Beyaz Türklerin Laneti
By Ayla Chignardet on Haz 8, 2009 in Basın günlüğü, Türk faşizmi, Ulus-Devlet, vicdan
“…Grand Palace’ı, Köln Katedral’ini, Rijkmuseum’u ilk gördüğümde hayranlığımı gizleyememiştim. Sonra çoğunu gezdim Avrupa’nın. Hayranlığım kat be kat arttı. …”
Tüm o muhteşem yapıların temelinde, Afrika’nın, Asya’nın, Güney Amerika’nın ve tüm diğer kolonilerdeki milyonlarca garibanın kemikleri vardı oysa.
Bizim seçkinliğimizin altında da, kendi Majidlerimizden çalınmış haklar ve kendi Majidlerimizin iskeletleri var.
Bu bir lanet, benden söylemesi.
Helalleşmeden bu dünyada kimseye huzur yok.
Herkesin hayatı ona zehir edecek bir Majid’i var çünkü.
Bizim seçkinler ve onların Majidleri (Markar Esayan – TARAF)
Prof. Dr. Füsun Üstel ve Doç. Dr. Birol Caymaz’ın önemli çalışması Seçkinler ve Sosyal Mesafe adlı araştırmayı okur ve daha sonra bizim gazete için kısa bir haberini yazarken nedense o filmi hatırladım sık sık.
“Avrupa sinemasının vicdanı” sıfatını alarak haklı bir ün yapmış olan Michael Haneke’nin 2005 Cannes ödüllü Caché, yani Saklı filmiydi bu.
TV’de edebiyat programları yapan Georges (Daniel Auteuil) ve eşi Anne (Juliette Binoche) on iki yaşındaki oğulları Pierrot (Lester Makedonsky) ile ayrıcalıklı lakin huzursuz burjuva yaşamlarına devam ederken, kapılarının önünde bir videokaseti bulurlar. Georges’un evini cepheden kaydetmiş bir kasettir bu. Sonrasında birkaç kaset daha bırakılır evin önüne. Bu kasetlerden birindeki kayıt, uzun yıllar evvel Georges’un iftiraları yüzünden baba evinden kovulan Cezayirli evlatlık Majid’le (Maurice Benichou) yeniden buluşturur onu.
Georges’un altı yaşında girdiği kıskançlık krizi Majid’in yetimhaneye gönderilmesine yol açmıştır. Fransa nasıl Cezayir’in hakkını gasp ettiyse, Georges da, Majid’in hakkını gasp etmiştir.
Majid’in evden kovulması için uydurduğu hikâyeler, Georges için sürekli tekrarlanan kâbuslara dönüşmüştür. Haneke, Cezayirli ‘Öteki’ne yönelik Batılı önyargıyı öyle güzel vermiştir ki! Korkuların, şüphelerin, açgözlülüğün, kıskançlıkların nasıl anlatı (tarih) haline geldiğini, sonra o anlatıların nasıl gerçek olarak kabul edildikleri, o “gerçek”ler üzerine nasıl soykırımlar, talanlar inşa edildiğini…
Nitekim Majid, videoları onun çekmediğine bir türlü ikna edemez Georges’u. Evlerine gelen kanlı el çizimleri (ki bu resimler kâbuslarında tekrarlanan ve sadece Geroges’a özel görüntülerdir) bardağı taşıran son damla olur. Polise giden Georges, Majid ve oğlunun yaşadığı sefil evi bastırtır. Majid’in ısrarlı diyalog ve aklanma talepleri, Georges’un korkularını, tehditlerini bir türlü aşamaz.
Öteki’nin sözü değersiz, varlığı önemsizdir seçkinler için…
Nihayetinde, Majid, Georges’u evine çağırır.
“Bu kasetlerle hiçbir ilgim yok. Buna senin de tanık olmanı istedim” der ve kendi boğazını keserek intihar eder Majid.
Georges’un gözleri önünde.
Majid öldükten sonra “video” -ki video aslında Georges’un suçluluk duyguları ve bastırmaya çalıştığı vicdanını temsil etmektedir- kaydına devam eder. Son sahne, Georges’un daha altı yaşındayken küçük Majid’e yönlendirdiği korku, güvensizlik, öfke ve suçluluk hislerinin, eşi ve oğlu Pierrot ile kurduğu ilişkide kendini tekrarladığını bize fısıldar gibidir. Video, Pierrot’nun okuduğu okulun girişini çekmektedir çünkü.
Pierrot’nun, babası Georges’a kendisi ile kurduğu ilişki biçimine duyduğu öfkenin bir tezahürüdür belki de her şey…
***
Seçkinler ve Sosyal Mesafe adlı araştırma, hani şu Robert Kolej gibi çok prestijli okullarda okuyan, orta-orta-üst gelir grubuna dahil, ülkenin iktidar mekanizmasına adam yetiştiren, kendilerini “laik-çağdaş-demokratik” cumhuriyetin “değer”lerinin taşıyıcısı gören kesimler üzerinde yapılmış.
Yani şu bizim yerli Georgeslar üzerinde.
Sormuşlar yerli Georgeslara; yerli Majidler, yani gayrımüslimler, Kürtler ve İslâmi kesim hakkında ne düşünürler diye. Eksik olmasınlar, gayrımüslim azınlıkları pek sever olmuşlar. Nedeni basit. Onlar da kendini azınlık hissederlermiş artık. Yaşam biçimleri, Batılı kültürleri (Anadolu’nun gayrımüslimleri sapına kadar Doğuludur halbuki) ile kendilerine en yakın gördükleri “öteki”lerdendir onlar. Üstelik, azalan sayıları ve sıfır çeken temsil güçleri ile seçkinlerle rekabet etme güçleri kalmamıştır artık.
Kürtler de zaten çocuk gibidirler. Nereye çekersen oraya giden, tembel lakin tehlikeli. Onları en çok İslâmi kesim sinirlendirmektedir lakin. Bu densiz köylüler, hadlerini bilmemiş, kentleri çekirgeler gibi işgal etmiş, seçkinlerin sadece “yüksek” kültürlerini değil, yüksek ayrıcalıklarını da tehdit eder hale gelmişlerdir.
Araştırmada, “Cumhuriyet balosunda görmek istemem Gül’ü, orada beyaz Türklüğüm çıkar, elim ayağım oynar” diyor bizim yerli Georgeslardan biri…
***
Grand Palace’ı, Köln Katedral’ini, Rijkmuseum’u ilk gördüğümde hayranlığımı gizleyememiştim. Sonra çoğunu gezdim Avrupa’nın. Hayranlığım kat be kat arttı.
Tüm o muhteşem yapıların temelinde, Afrika’nın, Asya’nın, Güney Amerika’nın ve tüm diğer kolonilerdeki milyonlarca garibanın kemikleri vardı oysa.
Bizim seçkinliğimizin altında da, kendi Majidlerimizden çalınmış haklar ve kendi Majidlerimizin iskeletleri var.
Bu bir lanet, benden söylemesi.
Helalleşmeden bu dünyada kimseye huzur yok.
Herkesin hayatı ona zehir edecek bir Majid’i var çünkü.
Ve şu uğursuz video durmadan çalışıyor.
Kabil’in kardeşi Habil’i öldürdüğü günden beri.
Sürekli.
Kaydediyor…
11 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Haz 8, 2009 | Reply
Sevgili Ayla ile ikinci defadir ayni yazi ve belgesel ilgimizi cekiyor ve pişti oluyoruz.:)
Bu yaziyi ne iyi yaptınız yayınlamakla. Beni çok duygulandıran bir yazıydı bu. Ama sanırım bu duygunun arka planında Majid yerine konulmaktan dolayı duyduğum hüzün değil Markar Eseyan gibi kendileri de bu ülkenin en çok ayırımcılığa uğrayan bir topluluğuna mensup aydınların bu kadar sağlam ve onurlu bir duruş taşımasıydı. Ve bu duruşun yeterince karşılık bulmadığını düşünmenin hüznü. Aynı onurlu duruşun bu ülkenin tüm Majidleri için de geçerli olması dileğiyle.
Yazan:eg Tarih: Haz 8, 2009 | Reply
“saklı” sonuna kadar politik bir konuyu, insani trajediler üzerinden hanekece anlattığı için çok önemli bir film.
cezayir ulusal kurtuluş cephesi paris’te gösteri çağrısı yapar. bu çağrı üzerine yapılan gösteri sırasında polis 17 Ekim 1961’de yüzlerce cezayirliyi katlederek seine nehrine döker. bu olaylarda majid ailesini yitirmiştir… izlemeyen varsa şiddetle tavsiye ederim filmi.
Yazan:özlem Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
Filmin ardindaki hikayenin gerisi de çok çarpıcı imiş gerçekten.
Gazze katliamının olduğu günlerde Markar Beyin olsun Etyen beyin olsun kimi yazıları kendilerini seven insanları epeyce üzdü, hayalkırıklığına uğrattı. Ben yaklaşımlarına katılmamakla beraber aslında hiç kızmadım o günlerde. Çünkü biliyorum ki her iki yazarın bir hayat felsefesi var. Farklı inanç ve prensiplerden çıkarak hayatları boyunca şiddetin hiçbir zaman çözüm olmadığını savunmuşlar. Filistin direnişini de bu gözle değerlendiriyorlar. Benim katılamayacağım bir görüş olsa da kendi içlerinde dürüst ve tutarlılar. Aslında Etyen Bey aynı şartlarda yaşasa muhtemelen aynı şeyleri yapabileceğini de dürüstçe ifade etmiş bir insan. Markar Bey ise kendi inancı doğrultusunda “kurban” olmanın
“cellat” olmaya evla olduğunu savunmuştu. Halbuki hayatın pratiği böyle göstermiyor. tarih direnmeksizin katlolunan bir çok arkaik medeniyetten bahseder bizlere. Çocuğunun yüzüne bakan bir insan çocuğumu öldürselerde ben onlara el kaldırmayacağım diyemez. Yakın bir zamandaki bir yazısında Etyen bey 1906 olaylarında silahlarını hükümete teslim eden Ermenilerin ardından gelen kıyımda nasıl kolayca katlolup gittiğini yazdı. Bunu silahlanmanın gereğini anlatmak için değil silahı bırakamayan insanların korkusunun ne olduğunu ifade için yazdı.
yine de dediğim gibi ne hayalkırıklığına uğradım ne de kızdım. Dürüstçe fikirlerini söylediler. Kendi görüşlerinin haricinde bir görüşe sahip olmadıkları için tartışırım eleştirirm ama yargılayamam. Bu mesela bir müslümanı inek yediği için suçlamaya benzer:) Benim asıl kızdıklarım ise işte o otel lobilerindeki yapma çiçekler. Hani var ya sizin bakışınızdan bile türlü anlamlar öcüler üretirler de, sonra 3-5 F16 30-40 sorti ile İki günde kürt sorununu nasıl çözeceğimizin destanını yazarlar.
Yazan:Ali Yürekli Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
Bir filim vardı sezar mı birütüs mü yoksa başkası mı tam hatırlamıyorum. Bir sanat eseri yaptırıyor ve ülkede ki herkesin elindekileri gasp edip çalıp bu heykeli bitirmeye çalışıyor. Heykel de kendi heykeli.:) Karşı koyanları kılıçtan geçiriyor. Hatırladığım en son heykelin kafa kısmının azı kalmıştı yapılmadık.:) Yani diyeceğim aslında büyük sanat eserleri toplumlardan dünyadan gasp edilen elitler tarafından yapılıyor. Ha sanat yapılmasın mı elbette yapılsın ama emeğinle kazanır toplumda herkes huzur ve refahı yakalar artanla da sanat eseri yaparsın. En azından böyle olmalı. AB’nin sanat eserlerinin özü vıcık vıcık kan ve gözyaşıdır. Ayrıca ittihatçı elitlerin gayri müslimler gibi hissetmesi enteresan bir an gayri müslimlere yapılan haksızlıkları, gaspları, faşizanlıkları ben yapmışım hissine kapıldım. Hem zalim olacan hem mağduru oynuyacan yuh artık. Yani ikiyüzlülüğün bu kadarı olur. Bakalım yarın kim gibi hissedecekler kendilerini. Kan ve iskelet üzerine kurulan bir medeniyet değil. Alın teri, özveri, fedakarlık, hoşgörü, huzur, refah, adaletin üzerine kurulan bir medeniyet istiyoruz. Kan kokusu iyice baydı artık. Majidler artık acı çekmesin. Çay içip, geyik muhabbeti edelim.
Yazan:eg Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
ne alaka diyeceğim ama cevap beklemeden diyorum:))
Yazan:Ali Yürekli Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
:):) Cevap vermezsem çatlarım ben. Günümün kötü geçmesini mi istiyon eg kardeş 🙂
Şöyleki bu eserleri yapanlar bu eserleri ne amaçla yapıyor. Bir şeyin amacını anlaman anlam yüklemek yalnıştır. Tarih filimlerine bakarsanız orda çok daha iyi görürsünüz bu amacı. Gurur, kibir, kendini beyenmişlik, Güç gösterisi, kendini toplumdan soyutlama(farklı gösterme) amacı ile yapılıyor. Yoksa sanat için toplumun değerlerini yükseltmek için, anlayışını değiştirmek, hayal gücünü genişletmek, yüksek bir medeniyet oluşturmak için yapmıyorlar. Elbette bu amaçla yapılan eserler olmuştur. Lakin AB eserlerini bunun içine katmadım. Sömüren bir ülke, kan emici bir ülke yüksek bir medeniyete sahip olamaz. Kanlı, iskeletli, gözyaşı ile yapılmış sanat eserlerine sahip olabilir yalnız. Evet biraz cümle genelleme olmuş.(istisnalar kaideyi bozmaz diye eklemeliymişim.)
Ben açlıktan ölürken, çocuğumun ölümünü yavaş yavaş seyrederken, çocuğuma eğitim veremezken.
sanat eserinden banane. Kabe’nin bile insandan daha değerli olmadığını söyleyen bir peygambere ve dine sahibim ben. Ha insanların yaşamını yükseltin muhtaç olmaktan kurtarın yine sanat eseri yapacakmışın yap. Ben açken sanat eserinin canı cehenneme. Sanatta sanat diyen insanlar karnı tok sırtı pek insanlardır. Bu seviyeye toplumun gelmesini istiyorsanız herkesin karnını doyurmanız lazım. Hah o zaman herkes sanatta sanat kıvamına gelir. Tabi şunu da belirtmek lazım sanat bir milletin ufkunu, yaşam düzeyini inanılmaz derecede olumlu etkiliyor. Buna katılıyorum. Ama abi-apla açım allah rızası için iyi ücretli iş.:)
Yazan:eg Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
http://www.derindusunce.org/2009/04/23/tarkovskyde-sanat-ve-insan-ruhu/
sanatla en sıkı ilişkide olması gereken kesim dindarlar olmalıyken, türkiye’de dindarların sanata bu uzaklığı maalesef islam kültürünün aktarılmasının önündeki en büyük engel…siz sanatla ilgili genellemelerinizi bir daha düşünün derim. ayrıca AB sanatı diye birşey de yoktur. bu yazıda bahsedilen haneke avrupa burjuvazisine en sert eleştirileri sanat diliyle yapan bir insandır mesela. sanata düşmanlık vandallıktır ve bu vandallığı en son yakıştırdıklarım ise dindarlardır. zira sanatla din ikiz kardeştirler…
Yazan:eg Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
bu arada dostoyevski ile ilgili yazıda karamazof kardeşlerden bir bölüm aktarmıştım. buraya o bölümü tekrar yazmak isterim: zira tam da sizin mantığınızla ilgili:
Yazan:Ali Yürekli Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
Şimdi tartışmamızı belirginleştirelim. Ben sanattan bahsetmiyorum yüksek bütçeli sanat eserlerinden bahsediyorum.
Sanat:Görsel, yazısal, resimsel, şiirsel olanlardır ki bunlar zaten paradan çok düşünme fikir sanatlarıdır maliyeti yoktur. Eğer toplumun huzuruna, refahına ve adaletine katkısı varsa eyvallah başımın üstünde yeri var.
Sanat Eseri:100 milyonlarca Milyarlarca $ harcanarak yapılan eserlerden bahsediyorum. Bu eserlere karşı da değilim.(içime pek sinmesede dünya da o kadar aç varken) Ama eğer halk fakirlikten kırılıyor, buna paralel olarak çocuklarına eğitim veremiyorsa sonuç olarak hırsızlık, insan hakları ihlalleri oluyorsa orda sorunum var benim ve kesinlikle karşısındayım. İnsan sadece ekmekle yaşıyamaz diye elimdeki ekmeği alıp sanat eseri yapacam derse orda duuuuur derim. Tamam insan sadece ekmekle yaşıyamaz ama ekmeksiz de yaşıyamaz bu dengeyi tutturmak lazım. İlk önce insan ekmeğini kazanıp yiyecek ki o enerji ile sanatını icra etsin, üretsin. Ölü bir insanı veya kolunu kıpırdatamıyacak derecede enerjisiz(ekmeksiz) kalmış birini suya atarsanız ne olur. Kurtulmayı boş verin çırpınamaz bile. Ekmek yemek birinci ihtiyaçtır. Midesini belli oranda doldurmayan nefsini ve ruhunu şeytana kaptırır.(istisnalar hariç)Şeytanın esaretinde olan bir nefis ve ruhta sanat ve sanat eseri üretemez. Üretsede insanlığın faydasına olmaz. Ancak egosunu tatmin eder. Tabi bunun tersi de olabilir lokman hekimin dediği gibi “Mide dolunca fikir uyur, hikmet ölür ve azalar durur.” (Lokman Hekim) Dediğim gibi bunun ikisinin ortalamasını tutturmak lazım.
Sanata ve sanat eserlerine karşı değilim ama sanatı ve sanat eserlerini insan yaşamından,insan haklarından üstün gören zihniyete karşıyım ben. Ve bunlar sanattan ne anlar diye gubuzlanan fakat ne sıkıntılarla yaşadığını bilmiyen ne olduğunu bilmeyen burjuvazi sınıfına karşıyım ki bunlar sadece AB’de yok heryerdeler. Sanat sadece görsel de değildir. Mevlana ne güzel demiş.
“Nice insan gördüm, üstünde elbise yok; nice elbise gördüm, içinde insan yok.” (Mevlana)
Ben sanatı daha çok içsel görüyorum. Sanat insanın ruhunun merkezindedir-merkezidir. Önemli olan oraya ulaşabilmek. Ondan sonra ne giydiğin, hangi evde oturduğun, hangi eseri yaptığında çok önemli değildir açıkçası en azından benim için. İnsan bir kütüktür önemli olan o kütükten muhteşem bir eser çıkartmaktır. Bu eseri gerçekleştirmek için yapılan her sanata eyvallah.
Yazan:eg Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
efendim konu uzun olduğu için fazla uzatmayacağım. ama sanat insan hayatından bağımsız bir fantezi alanı değildir. öyle görenler de zaten sanatçı değildir. her sanat yapan, ya da her sanatsever de bir eli yağda bir eli balda burjuva değildir. hatta tam tersinin olma olasılığı çok daha yüksektir. zira burjuvalar reyna, zeyna gibi yerlerle hemhal vaziyetteler sanatla pek işleri olmaz sanırım:))
sanatçılık bir insana Allah’ın bir hediyesidir ve Allah’ın hediyesi aynı zamanda sorumluluk demektir ve geri çevirmek edepsizliktir bence.
Yazan:Ali Yürekli Tarih: Haz 9, 2009 | Reply
Anladığım kadarı ile söylediklerimiz aynı. benim demek istediğimde bu reyna’da, zeyna’da yaşayan burjuvaların bana sanatın ne olduğunu dikte ettiremez. Millet açken vergilerimizi kullanarak sanat eserlerine harcıyamaz. İlk önce insan yaşamı sonra sanat eserleri. Gerçi bizdekiler cebini, banka hesaplarını dolduruyorlar.:):) Yani sanat eseri yapsalar ona da razı olduk bizimkiler AB’deki burjuvazilerinden de beterler. Yalnız şu sanatçılığı biraz açar mısın örneklerle sanatçıdan kastınız ne sanatçı nedir. Sanatçı ile ilgili yorumumu http://www.derindusunce.org/2009/05/21/sanat-iktidar-iliskisi-baglaminda-tiyatrocularin-yuruyusu/ yazının altında yaptım. Arzu ederseniz bakabilirsiniz. Evet sanatçılık allahın hediyesidir kuşkusuz. Önemli olan bu sorumluluğun altından kalkabilmek ki kalkanı çok azdır. Açıkçası çok genel yazıyorsunuz içerikte ne demek istediğiniz tam anlaşılmıyor. Ama sizi anladığımı ve anlaştığımızı düşünüyorum. en azından genel olarak. Yanılıyorsam düzeltiniz.