Etiler’de mahalle baskısı
By Rasim Ozan Kutahyali on May 13, 2009 in Kemalizm, Komplo Teorileri, Laiklik, Milliyetçilik, Modernleşme, Psikolojik harp, Türk faşizmi, Ulusalcılık
Pazar öğleden sonra CNN TÜRK‘te yayınlanan Reha Muhtar ile Çok Farklı programının ekibi olarak toplanmıştık… Ahmet Tulgar, Eylem Doğan ve ben… Haftaiçi işleyeceğimiz konuları belirliyorduk… Buluştuğumuz yer Etiler Mado idi…
Biz muhtemel konuları ve konukları müzakere ederken, arka masadan yarı homurtulu sesler işitmeye başladım… Yüzlerini görmediğim bir adam ve hanımının sesleri… “Bu o Taraf gazetesindeki yazar diğ mi, TV’lere çıkan?” “Hııı… Hani o Kürtçüleri ve dincileri savunan…”
Bir pazar öğle sonrası Etiler’in göbeğinde, Mado gibi tanınmış bir mekânda dakikalar böyle geçerken, biz muhtemel konular ve konuklar üzerine konuşurken, baktım aniden arkadaki masada volüm hafif hafif yükselmeye başladı… Arka masadaki kişinin ağzından “hain, bölücü vs.” gibi standart psikopata bağlamış ulusalcı lafları çıkmaya başladı… Sonra ani bir hareketle ve yüksek sesle garsonu çağırdı… Garsona “Böyle şerefsiz, haysiyetsiz, vatan satan, bölücü adamları buraya alıyorsanız ben burada oturmam. Böyle kişilerin burada olacağını söyleseydiniz, biz ailecek buraya gelmezdik…” dedi…“Karım ve çocuğum yanımda olmasaydı ben gününü gösterirdim bu adama…” gibi “bilindik” maganda söylemine devam etti… Bizim masa da bu maganda söylemlerle birlikte bu patolojik olayı fark etti… Ben nedense bu kişiye kızgınlıktan çok acıma hisleri duyuyordum. O sözleri duyarken bile ister istemez kendimce acı acı tebessüm ediyordum. Eğitimli, kentli kendini çağdaş, laik gibi sıfatlarla anan bir toplumsal kesimin üyesi bir kişinin lümpenleşen ve patolojikleşen ruh hali, Etiler’in ortasında bir pazar günü karşımıza çıkıyordu… Ahmet Tulgar, bana göre çok daha aktif tepki verdi. O sıra eşi ve çocuğuyla birlikte herkesin duymasını ister şekilde söylene söylene gitmekte olan adamın yanına gitti. Yanımdaki korumam da tehditler yağdıran adama doğru yöneldi ama ben özellikle kolundan tutup sakin olmasını söyledim…
Ahmet Tulgar’ın da sözel olarak haddini bildirmesinin ardından bu adam gitti… Fakat esas felaket bundan sonrasıydı… Etiler Mado’nun yöneticisinin talimatıyla bir garson geldi ve bizden mekândan ayrılmamızı istedi… Biraz evvel Mado’dan ayrılan patolojik kişinin “Böyle şerefsiz, bölücü, vatan satan kişiler burda varsa, ben yokum” sözlerini emir olarak kabul etmişti herhalde buranın yöneticisi… Yine Tulgar bizlerin gazeteci olduğundan özellikle bahsetmeden ilkesel bağlamda böyle bir şey yapamayacaklarını söyledi. Ben de korumama işaret ettim, polis olduğundan bahsetmemesi için… Ahmet’in temel hukuk ilkelerine dayanan izahına rağmen başka bir garson bize hesabı getirdi, ayrılmamızı istedi. Ancak ondan sonra Etiler Mado’nun baş yöneticisini masaya çağırdık. Benim polis korumam kimliğini çıkardı, durumu belirtti… “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz, suç işliyorsunuz” dedi. Ahmet de bizlerin kim olduğundan vs. bahsetti… Masamıza, deminki tehdit eden ve hakaretler yağdıran adamın yarattığı havaya uygun olarak gelen Etiler Mado’nun yöneticisi ise bir anda helva gibi yumuşadı… Yüzünün rengi değişti ve 180 derece döndü… Bize karşı aşırı saygılı ve yakın davranmaya başlandı… Fakat iş işten geçmişti… Gündelik hayatta faşizm diye adlandırılan olgunun nasıl bir şey olduğunu bir daha görmüştük… Küfreden ve “Ben gününü gösterirdim ona” diyen saldırgan kişi sebebiyle bizden özür dilemesi gereken Mado yönetimi bir de bu tehditkâr ve saldırgan kişinin direktiflerine uygun olarak bizi kovmaya kalktı… Esas utanç verici olan şey budur… Bu tip hasta faşist tipler her yerde karşımıza çıkabilir… Görüldüğü gibi Türk ulusalcı-faşizmi sokak usulü plebyen faşizmin ötesinde elit ve kentli görünümlü bir magandalığı da yaratmış durumda… Etiler’in ortasında böyle bir şey olabiliyor… Mühim olan bu tiplere karşı Mado ve benzeri mekânların uygarlıktan yana doğru düzgün tavır koyabilmesidir… Tam aksine bu barbarlığa çanak tutmamasıdır… Böyle bir adamın yarattığı rahatsızlık sebebiyle özür dilenmesi gerekirken, taciz edilen kişilere karşı “Buradan ayrılın” tavrı hukuken de suçtur…
Mado firmasının genel yönetimi de kimi nereye yönetici olarak atayacağını iyi bilmeli… Bu olayı bir ibret vesilesi olarak değerlendirmeli… Böyle barbarlıklara izin verenlerin yaptığı yanına kâr kalmamalıdır… Bu olaylar, fikrini ifade eden başkalarına karşı da yaşanabilir… Maalesef öyle bir ortamdayız…
“Ah Türkiye muhafazakârlaşıyor, mahalle baskısı var, yandık bittik” diyenler de Fatih’te değil Etiler’in göbeğinde yaşanan bu Beyaz Türk faşizmini iyi tahlil etsin… Maalesef bu kesimin ruh hali çıldırma noktasına doğru gidiyor…
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
31 Yorum
Yazan:eg Tarih: May 13, 2009 | Reply
etiler’deki zorbalık beni şaşırtmadı da, rasim ozan kütahyalı’nın, reha muhtar’ın programının ekibinde olduğunu duymak (hiç izlememiştim ve reha muhtar’ı ve onun yaptığı, adını taşıyan herhangi bir programı izlemek gibi bir niyetim de yok)beni çok şaşırttı.
Yazan:Elabars Tarih: May 13, 2009 | Reply
Rasim Bey’in Beyaz Türk faşizmi üzerine yazdıklarına katılıyorum.Bir de acaba orda Rasim bey yerine başı kapalı bir kadın otursaydı durum nasıl olurdu onu tahayyül etmeye çalıştım.Daha önce başrollerinde yine Beyaz Türk semtlerinden birinde bir mekan, başörtülü bir hanım ve Faşist Beyaz Türk(ler)ün olduğu bir hikaye okumuştum diye hatırlıyorum.O hikayede de yine Beyaz Türklerin ”Bunları burda istemiyoruz” feveranları olaya damgasını vuruyordu.
Yazan:Tarik Tarih: May 13, 2009 | Reply
Ülkücülerin saldırısını yorumlarken şöyle yazmıştınız oysa:
” Ben yaşadığım bu saldırıya rağmen “İşte faşist saldırganlar” tipi jargonu asla benimsemedim, benimsemeyeceğim… O dil “iletişimsiz birliktelik” dünyasının yavan dilidir… “Bölücü vatan hainleri” tipi jargon da bu yavanlığın ters versiyonu…”
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 13, 2009 | Reply
Doğrusu Rasim Ozan Kütahyalı’nın Reha Muhtar’ın başını çektiği bir ekipte yeralması beni de şaşırtmadı değil.Demekki bu “medyatik olma” isteği ya insanda karşı konulmaz bir cazibe yaratıyordur ya da artık nasıl bir duyguysa herhalde çok da bulaşıcı bir şeymiş.
Bu arada Tarık beyin yorumu da biraz dikkatimi çekti.Acaba sözlü veya fiziki bu tür faşizan saldırlar üzerine birşeyler söylemek varken neden ayrıntılar üzerinde bu kadar duruluyor?Sonuçta üzerinde durulması gereken husus,bu zemini yaratan koşullar olmalı.Yoksa “bak dün bunu dedin,bugün de başka şey…”diye saldırıya uğrayan yargılamak olmamalı.Belki de ben yanlış yerinden bakıyorum.
Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: May 13, 2009 | Reply
Bu ulkede her siyasi gorus az ya da cok birileri tarafindan saldiriya ugramistir (sozlu ve fiziksel saldiridan bahsediyorum). Bu mantikla kimsenin elestirilememesi gerekir. Ote yandan, bu memlekette her kesimin, sura ya da bura kaynakli fasizmin saldirisina ugramis olmasina ragmen daha ‘kendisinden’ gordugu fasizmi kayirip gormezden gelmesi ve Turkiye’de fasizmin bu sayede hala tutunabildigi, bizzat Rasim Ozan Kutahyali’nin pek cok yazisinin ana temasini olusturmustur (Gulen cemaatini CYDD ile, Gulen cemaatini Kurt hareketi ile vs. vs. karsilastirdigi yazilarina donun bakin). Madem fasizmi nereden gelirse gelsin teshir edebilmek ve karsi durabilmek Rasim Ozan Kutahyali icin merkez onemde (yazilarinin pek coguna bakarak bunu soyleyebiliriz sanirim), o halde kendisinin de ayni seyi yapmasi lazim. Yoksa fasizmin (Kutahyali’nin tabiriyle ‘Ittihatciligin’) Turkiye’de hukum surmesinde kendisinin de bireysel sorumlulugu olur (bizzat kendisinin siklikla soyledigi gibi).
“Bu zemini yaratan kosullar” uzerine de bir seyler soyleyelim yeri gelmisken: Turkiye’de sermaye hukuksuzluk ortaminda palazlandigi icin bu tip davranislari anormal gormemek lazim. Bati’daki modern musteri ve vatandas haklarinin ugramadigi ortamda zenginlesenler tabii ki ayrimcilik falan gibi bir sucu tanimayacak. Yillar yili “KITler ozellessin, askeriye devlet icinde devlet, vergiler dussun”den ote sisteme pek elestiri getirmemis liberallerin bence ciddi sorumlulugu vardir bunda. Memleketteki hukuksuzlugu anca Kurtler, asker, Orhan Pamuk, Hrant Dink falan gibi konular baglaminda dillendirenler; en ufak kira tahsilati davasinin bile yillar sonra sonuclanabildigi sistemde serbest piyasa nasil olacak sorusuna kafa yordularsa bile bu konudaki dusuncelerini kamuoyuyla pek sik paylasmiyorlar.
Yazan:cemile bayraktar Tarih: May 13, 2009 | Reply
Bugün rutin olduğu üzre gazetemi aldım,derse geçecektim ki erken olduğunu fark ettim,ne tesadüftür ki Mado’ya uğradım,ön masadaki olgun yaşta iki beyin gazeteye bakan pis bakışları arasından köşede bir masaya oturdum,gazeteyi kurcalarken Kütahyalı’nın yazısına sıra gelince başlıktan kendimi alır almaz ben de sizler gibi Reha Muhtar ismini görünce’liberal demokrat cabbar’ delikanlımız Kütahyalı’yı zihnimde ilk demokrasi şehidimiz ilan ettim,hadi hayırlı olsun,hafif bir soru işaretinden sonra yazının ilerleyen kısımlarınıda bitirdim.
Düşündüm acaba aynı işletmenin farklı bir şubesinde elimdeki Taraf’ın kışkırtması sonucu bana pastahane baskısı yapmaya niyetli kişiler olsa benim gibi başörtülüyü kim korur?Mado beni kapı dışarı etse itirazımı kim duyar?Müdür 10 dk sonra gelip karşımda ezilip büzülür mü?Cevapları hepimiz biliyoruz.Neyse dedim akşam nasılsa bu yazı DD’ye düşer ben de içimden geçeni yazar rahatlarım,dediğim gibi de oldu ama ne hikmetse rahatlayamadım.
Kütahyalı’ya bakıyorum,yerden göğe haklı,bir o kadar şanslı.Bozuluyorum bu kadar şanslı olmadığımıza bozuluyorum.Ne yani diyorum,şiddet görüp mahalle baskısına biz de maruz kaldık,kimse köşesinde bizi kaleme almadı.Derken fesatlığım tutuyor,iyiki diyorum bu ülke de Ermeniler,Aleviler,Kürtler var üzülerek diyorum iyi ki varlar da onların elinden tutanlar bizi de araya sıkıştırıyor.Kayna(y)ıp gidiyoruz,kayna(ş)ıp gideceğimizi düşlüyorum.
Beynimde aynı düşünceler,hava güzel,anneanneme uğruyorum kendi yaşlarında üç konuğu var hafif slmlaşıyoruz,sohbetlerine kulak veriyorum,yaşlı teyzelerin bile sohbet içeriği değişmiş Deniz Fenerinden girip Ergenekon’dan çıkıyorlar.Şok oluyorum, 60 küsür yaşındaki anneannemin ‘gizli bir ulusalcı’ olduğunu öğreniyorum.Anneannem elinde mikrofon başlıyor,fondan üç ulusalcı teyze ile düete memlekette Erdoğan’dan,Ermeni’den,türbanlılardan,Kürtler’den kızıp söylenmedikleri,katil,vatan haini ilan etmedikleri kimse kalmıyor.O vatan hainlerinden biri de zavallı ben.Hadi bakalım gitme vakti diyorum,bir mahalle baskısıda aile içinden yemeden kalk,gidiyoruz.Ne koruman var?Ne mahalle baskısından sonra özür dileyecek kimselerin?Ne gazeten?Ne köşen?
İyi ki DD var,her asabı bozuğa yetişiyor 🙂
Yazan:Hakkı Bentek Tarih: May 13, 2009 | Reply
MADO franchise sistemi ile faaliyet gösteren bir firmadır. Dolayısı ile bütün MADO’ların sahipleri farklıdır.
MADO yöneticileri bir merkezden değil, şube sahipleri tarafından seçilir. Yani Etiler MADO ile Osmanbey MADO veya Küçükyalı MADO arasında sadece konsept ve ürün benzerlikleri vardır.
Yani MADO’ların sahipleri Ulusalcı da olabilir, Dindar da, Kürtte, Ermeni de….
Rasim Bey burada MADO ismini geçirirken, özellikle Etiler MADO’ya has bir durumdan bahsettiğini vurgulamalıydı. Bu bence bir hata…
Öte yandan Etiler gibi elit semtlerde, mekan sahipleri olay çıkarma potansiyeli taşıyan kişileri istemezler.
Ben şundan eminim ki, Etiler’deki MADO yöneticisinin, Rasim Bey’in kim olduğu hakkında fikri yoktu. Zaten bunu Rasim Bey de söylüyor.
O halde Yöneticinin Rasim Bey hakkındaki fikri, bağıran müşterinin söylediklerinden ibaret. Bu söylenenler de bir olay çıkma potansiyeline işaret ediyor.
Yani bu olay üzerine mahalle baskısından bahsedeceksek, sadece bağıran adam ve arkadaşlarını eleştirmeliyiz.
Yazan:Tarik Tarih: May 13, 2009 | Reply
Estagfurullah. Kısaca problem şu. Hertür faşist baskı ve ayrımcılıkla mücadele etmenin yolu bir kesimin bu tip eğilimlerini büyütürken, diğer kesimin açık faşist söylem ve eylemlerinin üzerini örtme çabasına girmemekten geçiyor.
Örneğin:
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11415199.asp?top=1
Belki de, Alperen ocaklarının “imajını” kendini dert etmiş bir entelektüel perspektiften, tutarlı bir “anti faşist” düşünce geliştirmesini beklememiz de haksızlık olacak.
Dolayısıyla, ülkücü faşistlerce hastanelik edildikten sonra edilen laf (iletişimsizlik diline sığınmamak adına faşist dememek) nerde, türkiyeli bir yazar için alalade bir pastane “tartışmasını” yorumlarken kullanılan dil nerde..
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 14, 2009 | Reply
Sn.Çobanoğlu,
Hangi mantığa göre faşizan tutumları hiç yargılamamak gerekiyormuş,biraz açıklama getirseydiniz bari.Ki benim yorumuma gönderme yapmışsınız,peki polemik olarak algılamayacaksanız iznizle sorayım:faşizan tutumları yolaçan zeminin/koşulların sorgulanmasını talep etmenin neresi sizin ileri sürdüğünüz anlamda eleştiriyi anlamsız kılıyor?Doğrusu ya benim ciddi bir anlatma sorunum var ya da kusura bakmayın her seferinde konuyu başka bir noktaya çekmek gibi bir alışkanlığınız var.
Bir kere uzun uzadıya kendinizce vardığınız çıkarsamalara açık bir yorumda bulunmuş değilim.Şimdi de söylediklerimin arkasındayım ve bana göre ayrıntılarla uğraşmak yerine bir zihniyet sorgulamasına ihtiyaç var.Dolayısıyla tayad’lılara yapılan saldırı,bayrak krizi yaratılarak bu bahaneyle denemesi yapılan toplumsal linçler,Ahmet Kaya posterli tişört giydi diye keza linçe maruz kalan genç,301 den yargılanan aydın ve gazeticelirin Kerinçgiller familyası tarafından mahkeme önlerinde uğradıkları saldırılar,basın bildirisi elinden alınarak yırtılan stk temsilcileri,başörtüsü nedeniyle tören alanına sokulmayan kadınlar,Kürtçe konuştu diye düşman gözüyle bakılan vatandaşlar…Ayvalık,Bursa,Adapazarı faşist saldırılar,Ermeni-Yahudi düşmanlığı,misyoner katliamları,Hrant Dink cinayeti ve buraya aktarılması durumunda uzayıp gidecek olan kabarık suç sicilinin yegane temsilcileri ve beslendikleri damar,zihniyet vs.aynıdır.Adres gayet bellidir:nerede bir saldırı varsa bunun ulusalcı/milliyetçi kesimler tarafından tertiplendiği herhalde bir sır değil.Şimdi bütün bunların üzerine kusura bakmayın ama bunlar ittihatçı mı,ülkücü mü,ulusalcı mı diye bir tasnife girişecek değilim.Ayrıca Kürtlere,Alevilere,Ermenilere yapılanları sadece gündeme geliyor diye küçük detaylara takılıp bunun mantık yürütmesi de bana düşmez.Kaynağı ve beslendiği zihniyet gün gibi aşikarken birinden birini diğerine göre daha haklı çıkarmak,savunmak gibi bir lüksüm de yok.
Kısacası nerede bir antidemokratik uygulama,kanunsuzluk,hukuksuzluk,adaletsizlik,hak ihlali olmuşsa,bana göre her vicdanlı insanın yüksek sesle buna itiraz etmesi gerekir.Ben bunu söylüyorum,yani bunu anlamak bu kadar mı zor?
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 14, 2009 | Reply
Tarık bey,
Yazdıklarınızdan şunu çıkarıyorum:Rasim Ozan Kütahyalı,saldırı,taciz,mahalle baskısı vs.şayet kendisini ait hissetiği kesimden gelince bunu örtbas etme yolunu seçiyor.Sanırım doğru okudum.Ve gene doğru okuduysam,Kütahyalı’nın kısmen örtmeye çalıştığını düşündüğünüz kesimler ülkücüler veya alperenler oluyor.Amenna,Kütahyalı’nın böyle bir tutarsızlığın içine sürüklendiğini varsayalım.Yani demekki bu şahıs her ne kadar ergenekon,ittihatçı,ulusalcı,milliyetçi vs. gibi zihniyet sorgulamalarıdan dem vuruyorsa da kendisi aslında gizli bir ülkücü sempatizanı ya da alperen hayranıdır.
Peki sizce bir ülkücünün,hepimizin tanığı olduğu bunca karanlık ilişkiyi deşifre etmesinin neresi kötü?Keşke memlekette böyle bir kaç ülkücü olsa da biraz rahat etsek:)))
Ayrıca sağcı olduğu tescillenmiş(!) birisinin yine ülkücüler tarafından hastenelik edilmesi de mi hiç ipucu vermiyor?Madem her sözü,yazısı,tv.konuşması bu denli sağda durduğunu kanıtlıyordu da adamlar ne diye gecenin bir yarısı tekme tokat girişmiş olabilirler.Biraz manidar değil mi?
Bence ne olup bittiğine odaklanmakta fayda var.Adamı kaypaklıkla,ağız değiştirmekle suçlamak yerine biraz da gerçeklere odaklanalım.Şiddet,saldırı,faşizan eğilimler nereden gelirse gelsin kötüdür,üzücüdür.Adamcağızın dilinde tüy bitti bunları söyleye söyleye.Her yerde yok Kürtçüdür,yok fettulahçıdır diye bir sürü düşman edinmiş durumda.En başta da yandaşı diye kayırıyor dediğiniz kesimler neredeyse vatan haini ilan ederek nefretlerini kusuyorlar.Dün fiziki saldırıya uğradı bugün sözlü saldırıya.Can güvenliği bile yok ve biz kalkmış adamı yerden yere vurarak öküzün altında buzağı aramakla meşgulüz.Gerçekten bu memlekete yazık oluyor.Ortalık cayır cayır yanarken tartıştığımız şeye bakın.
Yazan:suzannur Tarih: May 14, 2009 | Reply
Sevgili Cemile,
çok hoş bir üslubun var, ironi diz boyu ve kara mizahı nefis kullanıyorsun. İşin güzel ve zor tarafı ise küçücük yazına bir dolu gerçeklik sığdırmışsın, bu tarz yazılar yazsan ve biz de buradan okusak keşke.
yazılarını merakla bekleyeceğim :))
Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: May 14, 2009 | Reply
Demissiniz ki:
Bu (yani yukarida ortaya koydugunuz) mantikla degil sirf Kutahyali, kimse elestirilemez demek istemistim. Fasizan tutumlari yargilamakla ilgili bir yorum yapmadim, nereden cikardiniz anlamadim?
Hicbir yeri, ki zaten oyle bir iddiada da bulunmadim? Elestirilenin saldiriya ugramis olmasi elestiriyi anlamsiz kilmaz demeye calismistim. Yani sirf saldiriya ugradi diye Kutahyali hakkinda kritik gordugumuz bir elestiriyi yapmaktan cekinmemeliyiz. Tarik beyinki de bence son derece kritik bir elestiriydi.
Aramizda bir anlasma sorunu oldugu bariz.
Buradaki ‘ayrinti’lar nedir, tam olarak? “Dun sunu dedi, bugun bunu dedi” kismi ise, bunun neden ayrintidan ote bir sey oldugu konusunda Tarik beyin ve benim yazdiklarim sizi ikna etmediyse, bizzat Rasim Ozan Kutahyali’nin Taraf’ta cikan yazilarini okuyabilirsiniz.
Bu suc sicilinin tek damardan ve zihniyetten beslendigini dusunmuyorum. Misyoner katliamini tesvik etmese de, Zaman gazetesinin Turkan Saylan hakkindaki misyoner iddiali haberlerini nereye koyalim mesela (ki bu iddialar vaktinde Saylan Kizil Elma koalisyonunu elestirdigi zaman Aydinlik dergisinde yayinlanmisti)? Zaman gazetesi de ulusalci o zaman? Veya “Ermenilerin goz diktigi Van’a, biz Ermeni kokenli Yucel Askin’i rektor atiyoruz” diyen milletvekili, ulusalci veya milliyetci bir partiye mi mensuptu? Dedigim gibi, bu konularla ilgili bizzat Rasim Ozan Kutahyali’nin cok guzel yazilari var, tavsiye ederim.
Bu cumleden inanin hicbir sey anlamadim. Kucuk detaylar nedir, bu arada?
Peki. Oyle bir iddiam veya imam da olmamisti zaten?
Bunu anlamak zor degil de, butun bunlarin Tarik beyle benim soylemeye calistigim seyle iliskisini anlamak zor.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 14, 2009 | Reply
Bu cümlenin anlaşılmadığını belirtmişsiniz.
Memleketteki hukuksuzlugu anca Kurtler, asker, Orhan Pamuk, Hrant Dink falan gibi konular baglaminda dillendirenler..diye devam eden cümlenize karşılık söylenmişti.
Kürtler,asker,Orhan Pamuk,Hrant Dink gibi konuların işlenmesi size,inandırıcılığını yitirmiş taraflı bir bakış açısı gibi gelebilir.Bana ise çok ciddi ve öncelikli geliyor.İnsanların can güvenliğinin olmadığı,korku ve endişenin hakim olduğu bir ortamda ben buna öncelik veririm.Çünkü bizlere reva görülen bu güvensizlik ortamının tam ortasındayım ve iliklerime kadar bunu hissediyorum…Çünkü çocuklarım için endişeleniyorum…Çünkü henüz çetelerle yönetilmekten arınmış değiliz.Ve bu şaibeli,her yanı dökülen karanlık sistemin; yaşamımızı,geleceğimizi,özgürlüğümüzü,varlığımızı bizden çaldığı,tehdit edip ipotek altına aldığı bir ortamda, evet,sizin sözünü ettiğiniz “kira tahsilatı”vb.ne yaptığınız vurgu benim için ikinci plandadır…Güven ve huzur içinde nefes alabileceğim bir hukuk devleti yokken inanın ayrıntılara takılmak gibi bir lüksüm yok ve olamaz.
Sanırım anlamadığınız bölüm biraz açıklığa kavuşmuştur.
Yazan:ali duman Tarih: May 14, 2009 | Reply
Birtakım konulara karşı hassasiyetini ortaya koymuş olduğu görüşlerden kabaca zımbızlama yöntemi ile seçilerek alınan sözlerin, karşılaştırılması yani kısaca ZIMBIZLAMA yöntemi ile çelişkiler yaratmaya çalışmak ülkenin bir hastalığıdır. en başta da demogoji uzmanı ulusalcıların hastalığıdır.
Kütahyalı’nın fikirleri kendi içerisinde bir bütünlük teşkil etmektedir. Yumruk yemiş, olayın sıcaklığı ve duygu yoğunluğu ile bazı sözler söylemiş olması anlaşılamayacak bir durum değildir, kaldı ki bu durumda dahi olumlu mesajlar vermeye çalışmıştır, zira ateşe benzinle gitmenin hiç kimseye bir fayda sağlamayacağı açıktır. Olayın failinin üyesi olduğu partiyi en galiz faşizan sözlerle suçlamış olsaydı, düşmanlığı körüklemekten başka ne işe yarayacaktı, üstelikte tamda pusuya yatmış ortalığı SİS’e boğmaya çalışan kurtların, çakalların ve bu kurtların dahil olduğu ergenekoncuların işine yarayacaktı, bu oyuna gelmedi. Genç yaşına rağmen bu denli tecrübeli davranmış olmasını kalkıpta “faşistlere doğru dürüst bir cevap bile vermedi” diyerek eleştireceğiz, öylemi! bu eleştiriyi yapan ya da böyle düşünen(ler)in, pusuya yatmış karanlığı özleyen yarasalardan hiç bir farkı olamaz.
ayrıca bir ters vuruşta ben yapayım, madem herkes ters vuruş uzmanlığını sergilemekte.
“acı var mı acı”, “tüneli kaçmak için mi kazmışlar” gibi incilerini hala unutamadığımız, başarısız bir haber spikeri olan reha muhtar’ı; sunmuş olduğu program ve bu programlara çıkan kişileri, reha muhtar kişiliği üzerinden kınamak, reha muhtarı peşinen kategorize etmektir, bu yanlıştır. durmuş bir saatin en azından günde iki kez doğruyu gösterebilme gerçeği kadar reha muhtar’ında doğru yerde olma, olabilme ihtimali vardır, durmuş bir saate gösterdiğiniz güven ve itimadı genelde her insana, özelde ise reha muhtar’a gösterebilmek gerekir, zira reha muhtar sadece gazeteci olarak başarısız olmuştur, bundan gayri bildiğimiz bir yönü yoktur. Gazeteci olarak, ergenekon şaksakcılarının, gönüllü avukatlarının gördüğü saygıdan daha fazlasını hak ediyor olmalıdır.
Sn. Cobanoğlu;
Sanki olamazmış gibi “Zaman’da mı ulusalcı” demissiniz, evet Çobanoğlu Zaman’da ulusalcı olabilir, ulusalcılık çok geniş fikri alana sahiptir ve TÜRK-İSLAM sentezine oldukça teşnedir, ayrıca bu ülkede her şey mümkündür, zira sol diye bildiklerimizin önemli bir kısmının Ergenekon’cu olmaları gibi, böyle bir durum çok doğal ve eşyanın doğasına uygundur, hattızatinde MİLLİ GÖRÜŞ’ün önemli bir kesimi de MİLLİ yani ULUSALCI’dır. (isminden de belli değil mi?)
28 Şubat sonrası Erbakan’dan kopuşun altıda Hoca’nın da ULUSALCI olması yatıyor olmasın!!! her şey mümkün ve daha bilmediğimiz çok şey var, Hoca ulusalcı yönüyle, 28 ŞUBAT’a giden yolların taşlarının döşenmesine yardımcı olmuştur, zira sakallı ve cübbelilere Başbakanlık resmi konutunda iftar yemeği verilemeyeceğini bilemeyecek kadar saf değildir. (ha birde unutmadan ulusalcı yanıyla Susurluk için “faso fiso” demişliği de cabası) Bu dinci ULUSALCI’larımız şimdilerde tekmil birden SP’de zanaat icra eyliyorlar.
BURASI TÜRKİYE VE HER ŞEY MÜMKÜN. ÖKÜZÜN ALTINDA BUZAĞI DA OLUR, ÖZELLİKLE DE 1923 SONRASINDA .
Yazan:cemile bayraktar Tarih: May 14, 2009 | Reply
Sevgili SuzanNur,
teşekkür ediyorum,inş.Sevgiler
Yazan:eg Tarih: May 14, 2009 | Reply
ali duman bey,
benim reha muhtarla problemim onun geri zekalı haberciliğinden kaynaklanmıyor. onun 28 şubat sürecindeki tetikçiliğinden kaynaklanıyor. kaldı ki son zamanlarda o tetikçiliği bıraktığına dair bir emare de görülmüyor. hatta daha da fazlalaştığını düşünüyorum bu tetikçiliğin…bu yüzden rasim’i bir tetikçiyle yan yana düşünemedim. ama benim kanaatim basın ve gazetecilikte hızlı “yükselme” hevesi her insanı belirli bir süre sonra herkesi bekir coşkun ya da emin çölaşan’ın tüevleri haline getirebilir.rasim’in gittiği yol da çok üzgünüm ama o yönde…
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 14, 2009 | Reply
Sn.Ali Duman,
Maalesef derin devlet yapılanmasının ülkeyi getirdiği kaos ortamına kafa yorup bu yapıyı tasfiye edebilecek toplumsal dinamizmin,demokratik güçlerin gelişebileceği bir kitlesel muhalefetin önünü açmak yerine; Zaman’la Cumhuriyet’i,F.Gülen’le Türkan Saylan’ı karşılaştırmak/kıyaslamak gibi bir tartışma zeminine doğru evriliyoruz.Sanki bu yapılanmanın ulusalcılardan mı yoksa muhafazakar bilinen çevrelerden mi sadır olduğu,ya da kimin nerede konuşlandığı bu gerçeği değiştirecekmiş gibi…
Oysa Zaman ve aynı çizgide yayın yapan gazetelerin de,SP nin çizgisinde hareket eden ve bizzat AKP’nin de içerisinde bulunan zihniyetlerin de(Cemil Çicek,Vecidi Gönül ve daha niceleri)pekâlâ ulusalcılığın bir kanadını temsil ettiklerini,başta R.Ozan Kütahyalı tarafından defaatle dile getirilmiş ve getirilmektedir.Kaldı ki bu karmaşık ilişki ağı farklı platformlarda dillendirilmekte ve bilinmektedir.
Ne var ki,meseleyi ideolojik etiketlere indirgeme hatasına düşenler maalesef olaya taraf mantığıyla bakarak tartışmayı bir ideolojik hesaplaşma düzlemine çekmekte ısrar etmektedirler.
Halbuki mesele Erbakan ile Türkan Saylan’nın duruşu ile sınırlı bir hadise değil.Farklı kulvarlarda görünseler de bu iki zihniyeti temsil eden anlayış esasta aynı yapıyı desleklemekte birleşiyor.Bir tarafın dini istismar ediyor olması,diğerinin Atatürkçülüğü kalkan olarak kullanıyor olması asıl gerçeği,yani büyük resmi değiştirmiyor.
İşte bizler toplum olarak,yaratılan bu sisli havaya kurban ediliyoruz.Sanki Cumhuriyet gazetesinin çizgisi ve bu çizgiden hareket ederek “toplum mühendisliği”ne soyunan T.Saylan,Yalçın Küçük,D.Perinçek,T.Özkan,Necla Arat,Nur Serter ve bilumum CHP zihniyetini temsil eden ulusalcıların karşısına Zaman gazetesini,Erbakan’ı,F.Gülen’i vd.lerini koyunca her şey yerli yerine oturacak…Sanki işimiz gücümüzü bırakıp bu danıkşıklı dövüş içerisinde yeralmış aktörlerden birini diğerine göre örnek göstermek,karşılaştırmak,kıyaslamak dışında hiçbir sorumluluğumuz yokmuş gibi.Ne münasebet!Hepsi aynı yolun yolcusudur ve ana renkleri aynıdır.Bizleri şaşırtan renk tonları farklı görünse de koparılan gürültü yüzeyde ve şekilden ibarettir.Derinlerde ise bu iki ayrı(!) kutup müteffiktirler ve aynı amaca hizmet ederler.Ve bu bariz gerçeklik gün gibi orta yerde dururken bizim onların adına bu sahte ve şekilci kavgaya ortak olmamızın hiçbir mantıklı açıklaması yoktur.
İşte anlatmak istediğimiz budur sn.Duran.Ne var ki ideolojik rekabetlere takılıp kalan arkadaşlarımıza bunu anlatmanın bir yolunu bulamadık.
Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: May 14, 2009 | Reply
Bana da öyle geliyor. Lütfen söylemediğim veya ima etmediğim şeyleri bana atfetmekten vazgeçin. Benim eleştirim liberallerin duruşunaydı. Liberal kuramcılar (kuramda) ekonomik ve siyasi liberalizmi birbirinden ayırmaz. İkisinin birbirine önceliği yoktur. Benim bildiğim böyle. Hal böyleyken, daha siyasi ve ekonomik olmayan konulardaki hukuksuzluğa isyan ederken (haklı ve doğru olarak), ekonomik hukuksuzluğa itirazlarını çok sınırlı tutmalarını eleştirdim. Kira tahsilatı sizin için ayrıntı olsa bile, liberaller için olmamalıdır (liberal kuram gereğince). Söylediğim sadece budur.
Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: May 15, 2009 | Reply
Ortalıkta süren bu yangının adı nedir? Faşizm. Faşizme karşı duruşumuzda tutarlı olmazsak bu yangın bitmez. Ben demiyorum ki Kütahyalı neden vaktinde Alperen reisine ‘en galiz faşizan lafları’ etmedi. Zaten Kemal Sunal’ın bir filminde dediği gibi, faşist lafının küfür gibi kullanılmasına karşıyım. Faşizm entelektüel argonun dağarcığında bir hakaret değildir, bir ideolojidir. Sadece diyorum ki, Alperen reisine demeyip Mado’daki adama dememizin sebebi ne? Birisini faşist bulma ve bunu açık seçik belirtme kıstası ne? Alperen reisine denilince yangına benzinle gidiliyor, Ergenekoncular pusmuş bekliyor da beyaz Türklere söyleyince bunlar niye olmuyor?
Yukarıdakiler benim şahsi fikirlerimdir. Görüyorum ki katılmayanlar var, ki doğal olacaktır; ama bu birbirimize abuk subuk ithamlarda bulunmamız için geçerli bir sebep değildir. Bundan dolayı, dünyanın kendi doğrularının ve komplo teorilerinin etrafında döndüğünü zannedenlerin “pusuya yatmış karanlığı özleyen yarasalar” şeklindeki suçlamalarını aynen iade ederim.
Yazan:ali duman Tarih: May 15, 2009 | Reply
Sn. Cobanoglu;
Kütahyalı’nın bbp’liler ile bir restleşme/çatışma içine girmesi “pusuda bekleyen karanlığın yarasaları” olan ve bir darbe ortamı için ülkeyi kan gölü haline getirmenin planlarını yapmış olan ergenekon çetesinin işine yarayacağı çok açık değil midir? bu oyuna gelmemek için Kütahyalı’nın tavrı ve tutumu çok doğrudur.
Yaratılacak bir çatışma ve kaos halinin kimin değirmenine su taşıyacaktır? çatışma, kaos ve terörden en fazla sıradan ve masum insanların zarar gördüğünü daha kaç kez yaşamamız gerekiyor.
bir aydın olarak bunu anlayabilmeniz gerektiğini düşünmekteyim.
Mado olayına gelince, sıradan faşizm, görünen faşizmden daha tehlikelidir, yani Mado’daki anlayış, bbp.lilerin sahip olduğu anlayıştan daha tehlikelidir, sıradan sokak faşizmi bizi Almanya Nazizmine götürür.
“Pusuya yatmış karanlığı özleyen yarasalar” size atfen söylenmemiştir, bu söz, ülkeyi kan gölüne çevirmek için planlar yapmış komplocu, katliamcı, komitacı terör çetesi ve yandaşları için sarf edilmiştir.
Sn.Aziz Yılmaz,
öncelikle elinize ve dilinize sağlık, yazdıklarınızın her kelimesine yürekten katılıyorum.
300 Yıldır hakim sınıf ve kapitalizme hizmet eden ulusalcılık anlayışı, tavan yaptığı Hitler ve Musolini dönemi sonrasında ve en nihayet, devletlerin bütçesinden daha büyük uluslararası şirketlerin ortaya çıkması ve artması, teknoloji ve iletişim imkanlarının da gelişmesi ile, 300 yıl boyunca hizmet ettiği kapitalist anlayışa artık dar gelmeye başlamış, bunun sonucu olarak ta bu sistemin tasfiye edilmesini gündeme getirmiştir.
Pek tabiki bu anlayıştan güç bulan ve bugünkü gelişkin seviyesine ulaşmış olan kapitalizm, kendi kurduğu ulus-devlet modelini yine kendi eliyle global-küreselleşmeye dönüştürmekte, yarattığı ulus devlet modelini, birleşik devletler/ortak işleyen pazarlar modeline çevirmektedir.
Pek tabiki esasen işin özünde değişen bir şey olmayacaktır. Küreselleşen kapitalizme, ulus-devlet modeli ile direnmeyi “ilericilik” olarak göstermek, bunu bir “anti-kapitalist”, hatta “anti-emperyalist” savaş olarak göstermeye çalışmak, felsefe adına komik bir durumdur.
Çıkarları bozulan hakim sınıfın bu zihin bulanıklığından istifade ile küreselleşen, iletişim ile sınırları ortadan kalkan bir dünyada “köylü” olarak kalmaya yönelik mücadele yürütmesi, tamamen çıkarlarını kaybetmemeye yöneliktir. Ayrıca bu siyasetin bilerek veya bilmeyerek payandası olanlar için bu durum siyasi miyopluktan öte bir şey değildir, zira korunmaya çalışılan ULUS MODELİ de, karşı konulan KÜRESELLEŞME modeli de KAPİTALİZMİN kurduğu ve güçlendirdiği modellerdir. Miadı doldurduğunda da kendi elleriyle kurduğunu, başka bir model/şekle dönüştürmektedir.
Kapitalizme güç vehmeden, en barbar savaşların ve katliamların yapılması ile insan ve emek sömürüsüne imkan sağladığı içindir ki Marx, ULUSALCILIĞA karşı ENTERNASYONALİZMİ ortaya koymuştur.
Lafı çok uzatmadan kapitalizmin kendi iç çelişkilerinden birini kendine amaç ve yol edinmişlere sözüm o ki büyük resmin kapitalizmin kendi iç çelişkileri arasında olmadığını, çelişkilerden çelişki seçmenin kapitalizmin değirmenine su taşımaktan ve yapay gündemler ile kapitalist kurallara dahil olmaktan başkaca bir şey ifade etmeyeceğini hatırlatmak isterim.
Her ne kadar yenilmiş ve yeni yazım ve marx okumaları üretemeyerek çağın gerisinde kalmış dahi olsa ulusculuk-kapitalizmin panzehiri enternasyonalizm-sosyalizmdir. Yani büyük resim ULUSCULUK ise onun karşıt büyük resmi ENTERNASYONALİZM’dir. Doğrusu; ulus-devlet modeli kapitalizme dahildir, ulus-devlet modelini savunarak kapitalizme karşı değil, sosyalizme karşı mücadele edebilir, kapitalizme hizmet edersiniz.
Yani ya ulusalcı-küreselleşmeci-kapitalist, ya da enternasyonalist-sosyalist olabilirsiniz. Ulusalcı olup; anti-kapitalist/anti-emparyalist olunamaz, bu durum ancak bu ülke kemalistlerince mümkündür ki bu da ayrı bir komedidir.
Pek tabiki büyük resmin kendi iç dinamiklerine yönelik ürettiği siyaset her zaman mümkündür. Misal küreselleşmeye karşı çıkmak bir ulusalcının don-kişotluğu olabilir, ancak bir sosyalist, don-kişotluk yapmak yerine, küreselleşen dünya içerisinde sermayenin kazandığı haklara karşılık emekçilerin de serbest dolaşım hakkı başta olmak üzere diğer tüm hakları kazanmak için mücadele etmesi en akılcı yoldur.
Daha da büyütelim, insanların iyi yaşamalarını savunmak, hukukun üstünlüğü, daha fazla özgürlükçü,katılımcı ve çoğulcu demokrasi talebi aynı zamanda kapitalizme karşı verilecek en önemli mücadelelerdir, zira küreselleşme, kapitalizmin enternasyonalizme en nihayet 150 yıl sonra verebildiği yanıttır, bu yanıtın da elbet bir karşı yanıtı olacaktır. Ancak bu yanıt yine bir kapitalist model olan köhnemiş ve iflas bayrağını çekmiş ulusalcılığın verebileceği bir yanıt olmayacaktır, pek tabiki yine ulusculuk modeli ile aynı hazin sonu taşıyan stalinist sosyalizmde bu yanıtı veremez, bu yanıtın ne ile ve nasıl olacağını ise bizzat tarihin kendisi gösterecektir.
kapitalizm; demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü vb. konulardaki gelişkinlik durumuna kendi kendine ulaşmadı, sosyalizmden olumlu etkileşimleri sonucunda ulaştı, elbetteki her iki kutup birbirleriyle rekabet halinde insanlığa daha iyi çözümler üretebildiklerince var ve güçlü olabileceklerdir.
Eksikliklerinin de çok olduğu elimen geliğimce büyük resmi ortaya koymaya çalıştım, herkese iyi çalışmalar ve kolaylıklar diliyorum.
Yazan:Murat Aygen Tarih: May 15, 2009 | Reply
4 sene ikamet ettiğim Etiler gibi “mutenâ” bir semtin yapacağı “mahalle baskısı”na pabuç bırakan ora sakinlerinden bilem daha yumuşaktır. “C.H.P.nin kalesi” olarak bilinen bir semtte 1960 yılından beri ikamet ediyorum ve 1975 yılından beri de bizzat MAHALLEYE BASKI yapıyorum. Birkaç kez sözlü olarak terslenmekten daha kötü bir şey gelmedi başıma.. Az önce, semt sakinlerini “elektromanyetik dalgalara karşı bilinçlendiren” gençlere “yürürlükten T. Özal’ın kaldırdığı Telsiz Kanunu Gen. Nuri Yamut’çu bir anlayışla daha da sertleştirilerek geri getirilsin mi?” diye sordum. “Biz siyaset yapmıyoruz” falan dediler, o kadar..
Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: May 15, 2009 | Reply
Benim için değildir. Muhalefet yapıyorum gibi algılanmasın, yok böyle bir şey diye kestirip atmıyorum. Ama Alperenlerle restleşen bir sürü kesim varken Kütahyalı’nın da çıkıp bir şeyler söylemesi ülkeyi nasıl darbeye götürecek anlamış değilim. Darbe plancılarının Alperenler üzerinde provakasyon ihtimali düşünülüyorsa, o zaman şunu söylemek isterim: Kışkırarak bir yerlere saldırma bu kitlede münferit değil, periyodiktir. Alperenlerin öncülleri (Ülkü Ocakları) ve bunların derin devlet ile 40 yıldır olan ilişkileri ortadadır. Bunlar varken sanki bu işlerle hiç alakası olmayan bir kitle, onlarca aydının yanında bir de Kütahyalı laf etti diye Ergenekon’a savrulacak gibi bir kuramın dayanaklarını görmek isterim.
Bugünkünden farklı nasıl bir çatışma ve kaos doğabilirdi, tarif eder misiniz?
Sıradan sokak faşizminin ciddi bir tehlike olduğu ve bizi Almanya Nazizmine götürme potansiyelini taşıdığı konusunda tamamen sizinle hemfikirim, anlamadığım, BBPlilerin sahip olduğu anlayışın Beyaz Türk faşizminden neden daha az tehlikeli olduğudur?
Bunların üstüne eklemek istediğim bir şey var:
Yazının geri kalanında Sayın Yılmaz’a cevap vermişsiniz. Her bir kelimesine katılıyorum. Anlamadığım şey, uluslararası ekonomi-politik dinamiğin belirleyiciliği konusunda kafanız bu kadar netken nasıl hala daha Ergenekon konusunda aşırı sayılabilecek komplo teorilerine inanabildiğiniz. Hakikaten, uluslararası kapitalizmin bugünkü nüfuz seviyesine rağmen Ayışığı ve Sarıkız’ın başarıya ulaşmış olma ihtimaline, ve bundan sonra hala parlementer demokrasi serbest piyasa lehine tatmin edici ölçüde işlediği sürece herhangi bir darbe olabileceğine inanıyor musunuz?
Yazan:ali duman Tarih: May 15, 2009 | Reply
Sn. Çobanoğlu;
benim de asıl anlayamadığım her taşın altından ETÖ çıkarken, bu ETÖ denen canavar her olguyu kendi lehine kullanmakta usta iken ve bu ülkede sayısız katliamlar, darbeler 17.500 faili meçhul cinayetler işlenmiş iken, bu denli gerçekliğin içerisinde boğulmuş iken, yine bu komplocuların tertiplediği “ali kalkancı, fadime şahin, müslüm gündüz” pespaye kurmacaları ile 28 şubat yapılmışken bunları görmezlikten gelerek, komplo teorisi olduğunu iddia etmek nasıl bir şeydir.
öyle ise bana bizahmet, danıştayı açıklayın, cumhuriyeti bomba atılmasını açıklayın, hirand dink’i, malatya katliamını, papaz santora cinayetini, ali kalkancı-fadime şahin-müslüm gündüz kurmacasını açıklayın, kanlı pazarı, kanlı 1 mayıs 1977’yi, 6-7 eylül’ü, 28 şubatı, 12 eylül öncesi terörünü, sivas, çorum, kahramanmaraş’ı açıklayın da komplo teorileri üreten ben olayım.
yer gök bomba fışkırıyordu, şimdi denizden fışkırmaya başladı bunları açıklayın da, ben kendimi komplocu ilan edeyim. Net konuşun, Ergenekon’a “ABD komplosudur” diyenlerdensiniz açıklayın, zira bu da bir düşüncedir. İnananı için.
bir bomba, bir tabanca ile Danıştay basıldı, yargıç öldürüldü, bunun üzerine milyonlar sokaklara döküldü, yeri geldi tek bir mermi bir dünya (II.dünya) savaşının patlak vermesine neden oldu, hiç bir şey göründüğü gibi basit değildir. Pek tabiki bir yumruk, bir mermi ile çok şeylerin fitili yakılmış olabilir, bugün Kütahyalı yumruk yer, yarın bbp’li biri mermi yer, bir alevi dedesi öldürülür, bir camii bombalanır, alın size kaos, zaten bunların planlandığı da ortaya çıktı. Bir yumruk ile başlar, mermiler ve bombalar ile devam eder, tıpkı 12 eylül öncesinde olduğu gibi (aynı tabanca ile aynı gün içinde hem solcu hem sağcı öldürülmüştür)
Kütahyalı’ya yumruk atılması aynı zamanda Yazıcıoğlu sonrasında, bbp’in Ergenekon amacına yönelik ne denli kullanılabileceğinin de test edilmesine yönelik olabileceği yüksek bir ihtimaldir.
ETÖ’nün, kendi avukatlığını yapması için chp dışında kalan iki partiyi (dp ve bbp) ele geçirmek için başkanlar düzeyinde vermiş olduğu mücadeleyi görmemek için saf olmak gerekir, zira 76 yaşındaki cintonik bey, kendi deyimiyle “genç” olarak boşuna kendini orta yere atmış değildir, partisini kullandırmamaya, tekrar 12 eylül öncesi dönemi yaşatmamaya kararlı olan bbp başkanı, muhtelen çok ustaca kurgulanmış bir sabotaja kurban gitti, yerine seçilecek olanı göreceğiz, olacakları hep birlikte izleyeceğiz.
Terör örgütü, avukatlığını yapan partilerin yanısıra, toplum mühendisliği için gerek duyacağı şiddeti sağlayabileceği taşeron bir parti arayışı içindedir, zira ipliği pazara çıktıkca bu organizasyonları tezgahlamakta zorlanmaktadır, bu çalışmaları anlayamamak ancak siyasi körlükle mümkündür.
Sizce bunlar birer komplo ürünü olabilir, ancak yaşanan tecrübelerden dolayı benim düşüncem bu doğrultutadır, her taşın altında ETÖ vardır, bundan böyle de her taşın altından çıkma olasılığı çok fazladır, zira geçmişte kontrolü olmadan yaprak dahi kımıldamamıştır, bugüne kadar ki gizli iktidar olma durumu kolayca vaz geçebileceği bir şey değildir, çatışmaya devam edecektir, en azından vuruşarak çekilecektir, ya da galip gelecek ve öncekiler gibi bu iktidara da önünde diz çöktürecektir, hep birlikte izleyeceğiz ve göreceğiz.
Tüm bunlara rağmen keşke sizin gibi iyi niyetli olabilseydim. Ancak Türkiye için aydınlık günlerin geleceğine inancım, -terör örgütü çökertildikce- güçlenmektedir.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 16, 2009 | Reply
Sn.Çobanoğlu,
Son yorumunuz sayın Duman’a cevaben yazılmış olmasına karşın sanırım sohbetinize katılmakta bir sakınca görmezsiniz.
Önce darbe konusundan başlayalım.Bence olası bir darbeyi salt geçmişte deneyimlenen yöntemler üzerinden değerlendirmemek gerekiyor.Sonuçta adı “darbe”gibi negatif bir çağrışım yapsa da,bu olgu bir şekilde çağın kaçınılmaz olan değişim/dönüşüm dinamiğinden kısmen etkilenmektedir.Dolayısıyla düşündüğünüz anlamda(ki darbeden kastınızın bu olduğunu anladım)tanklı,tüfekli,Hasan Mutlucan’lı kahramanlık türküleriyle bir darbenin gerçekleşme olasılığı bir hayli zayıf.Burada size tamamen katılıyorum.Zira tam da açıklık getirdiğiniz şekilde iç dinamikler görünür gelecekte bu tarz bir darbeye geçit vermeyecek gibi görünüyor.Ancak bu zorunlu yöntem değişikliği,darbeyle eşdeğer bir tehditin tamamen ortadan kalkmış olduğu anlmanı da gelmemeli.Bu bağlamda darbe karşıtlarının farklı algılar içerisine girmesi biraz doğal.Mesela bana göre bizler toplum olarak,işlemekte olan ve henüz dolaşımdan kalkmamış örtülü bir darbeyle yönetiliyoruz.Demokratikleşmeye gidecek olan yollar tıkalıysa,yeni bir sivil anayasanın hayata geçmesi birileri tarafından sürekli engelleniyorsa,bu başlıbaşına darbecilerin ve bu zihniyeti yaşatmak isteyen asıl iktidar sahiplerinin tek yetkili ve söz sahibi olduğunun bir kanıtıdır.Bundan hareketle ortada iktidar savaşları etrafında dönen ancak bunun yanısıra statukoda direnenler ile değişimi talep eden güçler arasında bir halat çekme yarışına dönüşen bir toplumsal hareketlilik var.Ben darbeden bunu çıkarıyorum.Yani devlet kurumlarını ele geçiren güçler bu direnci kısmen sivil darbelere kaydırabilirler ki e-mıhtıra,parti kapatma ve türban kararının anayasadan dönmesi,C.Başkanlığı seçimi vs.sivil veya yargı darbesinin nasıl demoklesin kılıcı gibi tepemizde sallandığını yeterince ortaya koyuyor.Ayrıca GK başkanının siyasete yön verip yönettiğ,yargı üyeleri ve rektörlerin siyasi pari temsilcileri gibi davrandığı bir ülkede ne hukuk devleti ne de parlamenter rejimden sözedilemez.Ergenekonu,devlet-çete-mafya ilişkilerini geçiyorum.Dolayısıyla topluma hükmedip ülkenin kaderini belirleyen böylesi kemikleşmiş bir yapı yerinden milim kadar kımıldamazken darbe endişesini biraz anlamak gerekir diye düşünüyorum.
Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: May 16, 2009 | Reply
Neyin komplo teorisi olduğunu görmezden gelmişim?
Size dair sitemimdeki “…dünyanın kendi komplo teorileri etrafında…” sözümden dolayı yazdıysanız bütün bunları, açıklığa kavuşturalım. Bahsettiğiniz fiilleri Ergenekon ve öncülü derin devlet çetelerinin gerçekleştirdiğinin komplo teorisi olduğunu ne düşündüm ne de ima ettim. Dolayısıyla size açıklayacak bir şeyim de yok, bunlarda hemfikiriz.
Lakin, Ergenekon’un tam da bu her taşın altından çıkma özelliği hakkında komplo teorisi üretmeyi mümkün kılıyor. Bunun çirkin örneklerini hep beraber gördük. Zaman gazetesi Ankara’daki Alevi-Bektaşi mitinginden önce neler yazdı hatırlıyor muyuz? Ne oldu? Bunu geçtim, DESA’ya karşı eylemde olan sendikalı Emine Arslan’ın gene aynı yayın grubunda DESA patronu tarafından Ergenekoncu ilan edildiğinde ne buyurmuştunuz? Gözünüz kapalı inandınız mı STV haberlerine? Bunu da geçtim, 1 Mayıs hala taze, hatta bizzat benim de katıldığım bir tartışma bu sitede döndü. Gene Ergenekon gelecek ortalığı sallayacak dendi dendi ne oldu?
Gördüğümüz gibi yaratılan puslu havadan faydalanmaya çalışanlar sadece Ergenekon değil. Buradan yola çıkıp sizin niyetinizi sorguladığımı zannetmeyin. Ama hiçbir şey benim için somut delil ve akıl ekseninden çıkmaya gerekçe olamaz. ETÖ Danıştay hakimini öldürttü derseniz, makul delillerle geldiğinizde (ki var) komplo teorisi falan demem. Öte yandan (iyi bir örnek olması için abartı uç bir örnek vereceğim) ETÖ 1973’te Şili’de Allende’yi devirdi derseniz ve doğru dürüst bir dayanak göstermezseniz, benim için uçuyorsunuzdur. Yine aynı şekilde ETÖ aslında Tapınak Şövalyeleri imiş derseniz ve yine söylentiden başka bir şey yoksa elinizde aynı durum geçerlidir.
Hal buyken:
Evet Kütahyalı’ya atılan yumruk Allende’yi devirme örneği gibi olmadı, makul bir iddia. Ama bir de benim hipotezimi dinleyin: Alperenlerin davranışlarını eğer bizzat gözlemediyseniz bile arkadaşlarınızdan sağdan soldan duymuşsunuzdur. Alperenlerin ve ülkücülerin sadece son iki yıldır olan saldırılarının külliyatını “Kütahyalı’ya Saldırı” yazısının yorumları kısmında vermiştim. Öyle eleştiri falan kaldıran insanlar değillerdir. Yazıcıoğlu’nun ölümünden sonra zaten Muhsin Başkan’ın mazisine dair soldan gelen yorumlar epey kızdırmıştı pek çoklarını. Bir örnek isteyen açıp Ekşi Sözlük’e baksın. O da kesmiyorsa Namık Kemal Zeybek’in Radikal’deki Muhsin Başkan’ın ardından yazdığı yazısının sonunu okuyun. Günlerin gerginliği Kütahyalı’nın çıkıp bunu TV ekranlarından, lafı dolandırmadan söylemesiyle koptu.
Yani diyorum ki Alperenlerin alışıldık hareketleri. Uyguladıkları şiddeti bilenler için öyle şaşırtıcı bir olay falan değildir, tam tersine şaşıranlara şaşırıyorum. Küpe takıyor diye öğretim görevlisi dövenlerin Muhsin Başkan’a öyle ayan beyan “temiz biri değil” diyen birine yumruk atmaları için Ergenekon gazına ihtiyaçları olduğunu düşünmüyorum. Bu yumruk her zamanki icraatlerinden önemli bir sapma göstermiyor.
Demişsiniz ki:
“Yazıcıoğlu sonrasında, bbp’in Ergenekon amacına yönelik ne denli kullanılabileceğinin de test edilmesine yönelik olabileceği yüksek bir ihtimaldir.”
Sizin iddianızın sağlam ve zayıf tarafları var. Sağlam tarafı, hakikaten Yazıcıoğlu’nun ölümünün karanlık olması ve parti üst yönetiminin olayı “kazaydı” diye kapatma çabalarının abartı düzeye varması (ailesine araştırma haberlerini vermeyecek kadar). Zayıf tarafı, Ergenekon’un BBP ile önceden ilişkili olduğunu gösteren deliller. Alperen Ocakları’nın evrimsel atası Ülkü Ocakları’nın kuruluşunu, vaktinde içinde bulunduğu ilişkileri falan bir tarafa bırakalım. Sırf fotoğraflarla/videolarla belgelenmiş Yasin Hayal-BBP bağı ve hatta “bizim tarlayı sürmüşler” diyen Muhsin Başkan’ın “Yasin Hayal McDonalds’a maytap attıktan sonra…” şeklindeki demecini (http://www.milliyet.com.tr/2007/02/10/son/sonsiy03.asp) hatırlamamız kafi. Yani Ergenekon’un gül bahçesi BBP’ye yeni yeni giriş yaptığı yönündeki iddiaların gözümde hiçbir inandırıcılığı yok.
Ayrıca diyelim ki Kütahyalı olayı provakasyon. Nasıl bir provakasyon? Beklenen amacı ne? Diyelim Kütahyalı faşist dedi ilk yazısında. Ne olacaktı? Bana bir iki tane olası senaryo söyleyin, olabilirliklerini ve mantıklılıklarını konuşalım.
Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: May 16, 2009 | Reply
Rica ederim, hiçbir zaman.
Kavram karmaşası içerisinde tutarlı düşünce geliştiremeyiz. Darbe kelimesinin karşılık geldiği olgu bellidir. Bunu başka şeyleri tanımlamak için kullanırsak ne düşünme ne de tartışma zeminimiz olur. İsterseniz askeri vesayet diyelim, yaygın bir terim. Ben yarı-demokratik veya yarı-meşru sistem demeyi tercih ediyorum. Veya siz bir şey önerin. Ben yazının devamında askeri vesayet demeyi tercih edeceğim.
Evet, askeri vesayet bir gerçeklik. Hatta bana göre uzun vadede askeri darbeden daha kötüdür. Yunanistan’da 7 yıl cunta hüküm sürdü, ama sonra cuntacılar layığıyla yargılanıp cezalandırıldılar. Ordu bir daha öyle siyasete falan karışamadı. Bizde yapılan 4 darbeyi toplasanız 7 yıl sürmedi ve her seferinde asker kendisi geri çekildi, ama getirdikleri yarı-faşist rejim gitmek bilmedi.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: May 16, 2009 | Reply
Verimli bir düşünce paylaşımı için elbette kavram karmaşasından kaçınmak gerekir.Ancak tartışmakta olduğumuz çarpık sistem ve derin yapılanmaların doğru anlaşılmasını engelleyecek bir kavram kargaşasının olduğunu düşünmüyorum.Sözkonusu olan;yakamızdan bir türlü düşmeyen,ülke kaderiyle oynamaktan vazgeçmeyen kemikleşmiş bir yapının varlığıdır.Açıkçası ülke yönetiminin tek karar verici konumundaki otorite tasfiye edilecek düzeye gelmediği ve sorumluları yargı önünde hesap verip cezalandırılmadığı sürece bizler toplum olarak,hep şiddetli bir depremin,tusunaminin bizleri nasıl vuracağının endişesini taşıyacağız.Dolayısıyla,bunun adının darbe,askeri vesayet ya da yarı demokratik rejim olması,beklenen kaygıların boş olduğu ya da bertaraf olduğu anlamına gelmez.
Bakınız,12 Martta henüz çocuktum.12 Eylül’ü ise çok net hatırlayabiliyorum.28 şubat ve devamındaki denemelerde ise nasıl bir toplumsal zemin tasarlandığının canlı şahidiyim.Bu bağlamda darbe günlükleri az bir şey değildir.Sonuçta gerçekleşmemiş olması sözünü edilen felaketin artık hiç gelmeyeceği anlamına gelmiyor.Ayrıca nasıl ve ne şekilde geleceğinin de bir önemi yotur,yani pekâlâ öldürmeyen ama süründüren biçimiyle vurur(yıllardır yabancısı olmadığımız malum durum).
Dolayısıyla aslolan,hangi biçimiyle olursa olsun bu tehditin topluma hükmettiği ve her an farklı bir versiyonuyla şiddetlenmeye hazır kapıda beklediğidir.Ayrıca geçmişte yaşananlarla karşılaştırıldığında özünde yöntemin ve kurgulanan senaryoların da hep aynı olduğunu görürüz.Misal 28 Şubat,sarıklı-kavuklu tiplerin devlet protokolüne dahil edildiği bir sürecin ardından gerçekleşti.Sayın Duman’ın da çok yerinde saptamalarında olduğu gibi Müslüm Gündüz-Ali Kalkancı-Fadime Şahin üçlemesiyle zemin pekiştirilmiş oldu.Peki Erbakan bu senaryonun farkında değil miydi?Sarıklı cüppeli insanların devlet protokolüne katılmasıyla fırtınanın kopacağını bilmeyecek kadar saf olamazdı herhalde.Hele çocuk piyeslerinden bile laiklik adına huylananların ve en ufak bir gerekçeyi bu yolda kullanmaya hazır olanların pusuda beklediği bir ortamda bunun dikkatlerden kaçacağı düşünülemez.
Şimdi,kıyısından döndüğümüz darbe girişimine dönelim.Ki son deneme bir hayli zamana yayılarak mütemadiyen devam etmiş ve hâlâ da devam etmektedir.Başlangıçta ordu içerisinde bütün detaylarıyla planlandığı anlaşılan bu girişim darbe günlükleriyle gün yüzüne çıkıyor.Ordu içerisinde hazırlıklar yapılırken bir yandan da toplum desteği aranıyor,kitabına uydurulmaya çalışılıyor.Ve ne gariptir senaryo yine aynıdır.Oyuncular,dekor vs.değişmiş gibi görünse de izlenen yöntem aynıdır.Danıştay saldırısı,Cumhuriyet gazetesinin bombalanması vs.ile toplumsal bir kaos yaratılarak darbeye meşruiyet kazandırılması amaçlanmıştır.Keza Cumhuriyet Mitingleri,”biz kaç kişiyiz”kampanyaları,yandaş medyanın darbe çığırtkanlığı,Hükümet’e dayatılan Sınır Ötesi harekatı,tırmandırılmak istenen iç çatışmalar,yaratılmak istenen şövenizm dalgası vs.de bu oyunun bir başka ayağıdır.Son olarak da gerçekleşememiş bu girişimin ardından hâlâ bu ruhu diriltmeye çalışıldığı ayak oyunları devam etmektedir.Hani derler ya bir umut işte.Darbe özlemiyle yanıp tutuşanlar,belki tutar hesabıyla Başbakan’ın “halife”li pankartlarla karşılanması,Manisadaki resmi protokole sarıklı,sakallı bir vatandaşın zumlanan görüntüleri birilerinin bu sevdadan hiç vazgeçmediğini göstermektedir.Bütün bunlar elbette basit detaylar gibi görülebilir.Ancak şurası bir gerçek ki,ülkede darbe yapmaya hevesli bir kesim ve bunu her koşulda desteklemeye hazır yedek güçler hâlâ sağlam mevzilerinde anı kollamaktalar.Kâh sivil anayasanın önüne barikatlar kurarak,kâh adeleti engelleyerek bu tarihi misyonlarını bırakmaya da hiç niyetli görünmüyorlar.
Dolayısya bizdeki cunta rejimleri Yunanistan’daki,Latin ülkelerindeki cuntalara pek benzemez.Buralarda asker güç kullanarak iktidarı ele geçirir,diktatörlüğünü kurar ve iktidardan uaklaştırılıncaya kadar(ya da sizin de belirttiğiniz gibi cezalandırılınca dek)bu böyle devam eder.Bizde ise asker ve ordu, aksine demokrasinin teminatı ve ülkenin tek sahibiymiş gibi bir güç ve yetkiye sahiptir.İstedikleri zaman duruma el koyarak ülkeyi hizaya getirirler,ayar çekerler.Yani bilfiil iktidarda olup olmamaları bir şeyi değiştirmiyor.Öyle de böyle de tek karar verici mercidirler zaten.Tipik,bize has bir demokrasi şekli anlayacağınız.
Peki ülkede bunu kabullenmiş bir yapı varken asker durup dururken bu “ayrıcalığından” niye vazgeçsin?İşte asıl can alıcı nokta buradadır.Zira adına demokrasi denip bu çarpıklığa rıza gösteriliyorsa ve bu garabet yapı topluma demokratik,laik hukuk devleti diye benimsetilmişse olacağı budur.
İşte bana göre sorunun kaynağı buradadır.Askerin parlamentonun üzerinde bir yetkiyle donandığı bir sistem şayet en yüksek devlet kurumlarınca da kabul görüp destekleniyorsa,yargı bırakınız buna en ufak bir müdahalede bulunmayı bunu demokrasinin,hukuk devletinin,anayasal düzenin(!)vs.nin teminatı gibi görüyorsa…Özgür(!) basın bir ordu gazeteciyle GK.Başkanının ne söylediğine pür dikkat kesip bunun üzerinden meleketin geleceğini tahlil etmeye çalışıyor ve ülkenin başbakanı direktifleri bizzat GK.bşk.lığından alıyorsa ortaya çıkacak demokrasi bundan fazlası olamaz.Kısacası bu derin ve kemikleşmiş yapı ve zihniyet kökten değişmediği sürece ordunun “hadi bana eyvallah”deyip siyasetten çekilmesi pek mümkün görünmüyor,yani işimiz bir hayli zor görünüyor sn.Çobanoğlu.
Yazan:ali duman Tarih: May 16, 2009 | Reply
Sn.Çobanoğlu,
Sn. Aziz Yılmaz ile yapmış olduğunuz ve benimde kısmen kıyısından kenarından dahil olduğum tartışmanın çok faydalı olduğunu, genel hatları ile aynı fikirlerde olduğumuz kanaatindeyim, ayrışmakta olduğumuz detay sayılabilecek hususlar “subjektif” değerlendirmelere dairdir, bu da çok doğaldır.(zira subjektif olanın, objektif olma zorunluluğu yoktur)
Sn. Aziz Yılmaz’ın da bahsettiği darbe konusuna ilave etmek istediğim fikirlerim ise şunlardır; halihazırdaki hükümetin yaptığı gibi darbe/muhtıraya karşı dik durma tavrı gösterildiği sürece ordu’nun bir darbe yapmaya kalkışmayacağını, ancak her an bir “darbe yapma potansiyeline sahip” olduğu izlenimini vererek, vesayetçi sistemi sürdürme gayreti içinde olacağını düşünmekteyim.
Darbe için yegane koşul; darbe/muhtıranın muhatabı olan hükümetin vesayetçi oluşudur. Yani darbe ve/veya muhtıra ancak Demirel veya Erbakan tipinde bir başbakan ile mümkün olabilecektir, zira 27 mayıs hariç bugüne kadar yapılmış olan darbe/muhtıraların bizzat o günkü hükümet/başbakan ile iştişare edildiğini ve danışıklı yapıldığına inanmaktayım. Bu kanıya 27 Nisan e-muhtırasının tarzıyla varmış bulunmaktayım.
Şöyle ki; öncekilerin aksine, muhatabıyla iştişareli olmadığı için 27 Nisan e-muhtırasına, muhatabın nasıl bir tavır göstereceği bilin(e)mediğinden, muhtıra; elektronik ortamda verilmiş ve muhtırada hukuken geçersiz imza kullanılmıştır. Yani muhtıranın altına “Gnkur.Bşk.” imzası yerine “Türk Genelkurmayı” şeklinde imza konmuştur. Oysa Türkiye’de böyle bir makam mevcut değildir, bu ince ayrıntı muhatabı ile danışıklı olmayan bir muhtıranın verilmesinden kaynaklı bir korkudur, hükümet dik durmuş ancak daha öteye, hukuki bir yaptırıma gitmemiştir. Bu yola başvurmuş olsaydı muhtemeldir ki e-muhtıranın sahibi, e-muhtırayı red ederek “bu bir hacker işidir, muhtıra elektronik mi verilir” şeklinde kendini savunma avantajına sahip olabilecek ve herhangi bir hukuki yaptırıma uğramayacaktı. Kimsenin dikkate almadığı bu ince ayrıntıdan kendimce bu sonucu çıkarmaktayım, yani, konu her yana çekilebilecek esnekliği içerisinde barındırmaktadır, zira dönemin genelkurmay başkanı, muhatabınca kabul görmediği için güdük kalmış muhtıra için, “o muhtıra değildi” demiştir. (32.Gün) Şayet güdük kalmasaydı, yapılanın adı bal gibi “muhtıra” olacaktı. Yani yersen “muhtıra”, yemezsen “hassasiyet”.
28 Şubat darbesi; Başbakan Erbakan’ın korkak tavrı ve Cumhurbaşkanı Demirel’in darbeyi desteklemesi ile yapılabilmiştir, Cumhurbaşkanı Demirel; GnkurBşk.Org. Karadayı’yı emekliliğe sevk etmek isteyen hükümeti değil, darbe yapmak isteyen Org. Karadayı’yı desteklemiştir.
Kısaca darbeler kendisine karşı dik duran hükümetlere karşı yapılamayacağı gibi, yapılabilmesi için en azından Cumhurbaşkanı desteğini gerektirmektedir.
Demirel ve Erbakan tipinde bir cumhurbaşkanı/başbakanımız olmadığı sürece darbeler o denli uzağımızda demektir. Darbesiz ve bol demokrasili günler dilerim, selam ve saygılarımla.
Not-1: Sn. Çobanoğlu, Zaman ve STV’yi hiç takip etmediğim için yayınları hakkında bir fikrim mevcut değildir. BBP ve Muhsinoğlu hakkındaki görüşlerinize katılıyorum, ancak Muhsinoğlu’nun tüm yaşanmışlıklardan olumlu dersler çıkarmış olabileceğini, ETÖ davası için savcılara önemli bilgi ve belgeler vermiş olabileceği ihtimallerini yok say(a)mıyorum. Ayrıca aydınlarla ve Hırant Dink’in ailesi ile buluşma taleplerini de.
Not-2: Sn. Aziz Yılmaz’ın “adı konmamış örtülü darbe” ile yaşamakta olduğumuz tespitine sonuna kadar katılıyorum, daha da ileri giderek 12 eylülden bu yanaki dönemi “12 Eylül Cumhuriyeti” olarak adlandırmaktayım.
Not-3: Türkiye’de yaşanması gereken en önemli gelişme ve tecrübe, saptanması halinde darbe niyeti taşıyan generallerin bir gece yarısı imzalanacak kararname ile emekliliğe sevk edilmeleri olacaktır. Cumhurbaşkanı seçimine neden bu denli önem verildiğinin gerekçesi ise burada saklıdır, zira bu emeklilik kararnamesinin onay makamı Cumhurbaşkanlığıdır.
Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: May 16, 2009 | Reply
Sayin Yilmaz ve Duman,
“Varolan durum” hakkinda anlasmadigimiz bir taraf goremiyorum. Sadece “niye” ve “ne yapmali” noktasinda kendi bakis acimi ortaya koyacagim.
Ilk once sunu acikliga kavusturayim:
Demis sayin Yilmaz. Ima ettiniz demiyorum, sadece durusumu acikliga kavusturmak icin soyleyeyim: Hicbir zaman belli seyler yapilmadan Turkiye’de bir daha darbe olmayacagi gibi bir dusunceye kapilmadim. Mesela ne demisim:
Kalin yazilmis yere dikkatinizi cekerim. Darbe olabilmesinin belli kosullari oldugunu belirtiyorum. Daha once belirttigim gibi kendimi sosyalist olarak nitelemesem de, sosyalistlerin darbe teorilerine neredeyse harfine kadar katilirim. Misal Ertugrul Kurkcu’nun Ergenekon hakkinda yazdigi birkac yazi vardir, o yazilarda yazanlarin %99’unun altina imzami atarim. Sosyalistler Ergenekon’u ciddiye almiyor diye topa tutuldular. Hicbir zaman Ergenekon’un varligini ve cezalandirilmasi gerektigini yadsimasalar da, evet ciddiye almadilar cunku darbe kosullarinin cok zayif oldugunu ve Ayisigi-Sarikiz gibi projelerin zaten olu dogdugunu dusunuyorlardi. Onun icin Ergenekon sorusturmasini Baskin Oran gibi cumhuriyetin 90 yildan sonra bagirsaklarini temizlemesi gibi algilamadilar. Gercek bir bagirsak temizligi, kosullari olgunlasmamis darbelerin durdurulabilmesiyle degil, kosullari olgunlasmis darbelerin durdurulabilmesiyle mumkun olur. Ancak bu (ve askeri vesayetin tasfiyesi) oldugu zaman bir degisiklikten soz edebiliriz.
Bu noktayi iyice vurgulamakta yarar var, zira “Turkiye darbelerle ilk kez hesaplasiyor” gibi iddialar bu konudaki algimizi iyice yaniltmis durumda. Bir kere darbelerle hesaplasma gibi bir durum yok, tek bir darbeyle hesaplasma durumu var. 28 Subat ve(ya) 12 Eylul iddianameye eklendiyse bile ben duymadim. Ikincisi, bu ulkede ilk defa darbeciler tasfiye edilmiyor. Soyle bir bakalim: Bugune kadar 4 tane basarili darbe girisimi oldu Turkiye’de. Buna karsilik 3 tane basarisiz darbe girisimi diyebilecegimiz olay olurken (Talat Aydemir’in 2 darbe girisimi ve 9 Mart), yine askeri mudaheleye yonelik basarisiz girisimler diyebilecegimiz olaylar da oldu (misal 14’lerin tasfiyesi). Yani darbelerin basarisiz olma orani hic de dusuk degil. Bir ikinci onemli nokta, basarisizliga ugrayan darbecilerin cogunlukla tasfiyesine ragmen* basarili darbecilerin hicbir zaman hesap vermemesi ve basarili darbelerin topluma yerlestirdikleri kurumlara hicbir sekilde dokunulmamasidir (bir istisna 196)
* Sayin Duman demis ki darbe girisimi saptanan generallerin ansizin emekliye sevk edilmesi onemli bir gelisme olacaktir. 9 Mart’tan hemen sonra emekli edilen Celil Gurkan tumgeneraldir, ama orgeneraller emekliye sevk edilmediler. Bana gore orgeneraller de emekli edilse cok onemli bir gelisme olmayacaktir; cunku bence TSK Turkiye’nin en kurumsal yapisidir ve kurumun bekasi icin orgenerali de rahatlikla harcar (misal Esref Bitlis).
Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: May 17, 2009 | Reply
Yanlislikla Enter tusuna basinca mesaj yarim gitti. Kaldigim yerden devam ediyorum:
…basarili darbecilerin hicbir zaman hesap vermemesi ve basarili darbelerin topluma yerlestirdikleri kurumlara hicbir sekilde dokunulmamasidir (bir istisna 1961 Anayasasi, ki ona dokunan da baska bir darbe oldu).
O zaman gercek bir degisiklikten soz etmek istiyorsak, iki soruyu cevaplayabilmemiz gerekir:
1-) Nicin bazi darbeler basarili olurken, bazilari basarisiz oluyor ve basarili olanlarin kazanimlari temelli yerlesebiliyor ve kendilerine hesap sorulmuyor?
2-) Basarili olma potansiyeline sahip darbeleri nasil durdurabiliriz veya en azindan uzerinden belli bir zaman gectikten sonra hesap sorabiliriz?
Benim kanaatime gore bu iki soru cevaplanmadan bu konuda hicbir adim atilamaz. Nasil cevaplanir derseniz: Eh, siyaset bilimci degilim. Ama bu konuda olusmus amator fikirlerim var. Her turlu geri beslemeye minnettar olurum:
1. sorunun cevabi icin butun durumlari kapsayabilecek bir cevabim yok. Boyle bir cevabin olmama olasiligi da kuvvetle muhtemel, zira mesela 1960 ve 1997’deki Turkiye ve Dunya ayni degil. Ama yine de baktigim zaman iki tane kalibin tekrarladigini goruyorum:
Birincisi, TSK’nin darbe konusunda tam bir konsensuse varmasi, ya da en azindan katilmayanlarin tarafsizligini saglayabilmis olmasi. Bu ikincisinin karsi cikma potansiyeli olanlarin darbeden once basarili bir sekilde tasfiye edilmesi (atma veya emekli etme) yoluyla saglanmasi rastlanan bir durum. Mesela 12 Mart’tan once toplanan Silahli Kuvvetler Komuta Konseyi‘nde Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Hayati Savaşçı soyle demis:
“Savaşçı ayrıca, siyasi duruma askeri müdahale konusunun artık tartışılır olmadığını söyledi. Ordu müdahale ediyordu, karar verilecek olan şey bunun biçimiydi. Toplantıdan açık bir konsensüs çıkmasının önemli olduğunu söyledi ve bunun önemini de şöyle izah etti: Konsensüs olmasa, karardan ötürü hayal kırıklığına uğrayan taraflar, kendi görüşlerinin kabulü için güç kullanarak zorlama yapabilirlerdi. Hangi karar alınırsa alınsın, hızla bütün birimlere iletileceğini de söyledi Savaşçı.” (Ankara’daki bir CIA gorevlisinin Amerikan Disisleri Bakanligi’na gonderdigi bir nota gore)
14’lerin tasfiyesi Milli Birlik Komitesi’nin fikir ayriligi sonucu oldu. Talat Aydemir’in darbe girisimleri de ayni sekilde, hem Cevdet Sunay’in hem de generallerin onayini alamamisti. 9 Mart darbesi ayni sekilde, hem Genelkurmay Baskani hem de 1. Ordu komutaninin muhalefetiyle karsilasti.
Basarili darbeler arasinda sadece 27 Mayis emir-komuta zinciri disinda ve biraz da catismayla kotarilabilmistir. Kalan butun darbelerde emir-komuta zinciri ve konsensus saglandi. Bunun en vurucu ornegi 12 Eylul’dur. Su anda okudugum kaynak yanimda olmadigi icin detaya giremiyorum, ama soyle bir sey vardi: 12 Eylul aslinda 1 yil onceden planlanmis bir girisimdi. Sanirim Kenan Evren tarafindan katilimcilara darbeyle ilgili birtakim zarflar verildi ve daha sonra ilk YAS’ta bu kisilerin bir kismi emekli edilmek zorunda kalindi (misal Bulend Ulusu). Daha sonra emekli edilen kisilerin guceniklik sebebiyle girisimi ihbar edebilecegi kaygisi olusmus, ama hepsi emekli edildikten sonra zarflari Genelkurmay’a bizzat getirip teslim etmisler. Bu derece sadakat ve disiplinin meyvesi Turkiye’nin kapsam ve nicelik bakimindan en buyuk darbesi oldu.
Kurumsal disiplin disinda ikinci sebep, onceki iletilerimde de belirttigim ekomomik-politik konjonktur. 27 Mayis’in hemen oncesinde Amerika’dan yardim kesilince Sovyetler Birligi’nden sanayi yatirimi cekmeye calisiliyordu. 12 Mart’ta AP hukumetinin benzer girisimleri, bunun yaninda Amerika ile afyon ekimi anlasmazligi, Arap ulkeleri ile iyi iliskiler kurmaya baslama gibi durumlar vardi. Ayrica 12 Mart bir nevi solcu 9 Mart’in karsi darbesiydi. 12 Eylul yine, sol muhalefetin ciddi sekilde yukseldigi ve 24 Ocak kararlarinin uygulanmasinda sikinti cekildigi bir donemdi. 28 Subat’ta ise basbakan olarak Islam birligi, Islam natosu, Islam ortak pazari diyen bir adam vardi. Ayrica havuz sistemiyle KITleri adam etme politikasi da guduyordu.
Ikinci sorumun cevabina gelince, insanlarin bilinclenmesinden ote hicbir yol goremiyorum. Bilincsizlik hemen her kesime sirayet etmis durumda. En zehir zemberek Ergenekon darbe karsiti gorunenlerin, Kontrgerilla-sikiyonetim-12 Eylul isbirliginin getirdigi 1 Mayis’ta Taksim yasagi soz konusu olunca “ne var bu kadar israr edecek, yormayin AKP’yi” dediklerine sahit olduk (hem askeri vesayetten sikayet edip hem de darbenin getirdigi yasaklari kirma cabalarina dudak bukmek anlasilmaz bir celiski). Ayni sekilde, askerci rektorlere, darbeci beyaz Turklere bilmemneye zehir zemberek gidenlerden 2547 sayili YOK yasasina ciddi bir elestiri duymuyoruz (YOK yasasinin 4.a maddesini donup okuyalim. Oradaki hedeflerle yetismis nesilden ne bekleniyor ki?). Solda desek zaten sosyal demokrasi diye bir sey kalmamis, sosyalistler genelde siki dursa da iclerinden TKP gibileri cikabiliyor. Ozetle:
1-) Ayirt etmeden her turlu darbeye karsi cikilmalidir.
2-) Darbeye karsi cikmak, darbelerin kazanimlarina da karsi cikmaktir. Darbe genclerin siyasete girmesini yillarca engellediyse, gencligi siyasete girmesi icin tesvik etmeliyiz. Darbe YOK yasasini getirdiyse, ya YOK yasasini kaldirtmali ya da cagdas bir YOK yasasi istemeliyiz. Nasil darbelere ayirt etmeden karsi cikiyorsak, darbelerin kazanimlarina da ayirt etmeden karsi cikmaliyiz.
Fazla uzadi, bir noktadan sonra dusuncelerimi toplamak benim icin de zor oluyor. Simdiye kadar yazdiklarima gelecek cevaplar uzerinden devam etmeyi tercih ediyorum.
Yazan:Tarik Tarih: May 17, 2009 | Reply
Ben, birinci AKP döneminde buna benzer kriterlerde oldukça umutluydum. Kürt meselesi dışında (tabanı ve türkiyedeki güç ilişkileri dolayısıyla temkinli yürüdüklerini, hala daha yapılacak işler olsa ve ağır ilerleseler de doğru çizgide yürüdüklerini düşünüyorum)koca 7 yıllık iktidarda bu anlamda türkiyedeki demokratik standarları geliştirecek bir icraatle karşılaşmadık.
– AKP, YÖK sistemine karşıydı. YÖK ve Çankaya’nın üzerinde anlaştığı bir aday tek bir oyla dahi rektör olabiliyordu. Bu konuda üniversiter özerklik cephesinde göründüler, bugünki haliyle YÖK’ü (en sağlam 12 eylül kurumudur) tasfiye edecek yasal düzenlemelere girişeceklerini söylediler ama Teziç sonrası YÖK’ün tepesine kendi adamlarını atayabildikten ve son olarak onay merci Çankaya Gül’e geçtikten sonra değşen hiçbirşey olmadı.
– Askerlere karşı ellerin güçlendiren, AB reformlarını gerçekleştirdiler ama 301’de Adalet Bakanının onayıyla dava açılabilir gibi, yargı bağımsızlığını da düşünmeden, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki en büyük engele sahip çıktılar. Onca eleştiriye rağmen pozisyonlarını korudular.
– AKP ileri gelenleri, Cumhurbaşkanlığının meclis üzerinde çok geniş yetkileri olduğunun (12 eylül sonucudur), meclisin yetkilerinin genişletilmesi amacıyla demokratik bir perspektiften eleştirisini yapıyorlardı. Çankaya’ya kendi “adamları” çıkınca yapı aynen korundu.
AKP yüzde 10 barajını tartışmaz. AKP cumhurbaşkanlığı yetkilerini tartışmaz, AKP artık üniversiter özerklik yönüne çekilmiş YÖK duvarını tartışmaz.
– Siyasi partiler yasası üzerinde bir tartışma okudunuz mu peki? Milletvekillerini, kongre delegelerini genel başkan önünde kapı kulu haline getiren yasa budur. Bu yasa kapsamında üzerinde konuşabildiğimiz tek nokta partilerin kapatılması meselesi. Onu da önce DTP’ye aynı yasayla kapatma davası açılmasında sessiz kalan, ta ki o silahla, kendisinin de vurulabileceğini farkeden AKP’nin ara formülleri üzerinden tartışıyoruz.
Biz geçen genel seçim öncesi Anayasa değişikliği tartıştık. Ne anladık? Üniversiteye tesettürle nasıl girilebilir, daha doğrusu hangi tür örtünmeyle girilir, hangi türlerle girilemez. TC anayasasında tasvir edilmeye kalkışılmıştı serbest ve yasak örtünme modelleri, hatırlıyor muyuz?
http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mehmet-altan/bizim-muhalefet-yeryuzunun-cok-gerisinde-haber-184968.htm
AKP ne bu siyasi yapıyı doğrudan hedef alıyor ne de tasfiyesi doğrultusunda kayda değer kazanımlar gerçekleştiriyor. Meclis üzerinde, üniversiteler üzerinde, sivil toplum üzerinde sallanan sopa bir elden diğerine geçti ama o sopayı kırıp atmayı samimi olarak düşünen hiçkimse yok. Ergenekon soruşturmaları da bunun bir tazahürüdür, taksim tartışmaları da. Dindar bir cumhurbaşkanı hayali kuranların, zamanın eli kanlı, darbeci generallerine saygıda kusur etmiyor oluşları da beni o yüzden şaşırtmıyor.
“Demokrasi”, “demokrat” nosyonları yerine “faşizm”, “faşist” nosyonlarını yerleştirin, yukarıdaki Kütahyalı-BBP eleştirimden çok farklı biryerde değiliz.