Aldığın Nefesi Ben Yarattım Ulan!
By Mehmet Yılmaz on May 27, 2009 in 27 Mayıs, Beyin Yıkama, darbe, Demokrasi, Ergenekon Nedir?, Kemalizm, Psikolojik harp
27 Mayıs Özel
1950’ler, İstanbul’un Beykoz semtinde, deniz kıyısında bir kahvehanedeyiz. Kıyafetinden Çerkez olduğu anlaşılan yaşlı bir adam ile oğlu yaşındaki bir genç parasına tavla oynamaktalar:
– Yaşına hürmeten ses çıkarmıyorum bey baba, böyle zar tutma başka kahvelerde, bu tavlayı kafanda kırarlar!
– Böyle mi kırarlar?
Yaşlı adam cüssesinden beklenmeyecek bir hızla tavlayı kapatıp genç adamın kafasına patlatıyor, pullar, zarlar bir yanda, genç adamın kafasından kanlar akıyor, yaşlı adam hızını alamamış ki cebinden çıkardığı bağ bıçağı ile saldırıyor, kahvedekiler kollarından tutup durduruyorlar.
Durduruyorlar ama Çerkez Osman Dedenin mavi gözlerinden adeta ateş fışkırıyor:
“Aldığın nefesi ben yarattım ulan! Senin aldığın nefesi ben yarattım!”
Osman Dede Rus ordularının kasıp kavurduğu Kafkaslardan kaçıp Batı Anadolu’ya, Balıkesir yöresine yerleştirilen Çerkez ailelerinden birinin çocuğu. Bütün hayatı kaçmakla, ölmekle, öldürmekle geçmiş bir insan evlâdı. Balıkesir’deki yaşlıların anlattıklarına göre Yunan işgali sırasında karısını askerlerin yaktığı bir köyden zar zor kurtarmış. Çerkez Ethem’in çetesine katılmış, sabuncu olduğu için sabun çuvallarında silah taşımış Kuva-i Milliye’ye. Esir düşmüş, işkencede kaburgalarını kırmışlar sonra öldü sanıp yol kenarına atmışlar.
Gece uykularında savaş naraları atan, “vur! Ateş et! Yere yat!” diye haykırırken yataktan düştüğü için yerde yatmak zorunda kalan Osman Dede… Oğulları onun ağladığını ilk ve son kez 10 Kasım 1938’de görmüşler. Evin eşiğine oturmuş, ellerinibaşının arasına alıp “Battı bu memleket, yandık, bittik” diye çocuk gibi ağlamış.
Kurtuluş Savaşı’nı hiç bir zaman tarihi bir olay olarak değerlendiremedi Türkiye’nin insanları. Hep siyasî bir araç oldu. Bir destan, bir mucize! Türk milletini birleştirmesi umulan bir ilham kaynağı, dünyayı dize getirdiğimiz kutsal savaş!
Yine Balıkesirli yaşlıların anlattıklarına göre Çerkez Ethem’in kazanacağı kesinleşince Rumlar çocuklarını gizlice bir at arabasına koyup köyden çıkarmışlar. Osman Dede arkadaşlarıyla arabayı durdurmuş, bütün çocukların başını kesmiş, arabayı kullanan Yunan askerini sağ bırakmış ki çocukların cesetlerini köye geri götürebilsin.
İnanmak istemiyor belki bazılarımız. Uydurma olamaz mı acaba? Ama 1915 olaylarında Hamidiye alaylarının etkisini göz önüne aldığımızda bu tür vahşet hikâyelerine inanmak kolaylaşıyor. Düzenli ordunun yetmediği, sivil halkın aceleyle silahlandırılıp milis güçlerin kurulduğu her yerde bu tür sorunlar kaçınılmaz oluyor.
Devletin, hukukun tamamen ortadan kalktığı bir savaş alanında düzenli ordu askerlerini bile disiplin altında tutmak zorken milis kuvvetleri kim, nasıl denetleyecek? Güneydoğu’da terörle mücadele için silahlandırılan korucuların yol açtığı sorunlar hallettiklerinden fazla değil mi? Devletin silahıyla, üniformasıyla kız kaçıran arazi kavgasını, kan davasını “çözümleyen” bazı korucular teröre katkıda bulunmuyorlar mı?
Evet, Kurtuluş savaşımızı adam gibi tahlil etmediğimiz müddetçe geçmişten ders çıkartamayacağız ve hatalarımızı tekrar edeceğiz.
Bugün 27 Mayıs. Türk ordusunun Türkiye’nin başbakanını asmasının yıldönümü. Halkın vergileriyle alınmış silahların aynı halkın oyuyla seçilmiş bir hükümete çevrildiği gün bu gün. 27 Mayıs’tan sonra da darbeler, muhtıralar oldu. Asker vesayeti bitmedi. “Başarılı” olmuş darbelerin yanında çok sayıda darbe planı da çıkıyor ortaya Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasında.
Osman Dede gibi haykırıyor darbeciler, “aldığınız nefesi biz yarattık, Kurtuluş savaşında kazandığımızı seçim sandıklarında kaybetmeyeceğiz”. Osman Dede’nin kafasına tavlayla vurduğu genç adam gibi bizim başımıza da dipçikle vuruluyor 10 yılda bir. Kendisini bu vatanın esas sahipleri kabul edenlerin yanında bize rol olarak figüranlık düşüyor. 19 Mayıslarda bayrak sallamak sonra da aynı bayrakla örtülmüş tabutların içine yatmak. Ama asla soru sormamak.
“Kurtuluş savaşı kazanmanın zararları” isimli yazıda şöyle demiştik:
“Direniş savaşlarını izleyen barış dönemlerinde ortaya çıkan çeteleşme süreci. Öyle ya, düşman ülkeyi terk etmiş, sıcak savaş sona ermiş. Herkesin silahları bırakıp “normal” bir iş tutması gerekmez mi?
Ortadoğu’da, Balkanlarda ve Türkiye’de tekrar eden bir şema var aslında. Kurtuluş mücadelesi boyunca savaşanlar barış döneminde genel olarak şu işlere yöneliyorlar:
- 1) Siyaset (kurtarıcı – Kurucu rolüyle)
- 2) Yeni rejimin ordusunun lideri (Rejimin muhafızı rolüyle),
- 3) Yeni ülkenin gizli servisi (iç düşmanlara karşı ülkeyi korumak için),
- 4) Arazi, çek senet, vb mafyası.
[…]
Böyle bir ortamda devletin boş bıraktığı her alanı dolduran, güçlünün zayıfa diş geçirebilmesi için ideal aracılar elbette çeteler, mafyalar.
Arazi mafyasının başı ile filan bakan aynı köyden, silah arkadaşı, ideolojik olarak yakınlar. Birçok ortak dostlarını şehit vermişler. Gizli servisin ikinci adamı çek mafyasından birinin kızıyla evli. Bir diğerinin oğlu askerliğini filanın yanında yapıyor… Ve bunların hepsi de aynı ideolojiye inanmış, aynı ortak düşmanlara karşı hayatlarını tehlikeye atmış insanlar. Hepsi kendilerini “vatanın gerçek sahibi” kabul ediyor.
Özetle ülkenin meşru yöneticileriyle en tehlikeli mafyaları arasında sıkı bağlar, çıkar ilişkileri, ortak dost ve düşmanlar fakat aynı zamanda kuyruk acıları, iç kavgalar oluşuyor. Susurluk, Şemdinli, bitmek bilmeyen darbeler ve muhtıralar bu çerçevede ele alındığında daha okunaklı bir manzara çıkıyor kanaatimizce.”
İşte bugünlerde yaşadığımız normalleşme sürecini bu gözle değerlendirmek gerekiyor. Ergenekon Terör Örgütü’nün şu veya bu liderinin tutuklanmasından çok daha önemli bir mücadele var ki ancak fikren ve elbirliğiyle kazanılabilir. Ergenekon gibi örgütlerin yaşamasına müsade eden iklimi değiştirme mücadelesi bu. Kurtuluş savaşının gölgesinden kurtulma savaşı…
13 Yorum
Yazan:Mahmut Yaşar Tarih: May 27, 2009 | Reply
yazıda maddi bir hata var. başbakan adnan menderes 27 mayısta asılmadı o nedenle 27 mayıs başbakanın asılmasının yıldönümü olamaz. biraz dikkatli yazın lütfen
Yazan:Murat Aygen Tarih: May 27, 2009 | Reply
Bu da bişey mi yaw? Bırakın 1950’leri, bugüne bakalım: A.B.D. (Sırbistan’a yağdırdığı gibi) bizim (de) başımıza bomba kimin yüzü suyu hürmetine yağdırmıyor? Kıyas yolu ile bize de bu cezâyı takdir eden Noam Chomsky nezdinde hepimiz adına şefaatte bulunan Prof. Dr. Alpaslan I.nın yüzü suyu hürmetine bittabi! Kendileri bu himmetleri mukabili A.N.S. tarafından YÖK asil üyeliğine atanmışlardır NETEKiM! Chomsky’ye şöyle demiş olabilir: “Ol zâyif milletim hâli noola? Hazretine nice anlar yol bula? Gece-gündüz işleri irticâ kamu; Korkarım ki yerleri ola Guantanamu; Ya Chomsky hazretinden hâcetim; Bu durur kim ola makbul milletim” 🙂
Yazan:ahmet medeni Tarih: May 27, 2009 | Reply
Sayın Mahmut Yaşar;
Evet fiziken 27 Mayısta asılmadı ama, simgesel olarak 27 Mayısta asılmıştır, yani siyasetten azli asılmasından daha önemlidir.
Yazan:MY Tarih: May 27, 2009 | Reply
@Mahmut Yasar,
ALLAH size baska keder vermesin 🙂
Yazan:Ali Yürekli Tarih: May 27, 2009 | Reply
Bu ülkenin sistemini ideolojisini kuranlar bu ülkeyi kurtaranlar değildir. Bu ülkenin sistemini ve ideolojisini kuranlar o zaman gücü en fazla elinde bulunduran ittihatçı zihniyettir ki bu günde karşımıza ergenekon terör örgütü olarak hortluyor. Diğer kesimleri silahla zulümle baskı ile susturdular ve bu sistemde, ideolojide yok sayıldılar. Ülkeyi kurtaranların bir parçası olduğu halke ülkeyi kuranların içine dahil edilmediler-etmediler. Türkiye onun için 100 yıldır acı gözyaşı ve kan deryası oldu çıktı. Anladığım kadarı ile ilk meslis bu milli birliği toplayabilmiş bir meclis o meclisi bugüne yansıtmalı ve uzlaşı kültürünü eklemeliyiz. Ancak kurtaranlar bu ülkeyi kuranlar olursa o zaman huzur bulur bu topraklar. Benim daha fazla katkım var ve benim dediğim olacak der, aldığın nefesi ben yarattım der faşist bir yönetim belirlerseniz. Belki kendi egonu tatmin etmiş geleceğini kurtarmış olursun lakin bir milletin geleceğini de yok etmiş acı, gözyaşı ve kanla doldurmuş olursun. Kendini ve ideolojini değil milletini ve adaleti esas alan bir sistem(demokrasi) kurulmalı. İşte o zaman kimse kimsenin kafasında bir şey patlatmıyacak bir ortam yaratır. Adaletli bir sistem kurarız. İşte o zaman gücümüz ortaya çıkar. Şimdi Türkiyenin hali bütün iç organları çürümüş bütün iç fonsiyonları minumuma inmiş, putralarla boyalarla süslenmiş bir deve benziyor. Bu iç organları çalıştırmanın iyileştirmenin tek yolu var. Kan pompalamak bu da demokratik hakların verilmesi ile olur. Düşman üretme, öldürme, biçme, kesme zamanı değil dost kardeş kazanma, yaşatma, iyileştirme, dertlere derman olma zamanıdır. İttihatçı zihniyetle hesaplaşmadan da bu olmuyacak gibi gözüküyor.
Yazan:ali duman Tarih: May 27, 2009 | Reply
Sn. Murat Aygen,
Prof Alpaslan I. tan bahsetmissiniz, demek ki türkiye de insan de oldum dememeli, ne olacağım demeliymiş. zira bu zat, bir zamanlar sol sendikaların danışmanlığını yapıyordu, demek ki böyle oluyor benim ülkemin solculuğu. hani meşhur bir laf var ya “iman ile paranın kimde olduğu belli olmaz” diye, bu ülkede de kimin solcu, kimin sağcı, kimin faşist, kimin darbeci, kimin cuntacı olduğu belli değil ve bu sadece bu ülkeye mahsus. acaba kemalizmin bulanık suyunda balık avlamanın bir sonucu mudur? havasından, suyundan mıdır? darbeyi, savunan sol, dünya yüzünde sadece bu ülke topraklarında mevcut, solcu, hatta devrimci geçinenlerin, muhafazakar, dindar, sağcılar kadar demokrat ve özgürlükçü olamadıklarını da tespit etmiş bulunmaktayız, ne mutlu bize. vesayetciliğin gölgesinde yapılan kuyrukçu solculuğun, kuyrukcu devrimciliğin geldiği son nokta budur herhalde.
MDD misali, yani hem MİLLİ(YETÇİ) hem DEMOKRAT, hem de DEVRİMCİ, milli(yetçi)lik altında nasıl olunuyorsa. selamlar.
Yazan:shere khan Tarih: May 27, 2009 | Reply
güzel bir okuma oldu.
teşekkürler.
“19 Mayıslarda bayrak sallamak sonra da aynı bayrakla örtülmüş tabutların içine yatmak. Ama asla soru sormamak.”
sorulacak o kadar çok soru var ki…
Yazan:Ali Yürekli Tarih: May 27, 2009 | Reply
Doğuda görev yapan bir kere pusuya düşmüş bir kaç kezde çatışmaya girmiş bir tim komutanı(astek) şöyle diyordu. Belli bir zaman sonra sivilleri ezilecek karınca gibi görüyorsun demişti. Bir insanın eline silah verirsen ki bu üniversite mezunu böyle diyorsa peki üniversite okumamış sokak zibidilerinin pisikopatların eline silah verdiğinde sivilleri nasıl görür. Elbette ki siviller bu durumda çok tehlikedeler. Bunun için hukuk güçlü olmalı ki eline silahı alan karşındaki sivilleri ezilecek karınca gibi göremesin. Aksi halde kaş yapayım derken çocukların kafalarından olabiliriz.
Yazan:suzannur Tarih: May 27, 2009 | Reply
Güzel bir analiz olmuş. Oldum olası 19 Mayıslarda harcanan zamana, emeğe, paraya, törenlerde ayılıp bayılan öğrencilere (sıcaktan) üzülmüşümdür. Nedenini de anlamış değilim. Özellikle küçük şehirlerde 100’lerce öğrencinin katıldığı bu törenlerde harcanan onca şey…
Oysa amaç gençlikse, çok daha özgür bir ortamda, eğitim sistemi oradan buradan kesilmeden, mahvedilmeden… gençliğe bir hafta boyunca farklı alternatif eğlence ve programlarla hafta kutlanabilir.
ve hukuk alanındaki koca delik…
Yenilenemeyen anayasa…
Çeteler ve çeteleşen kurumlar…
Ne çok soru cevap bekleyen ve analiz edilmesi gereken.
Bu yazı gerçekten dikkatli bir bakışın ürünü olmuş. Ötesi de var değil mi? Kurtuluş Savaşı sonrası harcanan insanlar, sürgün edilen düşünce adamları, ortadan kaldırılan muhalefet, kısacası ortadan kaldırılan özgür düşünce ortamı ve demokrasi…
Aç halka da düşen, açlığı yenmenin yolları. Yoksa yeni bir sisteminin adının ne olarak değiştiğinin çok da önemi yok halk için(o dönemde). Başka bir ad da olsa kimsenin karışabileceği bir şey yok çünkü.Karışanların sonu da malum. Şu an bile sisteme yönelik eleştirilerin susturulmaya çalışıldığı düşünülürse (28 şubat az gerimizde, çok değil)değişerek gelişmenin önünde hala engeller olduğu anlaşılmıyor mu?!
Padişahım çok yaşa! mantığının sürerken/sürdürülmeye çalışılırken ve senden büyük Allah var’ın unutturulmaya çalışılması da ayrı bir konu elbette.
ve daha neler neler!
Yazarın ellerine sağlık.
Yazan:özlem Tarih: May 27, 2009 | Reply
Mehmet Bey konu ile doğrudan ilgili değil ama sizin Balıkkesir ile ilgili anlatımınızın daha kotusunu ben Kurtulus savasinda savasan subaylardan birinin torunundan duymuştum. İnanılamayacak kadar acı bir olaydı. Üstelik çete mete de değil bizzat düzenli ordu eli ile gerçekleşmişti.
İntikam korkunç bir psikoloji. İnanılmaz şeyler yaptırıyor ve yaşatıyor. İnanamadığımız için de düşsel bir tarih anlayışı çok daha işimize geliyor.
Yazan:Mustafa Tarih: May 27, 2009 | Reply
Mehmet beyin yazisini ilgi ile okudum. Tesekkür ederim. Velakin benim aklim almiyor modern savaslardan ve ihtilallerden böyle Ergenekonlari cikaran “atmosferin”. “Derin devlet” ve “Ergenekon”lar diger bircok memleketlerde yokmu? Demokrasinin yumusak karni sadece lobbicilikmi? Bir ahtapot gibi devleti saran böyle fenomenler vardir ve biliyoruz aslinda. Hatirlatirim: masonluk, illuminati, rosenkreuzer gibi gizli örgütler ve asiri milliyetcilerin mesela irkci alman “Thule-Gesellschaft” vardir. Ben ilk defa Ergenekon hakkinda okuyunca hemen bu Thule örgütü aklima geldi. Benzeri “Thule-Seminar” isimli örgüttür.
Bir takim devletler savas sonrasi kuruldu Türkiye ve Almanya gibi veya Cezayir misaller olarak. Böyle devletler köklü devletler gibi olmuyorlar. Galib devletler bu devletlerde “sigorta” veya “gizli kollari”ni monte ediyorlar. Disari bagimsiz gözüküp ama aslen belirli derece bagimli kaliyorlar. Bu devletleri kiyaslarsak ilginc benzerilikler meydana cikiyor.
Kurtulus savasinin “gölgesinden” kaynaklanmiyor bu cetecilik veya vahset. Vahset daima vardir tarih boyunca. Nazi almanyasini yikan müttefik gücler almanlara nasil muamele ettiler? Kurtardilarmi ? evet ve hayir. Bosu bosuna Dresden sehrini bombalamak ve orda öldürülen 200 000 sivil neye gerekti ? Veya ABD insan haklarinini aciklamadan kisa süre evvel iki atom bombasi atmasi neyin nesi? Almanlara karsi 2. dünya harbindeki ceteciler fransada milli kahramandirlar. Hitleri vuramadi diye Staufenberg isimli subaya halen almanlar yas tutarlar. Kisaca : modern zamanlarda tekniklerin gelismesi ile insan öldürme ve zulum imkanlarida artti. Teknik ilerler ahlakimiz irfanimiz kültürümüz ilerlemez. Vahset icimizdeki cehalet ve nefsimizdir ve sevgisizligimizdir.
Yazan:özlem Tarih: May 28, 2009 | Reply
Bu ülkede alınan kimi nefeslerin nasıl yaratıldığına dair çarpıcı bir belgesel.
http://video.google.com/videosearch?q=7893147585919394185#
Yazan:Hakkı Bentek Tarih: May 29, 2009 | Reply
Güneydoğu’da terörle mücadele için silahlandırılan korucuların yol açtığı sorunlar hallettiklerinden fazla değil mi? Devletin silahıyla, üniformasıyla kız kaçıran arazi kavgasını, kan davasını “çözümleyen” bazı korucular teröre katkıda bulunmuyorlar mı? (MY)
Aslında halledilen sorunlar ile çıkan sorunları doğrudan karşılaştırırsak söylenen doğru. Ancak bir de görünmeyen durum var.
Bölgede korucular olmasa, daha fazla saldırı olur muydu ? Veya korucuların bir kısmı geçinme imkanlarını kaybettikleri için karşı safa geçer mi ? Bunlar önemli.
Nitekim korucuların son zamanlarda yaşananlardan ve söylenenlerden çok rahatsız oldukları biliniyor. Bu insanların görevleri iptal edilse, maaşları kesilip , silahları alınsa.
1 – Neyle geçinecekler ?
2 – PKK tarafından hain damgası yedikleri için hedef durumundayken onları kim koruyacak ?
3 – PKK safına geçmelerine ne engel olacak ?
Bölgenin en büyük sorunu Ağalık ve Aşiret sistemi. Köylüler kendi topraklarına sahip değil. Başkalarının eline bakar durumdalar. Bu durum da bir çeşit terör değil mi ?
Öncelikle bölgede bir Toprak Reformu yapılmalı. Kim yapacak ? İçinde bizzat aşiret temsilcilerini barındıran partiler mi ?