RSS Feed for This Post

Marksistlerin ve liberallerin çoğu için hâlâ “yeni bilgiler”

Mardin’de yaşanan vahşet kimi yazarların da içindeki vahşiliği açığa çıkarmalarına vesile oldu… Kürtlerin ilkel bir halk olması dolayısıyla, ilkel gelenekleri gereği böyle bir vahşetin Kürtler açısından doğal olduğunu açık açık söyleyenler oldu… Bu fikir aslında Türkiye’de epey yaygındır… Sadece “eğitimli” Türkler arasında değil, “eğitimli” Kürtler arasında da azımsanmayacak derecede yaygın bir fikir bu…

Öte yandan “İlkel, yontulmamış ve maganda bir halk olarak Kürtler” söyleminin sadece Kemalistlere ait olduğunu düşünenler de yanılıyor… Modernist bakış açısını bir şekilde içselleştirmiş hemen herkes de halkları “ilerilik” seviyesine göre sıralama gibi bir zihinsel alışkanlık vardır… Belli halklar daha “medeni” daha “ileri” kabul edilir, diğerleri o “medeniyet” seviyesine ulaşana kadar pek makbul kabul edilmez… Batı-dışı dünyada, geçtiğimiz 20. asrın modernleşmeci hareketlerine baktığımızda, o halkın içinden çıkan modernist seçkinlerin de kendi halklarına o gözle baktığını görüyoruz…

Bu modernist seçkinler bir yandan emperyalizmden, kolonyalizmden şikayet ederlerdi… Bir yandan da kendi halklarına bir iç-koloni muamelesi yaparlardı… “Medeni” Batılı toplumların yöneticilerinin “medenileşmemiş” diğer halklara karşı küçümseyici bakışından pek farklı değildi “milliyetçi” ya da “sosyalist” modernleşmeci seçkinlerin kendi halklarına bakışı… Dahası kendi içinden çıktıkları toplumu “medenileştirme” misyonu güderlerken başka diğer “medenileşememiş” toplumlara da Batılı emperyalistlerden farklı bakmazlardı…

İşte bugün birçok Türk seçkininin Kürtlere bakışı da bu çizgiye oturuyor… Kimi bunu Hadi Uluengin gibi bodoslama yazıyor… Uluengin liberal olduğunu iddia eden biri… Liberalizmi modernizmin, modern uygarlığın taşıyıcısı olarak belleyen o sakat zihniyet yapısına sahip biri… Bu manasıyla “medenileştirici-modernizatör” bir ideoloji olarak bellenen liberalizmin nasıl faşizme kayabileceğinin somut göstergesi Uluengin’in zihinsel yapısı… Avrupa’da da birçok güncel aşırı-sağ hareketin bu modernist-sivilizasyonist damardan türediğini unutmayalım… Esas barbarlık bu modernist dünya görüşündedir… Tam aksine “medeni” zannedilen bu kör modernist inanç birçok barbarca saldırıyı zihinlerde meşrulaştırabilmektedir… 9/11 sonrası yaşadığımız dünya bunun örnekleriyle dolu… Birçok “medeni” Batılı zihnin böyle bir “zor zamanlar” konjonktüründe barbarca yöntemleri onaylayabildiğini gördük… Batılı liberallerin de ciddi bir kısmı bu “zor zamanlar” konjonktüründe sınıfta kaldı… ABD’nin alçak Irak işgalini, bu işgal sırasındaki rutin barbarlıkları bu sakat “modernist” zihniyetleri sebebiyle onaylayabildiler…

Öte yandan 9/11 sonrası “medeniyetini korumak” gerekçesiyle barbarlaşma eğilimine giren kimi Batılı devletlere karşı olan “sol” kimi fikir çevrelerinin de sakatlığını belirtmek gerekiyor… Siz Bush zihniyetlerine karşı “anti-emperyalist” olarak Fidel Castroları, Hugo Chavezleri “umut ekseni” olarak görürseniz dünyanın daha da barbarlaşmasına hizmet etmekten başka bir şey yapmazsınız… Bushları ve Sarkozyleri güçlendirecek olan şey Chavez ve Castro gibi totaliter diktatörlerdir… Gerçekten vicdanlı bir tavır içinde olma iddiasındaki sosyalistlerin önce bu zalim diktatörleri “anti-emperyalist umut ekseni” olarak görmekten vazgeçmesi gerekiyor… Tıpkı liberallerin de öncelikle kendine “liberal” diyip sonra da kör modernist inançla aşırı-sağ bir pozisyona kayabilenleri, emperyalizmi “medenileştirme” gerekçesiyle onaylayabilenlere karşı tavır alması gerektiği gibi…

Ayrıca modernist inanç ve o inanç dolayısıyla emperyalizmi ve kolonyalizmi onaylama konusunda Karl Marx mesela bir Adam Smith’i fersah fersah “sol”layan bir adamdı… Karl Marx’ın kendisi asla anti-emperyalist değildi… Tam aksine Batı-dışı dünya hakkında Marx ve Engels’in düşünceleri bütünüyle emperyalist nitelikteydi. Marx, Hegel’den tarihsel uluslar / tarihsel olmayan uluslar ikiliğini devralmıştı.” İlerleme” ve “uygarlık” kavramlarını temsil eden büyük “Tarihsel Ulus”lar medeniyetten nasiplenmemiş, durağan biçimde yaşayan “tarihsiz halklar”a uygarlık götürme misyonuyla onları topraklarını işgal etme hakkına sahipti Marx ve Engels’e göre… 1845-47 arası süren ve sonucunda ABD’nin Meksika’nın epeyce toprağını ilhak etmesiyle sonuçlanan savaşı Marx kendi cümleleriyle “tembel ve çaresiz Meksikalılara karşı uygarlaşmanın lehine bir netice” olarak yorumlamış ve desteklemişti. Fransa’nın Cezayir işgali de “İlerleme ve uygarlık için önemli ve talihli bir olay”dı, çünkü “Bedeviler bir haydutlar ulusu” idi. Marx, İngilizlerin Hindistan’ı işgalini de aynı mantıkla desteklemişti çünkü Hint toplumsal hayatı Marx’ın tabiriyle “değersiz, durağan ve bitkisel” idi. Marx, Latin Amerika anti-emperyalist bağımsızlık mücadelelerinin öncüsü Simon Bolivar’ı da aşağılayan bir dil kullanıyordu. Zaten Latin Amerika halkları ile ilgili fikri atası Hegel’in “irrasyonel ve saçma sapan bir kıta” yorumuna aynen katılıyordu. Guevera ve Castro o zaman yaşayıp dağlarda “ya bağımsız vatan ya ölüm” diye devrimci-milliyetçi silahlı mücadele verseydi Marx herhalde onları medeniyet ve ilerlemeye düşman iki zibidi haydut olarak görürdü…

Bunları bilenler bilir de bizdeki Marksistlerin çoğu için bunlar hâlâ “yeni bilgiler” maalesef…

…Bu makale ilginizi çektiyse…

 Türk Solu 

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün.  Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 13 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: May 10, 2009 | Reply

    rasim’in son yazıları, onun, sosyalizmle liberalizmin kaynaklarının ortaklığına ve modernizmin bu iki ideolojinin sadece iki değişik veçhesi olduğuna ikna olduğunu gösteren ve hala kendisini liberal olarak tanımlasa da, modernist liberalizmin bu dünya iç.n çözüm olamayacağını gördüğü yolunda önemli emareler veriyor. doğrusu rasim’i ve yazılarını bu yüzden de seviyorum. bir-iki yıl önceki modernist denebilecek rasim, yerini modernizme açık tavır alan bir rasim’ döndü. bence çok önemli bir dğeişim bu ve ben bu yüzden ve kendisini değştirebilme kapasitesi (ki bu kapasite bu ülkenin yazar çizerinin çok büyük bir kısmında mevcut değildir)yüzünden rasim’in yazılarını her gün daha çok önemsiyorum.

  3. Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: May 11, 2009 | Reply

    İnsan çelişebilen, yanılabilen, fikir değiştirebilen, bugün böyle dediğine yarın başka bir şey diyebilen bir varlıktır. Bu özelliklerin hepsi tarihi öneme sahip kişiler için de geçerlidir. Bundan dolayıdır ki, mesela Atatürk’ü hem liberal, hem solcu, hem dine mesafeli hem de dindar görebilenler oluyor. Bunun için “Ama Hangi Atatürk?” diye kitap yazılabiliyor.

    Buradan yola çıkarak Kütahyalı’nın argümantasyonundaki sakatlığı tespit edebiliriz. Tamamen Kütahyalı’nın yaptığı şekilde, yani Marx’ın/Engels’in sözlerinin bazılarını alarak bu kişileri tamamen anti-emperyalist/bağımsızlıkçı olarak gösterebilirim. Nasıl mı?

    Marx “Burjuva medeniyetinin ikiyüzlülüğü ve barbarlığı kolonilerde bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır [1]” demiştir. 1857’de İngiltere destekli Doğu Hindistan Ticaret Şirketi’ne karşı çıkan Sepoy ayaklanmasını desteklemiş, bu ayaklanma ile ilgili şöyle yazmıştır: “Eğer bütün bu yaşananlardan çıkarılacak bir ders varsa o da şudur ki; bir halk köşeye sıkıştırıldığı zaman, sadece savaşabilme hakkı için bile savaşacak ve din için değilse bile, en temel hakkı olan özgürlük içinde yaşama hakkı için yaşayacaktır.”[2] Marx İrlanda’nın bağımsızlığını hararetle savunmakla kalmamış, bunun için İngiliz işçi sınıfına da çağrı yapmıştır: “İrlanda için adalet adına söylenen bütün ‘uluslararası’ ve ‘insancıl’ sözlerin yanısıra – ki bunlar Enternasyonel Konseyi’nce kabul edilmiştir – İrlanda ile bütün bağların koparılması İngiliz işçi sınıfının doğrudan ve mutlak çıkarınadır[3]”. Buna karşılık Engels Marx’a verdiği cevabında “İrlanda tarihi, bir ulusun diğerine boyun eğdirmesinin ne kadar kötü bir kader olduğunu göstermektedir[4]” demiştir.

    İşte, Kütahyalı kadar örnek ben de verebiliyorum. Ama öte yandan Kütahyalı’nın dedikleri de doğru: Marx ve Engels, hakikaten vaktinde Amerikalıların Meksikalılara boyun eğdirmesinin ve Hindistan’daki İngiliz koloniciliğinin ‘yapıcı’ yanlarından övgüyle söz ediyorlardı (tam olarak Kütahyalı’nın belirttiği ifadeleri kullandılar mı onu bilemeyeceğim, Kütahyalı orijinal metinlere atıf vermediği için kontrol da edemiyorum. Ama genel olarak bu minvalde şeyler dedikleri doğru). E o zaman bu ne yaman çelişki diyenler olacaktır tabii ki. Şu linkte buna bir açıklama getiren bir analiz var:

    http://www.icl-fi.org/english/wv/934/mexican-american.html

    Özetle deniyor ki: Marx ve Engels’e göre kapitalizm daha ilkel üretim biçimlerinin hakim olduğu sistemlere göre ilericidir, ayrıca kapitalizm sayesinde sosyalist devrimi yapabilecek bir işçi sınıfı gelişir. Bu görüşlerini oluştururken de 1840’ların Almanyasından etkilenmişlerdir, çünkü 30 yıl önce Bonapart Almanya’yı işgal ederek feodalist sistemi çökertmiş, yerine eşitliğe ve özgürlüğe dayalı yasal bir sistem getirmiştir. Fakat zaman içinde gördüler ki kolonyalizm tam tersine sömürdüğü toplumları geri bıraktırmak için özel gayret sarf ediyor. Onun için tersine döndüler.

    Bu analizin doğruluğunu sorgulayabiliriz. Doğruluğunu sorgulamasak bile “ne devrimmiş arkadaş, uğruna yaşanan onca üçüncü dünyalı ölümünü rasyonalize edebiliyor?” diyebiliriz. Açıkçası bu sosyalistlerde her zaman olmasa da çok sık tekrarlayan bir illettir. Daha yakın zamanda Ertuğrul Kürkçü Türkiye sosyalistlerini Ermeni soykırımı ile ilgili net tavır almaya çağırırken “Osmanlı’da ilk sendikaları kuran proleteryayı oluşturan Ermeni halkı” gibi bir gerekçelendirme sunuyordu. İnsanın aklına ister istemez “e o zaman İrlanda’daki burjuva Protestanların gırtlaklanmasında bir sakınca yok mu?” sorusu geliyor.

    Ama Kütahyalı’nın yaptığı tamamen, gözleri bağlı bir adamın önündeki eşeği ilk tuttuğu yeriyle tasvir edip “eşek kuyruktur” demesine benziyor.

    Ayrıca “liberalizmin faşizme kayması” eleştirisi de yanlış. Uluengin faşizme kaymış olabilir (bahsi geçen yazısını okumadım), ama liberalizm Uluengin değildir. Liberalizm şu ya da bu insan değildir, liberalizm bir paradigmadır. Liberallerin kendilerinin ortaya koyduğu ve savunduğu fikirlere ihanet etmesi Locke’dan başlar. Locke insanın kayıtsız şartsız özgürlüğünü savunmuş ama Afrikalıların köle olarak alınıp satılmasını “Afrikalılar savaşlarda birbirlerini öldürüyorlar, dolayısıyla birbirlerinin yaşam hakkını gaspediyorlar, dolayısıyla bunların özgür olmaya hakkı yoktur” diye desteklemiştir (dünyanın en çok ve en uzun savaşmış uluslarından İngilizlerin bu hakka nasıl sahip olduklarını açıklamadan, maalesef). Locke ile başlayınca öyle gitti. Liberal gelenekte bu kendi değerlerini/fikirlerini çiğneme hastalığı onmadı bir şekilde, bana göre bu liberallerin başarısızlıklarının en önemli sebebidir.

    Benim anladığım liberalizme göre, savaş ahlak dışıdır. Çünkü güçlü olanın güçsüz olanın özgürlüğünü ve yaşamını gaspetmesine imkan verir. Liberal öğretiden başka bir yorum, başka bir mantıksal sonuç çıkarabilen varsa duymak isterim? Dolayısıyla Irak işgali şakşakçılarının problemi liberal olmaları değil, liberal olamamalarıdır.

    Chavez ile ilgili de şunu söyleyeceğim: Chavez’in ilk zamanlarında getirdiği 1999 Anayasası olağanüstü demokratik öğelere sahipti. Seçmenler seçtikleri milletvekillerinden memnun olmazsa, dönem içinde (bir dahaki seçimi beklemeden) referandumla geri çağırma olanağını sağlıyordu. Aynı olanak başkan için de vardı, hatta 2004’te bunu kullanarak muhalifleri Chavez için referandum düzenlediler ve kaybettiler. Chavez yeni yeni sapıttı, kendini ebedi şef moduna soktu ve bence Bolivarcı devrime sağlam bir kurşun sıktı (daha yaşar mı bilmem). Onun için vaktinde Chavez’e güzelleme yapmış olanları eleştirirken bunu da akılda tutmakta yarar var.

    [1] Karl Marx, The Future Results of British Rule in India, The New-York Daily Tribune. 22 July, 1853.
    [2] Marx, Karl & Freidrich Engels. The First Indian War of Independence 1857-1859. Moscow: Foreign Languages Publishing House, 1959
    [3] Karl Marx, Marx To Engels
    In Manchester
    , London, 10 December 1869
    [4] Friedrich Engels, Engels To Marx
    In London
    , Manchester, 24 October 1869

  4. Yazan:herackles Tarih: May 11, 2009 | Reply

    Kürtlerin ilkel bir halk olması dolayısıyla, ilkel gelenekleri gereği böyle bir vahşetin Kürtler açısından doğal olduğunu açık açık söyleyenler oldu…

    Mesela?

    Birkac ornek verseniz keske de anladigim kadariyla buraya yorum birakmiyorsunuz. Okuyanlar, bilenler; sizler yardim etseniz?

  5. Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: May 11, 2009 | Reply

    Bir önceki yorumumu bir daha okudum da, “liberaller kendi değerlerini çiğniyorlar” gibi bir genelleme olduğu anlaşılabilir bu yazıdan. Kendimi tekzip edeyim: Böyle iddialı bir genelleme yapacak kadar liberal harekete hakim değilim. Sadece liberal harekette gözlemlediğim bir gelenekten bahsediyordum.

  6. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 11, 2009 | Reply

    Marks’ın yaşamı boyunca kaleme aldığı eserleri ile Almanya,Fransa,Belçika,İngiltere’ye uzanan eylemlilik hayatı dikkatle incelendiğinde,sanırım O’nu çağımızda haklı çıkaran kimi öngörüleri ile yanıldığı noktaları daha sağlıklı idreleme şansı verecektir.

    Zira Marks,üretim ilişkilerinin evriminden yola çıkırak paylaşımda eşitliği esas alan bir dünya sistemi öngörmektedir…Sömürüsüz,sınıfsız bir dünya sistemi,yani Komünizm.
    Dolayısıyla öngörülerinde,toplumsal geçişleri dikkate alarak,Komünizme geçişi hızlandıracak dimaniklerin olgunlaşması bağlamında yazıya konu olan kimi kendi kuramlarıyla çelişen noktalar yok değil.

    Ancak bunun yazıda belirtildiği şekliyle “barbar ve ilkel kabilelere”bir düşmanlık beslemek ya da emperyalizme duyulan bir sempati gibi algılamak bizi sağlıklı bir tahlile götürmez.

    Mesele,daha ziyade gelişmekte olan toplumsal pratiğin deneme yanılma yoluyla aldığı şekil ve seyirde saklıdır.Ki Marks,kendi öğretisinde bizzat bu eleştirinin ipuçlarını gene kendisi vermektedir.Zira,sanayi devrimleriyle yükselen burjuva sınıfını öngörmekte olduğu devrimin birinci ayağı sayar…Komünist devrimi gerçekleştirecek olan proleterlerdir ve dolayısıyla da proleter ordusu ancak yükselmekte olan burjuva sınıfının bağrından çıkacaktır.Bu anlamda başlangıçta Marks’ın değişmekte olan yeni dünya düzenine yeşil ışık yaktığı doğrudur.

    Ne var ki sağlığında tanık olduğu gelişmeler(Hızlı sanayileşme,uluslararası ticaret ve bunun yol açtığı yeni sömürgeci istilalar vs.)sanıldığı gibi devrimi hızlandıracak dinamiklerin ötesinde çok daha büyük tahribatlara yol açacağını anlamakta gecikmeyecektir.Nitekim Komünist Manifesto’da hesapta olmayan bu gelişmelere bir hayli vurgu var.Marks,Engels’le beraber kaleme aldığı Komünist Manifesto’da,önce kullandığı dilin dışında bir dil kullanmaktadır.
    Tüm üretim araçlarını hızla geliştirerek ve ulaşımı, iletişimi sonsuz kolaylaştırarak burjuvazi, en barbar ulusları da uygarlığa çekiyor. Ürettiği mallara koyduğu ucuz fiyatlar, tüm Çin Seddini temelden yıkacak, barbarların en inatçı yabancı düşmanlıklarını teslime zorlayacak ağır toplardır. Burjuvazi, tüm ulusları, eğer yerle bir olmak istemiyorlarsa burjuva üretim tarzına uymaya zorluyor; uygarlık diye kendi uygarlığını ithal etmeye, yani burjuva olmaya zorluyor onları. Tek kelimeyle, kendi istediği gibi bir dünya yaratıyor kendine

    Kominist Manifesto’dan yapılan yukarıdaki alıntı,bir açıdan Marks’ın bizzat kendisini tekzip ettiğinin çarpıcı bir örneğidir.

    Yani proleterya diktatörlüğü diye öngördüğü sömürüsüz,sınıfsız toplumun kapitalizmin bağrından filizleneceği tezinin dünyayı nasıl bir felakete sürüklediğinin de ayırdındadır.

    Netice itibari ile,çağımızda yaşamış olduğumuz kapitalist ilişkilerin bireyi kendine yabancılaşmasını ta 150 yıl öncesinden tahmin etmekle beraber,yine de kurtuluşu bu çatışmanın üzerine kurmak gibi tarihi bir hataya düşmüştür.Ancak yine de bundan,(Kütahyalı’nın anladığı biçimde) ezilen uluslara düşman olduğu,ulusal bağımsızlık mücadelesi veren halkları küçümsediği ve emperyalizm hayranı olduğu anlamı çıkmamalı diye düşünüyorum.

  7. Yazan:m.akif mentesoglu Tarih: May 12, 2009 | Reply

    ben hadi uluenginin 07.05 tarihli yazisinin yukarida belirtildigi gibi, Kurtlere hakaret ve fasizanca ifadeler icerdigi kanaatinde degilim.
    mardindeki olay ile ilgili olarak, kurtlerin kendilerine zarar verecek geleneklerini degistirmede turkler kadar hizli degisebilme yetenekleri olmadigini dile getirmekte ve bu yetenegi kazanmalarini arzu etmektedir. keza, turklerin yogun oldugu bolgelerde bu tip vahsetler yasanmamakta ve kurtler sehirde yasasalar bile bu zihniyeti devam ettirebilmektedirler ki tamamen benimsedigim dusuncelerdir.

    bence burada hadi uluenginin elestirilebilecegi konu, kendilerini degistirsinler gibi, beylik bir ifade yerine, kendilerini degistirmemelerine, bu dirence yol acan, tarihsel, sosyolojik ve psikolojik unsurlari tartismaya acmak olmali idi.

  8. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 12, 2009 | Reply

    bence burada hadi uluenginin elestirilebilecegi konu, kendilerini degistirsinler gibi, beylik bir ifade yerine, kendilerini degistirmemelerine, bu dirence yol acan, tarihsel, sosyolojik ve psikolojik unsurlari tartismaya acmak olmali idi.(m.akif menteşoğlu)

    Peki bu tartışmaya açılması gereken tarihsel,sosyolojik ve psikolojik unsurlar mesala sn.menteşoğlu’nun dayandırdığı şu görüşler olabilir mi?
    1-Kürtler kendilerine zarar verecek geleneklere sahipler.
    2-Bu “zarar verici gelenekler”i değistirmede Türkler kadar hızlı degişebilme yetenekleri bulunmuyor.
    3-Kürtlerin etnik yapılarında değişime kapalı bir tür gen bulunuyor.Zira sadece yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde değil,bu kalıtımsal durumu gittikleri her yere kendileriyle beraber taşıyorlar.Yani öyle büyük şehirlere yerleşmekle de huylarından pek vazgeçmiyorlar.

    Sayın menteşoğlu,yorumunuzdan yukarıdaki tespitlere vardığınız anlaşılıyor.Ben böyle okudum,yanlış anladığım bir kısmı varsa lütfen düzeltiniz.

    Şimdi gelelim hadisenin(sizin deyiminizle) tarihsel,psikolojik,sosyolojik vs.tartışmasına.
    Hadi Kürtlerin kendilerine zarar verebilecekleri geleneklere sahip olduklarını ve bunu dönüştürmede zorlandıklarını varsayalım.Yani burası kısmen tarihsel,psikolojik,sosyolijik nedenlere dayandıralabilir.Peki ya üçüncü maddeye aldığım görüşünüze ne buyrulur?”Kürtler kırda da yaşasalar,büyük şehirlere de yerleşseler hiç değişmeyecekler”anlamına gelen değişmez sabitlerle mi talep ettiğiniz tartışmayı gerçekleştireceğiz?
    Sizce herhangi bir topluluğa bir kimlik/aidiyet atfederek ve bunun üzerinden”hiç değişmeyecekler,değişmiyorlar”gibi kestirme genelemeler,düşündüğünüz anlamda sosyolojik nedenleri sağlıklı tahlil etmeye katkı sunar mı?
    Bakınız,DD yöneticisi sn.Mehmet Yılmaz’ın “İsrail,Yahudilik ve Türkiye”başlıklı makaleye yazdığı bir yorum var,aktarıyorum:
    israil-filistin hadisesine söyle bir açidan bakalim;

    Türkiye’ye turist olarak gelmis hamile bir israilli kadin acilen kaldirildigi hastahanede dogum yapmis olsun. Ayni hastahanede dogum yapan bir baska kadinla bebeklerin karistigini varsayalim.

    Türk ve müslüman olarak yetistirilecek olan çocuk kendini israilde buluyor ve bir siyonist olarak yetistiriliyor. bildigi tek dil ibranice, okudugu israil gazetesi, seyrettigi TV’de siyonist propaganda.

    Türkiye’de kalan yahudi bebek ilkokula gidiyor, “ne mutlu türküm diyene” diye bagiriyor.

    Bu iki bebek büyüdükçe “ötekinden” nefret etmeyi ögrendiler, bunun için kutsal kitaplar da dahil ne varsa kullanildi.

    iste elimzdeki malzeme budur. Sayet “yanlislikla siyonist olan çocuk bir sabah mutlaka uyanip ALLAHU EKBER diye bagirarak kendine gelecek” diye bir iddiada bulunamiyorsak bu çatismalari Müslüman-Yahudi ya da Israil-Arap kavgasi olarak görmekle hata yaptigimizi da kabul etmemiz gerekir. Öyle degil mi?

    Yanlış anlaşılmasın,meseleye müslüman-yahudi çatışması açısından bakarak bir benzetme yapmayı amaçlamıyorum.Burada hatırlatmak istediğim husus,aynı durumun kazara değiştirilecek Kürt-Türk bebekleri için de geçerli olabileceğidir.Zira siz yorumunuzda Kürt’lerin Türkler kadar değişim becerisi göstermediğini belirtmişsiniz.
    Dolayısıyla bunun Türklükle,Kürtlükle;Arap,Yahudi,Müslüman vs.ile ilgisi yok.Tarihsel ve sosyolijik nedenler,neden sonuç ilişkileri,asla belli bir ırk,inanç,kültür vb.üzerinden yapılamaz,yapılmamalı.

    Sonuç itibari ile;

    Kürt’lerin(sizin düşündüğünüz anlamda)”kendilerini değiştirememe”ya da değişime direnç göstermelerine yol açan toplumsal arkaplan zannedersem sadece Kürt olmalarına bağlanarak tahlil edilemez.Ha,bu şekilde iddia edebilirsiniz,düşünce sizin,ancak takdir edersiniz ki bu tarz bir bakış açısı pek de sosyolojik bir tartışmanın konusu olamaz.

  9. Yazan:m.akif mentesoglu Tarih: May 19, 2009 | Reply

    Sayın Aziz Yılmaz,

    -keza, turklerin yogun oldugu bolgelerde bu tip vahsetler yasanmamakta ve kurtler sehirde yasasalar bile bu zihniyeti devam ettirebilmektedirler ki tamamen benimsedigim dusuncelerdir.-

    seklinde ifade ettiğim ve sizin de eleştiri konusu yaptığınız cümle ile ilgili olarak, ‘bütün Kürtler böyledir’ şeklinde genelleme yapılmamasi noktasında size katılıyorum ve duzeltme hakkımı kullanıyorum.

    genelleme yapmamaya çalışmak ile beraber ‘değişime olan direnç’ gerek kırsal gerekse şehirlerde yaşayan kürt vatandaşlarımızda, aynı yöreden gelmiş başka etnik kökenden insanlarla karşılaştırıldığında daha fazla olduğunu düşünüyorum.

    bunun nedenlerinden bir tanesinin,
    – kültürlerini kaybetmemek adına dışarıya karşı koruyarak bir savunma refleksi oluşturduklarını- düsünüyorum. biraz durumlarını yurtdışında yaşamakta olan vatandaşlarımıza benzetiyorum. sizde bilirsiniz bazı ulkelerde uzun yıllardır yaşadığı halde hala ülkeye uyum sağlayamamış, eski geleneklerini koruyan, o ulkenin dilini, kulturunu ogrenememis, insanlarımızla karşılaşırız. hatta bu ülkelerde zaman zaman töre cinayetleri gibi olumsuz olaylara da şahit olmaktayız.

    her ne kadar tasvip etmesem de yurtdışında yaşayan insanlarimizin bu savunma mekanizmasını bir yere kadar anlayabiliyorum. bulundukları ülkeye aidiyet duygularinin gelişmemesinden kaynaklanmaktadir. bu aidiyet duygularının gelişmemesi, coğrafi farklılık, etnik, sosyal, kültürel farklılık veya ülkenin uyguladığı birtakım politik nedenlerden kaynaklanabilir.

    ama bu aidiyet duygusu, aynı coğrafyada yaşayan, aynı dinin, kültürün mensubu bazı Kürt kardeşlerimizde gelişmemişse bunun tehlike arzettiğini ve bunun nedenlerini de yukarida belirtmeye çalıştığım tarihsel, sosyolojik ve psikolojik etkenlerde aramak gerektiğini düşünüyorum.

  10. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 19, 2009 | Reply

    Sayın Menteşoğlu,

    Ben Avrupada’ki göçmenlerin(sadece Türk’ler değil,Afgan’Kürd’ü,Arabı,Pakistanlıyı da…)ait oldukları farklı kültürden dolayı yaşadıkları uyum problemini anlamaya çalışırım.Siz ise Türk gurbetçilerin farklı bir ülkede karşılaştığı problemleri gayet iyi anlarken her nedense Kürt’lerin kendi ülkelerinde yaşadıkları benzer ruh halini anlamakta güçlük çekiyorsunuz.

    Bence olaya bu pencereden baktıktan sonra tartışmayı sürdürmenin bir yararı olmayacak.

  11. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: May 19, 2009 | Reply

    genelleme yapmamaya çalışmak ile beraber ‘değişime olan direnç’ gerek kırsal gerekse şehirlerde yaşayan kürt vatandaşlarımızda, aynı yöreden gelmiş başka etnik kökenden insanlarla karşılaştırıldığında daha fazla olduğunu düşünüyorum.

    Bence onemli bir nokta burasi. Hangi somut veriye dayanarak bu dusunceye vardiniz? Bu konuda bildiginiz guvenilir istatistiksel calismalar var midir?

  12. Yazan:Mete Toros Tarih: Haz 23, 2009 | Reply

    Onur Çobanoğlu, yorumunda şöyle diyor: “Daha yakın zamanda Ertuğrul Kürkçü Türkiye sosyalistlerini Ermeni soykırımı ile ilgili net tavır almaya çağırırken ‘Osmanlı’da ilk sendikaları kuran proleteryayı oluşturan Ermeni halkı’ gibi bir gerekçelendirme sunuyordu. İnsanın aklına ister istemez ‘e o zaman İrlanda’daki burjuva Protestanların gırtlaklanmasında bir sakınca yok mu?’ sorusu geliyor.”

    Ancak Çobanoğlu, Kürkçü’nün söylediklerini hem doğru aktarmıyor, hem bağlamından koparıyor, sakatladığı argümanı da, saçmalık derekesine indirgeyerek bambaşka bir bağlamdaki kendi yorumunu doğrulamak için kullanıyor. Bu entelektüel etik açısından kabul edilemez bir durum.

    Kürkçü, “Özür Borcu” başlıklı yazısında şunu diyor: (http://www.bianet.org/bianet/bianet/112005-ozur-borcu)

    “Doğrusu metin üzerinde dikkatle düşünen bir sosyalistin onun davetini hem doğru okuması, hem de bu davetten imza ötesinde bir vazife çıkartması gerekirdi. Çok dikkatle kaleme alınmış olan imza metni, okuma yazma bilen herkesin aslında anlayabileceği gibi “1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felâket”i kimin meydana getirdiğiyle değil, “buna duyarsız kalınması, bunun inkar edilmesi”yle ilgileniyor. “Ermeni kardeşler”den dilenen “özür” bu “adaletsizlik karşısında duyarsız kalınmasına, bunun inkarı”na karşılık.

    “Şimdi herkes elini vicdanına koysun. Son on yılda Türkiye’de nispeten genişleyen ifade özgürlüğü alanı 1915’in öncesi ve sonrasına ilişkin araştırmaları çoğaltmasa, sosyalist hareket, tarihin tanıdığı en büyük etnik temizliklerden biri ve onun sonuçlarıyla politik ve programatik olarak ilgilenecek miydi?

    “Biz sosyalistler, “inkar” etmesek de “kabul” ettik mi 1915’te olanları ve onun sonuçlarını? İzini sürdük mü? Bu konuda “duyarlı” olduk mu?

    “Bir Türk sermaye sınıfının oluşması şunun şurasında 80-90 yıllık bir hikaye. Bu sermaye birikiminin en güçlü kaldıraçlarından birinin gayri Müslim ahalinin mülksüzleştirilmesi, Ermenilerin “Büyük Felaket”inin Türk burjuvazisinin doğum günü şenliği olduğunu iyice anladık mı gerçekten? Türk burjuvazisinin ırkçılığın kucağına doğmuş olmasının anlamı üzerinde yeterince düşündük mü?

    “Bu “felaket” ve onu izleyen “mübadeleler”in emekçilerin en iyi eğitilmiş, en modern kesimlerini yeni Türkiye’den kazıyarak, işçi hareketini de, sosyalist hareketi de on yıllardır bir türlü giderilemeyen bir köksüzlük haliyle baş başa bırakmış olduğu hakkında yeterince düşündük mü?

    “Ermeniler’le birlikte Osmanlı Devleti’ndeki ilk sosyalist parti, “Sosyal Demokrat Hınçak Partisi”nin bütün düşünsel mirasının bu topraklardan sürülmüş olmasının gölgesinin bugüne de düşmüş olabileceğine akıl yorduk mu?

    “Sorular çoğaltılabilir… Eğer bu sorulara olumsuz yanıt veriyorsak, o zaman durumdan çıkartacağımız vazife var demektir.”

    Bu yazının neresinde “proletaryayı kuran Ermeni halkı” türünden semantik olarak da politik olarak da anlamsız bir söz ediliyor ve neresinde “onlar proleter oldukları için Ermenilere yapılan fenalıkların yapılmaması gerekirdi” türünden manasız bir söz ediliyor.

    Burada anlatılmak istenenin “Büyük Felaket”le ilgilenmenin sosyalistler için aslında kendi tarihleriyle ilgilenmek demek olduğunu anlamamak için Onur Çobanoğlu kadar çok çaba göstermek gerekir doğrusu. Bu metinden zımnen “burjuva oldukları için protestanların gırtlaklanması gerektiği” de ancak Onur Çobanoğlu’nun yaptığına benzer mesnetsizce biraraya getirilmiş sözlerden oluşan bir kolaj içinde mümkün olabilir. Ama bunun için bir fikre de gerek yoktur aslında. Ağzınıza geleni söylersiniz. Olur biter… Bu arada insanlara haksızlık edip etmediğinizin hiçbir önemi yoktur…

  13. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 23, 2009 | Reply

    Bir turlu ayrilamadim ama umuyorum ki bu son olacak, cunku entelektuel etigi ihlal ettigimi (ki muhimdir) belirten seviyeli bir elestiri almis bulunmaktayim ki bunu cevaplamazsam olmaz.

    Sayin Mete Toros,

    Ancak Çobanoğlu, Kürkçü’nün söylediklerini hem doğru aktarmıyor, hem bağlamından koparıyor, sakatladığı argümanı da, saçmalık derekesine indirgeyerek bambaşka bir bağlamdaki kendi yorumunu doğrulamak için kullanıyor. Bu entelektüel etik açısından kabul edilemez bir durum….
    Bu yazının neresinde “proletaryayı kuran Ermeni halkı” türünden semantik olarak da politik olarak da anlamsız bir söz ediliyor ve neresinde “onlar proleter oldukları için Ermenilere yapılan fenalıkların yapılmaması gerekirdi” türünden manasız bir söz ediliyor.

    Yine, Ertugrul Kurkcu’nun bizzat sizin buraya kopyalayip yapistirdiginiz yazisindan alintiliyorum:

    Bu “felaket” ve onu izleyen “mübadeleler”in emekçilerin en iyi eğitilmiş, en modern kesimlerini yeni Türkiye’den kazıyarak, işçi hareketini de, sosyalist hareketi de on yıllardır bir türlü giderilemeyen bir köksüzlük haliyle baş başa bırakmış olduğu hakkında yeterince düşündük mü?

    Bu felaket ve onu izleyen mubadelelerin kazidigi kitlenin gayrimuslimler oldugunu biliyoruz. Dolayisiyla burada emekcilerin en iyi egitilmis, en modern kesimleri olarak bahsedilen kitle gayrimuslimler (Ermeniler de buna dahil tabii ki).

    Ermeniler’le birlikte Osmanlı Devleti’ndeki ilk sosyalist parti, “Sosyal Demokrat Hınçak Partisi”nin bütün düşünsel mirasının bu topraklardan sürülmüş olmasının gölgesinin bugüne de düşmüş olabileceğine akıl yorduk mu?

    Hincak partisinin tarihini cok iyi bilmiyorum, ama Ermenilerle beraber Hincak Partisi’nin dusunsel mirasi da gittigine gore, Ermenilerin Hincak Partisi’nde cok onemli bir rol oynadiklari belli. Hincak Partisi ise, Osmanli Devleti’ndeki ilk sosyalist partidir (Ertugrul Kurkcu’nun dedigi gibi).

    Yani ozetle Ermeniler Osmanli’da emekcilerin en egitilmis, en modern kesimi (diger gayrimuslimlerle birlikte) ve Osmanli Devleti’ndeki ilk sosyalist partinin kuruculari ve hayati bilesenleridir.

    Peki ben ne dedim: Daha yakın zamanda Ertuğrul Kürkçü Türkiye sosyalistlerini Ermeni soykırımı ile ilgili net tavır almaya çağırırken ‘Osmanlı’da ilk sendikaları kuran proleteryayı oluşturan Ermeni halkı’ gibi bir gerekçelendirme sunuyordu.

    Sosyalist parti yerine sendika demisim. Proletaryadan kastim bilincli proletarya idi, ama tabii ki bu da eksik kelimelendirme olmus ve mantiksal acidan ayni seye tekabul etmiyor. Yani bu iki onermenin ayni olmadiginin farkindayim ve yazinin aslini kopyalayarak bu hatami ortaya cikardiginiz icin tesekkurler.

    Ama bu argumanimin ozune etki edecek bir fark degildir. Neydi benim argumanim? Bunu da baglaminda okumalisiniz, yazimin ilgili kismini kopyaliyorum:

    İşte, Kütahyalı kadar örnek ben de verebiliyorum. Ama öte yandan Kütahyalı’nın dedikleri de doğru: Marx ve Engels, hakikaten vaktinde Amerikalıların Meksikalılara boyun eğdirmesinin ve Hindistan’daki İngiliz koloniciliğinin ‘yapıcı’ yanlarından övgüyle söz ediyorlardı (tam olarak Kütahyalı’nın belirttiği ifadeleri kullandılar mı onu bilemeyeceğim, Kütahyalı orijinal metinlere atıf vermediği için kontrol da edemiyorum. Ama genel olarak bu minvalde şeyler dedikleri doğru). E o zaman bu ne yaman çelişki diyenler olacaktır tabii ki. Şu linkte buna bir açıklama getiren bir analiz var:

    http://www.icl-fi.org/english/wv/934/mexican-american.html

    Özetle deniyor ki: Marx ve Engels’e göre kapitalizm daha ilkel üretim biçimlerinin hakim olduğu sistemlere göre ilericidir, ayrıca kapitalizm sayesinde sosyalist devrimi yapabilecek bir işçi sınıfı gelişir. Bu görüşlerini oluştururken de 1840′ların Almanyasından etkilenmişlerdir, çünkü 30 yıl önce Bonapart Almanya’yı işgal ederek feodalist sistemi çökertmiş, yerine eşitliğe ve özgürlüğe dayalı yasal bir sistem getirmiştir. Fakat zaman içinde gördüler ki kolonyalizm tam tersine sömürdüğü toplumları geri bıraktırmak için özel gayret sarf ediyor. Onun için tersine döndüler.

    Bu analizin doğruluğunu sorgulayabiliriz. Doğruluğunu sorgulamasak bile “ne devrimmiş arkadaş, uğruna yaşanan onca üçüncü dünyalı ölümünü rasyonalize edebiliyor?” diyebiliriz. Açıkçası bu sosyalistlerde her zaman olmasa da çok sık tekrarlayan bir illettir. Daha yakın zamanda Ertuğrul Kürkçü Türkiye sosyalistlerini Ermeni soykırımı ile ilgili net tavır almaya çağırırken “Osmanlı’da ilk sendikaları kuran proleteryayı oluşturan Ermeni halkı” gibi bir gerekçelendirme sunuyordu. İnsanın aklına ister istemez “e o zaman İrlanda’daki burjuva Protestanların gırtlaklanmasında bir sakınca yok mu?” sorusu geliyor.

    Burada soylemeye calistigim, sosyalizmde insani felaketleri insani acidan degil, sosyalizmin gelisimi, yerlesmesi ve serpilmesi acisindan degerlendirme yonunde bir gelenek bulundugudur. Dikkat edin, her zaman bu gelenege bagli olarak analiz yapilir demiyorum (kalinla yazdigim yere bakiniz, “her zaman olmasa da” diyorum). Son tahlilde sosyalizmin kendisi insanligin esenligini amaclamiyorsa neyi amaclamaktadir ki? Ama bu gelenegin analizi domine ettigi zamanlar olur diyorum. Misal Hindistan’daki “bir yapici, bir yikici rol”, Engels’in Amerika-Meksika savasi kritigi de bunlara ornektir.

    Ertugrul Kurkcu’nun yazisini da bu sekilde degerlendirdim.

    neresinde “onlar proleter oldukları için Ermenilere yapılan fenalıkların yapılmaması gerekirdi” türünden manasız bir söz ediliyor.

    Demissiniz. Cumlemin yarisini alarak hatali bir cikarimda bulunmussunuz, tamami suydu:

    Daha yakın zamanda Ertuğrul Kürkçü Türkiye sosyalistlerini Ermeni soykırımı ile ilgili net tavır almaya çağırırken ‘Osmanlı’da ilk sendikaları kuran proleteryayı oluşturan Ermeni halkı’ gibi bir gerekçelendirme sunuyordu.

    Yani Ermenilerin bilincli emekci ve sosyalist niteligi sosyalistlerin Ermeni soykirimina tavir almasi icin gosterilen gerekcedir, onlara fenaliklar yapilmamasi icin degil. Bunu siz de itiraf etmissiniz ki:

    Burada anlatılmak istenenin “Büyük Felaket”le ilgilenmenin sosyalistler için aslında kendi tarihleriyle ilgilenmek demek olduğunu anlamamak için Onur Çobanoğlu kadar çok çaba göstermek gerekir doğrusu.

    Demissiniz. Benim de yazidan anladigim, “Turk burjuvazisi irkciligin kucaginda dogdugu, gayrimuslimlerin baslarina gelen felaketler Turk burjuvasinin dogmasi icin gereken sermayeyi sagladigi, gayrimuslimlerin emekcilerin en egitimli ve modern kesimleri olmasi sebebiyle onlarin gidisiyle emekci hareketinin koksuz kaldigi, Ermenilerin gidisiyle bu topraklardaki ilk sosyalist partinin dusunsel mirasi da gittigi icin sosyalistler Buyuk Felaket’in takipcisi olmali, bu konuda duyarli olmalidir”. Bence bu ozet, sizin bir cumlelik ozetinizle asagi yukari ayni anlama geliyor.

    Diyorum ki insani felaketlere sadece sosyalizmin esenligi acisindan bakan gorus, insani felaketlere duyarlilik noktasinda ayrimciliga yol acabilir. Irlanda protestanlari ornegini vermemin sebebi de budur. Bu arada o cumlemi de carpitmissiniz:

    Bu metinden zımnen “burjuva oldukları için protestanların gırtlaklanması gerektiği” de ancak Onur Çobanoğlu’nun yaptığına benzer mesnetsizce biraraya getirilmiş sözlerden oluşan bir kolaj içinde mümkün olabilir.

    Halbuki ben dedim ki: İnsanın aklına ister istemez ‘e o zaman İrlanda’daki burjuva Protestanların gırtlaklanmasında bir sakınca yok mu?’ sorusu geliyor.

    Bir seyin yapilmasi gerektigi farkli seydir, yapilmasinda sakinca olmadigi farkli. Diyorum ki insani felaketlere sosyalizmin esenligi acisindan bakacak olursak, cogunlukla burjuvalarin olusturdugu bilinen bir toplulugun etnik temizligine neden duyarli olmamiz gerektigine dair bir arguman uretemeyiz. Ha, siz uretilebilir diyorsaniz koyun o argumani ortaya, onun uzerinden tartisalim.

  14. Yazan:Ali Duman Tarih: Haz 23, 2009 | Reply

    Kütahyalı’nın, ‘Karl Marx’ın kendisi asla anti-emperyalist değildi’
    görüşüne katılmak mümkün değildir, mümkün olmadığı gibi etikte değildir, zira Marx’ı böyle bir sığlaşmaya kurban etmek demek, Marx’ın öğretilerinin çelişkili oluğu anlamını taşır ki bu doğru değildir. Bunu iddia edebilmek çok ciddi dayanakları gerektirir. Oysa ortada böyle güçlü dayanakların olmadığını biliyoruz. Bütünsellikten yoksun, cımbızlama yöntemlerle Marx okumaları bizi doğru bir noktaya götürmez, götürmediği gibi bu etikte olmaz.

    Marx, “asla anti emperyalist değildi” demek başka şeydir, henüz tekamül etmiş üretim araçlarına dahi sahip olmayan, bu nedenle bir işçi sınıfı olgusundan söz edilmesinin dahi mümkün olmadığı sanayileşmenin uzağında, geri kalmış toplumların, bu geriliklerinden kurtulmalarına, toplumsal gelişkinliklerini ileri yönde dönüştürmelerine yol açacak şekilde emperyal ülkelerce işgal edilmelerini, olumlu bakmak başka şeydir. ki bence Marx’ın bakışı 2nci şıkta belirtiğim gibidir ve böyle okumak doğru olanıdır.

    toplumsal gelişmenin bir gereği olarak dünyanın bir yanında en gelişkin sanayi toplumları yaşarken, bir yanında elinde mızrak ile avlanan bir toplumun olabileceğini kabullenmek mümkün mü? açıkcası bilmiyorum, bu anlamda geri kalmış toplumların, ileri yönde dönüşüm gösterebilmelerinin emperyal bir işgalle mümkün olabileceğine (ya da bu süreci hızlandırdığına) inanmak, bunu savunmak, tartışmayı gerektirir, ancak her ne olursa olsun böyle bir tartışmanın sonucunda, tartışmanın bir tarafının anti-emperyalist olmadığını iddia etmek mümkün değildir, böyle bir noktadan hareket ederek bunu iddia etmek mesnetsizdir, hele Marx için iddia etmek ise mesnetsizlikten öte, etik de değildir.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin