Askerlik, erkeklik ve şiddet
By Nurhayat Kizilkan on Nis 14, 2009 in Askerlik, Militarizm, Toplum
Ükemizde şiddet olayları denince ilk akla gelen PKK; “derin devlet”in faili meçhulleri, darbe girişimleri, yer altı örgütlenmeleri gibi konularda erkeklik konusu ele alınmadığı sürece bunlara dair söylenenler epeyce eksik kalacaktır. Şiddet biçimlerinin öğretildiği bütün legal veya illegal yapılarda öğretilen şeylerin erkeklikle ilişkisi kurulur ve erkeklik insanlıktan daha değerli bir hale getirilir ki başarılı olunsun yani “başarılı” bir şekilde şiddet gösterilsin, emir geldiğinde, erkekliği kaybetmektense emire uyulsun.
Ülkemizde askerlik dönemi “delikanlıların” yetişkin birer “erkek” olması için bir geçiş dönemi gibidir ve sünnetten sonra erkek olmanın basamaklarından biri olarak kabul edilir. Hangi sinifa dahil olursa olsun, ister çoban olsun ister holding sahibi tüm erkekler bizzat kendi tecrübelerinden bilir ki, yasli-tecrubeli asker yüzyillardir kuşaktan kuşağa aktarılan metodlarla kendine tabi bir insan-makina yapmak için önce dünyayı kışlanın dışında ve içinde kalanlar diye ikiye böler. Sonra bu genç erkeklerin beynini boşaltır ve yeniden doldurur yani endoktrine eder. Ordudaki mevcut hiyerarşinin bir dişlisi olması için acemi ere verilen “eğitim”lerin tamamı fiziksel ve davranışsal farklılıkları törpülemek üzerinedir. Bu süreç içinde delikanlının o ana kadar inşa ettiği erkeklik darmadağın edilir, haddi bildirilir ve kimin güçlü olduğu gösterilir.Bu yüzden bu çoğunlukla travmatik dönem sonrası bir cok erkek askerlige “geldi geçti” diye bakıp birçok kısmı sansürleyerek etrafına anlatır. Bu anlatımlarda genellikle kutsallık mertebesindeki subaylara pek toz kondurulmak istenmez ama daha insan mertebesine yakın olan onbaşı, çavuş, astsubaylardan şikayetçi olunur; örneğin “kompleksleri yüzünden” ona “takmışlardır”. “Askerlik anısı” muhabbetlerinde işte bu sansürsüz kısımlar erkekliğin bir parçası olarak övünçle paylaşılır diğer kısımlar hatırlanmak bile istenmez…Çünkü çocukluktan itibaren maruz kalınan erkeklik söylemi erkeklere zayıflıklarını sadece kadınlardan değil özellikle erkeklerden sürekli saklaması gerektiğini öğretmiştir. O yüzden paylaşılmasında sakınca olmayan kısımlar anlatılır. Ama işte asıl susulan kısımlardır travmaları yaratan ve kimselere anlatılamayan. Peki değil bir sene, şu kadar ay, tüm hayatını böyle geçirmiş erkekler hangi travmalardan geçiyor? Başka türlü bir yaşam mümkün mü yoksa hayat hep öyle mi onların gözünde: düşmanlar, iç düşmanlar, işbirlikçiler, “savunma”, iç güvenlik, dış güvenlik… Elinde silah olunca (çivi için çekiç değil maalesef) onu doğrultacak bir yer bulmak zorunda mı? Peki askerlikten yola çıkarak diğer militer yapılar hakkında ne söyleyebiliriz? başka türlü bir varolma biçimi var mı?
Askerlik sonrası sivil hayata uyum güçlüğü çeken örneğin sabah erken içtima saatinde uyanma gibi zor terk edilen alışkanlıkları yaşayan erkekleri düşünürsek uzun yıllar legal veya illegal militer yapılar içinde bulunan erkeklerin halet-i ruhiyesini anlayabiliriz. Erkek özellikle ergen olmaktan yetişkin erkekliğe adım attığı erkek grubunun etkilerini, aynı askerlik gibi, uzun bir süre davranışlarından atamaz ve erkeklik pratiklerini bu grupların etkisiyle uygular. Bu gruplara girmeden önce de yaşadığı toplumda da duygularını ne kadar dizginleyebilirse, içindeki sevgiyi, şefkati ne kadar yokedebilirse o kadar “erkek olacağı” şeklindeki genel erkeklik söylemine maruz kalmıştır.”Katı” olmanın ulaşılması gereken bir (erkeklik)mertebe(si) olarak algılandığı bir kültür içinde yetişmiştir. Bütün bunların üstüne girdiği bu gruplardaki sertlik onu daha da sertleştirir ve böylelikle belki de en yüksek mertebelerden birine ulaşır. Oralarda yaşadıkları onu toy bir erkek olmaktan çıkarmış ve “gerçek bir erkek” olarak bir hikaye sahibi kılmıştır. Orada şiddet görse de “dövüşkenliğin” erkeklik alameti sayıldığı, şiddet gösteren erkekliğin yüceltildiği bir kültürde o şiddet ona “bir erkek olarak” güç karşısında itaati, sakınmayı ve tahammülü öğretmiştir. Erkek grupları arasındaki çekişmeler ve çatışmalar rakip ya da düşman olsa da karşılıklı saygıyı pekiştiren bir rol oynar. İşte bu yüzden şiddetin bulunduğu gruplarda veya bölgelerde uzun müddet bulunan erkekler uzun süre kopuk kaldıkları reel hayata geri dönmekte zorluk çekerler. Şiddet dolu ortamlarda güçlü olana, itaat edilene karşı geliştirilen korku o ortamdan ayrılınsa bile devam eder. “Her şeye rağmen” askerliği özleyen erkeklerin durumuna benzer şekilde başka bir yaşam şekli bilmeyecek halde yıllarca şiddet dolu militer ortamlarda bulunan erkekler ayrıldıklarında “sudan çıkmış balığa” dönerler ve bu yeni hayatlarında, yaşamlarını nasıl sürdürecekleri konusunda yardıma ihtiyaç duyarlar. Erkek erkeğe, dayanışarak, bir çeşit erkek kardeşliği ile sürdürdükleri eski hayat, bütün şiddetine rağmen gözlerinde değer kazanır. Evde oturursa kadınsılaşacağı tehlikesine karşı kendini kahvehanelere atan erkeklere benzer bir duyguyla, militer ortamlardan sonra girdikleri bu “normal” hayat onlara pek erkeksi gözükmeyebilir. Ayrıca, yeni girdikleri bu sivil toplumsal iktidar mekanizmalarının altında ne yapacaklarını şaşırırlar ve bu belirsizlik bir güvence yokluğu yaratır ve eski yaşamdaki iktidar ilişkilerine dönme arzusu duyabilirler. Onun için bu gibi gruplarda bulunan kişiler “normal” hayata dönseler bile bir müddet sonra gene eski yaşamlarına dönerek hem de bazen aynı ortamda ama eski grubunun tam karşıtında bulunan bir gruba dahil olarak herkesi şaşırtırlar. Örneğin 12 Eylül öncesinde genç erkeklerin bir müddet sonra karşıt gruba geçtiği vakalar, PKK saflarında iken itirafçı olanlar bilinmektedir. Çünkü dönmek istedikleri yer aslında o grup değildir, kendisini var edebildiği tek yaşam biçimidir. Belki de o yüzdendir ki Ergenekon kapsamında tutuklanan bir sanık, Susurluk davasından suçlu bulunmuş ve az bir ceza ile “yırtmışken” kendisine gelen tek bir telefonla “yeni bir departman için 300 adam bulma işine” canla başla sarılmıştır ve bizler düşünürüz “neden bu adamlar deniz kenarında bir yer alıp, biraz kafamı dinleyeyim demez?”
7 Yorum
Yazan:eg Tarih: Nis 14, 2009 | Reply
hayata bakışın dikatomiler üzerine yürüdüğü bütün yazılar gibi bu yazı da gerçekliğin sadece bir boyutunu anlatıyor ve o boyuta mutlak bir hakikat biçiyor.
söylenen şeylerin bir kısmında doğruluk payı var; ancak bunun erkeklikle ya da kadınlıkla değil insan olmaklıkla ilgisi var. ancak feminist söylem duruşunu erkekliğin “bug”larını ortaya çıkarmaya ayırdığı için kendi üzerine düşünmeyi çok az beceriyor maalesef. böyle olunca cumhuriyet mitinglerinde bayrağı insanın gözüne sokar gibi sembolik şiddet uygulayan (üstelik bunu ‘erkek’ militarizm üzerinden yapan) kişilerin büyük çoğunluğunu kadın olduğunu göremiyor. erkeklerin sevgisinden bahsetmekten korktuğundan bahsederken sevginin en aracısız yolu olan “şiir” sanatının sadece bu ülkede değil tüm dünyada belki de yüzde yüz erkekler tarafından icra edilmesinin sebeplerini düşünemiyor. erkek iktidarından bahsederken erkekleri bu iktidara atan bir kadın tipinden bahsedemiyor. şirketlerde yönetici olan kadınların erkek yöneticilere rahmet okutacak kadar ağır bir iktidar uyguladıklarını göremiyor! kadın subayların erkek subaylardan hiç de aşağı kalmayacak şekilde bir “erkeklik”ten ibaret olduğunu göremiyor vesaire vesaire…erkek, kadın hiç fark etmez önce insan! insan ne kadar iktidar heveslisi olursa o iktidarla ilişkisi de o düzeyde olur. bunun kadını erkeği olmaz.
Yazan:snowqueen Tarih: Nis 14, 2009 | Reply
“olaya insanlık perspektifinden bakalım” demek için önce kadınlık ve erkeklik rollerinin dengede olması gerekir. Erkeklik rollerini gökyüzünden, daha aşağı çekmek gerekir.
cumhuriyet mitinglerinde bayrağı insanın gözüne sokar gibi sembolik şiddet uygulayan (üstelik bunu ‘erkek’ militarizm üzerinden yapan) kişilerin büyük çoğunluğunu kadın olduğunu göremiyor.
İnsanlar demokratik hakları gereği gösteri düzenleyebilirler önce bunda uzlaşalım. Burdaki militarizm “devletin bayrağı”nı taşımak mı yoksa bir takım kadınların beğenmediğiniz bir ideolojiyi savunmaları mı? Erdoğan’ın mitinglerinde bayrak taşıyan kadınları da militarist olarak değerlendiriyor musunuz?
sevginin en aracısız yolu olan “şiir” sanatının sadece bu ülkede değil tüm dünyada belki de yüzde yüz erkekler tarafından icra edilmesinin sebeplerini düşünemiyor.
Kadınlar ve erkeklerin edebiyat ve sanat alanıdaki üretimlerinin sayısının neden bu kadar farklı olduğu konusu gene gelir erkeklik ve kadınlık rollerine dayanır. İyi eğitim almış, Arapça, Farsça, Latince(neyse artık) bilen şairimiz çalışırken, kapısının ardında çocukları ses çıkarmaması için uyaran, bir yandan da yemek ve temizlik yapan, hatta kocasının şiirlerini temize çeken kadının Woolf’un tabiriyle “kendine ait bir odası” yoktur da ondan.
Ayrıca her şiir sevginin en aracısız yolu değil. Hangi sevginin, ataerkil kültürün “koşullu, katı sevgi” kavramının mı?
şirketlerde yönetici olan kadınların erkek yöneticilere rahmet okutacak kadar ağır bir iktidar uyguladıklarını göremiyor!
Kadınların zor kazandıkları iktidarı kaybetmemeleri çin erkekleşmeleri gerekir bazen ne yazık ki. Bunu erkekleşmeyi savunmak için yazmıyorum. Erkek yöneticinin evden çıkmadan önce ütülü gömleğini getiren ve onunla rekabet etmeyen karısı varken, kadın yöneticinin seçimleri daha acımazdır. Anneliği ve kadınlığı bedel olarak ödeyebilir, “glass ceiling”le boğuşur, üstelik güçlü kadın, artık korkulan kadındır. Bilen kadın korkulan kadındır, para kazanan kadın korkulan kadındır.
Yazan:eg Tarih: Nis 14, 2009 | Reply
snowqueen,
cumhuriyet mitingleri ya da başka bir miting için fikrim bellidir. bir toplantı ya da miting “öteki”ni şeytanlaştırıyosa (ki cumhuriyet mitingleri neredeyse bunun en korkunç sembolleridirler…), bu mitinglerde ötekinin “ortadan kaldırılması” için darbe çağrıları yapılıyorsa bu mitingde en çirkin iktidar görünür haldedir.
bu mitinglere karşı olmam onların benim “karşıtım” fikre sahip olmasındna değil (hayatımda hiç ciddiye almadığım tek ideolojidir kemalizm) yukarıda yazdığım şeylerden dolayıdır. ama tabii benim fikrimce faşistlerin bile demokratik eylem hakları vardır ve cumhuriyet mitingleri de faşist – ama demokratik olarak meşru – eylemlerdendir…
bu arada artık cumhuriyet mitinglerini ya da kemalistleri eleştiren herkesi akp’li olarka itham etmeniz kabak tadı verdi bilmenizi isterim. belki sizin hayatınızda iki kutup var ama benim hayatım iki kutuptan ibaret değil! akp’li olmadığımı akp’ye oy bile vermediğimi bin defa söyledim hala aynı şeyleri söylüyor olmanızın bende artık bıkkınlık yarattığını söylemeliyim.
diğer yazdıklarınıza gelince, bunlar çok basit haklandırma mekanizmalarıdır ve bu yüzden de kadınların kendisine ait bir odası olmadığı için yazamadığını söyleyen virginia woolf ayarında çok az kadın yazar olmuştur. dostoyevski’nin de, woolf’un da, kafka’nın da “kendisine ait odası” olmadı ama onların dev yazarlar olmalarına bir halel gelmedi değil mi?
Yazan:eg Tarih: Nis 14, 2009 | Reply
“İyi eğitim almış, Arapça, Farsça, Latince(neyse artık) bilen şairimiz çalışırken, kapısının ardında çocukları ses çıkarmaması için uyaran, bir yandan da yemek ve temizlik yapan, hatta kocasının şiirlerini temize çeken kadının Woolf’un tabiriyle “kendine ait bir odası” yoktur da ondan.”
demişsiniz ya aklıma verlaine geldi. ona birisi gelip “mirim aklıma bir sürü fikir var ama bunları nasıl şiire dökeceğimi bilemiyorum” dediğinde , o da “şiir fikirlerle yazılmaz…”demişti ya; sizin yazdığınız da o hesap. şiiri veya sanatı “eğitim ve öğretim”in bir türevi sanan zihniyet, şiiri ve sanatı anlamaktan çok uzak bir anlayıştır bana göre. kadınların içinden çok az şair çıkmasının bence çok daha başka yerde aranması gereken(belki bir yazı konusu) bir sebebi vardır. ama herşeye rağmen emily dickinson veya sylvia plath gibi bence büyük kadın şairler de vardır…
sözün kısası şimdiye kadarki deneyimlerim, bildiklerim ve gözlemlerim, iktidar konusunda ve zihinsel militarizm konusunda kadınların hiç de erkeklerden aşağı kalmadığını gösteriyor. bunun görünür hale gelmemesi , görünür hale gelecek fırsatı bulamamış olmalarından olabilir mi? (mesela şirket yöneticiliği fırsatı bulanın iktidarın babasını uygulaması, ya çiller, rice veya diğer kadın politikacıların neredeyse bütün erkek politikacılardan daha vahşi bir politika uygulaması da bunun örneğidir bence). ben, böyle bir ütopik; kadınlar iktidar olursa herşey daha güzel olacak” tarzı söylemleri çok komik bulduğumu söylemeliyim. o yüzden insan diyorum, cinsiyetiyle değil insanlığıyla ortada oalcak bir insan!
Yazan:snowqueen Tarih: Nis 14, 2009 | Reply
@eg
Aslında ben de tam Sylvia Plath’ı düşünerek onları yazmıştım. Koca dışarıda kendisi içeride olunca sonu pek hayırlı olmadı.
“şiiri ve sanatı” eğitime hapsetmedim, ama takdir edersiniz ki önemlidir bunlar. Entellektüel mevzular yüzyıllardır kadınların içeri giremediği bir “erkekler klubü” olunca…
Sizi AKP’li olmakla itham etmek istemedim yanlış anlamışsınız. Sadece basit bir soru sormuştum.
Yazan:snowqueen Tarih: Nis 14, 2009 | Reply
“kadınlar iktidar olursa herşey daha güzel olacak” gibi bir fikrim yok.
Sadece ataerkilliğin aşılması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.
Eril ve dişil güçlerin uyumuna inanıyorum. Bu din, toplum, çevre herşey için geçerli.
Yazan:Mücahid AYDEMİR Tarih: Haz 4, 2009 | Reply
Öncelikle çok güzel bir noktaya dikkat çekmişsiniz.Gerçektende bizim toplumumuzda ‘askerlik sonrası’ diye bir dönem var.Birçok birey askerlik sonrası bir geçiş dönemine uyumda zorlanıyor.Anne babaya ‘komutanım’ demek sadece bir göstergesidir.Bu da aslında ülkemizde ‘kışla’ ve ‘toplumun’ ne kadar farklı yaşam alanları olduğunun göstergesidir.Askerlikte sınırları zorlanan ayarıyla oynanan ‘erkeklik’ gibi o değerlerin yerine disiplin ve itaat mekanizmaları getirilerir.Bu o kadar içselleştirilmiştir ki askerlikten sonra da birçok insan askerlik günlerini özler.Bunun yanında bütün bunlara karşılık toplum içinde ‘askerlik yapma’ halâ bir statü belirleyecisidir.Yani bütün bunlara rağmen o ‘askerlik yapma’ bizde bir değer kaybetmemiştir.Her ne kadar sorunlar yaşansada yeri aynıdır.Bu noktada rütbeli askerlerin,paşaların topluma uyumu daha da zor olur.Kim bilir belkide o yüzden bazıları özel güvenlik şirketi kuruyorlar.Çünkü onlara itaat eden o on binler yok ailesi ve çevresinden başka.Bu boşluğu bir şekilde doldurmak istiyorlar.Bu açıdan aslında araştırlıması gereken güzel bir konuya dikkat çekmişsiniz -.Teşekkürler