Kimlikçi siyaset Türkiye’de federasyonu zorunlu kılar V
By Emre Er on May 18, 2009 in BBP, CHP, Devletçilik, Kemalizm, MHP, Milliyetçilik, Özgürlükler, PKK, Terör, Türk Solu, Ulus-Devlet, Ulusalcılık
Federasyonda ek kontrol mekanizmaları
Bir federasyon kurulduğunda merkez ile federe devletçikler arasında yetki bölüşümü nasıl olacak? 1949 Alman Temel Yasası’na bakacak olursak federe devletçikler ile federal devlet arasındaki yetki bölüşümü beş esasa göre yapılmış. Yetkilerin bir kısmını sadece merkezi yapı, bir kısmını sadece bölgesel yönetimler kullanıyor. Bazı yetkilerin yasal düzenlemesini merkez yapıyor, uygulama bölgelere bırakılıyor, bazı yetkiler merkez ve bölgeler tarafından ortaklaşa kullanılıyor, bazı yetkiler ise bölgelere ait olmakla beraber sınırları merkezi yasama tarafından çizilir.
Almanya’da Temel Yasa’nın 71. ve 73. maddelerine göre bölgesel yönetimler eğitim, iç güvenlik ve kültürel konularda tek yetkili. Yine aynı maddelerde ulaşım, para politikası, dış güvenlik ve dış politika alanları merkezin tekeline bırakılmış. Bunların dışında saymadığımız birkaç konunun da dışındaki bütün alanlarda bölgesel ve merkezi yönetimler ortaklaşa çalışıyorlar. Türkiye’de yetki bölüşümü daha farklı olabilir. Ama tabii federasyon kurup bütün yetkileri merkeze vermekten söz etmiyoruz. Mesela eğitim ve iç güvenliği sadece bölgesel yönetime terk etmek yerine ortak alan olarak tayin etmek mümkündür.
Türkiye’de kimlikçi siyaset hakim duruma gelirse federasyon her kimliğin yaşam tarzını garanti altında hissetmesini sağlar. Çünkü artık çoğu merkezi politika bölgesel yönetimle eş güdüm halinde yürütülmek zorunda kalacaktır. Hiçbir bölgesel yönetim de bölgedeki hakim yaşam tarzına aykırı bir merkezi kararı uygulamayacağı için merkez bölgesel duyarlılıkları daha fazla göz önünde tutmak zorunda kalır.
Federasyon kimlikçi siyasetin kendisini de ortadan kaldıracaktır. Çünkü bir bölgede o kimliği paylaşmayan partiler bulunamayacak. AK Parti gibi bir kitle partisinin olmadığı bir Türkiye’de İzmir MHP ve CHP, Erzurum MHP ve SP, Diyarbakır DTP ve SP arasında bir yarışa sahne olacak. İzmir’de MHP ve CHP arasında laiklik kavgası, Erzurum’da MHP ve SP arasında milliyetçilik kavgası, Diyarbakır’da DTP ile SP arasında Kürt hakları üzerine bir kavga yaşanmayacağı için bölgesel seçimlerde kimlik konuşulamayacak. Federasyonda federe devletçikler gündemde büyük bir yer tutacağı için de kimlikçi siyaset giderek zayıflar. Partiler temel siyasetlerini halkın gerçek sorunları üzerine kurmak zorunda kalırlar.
Federasyon sadece yatay düzlemde merkez ile bölge arasında bir denge kurmaz; dikeyde de yasama içinde bir kontrol sistemi kurar. Almanya örneğinde olduğu gibi bölgesel duyarlılıkların ağırlığını koyabileceği bir Federal Konsey kurulur. Halk Meclisi’nde halk temsil edilirken, Federal Konsey’de bölgeler temsil edildiği için her bölge eşit sayıda temsilciye sahip olur. Bir bölgenin temsilcileri bir yasayı veto ederse o yasa çıkarılamaz. Halk Meclisi’nden çıkacak bütün kararlar Federal Konsey’in onayına tabi olacağı için bölgesel kimliklerin hazzetmediği yasalar çıkarılamaz.
Batıcı kimliğin zaman zaman çok güçlenmesi Türkiye’de Federal Konsey’e olan ihtiyacı gün yüzüne çıkarıyor. Böyle bir yapı olmadığı için Anayasa Mahkemesi Batıcı kimlik adına bir veto mercii gibi davranmaya başlıyor. Oysa Anayasa Mahkemesi’ni demokratik bir sistemde bir kontrol kurumu olarak düşünmek hukuku siyasetin içine çeker ve hukuka güveni zayıflatır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi esnasında bir Federal Konsey olsaydı, Anayasa Mahkemesi Batıcı duyarlılık adına hukuk dışı davranmak zorunda kalmayacaktı. Türban düzenlemesi esnasında bir Federal Konsey olsaydı yine benzer durum yaşanmayacaktı.
“Laiklik duyarlılığı olan” vatandaşlarımız Federal Konsey fikrini epey sevmiş olabilirler. Ama şimdi aynı konseyde aynı yetkilerin Kürt haklarına duyarlı olanlar için de geçerli olacağını söylediğimde pek hoşlarına gitmeyebilir. Öyleyse herkes kimlik bazında siyasi davranış göstermeyi bir kenara bıraksın, ekonomiye baksın.
Yatay ve dikey düzlemde geliştirilecek federatif çözümler ile kimlikçi siyasetin hızı kesilebilir. Tabii, tekrar tekrar ifade ediyorum, böyle bir senaryo Türkiye’nin tek kitle partisi olan AK Parti iktidarda olduğu sürece gerekli olmaz. Ancak AK Parti doğal ya da doğal olmayan yollardan iktidarı kaybederse hele bir bölgesel parti tek başına iktidar olursa sistemik bir sıkıntı ortaya çıkar. AK Parti olmasa bile Türkiye’de AK Parti’den sonra en fazla milletvekili olan CHP ve MHP bölgesel siyaset yapmayı bırakırlarsa bu tür çözümlere yine ihtiyaç duyulmayacaktır. Aksi takdirde CHP ile SP, MHP ile DTP arasında cereyan edecek kutuplaşmayı tasavvur edebiliyor musunuz? AK Parti yokluğunda şu anki siyasette tamamen kutuplaşma ve ötekileştirme hakim olur.
Federasyon bölünmeye yol açar mı? Federasyonun kimlikçi siyaseti zayıflatacağını söylüyorum, ama dünyada aksi yönde örnekler var. Benim aklıma hemen İspanya geliyor. Son İspanya Anayasası’nda ülke eyaletlere bölündü, ama özellikle Katalanlar ve Basklar hala memnun değil görünüyor.
Karşı bir örnek olarak görülen İspanya ile Türkiye arasında ciddi benzerlikler var. İkisinde de neredeyse ülkede yaşayan herkes ortak bir dil konuşabiliyor; ancak bu ortak dilin yanı sıra mahalli düzeyde konuşulan başka diller var. İkisinin başında da etnik terör örgütleri var.
İspanya’da nüfusun %10‘u Katalanca da konuşabiliyor. Katalanca dışında Galiçyaca %6 konuşuluyor. Bu iki dilin dışındaki diller unutulmuş gibi görünüyor. Bu açıdan Türkiye ile yine bir benzerlik var. Türkiye’de de Kürtçe dışında konuşulan ikinci bir dil göze çarpmıyor. Ama İspanya’da ayrılıkçı ETA Katalan değil Bask bağımsızlığı adına eylem yapıyor. Demek ki dil bağımsızlık hareketlerinde tek başına etkili değil.
Türkiye’deki kimliklerden Türkçülük ve Kürtçülük milliyetçi bazda İslamcılık ve Batıcılık ise kültürel bazda kendisini gösteriyor. Bu açıdan Türkiye ile İspanya arasında bir fark var.
“1978 Anayasası’nda İspanya eyaletlere ayrıldığı, bölgesel kimliklere her türlü haklar verildiği halde neden ETA hala varlığını sürdürüyor?” Ben diyorum ki federatif bir yapı kimlikçi siyaseti zayıflatır, oysa İspanya’da ETA hala devam ediyor. Neden böyle?
Öncelikle bir meseleyi açıklığa kavuşturmak lazım. Ben şimdiye kadar hep siyasetten bahsettim. DTP’nin ve diğer kimlikçi partilerin etkinliklerinin nasıl kırılabileceğini irdeledim. Terör örgütleri yasal siyasal zeminin dışındadır. Terör örgütleri en başta devletin uyguladığı yanlış politikalardan ortaya çıkarlar, ancak ortaya çıkmalarıyla birlikte siyasetin dışına çıkarlar. Bir terörist örgüt kimlikçi siyaset zayıfladığında onu canlandıracak aksiyonlara girişebilir, ancak buna rağmen kimlikçi siyaset zayıflasa yine de varlığını sürdürebilir. Çünkü terörist örgütler bir kere kurumsallaştıktan sonra kendilerince meşrulaştırdıkları zemini bir süre sonra unutabilirler. Bu yüzden soruyu şu şekilde değiştirmek daha doğru olur: “İspanya’da kimlik hassasiyetleri neden hala devam ediyor?”
Sorunun cevabını verirken Türkiye ile İspanya arasındaki bir benzerliğin daha farkına varacağız. Terörün çıkış noktası yanlış siyasetten kaynaklandığı, sorunun kaynağını gösterdiği için de oraya odaklanacağız. İspanya’da ayrılıkçı Bask hareketi ilk defa ne zaman terörize oldu? 1958 yılında, faşist General Fransisco Franko yönetimi zamanında. Bu size bir şeyi hatırlatıyor sanırım. Türkiye’de de PKK nefret tohumlarını 12 Eylül darbesi yönetimi zamanında attı. Ne tesadüf değil mi?
Faşizm üst satırlarda da belirttiğim gibi teknolojisi çok güçlü bir devlet tarafından uygulanırsa ortak bir kimliği oluşturmakta başarılı olabilir. Ama Türkiye ve İspanya’nın darbe yönetimleri bu ideolojiyi uygulamaya kalkarlarsa çok feci bir sonuçla karşılaşılır: terör. Öyleyse bir konuda anlaşmamız gerekiyor: “İspanya’da da Türkiye’de de ayrılıkçı terörü doğuran antidemokratik yönetimlerdir.”
Federasyon antidemokratik yönetimlerin açtığı yarayı onarmaya çalışır; ancak her zaman başarılı olamayabilir. Başarı açılan yaranın derinliğine bağlı. General Franco İspanya’yı 1939’dan 1975 yılına kadar yönetti. Türkiye bu açıdan daha şanslı. 20. yüzyılda Türkiye büyük ölçüde demokrasi ile yönetildi. 1980 darbesi sonucunda kurulan yönetim de birkaç yıl içinde yerini demokratik hükümete bıraktı. Bununla birlikte demokrasi içinde bile 90’lı yıllarda derin devlet tarafından işlenen cinayetler meseleyi daha çok kimlik sorunu haline getirdi.
Türkiye’nin İspanya’ya göre bir avantajı var. Türkiye henüz modernleşmesini büyük ölçüde tamamlamadı. Kürtler özellikle modern üretime entegre oldukları batıda kötü maziyi unutabiliyor, oylarını ekonomi bazında verebiliyorlar. Bu yüzden başından beri belirttiğim üzere Türkiye’de partiler sömürmedikten sonra hiçbir kimlik siyaseti federasyonu gerektirecek bir düzeye çıkmaz. DTP kimlikçi siyasette ısrarcı olsa bile MHP ve CHP birer kitle partisi konumuna gelebilirlerse DTP de zayıflar. Ama bir gün siyasetteki bütün partiler bölgeselleşirse de federasyondan başka bir çözüm yolu kalmaz.
Federasyon ortak kimlik oluşturmak için bir yöntem değildir, kimlikçi siyasetin zararlarından ülkeyi en iyi koruyacak demokratik sistemdir; ancak geçmişte yapılan feci hatalar bu sistemin de kimlikçi siyaset karşısında yenilmesine neden olabilir. Federatif bir sistemin amacı her kimliğin kendi yaşam tarzını yaşayabileceği konusunda kendini güven içinde hissetmesidir.
Doğal uluslaşma. Federasyon ortak bir kimlik oluşturmaya yaramıyorsa devlet meşruiyetini nasıl elde edebilir? Ben her zamanki gibi bu sorunun cevabını alt yapıda yani ekonomide arayacağım. Bismarck döneminde kurulan Federal Almanya’da Alman kimliği nasıl oluşmuş, oradan hareketle sorumuzun cevabını alacağız.
Otto Von Bismarck döneminde Almanlar bir araya gelirken diğer yandan da ülke modern üretime geçiyordu. Sanayileşme çok hızlı devam ediyordu. Modern üretim yapan bir ekonomi sadece şirket bazında değil, ülke bazında ölçek ekonomisine ihtiyaç duyar. Yani ülkede ne kadar çok hammadde, iş gücü ve tüketici olursa ekonomi o kadar verimli çalışır. Hammadde ve iş gücü bol olduğunda ucuz olacak, maliyetler düşecektir. İş gücü bol olduğunda aynı zamanda iş gücünü çeşitlendirmek de kolaylaşacağından uzmanlaşmaya yoğun ihtiyaç olan modern üretimde gereksinen eleman ihtiyacı hızlı ve yerinde karşılanır. Bu da üretimin aksama olmaksızın yapılmasını sağlar.
Ölçek ekonomisi ulaşım ve iletişimi geliştirir. Böylece iş gücü ve hammadde üretimin yoğunlaştığı yere daha hızlı ulaşabilir, şirketler geniş sahalarda çok daha iyi organize olabilir. Unutulmamalıdır ki ölçek ekonomisi aynı zamanda büyük pazara ihtiyaç duyar. Ürünün geniş sahalara ulaşabilmesi için iletişim ve ulaşım imkanlarının çok gelişmesi gerekir.
Şimdi ben bunları neden anlattım? Çünkü gelişen ulaşım ve iletişim farklı kimlikteki insanların birbirleriyle kaynaşmalarını sağlar.
Modern üretimin bir ürünü olan şehirler de kimliklerin karışması ve kaynaşması açısından çok önemli bir rol oynarlar. Şehirde kapı komşunuz, yan bantta çalışan işçi başka bir kimlikten olabilir. Oysa kimliklerin aynı olduğu bir köyle bu türden bir etkileşim mümkün değildir.
Kimlikler arasındaki etkileşim şehir yaşamında birçok kurumda görülür. Okul bunların içinde önemlidir. Devlet ortak bir kimliği dayatmasa bile okulda çok farklı kültürel arka planlardan gelen öğrenciler bir araya gelirler ve bir gün içinde saatlerce etkileşim halinde olurlar. Bu etkileşim yıllar içinde arkadaşlıklara, hatta evliliklere dönüşür.
Etkileşim eğitim döneminin ardından da devam eder. Bambaşka kültürlere sahip insanlar fabrikada, büroda, bürokraside birlikte çalışırlar. Kapitalist sistemdeki rollerine paralel olarak çalışma yaşamında ortak çıkarlar oluşur. Bir süre sonra kimlikten kaynaklanan değerler arka planda kalır, üretim ilişkilerinden kaynaklanan “cüzdan çıkarları” ön plana geçer. Ortak çıkarlar yeni sınıfsal ortak değerler yaratır, insanları birbirine daha fazla yaklaştırır.
Modern üretim bölgeler arasında ciddi nüfus transferlerine yol açar. Normal şartlarda devlet zoruyla insanları bir yerden bir yere taşırken büyük öfkelere yol açarsınız, ama kişi daha iyi bir yaşam için kendi isteğiyle çok uzak bir şehre göç edebilir. Bütün yukarıda saydığım etkileşimlerin temelinde bu göç olgusunun olduğunu söylesem yanlış olmaz. Şehre göç eden, modern üretime entegre olan nüfus bir yandan cüzdanının derdine düşer, diğer yandan diğer kimliklerle etkileşime geçerek onlarla yeni ortak değerler, ortak yaşama biçimleri oluşturur. Bu tabi ki, bir anda olmaz. Göç eden bir kişinin tam bir şehirli olması üçüncü nesile nasip olur.
Fark ettiyseniz, anlattığım süreçlerin hiçbirinin içinde doğrudan devletin bir etkisi yok. Ortak bir kimlik ekonominin modernleşmesi esnasında kendiliğinden gelişiyor. İşte ortak kimliğin bu şekilde gelişmesine “doğal uluslaşma” adını veriyorum.
Türkiye’de büyük şehirlere göç eden, sanayide, hizmetler sektöründe çalışan Kürtlerin neden DTP’ye oy vermedikleri sanırım şimdi çok iyi anlaşılmıştır. Bu olgu aynı zamanda modernleşmenin ortak kimlik oluşturma süreçlerindeki etkisini ortaya koymak açısından da önemli bir kanıttır.
Almanya modern üretime geçti ve böylece kimlikler arasındaki yoğun etkileşim zaman içinde kişilerin ortak bir yaşayış biçimi geliştirmelerini ve bir Alman kimliği yaratmalarını sağladı. Bunun sonucunda da Almanya uluslaştı. Bugün Almanya’da üniter bir sistem kurulsa Almanlar kimlik kaygısıyla böyle bir sisteme karşı çıkmazlar.
Türkiye bölgesel partilerin tekeline kalırsa federatif bir sisteme gidilerek önce kimlikçi tansiyon azaltılabilir, ardından da ekonominin modernleştirilmesine tam gaz devam edilir. Ne zaman ki bütün Kürtler modern ekonomiye entegre olurlar, o zaman onlar da kendilerini bu sistemin bir parçası olarak hissederler. O zaman ortak kimliğin adı Türklük olmuş, Türkiyelilik olmuş, hiç fark etmez.
Dikkat edilirse Batıcı kimlik ile ilgili bir analiz yapmıyorum. Çünkü Batıcı Türkiye’de hali hazırda modern ekonomiye entegre. Batıcılığın radikalleşmesi Deniz Baykal’ın tezgahı. Şimdi bu tespitim daha iyi anlaşılıyor, sanırım. Ancak Batıcı kimlik de modernleşme sürecinde zayıflar. Çünkü şu anda Batıcı modern hayatta kendi düzeyinde bir Kürtçü, İslamcı ve Türkçü ile pek karşılaşmıyor. Türkiye’de yakın zamana kadar laik hassasiyeti ile bilinen insanlar genel olarak zengin kesimi oluştururdu, diğer kesimler de onun işçisi olurdu. Diğer kimliklerin de üst düzey noktalara gelmesiyle toplumsal kaynaşma her düzeyde olacak. Hatta şimdiden bu, okullarda gerçekleşiyor. Türkiye’de okullaşma arttığı için bütün kimliklerin çocukları okullarda kaynaşmaya başladılar bile. Ama bu kaynaşmanın içinde yine en çok Batıcının çocuğu soyutlanıyor. Daha çok zengin kesimi oluşturan Batıcılar çocuklarını özel okullara gönderdikleri için Batıcının çocuğu bir de vakıf üniversitesine gittiyse iş yaşamına başlayana kadar diğer kimliklerle tanışamıyor.
Türkiye’deki önemli sorunlardan birisi ideolojik temelde kurulan özel okullar. Sadece İslami duyarlılıkla kurulan okulları kastetmiyorum. Diğer taraftaki okullar da Batıcı bir duyarlılık taşıyorlar. Türkiye’de Batıcı özel okullar İslamcılardan önce kurulduğu için Batıcı kesim İslami duyarlılığa sahip okulları eleştirmeden önce biraz düşünmelidir. Tevhid-i Tedrisat’ın ruhuna aykırı bu ayrışma uzun vadede Batıcı kimliğin kaynaşmasının önünde bir engeldir.
Türkiye’de Kürtçülük en önemli kimlik sorunu olarak düşünülebilir; ancak ülke modernleştikçe bu kimlik modern üretimde kendisine bir yer buldukça ortak bir kimlik altında kendisini emin hissedecek gibi görünüyor. Bence daha yapay olan Batıcılık uzun vadede daha kalıcı olabilir. Çünkü bu kimliğe sahip olan insanların cüzdanlarıyla ilgili bir sorunları yok. Sorun bir yanda CHP’nin kaşıması diğer yanda ise Batıcıların ülkenin geri kalanından kopuk bir hayat yaşamalarından kaynaklanıyor. Bağdat Caddesi’nde, Nişantaşı’da, Karşıyaka’da, Çankaya’da kurdukları fanuslarda hayatlarını sürdürüyorlar. Ama ben yine de iyimserim. Bu yapay fanuslar mutlaka kırılacak. Modern üretimin etkileri sonuçta bir şekilde Batıcının çocuğunu diğer çocuklarla etkileşime sokacak. Etkileşim okulda olmazsa en nihayetinde çalışma hayatında olacak. O zaman birbirlerini tanıyan insanlar birbirlerinden daha az korkacaklar.
“Doğal ortak kimlik oluşumu” süreçlerini irdeledik. Devlet bilinçli bir ortak kimlik politikası izlemese bile modernleşmenin kendisi uluslaşmayı destekler. Ulus-devlet modern ekonominin bir sonucudur.
Türk Devleti’nin bugün zor kullanarak bir kimlik oluşturamayacağını açıklamıştık. Doğrusu bugün böyle bir çabanın olduğunu da söyleyemeyiz. Devletin bugün ortak kimlik oluşturmak için yapabileceği en doğru şey ekonomik modernizmi hızlandırmak ve nüfusun etkileşimini engelleyecek kurumların ortaya çıkmasına engel olmaktır. Özellikle özel okullarda her dört kimlikten çocuğun olmasına özen gösterilmelidir. Bunu gerçekleştirmek için vakıf üniversitelerinde olduğu gibi özel ilk ve orta öğretim kurumlarında da burslu kontenjanlar açılabilir. Elbette birçok başka çözüm önerisi de söz konusu olabilir.
AK Parti’nin izlediği ekonomi siyaseti başarısız olursa ve diğer partiler kimlikçi politikalarına devam ederse zorunlu hale gelecek olan federasyonun Türkiye’de nasıl bir zemine oturabileceğini açıkladık. Diğer yandan doğal uluslaşmanın nasıl bir süreç sonunda ortaya çıktığını ortaya koyduk. Dünyada bir doğal uluslaşma projesi var. Bu proje üzerinden şu ana kadar açıklamaya çalıştığım kavramları uygulamalı olarak son bir kez somuta indirgemek istiyorum. Türkiye’nin avantajlarını bir kez daha vurgulayalım.
Avrupa Federasyonu projesi. Avrupa Federasyonu projesi “doğal uluslaşma”nın motivasyonları kullanılarak yapılandırılmış dünyanın en önemli siyasi oluşumlarından birisi. Hep bir örneği olmadığı söylenmekle beraber aslında ABD AB’den çok önce doğal uluslaşmayı başardı. “Amerikalı”yı yaratmak için ABD’de modern ekonominin bütün araçları seferber edildi.
Şöyle bir tespit yapılabilir: “Bir oluşumun doğal olması için devlet müdehalesi olmamalı. Oysa hem ABD hem de AB ortak kimliğin oluşumu için çalışmalar yapıyorlar.” Evet, tam doğal uluslaşma devletin hiçbir şekilde müdahale etmediğidir. Ancak devlet modern üretimi destekleyerek, onu zor kullanmadan kullanarak ortak kimliğin oluşumuna katkıda bulunuyorsa bunu da “doğal uluslaşma” olarak tanımlayabiliriz. Çünkü bu durumda da ortak kimliği yaratan yine modern üretimdir. Devlet modern üretimin etkisini artıracak mekanizmalar geliştirmiştir.
Kaynaklar (Bütün yazı dizisi için)
Calhoun, C. (2001). The Virtues of Inconsistency: Identity and Plurality in the
Conceptualization of Europe. In L.E. Cederman, (Eds.), Constructing Europe’s Identity: the external dimension. Colorado (USA): Lynee Renner Publishers, Inc.
Cederman, L.E. (2001). Political Boundries and Identity Trade-Offs. In L.E. Cederman,
(Eds.), Constructing Europe’s Identity: the external dimension. Colorado (USA): Lynee Renner Publishers, Inc.
Fitzgerald K. T. (1992). Media, ethnicity and identity. In P. Scannell, P. Schlesinger, C.
Sparks (Hrsg.), Culture and Power: A Media, Culture & Society Reader. London, Newbury Park und New Delhi: Sage Publications.
Habermas, J. (1998). Die politische Konstellation: Politische Essays. Frankurt: Suhrkamp
Verlag.
Hartmann, Jürgen (Hg.) (1997): Handbuch der deutschen Bundesländer. Frankurt / Main; Newyork: Campus Verlag.
Hesse, Johaim Jens; Eltwein; Thomas (2004). Das Regierungssystem der Bundesrepublik Deutschland. Berlin: De Gruyter Recht und Politik.
Hobbes, T. (2005). Leviathan’dan Seçme Parçalar (S. Lim, Çev.). Tunçay (Ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar, Yeni Çağ (ss. 209-251). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Hobbes, T. (2005). Leviathan’dan Seçme Parçalar (S. Lim, Çev.). Tunçay (Ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar, Yeni Çağ (ss. 209-251). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Hume, D. (2005). Özgün Sözleşme Üstüne’den Seçme Parçalar (M. Tunçay, Çev.). Tunçay (Ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar, Yeni Çağ (ss. 425-444). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kopstein Jeffrey; Lichbach Mark (2000). Comparative Politics: Interests, identities and institutions in a changing global order. Cambridge: Cambridge University Press 2000
Marx, K. (2005). Kapital III. VA III/2, s.664/n.26. (M. Tunçay, Çev.). Tunçay (Ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar, Yakın Çağ (ss. 134-136). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Morley, D., Robins, K. (1995): Spaces of Identity: Global Media, Electronic Landscapes and
Cultural Boundaries. London and New York: Routledge.
Mytelka, L. K. (2000). Knowledge and Structural Power in the International Political
Economy. In T. C. Lawton, V. Rosenau, & C. Amy (Hrsg.), Strange Power: Shaping the Parameters of International Relations and International Political Economy. Aldershot Hants, England: Ashgate publishing.
Shore, C. (2000). Building Europe: The Cultural Politics of European Integration. London:
Routledge (Taylor and Francis Group).
Sontheimer, Kurt (1989). Grundzüge des politischen Systems der Bundesrepublik Deutschland. München Zürich: R. Piper & Co Verlag.
Sontheimer, Kurt; H. Röhring Hans (1977): Handbuch des politischen Systems der Bundesrepublik Deutschland. München Zürich: R. Piper & Co. Verlag.
Pätzold, N. (2005). Die Audiovisuelle Politik der EU: Eine Untersuchung des MEDIA-Programms unter Berücksichtigung ausgewählter Mitgliedsstaaten. Master-Studienarbeit, Bereichsbibliothek Sozialwissenschaften der Osnabrück-Universtät.
Panebianco, S. (2004). European Citizenship and European Identity: From Treaty Provisions
to Public Opinion Attitides. In E. Maxon-Brown. Hunts (UK) and Burlington (USA): Ashgate Publishing Ltd.
Rudzio, Wolfgang (1996). Das politische System der Bundesrepublik Deutschland. Augsburg: Leske + Budrich.
Theiler, T. (2001). Why the European Union Failed to Europeanize its Audiovisual Policy. In
L.E. Cederman, (Hrsg.), Constructing Europe’s Identity: the external dimension. Colorado (USA): Lynee Renner Publishers, Inc.
Tömmel, I. (2006). Das Politische System der EU. Münschen: Oldenburg Verlag.
Europäische Gemeinschaften (2004): Eine Darstellung für die Bürger: Eine Verfassung für
Europa.
Von Beyme, Klaus (1996). Das Politische System der Bundesrepublik Deutschland. München: R. Piper Gmbh & Co. Kg.
90/685/EWG: Beschluss des Rates vom 21. Dezember 1990 über die Durchführung eines
Aktionsprogramms zur Förderung der Entwicklung der europäischen audiovisuellen Industrie (MEDIA) (1991-1995).
(95/563/EG): BESCHLUSS DES RATES vom 10. Juli 1995 über ein Programm zur Förderung der Projektentwicklung und des Vertriebs europäischer audiovisueller Werke (MEDIA II – Projektentwicklung und Vertrieb) (1996-2000). http://europa.eu.int/eur-lex/lex/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31995D0563:DE:HTML, 29.05.2006
2000/821/EG: Beschluss des Rates vom 20. Dezember 2000 zur Durchführung eines Programms zur Förderung von Entwicklung, Vertrieb und Öffentlichkeitsarbeit hinsichtlich europäischer audiovisueller Werke (MEDIA Plus – Entwicklung, Vertrieb und Öffentlichkeitsarbeit) (2001-2005). http://europa.eu.int/eur-lex/lex/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32000D0821R(01):DE:HTML, 29.05.2006.
KOM/2004/470 endg: Vorschlag für einen Beschluss des europäischen Parlamentes und des Rates vom 14. Juli 2004 zur Umsetzung eines Förderprogramms für den europäischen audiovisuellen Sektor (MEDIA 2007). http://europa.eu.int/eur-lex/lex/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:52004PC0470:DE:HTML, 29.05.2006
Europäische Audivisuelle Informationsstelle (11.2003): European Films on European
Television (Meeting of the experts on the reform of the instruments to encourage the European audiovisual industry). Taormina. http://www.obs.coe.int/online_publication/expert/taormina_films_tv.pdf.de, 29.05.2006
http://www.ena.lu/mce.cfm: European Nevigator, Report from the ad hoc Committee on a
People’s Europe. (Aufruf am 01.05.2006)
http://eur-lex.europa.eu/de/treaties/dat/11992M/htm/11992M.html#0001000001: Vertrag über die Europäische Union, Amtsblatt Nr. C 191 vom 29. Juli 1992. (Aufruf am 01.05.2006)
http://www.datenschutz-berlin.de/recht/de/gg/index.htm#inhalt (GRUNDGESETZ (GG)
für die Bundesrepublik Deutschland) (Aufruf am 07.12.2005)
http://www.landtag.nrw.de/portal/WWW/GB_III/III.2/Land_und_Landtag/index.jsp (Landtag von Nordrhein-Westfalen) (Aufruf am 07.12.2005)
http://www.fes.de/fulltext/bueros/london/00538004.htm#E10E10 (Friedrich Ebert Stiftung: Digitale Bibliothek) (Aufruf am 07.12.2005)
http://de.wikipedia.org/wiki/Bundesrepublik_Deutschland (Aufruf am 07.12.2005)
http://de.wikipedia.org/wiki/Bild:Germany_Laender_Map.png (Bild:Germany Laender Map.png) (Aufruf am 07.12.2005)
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
2 Yorum
Yazan:Ali Yürekli Tarih: May 19, 2009 | Reply
Ticaretin pardon paranın dini, imanı, ırkı olmaz. Bu ulus olmada büyük bir sürükleyici motor görevi görür lakin tek başına yeterli değil bir de buna sosyal alanda farklı kimlikteki insanların kendilerini rahatça ifade edebilecekleri bir ortam oluşturulmalı ve kimliğinden dolayı bir eziklik bir utangaçlık bir dışlanma hissetmemeli hissettirilmemeli. Komşu olması iletişim için iyidir ama kötü iletişim bu kesimi kendi içine kendi dünyasına hapseder ki buda hoş değildir. Onun için özellikle kanaat önderleri ve siyasiler insani bir dili öne almalıdır. Irk yaşam biçimi ile toplumları birbirinden ayıracak set oluşturacak söylem ve duygulardan kaçınılmalıdır. Sağlıklı ulus bilinci insanların ekonomik ve sosyal sorunlarının çözülmesi ile mümküm olabilir. Bu insanın iki ayağı gibidir. Tek ayaklada yürüyebilirsin ama kapasiten bellidir. Ayrıca Federasyon sistemi fena değil lakin adına federasyon değilde daha kulağa hoş gelen barışı ve uzlaşmayı ifade eden bir cümle tercih edilebilir. Türkiye de kavramların içini çok çabuk boşaltım içini bi ton saçmalık ve paronayak duygu ve düşüncelerle dolduruyoruz. Federasyonda anladığım kadarı ile bunlardan. En iyi uluslaşma şekli demokrasi purojesidir. Kimliklerin ideolojilerin üstünde bir değer sistemi oluşturamaz ülkenin üstüne koyamazsanız uluslaşma kolay gelmez.
Yazan:can Tarih: May 22, 2009 | Reply
Murat Karayılan bile “üniter devlet” yapısının içerisinde çözüme varız açıklamasını yaptığı şu günlerde, federasyon soslu yazılar döşenmek ve bunu bir ihtiyaçmış gibi sunmak…