RSS Feed for This Post

Kemalizm kendi neferine nasıl davrandı?

Geçtiğimiz cumartesi günü yeni Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun yazarlarla buluştuğu kahvaltıdaydım… O toplantıda birçok konu büyük bir açıklıkla müzakere edildi. Konuşulanlar “off the record” kaydıyla olduğu için yazmayacağım. Fakat Nimet Çubukçu’nun eğitimle ilgili düşünceleri ve tasavvurları tam anlamıyla özgürlükçü-demokrat bir nitelik arzediyor. Bunu çok açıkça söyleyebilirim. Bu kahvaltıdan çok umutla ayrıldım. Nimet Hanım belli konularda çok ciddi ve cesur adımlar atmak istiyor. Bakanlığının ilk ayları özellikle çok önemli. Çünkü genelde devrimsel adımlar ülkemizde ilk zamanlarda atılabiliyor. Maalesef zamanla ilgili bakanlar yıllanmış bürokratlarının ablukası ve türbülansı altına girebiliyor ve bir süre sonra kırtasiyeci bürokratik döngü bu kararlı ve cesur bakanları esir edebiliyor… Ankara kafasını dönüştürmek kararlılığında olup, Ankaralılaşan bakanlarla dolu Türkiye’nin tarihi…

Mesele sadece Ankara’da değil, bu memleketin “aydın” sayılan geniş kesimleri de çoğu zaman Ankara’nın da ötesinde devletçi, bürokratik ve otoriter bir kafaya sahip… Bir memleketin “aydın”larının o ülkenin bakanlarını ve politikacılarını daha fazla özgürlükçü-demokrat reformist bir tutuma doğru itmesi beklenir. Bizde ise tam tersi olabiliyor. Bir bakan, yıllanmış ve köhnemiş kuralları değiştirmek istediğini, mevzuatı özgürleştirmek istediğini söylediğinde o özgürlükçü bakana en çok muhalefet bu “aydın” takımından gelebiliyor…

Çocuklara “yaş iken eğilecek odun” muamelesiyle bakmak, o çocukları “ideal” sayılan yönde endoktrine etme arzusu bu ülkede “eğitim” denince ilk akla gelen şey… Çocukların hayallerini, arzularını, taleplerini, tercihlerini yok saymak konusunda bu ülkenin tüm fikir ekolleri bir anda birleşebiliyor… Hiçbir konuda anlaşmayanlar 15-18 yaş arasındaki liseli gençlere türlü yasaklar koymak, onların hayatı üzerinde onlardan bağımsız türlü tasarruflarda bulunmak konusunda bir anda anlaşabiliyor… Türkiye’nin geleneksel “veli” zihniyeti de tam olarak bu çizgiye oturuyor… Türkiye’de her kesimden ve her görüşten “veli”ler çocuklarının geleceğini şekillendirmek konusunda büyük çoğunlukla otoriter tutum alıyorlar… Çocukların hayalleri üzerine ipotek koyuyorlar… “Çocuklarına rağmen çocukları için” davranmak ideolojisi standart bir Türkiye anne-babasının tavrı maalesef…

Bu cumhuriyetin “halka rağmen halk için” felsefesiyle yaptığı icraatlardan her zaman şikâyet eden kesimler de kendi çocuklarına yönelik bu jakoben-ittihatçı tavırdan farklı davranmıyorlar genelde… Zaten bu ülkenin herkesin şikâyet ettiği adaletsiz düzenini yaşatan şey de bu… Bu devletin otoriter-jakoben ideolojisinin bu devletin muhalif yurttaşlarınca bile çoğunlukla paylaşılması… Devletin bir kesim üzerinde sistematik baskılarından şikayet eden kesimlerin anne ve baba sıfatıyla bizzat kendi çocuklarına aynı jakoben baskıları yapabilmeyi hak olarak görebilmesi… Yurttaşını “şekil verilecek, biçimlendirilecek kereste”ler olarak gören devlet… Çocuklarına aynı “biçim verilmesi gereken kereste” muamelesini yapan anneler, babalar… Devlet kendi yurttaşlarının, ebeveynler de kendi çocuklarının özgürleşmesinden korkuyor bu ülkede…

İşte böyle bir “eğitim” tasavvurunun neferi olan Türkan Saylan’ı kaybettik iki gün önce… Devletin eğitim yoluyla kendi istediği tipte “ideal Kemalist yurttaş” yetiştirmesi misyonunun inançlı bir neferiydi Türkan Saylan… Gerçekten buna tamamen inanıyordu, o anlamda Kemalizm onun için iktidar aracı değildi. Tam bir “true believer” idi Saylan… Her kesin inançlı gibi otoriter ve jakoben yolları meşru görebiliyordu…

Fakat öyle bir devlet zihniyeti var ki bu ülkenin, bu devletin resmî ideolojisine bu derece iman etmiş bir Türkan Saylan’ı da aile kökenlerinden ötürü potansiyel tehdit olarak görebildi bu devlet… Özel Kuvvetler Komutanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı Saylan’ın annesinin Hıristiyan kökenlerinden ötürü rapor hazırlayabiliyordu… Türkan Hoca, başörtülü kızlara karşı iman ettiği devlet ideolojisinin istediği şekilde o insanlara karşı dışlayıcı bir bakışla baktı hep… Ya da onları “imana getirmek” bu şekilde “çağdaşlaştırmak” istedi… Fakat işte aynı devlet nasıl dindarları zorla laikleştirme zihniyetine sahipse aynı şekilde gayrımüslimleri de zorla Müslümanlaştırma zihniyetine de sahipti… İşte bu gayrı-ahlaki İttihatçı ideoloji Saylan’ı “Benim annem de İslam’ı benimsedi hemen evlenir evlenmez, beni büyütürken hep Müslüman gibi yaşadı” dedirttirmek zorunda bırakıyordu… Birçok başörtülü kadını da “Ben böyleyim ama cumhuriyete bağlıyım, inanın bana” dedirtmek zorunda bıraktığı gibi…

Yurttaşlarına böyle zorundalıklar dayatmayan, yurttaşı özgürleştikçe yüceldiğini bilen bir devlet düzenini özlüyoruz bu topraklarda…

Nimet Çubukçu işte bu sebeple o cesur reformlarını derhal hayata geçirmeye başlamalı… Özgürleşme öğrencilerden, çocuklardan, gençlerden başlamalı…

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:fatih y. abbas Tarih: May 24, 2009 | Reply

    Resmi Bayramlar Kutlamalar ve Totalitarizmin Refah Kayiplari
    Gencler de kendi bayramlarini kendilerince aileleri ve sevdikleriyle kutlasa daha iyi olurdu. Verilmis, musaade edilmis, “lutfedilmis, sartli, kayitli hak” olarak kullanmak yerine, kendileri, gelenekleri ve idealleri bakimindan kendi spor anlayislarive spor ilgileri spor tercihleri, spor kulturleri, ve spor sevgileri bakimindan “kendilerince kutlasa, kendi orflerine gore eglense” daha dinledirici, moral ve haz verici olurdu. Spor ve genclik faaliyetlerimiz de belki daha folklorik, daha sivil, kulturel degerleri, zenginlikleri daha fazla yansitiyor olurdu.

    Bu kutlamalarin yasayan milletlerle (halklarla), toplumla, hangi bakimdan, ne turden hangi ilgileri var ki ?

    http://kiltabletler-ii.blogspot.com/2009/05/resmi-bayramlar-kutlamalar-ve.html

  3. Yazan:Murat Aygen Tarih: May 25, 2009 | Reply

    “Halka rağmen halk için” kutsal partim C.H.P.nin bir sloganı aslâ olmamıştır. ANAP, AKP türünden bugün-var-yarın-yok partiler en doğru, en isâbetli icraatlarını sır gibi saklıyorlar. Kimden? Halktan mı? HAYIR, HAYIR, HAYIR! Halktan, seçmenden saklamaları için hiç bir mâkul nedenleri yok. O kendilerini fasulye gibi nimetten sanan bir avuç doktriner taraftarlarından saklıyorlar. Ne yazık ki ayak işlerine koşturmak için bunlara muhtaçlar.

  4. Yazan:Ali Yürekli Tarih: May 25, 2009 | Reply

    Eğitimi de asker düzeninden kurtarmak özgür, kendine güvenen, kendine ve fikirlerine saygı duyulan, etrafındakilere zararı olmayan fayadası olan bir nesil yetiştirecek bir eğitimin temellerini atmak lazım. Anladığım kadarı ile etğitim sistemimiz eskisinden çok daha iyi Lakin iyinin iyisi, süperin süperi vardır. Varolan durumla asla yetinilmemeli. Nimet Çubukçu çok cana yakın bir kişi inanıyorum ki eğitimi sevgiyle kuşatacak bir reformu sağlıyacaktır. Şimdiden başarılar.

    Türkan Saylan iyi niyetli bir kemalist gibi gözüküyor.:) Zalimin iyi niyetlisi nasıl olursa. İttihatçıların hastalığı teşhis koyması değil tedavi yöntemidir. Halkın cahil olması gerçeği başkadır bu durumdan kurtulma reçetesini bulmak ayrı. İttihatçıların çözüm üretme şekli şöyledir. Bir kişinin bacağı kanıyordur. İttihatçılar hemen bacağı keselim derler. Birinin eline diken battı ittihatçılara göre el parmak kesilmeli. Bir kişi kanser ne yapmalı öldürülmeli. Son kullanılacak şeçeneği hep ilk kulanıyor. Kesmeden biçmeden çözüm üretemiyorlar. Şiddet kullanmak, tehdit etmek en son seçenektir ve bu duruma gelmek başarısız bir devlet adamı ve yöneticisi vasfıdır ki bu ittihatçıların ilk tercihidir. Artık nasıl bir devlet adamı ve yöneticisi olduklarını hayal edin. Bir kişiye müdahale edeceğinde ilk önce kan tahlili ve binumum tahliller yaparsın hastalık teşhis edilir varsa hastalığa müdahale edecek yan hastalıklar veya allerjiler bunların önlemi alınır. Ve bir çok ön tedavi görülür. Bir dizi ön tedavi yöntemleri denenir. Sonra gerekli görülürse cerrahi müdahale yapılır. Bir gün abim bir motor kazası geçirdi ayağındaki dirsekte bir ağrı vardı hastaneye gitti adam ayağına bakmış ve hiç bir tahlil yapmadan direk ameliyat demiş. Yuh lazer gözlüklerin veya gözün mü var nasıl bildin. Şimdi şikayeti yok ve ameliyatta olmadı. İttihatçılara fikir soracaksanız bütün seçenekleri deneyin sonra sorun.
    Eskiler çok diktatör hoşgörüsüz bir ortamda büyümüşler doğal olarak çocuklarına verdikleri özgürlüğü bile büyük bir fedakarlık olarak görüyorlar. Bunu askerde ki devrecilik sistemine benzetiyorum. Kendisi devrecilik sisteminin mağduru olmuş tam üst devre olup rahatlıyacağını düşünürken devrecilik kalktı bitti deniyor. Bu büyükler içinde büyük bir tıravma olsa gerek. Bu bir geçiş dönemi bizden sonraki nesil daha demokrat sağlıklı ve özgür bir ortamda yetişecek diye düşünüyor umuyorum. Tabi özgürlük diye çocukların zıvanadanda çıkmasına izin verilmemeli. Fazla özgürlükte diktatörlüğe, kibre, bencilliğe götürür kişiyi. Her zaman ki gibi yine can damarına basmış Kütahyalı.

  5. Yazan:ali duman Tarih: May 25, 2009 | Reply

    çok büyük çoğunluğu mutsuz olan ülkem halkının dağlarında taşlarında “Ne mutlu Türküm diyene” yazıyor, ancak karınlar doymuyor, çevremizde mutlu insan görmek, 3 ayaklı tavuk görmek gibi mucizevi bir durum.

    çalışkanlıkta sınıfta kalan,
    doğrulukta sınıfta kalan

    ülkem, okullarında her sabah TÜRKÜM, DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM antları içiliyor.

    insan hakları, kişi hak ve hürriyetlerinin en üstün standartlar haline getirildiği dünyada, despot diktatörlük dönemlerinden kalma “VARLIĞIM, TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN” antları içiliyor, hem de her gün, hem de küçücük dimaglara, hemde türk, kürt, çerkez, boşnak ayrımı yapılmadan.
    Hitler Almanyasından değilse de muhtemelen ki kutsal devlet anlayışının en muhteşem temsilcisi olan Prusya imparatorluğundan alınma/aşırma taktiklerdir bunlar, tıpkı 301’de olduğu gibi.

  6. Yazan:Murat Aygen Tarih: May 27, 2009 | Reply

    çok büyük çoğunluğu mutsuz olan ülkem halkının . . .

    Ya Kadıköy (Kalkedonya), Kavaklıdere, Alsancak gibi “mutenâ” semtlerin sâkinlerinin mutsuzluğunu nasıl açıklayacaksınız? Bunların mutsuzlukları sakın “Ata’ın verdiği ilkelerle coşamama ve onun gösterdiği hedeflere (artık) koşamama”nın sıkıntısından ileri geliyor olmasın? Yoksa Atatürk’ün (Lenin’den mülhem olduğunu bizzat Ergenekon ulemâ, fuzelâ ve ukalâsının ileri sürdüğü) DEVRiMCiLiK ilkesinin künhüne varmış biri ayakların baş, eski başların da (yok rektörmüş, yok orgeneralmiş, yok ticaret odası reisi imiş demeden) menzil-i maksut Silivri’ye tiz reftâr edildikleri şu DEVRiM günlerinde mutsuz olmaz, bilakis dötünü-başını meselâ şu nâmelerin ritmine uygun olarak oynatır: (1) SEFERAD, “Osman Aga”; (2) MA(CIA)S, “Aie Aie Aie”; (3) “Arabacı arabacı işte ben sana kiracı”; (4) “Yüce dağ başında harman gec olur”; (5) Legendarios do Brasil, “Pais ropical”; . .

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin