Kutsal Bir Bilim İhtiyacı
By eg on Nis 6, 2009 in Batı, Bilim, İnsan, Materyalizm, Modernleşme, Pozitivizm, Tasavvuf
Batı bilimi ve teknolojisi, son birkaç yüz yıldır, bu bilime ve teknolojiye kaynaklık eden anlayışın hâkimiyeti sonucu, mümkün olan tek bilim tipi olarak anlaşılmıştır. Bu anlayış monolitik ve monopolist (entegrist) yapısıyla kendisinin dışında kalan her türlü bilim anlayışını sahte bilim (pseudo-science) olarak etiketlemiştir.
Batı bilimi anlayışının doğa ile ilişkisi, doğanın fethedilecek bir nesne olarak algılanması sonucu ortaya çıkmış bir efendi-köle ilişkisidir. Bu anlayış bir taraftan bilim ve teknolojide büyük “ilerlemeler” sağlarken, diğer taraftan bu bilimin, yapısı gereği doğanın kendisinden ve insanın hakîkatinden uzaklaşması sonucunu doğurmuştur. Sadece akıl öncülüğünde fethedilmeye çalışılan doğa ile onu fethetmeye çalışan insanın kaderi birbirinin yazgısını paylaşmış; araçsal hale getirilen aklın bir nevi çılgınlığa ulaşarak kendi kendisini yok ettiği; böylece doğayı, bireyi ve insanlığı tükettiği bir sonuca zemin hazırlamıştır.
Batı biliminin başarısı aynı zamanda onun başarısızlığa uğrama sebebidir. Doğaya mutlak bir hakimiyet isteği, aynı zamanda ona karşı yabancılaşan, doğaya yabancılaşırken kendisine de yabancılaşan bir insan profili yaratmıştır.
Batı bilimi hakimiyet altına almaya çalıştığı bilgiyi parçalayarak ele alır ve her bilgi parçacığını bir uzmanlık alanının iktidarına terk ederek bir uzmanlaşma fetişizmi yaratır. Bu uzmanlaşma eğilimi, parçalayarak ele aldığı doğanın, insanın ve onların bilgisinin birbiriyle zorunlu ilişkisini göz ardı eder. Bu ilişki göz ardı edildiğinde, bir doğa parçasının fethinin, doğanın bir başka tarafını yıkıma uğratması ve bu yıkıma insanlığı da ortak etmesi fark edilmez hale gelir. “Araçsal akıl”ın yarattığı bu bilim anlayışı, sırf kendi sınırlarının farkında olmadığı için, bu sınırların ötesinde olana ulaşamayan bir mahiyet oluşturur. Dünyanın ekolojik dengesinin ve doğanın, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar kısa sürede uğradığı bu yıkım, tam da bu anlayışla ilgilidir.
Doğanın ve insanın ontolojik yapısındaki bu zorunlu ilişkisellik, Batı biliminin asla kavrayamadığı şeyi de ifşâ eder mahiyettedir. “Varlığın her aşağı durumu, gerçekliğini kendisinin üzerinde bulunan ve kendisinden ayrılması imkansız olan durumdan alır (1)” şeklinde anlaşılması gereken bu ontolojik bağlılık, Batı biliminde birbiriyle ilişkisiz kompartımanlara bölündüğü için, bütüncül ve “kutsal” yapının parçalanması şekline dönüşür. Seyyid Hüseyin Nasr’ın dediği gibi, şayet yeryüzü bugün büyük bir tehlike ile yüzyüze ise, bu, açıkça asırlar boyunca Batı insanının salt bir yeryüzü varlığı olarak kalmayı denemiş olması ve yeryüzü alemini, onu aşkın olan her türlü realiteden kesip ayırması yüzündendir.
Batı bilimi bilginin pratik sonuçlarına ulaşmak ve bu sonuçlardan doğanın fethinde azamî yararlanmak için, doğadaki nesneler arasındaki ilişkiyi yok sayar ya da görmezden gelerek ihmal eder. Newton’un kütle çekim kuvveti ile ilgili keşfinin analizi bile bu anlamda bir örnek olarak alınabilir. Kütle çekim kuvvetinin tam sonucunun, ancak evrendeki her cismin kütle ve uzaklıklarının o nesneye nispetle bilinmesiyle bilinebileceği bilgisi ihmal edilerek basitleştirilen bilim, bunun sonucunda matematiksel kesinlik uğruna doğanın metafizik ilişkiselliğini ihmal etme yoluna gider.
Batı biliminin hizmetindeki “bilim insanlarının” uzmanlık sonucu geldikleri nokta bütüncül bir bakış yerine, parçaladıkları hakikatin sınırlı bilgisinin hakikatin bizzat kendisi sanıldığı bir “cehalettir”. Bu cehalet, dayanacak bir irfanî geleneğin olmaması sonucu, kendisini bir iktidar ve zorbalık olarak dayattığı için de, kendi kendisini eleştirme yolları da kapalı bir cehalet demektir aynı zamanda. Yaptığı “atom bombası”nın insana ve tüm doğaya verdiği zararla hiç ilgilenmeyen bir fizikçi; genetik araştırmalarında bu bilgiyi kuşatan ve kontrol etmesi gereken bir üst-bilginin farkında olmadığı için, bir fayda karşılığı bin zarar yaratabilen bir biyolog; yaptığı bir cihazın insanlığa ve doğaya getirdiği zararları hiç umursamayan bir mühendis…işte bütün bunlar Batı bilimi ve teknolojisinin sonuçlarıdır.
Bu açıdan Batı tipi bilim anlayışından “kutsal bir bilim anlayışına” geçiş, insanlığın geleceği açısından da hayati önem taşımaktadır. Doğa ile insan arasındaki denge, ancak ve ancak bu ontolojik bilginin kavranması ile tekrar kazanılabilir. Doğaya karşı bitmek tükenmek bilmez bir fethetme isteği yerine; uyum ve ahenk peşinde, doğadaki bütün varlıkların birbiriyle ilişkisinin farkında olan bir tutum, doğanın sömürülmesi sonucu ortaya çıkan yıkımdan kurtuluş için tek çaredir. Yine Nasr’ın söylediği gibi, bütün “niceliksel” tabiat bilimlerinin birbiriyle bütünleşebileceği çok yüksek bir tabiat ilmini araştırmak gereklidir. Bu da Batı biliminin, Doğu bilimi ve irfanıyla uyum sağlaması ile mümkün olabilir. Yani bilginin ve varlığın birbiriyle ilişkisini asla akıldan çıkarmayan, hikmet ile bilginin birbiriyle çift yönlü bir ilişkide olduğu bu tür bir bilimdir ihtiyacımız olan. Doğayı fethetmek yerine onu “temâşâ” etmeyi amaçlayan, tefekkür ile bezeli bir bilim!
Bu tip bir kutsal bilim anlayışı, evrenin maddi varlığı ile manevi varlığını cem eden bir “tevhid” görüşü ile başarılabilecek bir şeydir. Doğayı fethederek profanlaştıran bilim anlayışına karşı, doğanın, Yaratıcı’nın “ayetleri” olarak görüldüğü bir bilim anlayışı, yıkıma uğratılan doğa ve insanı, tekrar hak ettiği varlık, bilgi ve hikmet düzeyine çıkaracaktır.
Not: Yazının başlığı Seyyid Hüseyin Nasr’ın “Kutsal Bir Bilim İhtiyacı” adlı kitabından ilhamla verilmiştir.
- Tasavvufî Makaleler – Sufilik Işığında Ekoloji Problemi – Seyyid Hüseyin Nasr
25 Yorum
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
Enver bey elinize sağlık,çağımızın makineleşmeye başlayan doğa-insan ilişkisine çok yerinde bir bakış ve çalışma olmuş.
Önyargılı yaklaşmak doğru değil belki ama,ileri sürdüğünüz tezlere kimi çevrelerce itiraz geleceğini şimdiden tahmin edebiliyorum.
Zira,toplumumuzda siyaset dışı konuların da ideolojik tartışmalara dönüşme eğilimi bir hayli yüksek.Dolayısıyla bilim karşıtı/düşmanı şeklinde algılanmanız an meselesi.
Yazının doğru okunması ve kısır bir tartışma düzlemine çekilmemesini umuyorum.Dilerim yanılan ben olurum ve insan-doğa ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesi anlamında olumlu bir mesaja dönüşsün yazınız.
Yazan:Murat Aygen Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
Eskilerin “riyâzat” dediklerine şimdilerde “bilim” denir oldu. Hoca Ahmet Yesevi Hazini İmam Mergazi’yi önce “halvet, erbâin” sonra da “riyâzatla” yola getirmiştir. Tıpkı Amerikan üniversitesinin “sosyal içerikli” lâflar eden Andre Gunder-Frank’ı getirdiği gibi.. Buradaki üniversitelerde okudukları nâmeleri ilgi göreceği umudu ile gidip Amerikan üniversitelerinde okumağa kalkanlar da zannımca benzer deneyimler yaşamaktadırlar. İnsanlar imamları, papazları, hahamları not alma, diploma alma kaygısı ile dinlemezler. Prof.ları NE kaygısı ile dinliyor olabilecekleri, dikkat buyurun, tartışmaya bile açılmıyor! YAŞASIN Y.Ö.K.!; BiN YAŞASIN ONUN ULU MiMARI ŞÖVALYE DOĞRAMACI!
Yazan:eg Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
aziz bey,
yazının bilim düşmanlığı olarak anlaşılma riskinin olduğunu biliyorum. ancak buna rağmen bence bu konuda yazıp durmaya devam edebilmeliyiz. burada eleştirdiğim “uzmanlıklarla” aynı zamanda kendimi de eleştiriyorum hiç ayrım gözetmeden. sonuçta ben de yıllardır elektronik mühendisliğinde araştırma geliştirme yapan birisi olarak, çoğunlukla yaptığımız elektronik cihazların çevre ile, toplum ile ve doğa ile ilişkisini gözardı ettiğimizi söyleyebilirim. yani çuvaldızı önce kendime batırarak yazıyorum bunları.
sonuçta ben de “batı tipi” bir öğrenim aldım, batı bilimini el üstünde tuttum yıllarca ve bu konuda “iddialı” olabilmek için elimden geleni yaptım…üstelik çoğu insan tarafından bu ülkede bu tip eğitimin verildiği “en iyi!!” üniversitelerden birisi olarak görülen bir tanesinde…çoğu insanın mühendislik yapmak istediği yerlerde çalıştım. sonuçta oralarda çalışırken de bu konu hep kafamı kurcalardı. şimdi ise bu konunun hayati olduğunu düşünmeye başladım. çünkü dünya olarak halimiz biraz da arabasının gazına sonuna kadar basıp uçuruma doğru hızla yaklaşmakta olan bir insanın haline benziyor.bundan kurtuluş yolu da bu problemleri bizzat yaratan zihniyet değildir diye düşünüyorum…
teşekkürler yorumlarınız için. sevgiyle
Yazan:Hasan Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
Bilimin kutsal değerlerle çeliştiği noktalarda ne yapmayı düşünüyorsunuz peki?
Burada mesele; bilimin (bunun batısı,doğusu yok) kutsal değerlerle birebir çelişen sonuçlar vermesinin getirdiği rahatsızlık sanırım.
Var olan bilim, eldeki kültürel ortamı doğrulamayınca, onun bu yönünü törpüleyen yeni bir bilim görüşü gerekiyor tabii ki.
Bunu da manevi değerlerle örtüyorsunuz.
Klasik bir ötekileştirme yanılgısı. Ateizmi, ateistleri, moderniteyi yüzeysel biçimde tanıyıp, bu seviyeden dini haklı çıkarma çabası.
Batı bilmi dediğiniz ve gerçek adı sadece bilim olan şey; ispata dayalı olarak, hiçbir ön-görüşe bağlı olmadan yürür.
Devlete ve topluma karşı hiçbir sorumluluğu yoktur. Aynı zamanda dine karşı da hiçbir sorumluluğu yoktur. Çünkü bu sorumluluk, susmayı da beraberinde getirir.
Kutsal bir bilim size kutsal kitaplarda yazanların tersini ispat edemez.
Kutsal bir bilim; din üzerine şekllenmiş bir delvetin eylemlerini sorgulayamaz.
Kutsal bir bilim olamaz. Çünkü kutsallığın temelinde inanç ve dogma, bilimin temelinde sorgu vardır.
Ateizmin ya da modernitenin insan ilişkilerini öldürdüğü, dünyayı ve hayatı manasızlaştırdığı tümüyle bir kuruntudur.
Kedinin uzanamadığı ete mundar demesidir.
Ateizm ve modernite; dinlerin ve eskinin aksine insanı ve onun haklarını, refahını, mutluluğunu temel alan bir ilişkiler bütünü sunar.
Yeni görüşte insan öznedir, eskisinde de ise sadece nesne.
Bu yüzden devlet insan içindir.
Devletleri bu kadar hayatın içine sokan da o dindir zaten.. İnsanı nesneleştiren şey..
Şehitlik, cihad gibi kavramlarla “kendini feda etme” durumunu kutsal bir şeymiş gibi sunan dindir.
İnsanın dünyadaki yerini sağlıklı ve doğru biçimde (evrimle) anlayan görüş; onun hakkında çok daha sağlıklı kararlar verir.
Zaten vermektedir de.
Kendi içinde sorunları var mıdır?
Elbette ki.. Bu hayatın diyalektiğidir zaten. Ancak bu sorgulanabilir bişeydir. Dinde ise yoktur böyle bir şansınız.
Kutsal bir bilim ihtiyaı yoktur. Hatta kutsallığın hayattan çıkarılmasına ihtiyaç vardır.
Güneş Dil Teorisi de başka bir şeyi “kut” gören bir anlayışın kutsal bilimine göre bilimsel bir şeydi.
Kutsal bilim dediğiniz de budur işte.
Kur’anın verilerini doğrulayan doğrudur, yanlışlayan yanlıştır.
Bunun adı bilim değil. Belki sadece “neil armstrong uzayda ezan sesi duymuş” gibi bir müslüman avuntusu olabilir.
Yazan:eg Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
hasan kardeşim,
bakın size uzun uzadıya cevap yazmayı doğru görmüyorum, yazılar fikirlerimi anlatıyor zaten tekrara hacet yok. sadece benim ve “benim gibi” insanların yazılarını anla(ya)mamanıza yol açan bir özelliğinizi söylemekle yetineyim. bu özellik batı düşüncesinin yol aştığı kartezyen kafadır. sorduğunuz sorular dahi bu kafanın ürünü. yani bunun ötesinde bir bakış olabileceğini dahi mümkün görmeyen bu kartezyen bakış, her şeyi “ayırarak” anlayabiliyor ancak. bu yüzden; daha yaşınız çok genç, bu kartezyen kafadan kurtulmak için önünüzde uzun yıllar var. umarım 15 yıl sonra sizinle bir yerde karşılaşır, o zaman konuşuruz. şimdilik anlamlı olduğunu düşünmüyorum…
Yazan:Murat Aygen Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
Sayın Hasan,
“Bilimin kutsal değerlerle çeliştiği noktalarda ne yapmayı düşünüyorsunuz peki?” diye sual etmişsiniz. Tutarlı olması gerekenler bilime az-çok saygısı olan dindarlardan mı ibarettir? Dikkat buyurun, İsmet İnönü realitesini sistematik olarak reddeden Kemalistler (ergenekoncular) artık hiç bir tutarlılık kaygısı duymaksızın yazıyor ve konuşuyorlar. V.I.Lenin erata “silahlarınızı (düşmana değil) komutanlarınıza tevcih ediniz” çağrısı yapmıştır. Ben de sorularınızı dindarlara değil holding-prof.lara yöneltiniz çağrısı yapıyorum (mesela sorunuz: savunma harcamalarını taa 1971’den beri parlamento denetiminden sistematik olarak kaçırarak nasıl “sosyal devlet” olunuyormuş acaba?). Peeeh ne böyük adamım va mı bana yan bakan 🙂
Yazan:Hasan Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
Sayın eg;
Öyle olsun.. 15 yıl sonra görüşelim.
Sayın aygen;
Devlet ile ilgili eleştirilerinize katılıyorum. Bu da kutsal bir anlayışın sonucu.. Devlet dediğiniz, aslında bir tesisat’tır. Ayn Rand’ın tarif ettiği üzere; bir musluk’tan farkı yoktur. Ama toplumlar onu öyle bir yere koymuşlar ki.. “Musluklar insan içindir” diyince “hain” damgası bile yiyorsunuz.
Faşistler de bilim düşmanıdır.
Çünkü bilim üzerinde bir kontrol kurmak isterler.
Bilimi, dünyayı tanıma çabası olarak değil; kendi tezleri için bir meşruiyet zemini olarak görmek isterler.
Güneş Dil Teorisi de bu çabanın ürünüdür.
Bu “kutsal” bir anlayıştır. Ama “kut’u” başkadır.
Bunun da arkasında “maneviyat” varıdr. Milli bir bilim ihtiyacı’nın sayılabilecek gerekçeleri..
Neyse, 15 yıl sonra umuyorum ki Enver bey ile bunları bir kahve eşliğinde konuşacağız.
Siz de buyurun gelin 🙂
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 6, 2009 | Reply
Enver kardeşim
Çok çok harika bir yazı. Eline,gönlüne ve yüreğine sağlık.
Vahiyden kopuk bir hayat, kendini ipinden koparmış sandala benzer. O sandalın artık bir hedefi yoktur, rüzgar nereye eserse oraya gider. Alır başını ya kayalara vurur ya da okyanusun ortasında yapayalnız kalır. Her iki sonuçta sandal için felakettir. Kıyamettir.
Vahiyden kopuk bilimde öyle. Insanlığın ve doğanın felaketidir. Kıyametidir. Nitekim bu felaketler yaşanmıştır. Yaşanıyor.
Yorumuma Bediüzzamanın sözleriyle son vereyim.
“Eğer kâinattan risâlet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefât edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyâreye(göktaşına)çarpacak, bir Kıyâmeti koparacak.”
Evet Vahiyden kopuk kainat ve dünyada, kıyameti koparacaktır.
Vahiyden kopuk herşey, felakettir, kıyamettir.
Sevgilerimle…
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
Ben bu konuda tamamen Enver beyle hemfikirim.Özellikle de doğaya hükmetme/denetleme konusunda bilim,insan-doğa ilişkisine,insanın doğa ile bütünleşmesine zarar vermiştir diye düşünüyorum.Zira,insanoğlu doğaya hükmetme hırsıyla,doğayı tahrip etmiş ve aynı zamanda bu ihtirasına esir düşmüştür;tıpkı insanın kendi özgürlüğünden vazgeçerek kendi ürettiği nesnelere tapındığı gibi,bilime sarsılmaz bir inançla bağlanma,netice itibariyle bir tutsaklık daha getirmiştir insana.
Oysa,doğaya hükmetmek ve denetim altında tutmak yerine insanın hakikate ulaşma yolunda ilk evvela kendi nefsini denetim altına tutmalıydı…Kendi özüne dönmesinin yegane yolu,kendisini denetlemekten geçebilir çünkü.Biliyorum,bu görüşlerim çok naif bir yaklaşım olarak değerlendirilecek.Ancak,adına bilim çağı dediğimiz bu hızlı teknoloji,insan yaşamında önemli kolaylıklar sağlamasına karşın,insana dair tüm değerleri alt üst etmiş ve etmeye de son hızla devam etmektedir.
Bir kere çok derin analizlere gerek duymadan,çağımızda tüm şiddetiyle sürmekte olan savaş,yıkım ve işgallere bakarak bilimin ne tür tahribatları da beraberinde getirdiği ortadır.
Hadi,insanoğlunun açgözlülüğü ve bitip tükenmek bilmeyen hırsları yüzünden diyelim ki savaş ve katliamları,insanın insan eliyle tüketilmesinin önünü alacak bir formülü henüz bulamadık.Peki nüklüer silahlara,baz istasyonlarına;yüzbinlerce insanı bir anda yok eden,düştüğü yerde ot bile bitmeyen atom bombasına ne buyrulur?Bütün bunlar bilimin eseri değil mi?Bizi yok eden,doğayı tahrip eden bu modern araçları bilim sayesinde keşfetmedik mi?
Dolayısıyla yazıda da belirtildiği gibi,insanın güç ve ihtiras uğruna bilimi bir silah gibi kendisine ve doğaya doğrulttuğu ve yanlış kullandığı tüm gerçeğiyle ortadadır ve tartışmaya açık olmalıdır diye düşünüyorum.
Yazan:TSD Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
Hocam, elinize zihninize saglik..
Yazan:durhat Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
bizde bilim üzerine konuşulduğunda nedense din ile ilişkilendirilerek bir sonuca varılmak isteniyor.özellikle de bu sitede yazılarını beğeniyle okuduğum Hasan beyin tartışmaya bu eksenden yaklaşması doğrusu şaşırttı beni.zira din ile bilimin birbirine rakip iki olgu gibi gösterilmesi ve bunun üzerinden bir sonuç elde dilmesi gayreti çoğunlukla resmi ideolojiyi savunanların başvurduğu bir yöntemdir.bu çevreler,çağdaşlaşma,aydınlanma,cumhuriyet,anayanayasal değerler vs.gibi söylemleri hep iman ettikleri resmi ideolojiye destekleyici bir araç gibi kullanırlar ve bilimi de bu manada diğer ezberlerinin yedeğine alırlar.tabii Hasan beyi bunun dışında tutuyorum,ancak getirdiği eleştiri ile biraz bu kulvara sapmış gibi durum var.
dolayısıyla felsefe,sanat,kültür,toplumsal değerler vb.nin tartışılması salt din ile ilişkilendirilerek dar bir alana hapsedilmemeli.tabii burda vurgulamaya çalıştığım şey indirgemeci bir anlayıştan uzak durulması gerektiğidir.yoksa dinin simgesel bir işleve sahip olduğu ve sadece bir inanç boyutuyla sınırlı olduğunu ima ettiğim anlaşılmasın.aksine(dindar biri olmamama karşın)dinin,yaşamın her alanında çok önemli bir yer tuttuğunu da belirtmeliyim.zira birey ve toplumun ahlaki değerlerini,yaşamdaki yeri ve rolünü düzenleyen ve bu bağlamda toplumları ayakta tutan yegane kurum dindir.kabul edelim etmeyelim;bugün insanlık adına hala bir şeylere sahipsek bunu dinlerin varlığına ve muazzam dengeleyici rolüne borçluyuz.
dolayısıyla problem,din/dinlerin varlığında değil insanların bunu uygulama biçiminde aranmalı.aziz beyin de belirttiği gibi bilimin insan tutkularında araçsallaştırılması gibi,dinin de araçsallaştırıldığı doğrudur.ancak bu bir insan kusurudur,varolan çelişkiler dinde aranmamalıdır.
sonuç itibariyle Hasan beyin tesbitlerini kısmen doğrulayan din istismarcıları olmakla beraber,topyekün dinin bu tartışmanın içine çekilmesi doğru bir akıl yürütmesi değil.en azından yazıda bu yönde bir argüman bulunmuyor.yani tıpkı insan yapımı sistemlerin yanlış uygulamalar sonucu “vahşileştiği” gibi,bilimin de böyle bir eksene kaymaması adına yazarın yerinde bir uyarısı var ve tartışmanın bu anlamda din-bilim rekabetine kurban edilmemesi gerekir.
Yazan:durhat Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
ek olarak,tarih ve siyaset biliminin çarpıtılarak toplumların yönlendirilmesi elbette çağımızın önemcil bir sorunudur.yine Hasan beyin vermiş olduğu ‘güneş dil teorisi’örneğinden yola çıkılarak,bunun hangi anlayışın sonucu olduğu kestirilebilir(ki,bana göre çok önemli bir saptamadır).keza nazi almanyası dönemi ‘üstün insan’teorisi de bir başka örnektir.yani her iki örnekte de,”teorilere”bilim kılıfı giydirilmiş,bilim etiketi ile inandırıcılık sağlanmıştır.
lakin,böylesi bilim adı altında topluma empoze edilen teorilerin telafisi mümkündür…toplum doğru ile yanlışı bir şekilde birbirinden ayırarak kısmen bu yönlendirmeleri aşabilir.
ancak,doğaya verilen tahribat boyutuyla geriye dönüşü olmayan bir süreç tüm insanlığı,doğayı ve evreni tehdit etmektedir.ozon tabakasının delinmesi,iklim dengelerindeki anormal bozukluklar,küresel ısınma,kuraklık vs.hatırladıklarımdan sadece bir kaçı.buzulların erimisi durup dururken olmadı sanırım.
dolayısıyla doğrudan doğanın tahrip edilerek yok edilmesi ile,iktidar ve güç uğruna bilimin ideolojilere alet edilerek saptırılması,sonuçları bakımından önemli farklılıklar arzeder.bunun da dikkate alınması gerekir.
Yazan:sevim Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
Bu aydınlatıcı yazısı için yazara teşekkür ediyorum.Geçenlerde buna benzer bir konuyu okulda tartışmıştık.Çoğunluk bilimin tartışılmaz olduğu düşüncesindeyken,ben daha çok sorgulanması gerektiğini düşünmüştüm.Ancak açıkçası bunu belli edememiştim gerici damgası yememek için.Şimdi ise bu yazı bana cesaret verdi ve aklımdan geçenleri ifade etme konusunda daha yürekli davranacağım.
Tekrar teşekkürler sayın yazar,yüreğinize sağlık.
Yazan:Hasan Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
Sayın durhat merhabalar;
Aslında din ile bilimi iki rakip olgu olarak görmedim. Tam tersine; din de aslında bilim gibi dünyayı tanıma çabasının bir sonucudur. Ancak bu, bilimsel çabadan daha farklı sonuçlar ve değerler yaratan farklı bir çabadır.
Komünist propaganda ekseninde dine karşı tutum belirlendiğinde bu tümüyle din-düşmanı bir sonuç getiriyor. Daha da kötüsü, karşıt olmanın doğal bir sonucu olarak, yıkılan dinin ve beyinden silinen Tanrı inancının yerine en az onlar kadar otoriter başka şeyler koymaya başlanıyor. Bilim, bir sorgulama biçimi olmaktan çıkıp bir inanç sistemi haline geliyor. Buna da bilim fetişizmi denir heralde. Enver Bey’in yazısının girişinde belirttiği gibi, bilimin siyasal ve hatta dine benzer bir inanç sistemi haline gelmesi zamanla kendi “kafirlerini” (psuedo-science) bile yaratıyor.
İşte yanlış budur.
Dinler, toplumların bir gerçeğidir. Hiçbir şey, toplumsal bir takım talepleri arz etmedikçe bu kadar uzun süre yaşayamaz. Demek ki dinlerin karşıladığı bazı talepler var. Bunların ve dinler ile sosyolojik gelişmişlik arasındaki ilişki sorgulanınca; “negatif ateizmden” çok daha farklı ve sağlıklı bir görüş doğuyor ortaya..
Kutsal bir bilim ihtiyacı savına karşı olmamın nedeni, dine karşı olmam değil. Dine karşı değilim. İnanmamak ayrıdır, karşı olmak ayrı. Tam tersine, eklektik düşünce anlayışı gereği paralel okumalarında dine yer vermeyen anlayışın bir kolunun sürekli kırık kalacağı da bir gerçek.. İnsanlığın din başlığı altında geldiği birikim göz ardı edilmemelidir.
Kutsal bir bilim savına, objektif değerler adına karşıyım. Bilim, hiçbir şeye bağlı olmamalı, özgür kalmalıdır. Herhangi bir şeye bağlı kaldığında nasıl sonuçlar verdiği konusunda Güneş Dil Teorisi en iyi örnek. “Güneş Dil Teorisi’nin İzahı” isimli bir kitap var. Sonuna doğru gülmekten mide kanaması geçirtecek bir kitap bu. Ruşeni Barkur’un “Din Yok Milliyet Var” kitabı da bu konuda örnek sayılabilir. Bir de, “Kamalizm Dini” kitabı var tabii..
Bunlar, bilim kendine bir “kut” benimsediğinde ne kadar komik hale geldiğini gösteriyor.
Yazıya karşı çıkmamın nedeni; dinin yalnızca erdemlilik, ahlaklılık, iyilik kavramlarına indirgenmesi. Din sadece bu değil. Din aynı zamanda bir siyasal iktidar projesidir. Din aynı zamanda bir yöneten-yönetilen ilişkisidir. Kaldı ki, din deyince karşımızda tek bir içhihat yok. İslam diyince de yok. Bu konular nasıl aşılacak? Bunlar önemli meseleler.
Her neyse, 15 yıl sonraki kahve buluşmasına siz de gelin. O zaman daha uzun uzun konuşalım bu konuları..
Saygılar, sevgiler.
Yazan:hurrem Tarih: Nis 9, 2009 | Reply
Tipik postmodern bilim dusmani bir yazi olmus…Alan Sokal isimli fizikci postmodernizmin bilim dusmanligini yillar once guzel bir sosyal deneyle gostermisti…(bkz. Sokal affair).
Benzer argumanlar-savaslarin ve nefretin kaynagi olarak din vs.- din icin de kullanilabilir, ozellikle de semavi dinler icin. Unutmayalim ki bugun dunyada bir insanin inanc secimlerini belirleyen en buyuk etken ozgur secim degil tamamen nerede dogmus oldugudur. Ilahi dinler dogalari geregi diger inanclari yok etmek ve sindirmek isterler, zira inancli birisi acisindan karsisindaki insan budist, mormon, bahai, musluman, vs…. degil sadece kendi inancindan olan ve olmayan seklinde siniflandirmaya girer.
Yazan:özlem Tarih: Nis 9, 2009 | Reply
Hurrem Hanım,
acaba Enver bey’ini yazısında eleştirdiği modernist bakış açısının doğaya ve insana verdiği,vermekte olduğu tanribatla ilgili hangi benzer argümanlar din için de kullanılabilir?. Biraz açabilir misiniz?
Sizin savaşların ve nefretin kaynağı din ile ilgili değerlendirmenizin yazının konusu ile bir alakası olduğunu sanmıyorum.
Neden yazarı postmodernist bilim düşmanı olarak değerlendirdiğinizi yazının neresinden bu kanaate vardığınızı da merak ettim.
Yazan:eg Tarih: Nis 9, 2009 | Reply
“Tipik postmodern bilim dusmani bir yazi olmus…Alan Sokal isimli fizikci postmodernizmin bilim dusmanligini yillar once guzel bir sosyal deneyle gostermisti…(bkz. Sokal affair).”
evet sizinki de “bilimin iktidarını” eleştirenleri bilim düşmanı olarak yaftalayan “tipik” “bilimperest” ezberi olmuş!
hadi siz de bir “sosyal deneyle” benim bilim düşmanlığımı ispatlayın o zaman sokal’a sığınacağınıza! ben de kendimin ne kadar bilim düşmanı bir yobaz olduğumu anlamış olayım sayenizde….
Yazan:bora Tarih: Nis 10, 2009 | Reply
bizde bilim-bilimsellik daha çok solcuların karşıt gördükleri grubu sindirmek için sopa gibi salladığı birşeydir. çoğuda bilimden anlamaz yada bilimsel düşünmez. bunlara bilim reklamcıları da diyebiliriz.
bilimsel düşünce insan doğal söylemine aykırıdır. insanın doğal söylemi daha çok retorikdir, kendiliğinden söz akışıdır. bilimsel düşünce ise çok daha yoğun ve farklı bir çaba gerektirir. günümüzde bir gazete yazarından beklenmeyecek kadar zorlu bir konsantrasyon gerektirir.
öncelikle alışageldiğiniz sözakışını kırmanız gerekir. bir anlamda bütün bir dil alışkanlığının değiştirilmesi, sorgulanması gerekir. gündelik dil, konuşma dili genellikle hızlı, hiyerarşi gözetiminde zayıf bir alışkanlık akışıdır. bilimsel veri için ise kavramı incelemek, bağlantılarını açığa çıkartmak ve hiyerarşisini düzenlemek gerekir.
ikincisi bilim felsefeye göre sınırlandırılmış bir alanda derinleşir. haliyle kendisini sınırlandırdığı alan dışında bir şey söylemez, söyleyemez. felsefe ise bilimsel yada bilimdışı insanlığın ürettiği tüm kavramlara duyarlıdır ve ondaki hikmeti anlama, inanmasa bile anlamlandırma iddiasındadır.
üçüncüsü bilimin eninde sonunda herşeyi çözeceği yanılgısıdır. bu bir insanın her yöne doğru aynı anda yürüyebileceği ve herşeyi kuşatabileceğini söylemek kadar abestir. sonuçta bilimsel verileri birleştirmek sıradan insan için imkansızdır. bir kimyacı yada bir matematikçinin bulgularının, bir fizikçi yada biyoloğun kavrayışlarının aynı kafada birleşmesi ve bunları kristalize ederek ütopik bir kavrayış deneyimi yaşaması imkansızdır. imkanlı olsaydı bile gece uyuyup uyandıktan sonra bu kavrayışın silindiğini görecekti. dolayısıyla sıradan insan her zaman bilim adamlarının verilerine tabii kalacak. bir kaç gün onlarla oyalanıp sonrada unutacaktır. onun için bilimden pay maymundan geldiğine inanmaktan ibarettir. bu veriye de bilimsel yöntemle değil bilimsel yöntemi uyguladığı iddia edilen birinin sözüne “inanarak” varmıştır.
sonuçta Allah’ın güzel isimlerinden biri de Alim’dir. peygamber efendimiz de “ilim çinde olsa alınız” demiştir. sınırlandırılmış alanda yani dinsel çerçevede bilimsel yöntemin uygulanamayacağı söylemik saçmadır. bu gemi denizde yüzer gölde batar demek gibidir. bu bilimsel yöntemle değil bilim etiği ile ilgili bir tartışmanın konusu olabilir. eğer ortada bilimsel yöntem denilen sihirli bir anahtar varsa tabii. bilimsel yöntem bir nüfuz yöntemi olarak önemli ve değerlidir ama bu sadece ateistlerin tekelinde değildir. yöntemin aslı da sanıldığı gibi sanayi devrimi sonrası toplumlarına ait değildir. bu gün bilimsel yöntem dediğimiz zorlayıcı çaba antik yunandan itibaren ciddi insanlarla beraberdir. belki sanayi devriminden sonra onun entegre teknolojiler geliştirmedeki başarısı insan zihninin çağ atladığı zannını doğurmuştur. oysa sıradan insanın düşünce biçiminin değiştiğini yada değişmesi gerektiğini söylemek insanın boyunun artık 4 metre olduğunu söylemek kadar saçmadır. temel dış örgensellikte nasıl bir değişiklik yoksa insan iç yapısında da bir değişiklik yoktur. değişen sadece kültürel çevredir.
velhasıl kelam bugün bilimsel düşünce kitle nezninde bir propaganda aracıdır ve kendisi bu aracı kullanmaktan aciz insanlar tarafından vaaz edildiği içinde kullanım değeri giderek düşmektedir. selametle
Yazan:muhsin cakmak Tarih: Nis 10, 2009 | Reply
Hasan bey!
Yukaridaki yorumunuzla gurur duyabilirsiniz. olay tamda budur iste diye düsünüyorum.
Insan denen varligin iyiye ve güzele ulasmak konusunda takip edecegi yol; kayitlanmamis bir bilim olmalidir. Bunun disindaki, yol bulma cabalarinin, mensubu oldugu gurubu rayda tutabilmek icin temelsiz aforizmalardan öteye gecmedigi belli oluyor.
“Günes Di Teorisi” konusunda fikirlerinize tam katilamiyorum. Adindanda anlasildigi gibi teoriler her asamada bilimin kontrolüne tabi olurlar.Dogrusuda budur.
Nevarki ortadaki bazi olgularida sirf fasistlik yaftasiyla silemeyiz. Bu konuda degerli Bilim Insani Muazzez Ilmiye Cig,i tavsiye ederim.
Yazan:huseyin Tarih: Nis 10, 2009 | Reply
enver kardesim,
Allahin selami uzerine olsun, muhtesem bir yazi.
Mehmet Bahadir ne kadar guzel aktarmis hocaefendimizin sozlerini. 80 yildir beduizamanin bahsettigi felaketi yasiyoruz, 80 yildir muslumanlarin beynine bilimsel dusunce fasizmi siringa edilmekte! Her zaman soyledigimiz uzere, cumhuriyet rejimi hayatta en hakiki mursit ilimdir denerek kurulmustur, osmanlida yol gostericimiz kuran iken bilim on plana gecirilmistir, bizim karsi oldugumuz da budur. Bilimin diktatorlugune dayanan bu islam dusmani rejim mutlaka yikilmalidir.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 10, 2009 | Reply
Enver bey kardeşim,umarım bu “kritik”konuyu seçerken nasıl bir belaya bulaştığını anlamışsındır.Baştan biliyordum,bilim üzerine konuşulduğunda bunun birileri tarafından “kutsal tapınaklarına” bir saldırıya yorulacağını.Hoş,bu hissiyatla yerinden hoplayanlar zerre kadar bilimden anlasalardı gam yemezdim.Dertleri,bilimin yanlış anlaşılması falan değil bunların.Bilimi de ezberledikleri ideolojik sloganlarla karıştırdıklarından,bununla eşdeğer tuttuklarındandır bu kuru gürültü.Feveranları bundandır.Eminim,bilim tartışmalarını bilim düşmanı,bilim karşıtı gibi anlama refleksi içinde olanların pek çoğu yazının tamamını okuma gereği bile duymamışlardır.Hoş,okusalar da,kafalarında kurdukları önyargılarla anlamlandıracaklardı.
Fakat bütün bunlar aynı zamanda bir gerçeği ortaya seriyor,o da başlığın ne kadar isabetli olduğudur:”Kutsal Bir Bilim İhtiyacı”.Zira bilimin,kendi alan ve kapsamı dışında nasıl içi boşaltılmış bir ideolojik kavrama,kutsal bir ezbere dönüştürüldüğüne bir kez daha tanık olduk.
Oysa eleştiri ve tartışmaya açık olmakla birlikte,bilim,aynı zamanda ezberlere takılmamayı,kuşku ve sorgulamayı gerektirir…Eleştiriye sınır yoktur billimselikte.Deneme yanılma yoluyla kılı kırk yarar.Kişisel polemiklerin alanı değildir zira.Bilimin,bilimsel olanın olmazsa olmaz kuralıdır bu.
Peki,ideolojilere iman etmiş,boş sloganlarla avunmayı bilim yandaşlığı gibi algılamış bilim sevdalılarına ne demeli?Ezberlere tartışılmaz,dokunulmaz derecede takılıp kalmanın da bilim karşıtlığı olduğunun eminim farkında değiller.Değiller,çünkü saplandıkları kör ideolji,kendilerini kendilerinden geçiren fanatizm, gözlerini gerçeklere kapatmış,kulaklarını tıkamış,beyinlerini ise felç ederek kirece dönüştürmüştür.
Kısacası,henüz tartışma kültürünü hazmedemeyenlerin bilim savunuculuğuna soyunması gerçekten traji-komiktir,abestir.Ama dedim ya kendileri de bu ironinin farkında değil.Ne diyeyim Allah akıl fikir versin.Sana da sabır tabii:))
Yazan:eg Tarih: Nis 10, 2009 | Reply
aziz bey,
doğrusu ben bu tür eleştirilere çok alışkınım. o yüzden çok saldırgan olmadıkları sürece kızmıyorum bile. çünkü neredeyse aynı şeyleri tekrarlamaktan ibaret yaptıkları şey. halbuki mesela bilim iktidarının ve modernizmin hayatlarımıza yaptığı yıkıcı etkiler konusunda sadece dindarlar değil, kafası çalışan ve bir ideolojinin ezberciliğine soyunmamış olanlar da yazıp duruyorlar.
mesela çok önem verdiğim adorno, horkheimer bu konularda yazmışlardır. insanın doğaya hakimiyet kuracağım diye nasıl olup da birden kendisini de yitirdiğini çok güzel şekilde açıklar adorno, horkheimer. üstelik bunlar “yobaz dinci” değil “solcudurlar”.
yine walter benyamin, t.s. eliot ve daha niceleri modernitenin dünyanın “halesini” ve “ruhunu” yitirmesine sebep olduğunu söylerler.
ama türkiye’de benim bilimperest dediğim bir grup insan vardır ki; onlara laf anlatmak inanın bana çok zordur. mesela bir sinema yazımın muhtemelen sadece girişindeki paragrafı görüp gerisini okumadan “atlayan” ve “aydınlanmanın ve modernizmin bunlara sebep olduğunu nereden çıkarıyorsunuz” diye alay etmeye kalkan bu tip kişilerin prototipi bir zata; “ah kardeşim, bu alıntıladığınız paragraf adorno ve horkheimer’in ‘aydınlanmanın diyalektiği’kitabındandır…” dediğimde susup kalmıştı. çünkü bu insanlar kendilerini ideolojik olarak bağlı hissettiklerini dahi okuma zahmetine girmezler. zannederler ki dünyadaki tüm “solcular” onlar gibi pozitivist, onlar gibi bilimperest. hayır, aslında dünyada bu yönde çok ciddi bir değişim var. aklı selim herkes doğanın ve insanın gittiği bu uçurumu göryor ve “biz nerede hata yaptık ve bunu nasıl çözebiliriz acaba” diye düşünüyorlar. burada ezbere birilerini bilim düşmanı olarak yaftalayanlar ise zaten hiç “düşünmeyenler”…nasılsa birileri onlar yerine düşünmüştür, onlara bu “düşünülenleri” tekrar etmek düşüyor sadece…
sevgiyle
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 10, 2009 | Reply
Enver bey,
Önyargıların bizi getirdiği noktayı çok güzel değinmişsiniz.
İnanın,hakikate ulaşma ya da insan sevgisi üzerine bir yazı yazsanız ve Erich Froom’un evrimsel psikoloji üzerine yaptığı bir araştırmadan alıntı yapsanız gene “yobaz”,”dinci”ithamları gecikmeyecektir.
Oysaki Alman toplumbilimci Froom,yahudi kökenli bir ateisttir.
İşte biz böyle tuhah bir algı dünyasında yaşıyoruz Enver bey.Üzücü bir durum ama maalesef gerçeğimiz bu.
Yazan:ahmet Tarih: Nis 10, 2009 | Reply
Kanada’da yasayan bir turk vatandasiyim. Bu sitedeki bazi yazilar hakikaten de tuhaf ve “gerici’ler, bana yazarlarinin dunyadan haberleri olmadigini baska bir dunyada yasadiklarini dusunduruyor.
Baksaniza sizin mantiginiza gore kanadayi da kemalistler ve ergenekon kafalar basmislar, zira gelismis bir demokraside bilim dusmanligi ve gericilik yapanlara nasil da bir tepki veriliyor gormek ister misiniz? Bizde olsa bu bakan bey fetullahci gazetelerde ezber bozan bakan diye yerlere goklere cikarilmisti.
“Does Canada’s science minister really see the evolutionary light?”
http://www.theglobeandmail.com/servlet/story/RTGAM.20090319.wcoevolve20/BNStory/specialComment/home/
Yazan:eg Tarih: Nis 10, 2009 | Reply
ahmet bey,
bizim gibi “gerici” yobazların dünyadan haberi yok. lütfen sık sık yorum yazıp bize dünyadan haber verin olmaz mı:)))