RSS Feed for This Post

Aşkın Dilini Konuşmak

Yaşadığımız bu zamanlarda galiba ihtiyacımız olan şey, nefretin, kinin, aşağılamanın, savaşın, şiddetin, adaletsizliğin, ayrımcılığın değil “aşkın” dilini konuşmaktır. Fuzuli ” aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kıyl-ü kaâl imiş ancak” derken bu dilin gücünden ve tüm alemi kuşatmışlığından bahsediyordu besbelli. 

Âşık olan insan her şeyden önce “kurban” olan insandır. Kendini kurban etmiştir, nefsini kurban etmiştir, yeri gelmiş aklını kurban etmiştir. Hz. Muhammed(s.a.s), Mirac’da “sidre-i müntehâ”ya vardığında, Cebrail “ben buradan öteye geçemem, geçersem yanarım” demiştir. Bir anlamda Cebrail’in aklı; Hz. Muhammed’in aşkı temsil ettiği şeklinde de yorumlanabilir mi bu? İbn Arabî böyle yorumluyor. İbn Arabî’nin Mirac üzerine yazdıklarından etkilenen Dante de İlahi Komedya’da, Virgil’in kendisiyle birlikte gelemediği yere “sevgilisi” Beatrice ile gitmiyor muydu? Virgil’in aklı ve Beatrice’in de aşkı simgelediğini söyleyebiliriz.  

Öyle anlar olur ki, artık akıl size yoldaşlık etmekten vazgeçer; çünkü yoldaşlık etmeye çalıştığı bu yolun ilerisinde “yanar”. Ama aşk size eşlik eder. Çünkü zaten Aşk’ın kendisi bizzat yanmaktır, ateştir; yanmaktan niye korksun ki? 

Yolculukların en çetini, ama en derini insanın kendisinin içine doğru yaptığı yolculuktur. Belki de başlaması en zor ve zahmetli yolculuktur bu. Mutlaka tetikleyici, ateşleyici bir şeylere ihtiyaç duyar. Bu ateşleyicilerin en büyüğü hiç şüphesiz Aşk’tır. Düşmeye görsün o ateş gönlünüze, artık âlem farklı dillerle konuşur olur sizinle. Varırsınız diline hayatın. Aslında sizin içinize, o ana yurdunuzdan gelen, ama bu dünyada, ilişkisini yitirmek üzere olduğunuz bir ışık tekrar doğar ve hatırlatır size ” sevgili gibi yaşamak” ne demekmiş diye…hatırlatır hangi diyardan buraya göçtüğünüzü; içli içli ağlayan bir neyin sazlığı özlemesi gibi, hatırlatır bu dünyada ne kadar garip kaldığınızı. Ama o ışık aynı zamanda bir yolculuk da başlatır size önüne tuttuğu aydınlıkla. “Hadi kalk” der, yolumuz çok uzun ve bitimsiz!  

İşte böyle başlar insana acılar çektirmeye başlayan, ama acıyı da bal eyleyen o büyük yolculuk. Başlarsınız içe doğru yolculuk etmeye. Derinleştikçe aşkınlaşırsınız, aşkınlaştıkça Aşk’ın dilini konuşmaya başlarsınız. 

Zannedilir ki aşk insanı sadece “aşk nesnesine” hapseder. Hiç olur mu? Aşk hiç, bir nesneden sirayet eder mi? Aşk, “güzellik öznenizin” bizzat sizin için seçtiği yoldur. Çünkü o “Özne” size gerçek güzelliği göstermeye başlar; kırılır akıl oyuncakları, açılır kalbin pencereleri, aynaları. Artık gördüğünüz hiçbir şey eskiden gördüğünüz gibi görünmez size. O “güzellik öznesi ” size o nesnelerin gerçek güzelliklerini göstermeye başlar usul usul acıyla ama derinleştiren, sakinleştiren bir acıyla… o güzellik öznesi maddi ve hayali tüm varlıkların hakikatini üzerinde yansıtan bir ayna oluverir size. Derinleştikçe görürsünüz, gördükçe derinleşirsiniz bu iç yolculukta. Genelde göz yaşlarınız eşlik eder size yol gittikçe, çünkü ağlayamayan anlayamaz hakîkati. 

Yol gittikçe, ağladıkça ve ağlarken anladıkça, Aşk’ın bu hissettiğiniz dilinin bu dünyayı kurtaracak tek dil olduğunu keşfetmeye başlarsınız. Gandhi gelir gözünüzün önüne, onun Aşk’ın dilinden ortaya çıkardığı insanlık zaferini anlarsınız bir daha bir daha…Mevlana gelir, Alemlerin Efendisi (s.a.s) gelir, Koca Yunus gelir; 

“İşidin ey yârenler

Kıymetli nesnedir aşk

Değmelere bitinmez

Hürmetli nesnedir aşk 

Dağa düşer kül eyler

Gönüllere yol eyler

Sultanları kul eyler

Hikmetli nesnedir aşk 

Kime kim vurdu ok

Gussa ile kaygu yok

Feryad ile âhi çok

Firkatli nesnedir aşk 

Denizleri kaynatır

Mevce gelir oynatır

Kayaları söyletir

Kuvvetli nesnedir aşk 

Miskin Yunus neylesin

Derdin kime söylesin

Varsın dostu toylasın

Lezzetli nesnedir aşk” 

Mısralarının anlamını çözmeye başlarsınız; neymiş aşkın kıymeti, neymiş hikmeti, kuvveti, lezzeti artık anlarsınız… 

Sonra yavaş yavaş içinizden dışınıza bir ışık saçmaya başlarsınız. Aşk’ın ışığıdır bu, artık kemâle ermeye başlamış olan Aşk’ın ışığı. Kemâl seviyesindeki Aşk işte böyle başlar derman olmaya hayata ve yaşayanlara…içinizden çıkan ve sizin, acı çekerek keşfettiğiniz bu dili, bu aşkın dili, Aşk’ın dilini kullanarak, yaşayan en küçük canlıyı, cansızı onların diliyle anlamaya ve onlara merhamet etmeye başlarsınız. Hiç kimseyle aynı olmadığınızı anlarsınız, ama hiç kimseden de ayrı olmadığınızın farkına varırsınız. Artık kimseye büyüklük taslamazsınız ırkınızla, paranızla, mevkiinizle, gücünüzle. Artık mikro alemde kozmosu, kozmosta mikro alemi ve hepsinde kendinizi ve kendinizde de Aşk’ı görmeye başlarsınız. Bu, hayatın tüm düğümlerinin çözüldüğü andır.  

Anlamaya başlamak ve şiddet dilini, nefret dilini reddederek aşkın diline teslim olmak bu zor zamanlarda yapabileceğimiz en zor şey ama barış için, hayat için, Aşk için en gerekli olan şey.

Trackback URL

  1. 4 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Nis 25, 2009 | Reply

    insan kalbini yeterince küçük parçalara bölersek biraz Aşk görebilir miyiz acep?

    Kalbi ufalayinca karmasik protein zinzirleri elde ederiz herhalde. Eninde sonunda bulacagimiz bol miktarda karbon, hidrojen, oksijen atomlari ise su parmak uçlarimdaki plastik klavyenin hammaddesinden çok da farkli olmayacak.

    Su halde Aşk nerede? neremizde? kaç gram? kaç metre bu Aşk? Ölçülemiyorsa eger, “Aşk yoktur” diye haykiracak mi yine bilimci dostlarimiz?

    Enver kardesim umarim bu resmi begenirsin, bence senin yazinla birlesince bilim yobazliginin tezatini çok güzel anlatiyor 🙂

    Descartes’in otopsilerinden bu yana ciddi bir kelime sorunu yasadigimiz kanaatindeyim.

    Aşk da bundan nasibini aldi, “to make love” kadar insani aci aci düsündüren bir ifade daha olabilir mi?

    spirit – espri – ruh – zekâ…
    mutluluk – tatmin – fiziksel saglik – maddi güç
    güzel – çekici – haz verici – doyurucu..

    evet, yeni bir çagda kelimeleri yeniden tarif etmek lazim, kelimelerini kaybetmis, düsünmeyi unutmus bir insanlik daha ne kadar dibe düsebilir?

  3. Yazan:eg Tarih: Nis 25, 2009 | Reply

    vallahi mehmet koyduğun bütün resimler (daha önce de söylemiştim sanırım) yazının özünün bir imge haline dönmüş hali gibi. bence sende sanatçı ruhu var.

    evet haklısın kavramların da kelimelerin de anlamını özüne irca etmek gerek. yoksa her gün bir sevgili değiştirenlerin birbirlerine “yeni aşkım” diye hitap ettiği bir dünyada aşkın küsüp gitmesi kadar normal birşey yok.

    bilimci pozitivist kardeşlerimiz biraz kendilerine dönüp baksalar; ne aşkı, ne sevgiyi, ne merhameti, ne imanı…insana insanlığını veren ne varsa hiçbir şeyi açıklayamayacaklarını görürler. açıklama çabaları ise bir takım hormonlara indirger tüm insanî şeyleri. doğrusu insan “maddi” yapısında çok farklı ve çok üstün bir şey. dimitri karamazov’un dediği gibi: “insan çok ama çok derin bir varlık, ben olsam onu daha sığ yapardım.” doğrusu bilimcilerin yapmaya çalıştığı da sanırım onu parçalarına ayırarak anlamaya çalışmak. ama insan, parçalarının toplamından çok fazla birşey…

  4. Yazan:Sevgili Özbek Tarih: Nis 26, 2009 | Reply

    Düşmeye görsün o ateş gönlünüze, artık âlem farklı dillerle konuşur olur sizinle. Varırsınız diline hayatın. Aslında sizin içinize, o ana yurdunuzdan gelen, ama bu dünyada, ilişkisini yitirmek üzere olduğunuz bir ışık tekrar doğar ve hatırlatır size ” sevgili gibi yaşamak” ne demekmiş diye…hatırlatır hangi diyardan buraya göçtüğünüzü; içli içli ağlayan bir neyin sazlığı özlemesi gibi, hatırlatır bu dünyada ne kadar garip kaldığınızı. Ama o ışık aynı zamanda bir yolculuk da başlatır size önüne tuttuğu aydınlıkla.

    Okuduğum en güzel yazılardan biri gene… Aşkı yaşamadan önce anlamak gerek diye düşünüyorum. Aşk olmak, aşık değil, yaşadığın sürece gerçketen aşk olmak ; işte o zaman bu güzel yazının ve bu güzel kalemin anlattığını anlamış olacağı diye düşünüyorum.
    Kutluyorum güzel kalemi ve sonsuz saygılarımı yolluyorum Düşler denizinden.

  5. Yazan:Elif Sevinçgül Tarih: Eyl 13, 2009 | Reply

    Aşk mı? O ne? :))

    Sanırım insanın aşkı tanımamazlıktan gelmesinin en önemli nedenlerinden biri ‘kontrolü kaybetme korkusu’. Aklıma bir araba reklamının sloganı geldi; “Hayat senin, Kontrolü kimin?” diye. Bence asıl soru şu; Hayat senin mi? Bunu cevapladıktan sonra kontrolünün kimin olduğu zaten ortaya çıkıyor. Ama yine de insan aklen hayatın kendisine ait olmadığını, emaneten verildiğini bilse de bunu uygulamak zor oluyor. Bir de aklıma ‘Hayalet’ filminde Whoopi Goldberg’in yüklü miktarda bir parayı, kiliseye bağışlarken zorlandığı sahne geldi :)) Veriyor vermesine ama bin bir tereddütle, yüzünü ekşiterek ve parayı çekeleye çekeleye :)) İnsan hayatın Sahibi’ni tanıyor tanımasına ama kontrolü devretmek öyle kolay olmuyor. Ki ilginçtir; aşk ta aslında tam bu devretme işlemini kolaylaştıran, yardımına koşan birşey. Çelişki!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin