Ergenekon’un avukatı! Rahat uyuyabiliyor musun?
By Tavit Kilimciyan on Nis 10, 2009 in Adalet, Basın günlüğü, CHP, darbe, Derin Devlet, Ergenekon Nedir?, Kemalizm, Militarizm, Milliyetçilik
‘Daha onlarca toplu mezar var’ (TARAF)
Siirt’te ilk toplu mezarı bulan Gazeteci Günay Aslan, Kasap Deresi’ne atılmış altı cesedin öyküsünü anlattı: Daha onlarca toplu mezar var
Gözaltında gördüğü işkence sonucu hayatını kaybeden, çatışmalarda ölü ele geçirilen veya JİTEM’in ölüm timleri tarafından kaçırılıp öldürülen Kürtlerin atıldığı Kasap Deresi daha önce 1989’da Türkiye’nin gündemine geldi. Ancak medya o dönem habere hak ettiği ilgiyi göstermedi. Aradan 20 yıl gibi uzun bir süre geçti. Eski JİTEM elemanı yeni itirafçı Abdulkadir Aygan’ın açıklamalarının ardından toplu mezarlar yeniden gündeme geldi. Bölgede birbiri ardına yapılan kazılardan kemikler çıkmaya başlayınca Kasaplar Deresi de hatırlandı.
Kasaplar Deresi’yle ilgili ilk haberi o tarihte 2000’e Doğru Dergisi’nde çalışan gazeteci Günay Aslan yaptı. Aslan’ın belgelerle ve fotoğraflarla desteklediği haberi, Türkiye’yi yüze yakın kişinin bu dereye atıldığı gerçeğiyle karşı karşıya bıraktı. Haber Türkiye’de olmasa da uluslararası insan hakları örgütleri nezdinde infialle karşılandı. Ankara bu nedenle sert eleştirilere uğradı. Bunun üzerine Kasaplar Deresi’nin bir kısmında kazı yapıldı. Çıkarılan altı ceset Siirt Belediyesi tarafından belediye mezarlığına gömüldü. Dereye moloz döküldü ve bir daha oraya insan cesedi atılmadı.
İlk toplu mezar haberini yapan gazeteci Günay Aslan, sonraki yıllarda Almanya’ya iltica etmek zorunda kaldı. Kitapları yüzünden aldığı hapis cezasını henüz bitirmişken ikincisi gelince, çareyi bir gece Meriç Nehri’ni geçerek Türkiye’yi terk etmekte buldu. Aslan’la şimdi yaşadığı Köln’deki konuştuk.
Kasaplar Deresi’nden nasıl haberdar olmuştun? Oraya gittiğinde nelerle karşılaştın?
Olaydan 1988 aralık ayında haberim oldu. SHP Kurultayı’nı izlemek için Ankara’daydım. O zamanlar 2000’e Doğru Dergisi’nde çalışıyordum. Kurultay’da karşılaştığım dönemin SHP Siirt İl Baskanı Avukat Zübeyir Aydar, komando tugayının çöplük olarak kullandığı Kasaplar Deresi’ne insan cesetlerı atıldığına dair duyum aldıklarını, bunun üzerine konuyu araştırdıklarını ve iddianın gerçek olduğunu tespit ettiklerini söyledi.
Çöplükten atık toplamaya giden bazı kişiler köpeklerin parçaladıkları insan cesetleriyle karşılaşmışlardı. Son yıllarda gerek gözaltına alındıkta sonra kaybolan, gerekse de güvellik güçleriyle girdikleri çatışma sonucu hayatını kaybeden birçok insan buraya atılmıştı. Cesetler Siirt Komando Tugayı’nın çöp arabasıyla getirilip atılıyor, üzerlerine çöp dökülüyordu.
Aydar ve arkadasları konuyu hem parti merkezine hem de basına bildirmişlerdi. Hatta bazı gazeteciler Siirt’e kadar gitmiş olayı yerinde incelemişlerdi. Fakat gazetelerin hiç biri habere yer vermemişti. Üstelik de askeri ve mülki erkan konudan haberdar da edilmişti. Bunun üzerine tugay komutanlığı dereyi ‘yasak saha’ ilan etmişti.
Kasaplar Deresi’ne nasıl gittin, bildiğim kadarıyla şehrin hayli dışında?
7 Ocak 1989’da Siirt’e gittim. Ertesi gün kiraladığım bir taksiyle dereye yakın Siirt Eğitim Yüksek Okulu’na hareket ettim. Okulun önünde taksiden inip Kasaplar Deresi’ne yürüdüm. Kıştı ve bölgede çok kar vardı. Dere karla kaplıydı. Kasaplar Deresi, birçok tepenin birbiriyle bağlantısını sağlayan uzun ve geniş bir dere ve Şirvan yolu uzerinde. Karda bir kilometre kadar yürüdüm. Orada üzerinde kan lekesi ve kurşun deliği olan elbiseler ve yanık ayakkabılar gördüm. Fotoraf çektikten sonra da geri döndüm.
Yalnız mı gittin?
Yanımda bir kişi daha vardı. Onu Siirt Eğitim Yüksek Okulu bahçesinde nöbetçi bıraktım. Beni uzaktan izleyecekti. Başıma birşey gelirse dergi yönetimine o haber verecekti. Zira çok tehlikeliydi. Tugay komutanı ‘derede sivil birini görürseniz ateş edin’ diye emir vermişti. Bu yüzden ilk karşılaştığım şey korkuydu. Ölüm korkusu baştan aşağı sarmıştı beni. Bir de kötü koku alıyordum. Hava soğuktu, kar kıyamet ama burnuma kokmuş ceset kokuları geliyordu. Bu da psikolojikti herhalde…
Sonra ne yaptın?
Dereden döndükten sonra Siirt’e bazı evlere gittim. Derginin Siirt muhabiri Evin Çicek bazı görüşmeler ayarlamıştı. Görgü tanıklarıyla ve gözaltında yakınları kaybolmuş olanlarla görüşmeler yaptım. Görüştüğüm kişilerden bazıları askerlerin çöp arabalarından dereye ceset attıklarını görmüşlerdi. Dereye yakınları atılanlar da vardı. Bunlar bana gönüllü destek oluyor, çalışmalarıma belge-bilgi-tanık bularak katkı sunuyorlardı. Dikkat çekmemeye çalışarak bir hafta kadar Siirt-Batman-Diyarbakır hattında dolaştım. Epey bilgi sahibi olmuştum. Ayrıca Siirt Belediye Başkanlığı’nın Jandarma Alay Komutanlığı’na gönderdiği 13 Temmuz 1988 tarihli ve 2/296 nolu resmi bir evrakı da ele geçirmiştim. Evrakta “13 Temmuz günü saat 15.00 sularında beş teröristin Kasaplar Deresi mevkiine defnedildiği” yazıyordu. Belediye bile bu işi aleni yapmaya, cesetleri mezarlığa gömmek yerine, Tugayın çöplüğüne atmaya başlamıştı. Kısaca durum vahimdi.
Resmi makamlar nezdinde girişimlerde bulundun mu?
16 Ocak 1989 pazartesi günü elimdeki dosyayla birlikte zamanın Olağanüstü Hal Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun kapısını çaldım. Konuyu açtım. Kozakçıoğlu konuyu biliyordu. ‘Bize duyum geldi. Bir köpeğin ağzında bir insan ayağı görülmüş ancak yetkililer de gereken ilgiyi göstermişler. Ölüyü dereden alıp başka bir bölgeye gömmüşler’ dedi. Bölge Valisi olayı büyütmenin anlamsız olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi. Kendisine bazı belgeler sundum. Kasaplar Deresi’nde gerek gözaltında işkence sonucu hayatını kaybetmiş, gerekse çatışma da ölü ele geçirilmiş çok sayıda insana ait ceset olduğunu söyledim. Vali Bey, bunun üzerine ‘ölü olarak ele geçen teröristin akibetiyle ben ilgilenmem’ dedi ve konuşmamızı yarıda kesti. Bunun üzerine Siirt’e geri döndüm. 17 Ocak 1989’da Siirt Cumhuriyet Savcılığı’na bir dilekçeyle başvurdum. Dilekçede iddiaları yineledim ve olayın araştırılmasını talep ettim. Dönemin Siirt Savcısı Mustafa Erdoğdu dilekçemi işleme koymak istemese de ısrarım sonucu kabul etti. İfademi alıp beni gönderdi. Oradan Siirt Valiliği’ne gittim. Dönemin Valisi ise birinci AKP Hükümeti’nde Kültür ve Turizm Bakanı olarak görev yapan Atilla Koç’tu. Vali ve Belediye Başkanı Mahmut Çalapkulu birliktelerdi. Beni bekliyorlardı. Ardından savcı da geldi. Üçünün de amacı beni davadan vazgeçirmekti. Vali Koç önce nasihat, sonra tehdit etti. Ben izin isteyip çıkarken de ‘vatana ihanet etmeyin’ dedi. Valilikten çıkışta gözaltına alındım. Apar topar bir polis otosuna bindirildim ve terminale götürüldüm. Beni götüren polisler üç kisiydi. Arabada hem darp hem hakaret ettiler. Terminalde ilk otobüse bindirip gönderdiler. ‘Bir daha Siirt’e gelirsen kelleni keseriz’ diye de tehdit ettiler.
19 Ocak 1989’da haberim yayınlandı. Haber daha çok uluslararası medyada yankılandı. Uluslararası Af Örgütü, Kızılhaç, Helsinki Watch gibi sivil toplum kurumları da konuyla ilgili açıklamalar yaptılar. Dış basın ve kurumlar ilgi gösterince bu kez Kasaplar Deresi’nden içeride de söz edilmeye başlandı. Konu Meclis’e taşındı. SHP Kars Milletvekili Mahmut Alınak soru önergesi verdi. Tepkiler dinmek bilmedi. Sonunda Siirt Valiliği harekete geçti. 22 Nisan 1989 tarihinde valilik gözetiminde Kasaplar Deresi’nde inceleme yapıldı. Derenin sadece daracık bir alanında kazı yapıldı. İki kilometreden uzun derede 100 metre uzunluğunda kazı yapıldı. Oradan altı ceset çıkarıldı. Kime ait olduğu tespit edilemeyen cesetler il mezarlığına yeniden gömüldü. O gün orada yapılan birkaç saatlik aramadan sonra konu kapatıldı. Derede bir daha açılmadı. Önce etrafı dikenli tellerle çevrildi, sonra da üzerine moloz döküldü. O gün bugündür dere açılmayı bekliyor…
Konuyu en son DTP Van Milletvekili Fatma Kurtulan gündeme getirdi. Kurtalan 24 Aralık 2008 günü Kasaplar Deresi’yle ilgili verdiği soru önergesinin İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından cevaplandırılmasını istedi. Ancak kendisine cevap verilmedi.
Haberle ilgili başka tehdit adın mı?
Hayır. Ama JİTEM’in ölüm listesinde olduğumu çok sonradan öğrendim. JİTEM öldürülmem için itirafci Murat İpek’e görev vermiş. İpek bunu iki kez denemiş ancak her ikisini de tesadüf eseri gerçekleştirememişti. Yıllarca ölüm korkusuyla yaşadım. Yıllarca da bunun yol açtığı ruhsal sorunlarla uğraştım. Her şeye rağmen de mesleğimin gereğini yerine getirmeye çalıştım. Gördüklerime göz yumamaz, duyduklarımın üzerine yatamazdım. Sussaydım, yazmasaydım ömur boyu vicdan azabı çeker, kendime olan saygıyı kaybederdim. Ağır bedel ödedim ama vicdanımı da kurtardım…
Diyarbakır’dan Yasemin Çongar’a mektup yazan bir PKK’lı yakını 3000 kayıp cesetten söz ediyor. Bu cesetler nerelere atılmış olabilir? Kasaplar Deresi’ne benzer, toplu mezarlara veya insanların öldürüldükten sonra rastgele atıldıklara yerlere dair bir bilgi ulaştı mı sana?
Benim bildiğim kazıdan sonra Kasaplar Deresi’ne ceset atılmadığıdır. Gerçi orası Türkiye belli olmaz ama ben o yönde bir duyum almadım. Fakat Kürt illerinin Toplu Mezarlar Ülkesi’ne dönüştürüldüğünü söyleyebilirim. Toplu mezarlar, Cumhuriyet’in Kürt politikasının sonucunda ortaya çıkmışlardır. Dersim’de Kutu Deresi, Ağrı’da Zilan Deresi, Kotur Deresi ve yine 33 yoksul Kürt köylüsüne mezar olan Van Özalp’taki Sefo Deresi bunlardan bir kaçı. Ayrıca Şırnak’ta Tugay’ın hemen bitişiğinde bir toplu mezar daha var. Şırnak Guruza’da ve Diyarbakır Devegeçidi’nde de toplu mezar olduğu söyleniyor.
Cizre’deki kemikler hayvanlara aitmiş
Öte yandan Cizre’nin Kuştepe köyünde yapılan kazılarda bulunan 20 kemik parçasının hayvan kemiği olduğu tespit edildi. İstanbul Adli Tıp Kurumu, Cizre ilçesindeki kazılarda bulunan 20 kemik parçasıyla ilgili incelemesini tamamladı. Kurum, hazırladığı raporu soruşturmayı yürüten özel yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi.Adli Tıp Kurumu raporunda, kazılarda bulunan 20 kemik parçasının hayvan kemiği olduğu belirtildi.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
1 Yorum
Yazan:dogan çil Tarih: Nis 22, 2009 | Reply
helal sizlere heryere elinizi uzatdınız yalan iftira gıybet ti meslek edindiniz allah kavimlerini fitneler yüzünde yapdı allah belanızı versin yazık bu vatana her karışı atalarımızın kanı var terlemeden servet edenler unutman ilahi adalet herkes icindir yetim hakkı yiyenler iftira edenler deniz feneri deyipde müslümanın belkide col cocugunun rıskını veren insanlara yalan söyleyenlere allah islah etsin diyorum ben şahsım olarak şimdiye kadar yapmış oldugum herşeyi matdi ve manevi haram ediyorum