Demokrasinin Doğal Sonucu: Yozlaşma ve Yıpranma
By Konuk Yazar on Nis 7, 2009 in AKP, Demokrasi
Yerel seçim analizlerinden gına geldi hepimize. Ama, analizlerin sıradanlığı ve sıkıcı benzerliğinin yanında, kritik edilmeyen bir çok nokta da açıkta kaldı. Bu bağlamda, AKP’nin oylarının düşmesinde önemli bir rol oynayan “iktidar yıpranması” olgusuna da değinmekte yarar var. Menfaat maksimizasyonuna dayanan çoğulcu demokrasinin açmazı olan “iktidarların zamanla yozlaşarak yıpranması” gerçeği, aslında sadece seçimler sonrası değil genel teorik düzeyde her daim tartışılması gereken önemli bir konu.
İlk olarak lafa, halka düzülen methiyelerden gireceğim. Seçim sonrası, kemalist cenahdan “halkın politik bilincinin ne kadar yüksek olduğundan” tutun da, “bu halkın her şeyi görüp, AKP’ye nasıl da ders verdiğini” iddia edenleri gördükçe, Türk kamuoyunun hafıza sorununu yeniden anımsadım. Hatırlarsanız, 2007 seçimi sonrası halkın ne bidon kafalılığı kalmıştı, ne göbek kaşıması.. Şimdi ise, resmen politik entelektuelitesi çok üst düzeylerde bir halkla karşı karşıyayız. Bu kadar iki yüzlülüğe pes..
Burada vurgulanması gereken bir gerçek var o da şu: Değişen halk değil, konjonktur. Toplumdaki birey, her siyasi partiyi belirli menfaat/çıkarlar sonucunda destekler. Amma velakin, dönemin iktisadi, siyasi ve sosyal şartları, bu menfaatlerinin tümünün yerine getirilmesine engel olabilir. İktidarın yıpranması da, işte tam bu menfaatlerin tatmin edilmediği yerde devreye girer. Menfaatlerin pozitif/negatif niteliği de bu analizde üzerinde durulması gereken bir meseledir. Teoriye çok kaçmadan, toplumun siyasi iradeden beklediği pozitif/negatif çıkar ayrımını yapıp, konuyu Türkiye yerel seçimine getirmekte büyük fayda var.
Benim tanımımla negatif çıkar, devletin başka bir bireyinin herhangi bir özgürlüğünü veya hakkını feda (gasp) etmeden veya ona belirli bir yaptırım uygulamadan, bir bireyin devlet politikalarıdan elde etmiş olduğu fayda türüdür. Mesela, iktidar sosyal devletin gereği olarak, vatandaşa “hizmet” götürmek için bireysel kazançlara vergi koyar. Bu vergileri düşürmek, hükümetin bana sağladığı negatif bir menfaattir. Zira, vergi indirimi tüm bireylerin ekonomik özgürlüğünü kısıtlamadan benim ekonomik özgürlüğümü arttıran bir düzenlemedir.
Pozitif çıkar ise, diğerlerinin zararı pahasına, devlet kaynaklarınının belirli çıkar gruplarına aktarılmasıyla elde edilen bir menfaat türüdür. Liberallere göre demokrasinin en büyük zaafı da, siyasi aktörleri bu çıkarlara hizmet etmeye teşvik ediyor olmasıdır. Daha açık bir dille, siyasi partiler bugün en fazla oyu toplamak için belirli çıkar grupları ya da halk tabanlarına bir takım vaatlerde bulunmayı siyasetin doğası gereği olarak saymaktadır. Bu da, demokrasinin gittikçe liberal bir yapıdan uzaklaşarak daha sosyalist ya da şimdiki populer adıyla sosyal demokrat bir yapıya evrilmesi sonucunu doğurmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, Türkiye’de sosyal devlet, bu ülkede hala bir tabu sayılmakta ve sosyal devleti ne kadar geniş tutarsa, iktidar o kadar çok sevilip sayılmaktadır.
Teorik açıklamalardan sonra tam bu noktada, Türkiye’ye ve yerel seçim sonuçlarına dönmekte yarar var. Türkiye’de AKP bir çok ilde, ekonomik menfaat motivasyonları yeteri kadar tatmin edemediğinden dolayı kaybetti. Literatürde buna iktidar yıpranması da dense, aslında benim kastettiğim şey yıpranmaktan daha farklı bir şey. Mesela Giresundaki temel geçim kaynağının fındık olduğu bir il olduğu herkesin malumu. Bir parti Giresun’da seçim kazanmak istiyorsa, Giresundaki çiftçinin elindeki fındığı en yüksek fiyattan satın alma sözünü vererek işini kolaylaştırabilir. Bu durum, fıstığını devlet yerine özel girişimcilere satmak durumunda olan Gaziantepli bir çiftçi için haksız rekabet oluşturuyor da olsa, demokrasi ne yazık ki haksız rantın “sosyal adalet” kisvesi altında haklılaştırıldığı bir düzen olduğu sürece, bu tarz haksızlıklar toplum nezdinde kolaylıkla normalleşebilmektedir. Uzun lafın kısası, Giresunda hiç bir mecburiyet olmamasına rağmen çiftçinin elindeki fındığa kriz şartlarında iyi para vermeyen AKP, kolaylıkla başka parti tarafından tercih edilebilmektedir. Bu durum, sosyal demokratik sistemlerde her iktidarın başına gelecek doğal bir sonuçtur.
Aynı vakayı, Manisa ve Aydın gibi tekstil sanayi ağırlıklı şehirlerde işsiz kalan seçmen için de dillendirebiliriz. Türkiye gibi kişisel gelişiminin devletin gelişimine bağlı olduğuna inanan gelenekçi /devletçi toplumlarda, devlete atfedilen görevlerin başında işssizlere doğrudan iş bulması gelmektedir. İktisadi zenginliğin en büyük kaynağının serbest piyasa düzenine dayalı liberal ekonomi olduğunun kanıtlandığı bir dönemde yaşıyoruz. Aksi ispat edilene kadar bilmekteyiz ki, bir hükümet vatandaşına refah getirmek istiyorsa, ekonomide aktif bir figür olmaktan uzak durmak zorunda. İşte bu yüzden, hükümetin bireyleri direkt istihdam etmek yerine özel sektörü istihdam arttırıcı politikalarla teşvik etmesi gerekmektedir. Ama her vatandaşın iktisadi rasyonaliteye dayanarak oy kullanmasını beklemek hayalci bir yaklaşım olur. Sonuçta vatandaş işsizdir ve piyasa ekonomisi ya da kumanda ekonomisi olsun ya da olmasın, bu durumun nedenini devlet olarak görmektedir. Şayet devlet ona iş ve aş vermiyorsa, artık iktidarın el değiştirmesi zamanı gelmiştir. Şayet ki, hükümet Manisa ve Aydında işsizlere pozitif menfaat sağlayacak kamusal istihdam sözü vermiş olsaydı, bugün AKP yine buraları kaybetmeyecekti.
( Not: Tabi burada AKP’nin işsizlliği azaltmak için istihdam üzerine binen ssk yükünü yeteri kadar hafifletmediğini de belirtmek gerekiyor. AKP işsizlik azalmasın diye özel sektörün önünü açamadı. Ama tabi burada da elini kolunu bağlayan diğer husus sosyal güvenliğin devlet tarafından temini ki bu da ayrı bir pozitif menfaat konusu..)
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki, az gelişmiş, gayri-şeffaf, iktisadi denetimi yetersiz ve sivil toplum tabanı güçlü olmayan demokrasilerde, iktidarın başat görevi pozitif çıkar maksimizasyondur. Bu çıkarların sağlanmasının, diğer bireylerin özgürlüklerini ne yönde etkilediği hiç önemli değildir. İktidar bu çıkarları sağlamakla mükelleftir, aksi takdirde halk tarafından değiştirilmesi kaçınılmaz sondur. Türkiye, bu bağlamda az gelişmiş demokrasilerden daha demokratik, ideal liberal demokrat düzenden daha az demokratik bir demokrasiye sahip olduğundan, iktidarın bazı illerde bu menfaat/çıkar ilişkesinden dolayı yıpranması doğaldır. Az gelişmiş demokrasilerin yaratmış olduğu belki de haklı bir meşruiyete dayanmayan bu tarz siyasi dalgalanmaların daha az yaşanıyor olması için, Türkiye’de çok daha güçlü bir liberal demokratik yapıya ihtiyacı vardır. Aksi takdirde, özgürlüklerimiz için en büyük tehlikenin yazıda uzun uzadıya bahsedilen pozitif çıkarların maksimizasyonu meşru gören populist iktidar zihniyetinin olduğunu fark ettiğimiz zaman çok geç kalmış olabiliriz.
İleri Okumalar:
Joseph Schumpeter, Capitalism, Socialism and Democracy, Harper&Row Publishers, 1962
Friedrich August von Hayek, Hukuk Yasama ve Özgürlük: Cilt 3 (Özgür Bir Toplumun Siyasal Düzeni), Türkiye İş Bankası Yayınları, 1997
Hernando De Soto, Sermayenin Sırrı, Liberte, 2000
7 Yorum
Yazan:amarat Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
Alper bey çok güzel yazmışsınız.
Yazan:Hasan Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
AKP’nin oy kaybı %8 değil aslında. Bu önceki seçime göre oransal olarak ilk göze çarpan şey. Oysa, 22 temmuz seçimleriyle bu seçimler arasında tam 2 milyon seçmen farkı var.
AKP’nin oyları bir milyona yakın düştü. Bu da, 44 milyon civarında kişilin katıldığı bir seçimde %2-3 gibi bir rakama tekabül ediyor.
Bu da önemli bir rakamdır elbette ki.
Benim merak ettiğim, acaba bu düşüşün nedeni Kürt Sorun’undaki “şeş” açılımı mı? Ergenekon davası mı?
Çünkü eğer sebep buysa; çok büyük bir tehlike var demektir. Halkın, bu kazanımların yanında olmaması ve desteklememesi demokrasimizi adına bir utanç meselesidir.
Ayrıca AKP’nin bu değerler ile halk arasındaki ilişkiyi yürütemediğinin bir göstergesidir.
Postalı yakmak için yapılan girişimler takunyayı getirmek için yapılıyor gibi bir görüş mü var?
Galiba, çok geniş kitleler için öyle.
“Bırakalım efendim, onların anlayışsızlığı” denilebilir. Evet, bir noktada gerçekten öyledir. Onların anlayışsızlığı.
Ancak ucu bize dokunuyor.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 7, 2009 | Reply
Yıpranmadan kasıt her ne ise,acaba bu,demokrasinin sonucu mu?
Yazının geneline katılmama karşın,bence denklemde sorun var.
Bana göre varsa bir yıpranma,bu,demokrasinin sonucu değil,demokrasinin henüz sağlıklı yerleşmediğ/işletilemediğindendir.Yani demokrasinin yokluğundan,demokrasiden yoksun olduğumuzdandır.
Zira demokrasi olarak tanımlansa da,demokrasi henüz kurumsallaşmış değil ülkemizde.Ne anayasal güvence altına alınmış ne de yasalarla düzenlenmiş bir demokrasiye sahip değiliz.Toplum tarafından yeterince içselleşmemiş olması da cabası tabii.
Peki nedir demokrasi olarak tanımlamakta olduğumuz?
Askeri yönetimler ve cunta rejimleri yerine bir parlamentomuzun oluşu mu?
Belirli aralıklarla sandık başına gidip oy kullanıyor olmamız mı?
Yoksa bir kaç yıl öncesine oranla,henüz tartışılamayan konuları bir nebze olsun daha özgür tartışabiliyor olmamız mı?
Bunlara sahibiz diye sağlıklı işleyen bir demokrasinin varlığından sözedilebilir mi?
Bence hayır.
Köklü bir zihniyet devrimi yaşanmadığı ve bunun zemini için gerekli kurumsal altyıpı kurulmadığı sürece de hep yarım ve aksak kalacak gibi görünüyor demokrasimiz.
Şimdiki haliyle durum bu.
Çünkü,henüz 12 Eylül eseri anayasamız yerli yerinde duruyor.
Siyasetin işleyişi demokrasiyle uzaktan yakından bağdaşmıyor…Siyaset,birilerinin tekelinde ve parti sultası sürüyor.
Atanmışlar seçilmişlere hükmediyor…Ülke yönetimi vesayet altında.
Katı devletçi yapının esnemesine dair bir emare yok.
Siyasete,çıkar ve menfaate dayalı gelenekçi yapı hakim.
Uluslar arası raporlarda maalesef hak ihlalleri ve antidemokratik uygulamalarda hatırı sayılır bir dereceye sahibiz.
İhalelerde yolsuzluk ve usulsüzlük tam gaz devam ediyor.
Eğitim ve sağlık sistemi ihtiyaca cevap vermiyor.
İşsizlik ve yoksulluk diz boyu ve insanların geleceğe dair umutları yok.
İnsanlar mutsuz ve huzursuz.
Kamplaşma ve kutuplşma had safhada.
Memleket,şirket gibi yönetiliyor.
Devlet kurumlarında alabildiğine bir yozlaşma ve çürümüşlük var.
Ve biz bütün bunların toplamından ibaret olan yapıya demokrasi diyoruz.
Peki buna karşılık ne yapıyoruz:
Bu kırık dökük haliyle idare ederek sınırlı bir tercih belirliyoruz.
Seçim günü geldiğinde mevcut partilerden birine tercihimizi kullanıyoruz.
Sonra da bu tercih “ne kadar doğru?”,”doğru mu yaptık yanlış mı yaptık” diye uzun uzadıya tartışıyoruz…Bundan sonuçlar “mesajlar”çıkarıyoruz.
Oysa başka bir alternatif ya da seçimimizin olmadığından,sadece rutin bir iş yapıyoruz.
Buna da demokratik seçim,halk(ın) iradesi diyoruz.
İrade bu değil.
Seçim ise hiç de demokratik ve adil değil.
Değil,çünkü seçim kanunu ve öngürülen baraj sistemi başlıbaşına eşit ve adil bir temsiliyetin gerçekleşmesine engel.
Buna olsa olsa keyfiyet denebilir.Biz vatandaşlara ise buna katlanmak ve “umduğu yerine bulduğuyla yetinmek”düşüyor.
Dillere destan “irademiz” maalesef bu!
Bu çarpık işleyiş ağına demokrasi deniyorsa,evet hiç kuşkusuz ne geldiyse demokrasiden gelmiştir başımıza.
Tablo maalesef bundan ibaret.Karşılaştığımız sonuç(her ne ise)demokrasinin doğal sonucudur(!).
Fakat bence sorun çok daha farklı yerde de olabilir.
Belki de olmayan demokraside değil de,birlikte yaşamaya alıştığımız ve değiştirmeye pek gönüllü olmadığımız zihniyette aranmalı.
Yazan:Alper Akalin Tarih: Nis 9, 2009 | Reply
Sayın Yılmaz;
Yorumunuzda belirtilen tüm demokrasi eksikliklerine katılmama rağmen, benim kastettiğim şey biraz daha farklı.
Söz gelimi, tespit ettiğiniz tüm eksiklikler giderildi ve demokrasimiz ideal bir şekil aldı. Sorunlar bitti mi? Bence hayır..
Demokrasi oy toplama maksimizasyonu gibi bir misyonu siyasi partilere atfettikce ve partiler o oyları kapabilmek için türlü türlü vaatler (sosyal ödenekler, tokiden konutlar ve türlü türlü diğer harcamalar) ile insanların gözlerini boymayama ve etki alanlarını genişletmeye devam edecekler..
İktisadi gücü sınırlandırılmamış br devletin siyasi gücünün ne kadar demokratik teamullere uygun olursa olsun sınırlandırılamacyagı kanaatindeyim. Devletin verdiği maasa ya da odenekelere bagımlı yasayan bireylerin, devletin güdümünden çıkarak özgürleşmesi bana göre hayal ve bu sorun, ideal demokrasilerin de sorunu. Sadece bizim gibi yarım aksak demokrasilerin değil..
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 9, 2009 | Reply
Sayın Akalın,
Asıl kasdettiğiniz şeyin ne olduğunu gayet iyi anlıyorum.Siz,kusursuz bir demokrasiye sahip olsak bile;devletin,yaşamın her alanına müdahale ettiği,ekonomik işleyişi bizzat yönettiği bir sistemde,şahit olduğumuz seçim öncesi/sonrası manzaraların kaçınılmaz olduğunu savunuyorsunuz.Ki,bana göre de son derece yerinde bir saptama.Devlet,sorumlu olduğu alanları bırakıp ekonomiye şirket düzeyinde müdahale eder,ihale yönetirse elbette toplumda,yazınıza konu ettiğiniz çıkar ilişkilerine dayalı yozlaşma/yıpranma kaçınılmaz olur…Seçim,demokratik katılım ve temsiliyet olmaktan çıkararak bir çıkar ve köşe dönmece kampanyasına dönüşür.Buraya kadar sizinle hemfikirim.Nitekim havasına girildiği andan nihayet sonuçlanıncaya kadar geçen süreç,ülkemizde siyasetin nasıl çıkarlara alet edildiğinin ve araçsallaştırdığını yeterince doğrulamaktadır.
Dolayısıyla benim de itirazım bu tesbitinize değil.
Vurgulamak istediğim noktalar şunlar:
Birincisi,demokrasi makul bir düzeye gelmediği sürece devletin veya geleneksel devletçi yapının değişmesi mümkün değil.Bir zihniyet değişimi olacak ki bu garabet işleyişte kısmi değişimler olsun.Dolayısıyla şimdi tartışmakta olduğumuz toplumsal manzaradan demokrasi sorumlu tutulamaz.
İkincisi,”önce demokrasi mi,liberalizm mi” gibi bu iki yapıyı birbirini engelleyen unsurlar olarak görmek yerine,aksine,birbirini tamamlayan/destekleyen yapılar olarak görmek gerekir.Ha,demokrasi ile liberalizmin birbiriyle olan etkileşimi tartışılır mı?Evet tartışılır.Dediğiniz gibi tek başına demokrasi elbette işaret ettiğiniz yapının değişmesini sağlamayabilir,fakat engel de değildir.Dahası bana göre değişim ve dönüşüm için bir aşamadır.
Sonuç itibariyle önce donanımlı bir demokrasiye kavuşalım.Sonra hangisini tercih edelim diye tartışalım diyorum.Zihniyet aynı zihniyet olduktan sonra korkarım demokrasiye de,liberalizme de kavuşmamız bir hayli zor olacaktır.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 9, 2009 | Reply
Ayrıca her iki yapıya geçildiği takdirde bütün sorunların çözüleceğinin de bir garantisi yok.Ancak bu ayrı bir tartışma konusudu tabii.
Yazan:Alper Akalin Tarih: Nis 9, 2009 | Reply
Sayın Yılmaz;
Şu cümlenizde çok haklısınız. Bizimkisi biraz farazi bir tartışma. Ama yine de herseyi demokratikikleştirelim diyerek devlete görev bahşeden demokrasi havarilerine arada bir böyle ikazlarda bulunmak gerekir.
Norman Barry, İngilterenin önde gelen liberallerinden biriydi. Kendisi, İngiltere’nin AB’ye girmesine karşıydıs. Sebep ise, AB’nin aşırı bürokratik, kamusal yapılara çok fazla görev atfeden ve merkeziyetçi bir yapıya sahip olmasının, İngilterede körtopal işleyen liberal demokrasiyi bir çeşit sosyalist bir yapıya evrilmsinden korkuyordu.
Ama aynı BARRY, Türkiye’nin AB’ye girmesini şiddetle destekliyordu. Zira, Türkiye, daha temel hak ve özgürlükleri teminat altına alacak siyasi bir mekanizmaya sahip değildi ve böyle bir yapıya ancak AB ile ulaşılabilir diyordu Barry.
Bizimkisi de aynı hesap bana kalırsa. Önce demokrasinin temel kazanımlarını elde edelim, sonra onu sınırlandırmalıyız diyecek raddeye gelelim. Şimdi zaten gereğinden fazla sınırlı..