Ne de olsa üstkimliği “laik”
By Alinti Yazar on Nis 25, 2009 in Adalet, Basın günlüğü, Demokrasi, Derin Devlet, Ergenekon Nedir?, Kemalizm
Geçenlerde bizim gazetenin arka sayfasında Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle bir feature haber çıktı. Çocuklar Hz. Muhammed’e mektuplar yazmışlar. Sevimli, çocukça mektuplar…
Tabii hemen birkaç kınama maili, üç beş homurtu sesi yükseldi. “Taraf, Vakit’leşiyor mu”dan, “pek şık olmamış” diyenlere kadar geniş bir yelpazede geldi tepkiler.
Hâlbuki aynı sayfada ve daha başka sayfalarda çok yakın zamanda pek çok Paskalya (Hz. İsa’nın dirilişi kutlamaları) haberi çıkmış, bir arkadaşımız kilisedeki ayine gidip bir yazı bile yazmıştı. (Niyet “çakmak” değilse Mevlid Kandili’ni izlemek için kaç gazete adam gönderir?)
Üstelik “Hz. Muhammed’e mektuplar”ın çıktığı gün iç sayfalarda da Buda’nın doğumgününe hazırlanan Budist çocuklarla ilgili büyük bir resim ve haber vardı.
Tepki gösterenlere bu haberlerin linklerini gönderip sordum: Peki bu haberler yapılırken niye rahatsız olmadınız? Niye o haberlerin de “Taraf’ı laiklik karşıtı eylemlerin odağı” haline getirdiğini düşünmediniz?
İşte Kutlu Doğum Haftası kutlamalarında çocukların peygambere yazdığı sevimli mektuplar karşısında bile kabaran bu ruh halini anlamadan, ne AKP’nin niye bu kadar oy aldığını ne de Türkiye’de modernleşme tecrübemizin yarattığı fay hatlarında oluşmuş en derin ve en sahici siyasallaşmamızı anlamak kolaydır.
O Kutlu Doğum haberinden duyulan rahatsızlığın bir benzeri yüzünden askerin muhtıra verdiği bir ülkede yaşarken özellikle.
Ne sosyalizm ne liberalizm ne Kemalizm ne de milliyetçilik; bu ülkede “Yaşam Tarzı İdeolojisi” kadar kök salmış, kendine taraftar bulmuş, kitleleri mobilize etmeyi başarmış, siyasi mücadeleyi etkilemiş, insanları birbirine bağlamış başka bir ideoloji olmamıştır.
Bunu anlamadan Türkan Saylan’ın evinin aranması sonrası ortaya çıkan “laik aydın” üst kimliğini de, Etyen Mahçupyan’ın yazdığı gibi laik kimliğin liberallik ve solculuk içindeki böylesine bir “Aşil topuğu”na tekabül ediyor olmasını da anlamak zordur.
Bunu anlamadan anti-militarist Yıldırım Türker ile Genelkurmay’ın “kitlesel karşı koyma refleksi göster” emrini anında yerine getirmiş Türkan Saylan’ı ince ince birbirine bağlayan ağları görmek zordur.
Türkiye’nin en vicdanlı seslerinden biri olduğu söylenen ‘Türker’in vicdanı’, daha birkaç gün önce başörtülü kadınlar için “O çocukların bir kısmı militan olarak kullanılıyor. Biz de böyle casus gibi aramızda onları istemiyoruz” diyebilen biri için “İnsan sevgisine adanmışlığı yoruma gelecek şey olmayacak kadar açık ve malum” demeye el verebiliyorsa “İnsan kimdir” tanımı üzerinde bile anlaşamamış bir toplum olmuşuz demektir.
Bu sözdeki açık “soğuk savaş faşizmini” anlamak için ille de vahşi empati taktiklerine mi başvuralım yani. Vicdanlarımız soyut düşünme kabiliyetini bu kadar mı kaybetti?
Cümlede Türkan Saylan gördüğünüz yerlere Fethullah Gülen ya da Muhsin Yazıcıoğlu, türbanlı kızlar gördüğünüz boşluklara da Alevi kızlar ya da Kürt Kızlar yazmadan bu sözleri söyleyen kişi için “faşist” demek o kadar mı zordur?
Sizce Saylan güzellemelerine Taraf’tan net bir yanıt veren iki sesin adlarının Etyen ve Roni olması sadece bir tesadüf müdür?
Yoksa onların vicdanlarını özgür bırakan, her an “AKP’li, “dinci”, “Fethullahçı” ilan edilme teröründen doğal olarak azade olmaları mıdır? Türk modernleşmesinin din ile kurduğu hastalıklı ilişkiden daha az virüs kapmış olmaları mıdır?
Ergenekon soruşturmasına bir gün “AKP’nin muhalifleriyle hesaplaşması” deyip, ikinci gün topraktan kemikler, bombalar çıkınca “Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşması” dedirten o karmaşık ruh halleri içinde tutarlılıklarını korumalarını sağlayan o “Laik üst kimliğin” içinde olmamaları mıdır?
Ve Türkan Saylan’ı kendi organize ettiği darbe mitinginde sırf “tankların yürütülüp, işkencehanelerin doldurulduğu” o klasik darbeler için yarım ağız “faydasız” dedi diye (hem de 27 Nisan muhtırasına açıktan destek verdiği günlerde bkz. Ayşe Arman röportajı) “demokrat” yapan ölçüsüzlüğün altında onunla paylaşılan hangi ortak duygudaşlık yatıyor?
ÖSS’de bir İmam Hatipli birinci olunca “Bizim çocuklar hiç çalışmıyor” dediğinde, başörtülü kadınları casus ilan ettiğinde bile Türkan Saylan’ı “Türk hümanizminin büyük kahramanı” yapan onunla paylaşılan o Ortak Yaşam Tarzı İdeolojisi olmasın?
Onun faşistliğini, darbeciliğini, ayrımcılığını, “Bütün fikirlerine katılmıyorum ama” kadar naifleştiren, sevimlileştiren o hoşgörünün altında “o yaşam tarzı ortaklığı” yatmasın.
85 yaşında evinden bir gece yarısı pijamalarıyla alınıp, elinde idrar torbasıyla “Danıştay katilinin azmettiricisi” diye afişe edilen Salih Kunter için vicdanları sızlatmayan da aynı duygudaşlığın kurulamaması olabilir mi?
Yoksa askerî rejim istediğini açıkça söyleyen Tarık Akan’ı hâlâ solcu ve aydın sanatçı diye televizyon televizyon dolaştıran, itibarını sarsmayan da bu mudur?
Gerisini siz keşfedin…
18 Yorum
Yazan:Atilla Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Birileri çocuklara zorla mektup yazdırıp, yarışmalara sokacak, herkes de bunu beğenmek zorunda kalacak öyle mi? Ben beğenmiyorum ve doğru da bulmuyorum. Sorun nedir? Herkesin muhafazakarların her türlü abukluğunu beğenme zorunluluğu mu var? Benim bunu beğenmeme ve eleştirme hakkım yok mu? Eleştiririm tabi. Eleştirim de şu: Bu mektupları hangi sivri akıllılar akıl ettiyse, kendileri yazıp, kendileri göndersin Peygambere! El kadar çocuklara zorla yazdırmasın! Mektup yarışmasıymış. Başkası çocuklara şarap içme yarışması düzenlese Yıldıray Bey bunu beğenmek zorunda mı olacaktı?
Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Aşağıdaki alıntıda yer alan haberi hatırladığınızda sorularınıza da cevap bulmuş olacaksınız.
Herkesin muhafazakarların her türlü abukluğunu beğenme zorunluluğu mu var?
Benim bunu beğenmeme ve eleştirme hakkım yok mu?
Başkası çocuklara şarap içme yarışması düzenlese Yıldıray Bey bunu beğenmek zorunda mı olacaktı?(Atilla)
“Olsa” kurgusu üzerinden gitmeye gerek yok.”başkası tarafından düzenlenmiş şehadet şerbetinden içmeye gönüllü olanlar gösterisi”ne kısa bir zaman önce şahit olduk zaten.Siz bu olayda da çocukların kullanıldığını düşünerek “eleştiri hakkınızı” kullanmış mıydınız acaba?Bir “sevgi mektubu yarışması” ile “kanla yapılan bayrağa eklenen dilekçenin GKB’na gönderilmesi” olayları arasındaki “abukluk” benzerliğini eminim siz bizlere izah edersiniz.
Bunları yazanlar “çocuk”!
Eleştiririm tabi. Eleştirim de şu: Bu mektupları hangi sivri akıllılar akıl ettiyse, kendileri yazıp, kendileri göndersin Peygambere! El kadar çocuklara zorla yazdırmasın! Mektup yarışmasıymış.(Atilla)
Evet,çocuklara zorla yaptırılan her şeye karşı çıkmak gerekir.Zorla “sevdirmeye” bile!Bazıları bunların zorla olmadığını,içten geldiğini düşünüp,beğenir ve ödüllendirebilir de.
Sizce “Sorun nedir?” gerçekten!
Yazan:SoPhiStiQuE Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Zorla mektup yazdirilma dusuncesi onyargidan ibarettir. Sahislarin yapilan bir icraati begenme gibi bir zorunluluklari yoktur elbette, begenmediklerinde sorun da yoktur dolayisiyla. Yani kimsenin begenmeme ve elestiri yapma hakki elinden alinmis degildir. “Başkası çocuklara şarap içme yarışması düzenlese Yıldıray Bey bunu beğenmek zorunda mı olacaktı?” demissiniz ya Atilla Bey, genel sorun burada zaten. Insanlar begenip begenmedikleri seyleri tarafli ve kindar duygularla ifade ediyorlar. Yildiray Bey’in sorusu manidar, neden bu elestirileri getiren insanlar mesela sadece islamiyet oldugunda elestiri yapiyorlar da birbaska din (budizm, hristiyanlik, yahudilik vs.) soz konusu oldugunda bir yorum, elestiri getirmiyorlar? Bu durumda asil mesele islam dusmanligi midir?
Yazan:Esra Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Sahtecilik boydan boya.. bastırılan güdüleri açığa vurmaktan niye bukadar çekinir olduk. Bazı fırsatları şans bilip kendi bildiklerini uygulayanların sahtecilikleri karşısında hayret etmekteyim. Din bir toplumun ahlaki zenginliğidir. Ve ağaç yaşken egilir. Hiç bir toplum yoktur ki çocuklarına dini öğretmekten geri kalmıstır, yobazlaşmıştır. Kendi hayatı içindeki dengeyi kuramayanlar yaşadığı toprak parcası üzerindeki dengenin oluşmasından bir hayli rahatsızlar diye görüyorum. Artı şu varki yazılan o mektuplar sevgi ibaresi, kötülük içermeyen satırlar ve umutlar.. bundan safi, bundan temiz ne olabilir? Allah akıl fikir versin..
Yazan:Atilla Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Sn. mer’A-KIL,
diye sormuş…
Cevabım, evet kullanmıştım şeklinde. Bahsedilen olayda da benzeri başka olaylarda da eleştiri hakkımı hem de burada kullandığımdan çok daha fazla kullanmıştım. İnternet farklı takma adlarıyla bu gibi şeyleri eleştirdiğim yazılarla dolu. Ben bir Taraf gazetesi okuyucusuyum, burada dikkat çekmek istediğim şey, Yıldıray Bey’in bir Taraf okurunun gazetede yayınlanan bir içki reklamına tepki göstermesini normal ve meşru sayan, ama yazıda bahsi geçen türde haberlere getirilen eleştirileri gayri meşru gören çifte standartlı zihniyeti. Bence bir gazete okuyucusunun bunların her ikisine de eleştiri getirme hakkı gayet tabi ki vardır. Ben yorumcunun alıntıladığı bayrak yapma yarışması ile yazıda sözü edilen yarışma arasında öz itibarıyla hiçbir fark görmüyorum. Fakat tabi, o kanla bayrak yapmanın övülmesi olayının derece itibarıyla, peygambere mektup yazmakla mukayese edilmesi mümkün değil. Birincisinin kanunla engellenmesini ve sorumluların cezalandırılmasını gerektirecek darecede vahim bir olay olduğunu düşünüyorum, ikincisi de eleştirilmesi gereken bir olaydır.
Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Dün Hürriyet gazetesinde, buradaki bazı yorumcuların beğenmediği Bekir Coşkun, bu konuda hayli düşündürücü bir yazı yazmıştı.
Aslında yazıyı koymak gerekirdi ama Hürriyet gazetesinin yasal haklarından dolayı içeriğini kısaca yorumlayım beraber derin derin düşünelim.
Olay kısaca Hz. Muhammed’in doğum gününün yılda 2 kere kutlanmasına dayanmaktadır.
Herkesin bildiği gibi Mevlid kandili Hz. Muhammed’in doğum günüdür. Her sene yılda 10 gün kayan eski takvime göre kutlanır. Aynen diğer kandiller, Şeker ve Kurban Bayramları gibi. Hatta İstanbul’un Fethi bile eski takvime göre kutlanıyor. Bazen yazın, bazen kışın.
Peki niye kimsenin aklına Mevlid kandili kutlamalarını 1 Haftaya uzatmak gelmez ? Veya Şeker Bayramını niye şu anki takvime göre sabitlemiyoruz ?
Ancak amaç o değil. 23 Nisan’ın karşısına koyacak birşey bulmak. Nitekim bu durumda buluna buluna “Kutlu Doğum Haftası” bulundu.
Aynı benzer bir durum Yılbaşı’nın karşısına konan “Mekke’nin Fethi” için de geçerli.
Şimdi biz bu abukluğa “Tesadüf” veya “İyi niyet” mi diyeceğiz ?
Konuya dönersek, Taraf gazetesinin arkası belli, bu durumda böyle bir Abukluğa destek vermesi bence gayet normal.
Şimdi denmiş ki, Taraf gazetesinde Roni ve Etyen adlı kişiler de var. Doğrudur. 5 parmağın 5’i de bir değildir. Bakın bakalım geçtiğimiz seçimlerde Azınlıkların ağırlıklı oturduğu yerlerden Taraf’ın tarafına mı, yoksa başka bir yerlere mi oy çıktı ?
Dolayısıyla Etyen ve Roni isimli şahısların kendi ait oldukları kimlikler ile ters düştüklerini de söyleyebiliriz. Yani isimler üzerinden Taraf gazetesinin savunmasını yapmayın.
Oturup Neden Hz. Muhammed’in doğum günü yılda 2 kere kutlanmalıdır ? içerikli mantıklı bir yazı yazsınlar. Belki ikna oluruz…
Yazan:eg Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
“Oturup Neden Hz. Muhammed’in doğum günü yılda 2 kere kutlanmalıdır ? içerikli mantıklı bir yazı yazsınlar. Belki ikna oluruz…”
sorun şu ki bu konuda kimse sizi ikna etmek zorunda değil!
yıldırım türker’e gelince…benim de dikkatimi çekmiştir. yıldırım türker gibi vicdanlı bir insan dahi(ki benim çok sevdiğim dostlarımdan da benzer olanlar vadır) dinle ilgili birşey gördüğünde kırmızı görmüş boğaya dönüyor. ben bunu sonuçta aynı kaynaktan beslenmeye veriyorum. eninde sonunda yıldırım türker dahi olsa bu insanlara dinin “geriyi” “çağdaş olmayanı” temsil ettiği ve aşılması gerektiği öğretilmiş. böyle olunca o kadar vicdanlı insanların din söz konusu olunca vicdansızlığın dibine vurması hiç şaşırtmıyor beni. öyle çok denk geldim ki artık bende şaşırma yeteneğini ortadan kaldıran bir sonuç yarattı…
Yazan:durhat Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Ne sosyalizm ne liberalizm ne Kemalizm ne de milliyetçilik; bu ülkede “Yaşam Tarzı İdeolojisi” kadar kök salmış, kendine taraftar bulmuş, kitleleri mobilize etmeyi başarmış, siyasi mücadeleyi etkilemiş, insanları birbirine bağlamış başka bir ideoloji olmamıştır.
YAŞAM TARZI İDEOLOJİSİ…Bence hiçbir tanım toplumun içine sürüklendiği bu garip psikolojiyi açıklayamazdı.
Kendi yaşam biçimi ve tercihleri üzerinden “kendilerinden olmayanları”ötekileştirme…Bütün insanî donanımların,yani vicdanın,aklın,zihnin ve ahlakın garip bir biçimde bu psikolojinin emrine sunulması,tutsak edilmesi…
Yazıda da belirtildiği gibi,aydın,demokrat ve vicdanlı insanlar bile maalesef bu takıntılı yaşam tarzı ideolojisinin tuzaklarına takılabiliyor.Çok da uzaklara gitmeye gerek yok.Sitemizde kendilerini buna kaptırmış pek çok örnek var.Onlar ki özgürlük,adalet,eşitlik vs.üzerine söyleyebilecekleri bir kaç sözleri olduğu halde,hadise bu “kutsal ideoloji”ye geldiğinde bir U DÖNÜŞÜ’ne sapmakta hiçbir sakınca görmezler.”Ama”lar,kem kümler,”o başka bu başka”türünden kıvırtmalar falan.Yani neresinden bakılırsa bakılsın BİR AKIL TUTULMASI,BİR TOPLUMSAL DEZENFORMASYON var ortada.
Bakalım bu defolu,hastalıklı hissiyattan kurtulmayı ne zaman başaracağız.Görünür gelecekte bu pek mümkün görünmüyor.Ve korkarım bu psikoljiden kurtulamadığımız sürece de ne sağlıklı bir topluma kavuşabilir ne de normalleşebiliriz.Dahası,bu mantaliteyle hiçbir sorunun çözülebileceğini de düşünmüyorum.Sanırım mucizevi bir toplumsal terapiye ihtiyaç var,ama nasıl?
Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Atilla bey,
Siz her iki olayda da “bir zorlama olduğunu düşünerek” çocukları korumaktan yana taraf alıp eleştiri yapmışsınız.Bunu sadece eleştiri hakkınızı kullandığınız şekilde değerlendirmek gerçek bir abukluk olur.Bir öğle vakti sizi bir lokantada karnınızı doyururken gören birinin arkanızdan”onun derdi çorba içmek değil kaşık yalamak” demesi gibi.Bunu söylediği için olur da siz ona itiraz ederseniz,“eleştiri hakkımı kullandım” şeklinde bir cevap almanız mümkündür.
Bizim toplumumuzda özellikle bazı konular, hassasiyeti olan unsurlar üzerinden kaşınmakta ve bu da tepki vermenin normal ve meşru yolu sayılan “eleştiri hakkı” aracılığı ile savunulmakta;kamuflajlı “hayat tarzı ideolojisi” dayatması!
Din,bayrak,vatan,kadın gibi çocuk da bu toplumun hassasiyeti olan unsurlardan.5-6 yaşında bir çocuğun vücudunun esnekliği ve öğrenebilirliği ileri sürülüp, baleye başlaması “normal” görülerek savunulurken,aynı yaşta bir çocuğun din eğitimi alması sakıncalı bulunup,din eğitimi alması için 18 yaşına kadar beklenmesi yönünde eleştiriler yapılabilmekte.Üstelik bu din eğitiminin çocuğun ahlak eğitiminin bir parçası olduğu ve bunun da aileye ait bir hak olduğu gerçeği yadsınarak.Bir çocuğun resim dersinde bayrak boyaması yada Atatürk ve kurtuluş savaşı hakkında göz yaşartıcı kompozisyonlar yazması savunulur ama o ödülü alacak olan başörtülü bir kız ise çocuk olduğu birden bire unutuluverir ve eleştiri bombardımanına tutulur!
Bu konuların hiç birinde esas mevzu “kaşık yalamak” değil. Yıldıray Oğur’un yazısında da esas mevzunun eleştiri hakkı olmadığı gibi.İlla böyle bir mevzuya odaklanmak istiyorsanız sizin Oğur’u eleştirdiğiniz noktada(çifte standart) Oğur’un da “eleştiri yapabilme” hakkı var.
Bir gazete okuyucusu Paskalya haberine,Buda’nın doğum günü haberine itiraz etmiyor fakat iş bu çocukların mektubuna gelince itiraz ediyorsa!(Y.Oğur)
Bu konu üzerinde kalem oynatmak mı çifte standart yoksa konuyu işaret edilen “hayat tarzı dayatmasından” uzaklaştırmak için çocukların zorlandığını ileri sürmek mi?
Çocukları ben de severim ama çok şükür sizinki gibi bir sevgi değil!
Yazan:Atilla Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Ben küçük çocuklara büyüklerce bale öğretilmesinin de, Peygambere mektup yazdırılmasının da eleştiri konusu olabileceği, demokratik bir toplumda bu meselelerin tartışılabileceğini düşünüyorum. Zaten dünyadan haberdar olan herkes demokratik ülkelerde bu konuların en güncel tartışmalardan en felsefi tartışmalara kadar her düzeyde hararetle tartışıldığını biliyor.
Ben insanların bu konularda şu veya bu görüşü savunabileceğini belirtirken demokrat olduğumu göstermiş oluyorum. Yıldıray Bey ve mer’A-KIL beyler de bu sayfada yer alan görüşlerinin açıkça gösterdiği gibi sadece kendilerine demokrat. Tabi sadece kendine demokrat olanlara demokrat diyemiyoruz.
mer’A-KIL Bey şöyle demiş:
Görüldüğü üzere kendisi, bana, kendisinin çocuklara bale öğretilmesini eleştirirken uygun bulduğu eleştiri hakkını tanımıyor. Hatta “kaşık yalamak” örneğiyle, memlekette bu tür eleştirilerin cinayete kadar varacak tepkileri tetikleyebilecek olduğu konusunda da ikaz edilmiş olduk.
Yıldıray Bey de,
Sadece Taraf gazetesine mail atıp, gazetenin bir haberi ele alış biçimini kendi dünya görüşlerine yakın bulmadıklarını belirten bir grup Taraf okurunu “Ne de olsa üstkimlikleri laik” diyerek Ergenekoncularla bir tutuyor. Bu Taraf okurlarını Laik dediği gruba dahil ediyor ve toptan ötekileştiriyor ve aşağılıyor. Demek ki, insanların başörtülü diye aynılaştırılması ve ötekileştirilmesi kötü bir şey, “Ne de olsa türbanlılar” şeklinde yazılar yazıp bir grup insana sahip olmadıkları fikirler ve işlemedikleri suçlar isnad etmek kötü birşey, ama bunun aynısını muhafazakar olmama suçu işlemiş bir grup Taraf okuruna “işte ne de olsa laikler” diyerek yapmak “muhafazakar demokratlığa” uygun. Yıldıray Bey, -ağzının ayarını da şaşırarak- gazeteye mail atan Taraf okurlarını “Taraf’ı laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak suçlamakla itham ediyor ki, herhalde AKP’yi kapatmaya çalışan Anayasa Mahkemesine hayalindeki demokraside bir yer vermediği için, bu okurların da böyle bir demokraside var olma haklarını tanımasa gerek.
Yazan:Furkan Tarih: Nis 25, 2009 | Reply
Yazara kesinlikle katılıyorum. Bu ülkede tahsilli, ortalama insanın zihninde İslam ile ilgili herşeye karşı bir alerji vardır. Bunun da sebebi eğitim sistemimizdir elbette. Kendilerine Müslüman diyen laik insanlarımız, dinlerini sadece devletin eğitim sisteminde öğrenmektedir ve bu yüzden hem laik dediğimiz yaşam tarzını benimseyebileceklerini hem de Müslüman olabileceklerini zannederler. Halbuki İslamiyet laik yaşam tarzı dediğimiz şeye kesinlikle cevaz vermez. İslam inananlarının 24 saatini programlayan bir dindir. Doğumdan ölüme kadar herşeyi belirlemiştir. Samimi Müslümanlar su içerken bile Peygamberimizi örnek almaya çalışırlar. Böyle bir öğretinin nasıl olur da Hristiyan ülkelerin kanunlarına göre yaşam sürmeye izin verebileceği beklenir inanılmaz bir şey. Ama tek cevabı var bunun da. Devlet eliyle yetiştirilmiş din cahilleri.
Ne kadersiz bir ülkemiz var bizim ya, ne kadersiz Müslümanlarız biz.
Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: Nis 26, 2009 | Reply
Yeni, yine, yeniden Taraf gazetesi AhlakStar jürisinin diğer ahlaken fanilere dağıttığı puanları okuyoruz demek.
Önce Yıldırım Türker’den başlayalım. Evet, Türkan Saylan’ın ayrımcı ve yer yer askerci tutumunu görmezden gelmiş. Ama vicdansızlığın dibine vurduğunu iddia edenler kendi vicdanlarının irtifa göstergesine de bir baksın, zira benim nazarımda nankörlük de vicdansızlıktır. Birisinin kıl kadar hakkı geçtiyse herhangi bir şeyde, o teslim edilmelidir:
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=246412
Bu Yıldırım Türker’in çok değil bir sene önce yazdığı bir yazı. Başından alıyorum:
“Türban düğümü, benim meşrebimce bir hak ve özgürlükler sorunudur. Öncelikle öyledir.
Bu konuda benden siyasi bir duruş bekleniyorsa, ki hemen herkesten bekleniyor, benim kayıtsız şartsız savunacağım şey, gencecik kızların başlarını türbanlı ya da türbansız, dik tutabildiği bir dünyadır.
Evet, üniversitelerde isteyen türban takabilmelidir.
Mahalle baskısı ve benzeri kaygılarla paranoyayı bayraklaştıran kesimlere karşı seslenmiştik.
Mahalle baskısı elbette olacak.
Hep vardı. Kimi mahallelerde metrelerce bayrak asılacak, asmayan korkacak. Kimilerinde başını örtmeyen kendini tehlike altında hissedecek.
Mesele, ordu, mahalle, bürokrasi ve bilumum baskı üretme merkezlerine rağmen çeşitliliği, farklılığı, renkliliği, özgürlükleri korumak için mücadele etmektir. Demokrasi serüveni de bundan ibarettir.”
Aynı yazıda Türker kendisini “Bütün dinlerin halkın afyonu olduğuna inanan” biri olarak tanımlamış. Buna inanan biri olarak türban özgürlüğünü savunduğunu söylüyor. Mevzu din olunca U dönüşü yaptığını iddia edenlere gelsin bu.
Şimdi gelelim Yıldıray Oğur’a. Türkan Saylan güzellemelerine eleştiri koyalım, güzel. Evet her zaman saf insan sevgisiyle davranmadı, kendisinin ideal yaşam tarzı olarak gördüğü bir şeyi yaymak için çalıştı. Bu suç, ayıp ya da ahlaksızlık olmamasına rağmen tabii, saf hümanist olduğu iddialarını gözden geçirmeye zorluyor. Öte yandan Saylan hem “asker rejimi korur” hem de “ne şeriat ne darbe” diyebilmiş, bunun çelişkisiyle yaşayabilmiş bir insandır, buna da tamam. Bunları yeri geldiğinde ortaya koyalım.
Ama düpedüz hakları da çiğnenmektedir. Yıldıray Oğur’un “özgür vicdanlar” dediği kalemlerin bazıları da bunu rasyonalize etme ahlaksızlığının parçası olmuşlardır. Misal o özgür vicdanlardan Etyen Mahçupyan ne demiş bakalım (Taraf’taki “Sivil Toplumun Darbecileri” isimli yazısından):
“…Farz edelim ki bu varsayım doğru! Savcılar gerçekten de ‘siyaseten’ davranıyor ve hoşlanmadıkları kişileri nezarete atmaya çalışıyorlar. Ne var ki savcıların bunu yapma yetkileri yok… Hiçbir savcı sırf öyle uygun gördü diye birilerini gözaltına alamıyor. Bunun için bir mahkeme kararı gerek… Diğer bir deyişle yaşanan süreci mümkün kılan yargıçlar heyetinin önlerine konan delilleri tatmin edici bulmaları, yani gözaltına alınmak istenen kişilerin gerçekten de Ergenekon darbe girişimi ile bağlantılı olma ihtimalini yüksek görmeleridir.”
Peki o heyetin önüne koyulan deliller ne? Niye kimse bilmiyor? Soruşturma gizliliği falan denemez, artık evine girmiş arama yapmışsan neyle suçladığını veya suçlamıyorsan niye arama yaptığını delilleriyle göstermen gerek. Milliyet’ten Rıza Türmen demiş ki:
“…Buna karşılık, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği izinde ne görüyoruz? Bir kere, “Soruşturmalarda aşağıda belirtilen fiillerin işlendiği de anlaşılmıştır” gibi, yürüyen bir davayla ilgili olarak suçsuzluk karinesiyle bağdaşmayan bir ifade kullanılmakta. İddianamelerdeki iddialar sıralandıktan sonra, “Ergenekon silahlı terör örgütüne ait olduğu düşünülen delillerin elde edilmesi amacıyla, arama yapılmasına, bulunacak delillere el konulmasına ihtiyaç duyulmuştur” diye sona eriyor.
Oysa, “düşünce” yeterli değil. Düşüncenin dayandığı somut olay ve bilgilerin gösterilmesi gerekiyor…” (“Dalga Dalga Arama ve Gözaltılar” isimli yazısı, Milliyet’ten)
Ayrıca Mahçupyan’ın “hadi diyelim savcı ideolojik, hakim karar vermiş bir yamukluk olamaz” mantığına en kocasından bir yuh çekiyorum. Bugün bir Türk hakiminin elinden çıkmış, Hrant Dink’in Türklüğe hakaret ettiğine hükmeden kapı gibi bir mahkeme kararı vardır. Etyen Mahçupyan kabul ediyor mu? Çıkıp yazabilecek mi Taraf’taki köşesinde “Hrant Dink diye vaveyla koparmayın, zaten ırkçıydı, bak hakimler de öyle karar vermiş” diye?
Mahçupyan’ın yazısından devam edelim:
“Açık gerçek şudur… Ergenekon darbe girişimi, kendisini destekleyen bir sivil toplum ayağı da yaratmış, ya da zaten ideolojik olarak buna yatkın olan örgütleri mobilize etmişti. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği de bunlardan biri… Saylan’ın kendisi doğrudan işin parçası olmamış olabilir ama muhtemelen gözaltına alınanlar arasında ‘işin içinde’ olanlar da var ve Saylan da o örgütün başı…”
Hem ‘muhtemelen’ diyor, hem de ÇYDD’nin darbe destekçisi olduğuna ‘açık gerçek’ diyor. Benim için henüz açık değil o gerçek. Delil görene kadar da olmayacak.
Yıldıray Oğur’a dönelim: “Saylan’ın evine sabahın köründe zorla girilmedi. Kendisinin anlattığı gibi, önce üç komşusu kötü muamele olmadığına tanıklık etsin diye çağrıldı. Ne sorgulandı, ne hırpalandı. Evinden bazı belgeler alındı. Ve gidildi.” (“Savcılar Taliban Militanı Çıkmasın” yazısından).
Yani “bunlar ne ki, elaleme neler yapıyorlar, daha ağlanmasın” diye çevrilebilir. Nitekim kendisi de bu paragrafın hemen ardından 80 küsür yaşında hasta bir adamın gecenin bir körü gözaltına alınması örneğini vermiş.
Mevzuya bu perspektiften bakacaksak, o zaman Rasim Ozan Kütahyalı da alt tarafı bir yumruk yemiştir. Var mı kalıcı zarar? Yok. Karakolun önünde çekilen fotoğrafında aslan gibi görünüyordu, kırık çıkık şiş yoktu. Daha da konuşmasın Yıldıray Oğur ve Taraf gazetesi, elalemin satırlı saldırılarda tendonları koparılıyor, ameliyata alınıyorlar (bu paragrafta ironi vardır, bu görüşte değilim, hem Kütahyalı hem de Saylan için).
Kütahyalı benzer bir yumruğu trafikte magandanın tekiyle tartışırken de yiyebilirdi. Yine kınardık ama Kanal 7 olayındaki gibi olmazdı. Çünkü burada ifade özgürlüğüne bir saldırı var. İşin içine bağlam girince her şey bir anda değişiyor.
Ama Yıldıray Oğur için sadece belli kişilerde değişiyor anlaşılan. Yoksa yıllardır hakkında PKK’yı desteklemekten Protestanlığı yaymaya kadar geniş bir yelpazede SİSTEMATİK OLARAK karalama kampanyası sürdürenlerin olduğu bir kişiye, Ergenekon gibi ciddi bir suçun soruşturması kapsamında delilsiz dayanaksız arama yapılmasının ortada bir sorun olma ihtimalini düşündürtmemesini nasıl açıklayacağız?
Bunlar benim için sürpriz değil. Kendisinin hukuk anlayışını “Demokrasi için dinleyen de dinleten de şereflidir” dediği günlerde öğrenmiştik. Genel olarak Taraf gazetesi yazarları kendilerini ahlaki demirkazık olarak ilan ettikçe tepki verme gereği duyuyorum.
Haşim Kılıç kadar olabilirlerdi. Bu arada onun “Yargı kararı olmadan suçlu ilan edilen insanların onurları yok ediliyor, bu insanlık suçudur” lafını da “savcılara yükleniyor” diye yorumlamış Taraf gazetesi. Karşıdan bakınca çok mu aptal görünüyoruz acaba? Utanmaları sıkılmaları da yok.
Yazan:başar olgun Tarih: Nis 26, 2009 | Reply
ulus devletin tartışılmaya başladığı dönemde alt kimlik ve üst kimlik tartışmaları kaçınılmazdır. kimliğin eşit seviyede esas alındığı bir Türkiye’nin olması için bunlar tarışılmalı… Kimlik üzerinden siyaset yapılmalı ama yaptırım aracı olmamalı, diye düşünüyorum.
Yazan:durhat Tarih: Nis 26, 2009 | Reply
Sanırım “U dönüşü’ne dair ileve bir açıklama şart oldu.
Ylıdıray Uğur’da sonuçta bizim gibi bir insan.Her yazısı sorgusuz sualsiz doğru bulunacak diye bir kaide yok.Dolayısıyla doğru bulduklarım da var katılmadıklarım da.
Bu sitede pek fazla yazıları olmadığından elbette hangileri doğru hangileri yanlış gibi bir karşılaştırma mümkün değil.Tarafta bu mümkün mesela.Ve pek çok noktada görüşlerine katılmadığım da olmuştur.
Ancak yukarıdaki tesbitleri bana göre doğru ve yerindedir.Özellikle de “yaşam tarzı ideolojisi”nin toplumuzda yarattığı taraf anlayışı belirlemesi.Ben bu tesbitin doğru olduğuna inanıyorum.Kaldı ki bunu tek taraflı olarak ele almış da değilim.Yaşam tarzı ideolojisini sadece dini inanç ve tercihler konusunda karşı olanlar-destekleyenler şeklinde bir tarafı doğrudan suçladığım falan da yok.Yani aynı duruma dindar kesimler de düşebiliyor;liberal,solcu ve demokratlar da.Kısacası aidiyet duygusunun bazaen objektifliğin önüne geçebileceğine dair bir düşünce zemini var ülkemizde.Anlatmak istediğim buydu.
Fakat gördüğüm kadarıyla bunu doğrudan üstüne almaya hazır olanlar var.Yıldırım Türker’in yazılarından yola çıkılarak güya bir mesaj verilmeye çalışılmış.Zira Türker’in bir yazısından yapılan alıntıdan sonra”Mevzu din olunca U dönüşü yaptığını iddia edenlere gelsin bu.”şeklinde bir açıklama var.Başımın üstünde yeri var her eleştirinin.Fakat doğrudan ismime/rumuzuma yapılabilirdi bu eleştiri.Daha şık olurdu bence ve ayrıca daha verimli de olurdu.
Evet sn.Çobanoğlu,kimse kimseye düşman değil,burası bir tartışma platformu ve benimde görüşlerimi ifade etmek gibi bir hakkım var.Meseleyi kişiselleştirmeyi,her defasında beğenmediği görüşe gizli bir kompleksle laf yetiştirme anlayışını doğru bulmuyorum.Söyleyecek bir sözünüz varsa dürüstçe ve mertçe itiraz edin.Öyle dolaylı yollarla lafı uzatmanın bir anlamı yok.
Türker’in yazılarına gelince,Türkiye’de dürüst,onurlu,vicdanlı bildiğim ender aydınlardandır sn.Türker.Pek çok konuda (belki de duygu ve düşüncelerime tercüman olduğundandır)değer verdiğim,saygı duyduğum bir şahsiyettir…Yazılarının tamamına yakını özel arşivimde saklayacak kadar beynine ve ödün vermez duruşuna hayranım.Ancak bu,bir başkasının kendisini eleştirmeyeceği anlamına gelmez.Doğaldır ki benim dünya görüşümle birebir örtüşen fikirleri bir başkası için doğru bulunmayabilir ve eleştirilebilir.Dolayısıyla fikir ve düşünceler beğenilebilir,eleştirilebilir;ama asla tek taraflı olarak ne kutsal ve eleştirilemez,ne de tu kaka sayılıp bir kenara fırlatılmamalı.
İşte asıl üzerinde durduğum husus bu.Yorumlarınızı ilgiyle okumama karşın gördüğünüz gibi bazı noktalarda farklı düşünebiliriz.Evet,gerçekten de bazı yorumlarınızın altına imzamı atmaya hazırım.Zira adalet,özgürlük,eşitlik gibi temel insan haklarında görüşlerimizin parallelik taşıdığının da farkındayım.Ancak zaman zaman bu tutarlı duruşunuzu Türkiye’de alışık olduğumuz “kutup”savaşlarına kurban edererek heba ediyorsunuz.Bakın,son olarak şunu bilmenizi isterim:Etyem Mahçupyan’da,Yıldıray Oğur’da,Y.Türker de,R.O.Kütahyalı’da…siz de,ben de sonuçta insanız.Önce insanız evet.Doğru şeyler de söyleyebiliriz,yanılabiliriz de.Zira yaşadığımız gerçekler de,fikir ve düşünceler de sandığımız kadar siyah-beyaz değil.Siyah-beyazlara takılarak her konuyu kutuplar üzerinden tartışmak,kutuplar üzerinden karşılaştırmak doğru değil.Eminim yerden yere vurmaya çalıştığınız,bir açığını yakalamak için sayfalarca yazı zahmetinde bulunduğunuz kişiler de bazaen sizlerle aynı görüşte olabilirler.Aynı şekilde kendinizi savunmaya adadığınız insanların da sizin dünya algınızla bağdaşmayan duruşları olabilir.Meseleye lütfen biraz da bu pencereden bakın.
Yazan:Tarik Tarih: Nis 26, 2009 | Reply
Bizde bütün “hukuka saygi, mahkemelerin bağımsızlığı” söylemi retoriktir. Onu alirsan iyi, bunu alirsan “olmadı”.
Burada Türkan Saylan’i “savunan” yazarlar bile apaçık çelişkiye düşüyorlar. Örneğin Murat Belge, “tanirim, boyle islere kalkismaz” mealinde yorumlamiş savcilik sorusturmasini. Rahatsiz olmus evinin aranmasindan.
Sanki savci ve hakimlerin sorusturma esnasindaki yaklasimlarinin olcutu “Murat Belge’nin tanidiklari”dir. Ozellikle tersten yaziyorum. Murat Belge “tanirim, cok iyi insandir, bunda bir is var” diye yorumladi diye Saylan sorusturulamayacak mı yani?
Keza Ahmet Altan’ın Dogan grubundaki murahhas uye bayan icin aldigi tavra ne diyeceğiz?
“Dogan grubundan bu islerle iliskisi yoktur diye bir kisi bile ararsa benim icin yeterlidir, savunuruz”
Hay allah, ne kadar da basitmis meğer bu işler. Aydin sorumluluğu, haber-yorum kriterleri, hukuğa, kisi ozgurluklerine saygi, objektif habercilik demek bu kıstaslarla belirleniyor.
Kuddisi Okkır denen “gariban”ın suçu neydi peki? Kirada sürünen, bir cep telefonu bayii adamımız. Belli ki “kemalist”, ulusalci derneklerin etkinliklerine falan katilmis.
“Ergenekonun kasasi” diye içeri aldilar 1 yil, cenazesi cikti adamin.
Esi Sabriye Okkır’ın Ahmet Altan ya da Murat Belge’yi tanimiyor olmasi miydi yani sucu bu kisinin? Oyle olmadigi icin mi “taraf” taraf olamadı tutuklanmasına?
“Şu bunu yazmis, o bunu demiş, öteki zaten paşalarla telefonda konuşmuş” ehh Türkan Saylan da bu kişilerden bir ya da birkaçıyla toplantı düzenlemiştir örneğin ÇYDD’de. Şaşıracak mıyız?
Hadi bakalım; Kuddusi Okkır’dan farkı ne ki Türkan Saylan’ın, Altan, Belge “rahatsız” olacaklar.
Mahçupyan vallahi daha tutarlı.Kemalist ulusalci iseler, sivil toplum yöneticisi, gazete yazarı, şudur budur farketmez: “Tıkın bunları içeriye”.
Ne de olsa, bunlar “kanaat önderi”. Hiç bombalar, şiddete övgü-çağrıları vesaire olmasa da önemli değil. Madem ki “kemalistler” tutuklanmalarında “şaşırtıcı birşey yok”
Murat Belge rahatsız olmuş ama Türkan hanım için..
Ehh kadıncağız adamın mavi tur arkadaşı olunca, öyle yatıp kalkıp “bugün darbe olması için ne yapabilirim” diyen eli silahlı bir komutan eskisi değil, alalade bir kemalist olduğu da akla geliyor demek ki.
Yazan:sevim Tarih: Nis 26, 2009 | Reply
Bence de yazar bir gerçeğe işaret etmiş.Konu din(özelinde sünni islam)olunca “kırmızı görmüş boğa”ya dönüşen bir kesim var.Yani bu bir sır değil ki,bu kadar tuhaf anlaşılsın.Bence asıl tuhaflık,mevzu din olunca bir anda her söz,eylem ve davranışın”laiklik karşıtı eylemlerin odağı”gibi algılanmasıdır.
Genç kadınlar başını örttü diye:laiklik karşıtı eylemlerin odağı…
Dini bir söylem,bir ayet hadis okunduğunda yine aynı terane…
Nedir bu paranoya?İnsanlar neye inanacaklarını,neyi kutlayacaklarını,ne söyleyeceklerini,nasıl giyineceklerini size mi danışacaklardı?Bunu haber yapan yayın organları sizin rıza ve onayını mı almalılılar?
Yani nedir bu saplantılı ruh hali,bu tahammülsüzlük,bir anlayabilsek.
Ama şunun artık anlaşılması gerekiyor:Kimseler iman edilmiş ideolojilere,bıktırıcı ezberlere,miadını doldurmuş boş sloganlara itibar etmek,aynı koroya katılmak zorunda değil.Daha ne zaman bunun farkına varılıp bu müdahaleci ve saldırgan tavırdan vazgeçilecek?
İnsanları aptal yerine koyan asıl anlayış budur.Ama kimseler bunu artık yemiyor.Sıkıntı da buradan geliyor kanımca,zira ezberlerinin bozulmasına bir türlü katlanamayan,bunda hazım sorunu yaşayan bir azınlık var.Onun için,iki de bir kuyruklarına basılmış gibi bağırıp duruyorlar.
Kabullenmesi çok güç de olsa”değişmeyen tek şey değişimdir”Feryat figan etmenin bir manası yok,değişim kaçınılmazdır ve bizler toplum olarak bunu yaşıyoruz.Yani korkunun ecele faydası yok.
Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: Nis 26, 2009 | Reply
İtirazımın yeterince açık ve dolaysız olduğunu düşünüyordum. Demek ki kendimi yeterince iyi ifade edememişim. İtirazım “Yıldırım Türker konu din olunca U dönüşü yapıyor” ifadesineydi. Yoksa Yıldırım Türker’in Türkan Saylan hakkında yaz(ma)dıkları hakkındaki eleştiriye katıldığımı en başta belirttim. Türker de şaşırabilir, ama “U dönüşü yaptığı” suçlamasının çok ağır olduğunu ve bunu hak etmediğini düşünüyorum. Söylediğim budur.
Eğer beğenmediğim her görüşe laf yetiştirme gibi bir eğilimim olsaydı, emin olun hem burada hem de sanal ortamda başka yerlerde bugüne kadar yazmış olduklarımın en az 10 katını yazmış olmam gerekirdi. Gerçekten beni isyan ettirecek bir şey olmadıkça pek yazmıyorum. Belki tam da bunun için yazdığımdan ötürü yazılarıma fazladan alaycılık bulaşıyor olabilir.
Şahsınızla ve fikirlerinizi ifade etme özgürlüğünüzle en ufak bir problemim yoktur. Zaten şahsınıza yönelik bir önerme de yoktu yazımda. Neden kişiselleştirdiğimi düşündünüz anlamadım?
Son olarak
Yıldırım Türker’i bugüne kadar zaman zaman eleştirmiş biri olarak buna katılmamam mümkün değil. Ama insanların eleştiriyi eleştirme hakkı da olmalı, değil mi?
Zaman zaman, evet. Daha önce yaptım ve gelen eleştiri üzerine itiraf da ettim. Bu sefer bunu yaptığımı size düşündürten nedir?
Zaten benim burada yazdığım yazıların ana teması benim “Son olarak bilmemi istediğiniz” şeyin ta kendisidir. Evet, hepimiz insanız ve yanılabiliriz. Olan bu. Ben insanları, yanıldıklarını düşündüğüm için sayfalarca yazı yazarak yerden yere vurmuyorum. Bunu yapmamın sebebini hem Kütahyalı’ya saldırı yazısında hem de burada belirttim: Taraf gazetesi ve bazı yazarları (hepsi değil) bazı kişileri faşist, ahlaksız ve/veya ilkesiz ilan ediyor; diğerlerini böyle ilan etmelerine neden olan fiilleri (veya ilkesel eşdeğerlerini) kendileri de gerçekleştiriyor; ama bütün bunların üzerine kendilerini demokratlığın, ahlaklılığın ve ilkeliliğin -tabiri caizse- kılıcı olarak sunuyorlar. Yerden yere vurduğum bu inanılmaz ikiyüzlülüktür. Yukarıda listelediğim üç maddenin birini veya ikisini pek çok yazarda/gazetede bulmak mümkündür ama üçünü bir arada görmek çok ender nasip oluyor. Bakın Perihan Mağden bile sizin ve benim ulaştığımız bilince (yani hepimizin insan olduğuna) ulaşmış bir insandır. Radikal’de yazdığı yazıların çoğunda medyanın geri kalanının vicdansızlığını, ahlaksızlığını, aptallığını vs. çekiştirmiş olan bu yazar, Radikal’e son vedasında “ha, bunca yazdık da ne olduk? Bi b.k olmadık” (argo tabir cümlenin orijinalinde var, onun için koydum; moderasyon ve topluluktan özür dilerim) diyebilmiştir. Yıldıray Oğur ve Taraf gazetesi azıcık özeleştiri vermesini bilseydi, daha önce bahsettiğim ahlaki tepe zirvelerinden inip yanımıza gelmeye tenezzül etseydi bugün onlarla uğraşmıyor olurdum.
Son olarak şunu da ekleyeyim: Baktığımız zaman Yıldırım Türker de Yıldıray Oğur ve benzerlerinin yaptığını yapıyor. Yıllardır diğer bazılarının ikiyüzlülüğünü, vicdansızlığını vs. deşifre ediyor. Köşesinde ahlak, vicdan temalı yazıp çiziyor. Devran döndü ve Türkan Saylan güzellemesine o da katıldı, bazı fiillerini görmezden gelerek. O halde onu da benim Oğur’a yaptığım gibi eleştirmeli miyiz? Tabii ki! Ama eleştireceksek bunun için eleştirmeliyiz, hak etmediği değil hak ettiği şeyler üzerinden eleştirmeliyiz (bu son cümle şahsi fikrimdir, buna uymayanlar üzerinde herhangi bir yaptırım niyetim ve gücüm yoktur). Alper Görmüş Kütahyalı saldırısında medyanın geri kalanına “yazıklar olsun” dediğinde neler yazdığım “Kütahyalı’ya Saldırı” yazısının yorumlarında görülebilir. Bunların içinde Alper Görmüş’ün faşist olduğu, antidemokratlığın dibine vurduğu falan yoktur. Her zaman herkesin hakkını teslim etmeye gayret ettim.
Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 26, 2009 | Reply
Atilla bey,
Yazdıklarınız üzerinden yy geçmiş parşömene benziyor,bir tarafından tutmaya kalkışınca un ufak olup dağılıp gidiyor.Bu nedenle konuyu sil baştan alıp,tekrar ve daha basitçe anlatmayı denemenin sizin için bir şeyler ifade edip etmeyeceğinden doğrusu kuşkuluyum.
Çocuklara bale öğretilmesinin desteklendiği, peygambere mektup yazan çocukların haberlerinin(olayın niteliği açısından değerlendirmeyi bir kenara bırakın) bile bir gazetede yer almasının eleştirildiği bir toplumun demokratik olduğu söylenebilir mi?
Bir toplumda hakların dağılımında bir eşitsizlik söz konusu değilse,her iki faaliyet de baskı ve cezalandırma ile karşılaşmadan gerçekleştirilebiliyorsa ancak “nitelik” açısından sağlıklı bir değerlendirme imkanı doğar.Şu an bizler birinin sahip olduğu hakka diğerinin sahip ol(a)madığı bir zeminde tartışmaya çalışıyoruz.Bu nedenle yapılan eleştirilerde güdülen amacın ne olduğuna bakılması gerekir.Toplumu demokratik yapıya kavuşturacak olan bu eleştirilerin amacıdır.Eleştiri* hakkı kamuflajı ile var olan eşitsizliği daha da güçlendirmek adına,en iyi savunma,saldırıdır düsturu ile yazmış olduklarınızı “görüş bildirmek” olarak takdim etmeyin lütfen çünkü inandırıcı olamıyorsunuz!
Siz, ilk yorumunuzun ilk satırı ile maalesef amacınızın çorba içmek değil de“çocuklar” üzerinden “dayatılan hayat tarzı ideolojisini” savunmak için saldırmakta olduğunuzu gösterdiniz.
Çok iyi bildiğiniz ve yazdığınız gibi siz, ben,bir gazete ve bir yazar herkes beğenmediklerini eleştirebilir.Bu bir inceleme,yorum,değerlendirme adı altında da olsa amaç doğru yada yanlış olanı ifade etmek/tanıtmak olabileceği gibi “doğru” kabul edilenin “doğru bir tanıtımının ”yapılması da olabilir.Sizin için doğru olan, “muhafazakarların her türlü abukluğu yapabileceği” değerlendirmeniz.Bence doğru olan ise “abukluğun” bir kesime ait olmadığıdır!
Dünyadan haberdar olmayan şu karikatürdeki yaratık olarak ben, size;demokratik bir ülke olup olmadığımız ve yapılan bu tartışmaların demokratikleşebilmek amacı ile yapılıp yapılmadığı konusunda biraz daha düşünmeniz gerektiğini söyleyebilirim.Dünyadan haberdar olduğunuz için siz de kolaylıkla bir toplumun demokratik olup olmadığını tartışma konularına bakarak değerlendirebilirsiniz çünkü bu konular sağlam birer delil niteliği taşımaktalar.
Bir tarafta biri yöneltilen eleştirinin demokratik olmadığını ifade ederken diğer tarafta siz eleştirinin demokratik bir hak olduğunu anlatmaya çalışıyorsunuz!Size de biraz geriden geliyormuşsunuz gibi gelmiyor mu?
Eh tüm yazdıklarımda sonra hala buna inanıyorsanız diyecek bir şey yok tabii ki.
Bu satırları yazabilmiş olmanız sizi yalanlamış olmuyor mu?
:-)Hımm.Düşündürücü!
Demek sahip olduğunuz “eleştiri hakkı”nı “tepkileri tetikleyebilecek”nitelikte görüyorsunuz. O nedenle mi “muhafazakarların abukluğu “ etiketi ile başlayan oldukça “yapıcı(!)” eleştiri niteliği taşıyan bir yorum yazmıştınız?Oysa ki ben eleştiri hakkını daha demokratik bir toplum olabilmenin yapıcı,uzlaştırıcı taşlarından biri olarak görüyorum ki bunu da yukarıda uzun uzun anlatmaya çalıştım.Gerçekten çok ilginç bir bakış açısınız var!
Bizi(?) “kaşık yalamak” (= çorba içmeye,çorbanın tadına tuzuna odaklanmak yerine çorbayı içmek için kullanılan basit bir kaşığa odaklanmaya “eleştiri hakkı” demek!)konusunda yapılan bir eleştiriyi farklı bir bakış açısı ile değerlendirmek için yapılan daveti(=kaşığı bırak,çorbanın tadı nasıl?) “cinayete kadar varacak tepkileri tetikleyebilecek “nitelikte görebilecek bir zihniyete sahip olduğunuzu belirten bir ikazda bulunmanız gerçekten çok faydalı oldu.Bu uyarı(!) için ayrıca teşekkürler.
Not:Ansiklopedik birkaç bilgi belki ilerde lazım olur!
1)Tespit,Bir durumu kuşkuya düşürmeyecek biçimde gösterme.
2)Savunma, saldırıyı önleme için yapılan harekettir. En iyi savunma saldırıdır!
3*)Eleştiri,Bir kişi, eser ya da konuyu doğru ve yanlışlarını göstererek anlatmak amacıyla yapılan inceleme, yorum ya da değerlendirme olarak tanımlanabilir.
Hedeflenen öğeyi doğru ve yanlış yönleriyle tanıtmayı amaçlayabileceği gibi, bu öğenin doğru tanıtılmasını sağlamayı ve bir değerlendirmeyi de hedef alabilir.
İster şahsi zevklerle ister estetik prensiplere göre sistemli bir şekilde değerlendirmedir. Eleştiren, objektif olmalı; dikkatli bir incelemeyle analiz yapıp ,yorumlayabilmeli,geniş açılarla geniş bir bilgiyle ve hassasiyetle değerlendirebilme kabiliyetine sahip olmalıdır.