und der Besteuerung, Der Hohe Preis der Edelmetalle, ein Beweis für die Entwertung der Banknoten. Frankfurt am Main: Athenäum Fischer Taschenbuch.
Schlicht, E. (1976): Einführung in die Verteilungstheorie. Hamburg: Rowohlt Taschenbuch Verlag.
…Bu makale ilginizi çektiyse…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…
Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
16 Yorum
Yazan:MY Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Sevgili Emre,
çogu kez ABD’ye, fakirlige, savasa esitlenen “seytan” kapitalizmin gerçekte ne oldugunu hatirlatan bu yaziyi oldukça faydali buldum.
Ancak bir kaç ÖNEMLi itirazim olacak:
En önemlisi de su:
Kapitalizmin “adalet” gibi bir degeri “getirmesi” (?=üretmesi) bence imkansiz. Cünkü amaci bu degil, bunun için tasarlanmamis.
Bu konuyu “Liberaller neden başarısız?” adli yazida anlatmistim. Adalet, erdem, iyi-kötü, hakli-haksiz gibi kavramlar ekonominin konusu olamaz. Ekonomide bilirsin UTILITY (FAYDA) diye bir kavram vardir. Bu insani anlamda degil elbette. Yani Fayda=iyilik degildir. Savasan bir ülke için bombalar son derecede FAYDALIDIR. Meselâ Israilli bir firma bomba üretirken (veya ithal ederken) ekonomik fayda çerçevesinde, ordunun TALEBine cevap verir.
Benzer sekilde uyusturucu, sigara… bunlar ekonomik FAYDASI olan seylerdir.
Ekonomik teoriler ve mekanizmalar, sözgelimi MARJiNAL FAYDA ANALiZi her konuya uyarlanabilir: istihdam, bugday ticareti, uyusturucu, silah hatta fuhus.
Rusya’dan gelen kaçak fahiselerin Istanbul’daki fuhus piyasasinda fiatlari asagiya çekebilecegini tahmin edebiliriz mesela.
Buradan yola çikarak, “kardesim, alan memnun, satan memnun, birakin, piyasa kendini düzenler, fahiselik yapamayan kadin gitsin tekstil isçisi olsun” dersek bu hata olur. Neden?
çünkü insani PARA KAZANMAYA PROGRAMLANMIS BiR ROBOT mertebesine indirmis oluruz.
Manevi tarafi birak, sosyal ve psikolojik boyutlari dahi ihmal etmek bizi PiYASA-BiREY FETiSiZMi dedigimiz tuzaga iter. Liberallerin Türkiye’de ve dünyada basarisiz olmasinin da temel sebebi budur. Ekonominin cevap veremeyecegi sorular vardir ki ekonomik sonuçlari agirdir:
1) Bir kadin neden fahise olur?
2) Bir erkek neden “müsteri” olur?
3) Bir toplumda fuhus neden ilerler?
4) Fuhusun hukukî, toplumsal sonuçlari nelerdir?
5) Gelecek kusaklara birakacagimiz toplumda fuhusun yeri ne olacak? bizim hak ve ödevlerimiz nelerdir bu konuda?
Ne kapitalizm ne de bir baska -izm adalet üretemez. Bu konuyu Humeyni Lenin’i döver mi? Ulus devlet bölüm III isimli yazida anlatmistim.
Sermayenin, emegin ve diger ekonomik varliklarin ÖZGÜRCE dolasmasi, devletin fazlaca(?) karismamasina taraftarim. Ama bu ÖZGÜRLÜK ne GETiRiR?
Sadece sonuçlarina iTiRAZ EDiLEMEZ bir ekonomik hatta politik bir sistem getirir. Yani isler ters giderse, adaletsiz bir düzen, kriz, sefalet, savas vb olursa kapitalistler sunu diyebilirler:
“Arkadaslar, evet burnumuz pislikten çikmiyor ama itiraz etmeyin, hepimizin payi var bunda”
çünkü ÖZGÜRLÜK bas taci edilir de diger DEGERLER unutulursa insan nefsi insanligin klavuzu olur.
karga bize klavuz olunca burnumuz pislikten çikmaz. Özgürce çocuk öldürdügümüz, çevreyi kirlettigimiz su dünya da bunun ispati degil midir?
Özetle Tip, Mühendislik veya Ekonomi vardir ve gereklidir. Ama adalet veya bir baska “iyilik” üretmesi sözkonusu degildir bunlarin. çünkü bu TEKNiK alanlari insan uygular.
Bir tip doktoru iskence yapabilir, mühendis yeni bombalar icad edebilir, Ekonomist milyonlarca insani açliga mahkum edebilir. Meslek fetisizminden korunmaliyiz diye düsünüyorum.
Yazan:denememeler Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Sayın Emre Er, daha ilk cümleden yanlışlarınız başlıyor “kapitalizm modern üretimin bir yöntemidir” diye. bu kadarcık bir şeye indirgenebilir mi kapitalizm? Bir de liberal (kapitalist okuyunuz) değilsiniz, belli, neden durmadan bu işle ilgili yazıp duruyorsunuz?
Ben bir yazı yazsam, ilk cümlesi de “İslam, ortadoğuda çıkmış bir dua etme biçimi ve kadınları eve kapatma bahanesidir” diye cümleye başlasam olur mu?
Olmaz.
Nedir kuzum biz liberallerle alıp veremediğiniz? Bizi tanımlama çabanız? lütfen dikkat edin, yazılarınızda tarif ettiğiniz, kafanızda şekillendirdiğiniz “kapitalist”, “liberal” tanımları gerçekten git gide uzaklaşıyor.
CHP’lilerden sıkıldınız mı? Yoksa döve döve öldürdünüz mü?
Yazan:emre er Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
İtirazlarını haklı buluyorum. Ben kapitalist sistem kontrol edilmemeli demiyorum; bahsettiğin noktalarda elbette kontrol edilmelidir. “Mal”ın sınırları hukuk tarafından çizilmelidir. Bundan sonra da yazı da bahsettiğim gibi sosyal adalet gerçekleşir. Bunun önünde bir engel var. O da savaş. Sistemin sosyal adalet getirmesine yakın kapitalistler savaş çıkarabilir. Böylece mekanizma sıfırdan başlar. Ancak bu da mekanizmaya dışarıdan bir müdehaledir.
Bir tanımlama çabam var çünkü kapitalist ve liberal sözcüklerinin aynı anlama sahip olmadıklarını düşünüyorum. Bunu da yazıda uzun uzun açıkladım. Bir itirazınız varsa tartışabiliriz.
Bir liberalin “kapitalist”in anlamını bilmemesi aslında doğaldır; çünkü kapitalist bir Marxist kavramdır. Bu nedenle yazının liberalizm ile doğrudan bir ilgisi de yok. Ama liberal, kapitalist ile liberal aynı şey sandığı için sizin gibi “bu adamın liberallerle alıp veremediği ne?” diye sorar.
Ben bir liberalim, ama kapitalizmi bilen bir liberalim.
Yazan:denememeler Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Emre Bey, kulaklarıma mı inansam, bildiklerime mi?
“Hala devlete ödediği vergiyle bir gariban çorba içiyor diye, tedavi oluyor diye, ısınıyor diye itiraz eden var mı? Varsa, evet devlet onların parasını gasp etmelidir.”
demenizin üzerinden 16 gün geçmiş sadece. Siz mi liberalsiniz? Siz liberalseniz, biz neyiz?
Yazan:emre er Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Benim derdim “modern”i anlamak. Yazdığım yazılar genel olarak modernin çerveresinde dönüyor. Tartıştığımız şey de bu olursa benim açımdan daha güzel olacak.
Yazan:denememeler Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
🙂 peki. buyrun bakalım.
Yazan:emre er Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
“Hala devlete ödediği vergiyle bir gariban çorba içiyor diye, tedavi oluyor diye, ısınıyor diye itiraz eden var mı? Varsa, evet devlet onların parasını gasp etmelidir.”
Sadece denememelere değil bunu okuyan herkese soruyorum.
Bu sözü söyleyen bir insan aynı zamanda liberal olamaz mı?
Yazan:denememeler Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Hayır, olamaz. Gönüllü yardıma evet, zorla yardıma hayır. Motto bu olmalı. Bugün acındırarak, ajitasyon yaparak, garibanizm yaparak başlıyor, 3-5 zaman sonra bir bakmışsın ki buna bile gerek kalmamış, zorla alıyor devlet, vermeyeni vatan hainliği ile suçluyor, hapse atıyor, paralar da fakire filan değil düpedüz bambaşka şeylere gidiyor. Neden benim paramla kime ne kadar yardım yapılacağına devlet karar versin? ben daha iyi karar veririm.
Yazan:denememeler Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Yalnız şeyi farkettim, manyak gibi sabahtan beri tek ben yorum yapıyorum sanki…
Yazan:amarat Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Liberallere böyle şeylerle gelmeyin.
denemeler’i yalnız bırakmayın :=)
Yazan:Hasan Tarih: Mar 17, 2009 | Reply
Tek başına kapitalizmin adalet getirmesi mümkün değildir. “Bırakınız-yapsınlar” anlayışı beraberinde adalet getirmez. Kişisel çıkar çoğu kez kamusal yarar yaratır ve piyasa ekonomisi varlığını sürdürmek için zenginleştirmek zorundadır ama bu kapitalistleirn uzun vadeli düşündüğü zaman olacak bir şey..
Bugün büyük şirketler ucuz iş gücü için uzakdoğu ülkelerine gidiyor. Buradaki insanlara verdikleri paralar, onların tüketebilmesi için yeterli değil. Kaldı ki aynı zamanda buralara gelerek arkalarında, kendi orjinal tüketebilen işçi sınıfını işsiz bırakıyorlar.. Peydelpeyh; bunlar da işsiz kalıyor..
Sonuçta tüketemeyen bir kitle.. Bence kapitalizmin asıl büyük çöküşü böyle olur.. Fransa’da, seçimlerdeki adaylardan biri “şirketlerin fabrikalarının bir kısmını fransa’da bırakma” şartını yasa olarak koyacaklarını vaad etmişti.
Bu durum “bırakalım yapsınlar” anlayışının çözüm olmadığını gösteriyor. Ayrıca, liberalizmde aslında bu görüş çok bneimsenmiş değil. Atila Yayla Hoca’nın Liberalizm isimli eserinde bu durum işleniyor.
Aynı zamanda kapitalistlerin uzakdoğuya yaptığı göç bence beraberinde milliyetçiliği de arttırıyor.
Çünkü milli kapitalist ekonomi fikirlerini elzem hale getiriyorlar. Elbette ki bu ekonomi yöntemi beraberinde siyasal milliyetçiliği de getirecek.
Ben liberal-kapitalistim, çünkü en insancası, en özgürcesi ve en işlevseli liberal kapitalizm.. Hayatın bir lütuf değil bir “mülkiyet” olduğunda gerçek anlamda özgürlüğün mümkün olduğuna inanırım çünkü.
Ama “müdahale” etmek gerekiyor..
Çünkü sermaye sahiplerinin büyük bölümünün gözü kısa vadeli karlarda..
Yazan:Hasan Tarih: Mar 17, 2009 | Reply
Yukarıdaki mesajıma ek olarak şunları söylemeliyim:
Liberalizm ile kapitalizm aynı şey değil.
Kapitalizm iktisadi bir olgu. Feodalizm ya da ilkel komünal yaşam gibi.
Kapitalizm birilerinin “dünya daha iyi bir yer olsun” diye çıkardığı bir şey değil.
Hatta bence kapitalizmi çıkartanlar kapitalizmi çıkarttıklarının bile farkında değildiler.
Köyde tarlasında salatayı neden üretiyorsa, fabrikada bilmemneyi de o yüzden üretiyordu.
Kar etmek için.
Marx’ın yaşadığı yıllarda; kapitalizmin nelere neden olduğu ve insanlara nasıl bir yaşam sunduğu ortada.
Ama Marx’ın edebiyete uğurlandığı yıllardan sonra gelişen kapitalizmin insanlara sundukları da ortada..
Bugün doğa kaynaklarını nasıl katlettikleri de ortada, Avrupa ülkelerinde yarattıkları refah seviyesi de..
Tabii bu refah seviyesiyle birlikte Afrika’da yarattıkları kan gölü de..
Burada doğal bir düzensizlik var.. Ve düzensizlikten doğan bir düzen.
Liberalizm ise bu düzensizliğin düzenini tahlil edip bir düzen önerisi vermektir.
Komünizm de öyleydi. Hala da öyledir.
Bu bağlamda Tuzla’da ölen işçinin, Afrika’da açlıktan akbabaya yem olan çocuğun, inek yerine madenlerde kullanılan 9-12 yaş arası kızların sorumlusu Liberalizm değildir.
Kapitalist düzensizlik düzenidir.
Liberalizm bu değil..
Çünkü liberalizm; serbest piyasayı insanlara daha faydalı olabildiği için ister.. Daha özgürlükçü ve insanca olduğu için ister.. Ancak liberalizmin serbest piyasa tasavvuru ile kapitalist düzensizliğin serbest piyasa düzeni birbirinden farklıdır..
Bu nokta bence ciddi önem arz ediyor..
Yazan:emre er Tarih: Mar 17, 2009 | Reply
Müthiş bir tespit. Keşke bunu herkes anlasa da kapitalizmi olup olmadık heryerde kullanmasa.
Yazan:Özcan Doğan Tarih: Mar 17, 2009 | Reply
Çok basit ve çocukça bir yazı olmuş; 19. yüzyılda kalmış basit düşünceler bunlar.. kapitalizm bizim insan yanımızın değil hayvan yanımızın bir ürünüdür; kapitalist bir hayvandan da adalet iyilik doğruluk biri erdemler beklemek çok safça doğrusu ya da liberalce demeliydim belki de..
Yazan:snowqueen Tarih: Mar 18, 2009 | Reply
Yazının 19.yy dan kalma basit düşünceler üzerine kurulduğuna ben de düşünüyorum. Çocukca bir hevesle kapitalizmi aklıyor.
Oysa birinin yazara kapitalizm yüzünden dünya kaynaklarının çoğu belli kesimlerin elindeyken hiçte öyle “zenginle fakir arasındaki uçurumun kalkamayacağını”, silah endüstrisinin şiştikce şiseceğini, çevre tahribatı had safhada olduğu için bir gün yiyecek ot bulamayınca parayı dürüp yiyemeyeceklerini hatırlatması lazım.
Bence siz, içinde bulunduğunuz sınıfa ve egemenlere, güç odaklarına sımsıkı eklemlenmişsiniz. Üzerine birde kapitalizme müslüman erdemi falan katmaya çalışıyorsunuz ya, tadından yenmiyor.
Ama bence, firavunlar döneminde de yaşasaydınız, firavunların sistemine eklemlenip, sistemin ateşli savunucu olup, Musa’yı ve kavmini kovanlardan olacaktınız. “firavunlar sosyal adalet getirir”başlıklı yazılar yazardınız tapınak duvarlarına.
Roma döneminde yaşasaydınız, imparatorluk taraftarı olup, İsa’yı çarmıha gerecektiniz. Elbette bugün de, kapitalizmi savunacaksınız.
Yazan:ali Tarih: Oca 31, 2010 | Reply
genellikle bu kapitaliz mi savunanlar bir çok insani değerden yoksundurlar çok kazananı çalışıp kazandı diye gösterirler bugün devletlerin bile açamadığı bu büyük ölçekli işletmelerin hangi yolarla geldiği belli olmayan büyük paralar la açanlara yatırımcı ve girişim ci derler ve bunları araştırma gereği görmezler öbür taraftan cahil parasız ve geleceksiz bıraktıkları insanları da gereksiz olarak görürler ama şunu untmasınlar o savundukları değer ler bir gün kendi değersizleştiklerin de önce savunucularına tekmeyi vuracaklardır