Cami tasarlayan ilk kadın Zeynef Fadıllıoğlu
By Ayla Chignardet on May 13, 2009 in Basın günlüğü, Kadın, Sanat, Toplum
Bir müddettir lafı ortalıktaydı; Şakir ailesinin yaptırdığı, gelenekselle moderni buluşturma yöntemiyle bu çağın camisi olmaya namzet Şakirin Camii’nin içini Zeynep Fadıllıoğlu tasarlıyordu. Cami büyük bir törenle 8 Mayıs’ta ibadete açılmazdan evvel Fadıllıoğlu’yla buluştuk, dünya üzerinde cami tasarlayan ilk kadın olmanın ağırlığını, endişesini, gururunu, heyecanını konuştuk.
PINAR ÖĞÜNÇ‘ün Röportajı (Radikal)
Zeynep Fadıllıoğlu’yla söyleşi için sözleşmemizle buluşmamız arasında üç gün vardı. Önce o esnada bulunduğu İtalya’da işlerini halletti, sonra Katar’a geçti, söyleşiler verdi. Öyle ki Şakirin Camii’nde buluştuğumuzda The New York Times’ın muhabiri ile Alman TV kanalı RTL’in kamerası hâlâ olay mahallindeydi.Çocukları Gazi, Gassan ve Gade Şakir tarafından, İbrahim ve Semiha Şakir adına İstanbul halkına bir ‘hediye’ olarak yaptırılan Şakirin Camii’nin iç tasarımını üstlendiğinden beri, başı hayatında hiç olmadığı şekilde kalabalık Zeynep Fadıllıoğlu’nun. Bir kere bilhassa yabancı basından söyleşi taleplerinin ardı arkası kesilmiyor. Fadıllıoğlu, bu cami haberine üçüncü sayfasından gayet geniş yer veren Le Monde gazetesinin tarif ettiği üzere ‘laik aristokrasiye mensup’ ailesi yüzünden de, uluslararası camiada hem çok konuşulan hem de saygın kurumlarca bizatihi ödüllendirilen mekân tasarımlarıyla da zaten kulakları çınlatılan bir isim. Bir Fadıllıoğlu olarak, en kestirme tabirle cemiyet sayfalarındaki mesai yeter… Ama yok, bu başka bir şey…
Bir Batılı beş duyusuyla ilerleyelim; hangi kâseye oturtulacağı bilinmeyen Türkiye gibi bir ülkede, tasarımda gelenekselle modernin hemhal olduğu bir cami yapılıyor. Ama bu yetmez. Haberin boyutunu asıl büyütense tasarımcının bir kadın olması…
Zeynep Fadıllıoğlu kesin konuşmak istemiyor, ama dünya üzerinde cami tasarlayan bir kadına dair bilgiye de ulaşamamış henüz. Diğer İslam ülkelerinde zaten zor olacağını düşünüyor. Amerikalı Müslümanlardan çok sayıda tebrik e-mail’i alması, Amerika’da da bunu deneyenin çıkmadığının işareti ona göre.
Fadıllıoğlu bir yandan kendisiyle gurur duyuyor, bir yandan hayatının en gergin dönemini yaşıyor. Çünkü bir de işin içeri kısmı var… Türkiye mahreçli her haber, her söyleşide başka bir temayül söz konusu. En önde duranı onun İslamiyet’e dair bilgisini tartıp biçmek, en azından Müslümanlığa dair en makro düzeyde soruları sormak…
Bir de kesile biçile ilerlerken yolda değişen cümleleri var. Bir yerde tasarımcı olarak İslamiyet’e estetik getirdiğini söylerken okuyabiliyorsunuz mesela kendisini. Konuşmanın önünü arkasını dinlediğinizde başka bir şey. “Ben nasıl böyle bir terbiyesizlik yapabilirim” diyor sadece…
Bütün bunları bir araya getirdiğinizde, kendini Türkiye adına, İslam âlemi adına, İslam âleminin kadınları adına konuşmak durumunda bulan bir insan var karşımda.
Bütün bunlar hoşuna gitmiyor mu? Hem de nasıl… Hele Batı basınına konuşmayı çok sevdiğini kendisi söylüyor. Her bir detayı 182. kez anlatmaya üşeniyor mu? Ona da hayır. Ama her şeyin birbirinin üzerine bindiği bir an oluyor demek ki… Yoksa bir insan daha söyleşinin 10 dakikası dolmadan, üstelik hiç de kanırtıcı bir soruya muhatap kalmadan niye birden ağlamaya başlar ki…
Araya başka biri girmesin, herkesle doğrudan kendisi muhatap olsun diye bir halkla ilişkiler şirketiyle çalışmayan, konuşurken en dere gibi akan cümlesini, ‘Şu kelime yanlış anlaşılabilir’ diye tadilattan geçiren, verdiği her poz için ‘Şöyle görünmesin’ diye endişelenen bir kadın… Şakirin Camii’nin iç tasarımını Zeynep Fadıllıoğlu’nun yapması, işin içine din girdiğinde ülkesinde ya da dışında, bir kadının bağrında hissedeceği yanlış anlaşılma korkusunu ortaya çıkarıyor en önce. Çalışırken istediğiniz din âlimine danışın, dilediğiniz ehil size el versin… Yine de derin bir korku bu.
Şakirin Camii’nin tasarımı gibi, gelenekselle modern buluştuğunda böyle oluyor galiba.
Yabancı basının bu camiye ilgisi, bir tasarımcı olarak yurtdışında aldığınız ödüllerden sizi bilmelerinden mi, yoksa doğrudan İslam, kadın ve camiyi bir araya getirişinizden mi?
Bizi tanıyanların dışında da bir ilgi oldu tabii. İngiliz basını bizi, işlerimizi bilir. Zaten BBC radyosuna verdiğim Boğaz ve çocukluğum üzerine bir ses kaydının etkisi oldu. Oradan aldıkları bilgiyle BBC camiyle ilgilendi ve bütün dünya duymuş oldu. İngiltere’den iki ödülümüz var, onlar bizi sahiplenirler, hatta kendi memleketimizden daha çok ödüllendirdiler bizi. Bilumum Almanya gazeteleri, dergileri; İsveç’ten geldiler sonra… Türkiye’de haber olmamızsa Le Monde’un üçüncü sayfasında çok büyük bir haber çıkmasıyladır.
Yabancı basına konuşmak sizi daha mı fazla tatmin ediyor?
Şimdi Radikal’i duyunca heyecanlandım, çünkü okuduğum gazete. Ama doğruya doğru, her gazete için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Hiç konuyu bilmeden neler soruluyor…
Yabancı basınla konuşurken kendinizde Batı’da yanlış tanınan İslam’a dair bakışı düzeltmek gibi bir misyon hissediyor musunuz?
Aynen. Bu hiç sorulmamıştı, çok iyi oldu. Aslında burada asıl teşekkürü aile adına Gazi Bey’e (Şakir) etmek lazım. Bunu bana sağlayan sonuçta o oldu. Fakat birden yabancı basın, televizyonlar bu konuyla ilgilenmeye başlayınca kendimi İslam namına cevap veriyor buldum. “Bu benim saham değil” diyerek, teologlara, Hüseyin Atay’a danıştım doğrudan. Bu iş verildiğinde gerçekten çok heyecanlandım. Ama camiyi kullanacak cemaatin yanlış anlamayacağı, bir taraftan yenilik getirirken, bir taraftan onları dışlamayacağı bir tasarım olması için epey zorlandık. Aslında kendimizi çok fazla kasmışız. Birçok şeyi tasarladıktan sonra alanın uzmanlarından ‘Neden olmasın’ diye cevap aldık. İlahiyat Fakültesi Dekanı Mustafa Fayda da aynı yaklaşımdaydı.
Bu olmaz’ dedikleri bir detay oldu mu?
Hayır olmadı, ama yön gösterdikleri oldu. Ben cami seven, tasarımlarında camilerden zaten etkilenen bir insanım; camilerde çok çalıştım, yabancı bir konu değil bana. Ama tabii İslami hayat tarzını bilmek başka, tasarım yapmak başka. Hata yapmamak için kendimizi çok gerdik.
İçten içe tarihe geçiyormuşsunuz gibi bir duygu var mı?
Onu sonradan fark ettim. Evet, öyle bir duygu çok var. Ama inanılmaz yüksek bir stresi de var. Çünkü bir kere… Ay, arada böyle oluyor. (Birden gözlerinden yaşlar boşanıyor, bir süre duruyoruz.) Çok mühim bir işmiş, sonradan anladım. Modern tasarımda tanıdığım çok kıymetli mimarlar, tasarımcılar varken bize böyle bir fırsatın verilmiş olması çok heyecanlandırdı tabii. Fakat bunları düşünürken birden kadınlık namına bir soruya cevap verirken buldum kendimi. Sonra İslamiyet’le ilgili sorular… Benim öyle bir kimliğim de yok, birikimim de… Ama birdenbire mecbur da kalabiliyorsunuz.
Bütün bunlar size fazla mı geldi?
Fazla da demeyelim, yanlış anlaşılır, tansiyonlu geldi. ‘Bir kadın olarak İslamiyet…’ diye başladıklarında birden değişiyor.
Bu, hayatınızın en önemli işi mi?
E, bence öyle. Senelerce eşime ya da başkalarına birçok lokantalar yaptım, oteller yaptım, kişilere özel işler yaptım… Bütün buralarda insanların ruhunu anlayarak, memnun olacakları alanlar yarattık ama belirli kitlelere…
Bu bilmediğiniz bir kitle mi?
Aynen. O yüzden ‘Bir camide kendim nasıl hissetmek isterdim’den yola çıktım. Birçok insanla konuştum. Hattatımız imam Hüseyin Kutlu’yla başta çok konuştuk.
Bu cami öncesinde İstanbul’un daha ücra semtlerinde ya da Anadolu’da küçük camileri gezerken başınıza hiç mi tatsız bir şey gelmedi?
Geldi canım… Bir-iki arkadaşla birlikte Antalya’da bir camiden kovulduk. Benim çocukluğumda dua edeni rahatsız etmeden, camiye istediğin zaman girerdin. İşte kadınlar kısmını bulamayınca ayakkabılıkların orada dururken kovulduk. Zaten birçok camide kadınlar kısmı çok kötü, tuvaletlerin yanında çıkışlar…
Genel olarak usül, yol yordam bilir misiniz?
Bilirim, benim anneannem hafız. Dini bütün büyüdüm, bütün duaları bilirim, dua etmeden bir yere de gitmem. Ama bunu ortaya çıkarmayız tabii; benle ilgili bir şey…
Başka cami tasarlamayı düşünüyor musunuz?
İki teklif var şu anda.
Bir tasarımcı olarak bunun üzerinize yapışmasından korkmuyor musunuz?
Niye korkayım? Bize bir zamanlar oryantalist diyenler oldu. Kendi memleketinden nasıl oryantalist çıkılıyor, onu da bilmiyorum.
Bu camiye de oryantalist diyen çıkacaktır…
Oryantalizmin ne olduğunu bilmeyen kullanacaktır. Avrupalı kullanmadı bu lafı, yine bizim memleketteki bazı cahiller kullandı.
Gözünüzü Batılı bulan, buraya oradan baktığınızı düşünen çıkmaz mı?
Bunu düşünen kendi kültürünü biliyor mu? Burada ne Batılı gözüyle ele alınmış? Hiçbir şey Batılı değil, tam tersine gelen, çok kendinden hissediyor.
Bir söyleşinizde bu caminin politikleşmesinden korktuğunuzu söylüyorsunuz…
Tabii ki…
Siz yola başka türlü de çıksanız, nihayetinde politik bir mesaj verdiğinizi düşünmüyor musunuz?
Kendim vermemek için direndim, ama bu işin içinde bulunarak vermiş oluyorum galiba. Maalesef son devir İslamiyet’te kadın vurgusuyla ilgili imajlarda eksiklikler var ki bu kadar ilgi çekti. İkincisi, İslamiyet’i yeterince tanımıyorlar, İslami yüksek düşünürler de yeterince anlatılmıyor Batı’da
İslami felsefe sizin hayatınızda ne kadar etkili?
Çok etkili, bence muhteşem… Zaten Rönesans’ın yaratılmasında İslami felsefe çok etkili olmuştur. Hüseyin Atay’ın tabiriyle 11. asra kadar her gün baştan düşünülüyor, baştan algılanıyor İslamiyet. O zaman inanılmaz oluyor işte… Bütün o kıymetli düşünürler ortaya çıkıyor. “Ondan sonra düşünce durduruluyor” diyor Atay… Sonraki süreç de işte bugüne, bana gelen sorulara kadar ulaşıyor galiba.
Düşüncenin durduğu bir çağda mıyız şu anda?
Avrupa’da durduğu yok. Bizde öyle olması lazım. Bütün İslamiyet dünyası durmuş durumda ve belli kalıplara göre hareket ediyor bence. Hatta onlar bazen hiç oturmuyor. Kıyafet önde oluyor, düşünce arkada gibi kalıplar var. Onlara göre hareket edince İslamiyet’in kalıbı gibi oluyor. Halbuki o geleneğin getirdiği bir şey.
Ailenizi, hayatınız boyunca bulunduğunuz çevreleri düşününce laiklik vurgusu yapan Kemalist…
(Keserek) Ben Kemalistliği kabul etmeyen biriyim. Ne demek Kemalist; çok saçma sapan bir şey. Bir de bana bir norm yakıştırılıyor. Bana sorulmadan, benim nasıl düşündüğüme kimse karar veremez. Buna ailem de karar veremez. Ben, evet, Cumhuriyet sayesinde çok şanslı büyümüş insanlardan biriyim. Mustafa Kemal’i de hakikaten inanılmaz kıymetli buluyorum ama Kemalist değilim. Mustafa Kemal’in yaptıklarını kıymetli buluyorum. Aynı zamanda onun, ‘Benim düşündüğüm tarzda düşünüp bir yere varın’ yaklaşımını önemsiyorum. Mustafa Kemal da ‘Beni takip edin’ demiyor ki… Ondan sonra gelenler kalıplarla hareket etmeye karar vermiş. Mustafa Kemal tam tersi devrimci, anarşist bir ruh yaratmış, bunun da devam etmesi, bilgi çağının yakalanması üzerine mesaj vermiş. Halbuki biz bir kalıbı durdurduk, şimdi bir başkasına girelim gibiyiz. Biz illa koyun olmak istiyoruz. Onu takip ederken, şimdi bunu takip edelim. Ben memleketin idaresinin laik olması gerektiğine inanan bir insanım. Ama sadece kendim gibi düşünen insanlarla yaşamak istemiyorum; farklı düşünenler olsun… Benim çocukluğum öyleydi. Komşularımız Ermenilerdi, Rumlardı, Boşnaklardı, Kürtlerdi ve bu farklılıkları ben hiç bilmedim. Sonra birden bir şeyler oldu; Rumlar ayrıldı, Ermenilere neler yapıldığını öğrendik. Ermenilerin yaşadığı sorunları biz epey sonra öğrendik. Fakat korkuları hep vardı, ben de ‘Neden korkuyorlar’ diye hep düşünürdüm. Bütün bunları sonradan öğrenmek çok acıklı bir şey. Ben kendi ofisimde beni hiç sevmemiş biriyle de çalıştım. Ama işini çok iyi yapıyordu. Ona da söylediğim şuydu;
“Bizi sevmek zorunda değilsin ama teknik olarak iyi donanımlısın. Çalışmaya devam etmek istiyorsan çalış.” Seven insanlarla çalıştığınızda belki daha farklı bir şeyler çıkabilir ama farklı düşünenlerin birlikte çalışmasından da iyi şeyler çıkabiliyor.
Bu caminin sosyetikleşmesinden korktuğunuzu söylediniz…
Aslında ben öyle bir şey demedim. Öyle bir korkum da yok. Daha bu işe yeni başlamıştık, tam hatırlamıyorum nereden olduğunu, bir haber kanalından “Bu camide oturarak mı namaz kılınacak?” diye sordular. Dedim ki, “İsterseniz bu soruyu hiç sormamış olun. Sorularınız bu şekilde devam edecekse, lütfen benim vaktim de kısıtlı…” Demek kendisi İslamiyet’i o kadar bilmiyor, o kadar uzak ki, beni de öyle bir yere koydu kafasında. Biz orada değiliz maalesef. Ben o uzaklıkta zaten değilim. Modern görünmemin bir sakıncası yok diye düşünüyorum. Başka yerlerde böyle anıldıysa da benden dolayı değildir, atıf başkasınadır.
Sosyetik demeyelim; dinle ilişkisini nereye koyacağını bilemeyen, kendini laik olarak tanımlamış orta sınıfın camisi olabilir mi?
Bu söylediğiniz de son dönem ortaya çıkmış bir şey. Ben Yeniköy İlkokulu’nda okudum, oralarda yetiştim. Bütün yörenin bakkalı, kasabıyla beraber oradaki lokal camiye girerdik, açıkhava sinemasına giderdik. Biz ayrımlar içinde büyümüş bir kitle değiliz. Hep beraber eğlenirdik, hep beraber denize girilir, kürek çekilir, Zeynel Dondurmacısı’nda da yemek yenirdi. Hepimiz hâlâ arkadaşız. Öyle bir ortamda büyümediğimiz için böyle soruları anlamam zor. Bizde kesim yoktu; imkân farklılıkları vardı ama o farklılıkları gösterecek yerler yoktu. Böyle bir tüketim ekonomisi de yoktu. Bütün bunlar sonradan çıktı. Tabii ki annemlerin, Cumhuriyet çocukları olarak algıları daha kalıplar içinde diyebiliriz; korkuları daha yüksek. Ben kültürümüze ve milletimize güvenen bir yapıdan geliyorum. Ama oturan bir yapıdan da gelmiyorum.
Adını ne koyarsanız koyun, din üzerinden toplumsal bir kutuplaşma döneminde olduğumuz kesin. Daha çok merak ettiğim, çevrenizden, eşinizden dostunuzdan size ‘Ne işin var camiyle…’ diyen çıkıp çıkmadığı…
Hayır. Yanlış anlaşılan bir şey de var, bir arkadaşım espri olarak “Neden okul yapmıyorsun?” demişti, bunu da bir gazeteciye söylemiş bulundum. Halbuki onda da o kadar kalıplaşma vardı ki, cami yapıyorum deyince, benim para koyup cami yaptırdığımı düşünmüş. Ben de kestirme konuşmuşum tabii; ‘Cami tasarımında çalışıyorum’ dememişim. Onun dışında herkesten ‘Harika’, ‘Çok heyecanlı’ gibi tepkiler aldım. Mutlaka kafasında soru işareti olan olmuştur.
Size mi belli etmediler?
Bu kadar uçların oluştuğu bir toplulukta mutlaka ‘Bunu niye yapıyor ki’ diyen olmuştur ama kimse bana öyle bir şey söylemedi. Bunun sorusunu soran çok yabancı oldu.
Ben ruhen o kadar ayrıştığımıza da inanmıyorum. Bence kitleler birbirinden korkutulmaya başlandı. Sadece İslam korkusu değil. Türk’le Kürt’ü de birbirinden korkutuyorlar, şimdi topraklarımızı alacak diye Ermenilerden korkuyoruz. Laik olanların yüzde 70-80’i zaten Müslüman olarak tanımlıyor kendini. Sadece kendilerine tanımadıkları bir şablon getirilecek diye istemiyorlar gördüğüm kadarıyla. Tanımlayamadıkları için bir kutuplaşma oldu, eksik olmasın herkes de bunu artırmak için elinden geleni yapıyor.
–
Caminin dış cephe ve zemin kaplamaları Kayseri taşından; uygulama Kadir Akorak’a ait. Ana kubbe cepheleri, kadınlar mahfili, korkuluk ve revaklardaki şebekeler alüminyum Selçuk dökmeyle Kaya Kalaycı tarafından yapıldı. Kubbe kaplama malzemesi olarak balık pulu formunda alüminyum kompozit levhalar kullanıldı. Mavi kubbe, gece ışık efektiyle oluşturuldu. Tüm iç ve dış ışık tasarımı ve uygulaması, İngiliz aydınlatma tasarımcısı Arnold Chan imzalı…
Ana kubbe iç cephe kaplamaları, Kur’an sayfalarının Nur Suresi satır aralarından tasarlanan desenlerin, şeffaf cam üzerine işlenen panellerle kapatılmasıyla oluşturuldu. Uygulama Orhan Koçan’ın elinden çıktı. İç avlu giriş kapıları, ana kubbe giriş kapısı ve sergi alanı giriş kapısı da Koçan’ın eseri.
Ana kubbe zemin renginde Tophane işi renklerden esinlenildi. Çarkıfelek tasarım ve uygulama, Hüseyin Kutlu ve Semih İrteş tarafından gerçekleştirildi. Ana kubbe ortası Fatr Suresi, etrafı ise Mülk Suresi.
Minber, Zeynep Fadıllıoğlu’nun ekibi Zf Design tarafından tasarlandı. Minberin üzerine kâinatı temsil eden yaprak formları, Prof. Tayfun Erdoğmuş tarafından yerleştirildi. Mihrap da aynı isimlerin elinden çıkma.
Avize içerideki en modern tasarım; pleksi, metal, ayna ve cam taşları bir arada kullanıldı. Orhan Koçan ve Nahide Büyükkaymakçı tarafından yapılan dev avizede Allah’ın 99 ismi ve Nur Suresi yer alıyor. İç avluda bulunan şadırvan tasarımı ve uygulaması da William Pye’ın işi…
Kaynak: Radikal
32 Yorum
Yazan:Levent Cetin Tarih: May 13, 2009 | Reply
Ben bu kadar guzel bir cami yapildigina inanmakta zorluk cektim. Muhtesem bir eser. Oyle aydinlik ve ince ki insana temizligi ve okumayi cagristiriyor. Renklerin uyumuna, duvarlardaki ayetlerin goruntusune hayran kaldim.
Galiba yavas da olsa Turkiye’de Islam degerini bulmaya baslayacak. Umut verici.
Yazan:eg Tarih: May 14, 2009 | Reply
mihrab’ı hiç beğenmedim…ama genel olarak güzel bence de.
Yazan:özlem Tarih: May 14, 2009 | Reply
Ben hiç beğenmedim. Özellikle dış cepheyi. Mihrabı ve içeride modernize edilmiş ne varsa hepsini. Yine de beğendiğim geleneksel usluptan alınan kısımlar. Ayrıca mütevaziliği ve sadeliği seviyorum. Kristal avizeler vs. ruhum sıkıldı. Sırf bu yüzden bir şehzadebaşı camisini Sultan Ahmet’e tercih ederim. Ama tabi beğeni meselesi kişiden kişiye değişir elbette bu tarz bir camiyi de sevenler olacaktır.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 14, 2009 | Reply
Güzel bir cami. Yalnız, yeni camilere neden minare yapıldığını anlamıyorum. Fonksiyonel bir gerekliliği (=geniş bir alana ezan sesini duyurabilme) sağlamak için yapılan bu minarelerden artık vazgeçmek lazım. İslam, sadeliği ve fonksiyonelliği esas alan, israftan kaçınan bir din. Mabedleri de buna uygun olmalı. Ayırca Cuma namazları dışında üç-beş ihtiyar amca dışında geleni gideni olmayan camiler, haftanın altı gününde başka işler için kullanılabilir. Çeşitli dini konferanslar için, tasavvuf müziği konserleri için, zikir ayinleri için, kütüphane olarak, hatta nikah ve düğün törenleri için kullanılabilir. Biz üniversitede ders çalışmak ve uyumak için kullanırdık mesela. Okul kütüphanesinde konuşamıyorsun zira.
Camilerin dış görünüşünden çok, cemaatine dinamizm kazandırmak lazım.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 14, 2009 | Reply
Mihrap evet biraz ışınlanma aletine benziyor. Secdeden kalktığınızda imamı yerinde bulamayacaksınız gibi bir his verebilir 🙂
Ama şadırvan, iç renkler, hanımlar mahfili, hat çalışmaları çok başarılı. Karacaahmet’in girişindeki cami bu galiba. Gidip bir bakmak lazım, Allah yolumuzu düşürmesin de…
Yazan:cemile bayraktar Tarih: May 14, 2009 | Reply
Ekrem Senai bey,belki o ışınlama aleti İmam,öncesinde müezzini ezan okumak için mihraptan,minarenin tepesine ışınlıyor olabilir,tabii alet bir gün kısa devre yapıp müezzin yerine namaz esnasında imamı uçurursa o zaman bir zahmet cemaaten,fıkha göre en yaşlısı Allahuekber diyerek namaza devam ettirir.Ya da olay Sır Kapısına dönüşür ve camii imamın uçmasıyla popüler olur ve türbeleşir,tam olması gerektiği gibi(!).
Emeğe saygı duyulmasının bir edep olduğuna inanırım ama ben de camiiyi hiç beğenmedim,görsel olarak kötü bulmuyorum ama mana ve ruh yok.İbadethaneler için en önemli argümanın ruhu ayaklandıracak şeyler olduğunu inanıyorum ve maalesef bu tarz bir mimari ruhu oldukça öldürüyor.Bir kere İslam’ın özüne ters,İslam’ın mütevazılığından eser yok,bir cümbüş bir gösteriş.İsraf olmuş,yazık olmuş.
Yazan:Levent Cetin Tarih: May 14, 2009 | Reply
Mimar Sinan’in hangi eseri “mutevazi”? Bana oldukca gosterisli geliyor eserleri.
Yazan:Atilla Tarih: May 14, 2009 | Reply
Yüksek estetik “mana ve ruh”a niçin engel olsun? Plastik halılarla mı ayaklanacak ruh? Ben çok beğendim, keşke Avrupa şehirlerine de böyle camiler yapılsa.
Yazan:özlem Tarih: May 14, 2009 | Reply
Bana da heybetli geliyor evet. Doğru mütevazi kelimesi de çok uymuyor. Ama caf caflı değil. Belki Cemile’nin ruh dediği şey. Mesela herkes Sultan Ahmet’i ya da Rüstem Paşa Camii’ni sever. Çinileri vs. Benim ruhum bunalır. Çünkü cafcaflıdır. Ama estetik konuların böyle bir Baltazaar cetveli gibi bir cetveli de yok. Bakın bir çok yorumcu da beğenmiş bu camiyi.
Ben küf kokulu eski camileri seviyorum. Hatta kilise camileri bile. Doğrusunu isterseniz geçen yüzyılda yapılmış sevdiğim bir cami de hatırlamıyorum. Zeynep Hanım’a haksızlık olmasın.
Yazan:snowqueen Tarih: May 15, 2009 | Reply
-Bize bir zamanlar oryantalist diyenler oldu. Kendi memleketinden nasıl oryantalist çıkılıyor, onu da bilmiyorum.-
Tam dilimin ucundaydı oryantalist lafı, tam oturmuş. Doğunun oryantalistleri de bir başka oluyor gerçekten.
Öncelikle böyle bir cami yapmanın “şekil”e takılıp kalma olmasının manevi yüzeyselliğini bir kenara atıyorum.
“şekil”den bahsedelim. İstanbul’daki camiler şatafatlı falan değildir, aslında sade bile sayılırlar, özellikle Endülüs sanatıyla kıyaslanınca.
Çünkü istanbul(adı üstünde Nea Roma/Yeni Roma), Doğu Roma’dan çok etkilenmiştir. Önemli olan heybettir, iç mekanda ise ruhanikliktir. Mimar Sinan’ın yaptığı Süleymaniye Camisi, Ayasofya’nın pek benzeridir. Camiler yapılırken eski tapınaklardan bolca devşirme malzeme kullanılır.
İstanbul’a “şatafatlı”cami yapma hevesi, batılaşma ile girer bile diyebiliriz, oryantalizm rüzgarı böyle başlar. Tereciye tere satılır yani.
Fadıllıoğlu kendini Dubai’de sanmış sanırım. Bir oryantalistten daha kötüsü zevksiz bir oryantalist sanırım.
Mevcut iktidar gücüne yaranmak için sarfettiği sözler bu gerçeği değiştirmiyor.
Yazan:snowqueen Tarih: May 15, 2009 | Reply
Bu tasarım Kabe’nin karşısına yapılacak 5 yıldızlı bir otelin lobisi olsa daha işlevsel olabilirdi.
Yazan:suzannur Tarih: May 15, 2009 | Reply
Son dönemlerin en büyük sıkıntısı, estetik değeri olmayan camilerin -hoş binalar da öyle- yapılıyor olması.Estetiği kaybettik bu da kültürel kopma ve medeniyatin uzağına düştük anlamına geliyor.
Bu mimari eser, beğenilsin ya da beğenilmesin, öncelikle yeni bir estetik oluşumun simgesidir.
İkincisi bunu tasarlayanın bir kadın olması -ki bunun yanında bir çok ehil kişi de çalışmış- ikinci önemli yönü.
Ben beğendim. Evet, ben de Özlem Hanım gibi küçük, eski camileri severim, daha huzur bulurum onlarda. Ama mimari yapı, biraz da verilen kıymetin ölçüsüdür. Bu camiye verilen değer, yadsınamaz. Öncüldür. En azından iki taşı yan yana getitip de yaptık oldu anlayışının değişimine vesile olabilir. Sonuçta hepsi taş, ama sonuçta, hepsi sadece taş değil. Ona yüklenen anlama da bakmak lazım.
Yazan:cemile bayraktar Tarih: May 15, 2009 | Reply
Levent bey,haklısınız mütevazı değil ama enazından ruhu var.Ben bu camiide o ruhu bulamadım.Siz bulduysanız,buyrun.Ruhu olan ibadethaneleri seviyorum.Özlem gibi küf kokan küçük camiileri daha çok seviyorum.Bu da benim tercihim kime ne?
Yazan:cemile bayraktar Tarih: May 15, 2009 | Reply
Sevgili Özlem,oraya virgül koymamışım,üzgünüm küf kokan camii değil de Özlem gibi küf kokan olmuş :))Sen küf kokmuyorsun
Yazan:snowqueen Tarih: May 15, 2009 | Reply
Haksızlık mı ediyorum da diye de düşünmedim değil, 21.yüzyıl estetiği ne menem birşey ki kalkıp birinin yaptığı da muazzam olsun, “Eski fetişizmi”yapmak istemiyorum ama bu düpedüz Ortadoğulu-İslami Kapitalist estetiği, Osmanlı falan da değil.
Zaten zarar ziyan olan, “kendi topraklamızın kültürü” sloganıyla ve güya post-modern bir yaklaşımla karşımıza oryantalist tiyatro dekorlarını (onlar bile daha ince bir zevk ürünüydü) çıkarmaları. Alışveriş merkezi önüne plastik hurma ağacı dikmek ne kadar “doğulu”ise, bu cami de o kadar doğulu.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 15, 2009 | Reply
Bakın en büyük mabed Kabe’dir. Ve açık havada, çıplak ayakla toprak üzerinde güneş altında ve kalabalıkta tavaf edip namaz kılarsınız. Demek ki ruh huzuru, konforla makusen mütenasiptir.
Ne yazık ki şimdi onun da zeminini mermerlediler, toprakla temasını yitirdi ayaklar.
Mescid-i Nebevi’nin ilk halini hatırlayın. Hurma direkleri, zemin çöl kumu ve çatı hurma ağacı dalları. Bundan daha güzel bir cami olabilir mi? İnsanı, özü olan topraktan, havadan, gökyüzünden ne kadar uzaklaştırırsanız ruhunu o kadar boğarsınız.
Neden şu güzel bahar günlerinde cami cemaati çıkıp çimleri mihrap, göğü kubbe edip namaz kılmaz ki?
Allah, “yeryüzünü size mescid kıldık” diyor. Ya yeryüzünü mescid haline getirmeli; ya da mescidleri yeryüzüne benzetmeli o halde.
Camilerdeki şu megafon, mikrofon, nameli kamet okuyan seslerini yarıştıran müezzinler, Hulefa-yı Raşidin levhaları… ne gerek var? Doğallık, ah doğallık !
Yazan:Mert Nuhoglu Tarih: May 15, 2009 | Reply
Zeynep Hanıma ve katkıda bulunan tüm insanlara çok teşekkürler. Böyle orjinal sanatsal mimari eserlere ihtiyacımız var. İnşallah, bundan sonra yapılan camiler de, birer sanat eseri olarak tasarlanır.
Yazan:eg Tarih: May 15, 2009 | Reply
snowqueen,
gerçi caminin kendisini görmeden yorum yapmak ne derece doğru bilmiyorum ama
demişsiniz ya, doğrusu resimlere tekrar detaylıca bakınca size hak vermemek elde değil…
Yazan:Levent Cetin Tarih: May 15, 2009 | Reply
Oryantalizm, 21nci yuzyil, plastik hurma agaci falan derken aslinda ne cok filtremiz oldugunu gosteriyoruz gibime geliyor. Guzel bir seye ciplak gozle bakmak cok mu zor?
Cocuklara sormak lazim.
Yazan:snowqueen Tarih: May 15, 2009 | Reply
@eg
Aslında daha traji-komik durumlar da var, mesela Osmanlının son dönemlerinde yapılan camilerin Avrupa’daki saraylardaki süslemelerden etkilendiğini biliyormuydunuz? Avrupakiler de doğudan etkilenip yapmış. Kulaktan kulağa oyunu gibi, çıkan sonuç bambaşka birşey oluyor:)
Fadıllıoğlu’nun durumu da buna benziyor, doğulu imgeleri, Avrupanın aldığı biçimiyle tekrar doğuya satıyor. Biz de burada bir kadının cami yapmasını tartışıyoruz. Bir kadının cami, kilise ya da başka birşey yapması beni ilgilendirmiyor, nasıl yaptığı ilgilendiriyor.
Eskiden mimar olabilmek herkesin içine kolayca girdiği bir klüp değildi tabi, boşuna gönye-pergel sembolizmli “duvar ustaları” oluşmadı. Şimdi herkesin yeterli imkan dahilinde herşeyi yapabilmesi durumu var. Bu bir kadın olunca da ilginç oluyor sanırım. Ama daha önemlisi işin felsefesi olmalıydı, Fadıllıoğlu, kendi felsefesi gereği daha sade ve ruhani bir tasarım yapabilirdi, ama onun tercih ettiği başka bir felsefeye hizmet ediyor, bir dinin ibadethanesinin taş bloklar üzerinde kurumsallaşıp, kılıfının önem kazanmasına. Sadece buna da hizmet etmiyor, o kılıfın birde kapitalizm içinde değer kazanması da var.
Üstüne oryantalizm de binince sonuç böyle birşey oluyor.
Osmanlı’ya gelen Avrupalı gezginlerin gözünde camiler ilginçti çünkü bir ruhanilik barındıyordu. Onların gözünde batı kiliseleri içi boşalmiş seyirlik yapılara dönüşmüştü. Şimdi aynı şeyi bir Dubai estetiğiyle yapmak, ironik tabi. Bundan büyük kötülük olamaz herhalde.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 15, 2009 | Reply
Geçen gün Ümraniye IKEA’nın yanından bağlantı yoluna kıvrılırken gördüm o plastik hurma ağaçlarından. Ben onları palmiye ağacı zannediyordum. Hakikaten çok zevksiz şeyler. Bir de alttan ışık vurunca daha feci oluyor. Sulama ihtiyacı olmayan ve hep yeşil kalan ağaç fikri pek bir uyanıkça. Aslında çim alanlarda da halı kullanarak bahçe ve peyzaj işlerinde epey bir tasarruf sağlanabilir.
Kıyamete yakın geleceği söylenen insanın dişinden tırnağına yerleşecek dabbetül arz denen canavar bu kapitalizm ruhu olsa gerek.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 15, 2009 | Reply
Aslında bu tamamen bir uyum meselesi.Ben misal her geçen gün bir yenisi eklenen dev alışveriş merkezlerine alışveriş yapma niyetiyle hiç gitmem.Sadece buralardaki ruhu gözlemlemek amacıyla gider bir gezenirim.Gerçi belki insanların tercih ettikleri yaşam biçimlerini küçümsemek gibi olacak ama,bu şaşalı plazalarda(genelde böyle tanımlanıyor bu tür mekanlar) karşılaştığım manzara bana hep bilim kurgu filmlerinde aşina olduğumuz dekoru hatırlatır.Estetikten ve ruhtan yoksun çelik,beton,plastik karışımı devasa yapılardan,abartılı ışıklardan vs.teşekkül yapay bir dünya!Arıca bu havayı solumaya gönüllü insan kalabalıklarının oluşturduğu manzara da bana bir o kadar garip gelir.Tıpkı o sözünü ettiğim bilim kurgu filmlerindeki yarı robot yarı insan görünümündeki garip kostümlü insanların oluşturduğu sanal bir dünyayı çağrıştırır.Sıcak insan ilişkilerine pek yer yoktur buralarda…İnsanlar adeta Çarli Çapli’nin “modern zamanlar”ındaki makinelerin dişlilerine kapılan bir görünüm arzederler…Hayal gücü mü,çocuk ruhluluk mu bilmiyorum;saatlerce yüksek bir kattan hep izlerim manzarayı,imgeler kurarım zihnimde.Ve gördüğüm manzara hep aynıdır:bir fabrika bantında teknolojinin hızına yetişme telaşında olan işçileri anımsarım.Yani sürekli tekrarlanan bir dizi rutin hareket.
Biliyorum biraz ileri gittim.Bunun konumuzla ne ilgisi var diyecek olanlar da olacaktır haklı olarak.Bir anlık ukalalığıma verilsin.Ancak bana göre bu sıkıcı ve boğucu mekanlara uyum sağlanabiliyorsa yukarıdaki camii de pekâlâ görkemli bir sanat abidesi sayılabilir.Neden olmasın ki?Evlerimize,caddelerimize,mağazalarımıza sinen çağın bu yeniliklerinin ibadet mekanlarına yansımamasının bir nedeni olamaz çünkü.Oturma odalarımızdaki koltuklardan,mutfaklarımızda kullandığımız mikro dalga fırınlardan,ankastre dedikleri o zevksiz nikelaj görünümlü cihazlardan,alçıdan yapılmış dekorasyondan… göz zevki ve estetik yönden bir şikayetimiz yoksa sanırım bu caminin iç dekoru ve mimarisini beyenmemezlik etmek haksızlık olacak.
Neyse.Ben şahsen hiç beyenmedim.Özlem hanımın dediği gibi küf kokan,ama her taşı aynı zamanda tarih kokan,bizleri geçmiş zamanların o harikulade büyüsüyle buluşturan eski camilerin yerini tutamaz.O ruhu bir nebze olsun solumaya giderim her sene Mardin’e,Midyat’a…Geçmişten birer mirastır hepsi;Kasımıye Medresesi,antik Mardin Çarşısı,Deyrulzaferan manastırı,Mor Gabriel(deyrilumur)kilisesi,oyma taş camileri ve Abbara’larıyla…
Sesler ve diller birbirine karışır sokaklarında Mardin’in;Kürtçe,Türkçe,Arapça,Süryanice…Minarelerinde yükselen ezan sesini çan sesleri eşlik eder.Herşey birbirine karışmış gibidir;sesler,kokular,renkler…Taze baharat kokuları kavrulmuş leblebiyle buluşur.Hünerli eller taşı,gümüşü oya gibi işler.
Doğu mu demiştiniz?İşte size doğu!Ve biliyor musunuz bir bir silinip yokolmasına karşın hâlâ bu zengin mirası yaşatmak için direnen usta eller var.Kapitalizme,modernizme hâlâ meydan okuyabiliyorlar.
Biraz çağın gerisinde kalmış olabilirim bilmiyorum.Ama senede bir ay gittiğim bu coğrafyada biraz nefes alabiliyorum.Zaman ayırabileceklere de ısrarla tavsiye edereim.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 15, 2009 | Reply
Sevgili snowqueen,
Değerli yorumlarınızdan çok şey öğreniyorum. İsabetli eleştirileriniz ve farklı bakış açınızdan çok istifade ediyorum. Teşekkür ederim.
Yazan:snowqueen Tarih: May 15, 2009 | Reply
@ekrem senai
çok teşekkür ederim, bir hafta sonra oryantalizm sınavım var moralimi düzelttiniz:D
Yazan:snowqueen Tarih: May 16, 2009 | Reply
şunu da eklemezsem içimde kalacak, “bir kadın tasarımcı” olarak Fadıllıoğlu, tasarımını yaptığı bir evdeki “Osmanlı yatak odası”için şunu söylemiş:
“.. Ve artık bugünün özgür kadını olsa da kendisini yatak odasında bir odalık, bir cariye gibi görmek isteyen kadını düşündüm…”
Hiç şaşırtıcı değil, çünkü oryantalizmin diğer olmazsa olmazı, doğulu kadını edilgen gösterme hevesidir.
Yazan:özlem Tarih: May 16, 2009 | Reply
Aziz Bey sayenizde Mardin’i göremediğim için bir kez daha kahroldum.:) Ayvalık, Kapadokya, Bursa ah şimdi seyahat etmek vardı ya of ki ne of. Bize Mardin’i yazsanıza. Eminim fotoğrafları da vardır sizde. Ne güzel bir yazı olurdu.
Yazan:eg Tarih: May 16, 2009 | Reply
bu arada taraf’taki bir habere göre caminin mimarı fadıllıoğlu değil, hüsrev tayla’ymış. röportaj ilginç. tavsiye ederim.
Yazan:eg Tarih: May 16, 2009 | Reply
röportajdan bir bölüm:
Aslında inşaat başladıktan sonra cami önüne asılan inşaat tabelasından işkillenmiş önce. Tabela’ya “Mimar: Hüsrev Tayla. İç dekarasyon: Zeynep Fadıllıoğlu” diye yazılmış. Tayla “Tabi ki uzmanlarla, sanatçılarla çalışırız. Ama bir caminin içi de dışı da mimarın eseridir” diyor. Bir süre sonra, okumadan imzaladığı mukaveleyi çekmecesinden çıkarıp okuduğunda ise olanlar olmuş. Mukavelede “1 milyon dolar tazminat”tan bahseden ve Tayla’nın tabiriyle “Cami gibi bir işe yakışmayan” fazla ticari maddeler olduğunu görünce çok kızmış ve işten çekilmiş. Çekildiğinde caminin kaba inşaatı tamamlanmış haldeymiş.
Açılışa gitmemiş ve açılıştan sonra da camiye gitmemiş Tayla ama, anlaşılan o ki, kızgın da olsa eserinin akıbetini yakından takip etmiş. İzlediği görüntülere ve fotoğraflara bakarak şöyle diyor: “10 güzel şeyi yanyana koyunca güzellik çıkmaz. O camide karmaşa var. Camiye huzur lazım. O camide huzur yok.”
Yeşil, kübik mihrabı yapılırken görmüş. “Mihrab ve minber kardeştir. Birlikte düşünülür” diyor ve gülerek susuyor. Vitraylarla döşemeyi düşündüğü caminin cam duvarlarında altın şeritli camlar kullanılmasını hem temizlik hem de namaz kılanların dikkatinin dağılması açısından iyi bulmamış. En çok kızdığı noktayı da planlarının üzerinden göstererek açıklıyor: Bazı noktalarda mimari projesi deforme edilmiş.
Yarı kabuk kubbesinin “Efeli saçaklarının” durumunu ve caminin akustik meselesini ise gittiğinde görecek. Fırsat bu fırsat son kez şansımı deneyip “Birlikte gezelim mi” diyorum. Gülüyor. Sonra da İSTOÇ’ ta yaptığı Şakirin’in ikiz kardeşi olan camiyi görmemi tavsiye ediyor. Anlaşılan 84 yaşındaki usta mimar asıl cevabını orada verecek.
Yazan:kadir Tarih: May 17, 2009 | Reply
Ben bu camiide huşu ile namaz kılabileceğimi sanmıyorum. Bilhassa, VIP için tasarlanmış gibi, suni ve aşırı modern.
Zeynep hanım, camii içinde verdiği pozlarda da keşke şalıyla başını örtseydi, turistler bile örtüyorlar, saygıdandır.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 20, 2009 | Reply
Dün Karacaahmet’teydim. Şakirin camii’ni de ziyaret ettim. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, klasik cami mimarisinin dışına çıkılması ve değişik bir şeyler yapılmaya çalışılması olumlu. Örneğin avludaki şadırvan çok hoş. Tabi mekan Karacaahmet olduğu için park yerini geniş tutmuşlar ve cenazeye göre iyi bir düzen oluşturmuşlar. Ayrıca cami içinde aşılıp kapanabilen camlar; yazın havadar bir ortam sağlamak için iyi düşünülmüş.
Yalnız, seccadelerdeki işaretlemeler kafa karıştırıcı, cemaat saf oluşturmakta zorluk çekiyor. Bir türlü nerede duracağını bilemiyor. Ayrıca halılar yeni olduğundan mıdır nedir, herkesin üzerine tüyler yapışıyor.
İç dizayn açısından; duvardaki kabartma hat çalışmaları güzel. Camlardaki ve minberdeki acayip desenler ise güzel değil. Kendinizi camide değil de bir show room’da gibi hissediyorsunuz. Hiç fotoğrafta göründüğü gibi değil. Mihraba bir Audi koysan; mekan cuk diye oturacak öyle bir durum var:)
Keşke oryantalizm olsa; hiç ilgisi yok. Daha çok bir ticarethane havası var.
Yazan:Levent Cetin Tarih: May 21, 2009 | Reply
Oryantalist olmak neden bu kadar elestiriliyor?
Yazan:Ahmet Turan KÖKSAL Tarih: Kas 9, 2011 | Reply
Evet, sadece yorumlarda bir yerde Hüsrev Tayla’nın adı geçiyor. Diğer kısımlar PR çalışması ne yazık.
Hüsrev Bey ile yapılan “mimari