Şıma Kul Kerd Zerre Ma (*) – Yüreğimize Gam Eklediniz
By Konuk Yazar on Mar 16, 2009 in Irkçılık, Kemalizm, Militarizm, Milliyetçilik, PKK, Politika, Psikolojik harp, Terör, Ulus-Devlet, Ulusalcılık
Önce selam sonra kelam;
Selam olsun sizlere
Son yıllarda ülkemizde bitmek tükenmek bilmez bir çabayla; yarım yamalak da olsa sürdürülen demokratikleşme ya da sistemi yeniden dizayn etme projesini etkisizleştirme hareketi artan bir ivme ile devam etmektedir.
Ziya Paşa’nın ‘Rencide olur dide-i huffaş ziyadan’ (Yarasanın gözleri aydınlıktan rahatsız olur) diye söylediği söz meşhurdur. Türkiye’nin yıllardır mücadele ettiği ama üstesinden bir türlü gelemediği derin ve karanlık yapılanmanın dağılmasından rahatsız olan çevreler, mağaralardaki yarasalar misali içeriye az bir ışık girdiğinde dahi feveran ederek ortalığı ayağa kaldırmakta çok maharetliler.
Anlaşılan odur ki tünelin ucu göründü ve ışık içeriye doğru yavaş yavaş yol alırken karanlığın sakinleri daha da hırçınlaşıp gürültünün dozunu ve şeklini değiştirmek için her türlü yolu deneyeceklerdir. Zira onların mücadelesinde hiçbir ahlaki ya da etik kaygı olmaz ve menfaatlerinin gerektirdiği sonuca varmak için meşru veya gayrimeşru her yol mubahtır. Böyleleri iflah olmaz fırsatçılardır.
Halkımız çok sık tekrarlanan bu filmi seyrederken derinlerde olup biteni anlamakta güçlük çekse de; artık senaryonun aynı olduğunda, sadece aktörlerin, figüranların ve dekorun bazen değiştiğini anlamış ve acı tecrübeleriyle de bunları yorumlamakta çok büyük maharet ve feraset sahibi olmuştur.
Bu memleket çok büyük badireler atlatarak bugünlere gelmiş ve geçmişte olan bitene baktığımızda hala nasıl ayakta durmuş veya birlik-bütünlüğünü nasıl muhafaza etmiş ona şaşmak lazım. Çok sancılı bir coğrafyada ikamet eden bu ülkenin insanları içten ve dıştan akıl almaz manipülasyonlara maruz kalmış hatta tarihte hiç müstemleke olmadığı halde kendi öz evlatları tarafından sömürge olmuş topluluklarda bile karşılaşılması güç dayatmalar ve zorbalıklarla yüz yüze bırakılmıştır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen bu memleketin sakinleri hala sabredip bağrına taş basıyorsa ve memleket benim, nankörde olsa evlatlar da benim diyorsa bu halkın hakkını teslim edip artık edeb yahu deyip uslu çocuk olmak zamanı geldi de geçiyor yaramaz çocuklar için. Bu memleketin haşarı çocukları kendilerine şu soruyu sormalılar: yeryüzünde bu gam ve kedere bu denli tahammül edebilmiş dayanabilmiş kaç tane halk vardır?.
İnsanoğlu bu evrende var oldukça iyi ile kötü, doğru ile yanlış, adalet ile zulüm, fakir ile zengin, siyah ile beyaz, aydınlık ile karanlık hep bir mücadele içinde olacaktır. Eşyanın tabiatı bunu gerektirir. Bu matematiksel bir kesinlikten daha kesindir. Bugün ülkemizde devam eden mücadelede saflarımızı siyasi ya da ideolojik görüşlere göre değil bir erdem mücadelesinde doğrunun ve haklının yanında yer almak düşüncesi ile pozisyon almalıyız. Öncelikle ve özellikle haksızlığa, erdemliliğin ve insaniyetin gereği olarak karşı olmalıyız. Kime yapılmış, niye yapılmış, adam hangi dinden, cemaatten, partiden ya da görüşten vs. soruların cevabını araştırmadan Hak namına karşı olmalıyız. Zira Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra feda edilmez kaidesince ölçümüz sadece adalet olmalıdır. Adaletin olmadığı yerde güçlünün hâkimiyeti vardır. Sadece gücün ve güçlünün ayakta durduğu bir ortamda ise insani değerlerden ve medeniyetten bahsedilemeyeceği aşikârdır. Adaleti istemek kolay sahip olmak zordur. Adalet, herkesin samimi olarak fedakârlık yapmasıyla ancak sahip olunabilecek kadar değerli bir hazine ve erdemli bir toplumun da ab-ı hayatıdır.
Her şeye rağmen karanlığa küfretmekle aydınlığa ulaşılmaz. Bizler laik, dindar, liberal, sosyalist, demokrat, milliyetçi, sağcı solcu, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Rum vs. her ne isek Türkiye’nin geleceğini şahsi menfaatlerimize tercih ederek Ben demeyi bırakıp Biz diyerek vefalı bir tavır almalıyız. Zira çarpışmalardan, güç gösterilerinden, hesaplaşmalardan galip çıkmayacaktır amma mağlup bellidir: Türkiye. Dolayısıyla mücadelemiz haksızlığa ve adaletsizliğe karşı yekvücut devam etmelidir. Tüm bunlara rağmen halk namına vekâleti elinde bulunduranlar ve hükmedenler makamları ellerinden gitmek pahasına dahi olsa adaleti uygulamak noktasında çok dikkatli olmalılar. Çünkü vekil olmak emin olmayı gerektirir. Emanet bunun için kendilerine verilmiştir.
Bütün bu olup bitenler içimize derin bir gam (kul) salmışsa da ümitsizliğe kapılmamak lazımdır. Çünkü gecenin karanlığının en kesif olduğu zaman sabaha en yakın zamandır. Hz. Ali’nin deyimiyle ‘Gözü olana sabah ışımıştır’. Belki de o sabahın karanlığındayız(**). Gözünüz açık olsun.
(*) : Yüreğimize Gam Eklediniz (Zazaca)
(**) : Bu cümle rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun ‘O sabahın alacasındayız’ sözünden esinlenerek yazılmıştır
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
1 Yorum
Yazan:arif Tarih: Mar 16, 2009 | Reply
Günün ruhuna çok uygun bir yazı olmuş. Herşey olacağına varır ve feraset sahipleri sabırla olanları izler. Ancak bir yandanda heyecanla olumlu gelişmelerin sürmesi için çaba harcar. Umalım ve dileyelim ki; bu çilekeş millet birkez daha tüketici iç çatışmalara sürüklenmez. Bu olmazsa, içeride ve bölgesinde ve dahi dünyada barışa çok katkılarda bulunur. Artık bozgunculuk yetmedi mi? Hz. Mevlana Mesnevide bir alimle bir cahilin yaka yakaya kavga ettiğini hikaye eder. Alim tartaklanır ve davacı olur. Kadının bir cahille yaka yakaya gelen adam alimmidir, suhuletle onu ikna edip kavgaya vardırmasaydın işi diye, alime çekişmesiyle sona erer hikaye. Alimlerin, akillerin yol göstermesiyle daha iyi şeyler göreceğiz inşaallah.