RSS Feed for This Post

Bizim Dünyamız

  …aflarına sığınarak… 

İnsanoğlu yeryüzünü cennete çevirmenin hayallerini kurmuş, hep cennet vari bir dünya tasavvur etmişlerdir. Bu amaçla nice yazarlar “ütopya” adı verilen eserler ortaya koymuşlar. Nice sistem ve ideolojiler bu amaçla ortaya çıkmışlardır. 

Bunların birçoğu, hayal olarak kalırken, hayata geçirilmeye çalışılan bir kısmı da yeryüzünü kana boğup gitmişlerdir. Farabi Medinetü’l Fazılası’nda ütopik kalmış, Eflatun (Platon) Cumhuriyetinde yine ütopik devlet yapısını anlatmıştır. 20.yüzyıl boyunca dünyanın yarı coğrafyasına hükmeden Karl Marks’ın “komünist ütopyası” da, insanların iki dünyasını da karartmış ve dünyayı kan gölüne çevirmekten başka bir işe yaramamıştır. Yine daha önceki yazımızda belirttiğimiz üzere dünyada kapitalizm’e geçiş de çok ağır bedeller karşılığında olmuş ve bu bedeller hala ödenmektedir. 

Anlatacağım dünya; “Bizim dünya” yukardaki dünyalardan farklı, başka bir dünya. Cennetin küçük bir katresini gösteren ve insana cenneti soluklatan bir dünya. Evrensel değerleriyle; insana, öteleri gösteren bir dünya. Yaşama, kainata  ve insana bakışıyla; insana kim olduğunu, nerden geldiğini, nereye gideceğini ve gerçek yurdunu gösteren bir dünya. “Bir Yeryüzü Cennet” projesi diyebileceğimiz, bizim dünya başlangıçta ütopik gelebilir. Oysa o bir sistemin, yeryüzünü; belli zaman ve mekanları itibarıyla cennete çeviren gerçek bir yansımadır.  

Bizim Dünyamız; bizi yoktan var edip, bizi bizden daha iyi bilen, sonsuz ilim sahibinin, mutlu olmamız için koyduğu ilkelerine ve kaynağına (Kur’an), Habib’inin getirdiği pratiğine (sünnet), ümmetin üzerinde birleştiği doğrulara (icma) ve bu üç kaynak esas alınarak ortaya konan diğer esaslara (kıyas) bağlıdır. 

Bu kaynaklardan mahrum insanların, ortaya koydukları sosyal ve ekonomik sistemlerin, insanlığa mutluluk ve huzur getirdiği görülmemiştir.   

Nitekim hasta bir insan için uygulanan tedavi yöntemi, sağlıklı insan için hastalık sebebi olabileceği gibi, toplumun sancılı dönemlerinde ortaya konan gözlem ve tespitler de, sağlıklı dönemler için geçerli olmayacaktır. Bu sebeple sancılı dönmelerde ortaya konan  bütün beşeri sitemler, zaaflardan kurtulamamışlardır. Dahası, defalarca yaşanan acı tecrübeler, tüm zamanlar ve tüm insanlar için mutluluk ve huzur getirmesinin mümkün olmadığını göstermiştir.  

İlahi Vahye dayanan Kur’an ve onun pratiği sünnet ise, Allah’ın her şeyi kapsayan ilminden kaynaklanması ve her şeyi mazi ve geleceği de kapsayacak şekilde baktığı için her türlü zaaftan ve arızadan münezzehtir. Allah zaman ve mekandan münezzeh olarak her şeyi iç içe görmekte ve ona göre hüküm vermektedir. Onun hükümleri, her türlü krizlerin  ve buhranların üstünde kalabilecek niteliktedir.  

Bizim dünyamızda, gökyüzünü, kainatı, bütün insanlığı ve bütün canlıları kuşatan bir merhamet  ve hoşgörü vardır.  Necip Fazıl’ın Reis Bey’inin ifadesiyle; 

Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum. Bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş, yaşamayı öldürüyoruz! Merhamet..

Alem bu temel üzerinde! Eğer toprağa, tohuma hatta kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet pırıltılı, ışıltılı su…

Ne duruyorsunuz! Sökün sahte su borularını! Ev ev merhamet şebekesi kurun! Tepelerinizdeki çatıları da yıkın! Göklerle temasa geçin! O zaman göreceksiniz ki; acı su borularından, kendi kendine tatlı su akacak…

Ve başlar üzerinde güneşe yol veren kubbeler yükselecek…”

İşte böylesi merhamet yangının çıktığı bir dünya bizim dünyamız. 

Bizim dünyamızda, fertler ve toplumlar eşittir. Bu hukuk karşısında, istisnasız herkesin canı, malı, ırzı garanti altına alınmıştır. Platon’un dünyasında kurmaya çalıştığı, şeytani üstünlük davasına referans olmuş ırkçılık akımlarına yer yoktur. Üstünlük tende, renkte, kanda aranmamış, üstünlük Allah ile olan yakınlıkta, samimiyette ve takvada aranmıştır.

İnsan; eşrefi mahluk, Allah’ın yarattığı en değerli varlık olarak, yaratılışından gelen fıtri yapısıyla, eğilimleriyle, alışkanlık ve zaaflarıyla, ümit ve korkularıyla olduğu gibi kabul edilmiştir. Bütün getirilen evrensel değerler ve düzenlemeler, onun bu özellikleri dikkate alınarak getirilmiştir. İnsanın bu özelliklerini dikkate almayan en kuvvetli sistemler dahi, paramparça olmuş ve tarihin çöplüğünü boylamıştır. 

Bizim dünyamız, ekonomik refah ve huzuru sağlam temellere oturtmuş topluma , toplumu  da sağlam aile yapısına ve en önemlisi Allah’tan başkasına kulluk etmeyen, bütün varlığa karşı sevgiyle yaklaşan, yaşamaktan çok yaşatmayı hedef almış fedakar, gönül erlerine dayanır. Bu dünyanın fertleri, Allah’tan başka hiçbir şeye kulluk etmeyecek kadar  özgürdür. Fani, geçici ve süfli arzularına esir düşmeyecek, en geniş özgürlüğü tatma bahtiyarlığına ermişlerdir. 

Bizim dünyamızda insan, Hak karşısında gerçek yerinin şuurundadır ve kendini insanlardan bir insan veya varlığın herhangi bir parçası kabul eder. O, kendinde zâtî hiçbir kıymet görmez. Şöhretperestliğe pirim vermez. Üstün sıfatlarla yaratılmış olduklarına inanmaz, kendilerini farklı görüp, gösterip ve çevrelerine birer misyon adamı olduklarını empoze etmez. “Ben bilirim, ben yaparım, ben yanılmam” demez. Gurur, kibir ve bütün bunları küfür ve nifak sıfatı sayar. Dolayısıyla da, methedilmekten hiç hoşlanmaz, övülmekten memnun olmaz.

Evet, o büyük insan da hiçbir zaman takdir beklememiştir. Hatta kendisine takdir hissiyle bakan talebelerini hemen tekdir etmiş; “Niçin yüzüme öyle bakıyorsunuz? Ben kendimi sevmiyorum. Bana haddimden fazla makam vereni de sevmiyorum” demiştir

Bizim dünyamızda; bir insanın canı, bütün insanlığın canı gibi aziz tutulmuş, bazı büyük suçlara verilen ağır cezalar da fert ve toplumun hukukunu korumaktan başka amaç taşımamıştır. Bu dünyada suçluya verilen cezalar, ona acı çektirmek için değil, suçtan caydırmak içindir. Masumları ve toplumun huzurunu korumak içindir. 

Bizim dünyamızda; fert ve toplumlara zarar veren davranışlar; doğrudan doğruya zorla yasaklama yoluyla değil, yavaş yavaş ve aşama aşama, zamana yayılan eğitim, ikna ve  kendi iradeleriyle fertlere evrensel, insani ve ahlaki değerleri benimsetme yöntemiyle tedavi edilmiştir. 

Bizim dünyamız; en büyük hakikat olan Allah inancının hakim olduğu, bunun yanında  farklı düşünüş ve inançlarında temsil edildiği ve dile getirildiği ve herkesin din ve vicdan hürriyetine sahip olduğu bir toplumun huzur ve refah dolu dünyasını bütün yönleriyle temsil eder. Bu dünya alabildiğine geniştir. Çünkü o; toplumların diline, dinine, rengine, milliyetine bakmaksızın istinasız herkese kucak açmıştır. Bu farklılıkları bir zenginlik bilip, herkesi aynı çatı altında barış ve refah içerisinde yaşatmayı hedef alır. Yine bütün farklılıklarıyla bütün insanlığı tek bir aile gibi düşünür. Bu dünyadaki farklılıkları, bir bahçeyi bütünleyen rengarenk çiçekler gibi görür, insanların birbirlerini tanıma vesilesi ve yeryüzünün imarında  iş bölümü gereği sayar. 

Bizim dünyamızın hakim özelliği; bütün inanç ve fikirlerin açıkça ve özgürce ifade edilmesi  ve yaşanması, kimsenin ve hatta kurumların, fertlere ya da toplumlara zorla fikirlerini veya yaşam tarzlarını empoze etmeye kalkmamasıdır. Düşüncelerin açıkça ve özgürce ifade edilmesi, toplumda hakkın er ya da geç üstün gelmesi demektir. Çünkü eşit şartlar altında Hak batıla, aydınlık karanlığa galebe çalacaktır. 

Bizim dünyamızda; bütün insanlar, Allah’ın kulu ve Habib’inin getirdiği evrensel değerlerin tebliğine muhatap olarak düşünülmüştür. Kendi inançlarını paylaşmasalar bile barış ve huzur içerisinde beraber yaşamaya istekli ve arzulu bir şekilde, dünyalarını herkese açmışlardır. Çünkü bu onlara hayatlarının gayesi olan Hakkı tebliğ fırsatını tanır. Sadece tebliğini yapar. Hidayeti Allah’tan bekler. Gerisine karışmaz. 

Bizim dünyada; kadın ve erkek bir bütünün iki eşit yarısı olarak görülmüş ve bunların kurduğu sıcak yuvada yetişen yavru sağlam toplumun yapı taşı olmuştur. Bu sağlam toplumda tam bir eşitlik yardımlaşma ve dayanışma hüküm sürmüştür. Erkekle birlikte kadına da mülk edinme ve miras hakkı tanınmış ve kadın toplumda hak ettiği yeri almıştır. Bizim dünyada kadın, cenneti ayakları altına serecek kadar abideleşmiştir. Bütün insanlık tek bir aile, bütün yeryüzü de tek bir ülke gibi görülmüştür. 

Bizim dünyamızda fertler; kötülüğe ve haksızlığa karşı oldukça duyarlıdır. Vicdan muhasebeleri daima işler vaziyettedir. Hukuk ve kanunlar önünde, hükümdar ile köle eşit muamele ve haklara sahiptir. Üstünlük Allah’a yakınlıkta aranmıştır. Yöneticilik, sadece bir sorumluluk ve halka hizmet aracı görülmüştür. Ateşten bir gömlektir yöneticilik. 

Bizim dünyamızda ferdin mutluluğu, içinde yaşadığı toplumun refahı, huzuru ve mutluluğu ile ayrılmaz bir bütündür. Çünkü İslam insanların sadece ahiret mutluluğunu esas almamış aynı zamanda ahirete hazırlık yeri olan dünyayı da esas almıştır. Ona göre dünya ve ahiret bir evin iki odası gibi yan yanadır ve birbirinin tamamlayıcısıdır. 

Bizim dünyamızda; insanoğlu için çalışmaktan başka bir şey yoktur. Ancak insan bu  çalışmayla birlikte iyi ve kötü amellerinin karşılığını mutlaka alacağının ve Allah’a hesap vereceğinin bilincindedir. Fert bu hayatı, daima öbür hayata göre tanzim ederek toplum içinde dengesiz bir fert olmaktan kurtulmuştur.  Bu prensiplerle iktisat da payını almıştır. Böylece insan süfli arzuların peşinden koşan “homoeconomicus” olmaktan, Allah’ın rızasına talip kutlu varlık haline gelmiştir. 

Sınırsız ve çılgın tüketimin yerini, kanaat ve tutumluluk almıştır. Toplum içinde dayanışma ve yardımlaşma zirvededir. 

Zira ekonomik sistemlerin başarısı; toplumun ihtiyaç duyduğu mal ve hizmet üretiminin sağlanması ve bu gelir dağılımının, toplumun fertleri arasında dengeli ve adil bir şekilde paylaşımı ile ölçülür.  Beşeri sistemlerden liberal eğilimli olanlar üretim problemini çözerken, gelir dağılımda sınıfta kalmıştır. kolektivist eğilime sahip olanlar gelir dağılımı problemini çözerken, üretim problemlerini aşamamışlardır. 

Herkes için maksimum ekonomik refahın hedeflendiği bizim dünyamızda, her iki problem de çözülmüştür.  

Geniş ekonomik özgürlüklerin tanınması, çalışmanın teşvik edilmesi “yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz” düsturuyla öz kaynakların atıl vaziyete getirilmeMEsi, millet ve milletler arası ticaretin önünü tıkayan engellerin kaldırılması ile üretim problemi çözülmüştür. Temelde faiz yasağı ve zekat esasına dayanarak ve daha çok çeşitli gelir dağılım sistemleriyle paylaşım problemleri de ortadan kaldırılmıştır. Bizim dünyamızda, servet, zenginlerin elinde dolaşan bir güç olmaktan çıkmış, başkalarını kendi nefsine tercih etme duygusunun hakim olduğu bir dünyadır. 

Elhasıl;  

Savaş meydanında yaralı bir şekilde yerde yatan birkaç sahabenin su diye inlerken, su hakkını bir diğer kardeşine öncelik vererek, son nefeste dahi kardeşini kendi nefsine tercih edenlerin ve sonuçta bu tercihlerin karşılıklı olması neticesinde, hiçbirinin de su içmeye muvaffak olamadan canını Rahman’a teslim edenlerin dünyasıdır bizim dünyamız. 

İnsandı, beşerdi ve kardeşine cahiliye adedinde görülen bir cümle sarfetmişti “Siyah kadının oğlu ” diyerek hakaret etmişti. Sonunda kendini kardeşine affetirebilmek için evinin kapısının önüne yüzünü toprağa yapıştırır. Ardından şöyle der: 
” Ayağın ile yanağıma basıp çiğnemedikçe, vallahi yüzümü yerden kaldırmayacağım” 

Bunun üzerine kardeşini affeden mübarek insan, “bu yüz basılmaya değil, öpülmeye layıktır” diyerek onu bağrına basar. Karşılıklı ağlaşıp sarılırlar. İşte böyle bir dünya, bizim dünyamız. 

Bizim dünyamız, devlet başkanlarının makamında kaynaklanan gururu kırmak için, pazara çıkıp sırtında çuval taşıyacak kadar bir vicdan duruluğuna sahip olduğu; çok geniş bir coğrafyada devlet başkanından başka, zekat verilecek kimsenin kalmadığı; eyaletteki fakirler listesinin başında, yine o eyaletin valisinin yer aldığı; devlet başkanı ile hizmetçisinin bir tek bineği nöbetleşe kullandığı; yine devlet reisinin, evinde hasta yatanları kimseye hissetirmeden yaralarını sardığı, yaşlı ninenin sütünü sağdığı; hükümdarın bir azınlık mensubuyla aynı sandalyeye oturtularak mahkeme edildiği ve hükümdarın aleyhine karar verilerek elinin kesilmesine karar verilecek kadar adalet düşüncesinin zirveye ulaştığı bir dünyadır. 

Bizim dünyamız; aç insanların bile yolda buldukları büyük miktardaki parayı dahi el sürmeden getirip sahibine verdiği; fertlerin sofrada kaşıklarını boş götürüp getirerek, kendileri ve çocukları aç kalarak, misafirlerini doyurmaya çalışan ve bu hareketleri dolayısıyla haklarında ayet nazil olan kutlularla dolu, yaşamayı değil, yaşatmayı düşünen bir dünyadır.   

Bizim dünyamız, haklarının zayi edilmeyeceğine inanan işçilerin, işverenlerinin kendilerine takdir ettiği ücreti hak etmedikleri düşüncesiyle fazla bulup itiraz bile ettikleri; işverenin bir koyunluk ücretini almadan giden işçisinin ücretini nemalandırarak sürüye dönüştürdüğü ve yıllar sonra bu tek koyununu almaya gelen işçisine bu sürüyü teslim edecek kadar “hak” düşüncesinin bayraklaştığı bir dünyadır. 

Bizim dünyamız, sabahleyin siftahını yapan bir satıcının, komşusunun da siftah yapmadan başka bir müşteriyi kabul etmediği ve kimsenin aç açıkta kalmaktan korkmadığı ve toplum fertlerinin hiçbirinin tek kuruş ödemeden sosyal ve ekonomik güvencesinin sağlandığı bir dünyadır. 

Anlatılan dünya ütopik bir dünya değil. Masallar diyarı da değil. Bir film, bir roman da değil.

Anlatılan dünya, insanların en hayırlısının ve O’nun sahabelerinin, tabiinlerin, Allah dostları ve İslam alimlerinin, Hz.Ömer’lerin, Ömer bin Abdülaziz’lerin, Bilal-i Habeşi’lerin, Ebu Zerr’lerin, Halid bin Velid’lerin, Cüleybib’lerin, Zübeyr bin Avvam’ların, Mus’ab bin Umeyr’lerin, Fatih’lerin…dünyası.

Yaşanmış ve hala yaşanabilecek, yeryüzünü cennetlere çevirebilecek gerçek bir dünya…  
 

Not : Bu yazı, Prof.Dr.İsmail Özsoy’un yazısından ilham alınarak yazılmıştır.

Ayrıca Derin Düşünce Grubu üyeleri ve yorumcuları ile yaptığımız hasb-i hal neticesinde böyle bir yazıya karar verilmiş Ve Sanayisiz Osmanlı adlı makalenin yorum kısmında  “Aziz Yılmaz ” Beye verdiğim sözün gereği olarak düşünülmüştür. Bu vesileyle başta “Aziz Yılmaz” Bey kardeşime ve ismini sayamadığım diğer değerli yorumcu kardeşlerime teşekkürü borç bilirim.

Trackback URL

  1. 81 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Haz 14, 2009 | Reply

    mehmet kardeşim elbette niyetinizin halisliğine diyecek birşeyim yoktur. ancak şunu söylemem gerekli: “başkalarını şekillendirmeye” yönelik her türlü çaba eninde sonunda kendini, insanın özgürlüğünü birkaç parça ekmeğe sattığı büyük engizitörlüğe döndürüyor. necip fazıl’dan örnek vermişsin ya, reis bey’den. bu örnek söylemek istediğimi en güzel anlatan şey olmuş. zira reis bey’de şairane bir merhamet çığlığı, “ideolocya örgüsü”nde faşizan ve totaliter bir toplum kurgusuna dönebiliyor hemencecik. bu yüzden “bizim dünyamız”ın bir süre sonra “öteki”nin zindanı olabileceğini de gözönüne almak gerekli. bu yüzden bir müslüman için de “bizim dünyamız” diye tanımlanabilecek bir dünyanın olduğu konusunda şüpheliyim(en azından bu dünyada). bence bir müslüman dünyasını şekillendirmeye herşeyden önce kendisinden başlamalı. zira kendisini değiştiremeyen hiçbirşeyi değiştiremez. ancak (yine mehmet kardeşimi kastetmeyerek ama gördüğüm müslümanların çoğunu kastederek söylüyorum) gördüğüm müslümanların çoğunluğu sadece başkalarını dönüştürmeye çalışmakla meşgullerdi, öyle meşgullerdi ki bir türlü sıra kendilerine gelemiyordu…

  3. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    bence bir müslüman dünyasını şekillendirmeye herşeyden önce kendisinden başlamalı. zira kendisini değiştiremeyen hiçbirşeyi değiştiremez… gördüğüm müslümanların çoğunluğu sadece başkalarını dönüştürmeye çalışmakla meşgullerdi, öyle meşgullerdi ki bir türlü sıra kendilerine gelemiyordu…(eg)

    Bu güzel yorumunuz yazının eksik taraflarını tamamlamış, bütünlemiş aslında.

    Bu büyük hakikatı dile getirdiğiniz için yüreğinize ve gönlünüze sağlık.

    En derin muhabbetlerimle…

  4. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Bizim dünyamız; en büyük hakikat olan Allah inancının hakim olduğu, bunun yanında farklı düşünüş ve inançlarında temsil edildiği…

    Burada “eşitlik”ten çok hiyerarşi gördüm sanki. Birileri esas inanç, diğerleri ise temsili.
    Diğer yandan geçmişe, günümüzden bakarak okuma yapıyor olabilirsiniz.
    Özellikle “earth religion” tabir edilen doğa dinlerine bakarsanız, yazılanlar pek yerine oturmuyor. Konya’nın göbeğinden Çatalhöyük tanrıçası heykelcikleri çıkarken ve kadim inançların inanılmaz derin tanrıça kültleri varken, “kadına hakettiği değerin verilmesi” falan bana pek inandırıcı gelmiyor. Özellikle “mülk edinme” ve “miras” ilişkilerini ve bunların getirdiği toplumsal cezaları, kuralları baz almak ne kadar doğru bilemedim.

  5. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Konya’nın göbeğinden Çatalhöyük tanrıçası heykelcikleri çıkarken ve kadim inançların inanılmaz derin tanrıça kültleri varken, “kadına hakettiği değerin verilmesi” falan bana pek inandırıcı gelmiyor.

    Cahilliğimi af buyrun. Tanrıça kültleri bulunması, kadına değer verildiğini mi gösterir? Kadını tanrıça yapıp tapmak; bana hayatı gerçekliğinin dışında bir şeymiş gibi geliyor. Yanılıyor muyum?

  6. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Bazen ben ve bazi dostlarim da, Mustafa Kemal, veya onceki padisahlar, veya sonraki devlet adamlari gibi, bu ulkeye, halka, yenilikler, ise yarayan, is goren, fayda saglayan seyler, yeni araclar, gerecler, (hatta icecek, yiyecek gibi) tuketim malzelemeleri getirmeye ve tanitmaya ugrastigimizda, cok ciddi engellerle karsilasiyoruz.Bu engeller, izin ve onaylarda, bakanlik koridorlarindaki burokratlara kadar uzaniyor.

    Biz ve bizim gibiler, farkli olarak, siyaset yoluyla, millet parasiyla (vergiler) degil, kendi paramizla kendi emegimizle, kendi calismamizla bu yenilikleri getirmeye ugrasiyoruz.

    Bu ve benzer sebeplerle, hem firma hemde sahislar olarak, cok sıkıntılar cektigimiz “lanet olsun” diye isleri yuz ustu biraktigimiz cok olmustur.

    Varsayin ki,Japonya’da, Cin’de Hindistan’da, ABD’de veya, bir Avrupa ulkesinde calisiyoruz, oralarda yasiyoruz.Yine varsayin ki, ulkemizde yetisen uretilen bazi urunleri tanitmak, hatta satmak istiyoruz.

    Ayni seyler bize orada, yapilsa, bu engelleri hos gorur ve hakli bulur muydunuz?

  7. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Tanrıça kültleri bulunması, kadına değer verildiğini mi gösterir?

    Tanrıça kültleri özellikle tarıma ve yerleşik hayata geçilen neolitik dönemle önem kazandı. Çünkü toprak kadındır. Gökyüzü ise erildir.
    Tanrıça kültlerinin bulunması, kadının toplumda, idari, dini ve sosyal açıdan önemli bir yeri olduğunu elbette gösteriyor. özellikle dini bakımdan kadın epey etkindi. Toplamlarda çürümeler olabilir, Arabistan örneğinde olduğu gibi ama bu Arap cografyasında daha kadim dönemlerde kadının “değersiz” olduğunu göstermez. Hindistan, Arabistan aklınıza neresi gelirnse, bütün ataerkil kültürlerin temelini kazarsanız, bir tanrıça kültüne ulaşırsınız.

    Tam detayını hatırlamıyorum ama İslamiyetin doğuş aşamalarında Muhammed’in ailesi sanırım, bir kadın kahine gidiyordu. Kahinlik durumu, anatanrıça inançlarının kalıntısıdır. Bu gerçekten çok uzun bir konu kafanızı şişirmeyeyim.
    Ama kadının değersizleşmesine gelirsek, köyün iyileştirici, şifacı kadınlarının cadı diye yakılmasını örnek verebiliriz.

    Kadını tanrıça yapıp tapmak; bana hayatı gerçekliğinin dışında bir şeymiş gibi geliyor. Yanılıyor muyum?

    içinde bulunduğumuz günün koşullarını, tek gerçeklik olarak kabul etme hatasına düşüyoruz bazen. aslında sizin gibi ezoterik konulara ilgi duyan birinin böyle düşünmesini anlamıyorum. Musevilerdeki Shekinah, Hristiyanlardaki Meryem’e daha dikkatli bakmanızı öneririm.

  8. Yazan:eg Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    hay allah demek ki şifacılar,kahinler,tanrıçalar(tanrılar!!!), krallar erkek olursa problem; kadın olursa “iyi,güzel,ileri” ne güzel memleket valla:))bu bakışın erkek egemen bakıştan ne farkı var?ezoterizm bir takım fantezilerin gerçek diye yutturulması demekse bence siz dinsel metinlerin asli kaynaklarına bir bakın(baktıysanız da tekrar bir bakın). zira “yeni yüksektepe”cilerin öne sürmeye çalıştığı gibi “tanrısız bir mistisizm” gerçekten kötü kokuyor …

  9. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Tanrıça kültleri özellikle tarıma ve yerleşik hayata geçilen neolitik dönemle önem kazandı. Çünkü toprak kadındır. Gökyüzü ise erildir.

    Şöyle diyorlar. İnsanlar neolitik çağlarda hamileliğin cinsel ilişkinin sonucunda olduğunu bilmiyorlardı. Bu yüzden bu esrarengiz olaya ilahi bir nitelik kazandırdılar. İşin sebebi er-geç anlaşılınca da sır bozuldu.

    Tanrıça kültlerinin bulunması, kadının toplumda, idari, dini ve sosyal açıdan önemli bir yeri olduğunu elbette gösteriyor. özellikle dini bakımdan kadın epey etkindi.

    Onlarla ne yaptıklarını bile bilmiyoruz. Bizden 1000 yıl sonra kazılarda Barbie bebekleri bulanlar da bizim için aynı şeyi düşünebilirler.

    Kahinlik durumu, anatanrıça inançlarının kalıntısıdır.

    Kahinlik o kadar da matah bir rütbe olmasa gerek. Bir de annelerimiz demek ki o yüzden her fırsatta kahve falı kapatıyorlar. Genlerde var bir arıza…

    Ama kadının değersizleşmesine gelirsek, köyün iyileştirici, şifacı kadınlarının cadı diye yakılmasını örnek verebiliriz.

    Cadılık rolüne talip olunca sonuçlarına katlanmak gerekiyor tabi. Bundan erkekler de nasibini almıştır zira. Takiyüddin Mehmet’in rasathanesi de bu yüzden yıkılmamış mıydı?

    aslında sizin gibi ezoterik konulara ilgi duyan birinin böyle düşünmesini anlamıyorum

    Kısa süre öncesine kadar ezoterik şeyler absürd gelirdi. Şimdi gelmiyor. Ama bakış açım sadece kısmen değişti. Hala bir ayağım sağlam basıyor. Muhakememi o ayak üzerinden yapıyorum.

    Musevilerdeki Shekinah, Hristiyanlardaki Meryem’e daha dikkatli bakmanızı öneririm.

    Olağanüstü olan Hz.İsa’dır. Meryem’e atfedilen bir olağanüstülük bilmiyorum.

  10. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Kadın olursa “iyi, güzel ve ileri” olduğunu yazmadım. Dengeye inanıyorum. Biraz tarihe bakarsanız, Anadolu taş mezarlarından, Stonehenge’den Göbeklitepe’ye uzanan megalit kromleklere, Girit uygarlığından İndus vadisine hatta o kadar bile uzağa gitmeye gerek yok İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne bir ziyaretle anatanrıça kültlerinin yaygınlığını ve boyutlarını görebilirsiniz. Bunlar fantazi nesneleri ya da sadece basit sanat yapıtları değil, bir dönemin inançlarının sembolleridir ve bir gecede de yokolmadılar. Bu konuda daha fazla birşey yazmak istemiyorum. Merak eden için Mircea Eliade’nin üç ciltlik Dinler Tarihi kitapevleri raflarında duruyor.
    “tanrısız bir mistizm”le ne kastettiğinizi anlamadım.

  11. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    “Sanayisiz Osmanli” kivaminda (hatta onu ciddi sekilde asmis), son derece romantik bir yazi olmus. Itiraz edilecek cok yeri var ama bunlar daha once defalarca konusulmus mevzular oldugu icin, o kadar konusulmadigini tahmin ettigim bir noktaya parmak basayim:

    Sınırsız ve çılgın tüketimin yerini, kanaat ve tutumluluk almıştır. Toplum içinde dayanışma ve yardımlaşma zirvededir.

    Zira ekonomik sistemlerin başarısı; toplumun ihtiyaç duyduğu mal ve hizmet üretiminin sağlanması ve bu gelir dağılımının, toplumun fertleri arasında dengeli ve adil bir şekilde paylaşımı ile ölçülür. Beşeri sistemlerden liberal eğilimli olanlar üretim problemini çözerken, gelir dağılımda sınıfta kalmıştır. kolektivist eğilime sahip olanlar gelir dağılımı problemini çözerken, üretim problemlerini aşamamışlardır.

    Herkes için maksimum ekonomik refahın hedeflendiği bizim dünyamızda, her iki problem de çözülmüştür.

    Geniş ekonomik özgürlüklerin tanınması, çalışmanın teşvik edilmesi “yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz” düsturuyla öz kaynakların atıl vaziyete getirilmeMEsi, millet ve milletler arası ticaretin önünü tıkayan engellerin kaldırılması ile üretim problemi çözülmüştür. Temelde faiz yasağı ve zekat esasına dayanarak ve daha çok çeşitli gelir dağılım sistemleriyle paylaşım problemleri de ortadan kaldırılmıştır. Bizim dünyamızda, servet, zenginlerin elinde dolaşan bir güç olmaktan çıkmış, başkalarını kendi nefsine tercih etme duygusunun hakim olduğu bir dünyadır.

    Liberalizm/kollektivizm ile Islami ekonomiyi karsilastirdik, iyi hos da bunlar ayni uretim bicimlerinin, araclarinin ve iliskilerinin oldugu donemlerde mi hukum surduler? 7. yuzyil Arabistan’inda ne kadar uretim yapilabiliyordu ki uretim problemi cozuldu diyorsunuz? Gelir dagilimi uretim ikilemi sanayi toplumlarinin ortaya cikardigi bir sey. Tarim toplumunda gelir dagilimi icin bir seyler yapilabilir ama uretim icin yapilacaklar sinirlidir.

    Bir de hangi ekonomik veriye bakarak uretim artti veya servet dagilimi dengelendi diyoruz? Butun sayilan uygulamalar, bunlari saglamasi beklenen uygulamalar. Gercekte ne oldu?

  12. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Şöyle diyorlar. İnsanlar neolitik çağlarda hamileliğin cinsel ilişkinin sonucunda olduğunu bilmiyorlardı. Bu yüzden bu esrarengiz olaya ilahi bir nitelik kazandırdılar. İşin sebebi er-geç anlaşılınca da sır bozuldu.

    Bu daha çok Neolitik dönemde farklı bir üretime yani tarımla geçmeye alakalı. Toprak kadındır ve aynı kadın gibi “göksel sperm” yani yağmur neticesinde döllenir, hamile kalma süreci gibi bir sonuç sonunda ürün verir. Ay da bu yüzden kadınla ilişkilendirilir, çünkü hilal-dolunay-yeni ay gibi süreçleri vardır.

    Onlarla ne yaptıklarını bile bilmiyoruz.
    Heykelcikler, kült odalarında bulunuyor. Çatalhöyük’te olduğu gibi ve elbette duvar resimleri var. Bunun yanında Sümer’den, Hitit’ten, Yunan’dan, Mısır’dan vb. bir çok yazılı belge var. Aslında Eski Ahit’te bile geçen durumlar var. Özellikle rahibelik, kutsal evlilik töreni vb. durumlar. Dediğim gibi çok detaylı konular.

    Cadılık rolüne talip olunca sonuçlarına katlanmak gerekiyor tabi. Bundan erkekler de nasibini almıştır zira.

    Cadılıktan kastım, başkasının özgür iradesine manipulasyonlara ulaşan karanlık işler değildi. Witch sözcüğü, “wit” kökünden gelir mesela, anlamı bilgelik demektir. Bugün “kocakarı ilaçları” tabir ettiğimiz, otları, çöpleri bilen, insanları iyileştiren, köyün ebesi, şifacısıydı bahsettiğim.

    Olağanüstü olan Hz.İsa’dır. Meryem’e atfedilen bir olağanüstülük bilmiyorum.

    Meryem ve Shekinah yorumlarını bu bazda yapanlar var. özellikle Meryem ikonografileri değerlendirilirken. İslamda ise Fatma’dan bahsediliyor ama hiç o konulara girmek istemedim.

  13. Yazan:Tarik Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Musevilerdeki Shekinah, Hristiyanlardaki Meryem’e daha dikkatli bakmanızı öneririm.

    Olağanüstü olan Hz.İsa’dır. Meryem’e atfedilen bir olağanüstülük bilmiyorum.

    Katolisizm geç ortaçağlardan beri kabaca bir Meryem kültüdür. Tanrının Annesi, Cennetin Kraliçesi, Günahsız Doğum, Arabulucu, vs dogmalar bağlayıcıdır. Kutsal Kase fenomeni de aslında bunun başka bir versiyonu.

  14. Yazan:eg Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    efendim mircea eliade’nin 3 ciltlik eserini bilirim, sık sık da referanslarımdan birisi olarak kullanırım. üstelik o eserin bir de giriş cildi vardır ve onunla birlikte 4 cilttir o eser. ama o eserin tek tek dinlerle ilgili açıklamaları çok yüzeyseldir. vedalar, upanişadlarla ilgili verdikleri çok yüzeysel tarihsel bilgilerden ibarettir neredeyse. yani orjinal dinsel metinler üzerine çok az inceleme vardır o kitapta. yine islamla ilgili bölümde benim burada yazmaya vaktimin yetmeyeceği kadar da “basitlik” ve indirgemecilik vardır(bir ara vaktim olursa yazarım). ancak bunlar bir yana, anlamadığım şey ana tanrıça kültlerinin olması ya da olmaması değil. elbette tarihte kabul edebilceğimiz bu tip inançlar olabilir , olmuştur da. ama bunlar birşey ifade etmezler. yani sizin yaptığınız gibi islam sonrası arap yarımadası kadın açısından “geri”yi, öncesi de ileriyi temsil ediyor derseniz sizi romantik ve tarihi tahrif olarak ele alıyor bulurum sadece hepsi bu…

  15. Yazan:eg Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    ancak mircea eliade’nin o kitabı dinler tarihine giriş mahiyetindedir. derdim eliade’yi küçültmek değil. eliade dinler tarihi alanında önemli araştırmacılardan birisidir. üstelik 14 ciltlik encyclopedia of religion gibi bir eser ortaya koymuş önemli bir kişidir. ancak sözü edilen eser(3+1 ciltlik olan eser) cidden de çok yüzeyseldir. o eserden hareketle dinler tarihinde bir yere varılamaz, olsa olsa bir yerden başlanabilir…bunu da bilmek gerekli…

  16. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    “ileri”lik veya “gerilik” anlamında bir şey yazmamıştım. Sadece yazıda geçen “kadına hakettiği değeri vermek” tanımının pek inandırıcı gelmediğini yazdım. Bunun nedenini, 7.yüzyıl Arabistan’ının dibinin kazılınca başka veriler çıkması.
    Ama “ilerilik” ve “gerilik”ten bu kadar bahsetmek istiyorsak, çok daha eski dönemlerde Arap yarımadasında kadınların rahibeler, dini önemli kişilikler olmasının sonrasında imam dahi olamamasının tarihin genel seyrinde ilerleme mi gerileme mi olduğunu sizin takdirinize bırakıyorum. Elbette bu bir süreç sonucu, tek bir nedeni yok.
    Ayrıca tek referens da Eliade değil, James Frazer’den Malinowski’ye, Joseph Campbell’den, Bachofen, Kramer ve Muazzes İlmiye Çığ’a bir çok referans gösterilebilir ki bunlar sadece benim bildiklerim.

  17. Yazan:eg Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    bu arada muazzez ilmiye çığ sadece sizin referansınız olabilir benim değil. campbell da iyi bir mitoloji uzmanıdır(ki doğu mitolojisi batı mitolojisi yaratıcı mitoloji vesaire kitaplarını büyük zevkle okudum. ama doğrusu sadece edebi zevk verdi bana ötesini değil) ama daha fazla bir önemi yoktur benim için….

  18. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Mehmet Bahadır bey,

    uzun zamandır okuduğum en güzel yazılardan bir tanesiydi diyebilirim.İçerikten ziyade kullandığınız üslup,dinin kendi ahlakına dair nezaket ve zerafeti oldukça kapsıyor.Bilmem sanki yazı kendi içinde tebessüm ederek öylece işlenmiş oraya sanırım bizim dünyanın dışarı taşan güzelliği de bu.O dünyanın o hoşgörülü ve mütevazi dilini yakalamış olmanız çok hoş.

    Yazıda ayrıca bir üst dil yakaladım bundan sonrası için fail siz değilsiniz,fail İslam,umarım alınmazsınız 🙂

    Dindar insanlar gerek dini tercihleri ile atılan iftiralar,uğradıkları haksızlıklar nedeni ile kendisi ile savaşan hatta dindar insan üzerinden yaklaşıp dine savaş açan dinin temel ve yapıcı ritüellerini olduğundan farklı anlayıp,olduğundan farklı anlatan,bu sayede kendine meşru bir alan açmaya niyetli topluluklar ile maalesef kendi varlığını koruma amaçlı cedelleşip duruyor.Bu cedelleşme sırasında dindar müslüman birey ya da akım yıpratılmış bir üslup ile cevaplamaya çalışıyor.Bunlar içerisinde sabrı tercih edip hertürlü tahrik edilmeye karşı yazıda olduğu gibi sakin bir anlatımı tercih eden cevaplamalar,davetler olduğu gibi ağır tahrik altında öfke içerisinde sert cevaplar geliştirenler de olmuştur.Ben şahsen birinci cevaplama üslubunu tercih ederdim lakin ikinci örnek de haklı olmasa dahi anlayabileceğim haklılıkları olan bir tercih.Eğer duygularınızı aldırmayı başarıp olayların içerisinden sıyrılabilirseniz gördüğünüz manzara oldukça tuhaf.İnsan o zaman şöyle diyor,İslam ve Allah eli ile var edilmiş kutsallar o kadar düştü de mi,yaratılmış ve aciz olan insanın avuç içi kadar beyninin üretti anti-tezlere cevap versin.Dünya bu dünya,yol bu yol,kanıt delil ortada ister gel,ister gelme.Bu üslup ise Allah’ın kendine yakışır kibriyası ile takındığı bir üslup.Biz kullara düşmeyen bir üslup olsa dahi en azından boşa varacak cedelleşmeler içerisinde sanırım son noktayı koyacak olan üslup bu.Bu dünya böyle bir dünya,bu yol böyle bir yol,ister gel ister gelme,iman etmeyeceksin diye kendime kıyacak değilim,teşhir ve tebliğ ettim mi?Ettim.Bundan sonrası sen muhatabımın işi,ister kabul et ,ister red et,bu kadar basit.Ama sakın ha sakın bu dünyanın kendine ait nezaketinden ve güzelliğinden kendine pay çıkartma zira o güzellik senin hak ettiğinden çok kendine ve dahili olan bireyine ait güzelliğinden kaynaklı bir güzellik.Ve o güzel dünyanın faili olan Allah ve onun emirleri senin kurguladığın bir düzene cevap bulmaya çalışacak kadar düşmedi daha.İslam bir ideoloji değildir dolayısı ile minimal kapasitelerin ürettiği ideolojilere de cevap bulma,onların karşısında kendini açıklamaya mecbur hissedecek kadar da basit değildir,İslam ancak ve ancak o ideolojilere çatı model olabilir,zira dili kutsal faili kutsaldır.

    Ben demedim,Allah dedi!

    ps:Bilmeyene anlatılır,bilipte inkar edene,küfrü cehli değil de küfrü inadi de ısrar edene,sabrı taşırana sabırsızlıktan değil hakettiğinden böyle bir üslup geliştirilir.Allah’ın şeytana dediği gibi hadi git özgürsün,istediğini yap,tercih ettin ben de yol verdim sonuçlarına katlanacağını da unutma.

  19. Yazan:hasan Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    @snowqueen,
    Muazzez Ilmiye Cag neden sadece kimilerinin referansi olsun? Onu begenmiyorsaniz bir baska Sumeroloji ile ilgilenen Gonul Tekini alin… Ilginc, bir arastirmanin sonucu hosumuza gitmeyince hemen arastirmaciyi vurmaya ne kadar merakliyiz. Her kesim yapiyor bunu Turkiye’de.

  20. Yazan:hasan Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    @snowqueen,
    Gonul Tekin ile Fatih Altaylinin programinda yapilmis uzun bir mulakat var, eger sumeroloji ve Muazzez Ilmiye Cig’in arastirma konulari ilginizi cekiyorsa tavsiye ederim. Suradan izleyebilirsiniz:
    http://video.google.com/videoplay?docid=7154915428554774705

  21. Yazan:eg Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    snowqueen,
    size hz. aişe’nin sahabe içindeki durumunu araştırmanızı öneririm. bu kadar kolay ileri geri kelimelerini kullanmak yakışmıyor. zira her düşüncenin ya da inancın hayatta koyduğu hedef ve insan görüşü farklıdır. sizinki bana ne kadar uzaksa benimki de size uzak gelebilir. mesela bu günlerde tarkovsky röportajlarından derlenmiş “şiirsel sinema” adlı bir kitap okuyorum. çoğu daha önce okumuş olduğum röportajlar olsa da bir röportaj dikkatimi çekti. sizin gibi sadece kadınların konumunu kafasına takmış bir kadın muhabirin tarkovksy’nin kadınlarla ilgili söylediklerini anlayamamasına şaşırdım. sonra da şaşırmama şaşırdım. zira tarkvosky mikroldalgadan yayın yapıyor, kadın orta dalgadan almaya çalışıyor. yani anlayışları, dünyaya insana bakışları çok farklı. kadının bu durumda tarkovsky’yi anlayamıyor olması o kadar acıklı bir durum yaratıyordu ki o kadın için. ruhun en derinlerinden birşeylerden bahseden tarkvosky’ye bedeninden cevap veren bir kadının durumu gibi sizinle kadın tartışması yapmamız…zira gerçekten nasıl ki tarkovsky ile o kadının frekansları farklıysa sizinle benim de farklı…

  22. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Sayın Mehmet Bahadır bey,

    Bilmukabele,ben de size teşekkür ediyorum;gösterdiğiniz incelik ve emek sarfederek içtenlikle biz okurlarla paylaştığınız güzel yazınız için.

    Yazınızı henüz yeni farkettim.Yorucu bir günün ardından anca yetişebildim.Gecikmemi anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.

    Yazının konusuna gelince,her şeyden önce insanların adalet ve huzur içinde birarada yaşayabileceği bir dünya özlemi ve temenninize canı gönülden katılıyor ve insanlık adına duyduğunuz bu güzel beklentinize saygı duyuyorum.

    Zira barışın,adaletin,kardeşliğin ve bir arada insanca yaşama talebinin dili evrenseldir.Her şeyden önce bunu istemek,bu uğurda çaba sarfetmek güzel bir erdemdir.Bunu hangi dilde seslendiriliğinin,hangi inanç ve felsefe ile talep edildiğinin bence çok büyük bir önemi yok;yeterki gönlümüzü,yüreğimizi ortaya koyarak yapalım.Ve sizin tam da bu duygularla hareket ettiğinizden en ufak bir kuşku duymuyorum.

    Ve inanıyorum ki,bizler her nereye ait olursak olalım,hangi dünya görüşünü benimsersek benimseyelim,daha güzel bir dünya için bir yerinden tuttutukça,omuz verdikçe bir şeyler çok daha iyiye,güzele,doğruya gidecektir…Sevgi,saygı,hoşgörü ve karşılıklı diyalog eminim bizler için hakikate ulaşmanın rehberi olacaktır.

    En içten sevgi ve saygılarımla.

  23. Yazan:eg Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    hasan,
    muazzez ilmiye çığ’ı referans olarak almıyorum zira ben bir insanı referans alabilmek için üç kriter ararım. birincisi bilgi (muhtemelen sumeroloji konusunda bilgisi vardır), ikincisi o bilgiyi yorumlayabilecek bir zeka (bu konuda ciddi şüphelerim var) üçüncüsü fikir namusu ve entelektüel ahlak (bu konuda şüphem bile yok!) dolayısıyla gördüğünüz gibi benim referansım olmak için kriterlerime sahip değil. sizin kriterlerinize sahipse de alın tepe tepe referans yapın bana ne!

  24. Yazan:hasan Tarih: Haz 15, 2009 | Reply

    Dediklerinize kesinlikle katilmiyorum zira ikinci ve ucuncu kriterinize cevabiniz tamamen sizin yorumunuz. Muazzez Hanim birilerinin hosuna gitmeyecek gercekleri dile getirdi diye bu ulkede linc edildi (ifade ozgurlugu sanirim sadece Cumhuriyete ve Ataturk’e kufredenler icin gecerli ulkemizde yoksa cemaatci basin sizi dogrudan linc eder!). Siz bence Muazzez Ilmiye Cigi okurken onyargilarinizin ve dogmalarinizin esiri olmussunuz. Saglik olsun. Baskasindan okuyun sumerolojiyi.

  25. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    snowqueen,

    Ama “ilerilik” ve “gerilik”ten bu kadar bahsetmek istiyorsak, çok daha eski dönemlerde Arap yarımadasında kadınların rahibeler, dini önemli kişilikler olmasının sonrasında imam dahi olamamasının tarihin genel seyrinde ilerleme mi gerileme mi olduğunu sizin takdirinize bırakıyorum.

    Valla ömrüm boyunca hiç imam olmak gibi bir idealim olmadı. İmam olmak hayaliyle yanıp tutuşan kadın da tanımıyorum doğrusu. Ama birçok kadın evliya vardır. Hatta kutupların içinde kadınlar olduğu bilinir. Muhyiddin Arabi’nin ilk mürşidi Fatma bin Müsemma’dır mesela. Hz.Fatma’nın da belirttiğiniz gibi özel bir konumu vardır.
    Dışarıdan manzara farklı görünüyor besbelli ama Müslüman kadınların İslam’ın kendilerine sunduğu konumla ilgili bir sorunları, kompleksleri yok. İslam’ın kadınları ezdiği, oryantalist bir tez. Kemalizm de, bu tezi miras almış, on yıllardır kullanıyor. Geleneğin ve cehaletin getirdiği baskıcılık bu tezi haklı gibi gösteriyor. Ama akil insanların bunlarla değil, objektif kriterlerle değerlendirme yapması gerekiyor. Çok da umurumda değil ya kimin ne değerlendirme yaptığı. Çünkü birileri “kadınlara özgürlük getirmek” için bir şeyler yapıp duruyor. Bu saçmalığın bir ucunda durup da tartışmaya alet olmak da anlamsız. Kadınlar, kendilerini nasıl daha mutlu, daha özgür hissediyorsa öyle yaşasınlar. Birinin çıkıp diğerinin değer yargılarının yanlış olduğunu ispata çalışması bana tuhaf geliyor. Çünkü, bu anlamaya yönelik değil; karşı karşıya getirici bir çaba. Boks mücadelesi. Kim daha uzağa yatay atış yapacak meselesi.

  26. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    @eg

    Muazzes İlmiye Çığ’a bakışınız bence nesnel değil.İdeolojik tavrını beğenmediğiniz için böyle yazıyorsunuz. Çığ, bu ülkenin yetiştirdiği en önemli bilim insanlarından, Sümeroloji deyince dünya genelinde akla gelen birkaç isimden biridir. Bu bütün fikirlerini gönülden desteklediğim anlamına gelmez. Ama epey cesur bir kadınmış, hiç birşey olmasa, sadece bu yönü yüzünden bile takdir edebilirim.

    “ileri”, “geri” kıyaslanamasına “tarihin genel seyrini” ekledim. Direkt bir dini hedef ya da herşeyin suçlusu ilan etmedim. Neden bu kadar alıngan davrandığınızı anlayabilmiş değilim. İlk yorumunuzda Müslümanın dünyasının önce kendi dünyasını değiştirmesinden bahsetmiştiniz, öyleyse “benim dünyamda” olanı kendi algılanızla değerlendirmeyin. “ruhun en derinlerinden birşeylerden bahseden tarkvosky”ye karşı “bedeninden cevap veren bir kadın” olduğuma nasıl emin oldunuz, “bedeninden cevap vermek” ne demek, bundan kötü bir anlam çıkarmalıyım sanırım, yüzeysellik ya da materyalist olmak gibi mi? Tarkvosky’in kadınlar için ne yazdığını ve röportajı yapan kadının ne için itiraz ettiğini de yazsaydınız keşke, daha açıklayıcı olurdu.

  27. Yazan:Tarik Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Dışarıdan manzara farklı görünüyor besbelli ama Müslüman kadınların İslam’ın kendilerine sunduğu konumla ilgili bir sorunları, kompleksleri yok.

    Bu mantıken hatalı bir önerme. Müslüman kadınlar derken, dindar kesimleri tarif ediyorsunuz sanırım. Böyle bakıldığında hristiyan kadınların da musevi, vs kadınların da herhangi bir şikayeti olmaz. İslama inanan birisinin şikayetçi olduğu ataerkil yapının o dinden kaynaklandığını düşünmesi halinde o dine inanmayı sürdürmesi zaten çelişkili olur.

    Ancak İslam dünyası diye tabir edilen, nüfusunu çoğunluğunu kadınların oluşturduğu coğrafyalarda kadın haklarıyla ilgili ciddi sorunlar var. Dindar kesimler içerisindeki kadınlar arasında da ataerkillik eleştirileri yapıldığına şahit oluyoruz. Buna benzer eleştirileri yüzünden kafir ilan edilip domuz bağıyla boğulan kadınlar var. (Onun hakkını kim savundu?)

    Ben bütün monoteist dinlerde kuvvetli bir ataerkil miras görüyorum. Ama müslümanlar hala “tarihsellik” meselesiyle hesaplaşamadığı, dinin özünde olduğu iddia edilen “evrensel” mesajla, siyasal-toplumsal zoru meşrulaştıran “tarihsel” uygulamaları birbirinden ayıramadığı için dön baba dön aynı şeyleri tartışıyoruz.

    8’nci yüzyıl arap yasaları da, 19ncu yüzyıl osmanlı mecellesi de günümüz özgürlük anlayışının getirdiği kazanımların çok gerisinde.

    İslam’da çağdaş (zaman)özgürlüklere olanak sağlayacak bir seküler (dünya) damar var mı?

    Yoksa lafı dolandırmanın da manası kalmaz. İslamın bizzat kendisi kadın özgürlüğü önünde bir engeldir.

  28. Yazan:Tarik Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Valla ömrüm boyunca hiç imam olmak gibi bir idealim olmadı. İmam olmak hayaliyle yanıp tutuşan kadın da tanımıyorum doğrusu.

    Kadın pastör konusu yeni yeni ortaya çıkan bir olgu. Hristiyanlıkta din adamı sınıfının öneminden ve incilde bunun tersine emreden ayetlerden dolayı (kadın erkeğe öğretemez gibi) fundamentalist kesimler buna çok karşılar. Ama bu kesimler yine incilde kadınların kiliselerde (ya da doğru grekçesiyle cemiyetlerde) başlarını örtmelerini, “konuşmamalarını” tavsiye eden ayetleri pek kaale almıyorlar. İncilin yanılmazlığı doktrinini savunup da bu çelişkiyi nasıl izah ettiklerini bilmiyorum.

    Biryandan şaşırtıcı da gelmiyor. İslam’da da katı bir resim yasağı vardı ama fotoğrafın icadıyla yalan oldu. Faiz tartışmalarında riba diye birşey hatırlandı nedense bazı cemaatler bankacılığa girmeye karar verince. Bir kuşak sonra faiz meselesi de unutulur gider.

    Örtünmeyi emreden ayetler, faiz ayetleri kadar tartışmalı. (icma?) Bazı tesettür uygulamaları da tasfir yasağı kadar günümüz gerçeklerinden uzak. Ama nedense hala “tabu”.. Anladığım meseleler değil.

  29. Yazan:Tarik Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    EDIT: Evet, imam meselesini çok önemsememek lazım, çünkü imam zaten batı hristiyanlığındaki rahibin tam karşılığı değil. Batı laikliğinin soyut düşünce sistematiğinden çok tarihsel kavgalarını, kavgaların somut aktörlerini takip ediyoruz. Oysa, o laiklik kavgası hristiyanlık üzerinden verilen bir kavga olduğu için sadece o dil içerisinde anlamlı. Tercümesinin burada tam bir karşılığı yok. Ama sekülerizm, siyasetin dini taasuptan arındırılması, kadın özgürlüğü evrensel meseleler.

  30. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Tarik bey,

    Bu mantıken hatalı bir önerme. Müslüman kadınlar derken, dindar kesimleri tarif ediyorsunuz sanırım. Böyle bakıldığında hristiyan kadınların da musevi, vs kadınların da herhangi bir şikayeti olmaz.

    Şikayetleri olmadığına göre mantıken hatalı bir önerme değilmiş demek ki.

    İslama inanan birisinin şikayetçi olduğu ataerkil yapının o dinden kaynaklandığını düşünmesi halinde o dine inanmayı sürdürmesi zaten çelişkili olur.

    Neden çelişki olsun anlamadım. Bir insan dini, ataerkil yapısı ile birlikte de benimseyebilir. Bununla birlikte bu sebeple din değiştiren müslüman kadınlara da rastlayamamamız sizi haksız çıkartıyor.

    Ancak İslam dünyası diye tabir edilen, nüfusunu çoğunluğunu kadınların oluşturduğu coğrafyalarda kadın haklarıyla ilgili ciddi sorunlar var.

    Bu dinin sorunu değil, cehaletin sorunu. Din kadını zorla evlendiremezsin; sen onun babasısın, sahibi değilsin, mal gibi satamazsın; namusum kirlendi diye çıkıp kafasına sıkamazsın derken birileri çıkıp bunu yapıyorsa, birileri de çıkıp bunu dine yamıyorsa en hafif tabirle dürüst değildir.

    Dindar kesimler içerisindeki kadınlar arasında da ataerkillik eleştirileri yapıldığına şahit oluyoruz. Buna benzer eleştirileri yüzünden kafir ilan edilip domuz bağıyla boğulan kadınlar var. (Onun hakkını kim savundu?)

    Yani? Beni de ellerine geçse boğacak bir sürü cahil var. Ne yapmalıyım?

    Ben bütün monoteist dinlerde kuvvetli bir ataerkil miras görüyorum.

    Gördüğünüz belli. Gereksiz bir cümle olmuş.

    Ama müslümanlar hala “tarihsellik” meselesiyle hesaplaşamadığı, dinin özünde olduğu iddia edilen “evrensel” mesajla, siyasal-toplumsal zoru meşrulaştıran “tarihsel” uygulamaları birbirinden ayıramadığı için dön baba dön aynı şeyleri tartışıyoruz.

    Biz de 150 senedir, dön baba dön “din terakkiye manidir”, “biz Allah Allah diye diye geri kaldık, gavur top tüfek diye diye ileri gitti”, “şu müslümanlar dinde reform yapmalı…” diye başlayan cümlelerden feci halde sıtkımız sıyrılmış durumda. Çok sevimsiz ve kibirli bir tepeden bakış bu.

    8′nci yüzyıl arap yasaları da, 19ncu yüzyıl osmanlı mecellesi de günümüz özgürlük anlayışının getirdiği kazanımların çok gerisinde.

    Çağın gerisinde kalan insanların anlayışlarıdır; “Fıkıh”, “ahkam” adı altında kemikleştirdiği şeylerdir. Yoksa şeriat, insanlığın tek kurtuluş yoludur. Hem ruhu, hem de dünyevi mutluluğu için.

    İslam’da çağdaş (zaman)özgürlüklere olanak sağlayacak bir seküler (dünya) damar var mı?

    Sizi memnun etmek için var diyeyim. Sizin ululadığınız “çağdaş” özgürlük, demokrasi, İslam’a uygundur. Yalnız mutlak anlamda sekülerizm diye bir şey yoktur. Allah’ın mutlak hakimiyetinin hiçbir şey dışında olamaz. Sezar’ın Rabbi de Allahtır; adil olacak.

    Yoksa lafı dolandırmanın da manası kalmaz. İslamın bizzat kendisi kadın özgürlüğü önünde bir engeldir.

    Sonuç iyi de, giriş gelişme kısmını göremedim. Aslında sadece bu satırı yazsanız da olurmuş. Zaten yorum bunun dışında pek katkı sağlamıyor çünkü.

  31. Yazan:eg Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    “Muazzes İlmiye Çığ’a bakışınız bence nesnel değil”

    elbette değil. dünyada nesnel bir bakış söz konusu değildir zaten. bakışının nesnel olduğunu söyleyen olsa olsa faşisttir kendi bakışını herkesin bakışı yapmak istiyordur, o yüzden nesnel bakış iddiasında bulunuyordur…

  32. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Tarik bey,

    Ben imamdan bahsetmişim, siz kadın pastör yeni bir olgu demişsiniz. İşte bahsettiğim bakış açısı bu. Aslına bakarsanız temel sorun da bu. İthal kalıplarla düşünüp yazıyoruz. Bu yüzden zaten aydın(!)larımız sürekli İslam’da reformdan dem vurup duruyor. İslam, Kilisesi, ruhaniyet temsilcileri, papazları, kardinalleri olmayan bir din. Bizim kendini dünyadan soyutlayan rahibelerimiz de yok. Yanlış şeyleri kıyas edince de doğrulara ulaşma şansımızı yitiriyoruz.

    İslam’da da katı bir resim yasağı vardı ama fotoğrafın icadıyla yalan oldu.

    Fotoğrafınızı alıp Süleymaniye camiinin minberine bir yapıştırın bakalım, yalan mı olmuş, duman mı?

    Faiz tartışmalarında riba diye birşey hatırlandı nedense bazı cemaatler bankacılığa girmeye karar verince.

    Zaten haram olan faize riba deniliyor. Kar/zarar ortaklığı İslam’a uygun. Bu bankacılık şekli yeni “hatırlanmış” bir şey değil. Yeni “ortaya çıkan” bir şey. Ve faiz bankacılığına müslümanların kazandırdığı güzel bir alternatif.

    Örtünmeyi emreden ayetler, faiz ayetleri kadar tartışmalı.

    Ortada bir tartışma yok. Kemalist hocaların işi kılıfına uydurma çabaları var. Başörtüsü 1400 senedir icmayla sabit.

    Bazı tesettür uygulamaları da tasfir yasağı kadar günümüz gerçeklerinden uzak. Ama nedense hala “tabu”..

    Günümüz gerçekliği nedir? Kadının objeleşmesi mi? Evet, o gerçekliğin dışındayız.

  33. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Tarık bey,

    ‘kadının özgür olması ne demektir ayrıca bu özgürlüğün şartları nelerdir?’

    bir zahmet açıklasanız,merak ediyorum.Bir erkeğin gözünden kadın nasıl özgür olur?Özgürlük tanımınız nedir?

    Ekrem Senai bey,

    aynı soruları size de sorsam?

  34. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Ekrem Senai bey,

    aynı soruları size de sorsam?

    Kadın-erkek ayrımı yapmadığım için tek bir özgürlük tanımım var. O da şu “özgürlük, doğru olanı seçmektir”. “İnsanın kendine karşı adaletli olmasıdır”,”süfli arzularıyla iradesini gölgelendirmemesidir”, “nefs makamlarını geçip gerçekliğin bilgisine ulaşmaktır, ruhunu özgür kılmaktır”, “Tanrı’ya teslimiyettir”,”sürekli “huzur”da bulunma halidir”
    Evet, “canın ne istiyorsa yap” diyen günümüz ölçütlerine pek uygun tanımlar değil. O tip ölçüler çok aşağılarda bir yerlerde kalıyor.

  35. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Kadın-erkek ayrımı yapmadığım için tek bir özgürlük tanımım var. O da şu “özgürlük, doğru olanı seçmektir”. “İnsanın kendine karşı adaletli olmasıdır”,”süfli arzularıyla iradesini gölgelendirmemesidir”, “nefs makamlarını geçip gerçekliğin bilgisine ulaşmaktır, ruhunu özgür kılmaktır”, “Tanrı’ya teslimiyettir”,”sürekli “huzur”da bulunma halidir”
    Evet, “canın ne istiyorsa yap” diyen günümüz ölçütlerine pek uygun tanımlar değil. O tip ölçüler çok aşağılarda bir yerlerde kalıyor.

    Tamamen benim kabul ettiğim ‘özgürlük’ tanımıdır,teşekkür ederim.

  36. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Şayet, İslam’ın esas kaynakları ve selef-i salihînin örnek hayatları dikkatlice incelenirse, müslüman kadının kat’iyen özgürlüğüne engel bir durum olmadığı ve asla haklarının çiğnenmediği açıkça görülecektir. Bu iddia, şayet onu ortaya atanlar kasıtlı ve ön yargılı insanlar değillerse, Din’in bu mevzuda vaz’ ettiği ölçülerin bilinmemesinden ve tarih boyunca bilhassa âdetlerden gelen yanlış anlayış ve yanlış uygulamaların İslam’a mal edilmesinden kaynaklanmaktadır.

    Evet, İslam’da kadının diğer sistemlerde asla rastlanamayacak eşsiz bir konumu vardır. Günümüz modern toplumları ! kadına elli bir özgürlük vermiş gibi gözükse de bu, daha çok cismanî arzuları tatmin özgürlüğüdür ki, böyle bir özgürlük, gerçek insan fıtratının ve selim aklın kabul edebileceği ve herhangi bir semavî dinin makbul sayacağı bir özgürlük değildir.

    Son asırlar da kanlı savaşların faturası ve ekonomik buhranlar ve geçim sıkıntısı kadını iş dünyasına taşımış ve kadın fert planında bir ölçüde iktisadî hürriyet elde etmiştir . Fakat onun fiziki cazibesinden faydalanmak isteyen bazı sermaye çevreleri için bir istismar olacak şekilde bir alet haline düşmekten de kurtulamamıştır. Zamanla o, bu defa da özgürlük kılıfı altında modern tekniklerle (!) sömürüldükçe sömürülmüş, çoğu insanî haklarından mahrum edilmiş ve karanlık çağlardakine denk bir istismarın kurbanı haline gelmiştir.

    Bütün bunlardan sonra sizce Feminizm hareketi neden doğmuştur? Ne var ki bu hareket de kadınlar için bir nevi uyanış sayılsa da , etki-tepki meselesinden doğduğu için dengesizliklerden nasibini almış. İfrat ve tefrit arasında gidip gelmiştir.

    Evet bu hareket ilk başta kadın haklarını savunsa da zamanla erkeklere karşı nefretle dolup taşmaya, kinle oturup-kalkmaya sebep olacak kadar asıl çizgisinden uzaklaşmıştır. Feminizm akımının temsilcileri zamanla çok farklı taleplerin peşine düşmüş ve meseleyi kadının haklarını korumaktan onun hakimiyetini sağlamaya vardıracak kadar ileri götürmüşlerdir.

    İslam’a göre kadının dünyadaki rolü sadece evinin işleriyle meşgul olmak ve çocuk büyütüp yetiştirmekle sınırlı değildir. Aslında o, fıtratına ters düşmemesi ve dini hassasiyetleri gözetmesi kaydıyla, toplumun hemen her alanında kendi üzerine yüklenen vazifeleri yapmakla ve sosyal hayatta erkeğin elinin yetişmediği yerlere uzanıp oradaki eksiklikleri tamamlamakla mesuldür.

    Bunun yanında eşitlik ilkesi gereği kadını ağır şartlarda çalıştırmakta zulumdür. Taş ocaklarında çalışma, sınırda terörist gözetleme, eşkiyayı takip için mağaralarda yatıp kalkma, başını bir taşa koyup uyuma ve uyanır uyanmaz da düşman kovalama gibi ağır mesuliyetler altına itilmesi insan tabiatına terstir, zalimane bir işkencedir; kadınlığının hususiyetlerini görmezlikten gelme ve fıtratın kanunlarıyla çatışma demektir.

    Kadın, fizyolojisi ve psikolojisi nazara alınmak kaydıyla, herhangi bir işte çalışabilir. Fakat, hem kadın hem de erkek hayatın bir paylaşımdan ve iş bölümünden ibaret olduğunu bilmeli ve herbiri kendi fıtratına uygun işleri yaparak diğerine yardımcı olmalıdır.

    Bir başka mevzuu
    İslam’a göre, kadın ve erkek arasında bir kısım farklılıklar bulunsa da, bunlar pek çok maslahat için planlanmış özel bir dizaynın neticesidir; fakat, aralarında ontolojik bir farklılık kat’iyen söz konusu değildir.

    Bu itibarla, insan olma yönüyle kadın ve erkek eşit yarımlardır; fakat, hiçbir zaman biri diğerinin aynı değildir. Bunların fıtratlarında, fizikî donanımlarında, ruh dünyalarında ve psikolojik yapılarında bir kısım farklılıklar mevcuttur; ama ne erkek kadının biyolojik olarak daha olgunlaşmış bir şeklidir, ne de kadın erkeğin az gelişmiş bir tipidir. İkisi de müstakil birer insandır ve bunlar birbirine muhtaçtır.

    Mevzuu çok uzun ve çok derin şimdilik Ekrem Senai Bey’in ve Enver Gülşen Bey’in değerli görüşlerine katıldığımı da belirtmek isterim. Bu vesile ile Cemile Hanıma da teşekkürlerimi iletirim. Ayrıca sorduğu soruların çok yerinde olduğunu düşünüyorum.

    Saygılar…

  37. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Güzel insan Aziz Bey

    Yüreğinizin güzelliği yorumlarınıza yansıyor.

    Barış, huzur, sevgi ve hoşgörüyle dolu, çoğulcu bir dünya temennisiyle…

    Derin Sevgilerimle…

  38. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Dışarıdan manzara farklı görünüyor besbelli ama Müslüman kadınların İslam’ın kendilerine sunduğu konumla ilgili bir sorunları, kompleksleri yok. İslam’ın kadınları ezdiği, oryantalist bir tez. Kemalizm de, bu tezi miras almış, on yıllardır kullanıyor. Geleneğin ve cehaletin getirdiği baskıcılık bu tezi haklı gibi gösteriyor. Ama akil insanların bunlarla değil, objektif kriterlerle değerlendirme yapması gerekiyor. Çok da umurumda değil ya kimin ne değerlendirme yaptığı. Çünkü birileri “kadınlara özgürlük getirmek” için bir şeyler yapıp duruyor. Bu saçmalığın bir ucunda durup da tartışmaya alet olmak da anlamsız. Kadınlar, kendilerini nasıl daha mutlu, daha özgür hissediyorsa öyle yaşasınlar. Birinin çıkıp diğerinin değer yargılarının yanlış olduğunu ispata çalışması bana tuhaf geliyor.

    Iyi de tam da o deger yargilarinin farkliligindan dolayi, nasil objektif kriter koyacagiz?

    Bugun Kurtler eziliyor diye gitseniz bir Kemaliste, size “Kurtlerin miras hakki var, mulkiyet hakki var, kagit uzerinde esit vatandaslar basbakan bile olabilirler” diyecektir. Ayni sekilde Kemalizmi benimsemis, onunla hicbir problemi olmayan pek cok Kurt de vardir. Yani bu Kurtlerin ciddi bir kisminin da Kemalizmin onlara sundugu konumla ilgili sorunlari ve kompleksleri yok. O zaman Kurtlerin ezildigi, komunist, Soroscu ve ikinci cumhuriyetci bir tez midir ya da bunu objektif bir bicimde soyleyebilir miyiz?

    Bu yüzden zaten aydın(!)larımız sürekli İslam’da reformdan dem vurup duruyor.

    Herhangi bir ideoloji veya inanc sistemini zerre benimsemeden o ideolojiye/inanc sistemine disaridan akil verenlere ben de inanilmaz gicik olurum. Ama en az bunun kadar gicik oldugum baska bir sey de, aydin sozcugunun orasina burasina getirilen noktalama isaretleri ve “sozde” gibi sifatlardir. Bir insan icinde bulundugu dunyayi anlama ve anlatma cabasi icinde arastiriyor, dusunuyor ve bilgilerini paylasiyorsa (hangi seviye ve yogunlukta olursa olsun) o kisi aydindir, noktalama isaretsiz ve sifatsiz. Degilse de degildir. Aydin(!) diye bir kavrami ben tanimiyorum.

    Günümüz gerçekliği nedir? Kadının objeleşmesi mi? Evet, o gerçekliğin dışındayız…
    Günümüz modern toplumları ! kadına elli bir özgürlük vermiş gibi gözükse de bu, daha çok cismanî arzuları tatmin özgürlüğüdür…
    Son asırlar da kanlı savaşların faturası ve ekonomik buhranlar ve geçim sıkıntısı kadını iş dünyasına taşımış ve kadın fert planında bir ölçüde iktisadî hürriyet elde etmiştir . Fakat onun fiziki cazibesinden faydalanmak isteyen bazı sermaye çevreleri için bir istismar olacak şekilde bir alet haline düşmekten de kurtulamamıştır. Zamanla o, bu defa da özgürlük kılıfı altında modern tekniklerle (!) sömürüldükçe sömürülmüş, çoğu insanî haklarından mahrum edilmiş ve karanlık çağlardakine denk bir istismarın kurbanı haline gelmiştir.

    Su kalinla yazdigim yere iyice bir dikkat edilsin lutfen. TOPLUMLAR! Modern toplumlarda kadinlar obje oluyor, cinsel istismara ugruyor vs. vs. Simdi modern toplumlardaki kadinlarin yuzde kaci, en hafif durumda bir TV reklaminda Magnum dondurmasi isirmak durumunda kaliyor, yuzde kaci herhangi bir objelesme durumuna dusmeden veya istismara ugramadan modern cinsel esitlik anlayisindan faydalanarak yasamaya devam ediyor sorusunu bir anligina bir tarafa birakalim. Islami toplumlarda kadinin yeri/durumu ne? Ikisini koyalim mi yan yana? Ekrem Senai bey (buyuk oranda hakli olarak) Islami cografyadaki ataerkil uygulamalar Islama mal edilemez dedi, kabulumdur. Iyi de modern toplumdaki ataerkil uygulamalar niye modernizme mal ediliyor? Burada dusunce/deger sistemlerini mi karsilastiracagiz, toplumlarin de facto durumlarini mi?

    Bu arada baska bir nokta daha: Modernist kadinlarin, modernizmin kendilerine sundugu konumla ilgili bir sorunlari, kompleksleri olursa onu zaten reddederler. Su konuda Ekrem Senai beye katilmamak elde degil: Kadınlar, kendilerini nasıl daha mutlu, daha özgür hissediyorsa öyle yaşasınlar. Kadinlari modernizmin elinden kurtarmaya calismadan evvel bunu da dusunelim.

    Bütün bunlardan sonra sizce Feminizm hareketi neden doğmuştur? Ne var ki bu hareket de kadınlar için bir nevi uyanış sayılsa da , etki-tepki meselesinden doğduğu için dengesizliklerden nasibini almış. İfrat ve tefrit arasında gidip gelmiştir.

    Evet bu hareket ilk başta kadın haklarını savunsa da zamanla erkeklere karşı nefretle dolup taşmaya, kinle oturup-kalkmaya sebep olacak kadar asıl çizgisinden uzaklaşmıştır. Feminizm akımının temsilcileri zamanla çok farklı taleplerin peşine düşmüş ve meseleyi kadının haklarını korumaktan onun hakimiyetini sağlamaya vardıracak kadar ileri götürmüşlerdir.

    Iste asli astari olmayan genellemeler yine baslamis. Mehmet bey bir soyler misiniz, feministlerin icinde kadin hakimiyetini savunanlar yuzde kac? Erkeklerden nefret edenler yuzde kac? Tam sayi pesinde degilim, makul dayanaklari olan herhangi bir tahmini kabul edecegim.

    Herkes (veya cogu kisi icin) dogru yol olacagini dusundugu bir inanci/dusunceyi insanlara anlatma, o inancin/dusuncenin argumanlarini sunma, insanlari ikna etme cabasi benim icin her zaman soyludur; ama bu amacla diger baska dusunce akimlarini karalamak asla! Durust olmakta sikinti cekiyorsaniz argumanlarinizin gucunde bir problem var demektir.

    İslam’a göre, kadın ve erkek arasında bir kısım farklılıklar bulunsa da, bunlar pek çok maslahat için planlanmış özel bir dizaynın neticesidir; fakat, aralarında ontolojik bir farklılık kat’iyen söz konusu değildir.

    Bu itibarla, insan olma yönüyle kadın ve erkek eşit yarımlardır; fakat, hiçbir zaman biri diğerinin aynı değildir. Bunların fıtratlarında, fizikî donanımlarında, ruh dünyalarında ve psikolojik yapılarında bir kısım farklılıklar mevcuttur; ama ne erkek kadının biyolojik olarak daha olgunlaşmış bir şeklidir, ne de kadın erkeğin az gelişmiş bir tipidir. İkisi de müstakil birer insandır ve bunlar birbirine muhtaçtır.

    Peki, Nisa 34 ve Bakara 228’i nasil yorumluyorsunuz? Kisisel olarak? (Diger mutedeyyin arkadaslara da sorumdur bu)

  39. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    Bir adım sonrası 4 eşe gelecek,ben baygınlık geçireceğim :))

    Onur bey,

    İslam iki ayeti alıp bu bu nedir bu diyeceğiniz bir yaşam şekli değil.Bir çok ayet olduğu gibi bir çok da rivayet var.Tek bir ayet ile yorumlamanız,anlamanız mümkün değil.Kuranın ve sünnetin genel ahlakına bakarsanız,cımbızlayarak(bilinçli olduğunu düşünmüyorum) aldığınız iki ayetin size verebileceği hiçbirşey olamaz.Dolayısı ile benim vereceğim tefsiride anlayamazsınız.Çünkü iki küçük parça bütün adına temsil edici değildir.İllaki o iki ayete üzerinde durup,onları referans alırsanız İslam’ın güzelliğine erkek egemen,şiddet yanlısı, tarafgirlik gibi çirkin bir iftirayı bulaştırırsınız.Bu şuna benziyor benim sizin tüm cümleleriniz içerisinden sadece bir kısmı alıp sizi öyle anlamaya çalışmaya,takdir edersiniz ki bu çok ahlaklı bir dialog olmaz.

    Kuranın genel ahlakını kısmen de olsa kavradığımı düşünüyorum.Ve İslam’ın kadın öteleyici,pozitif ayrımcı,şiddet yanlısı bir din olduğunu asla ve asla düşünmüyorum.Düşünsem zaten bu din içerisinde kalmazdım.Açıkcası tuhaf olan şudur;dine sosyal yaşam sıkıntısı nedeni ile eleştiri getiren insanların halen bu dinin mensubu olmaya devam edişleri,bana bu oldukça tuhaf gelir.

    Ayrıca dindar müslümanların din içerisinde kadın erkek farketmiyor kendilerine uygun bir yol bulduğunu ve memnun olduklarını düşünürsek,dindar olmayan insanların ya da İslam olmayan insanların o insanlara kendi tercihleri nedeni ile bidon kafalı muamelesi yapmaya ne hakkı var?O ayette o tanımlama geçse dahi ben çok iyi biliyorum ki bu din bir erkeğe eşini dövmeyi tavsiye etmez,kadınların haksızlığa uğramasını da kabul etmez çünkü bu din huzur içerisinde yaşamayı ve yaşatmayı telkin eder.Şimdi bilmek yetmez yaşamak gerekir felsefesini İslam için önkabul olarak alırsak -zira bilmek yeterli olsa tüm oryantalistler evliya falan olurdu- İslam2ı yaşamayan ve tercih etmeyen kitlelerin,yaşayıp ve tercih edenlere ‘sizin şu hükmünüz var ve şu şu kadar olumsuz,bu kabul edilemez’ vs. gibi eleştiriler getirmesi faşizan bir yaklaşım değil midir?Faşizm ya da şöven uygulamalar dinden geldiğinde eleştirilir de,insandan geldğin de eleştirilmez mi?

    İslam’ı kabul etme zorunluluğunuz yok,İslam içerisinde yaşayıp eşinizi dövme,maldan ve mülkten esirgeme zorunluluğunuz da yok.Tercih sizin,İslam özgürlükçüdür bence demokrattır.’Mensubu ondan vazgeçmedikçe,o mensubundan vazgeçmez.’

    İslam’ın namaz,örtü,oruç,faiz vs. gibi konularda evrensel,tarihsellik içerisinde değişmeyen kurallar bütünü olduğu gibi sosyal yaşam içerisinde evrensel olmayan,tarihsellik içerisinde değişiklik gösteren ama özünden kopmayan hükümleri de vardır.Bunu anlamak ve anlatmak için yineliyorum iki ayet yeterli değildir,genel bütünün bilgisine ve ahlakına sahip olmak gerekir.

  40. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    — Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür. (Nisa Süresi 34)

    — Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir /(Bakara Süresi 228)
    (Meal: Diyanet İşleri)

    Evet Kuran’da rahmeti ilahiyenin neticesi ve merhametin ifadesi olarak Kadınlar, erkeklerin mesul olduğu bazı mükellefiyetlerden sorumlu tutulMAmışlardır. Bunun sebebi kadınların eksik ya da noksan görülmesinden dolayı değil. Yukarda belirttiğim gibi tamamen rahmeti ilahiyenin neticesi ve merhamet ifadesindendir.

    Dolayısıyla erkeğin kadından üstün olduğu hissini uyaran Kur’an ayetleri, farklı fıtri meyilleri ve farklı kabiliyetleri ifade manasında buyurulmuş ilahî beyanlardır.

    Evet bazıları Nisa 34 ayetini ileri sürerek erkeğin mutlak hakimiyetine delil sayabilir. Ancak burdaki incelik kıvame(ailevi sorumluluk)meselesidir.

    Aslında bu ayetler de kadınlara merhametin neticesidir.

    Malumdur ki kadının da erkeğin de birbirine üstün oldukları bazı hususiyetler vardır.

    Kuranı parça parça anlama yerine bir bütün olarak anlamak gerekiyor. Meseleyi biraz daha genişletelim.

    Kuranı Kerim, “Biz insana annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır(lokman, 32/14)” mealindei ayet gibi bir kısım beyanlarıyla anneyi yani kadını öne çıkarıyor.

    Peygamber Efendimiz “kime iyilik yapayım?” diye ard arda üç defa soran bir sahabeye, üç defasında da “annene” cevabını vermiştir.

    Bunun yanında cennet anaların ayakları altına serilmiştir. Babaların değil…

    Demek ki bir erkek çatlayasıya koşsa bile kadına yetişemeyecek. Meseleye bir de böyle bakın yani meseleyi bir bütün olarak ele alın.

    Bu açıdan, kıvame meselesini ele alan ayet-i kerime, kadının erkekte bulunmayan bazı üstün vasıflara sahip olduğu gibi, erkeğin de kadında olmayan bir takım üstünlüklere sahip bulunduğunu belirtmiş, her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ima etmiş ve erkeğin, eşinin geçimini sağlamaktan sorumlu bir hâmi olduğunu bildirmiştir.

    Elmalılı Hamdi yazırın tefsirine bakarsanız (zahmet olmazsa) bu ayet erkeğin kadına hakimiyetini, fakat rastgele değil “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.” manası üzere hizmetçilikle karışık bir hakimiyetini ifade eder. Bundan dolayı, bir taraftan erkeğin üstünlüğünü anlatırken diğer taraftan da kadının değer ve üstünlüğünü belirtir.

    Bilmiyorum bu cevap sizi kesti mi ?

    Diğer mevzulara getirdiğiniz yorumlara cevabı gerek görmüyorum. Boş lakırtıdan öteye gideceğini de düşünmüyorum 🙂

    Ayette geçen dövün meselesini merak ediyorsanız onu da yarın konuşalım. Tabi niyetiniz samimi ise….

    Onur Bey en derin sevgilerimi saygılarımı sunuyorum. Sürç-i lisan ettiysem affedin.

  41. Yazan:eg Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    kur’an bir derya ise insan bir kap ile o deryadan faydalanmaya çalışandır. deryadan ne kadar ve ne nitelikte su alabileceğimiz bizim kabımızın büyüklüğü ile ilgili olduğu kadar kendi kişiliklerimizi yansıttığımız kabımızın şekliyle de ilgilidir.

    kur’an sadece tek tip insana hitap eden ideolojiler gibi olmadığı için ve ilahi olarak vahyedilen ve bir anlamda insanın hakikate ulaşması yolunu gösteren ilahi pedogoji olduğu için insanın hangi nefs kademesinde olduğu onun kur’an’dan aldığını da belirler. kendi hayatımda çok iyi bir müslüman olup da kadın döven veya karısını aşağılayan bir insan görmedim(“bir hayat kaynağı olarak” müslümanca bir hayat yaşayandan bahsediyorum, modern kavramlara yeşil kılıflar dikenlerden değil). ama kadın dövmenin yanlışlığını vazedip durduğu halde mütemadiyen karısını döven “eğitimlilere” bolca rastladım.

    benim babamı örnek vereyim. temiz inançlı saf bir müslümandır. üstelik öyle cafcaflı bir eğitimi yoktur. ilkokul mezunu bir insandır. ama kur’an bu insanın aynasında karısını 45 yıllık evliliğinde bir kez dahi incitmeyecek kadar önemsediği bir şekilde yansır. dolayısıyla kur’an’dan birşey anlamak ve anlaşılan şeylerin hayatı yönlendirmesini dilersek öncelikle kendi nefsimizi ,yani kur’an’ın bizde yansıyacağı aynayı cilalamamız gerkeiyor. bu da ilk ve en başta kur’an’ı okumanın yüz görümlüğünü vermekle olur. bu da EDEPTİR…

    kur’an’ı sadece epistemolojik bir metin olarak alan her kişi çuvallamaya mahkumdur, zira epistemoloji nesnesi olarak kur’an her an ellerinden kayar durur. ama hem epistemolojik hem de ontolojik olarak ele alınması gereken bir hakikat olarak ele alan, kur’an’da kendi hakikatini bulur. bu insandan da; değil karısına dünyadaki hiçbir kimseye zarar gelmez…

  42. Yazan:eg Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    bu arada

    “ama hem epistemolojik hem de ontolojik olarak ele alınması gereken bir hakikat olarak ele alan, kur’an’da kendi hakikatini bulur. bu insandan da; değil karısına dünyadaki hiçbir kimseye zarar gelmez…”

    demiştim ya kendimi kast ettiğim sanılmasın. ben hiçbir zaman saf ve tertemiz imanlı olan insanların iman seviyesine (mesela annemin babamın) ulaşamadım. entelektüel cüruflarım gidip gidip imanımı kirletti. o yüzden benim incitmemeyi becerdiğim sanılmasın. hatta sadece burada değil birçok yerde şiddetle dövmek istediğim insanlar oluyor. ancak tabii tek iyi tarafı; bu konuda kadın erkek ayrımı yapmıyor olmam:))

    velakin onca okumak etmek aslında belirli bir noktada iman olarak ümmi olmak amacını taşıyor. bunca okumam, bunca düşünmem bir gün gelip de bunların hepsini gönül rahatlığı ve zevk ile çöpe atacak olmanın ve saf ve temiz bir imana kavuşacak olmanın umuduyla oluyor…bu umut da olmasa bu kadar okumaya nasıl katlanırdım ki!

  43. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Cemile hanima, Mehmet beye ve Enver beye tatmin edici cevaplari icin tesekkurler. Yeterince net anladigimi dusunuyorum.

    Birkac noktaya aciklik getireyim:

    Ayrıca dindar müslümanların din içerisinde kadın erkek farketmiyor kendilerine uygun bir yol bulduğunu ve memnun olduklarını düşünürsek,dindar olmayan insanların ya da İslam olmayan insanların o insanlara kendi tercihleri nedeni ile bidon kafalı muamelesi yapmaya ne hakkı var?

    Yok.

    Şimdi bilmek yetmez yaşamak gerekir felsefesini İslam için önkabul olarak alırsak -zira bilmek yeterli olsa tüm oryantalistler evliya falan olurdu- İslam2ı yaşamayan ve tercih etmeyen kitlelerin,yaşayıp ve tercih edenlere ’sizin şu hükmünüz var ve şu şu kadar olumsuz,bu kabul edilemez’ vs. gibi eleştiriler getirmesi faşizan bir yaklaşım değil midir?

    Burada bana dair bir ima varsa bunu acikliga kavusturmak isterim. Daha once bunu soyledim saniyorum, soylemediysem ilk olsun: Hayatta yapacagim en son seylerden biri “Islam’in soyle bir hukmu vardir” demek, hatta bunu bir muslumanla tartismaktir. Islam’in normatif hukumlerinin ne olduguna (veya olup olmadigina) dair hicbir iddiam yoktur, hele ki Islam hakkindaki su cehalet duzeyimle. Ben yalnizca bahsi gecen ayetlerle Mehmet beyin cinsler arasi ontolojik esitlik iddiasi arasinda mantiksal celiski gordugum icin bu konudaki goruslerinizi ogrenmek istedim. Dedigim gibi aldigim cevaplar tutarli ve doyurucu.

  44. Yazan:Tarik Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Sizin gibi, cümle cümle gidelim öyleyse,

    Şikayetleri olmadığına göre mantıken hatalı bir önerme değilmiş demek ki.

    Buradan ve aşağıdaki iddianızdan ataerkilliğin bir noktada, doğru-doğal bir durum olduğunu düşündüğünüzü çıkarıyorum. Öyleyse kadın hakları konusunda uzun boylu bir tartışmanın zaten zemini yok. Zaten, size göre pek de bir “haksızlık” yok. Bir insanın sizin deyiminizle “kafasına sıkılmasının” cehaletten kaynaklandığını öğrendiğim iyi oldu. Ben onu sünnet sanıyordum 😛

    Neden çelişki olsun anlamadım. Bir insan dini, ataerkil yapısı ile birlikte de benimseyebilir. Bununla birlikte bu sebeple din değiştiren müslüman kadınlara da rastlayamamamız sizi haksız çıkartıyor

    Benim haksız çıkmam değil fiili durum önemli. Gazetelerde “islam çok ataerkil dinmiş, artık ateist olmaya karar verdim” diye haberler okumamış olmanız, bunun böyle olduğu anlamına gelmez. İlhan Arsel’in Şeriat ve Kadın’ınıyla girdiği sorgulama sonucu islamdan çıkmış kadınlar tanıdım. Bir kısmını tanımak isterseniz, salı akşamları st.antuana bir uğrayın.

    Yani? Beni de ellerine geçse boğacak bir sürü cahil var. Ne yapmalıyım?

    “Şikayetçi olan kadın gördünüz mü, demek ki sorun yok” seviyesindeki algınızın geçersizliğine işaret ettim. Nitekim, eleştirdiği için öldürülenler dahi var. Sizin totaliter islami anlayışları yine islam dairesinden eleştirmeniz ve henüz sopa yememiş olmanızda sizin için iyi birşey.

    Gördüğünüz belli. Gereksiz bir cümle olmuş.

    Biz de 150 senedir, dön baba dön “din terakkiye manidir”, “biz Allah Allah diye diye geri kaldık, gavur top tüfek diye diye ileri gitti”, “şu müslümanlar dinde reform yapmalı…” diye başlayan cümlelerden feci halde sıtkımız sıyrılmış durumda. Çok sevimsiz ve kibirli bir tepeden bakış bu.

    Sevimsiz ve kibirli bulduğunuz için sinirleniyor olabilirsiniz. Bu eleştirilere muhatap olmadığım için ruh halinizi anlayamam. Ama zaten en başta bu parantez içerisinde aktardığınız önermeler doğru değil. Dinle-bilim arasında uzlaşmaz çelişkiler koymak, osmanlı modernleşmesinin eksikliklerini dini inançla açıklamaya çalışmak hatalı bir yaklaşım. Hangi düzlemden bakılırsa bakılsın, eğer geriliklerimiz varsa bu “dinden” çok daha başka parametrelerce belirlenmiştir. Dinle ilgili olanlarınsa, dinin kendisinden gayri dinin yaşanış biçimiyle alakalı olduğu düşünülür. Dolayısıyla islamdan çok müslümanların sorunudur.

    Ne var ki ben zaten öylesi önermeler yazmamıştım. Cevap vermeden önce size yazılanı anlayabildiğinizden şüphem var.

    Çağın gerisinde kalan insanların anlayışlarıdır; “Fıkıh”, “ahkam” adı altında kemikleştirdiği şeylerdir. Yoksa şeriat, insanlığın tek kurtuluş yoludur. Hem ruhu, hem de dünyevi mutluluğu için.

    Ben şeriat demedim. 8nci yüzyıl arap yasaları ve 19ncu yüzyıl mecellesi dedim. Bir de bu tür ifadeler “tek kurtuluş yolu”, vs çok fazla değer yüklü, sloganvari ifadeler. Birşey anlatmıyor, maalesef yazarken anlaşılma çabası gösterdiğinizi de pek sanmıyorum.

    Sizi memnun etmek için var diyeyim. Sizin ululadığınız “çağdaş” özgürlük, demokrasi, İslam’a uygundur.

    Benim memnuniyetimi o kadar dert etmeyin. Var olup olmadığını, nasılıyla sizden okumak fena olmazdı, o ayrı.

    Yalnız mutlak anlamda sekülerizm diye bir şey yoktur. Allah’ın mutlak hakimiyetinin hiçbir şey dışında olamaz. Sezar’ın Rabbi de Allahtır; adil olacak.

    Ayeti yanlış yorumluyorsunuz. “Sana gökten verilmemiş olsaydı, benim üzerimde hiçbir yetkin olmazdı” (yuhanna 19-1) Tanrı sezarın da memurlarının da Tanrısıdır.

    “Kefaret öğretisine” hatalı yaklaştığınız için, tıpkı ortodoks yahudiler gibi bu dünyada kurulabilecek “kutsal” toplumlar-devletler arıyorsunuz. Adil olacak diye zamanında yapılmış “adaletsizlikleri”, yüzlerce yıl sonra da tekrarlamak isteyen adamlar çıkınca da söylenecek fazla söz kalmıyor. Dün “adil” anlaşıldı, bugün değil. Hak-Adalet nosyonları tarihsiz nosyonlar değildir. Bknz eşcinsellere nasıl muamele etmeli, köle hukuğu, idam cezaları, vs.

    Benim “ululadığım” birşey yok. Sizin ulularınızın farkındayım. Maalesef ben sizin gibi kestirip atamıyorum. Her çağın problemleri kendi içerisinde anlamlıdır.

    Sonuç iyi de, giriş gelişme kısmını göremedim. Aslında sadece bu satırı yazsanız da olurmuş. Zaten yorum bunun dışında pek katkı sağlamıyor çünkü.

    O sonuç sizin argümanınızın sonucuydu. “Tarihsel-evrensel ayrımı sağlıklı birşekilde ele alınmadıkça başka bir çıkış yok” şeklindeydi. Evet, öyle düşünüyorum. Görmekle ilgili bir sıkıntı yaşadığınıza göre, belki hazır cevaplarınızı yetiştirmeden önce, yazılanı birkaç defa okumanız daha iyi olur çünkü o ayrım ilk yazımda veriliydi.

    Ve yine, örneğin, ben şöyle yazmışım:

    Evet, imam meselesini çok önemsememek lazım, çünkü imam zaten batı hristiyanlığındaki rahibin tam karşılığı değil. Batı laikliğinin soyut düşünce sistematiğinden çok tarihsel kavgalarını, kavgaların somut aktörlerini takip ediyoruz. Oysa, o laiklik kavgası hristiyanlık üzerinden verilen bir kavga olduğu için sadece o dil içerisinde anlamlı.

    Sizin cevabınız:

    Tarik bey,

    Ben imamdan bahsetmişim, siz kadın pastör yeni bir olgu demişsiniz. İşte bahsettiğim bakış açısı bu. Aslına bakarsanız temel sorun da bu. İthal kalıplarla düşünüp yazıyoruz. Bu yüzden zaten aydın(!)larımız sürekli İslam’da reformdan dem vurup duruyor. İslam, Kilisesi, ruhaniyet temsilcileri, papazları, kardinalleri olmayan bir din. Bizim kendini dünyadan soyutlayan rahibelerimiz de yok. Yanlış şeyleri kıyas edince de doğrulara ulaşma şansımızı yitiriyoruz

    Yine bunlar da bana cevaben değildi herhalde çünkü zaten farklı şeyler söylenmiyor.

  45. Yazan:Tarik Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Tarık bey,

    ‘kadının özgür olması ne demektir ayrıca bu özgürlüğün şartları nelerdir?’

    bir zahmet açıklasanız,merak ediyorum.Bir erkeğin gözünden kadın nasıl özgür olur?Özgürlük tanımınız nedir?

    Cemile hanım,

    Bence, özgürlük kademe kademe, görece kazanılan birşey. Bir kadın özgürlüğünden bahsediyorsak, bunun kadınların kendi kimlikleri, varoluş koşulları üzerine düşünümleri sonucunda verilecek anlamlı bir cevabı olur. Genel olarak konuşursak, kadın ya da erkek, özgürlük problemi bence otoriteler karşısında özerklik meselesidir. Ama asıl dışarıdan somut, buyurgan bir otoriteye tabi olunmadığı durumlarda (tahakkümün yokluğu) “Ben ne istiyorum?” sorusuna aranan cevaplar da özgürlük pratiğinin bir parçasıdır. Bu da yaşam boyu bir “benlik” mücadelesini gerektiriyor. Hani filozof demiş ya “sorgulanmayan yaşam yaşam değildir” diye. Bana mutlak durağı olmayan, sürekli bir mücadele gibi geliyor “özgürlük”. İnsanın benliğini inkar edebileceğini düşünmüyorum ama ona hakim olmak için verdiği mücadeleye de saygı duyuyorum. Çünkü en kötüsü kendi fikirlerimizi savunur, kendimizi kendi yaşamınızı özgürce yaşar sanırken aslında başkalarınca kurgulanmış bir yaşamda rol alıyor olduğumuzu farketmek değil mi? Ancak bu mücadelenin bir mutlak sonu olduğunu, bunun nihayetinde bir otantik, asıl benlik, bir öz bulabileceğimizi zannetmiyorum.

    Özel olarak “kadın özgürlüğü” üzerine konuşmak biryana, özellikle “bir erkeğin gözünden” nasıl konuşabilirim bilmiyorum. Zahmet sayılmaz, belki ben sorunuzu doğru anlamadım. Üzgünüm.

  46. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Onur bey,

    Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Hakkaniyetli insanlarla tartışmak çok güzel.
    Aydın kelimesinin yanına getirdiğim ünlem işareti ile, mesela Abdullah Cevdet gibi Türk ırkını ıslah için ABD’den damızlık erkek getirmek gerektiği şeklinde sorunlara kestirme cevaplar veren düşünürleri kastediyorum. Yoksa fikir emeği kutsaldır; her fikrin bir değeri vardır.
    Modern toplumların yüzde çok azı Magnum reklamlarındaki dondurmayı ısırmak zorunda kalıyor ama objeleşmek Magnum reklamıyla sınırlı değil. Kadınların güzelleşmek için ölümü bile göze aldığı bir çağda yaşıyoruz. Görsellik ön planda. Kadın-erkek ilişkileri seks odaklı. Böyle olması da normal. Modernizm bize başkalarına zarar vermedikçe canımızın istediğini yapabileceğimizi söyler. İnsanın diğerlerine ve topluma karşı sorumluluklarını, etik değerlerini önemsemez; bireysellik ve öz-tatmin ön plandadır. Magnum kızı bu büyük imaj kültürünün sadece küçük bir parçası.

  47. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Onur bey,

    rica ederim.

    Açıklama yapmışsınız,sizi ima etmedim genel olarak rastladığım bir durum olduğu için genel rahatsızlığımı dile getirdim ve anlayamadığımı.Ekrem bey gibi düşünüyorum,hakkaniyetli insanlar ile tartışmak güzel.Zaten diğer türlü olunca ben kestirip atmayı tercih ediyorum :))

    Aziz beyide bu tartışmaların sağlıklılığı açısından gösterdiği yapıcı yaklaşımı nedeniyle sanırım tek geçerim :))

  48. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Tarik bey,

    İmamlık konusunda yorumumu hazırlarken edit olarak ilave ettiğiniz kısım yoktu. Fikir değiştirmeniz olumlu.
    Yorumumdan ataerkilliği desteklediğimi çıkarmanız ise bir o kadar vahim.
    İslam’dan çıkmış benim de birçok akrabam var. Yalnız bu “İslam’dan çıkmış” akrabalarımın hemen tamamı zaten İslam’ı, Kur’an’ı, Hz.Peygamberi İlhan Arsel’den ve Turan Dursun’dan öğrenmiş kişiler. Ben dindar kadınlardan bahsediyorum.
    İnsanların İslam’ın ataerkilliğinden katolik kilisesinin anaerkilliğine(?) kaçması pek bir ironik, izlemeye doyum olmaz, St.Antuana’ya giderim tabi.
    8’inci yüzyıl Arap yasası ve Mecelle elbette günümüz şartlarına hitap etmez. Aynı Hamurabi kanunlarının, Grek öğretilerin hitap etmediği gibi. Ama günümüz medeniyeti bir anda ortaya çıkmadı. Binlerce yıllık mücadelenin birikimi. Faiz yasağı, zekat kurumu, herkesin Allah’ın hükmü altında eşitliği, adil hukuk, mükemmel ahlak öğretileri, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insan anlayışı, dünyanın sıkıntılarını çözecek ve geleceğin medeniyetini oluşturan temeller olacak. Bu da bizim ütopyamız. Mehmet bey yukarıda ana hatlarını anlatmış. Detaylarını da bilahare anlatırız.
    Sezarla ilgili ayeti yanlış yorumlayan ben değilim, seküler görüş. Onlara anlatın ayetin ne manaya geldiğini.

  49. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    8′nci yüzyıl arap yasaları da, 19ncu yüzyıl osmanlı mecellesi de günümüz özgürlük anlayışının getirdiği kazanımların çok gerisinde.

    İslam’da çağdaş (zaman)özgürlüklere olanak sağlayacak bir seküler (dünya) damar var mı?

    Yoksa lafı dolandırmanın da manası kalmaz. İslamın bizzat kendisi kadın özgürlüğü önünde bir engeldir.

    (Tarık)

    Açıklamalarınızı okuyunca ciddi bir özgürlük tanımı farklılığımız ve problemimiz olduğunu fark ettim.

    Kendimden örnekleyeyim,İslam’ı yaşamaya çalışan biriyim çoğu kez dindar olmayan insanların dinimin beni köleleştirdiği ve özgürlükçü olmadığı eleştirilerine hatta ağır tahriklerine muhatab oluyorum.Bunun tam aksi düşünüyorum,beni özgür kılan tek şey dinim.Minimal olarak örnekleyecek olursak,dinden bağımsız insanların özgürlük tanımı kabaca ‘dilediğini kendi sınırları içerisinde yaşama şekli’,dindar insanların ise ‘dilediğini yaşamak noktasında kendini sınırlayan tüm etkilerden arınma’ şeklidir.Yani modern ya da dinden bağımsız insan nefsinin her istediğine uymayı özgürlük sayarken,dindar insan ise nefsin arzularından arınmayı özgürlük sayar.Bu farklı özgürlük tanımları açık seçik ortada iken birinin bir diğerine bak senin dinin kadın olarak senin özgürlüğünü kısıtlıyor telkininde ve tenbihinde bulunması bence oldukça ahlak dışı.

    Yani ben bu dinin bana sağladığı özgürlükten oldukça memnunum,din içerisinden rahatsızlığım olsa zaten bu dini tercih etmez ayrılırdım.Anlamadığım ise memnun olduğum bir kavramın memnun etmeyen bir uygulamaymış gibi lanse edilmeye çalışılması.

    İnsanın Allah’a kul olması noktasında bunun özgürlük dışı olduğunu savunan,insan hakkı arıyorum diye kendini parçalayan insanların maalesef hiçbir zaman insanın;nefs,para,haz,madde karşısında köleleşmesinden rahatsız olduğunu bu duruma dur demek için kendini parçaladığına şahit olmadım.İnsanın Allah’a kul olması çok anlaşılır lakin maddeye kul olması anlaşılır şeyler değil.Bilgi de buna dahil insan çoğu kez bilgiye kul oluyor,bilginin epistemolojisi ve ontolojisi açısından kul köle insanlarla burun buruna yaşıyoruz.Bu da bir özgürlük sorunudur,bu özgülüğün ihlali için kimsenin hakkı ve hukuku dillendidiğini görmedim.

    Size şöyle bir açıklama getireyim.İslam’ın kendi bireyleri zaten seküler bir algıyı talep etmez,kendi bireyleri açısından seküler damar gereklilik gerektirmez.Zira birey bunu talep etmediği için İslam’ı yaşam şekli olarak benimsemiştir.Yani bu soru müslümanları kapsıyor ise oldukça gereksiz bir soru.Soru eğer müslüman dindar olmayan bireyler içinse İslam özgürlükçüdür,varlığını kabul edip yaşam biçimine dönüştürürsen seni kendi içinde şekillendirir.Yok eğer İslam gibi modele talipli değilsen,dahil değilsen İslam oldukça özgürlükçüdür.Laik,seküler her türlü damardan beslenmenize müsaade eder.Allah şeytanı dahi özgür bırakmıştır.Dilese idi engellerdi.

    Yineliyorum,İslam’ın içerisinde seküler bir taraf yoktur bu İslam’ın özgürlük dışı uygulamaları olduğu anlamına gelmez,bunu böyle anlamak ancak ve ancak anlamk istendiğinden kaynaklanıyordur.Zira müslüman bireyler lasizm ve sekülerizmi talep etmezler.Bunun üzerine;

    Yoksa lafı dolandırmanın da manası kalmaz. İslamın bizzat kendisi kadın özgürlüğü önünde bir engeldir.

    (tarık)

    gibi bir cümle kurmak bence oldukça faşizan,şöven,dayatmacı,ayrımcı,özgürlük dışıdır.Özgürlük tanımlarının birbirini tutmadığı insanlardan birinin tutup kendi özgürlük anlayışını diğerine dayatıp,o dayattığı bireyin tercihinin yetersizliğinden dem vurması gerçekten oldukça tuhaf,hele hele bu dayatma ve etiketleme ‘özgürlüğü’,’insan haklarını’önemsediğini iddia eden birinden geliyorsa oldukça ironik 🙂

    Yani ben başörtüsü tercihimle yaşamanın özgürlüğünün peşinde iken muhatabım yasakçı zihniyetin başörtüsü kadının özgürlüğünde engeldir,onu çıkartcaksın demesi ve bunun yasakçılığı üzerinden özgürlüğümü kısıtlmaya çalışması gibi.

    Bu arada açıklamalarımda direkt sizi kast etmedim,açıkcası genel olarak konu üzerinde düşündüklerimi paylaştım.Bazı noktalarda size de dokundum 🙂

    Bence, özgürlük kademe kademe, görece kazanılan birşey. Bir kadın özgürlüğünden bahsediyorsak, bunun kadınların kendi kimlikleri, varoluş koşulları üzerine düşünümleri sonucunda verilecek anlamlı bir cevabı olur. Genel olarak konuşursak, kadın ya da erkek, özgürlük problemi bence otoriteler karşısında özerklik meselesidir. Ama asıl dışarıdan somut, buyurgan bir otoriteye tabi olunmadığı durumlarda (tahakkümün yokluğu) “Ben ne istiyorum?” sorusuna aranan cevaplar da özgürlük pratiğinin bir parçasıdır. Bu da yaşam boyu bir “benlik” mücadelesini gerektiriyor. Hani filozof demiş ya “sorgulanmayan yaşam yaşam değildir” diye. Bana mutlak durağı olmayan, sürekli bir mücadele gibi geliyor “özgürlük”. İnsanın benliğini inkar edebileceğini düşünmüyorum ama ona hakim olmak için verdiği mücadeleye de saygı duyuyorum. Çünkü en kötüsü kendi fikirlerimizi savunur, kendimizi kendi yaşamınızı özgürce yaşar sanırken aslında başkalarınca kurgulanmış bir yaşamda rol alıyor olduğumuzu farketmek değil mi? Ancak bu mücadelenin bir mutlak sonu olduğunu, bunun nihayetinde bir otantik, asıl benlik, bir öz bulabileceğimizi zannetmiyorum.

    (tarık)

    Sorumu yanıtladığınız için teşekür ederim.Sizin özgürlük tanımınızda kabul görebilecek bir tercih.Müslüman dindar kadınlar açısından İslam’ın özgürlük tutumuna getirdiğiniz iyi niyetli eleştiriyi anlıyorum lakin endişhe etmeyin,biz İslam’ın sağladığı alanda oksijen alabiliyor ve kendimizi özgür hissediyoruz.Alanımıza göz dikenler olmasa daha da özgür olacağız.İslam’ın kadın özgürlüğü karşısında olduğunu düşündüğü için dini terk eden bayanlardan örnek vermişsiniz,olabilir çok doğal bir tercih,anladığı özgürlük kavramı nedeniyle kendini din içerisinde özgür hissetmemiş ve ayrılmış olabilir.Bu İslam’ın özgürlük dışı uygulamasından değil kişilerin tercih ettiği özgürlük anlamlarından kaynaklıdır.

    Uzun oldu ama :))Enver beyin şu iman tanımını çok beğendim,şu ‘kocakarı’ imanı denen şey var ya o ne kutsal bir huzurdur,ben de onu arıyorum.Bizler matrixi aradığımızı zannnederken ondan uzaklaşıyoruz,matrixe sahip olanlar zaten arama peşinde kendinden yitirmeyenler.

  50. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Herşeyi moderniteye mal etmek bence çok doğru değil. Bahsettiğiniz Magnum reklamı örneği, daha çok tüketim toplumu gerçeğiyle açıklanabilir. Reklam endüstrisi 50’lerde patlamasını yaşadı ve bir pop kuşağı oluşturdu. “magnum reklamı” durumunun menşei Amerikan tüketim toplumudur. Avrupa’da pop kültürünün ilk ortaya çıkışı kısmen daha entellüktüel bir zemindeydi ama sonra o da Amerikanlaştı.
    “Magnum Reklam” örneğini, modernizm ve cinsel devrim hareketleriyle bağlamak doğru olmaz. Kurgu, porno endüstrisinin akrabası olabilir. Bir yandan güzellik yarışmaları yapılırken kapısında bunları protesto eden “modernistler” de vardı.

    Herşeyi moderniteye mal etmenin bir diğer yanlışı da, kadının sadece modernite ile metalaştığını düşünmek. Kadın zaten metaydı ama tüm gözler buna aşina değildi. Modrenite ve özellikle 50 sonrasının pop kültürü ile kitle iletişim araçları vasıtasıyla halka indi, görünür oldu.
    Ondan önce kadının meta oluşu, sanat galerindeki duvarlarda sergilenen “bilmemne Venüsü” isimlerinde tablolar , zenginlerin duvarlarını süsleyen odalıklar şeklindeydi. Hatta kadınlara ilk oy hakkı gösterileri sırasında bir kadın gidip, ulusal galerideki Velasquez’in çıplak Venüs’üne baltayla saldırmıştı ve sonra şöyle demişti “oy hakkı için mücadele eden önderimiz(Pahkhurst) cezaevinde açlık grevindeyken erkeklerin burada ağzının suyu akarak bu resme bakmasına dayanamadım”.

    Kitle iletişim araçlarıyla bu “edilgen” seyirlik “nesneler” televizyona, billboardlara, gazetelere, reklamlara vb. taşındı. Hatta İngiliz pop sanatçısı Richard Hamilton eskilerin odalık tablolarının bugün arka kapak kızları olarak hayat bulduğunu söyler.

    Bugün, Magnum reklamı vari durumlarda bizi rahatsız eden kadının “izleyicisi” için seyirlik, edilgen, beyni boşaltılmış bir durumda olması.
    Buradaki en önemli kelime “edilgenlik”. Bunun panzehiri olarak, tutup, iffet, namus gibi kavramlarla genel ahlak çerçevesini koyarsanız başka bir patalojik durum olacaktır. Derdim de budur.

  51. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    snowqueen,

    Kız kardeşim kaşlarını inceltmek için senelerce bir çok yöntem denedi. Sonunda hiç çıkmayacak şekilde aldırmayı başardı. Fazla almışlar, şimdi kaş kısmını kalemle çiziyor. Hanımın teyzesinin kızı ve eşi sürekli solaryuma gidiyor. Zenci kıvamındalar. Bronz ten yakışıyormuş, öyle diyorlar. Bir komşumuzun karısı (fıs fıs kocası aldatıyormuş) bir baktık baştan aşağı değişmiş, liposuction’dan gerdiremeye, göğüs implantından sahte dişlere… artist gibi olmuş. Patronumun saçlar epey dökülmüştü. Dökülen kısımlara yeni ekimler yaptırmış, sırma gibi şimdi saçları. vs. vs.
    Etrafım görünüşünü çok önemseyen, haddinden fazla önemseyen insanlarla dolu. Bunun tüketim kültürüyle bir ilgisini kuramıyorum. Basbayağı bir görsellik/imajinasyon çağındayız. Bu çağda prezentabl olmak önemli. 70’inden sonra konsere mayo ile çıkıp selülitlerinin olmadığını cümle aleme ispat etmek önemli. Bilmem hangi aktöre, aktriste benzemek, cool görünmek önemli. Sadece kadın da değil ki söz konusu olan, erkek için de aynı durum söz konusu. Kapitalizmin ne suçu var bunda?
    Alan memnun, satan memnun. Erkek gözleri et görmek istiyor, bacak, kalça, göğüs görmek istiyor. Reklam sektörü de bu talebe uygun arzla cevap veriyor. “Bütün arzularını tatmin et” diyen, “günah” gibi bir kavramı demode bulan, “iffet”, “ahlak”, “etik sorumluluk”, “öz-saygı” gibi kelimeleri muhafazakarların antika sözlüklerinde kalmış geri kafalı kelimeler olarak bilen modern insandan bir şey beklemeyeceksin.
    Fe eyne tezhebun??

  52. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Genlerden gelenler ve kollektif bilinçdışına ait olanlar,”saçma” ya da “fantazi” addedilse de, günlük dilde semboller aracılığıyla dışa vuruyor böyle, “kocakarı imanı”nda olduğu gibi.Campbell bunu görse yüzünde ince bir tebessüm olurdu heralde.

  53. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Bahsettiğiniz “imajinasyon/görsellik çağı” için sadece modernizmi suçlamak eğilimindesiniz. Sanırım bunun nedeni de modernizmi, dini dışlayan bir olgu olarak gördüğünüz için, öyleki kapitalizmi bile dışta tutuyorsunuz.

    Oysa bugün “imajinasyon/görsellik çağı” daha çok postmodern dönemlere ithafen kullanılıyor. Baudillard, “günümüz toplumları görüntüye bağlı hale gelmiştir” derken postmodernizmi kasteder.
    Yani modernizmi bile aşmıştır olay.

    Kapitalizmin ne suçu var demişsiniz, kapitalizm reklam sektörü vasıtasıyla o imajları yaratıyor. Kişi prezantabl, ince, fit olmaya özendirilmezse o ürünleri kim satın alacak? Herkes bedeniyle, kendiyle, hayatıyla barışık olsa tüketim bu ölçüde olur mu?

    “Bütün arzularını tatmin et” diyen, “günah” gibi bir kavramı demode bulan, “iffet”, “ahlak”, “etik sorumluluk”, “öz-saygı” gibi kelimeleri muhafazakarların antika sözlüklerinde kalmış geri kafalı kelimeler olarak bilen modern insandan bir şey beklemeyeceksin.
    Fe eyne tezhebun??

    “iffet” ve “ahlak” kavramlarını ucu açık ve orta sınıf ahlakı içinde ikiyüzlüce bulan biri, direkt “öz-saygı” kavramını da inkar mı eder? Neden bunları birbirine bağlıyorsunuz?
    Toplumun “genel ahlak” kıstasları, birşeyleri görünmez ilan edip, halı altına süpürmeye yarıyor bence, çözüm bulmuyor. “Taksim’de de travestiler çoğaldı” deyip “ahlak operasyonları” düzenlemeye gelince herkes toplumun sağlığını düşünür ama onlara iş vermeye gelince kimsenin kılı kıpırdamaz, bundan bahsediyorum.
    “milli güvenlik”, “kamu düzeni” gibi keyfi ve kısıtlayıcı durumları sorgularken, neden “genel ahlak” ya da “edep” gibi kavramların yanına “öz-saygı” getiriyorsunuz?

  54. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Konu bireysel özgürlüklerden-özelinde kadın hakları-açılınca zannedersem en sağlıklı bakış açısı;kendi doğrularımızı oluşturan özgürlük anlayışımızı dayatmak yerine “öteki”ni anlamak olmalıdır.Zira “özgürlük” göreceli bir kavramdır.Her bireye göre farklı anlamlar taşıyabilir ve dolayısıyla bireyin bunu kendi iradesiyle belirleme,özgürce yaşama ve ifade etme hakkı olmalıdır.Dolayısıyla bireyin kendi olma hakkına sahip olduğu,birinin diğerine kendi doğrularını dayatarak tahakküm altına almadığı bir düşünce ve yaşam iklimi özgürlüğün en makul ve makbul olanıdır.

    Bu bağlamda birey ve/veya toplum olarak benimsediğimiz-ve özgürlük atfettiğimiz-yaşam tarzı,düşünce biçimi,tercih vb.yönelimlerin hangi inanç ya da kültürel kaynaktan beslendiğinin,nasıl bir toplumsal yaşam kurgusundan esinlendiğinin,”öteki”ni anlamayı engel teşkil eden bir genel düşünce yapısına dönüşmemeli;özgürlüğümüzü yaşadığımızı sanırken başkalarınca kurgulanan bir yaşamda rol alıyor olsak bile.Sadece özgürlük değil,yaşama verilen her anlam ve bu anlamların bizleri götürdüğü yaşam pratikleri de bir anlamda “kurgulanan yaşamların” sonucu olarak şekillenir.Bir başka deyişle yaşamın temel diyalektiği sonucu oluşan kaçınılmaz bir etkileşimdir bu.Bizi çevreleyen dış dünyanın koşullarından etkilenmemek mümkün değil zira.Dolayısıyla tıpkı özgürlük anlayışı gibi ahlak,adalet,eşitlik,sevgi,vicdan vb.insani değerler de günümüze böyle gelmiş ve farklı form ve renklerde biçim alarak yerleşmiştir.

    Elbette insanların azgari ortak paydalarda buluşması,bir arada uyum içerisinde yaşayabilmesi için,”doğru olanı” bulma yolunda çabalayacak,gerekirse bunu sorgulayacağız.Ancak ilk elden sahip olmamız gereken yegane ilke,ötekininin varolma hakkına sorgulayıcı olmaksızın saygı duymak olmalı.

    Sanırım,bizler bu noktada biraz sıkıntıya düşüyoruz.Zira,birbirimize doğrularımızı kabullenmeye çalışırken diğerini ötekileştiriyoruz farkında olmayarak.Ve kendimizi her nereye ait hissetmiş ve konumlandırmışsak bu hissiyat üzerinden diğerine yön vermeye,kendi değer yargılarımız üzerinden gömlekler biçmeye başlıyoruz.Hiç düşünmüyoruz mesela o biçtiğimiz gömleklerin başkasına uyup uymadığını…bize uymuşsa,diğerlerine de uyar mantığı güdüyoruz.Oysa birey,ister özgür iradesiyle bir yaşam felsefesi benimser,ister önkabullerin etkisinde kalır…her ne koşulda olursa olsun kendi olma hakkında özgür olmalı.Ancak varolan toplumsal iklim bu prensibin tam tersi yönde istikamet etmektedir:İdeoloji ve sistemler bireye şekil vermekte iken,kadın bu yönden ek bir baskıyla daha boğuşmak durumunda bırakılmıştır.Zira onların adına başkaları karar vermekte,doğruları başkaları tarafından belirlenmektedir.

    Kendi adına başkalarının karar vermesi meselesini ideoloji ya da inanç bağlamında düşünmüyorum.Elbette kadın olsun erkek olsun insanlar bir şekilde kendilerini bir yere ait hissedebilirler.Müdahale,yönlendirme derken kaçınılmaz olan etkileşimi kasdetmiyorum.Önemli olan kişinin kendi yolunu kendisinin seçmesi,kendisinin çizmesidir.Bu bağlamda kadını farklı bir yere koymadan hadiseye bakmak icap eder.Doğal olarak,kadın da inanç,töre,toplumsal değer normları vb.çevre faktörlerinden etkilenecektir,etkilenmektedir.Kadını bu anlamda ayrı yere koymak zaten baştan ayrımcılığa açık kapı bırakmak demek olur.Feminist olur komünist olur,islamcı olur muhafazakar olur,çalışma hayatını benimser ya da ev kadını olur,saçını açar veya örter…Her ne olmak istiyorsa tercihlerinde özgür olmalı.Hayatta nasıl mutlu olacaksa,yaşama nasıl motive olacaksa rolünü kendisi belirlemeli.Ha,benimsediği yol,-her ne ise-bunun nereden esinlendiğini,kendi iredesiyle mi yoksa toplumsal manipülasyon sonucu mu oluştuğu sorgusu sadece kendisini ilgilendirmeli ve kararını da yine kendisi vermelidir.Denebilir ki kadının bu kendi olma hakkı önünde ciddi engeller var.Evet var.Ancak,bu ayrımı cinsiyetlere indirgeyerek yapmak yerine,insan unsuru üzerinden ve adil bir hukuk düzeni içerisinde tesis etmek mümkündür;kadını erkekle,sistemle ve aynı zamanda kendi hemcinsleriyle karşı karşıya getiren bir düşünce karmaşası ile değil.Kadına nerede baskı var,nerede eziliyor,ne tür bir ayrımcılığa uğruyor…bütün bunlar sağlıklı bir şekilde etüd edilerek gerekli hukuki düzenlemeler yapılır ve sorunlar kısmen giderilmiş olur.Zira temel hak ve özgürlüklerin teminatı buradan geçer.

    Peki süreç böyle mi işliyor?İşte asıl karmaşa da burada başlıyor.Zira insan haklarını bir bütün içerisinde değerlendirmek yerine,adına kadın hakları diyerek aynı kaderi paylaşan ve özlem ve talepleri benzer olan insanları karşı karşıya getiriyoruz.Dayanışma yerine rekabetin geçtiği ve kadını bir kez daha mağdur ettiği bir kısır döngüdür bu.Fakat hepsinden önemlisi bu değerler arası rekabetin sürekli kadınlar üzerinden yapılıyor olması…Namusundan,ahlakından,her türlü yaşam alanından nedense başkaları sorumlu oluyor.Ve bu anlayış maalesef kadın üzerinden güç ve iktidarın devşirildiği bir araca dönüşmüş oluyor.Oysa namusu da,ahlakı da,tercihleri de kendisine aittir ve kendi sorumluluğunda olmalıdır.Yok cumhuriyet kadını,yok feminist kadın,yok islamcı kadın,yok çalışan kadın…say say bitmez.Bu kadar tanım kalabalığı/eflansyonu neden erkekler için yok da,hep kadına atfedilir?Bu yetki nereden alınıyor,kadının yaşam alanını tayin etmek gibi bir hak olabilir mi?
    Dolayısıyla sorunun düğümü burada.Bu anlayış aşılmadığı sürece aynı havayı soluyan,aynı kaderi paylaşan kadınlar bir noktadan sonra birer rakip konumuna düşerler.Ki,nitekim düşüyorlar da.Açıkçası,haklarını arayalım derken onları biraz daha birbirinden uzaklaştırdığımızın farkında bile olamıyoruz.En azından varolan kadın hakları tartışmalarında bu handikapın henüz aşılmadığını düşünüyorum.

  55. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Enver bey:))

    şimdi fark ettim kaçırmışım.Şu ayrımsızca nedene bağlı oluşan şartlı dövme isteği varya bazı bazı onu ben de yaşıyorum öyle zamanlarda deniz manzarısını fona ekleyip meal okuyorum.Normal şartlarda içime ürperti düşüren,içimi karartan cehennem ayetleri böyle zamanlarda içimi rahatlatıyor.Siz de tahmin edersiniz ki istemek ayrı şey yapmak ayrı şeyler din nedeniyle ağır tahrik altında kalmamdan kaynaklı gelişen rahatsızlık yine dinin şiddete dur demesi ile hem şiddet pratiğine dökülmüyor hem de şiddete meyyal ruh halinden insanı sıyırıyor.Öyle zamanlarda babannemi düşünüyorum.Ne mutlu ve huzurlu bir kadın.Muhtemelen şeriatçı olan eşi dedemden şiddet gör(me)diği için değil,’pisliğe ve kötülüğe’ muhatab olmadan yaşadığı için.

  56. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    snowqueen,

    Modernizm, postmodernizm veya kapitalizm… Katilin kim olduğunun o kadar önemi yok. Sosyalizm olsaydı bu tip şeyler olmazdı. Ortada liposuction, bacak sıkılaştırma, lazerli epilasyon filan ya eşit olurdu, ya da hiç olmazdı; dolayısıyla insanların böyle sorunları da bulunmazdı belki. Ama işte benim öz-saygıdan kastettiğim şey de bu. İnsanın kendisine saygısı varsa bu zokayı yutmaz; kendisine dayatılanı reddeder; ahlaklı bir yaşamı seçer.
    Ahlaklı yaşam deyince ahlakçılık taslamak olarak anlıyorsunuz. Farklı şeylerden bahsediyoruz. Başkalarının ahlakı hakkında hüküm vermek başlı başına bir ahlaksızlık zaten. Ben kişisel bir çabadan bahsediyorum. Erdemli bir yaşam için; kendisine ve başkalarına karşı sorumlu hisseden insanın çabasından. Ahlaklı insan, ortamından ahlaksızlığa ait olduğunu düşündüğü nesneleri ortadan kaldırmaya çalışan insan değildir. Onlara rağmen iç huzurunu bulmuş kişidir. Travestiye hayvan muamelesi yapan adamın içinde bir hayvanlık vardır, tezahür eden budur. Dikkat edin eşcinsellerle dalga geçen adamların cinsel arızaları, kompleksleri vardır. Çok yakınlarımdan biliyorum. Her haltı işliyor, sonra onun bunun “or..puluğundan” dem vuruyor. Asıl “ors.u” kendisi farkında değil. Ahlaklı adam, başkalarının kusuruyla ilgilenmez. Öz-saygıdan kastım bu. Yoksa kişisel gelişim kitaplarının “en büyük sensin, koçum, aslanım, sen tanrısın, tanrı değilsen de onun bi küçüğüsün” diye kazandırmaya çalıştırdığı yapma duygu değil.

  57. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Ozgurluk noktasinda bir iki kelam etmek isterim:

    Buradaki mutedeyyin arkadaslar kendi ozgurluk tanimlarini getirmisler, ki reddetmiyorum bu tanimi (sadece eksik oldugunu dusunuyorum). Fakat modernizmin ozgurluk anlayisina ve modern insana dair stereotipler yaratip onlara saldirdiklarini dusunuyorum:

    Yani modern ya da dinden bağımsız insan nefsinin her istediğine uymayı özgürlük sayarken

    Yok boyle bir sey. Modern ozgurluk anlayisina gore, insanin nefsinin her istedigine uymayi tercih edebilmesi ozgurluktur (ama ozgurlugun kapsami bu degildir, burada modern ozgurlugun tanimini vermiyorum), nefsinin her istedigine uymasi degil. Modernizme elestiri getiren mutedeyyin arkadaslar aradaki ince fakat hayati detayi atlamakta israr ediyorlar.

  58. Yazan:eg Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    cemile hanım,
    benim dövme isteklerim de istekte kalıyor sadece.şimdilik bu isteğimi bastırmayı becerebiliyorum çok şükür ki:))

  59. Yazan:eg Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    “Modernizme elestiri getiren mutedeyyin arkadaslar aradaki ince fakat hayati detayi atlamakta israr ediyorlar.”

    biz o “hayati detayı” atlamakta ısrar edelim, siz de görmekte ısrar edin…bırakın da biz görmeyelim olmaz mı?

  60. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    biz o “hayati detayı” atlamakta ısrar edelim, siz de görmekte ısrar edin…bırakın da biz görmeyelim olmaz mı?

    Pozitif bir hukum verilmiyor olsaydi, kimin ne gordugu o kadar muhim olmazdi. Ben kafama gore irmaga gol demek istiyorum diyorsaniz siz bilirsiniz, ama ben de o irmaktir demeye devam edecegim.

  61. Yazan:cemilebayraktar Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Onur bey,

    ‘hayati fark’ dediğiniz şey özgürlük tanımına kaş göz çizip,pudralamak,dökülen yerlere saç ekmek gibi iyileştirmeler midir?Bence bu ‘hayati fark’ değil,iyileştirme çabası ki ben de bu tarz sahte bir ‘yakışıklılığa’ tav olmuyorum,ne hikmetse?

    Mütedeyyin arkadaşlara bir fırsat verilse de bir özgür olsalar.Çok tuhaftır ki özgürlüğün tam metninin detay aralarından istemek-yapmak ayrımında ‘hayati farklar’ ortaya koyacak kadar inceleyicisiniz ama o mütedeyyin arkadaşlarınızın sizin özgürlük tanımınızda mutmain olmalarını bekleyecek,sizin özgürlük tanımınızda özgür olmadıklarını ifade etmelerine rağmen kendi özgürlük tanımlarınızı dayatmakta ısrarcı,mütedeyyin özgürlüğüne müdahalecisiniz. Yani her fırsatta bu mütedeyyin tipler ne hikmetse Meg Griffin muamelesi görüyor bu tarz yaklaşımlarda ben de kısmi oluşmuş hakkaniyet ve samimiyet yaklaşımlarını çürütüyor.Kendilerine biçtikleri mahallenin entelektüel köpeği Brian Griffin rolü ise aslında çoğu şeyin bir kurgu olduğu ve asıl söylenmek istenin o köpek ile dillendirildiği hissini uyandırıyor.Yazık.Kadın-erkek-insanlık derken unuttuk,hayvanların ne günahı var?

  62. Yazan:cemilebayraktar Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Pozitif,pozitif,pozitif…

    Bazen kendimi pc başında değil de Bastil’de hissediyorum.Düşünce çöplüğü,fikir zindanı.

  63. Yazan:eg Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    onur bey,
    siz kafanıza göre kirli bir su birikintisine ırmak diyor olabilir misiniz acaba? sizin pozitif hükümleriniz de beni öldürüyor…gülmekten!!!

  64. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Bazen kendimi pc başında değil de Bastil’de hissediyorum.Düşünce çöplüğü,fikir zindanı.

    O sizin zindanınız, ben açıkcası Onur bey’in yazdıklarını büyük bir keyif ve dikkatle okuyorum.

  65. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Cemile hanim,

    Ya yazdiklarimi dikkatle okumuyorsunuz, ya da bir iletisim problemi yasiyoruz:

    hayati fark’ dediğiniz şey özgürlük tanımına kaş göz çizip,pudralamak,dökülen yerlere saç ekmek gibi iyileştirmeler midir?

    Hayir degildir. Ne demistim:

    ama ozgurlugun kapsami bu degildir, burada modern ozgurlugun tanimini vermiyorum

    Basima gelecegi bildigim icin bunu sonradan ekledim ama pek bir degisiklik yaratmamis anlasilan.

    Çok tuhaftır ki özgürlüğün tam metninin detay aralarından istemek-yapmak ayrımında ‘hayati farklar’ ortaya koyacak kadar inceleyicisiniz ama o mütedeyyin arkadaşlarınızın sizin özgürlük tanımınızda mutmain olmalarını bekleyecek,sizin özgürlük tanımınızda özgür olmadıklarını ifade etmelerine rağmen kendi özgürlük tanımlarınızı dayatmakta ısrarcı,mütedeyyin özgürlüğüne müdahalecisiniz.

    Bir bakalim tartisma nereden baslamis:

    Yani modern ya da dinden bağımsız insan nefsinin her istediğine uymayı özgürlük sayarken

    Bunlar sizin sozleriniz ve benim tek yaptigim buna itiraz etmek. Burada ne hakkinda konusulmus Cemile hanim? Modern ya da dinden bagimsiz insanin neyi ozgurluk saydigi hakkinda. Mutedeyyin ozgurlugune en ufak bir referans var mi? Yok.

    Bir grubun (hem de icinde bulunmadiginiz bir grubun) ozgurluk anlayisini tanimliyorsunuz, ben de taniminiza itiraz ediyorum. Diyorum ki onlarin (sizin degil) ozgurluk anlayisi bu degil, onlari stereotiplestiriyorsunuz. Dogrusu budur diyorum. Siz de karsiliginda, o dogrusu dedigim tanimi size dayattigimi soyluyorsunuz.

    Yani kisaca diyalogumuzun ozeti sudur:

    (Cemile Bayraktar) Modern ya da dinden bagimsiz insan icin ozgurluk sudur, halbuki dindar icin ozgurluk sudur vs. vs.
    (Onur Cobanoglu) Hayir modern insana gore ozgurluk o degildir, bir detayi atliyorsunuz.
    (Cemile Bayraktar) Siz benim ozgurluk anlayisima mudahale ediyorsunuz.

    Bunu (size mudahale iddiasi) ilk defa yapmiyorsunuz Cemile hanim ve artik bu “sunu bana dayatiyorsunuz” lafindan fenaliklar geldi bana. Bir kere yazilarinizdan cikardigim kadariyla, BENIM ozgurluk anlayisima gore zaten ozgursunuz (bunu kabul etmeyebilirsiniz, kisisel gorusumu soyluyorum. Bakin kabul etmeyebilirsiniz diyorum, sonradan dayatti olmasin). Benim gozumde bir dusunceyi dayatma “boyle dusunmeye hakkin yok soyle dusunmelisin” demek veya bu anlama gelen bir seyler soylemektir. Bu anlamda simdiye kadar size HICBIR SEY dayatmadim Cemile hanim. Aksini iddia ediyorsaniz koyun orneklerini, hepsi icin tek tek ozur dilemeyi taahhut ediyorum. Bakin ciktiniz, benim cok dogru, hakli ve soylu buldugum bir mucadeleyi, dusunce akimini “kokusmus, curumus, les kokuyor” sifatlariyla nitelediniz. O zaman bile agzimi acmadim, cunku sizin kisisel degerlendirmeniz ve “vay sen nasil boyle dersin” diyecek degilim bunun icin.

    Enver bey,

    onur bey,
    siz kafanıza göre kirli bir su birikintisine ırmak diyor olabilir misiniz acaba? sizin pozitif hükümleriniz de beni öldürüyor…gülmekten!!!

    Ben de herkes kadar yanilabilirim. Boyle bir durum varsa DAYANAKLARIYLA koyarsiniz ortaya, gulunecek bir sey varsa hep beraber guleriz. Bugune kadar bana gerekce olarak sadece “daha once yazmistim” dediniz. Bu daha once yazdiklariniza referansi HER SEFERINDE istememe ragmen bir kere bile vermediniz. Dolayisiyla bunu cevap ya da arguman olarak almiyorum.

  66. Yazan:MY Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    Onur Bey Selamlar,

    Tartismayi basindan beri takip ediyorum ama sizin Pozitivizm hakkindaki durusunuzu anlamadim (ya da gözümden kaçmistir). Kisaca bunu bilmek isterim. Bir de “ÖZGÜRLÜK” size göre nasil tarif edilebilir?

    Kavramlar ve kelimeleri ayni anlamda kullanip kullanmadigimizi bilmekte fayda var. Tartismalar daha verimli olur diye düsünüyorum.

    Dostlukla

  67. Yazan:eg Tarih: Haz 17, 2009 | Reply

    güzel kardeşim…sizinle yorumlarda tartışmak gibi bir niyetim yok ve yükümlülüğüm de sanıyorum yok; sadece yazdığınız ve bana göre fikri despotluk olan şeye küçük bir itiraz ettim ve maalesef bunun farkına bile varamıyor olmanıza şaşırıyorum. zira muhtemelen zeka açısından bir probleminiz olmaması gerekli…neyse…

    benden yazılarıma referans istemişsiniz…ben de defalarca sadece buradaki yazılarımda bile milyon defa anlattım fikirlerimi demiştim…buradaki yazdığım hemen her yazı (ki yazarlar kısmına gidip bakarsanız ismime tıklarsanız yaklaşık 60-65 yazım var sadece burada, başka yerde birşey aramanıza bile gerek yok)değişik bir veçhesiyle modernizm ile hesaplaşır. oradan size copy paste etmemi istiyorsanız, kusura bakmayın ben yazılarımı bölmüyorum. okumak isteyen okur. zira yorumlarda tartışmak çok fazla canımı sıkıyor. kendimi üniversite çağlarında doğru düzgün hiçbir şeyden haberi olmayan ve bildiğini düşündüğü ilk fikre dört elle sarılan insanlarla “sidik yarışı” yapıyormuşum gibi hissediyorum. bu konuda yazdıklarınıza yazdığım kısa not sadece ve sadece sizin belki pek farkında olmadığınız fikri despotluğa “değilleme” idi. düşünün bir kere bir adam “ben modernizmi yeterince inceledim, yeterince biliyorum ve bana kalırsa modernizm şöyle şöyle şöyledir” diyor. ve size de “ama siz nasıl isterseniz öyle görün bana ne” diyor. siz de o adama, “siz ırmaka göl demek istiyorsanız demeye devam edin” diyorsunuz. kusura bakmayın ama bundan daha komik, bundan daha kendi despotluğunun farkında olmayan bir şey olabilir mi? ben de cevaben tekrarlıyorum, sizin ırmak dediğiniz şey benim için boklu bir su birikintisi ve fena halde kokuyor. siz isterseniz o birikintiyi temiz ırmak sayıp doya doya içebilirsiniz beni ilgilendirmez ama lütfen benim o suyu nasıl gördüğüme veya içip içmeyeceğime karışmayın olmaz mı? zira güldürmekle kalmıyor zaman zaman samimiyetinizden şüphe duyuyorum…

  68. Yazan:eg Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    bakın genelde böyle copy paste edip cümle analizi yapmayı sevmem ama yazdıklarınızın biraz farkında olun diye kısacık bir analiz yapıvereyim..

    “Modernizme elestiri getiren mutedeyyin arkadaslar aradaki ince fakat hayati detayi atlamakta israr ediyorlar.”

    demişsiniz. bu, aslında “ben modernizm konusunda tamamiyle hakikatin bilgisine sahibim ama zavallı mütedeyyin arkadaşlar (bu da ne demekse çok sinir bozucu bir tanım ayrıca)bu hakikati görmemekte ısrar ediyorlar.ortada bir hakikat var ama o hakikati görmemekte direnen mütedeyyinler var… sonra karşılığında ben

    “biz o “hayati detayı” atlamakta ısrar edelim, siz de görmekte ısrar edin…bırakın da biz görmeyelim olmaz mı?”

    diye yazmışım. yani hala sinirlerim yerli yerinde ve size “benim analizim bana sizinki de size” demişim. siz ne isterseniz düşünün ama benim nasıl düşüneceğime de bi-zahmet siz karar vermeyin demişim. karşılığında

    “Pozitif bir hukum verilmiyor olsaydi, kimin ne gordugu o kadar muhim olmazdi. Ben kafama gore irmaga gol demek istiyorum diyorsaniz siz bilirsiniz, ama ben de o irmaktir demeye devam edecegim.”

    cevabını almışım. yani hala kendi bildiginin ve yorumunun mutlak olan doğruyu temsil ettiği konusunda ısrar var ve deniyor ki aslında ortada pozitif bir realite var. bu realite ırmak; ama siz bu ırmağa göl demek istiyorsanız devam edin deniyor. eh kusura bakmayın bu cevaba da ben “mutlak olarak kendi despotik zihniyetinin farkında olmayan bir zihniyet” der ve gülerim. ama güldüğüme bakmayın; liberalizm ve liberallik işte bu derece nahiv bir zihinsel despotizmdir ve bunun hiç farkına da varmazlar çoğunluk…neyse böyle copy paste analizlerini sevmem ama yazdıklarınızın ne kadar tutarsız olduğunun farkına varın diyeydi. bu da bende samimiyet problemi yaratıyor kusura bakmayın…

    ben dobra biriyimdir ve çok açık söyleyeyim bunca yılda çok insanla tartıştım. insanların bilgisini de zekasını da samimiyetini de çok kısa sürede anlayabildiğimi düşünürüm, hayatım hep kendi şehrim dışında ve çok değişik insanlarla geçtiği için… zekanıza diyecek birşeyim yok. muhtemelen zeki bir insan sayılabilirsiniz. bilginiz de eh işte, idare eder. ama bunu söylemezsem kendimi çok iki yüzlü bulurum :sizi samimi bulmuyorum kusuruma bakmayın…NOKTA.

  69. Yazan:cemilebayraktar Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Onur bey,

    Milyon kez açıkladım.Yineliyorum.Ben ‘leş gibi kokuşmuş’ diye bir şey kullanmadım,lütfen çarpıtmayın,iftira etmeyin,en tahammül edemediğim şey..Kokular tek başına kötü değildir lakin birbirine karışınca kendi başına betliği olmayan kokular bu karışım sonucu ‘kokuşur’.Ben de birbirine karışmış kokulardan kaynaklı ‘kokuşmuşluk’ benzetmesinde bulundum.İlkokul düzeyi benzetmesini de o nedenle yaptım.Zira ilköğretim düzeyi verdiğinizi olduğu gibi alır çarpıtmaz,ekleme ve eksiltme yapmaz.Onu dahi ‘küçümseme’ olarak anlamak isteyenler oldu.Bu tarz bilinçli yanlış anlamaları samimiyetsiz buluyorum.Ya da kestirip atıyorum halen sizinle konuşuyorsam bundan olumlu bir anlam çıkartmanızı diliyorum.

    Yazılarınızda aşırı bir gerginlik hissettim gerçekten üzüldüm.Çünkü ben dialoğu önemsiyorum,cedelleşmek tercih ettiğim bir yöntem değil zira oldukça samimiyetsiz ve ucuz bulurum.Huzusuzluktan beslenen,dialoğu ağız payı vermek sanan,çocukça öfkelerden kendine cahilce durumdan vazife çıkaran,kendi buldu huzur ne millete verdi rahat tipler var.Çok şükür onlardan değilim.Ve onlar ile yazışmamaya itina ediyorum.Eğer netin kendi soğukluğundan kaynaklı nefsi bir tartışma imajı uyandıysa samimiyetimle söylüyorum,gerçekten üzülürüm,huzursuzluk beni beslemiyor,eritiyor.Çok şükür ki vicdanım var,hatta karanlık ortam nedeniyle pcmin ekranına üşüşmüş sineği bile dikkatimi dağıtmaya çalışmasına rağmen ezmiyorum :))

    Dayatma konusunda sözlerimin arkasındayım.Yazışmayı baştan okuduysanız en baştan bir özgürlük tanımı farklılığından ve bunun oluşturduğu problemlerden bahsettim.Biz net ortamındayız tek kelime bile önemli.Ben size benim tanımlarım bu diyorum siz bana benim tanımlarım bu demek yerine halen ısrarla ‘doğrusu bu’ diyorsunuz,işte bu dayatma oluyor.Dayatma olmaması için ‘bence doğrusu bu’ demeniz gerekiyor.Yazışarak tartışan,samimiyet problemi yaşayan insanlar için tek kelimenin dahi önemi var.Herkesin doğrusunun farklı olduğunu kabul etseniz ve yek doğru ben de tarzı ile ortaya çıkmasanız aslında benimde dayatma fobim depreşmeyecek.Tutup ‘ısrarla hayati noktayı kaçırdığımı’ ifade etmişsiniz.Ben de diyorum ki size göre hayati nokta,bana göre tanım anlamında bir değişiklik ifade etmiyor.Siz hala bilinçli ve ısrarcı olduğumda ısrar ediyorsunuz,ben buna dayatma diyorum.Belki de özgürlük tanımlarımız farklı olduğu gibi dayatma tanımlarımız da farklıdır.Yani tek doğru olan benim yorumumdur,deyip sonra da ben dayatmıyorum demek,nasıl oluyor anlamıyorum.

    Kimsenin soylu mücadelesine müdahale ettiğimi de sanmıyorum,düşüncelerimi yazım da,yazımın altında ve burada yineledim açıkladım.Zaten ben de sınıfsal bir tercih olmadığı gibi soyluluk problemi falan da yok.Kimin tercihi soylu,kim tercihi soysuz inanın çoğu kez ilgilenmiyorum.Ben benim mütevazi tercihimde ayakta kalayım da gerisi herkesin kendi sorunu olsun.

  70. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Enver bey,

    Evet herkesin analizi kendine. Zira bizim disimizdaki bir surec/olgu hakkinda fikir beyan ediyorsak, analizin bir dayanagi olmali diye dusunuyorum. O dayanak olmazsa analiz olmaktan cikar, mesnetsiz fikir olur diyorum. Irmak gol analojimle bunu kastetmistim. Atif meselesine gelince, Yazarlar linki gozumden kacmis. Bunu istediginiz kadar zekama verebilir ve dalga gecebilirsiniz. Hicbir zaman sizden copy-paste falan beklemedim, yine de en azindan yazi basligi fena olmazdi hani. Ben kendi yazdiklarima alinti verecegim zaman “su yazinin altina yazdigim yorum” demeye gayret ediyorum (hatirladigim kadariyla). Ama size hicbir yogurt yiyis dayatmayacagim, oturup butun yazilarinizi tek tek tarayip bitirene kadar liberalizm/modern ozgurluk konusunda tezlerimi savunmayi askiya aliyorum.

    Herkes gibi benim bilgim de sinirli. Liberalizm ve modernizm konularinda otorite oldugumu falan hicbir zaman iddia etmedim, elbet yaniliyor olabilirim. Ama “ben okudum biliyorum” diye bir argumani da hicbir zaman kabul etmem. Onun disindaki argumanlariniz madem onceki yazilarinizda, dedigim gibi onlari okuduktan sonra ikna olmazsam o zaman konusurum.

    Bu arada: Mutedeyyin kelimesini hicbir zaman dalga gecmek amaciyla kullanmadim. Alindiginizi bilseydim kullanmayi cok once birakirdim. Yarattigim sinir bozuklugu icin ozur dilerim.

    Cemile hanim,

    Once duzeltme: Evet, “les gibi kokusmus” dememis, “kokusmus” demissiniz. Yanlis yansitma icin ozur dilerim, yaziniza goz atmadan hafizama guvenme hatasinda bulundum. Lakin benim anlatmaya calistigim seyin ozunde bir fark yaratmiyor bu. Soylediginiz gibi burasi net, her kelimenin onemi var. ‘Kokusmus’ kelimesi dilde genellikle negatif anlamda kullanilir, bir de uzerine her turlu mikrobun dosegi olan modernizmden beslenen bir ideoloji icin kokusmus denilince, negatiflik hukmum pekisti. Yani ben “les gibi kokusmus” olarak algiladim (algimin dogrulugunda israr etmiyorum), ama buna ragmen “vay sen nasil boyle dersin” demedim. Anlatmaya calistigim buydu. Bu arada zaten soylediginizi bir seye mudahale olarak degil, oznel gorus olarak yorumladim.

    Gerginlige gelince: Evet son yazilarim gergin oldu. Bana gore kusurlu bir davranis bu ve mesruiyet saglamaya calismayacagim. Istemeden kirdigim herkesten ozur dilerim, bundan sonraki postlarimi daha sakin atmaya calisacagim. Ama madem diyalogdan ve empatiden bahsediyoruz, bir noktaya da deginmeden gecemeyecegim: Sizi ve Islami stereotiplestirenlere karsi hislerinizi yazilarinizda zaman zaman yansitiyorsunuz. Farkinda misiniz bilmiyorum ama, ozgurluk anlayisi maddiyatla sinirli olan, maddiyatin kulu kopegi olan, potansiyel Enron yoneticisi, sefahat duskunu, ahlak, etik sorumluluk ve oz saygi kavramlarini umursamayan kisiler olduklari bu yazi altinda siklikla dile getirilmislerden biri de benim. Her ne kadar bunu fikir duzleminde nesnel ve soguk karsilamaya calissam da, duygu duzleminde ister istemez calkanti daha fazla oluyor. Alin bakin, misal Enver Gulsen “ictigim su birikintisini” once kirli, sonra boklu olarak niteledi. Burada su birikintisinden ne kastedildiginin acik oldugunu dusunuyor ve soruyorum: Birisi sizin ictiginiz suyu (ki gorunuse gore Islamdir) boyle niteleseydi siz neler hissedecektiniz? Bu soruyu bana degil kendinize cevaplayin.

    Zorunlu aciklama: Bunlari kiriliyorum guceniyorum demek icin soylemedim. Eger benim gibiler hakkinda hakikaten boyle dusunuyorsaniz, bunu soylemenizi soylememenize tercih ederim. Ki zaten dogru bir sekilde belirttiginiz gibi benim tercihimin de bu konuda bir onemi yok, herkes kendi hukumlerini verip yaymakta serbest.

    Dayatma konusuna gelince: Kullandigim dil fazla iddiali olmus olabilir. Bu konuda inatlasmayacagim. Tabii ki benim belirttigim farkin hayati olmasi bir teoridir, olgu degil. Bunu da inkar etmiyorum. Kimseye dusunce dayatma amacim olmadi.

    Sayin Mehmet Yilmaz,

    Pozitivizm hakkinda bir gorus beyan etmedim, sadece ‘pozitif hukum’ diye bir tabir kullandim. Burada pozitif kelimesini aciklayici olan, belirleyici olmayan anlaminda kullandim. Yani normatifin zitti anlamda kullandim. Ama yine de pozitivizm hakkindaki goruslerimi soruyorsaniz, dediginiz gibi pozitivizmden ne anladigimizi once belirtmemiz gerekir. Benim pozitivizmden anladigim, sadece bilimsel metodla ulasilan bilginin dogru oldugu iddiasidir. Bu tanimi baz alacak olursak, pozitivizm bana gore yanlistir.

    Ozgurluge gelince: Herhangi bir ideoloji ya da akimi baglamadan tamamen kendi anlayisimi soyluyorum: Ozgurlugun tek tanimi oldugunu dusunmuyorum. Buradaki dindar arkadaslarin ozgurluk tanimlarini da bir tur ozgurluk olarak kabul ediyorum ama eksik oldugunu dusunuyorum. Benim daha cok vurgu yaptigim ozgurluk anlayisina gore, bir insanin herhangi bir konuda ozgur olmasi icin gerekli (yeterli olup olmadigindan tam emin degilim) sartlar sunlardir:

    1-) Eylem secenegi olmasi (daha da iyisi kendi eylem seceneklerini yaratabiliyor olmasi).
    2-) Eylem seceneginin oldugunun farkina varmasinin engellenmemesi.
    3-) Neyin dogru neyin yanlis olduguna kendisinin karar verebilmesi.
    4-) Herhangi bir eylemi secme durumunda engellenmeye calisilmamasi

    Dedigim gibi, bunlarin dereceleri olabilir ve insan bir konuda ozgurken digerinde olmayabilir. Bana gore ozgur bir toplum ise, her turlu fikrin/inancin serbestce rekabet edebildigi ve insanlarin baskalarina veya topluma zarar vermedigi surece eylemlerinin engellenmedigi toplumdur.

    Buna dayanarak, mesela Cemile hanima dedim ki siz ozgursunuz. Cunku Islamin alternatiflerini biliyor, Islamin alternatif yorumlarini biliyor, isterse yenisini yaratabilir. E Islamdan baska bir sey tercih etmesi veya farkli bir Islam anlayisina kaymasi durumunda bir siddet gorme riski de yoksa o zaman ozgurdur. Cikip onu kurtarmaya falan calismam.

    Yine ayni sekilde, bana gore “nefsin arzularindan arinarak ruhu ozgur kilma” (benim anladigim bu, yanlissa belirtin lutfen) seklindeki ozgurluk anlayisi eksiktir. Misal varsayalim ki X ulkesinde dindarlar bu sekilde tanimlanmis ozgurluge tam olarak ulasmis olsunlar. Yine varsayalim ki, bu ulkede dindarlarin pek cok seyi yapmasi yasak (digerlerine hicbir zarari olmadigi halde), dinlerinin alternatiflerine dair bilgi edinmeleri yasak, kendi dinlerini yaymalari yasak, atiyorum sokaga altidan cikmalari yasak (listeyi istediginiz gibi uzaltin ya da kisaltin). Bana gore bu insanlar ozgur degildir. Ama eger buradaki dindar arkadaslarin argumanlarini dogru anladiysam onlara gore ozgur. Bunun icin onlarin ozgurluk tanimlarini eksik buluyorum.

  71. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Yine ayni sekilde, bana gore “nefsin arzularindan arinarak ruhu ozgur kilma” (benim anladigim bu, yanlissa belirtin lutfen) seklindeki ozgurluk anlayisi eksiktir. Misal varsayalim ki X ulkesinde dindarlar bu sekilde tanimlanmis ozgurluge tam olarak ulasmis olsunlar. Yine varsayalim ki, bu ulkede dindarlarin pek cok seyi yapmasi yasak (digerlerine hicbir zarari olmadigi halde), dinlerinin alternatiflerine dair bilgi edinmeleri yasak, kendi dinlerini yaymalari yasak, atiyorum sokaga altidan cikmalari yasak (listeyi istediginiz gibi uzaltin ya da kisaltin). Bana gore bu insanlar ozgur degildir. Ama eger buradaki dindar arkadaslarin argumanlarini dogru anladiysam onlara gore ozgur. Bunun icin onlarin ozgurluk tanimlarini eksik buluyorum.

    Onur bey,

    şu paragfraftan çıkarttığım sonuç ‘sizin kafanızda İslam’ın yasakçı,yasakçı,yasakçı,yasakçı’ olduğu.İslam yasakçı değildir.İzah edeyim,İslam’ın kendi dahilindeki bireyler zaten yasa koyucu olarak Allah’ı kabul ettikleri için mevcut uygulamalara uygun olmayı iyi ve güzel olana uygun yaşama olarak yorumlarlar,dolayısı ile yasakçılık ve engellemeler gibi bir sorunları da yoktur.Sizin tanımladığınız gibi bir yaşam değil zaten.Bununla birlikte aynı ülke de yaşayan ama İslam olmamış kimseler varsa İslam onlara dokunmaz çünkü İslam’ın muhatabı kendi bireyleridir.Yine söylüyorum,Allah şeytanı dahi özgür bırakmıştır.Anlıyor musunuz?İslam’ı kabul etmeye bilirsiniz,tamamen sizin tercihiniz hatta o İslam bütünü içerisinde burnunuz kanasa yine sizin haklarınızı savunmak o İslami yönetimin boynunun borcudur.Ama lütfen İslam yasakçıymış gibi aynı cümleleri ısıtıp ısıtıp sunmayın.Siz İslam yasakçıdır diyorsunuz bu sizin tasarrufunuz,siz öyle söylediğiniz için öyle olacak değil ya.Zaten öyle buluyorsanız bu bütün içerisinde yer almazsınız.Özügrlük tanımlarını eksik buluyorum yine yanlış cümle.Size yaklaşık on kez izah etttim.Durum ‘özgürlük’ tanımlarının farklılığından kaynaklanıyor,farklılık anladınız mı?Farklılık.Ayrıca içerisinde olmadığım bir tercihin özgürlük tanımını belirlediğim için beni eleştirmiştiniz.Ayıptır sorması hak hep sizden yana mı?Siz içerisinde bulunmadığınız bir tercihin özgürlük tanımı ile ilgili nasıl yorum yapıyorsunuz?Ben sizin bazen kendini aşan bu tarzınızı açıkcası hoş bulmuyorum.Yani Onur her konuda ahkam kesebilir ama Cemile kesemez öyle mi?Sizin tanımınız size,benimki bana demek yerine ki ben öyle diyorum.Siz sürekli o eksik,bu fazla diyorsunuz.Ya Hu, diyorum ki eksik fazla konusu değil,farklılık,farklılık.

    Bir de Onur bey,kendinizi nasıl tanımlarısınız.Liberal,Demokrat,Sosyalist,Sosyal Demokrat,Faşist???

  72. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Selamlar Mehmet Bey

    Konuya katkım olur münasebetiyle özgürlük kavramını kanaatime göre tanımlamak isterim. Her ne kadar Onur Bey tanımı eksik bulsa da ve yahut hayati noktalardan bahsedetse de olsun.

    Özgür olma modern dünyanın en önemli mit’idir. O kadar ki her şeyimiz hatta her değerimiz ona kurban edilebilir!!!

    Modern dünya özgürlüğü, “bütün içgüdülerin serbest bırakılması” olarak anlamakta ve tanımlamaktadır. Buna göre içgüdülerin insanı sürüklediği her istikamete doğru savrulabilmek özgürlüktür. Başka bir ifade ile salgı bezlerinin emrine amade bir “yaşam biçimi” özgürlüğün ete kemiğe bürünmüş şeklidir.

    Ahlaki ve dini telakkide ise özgürlük, içgüdülerini dizginleyebilmek, frenleyebilmek yani kontrol edebilmektir. Yine bir başka ifadeyle salgı bezlerini denetleyebilmektir.

    Bu da benim görüşüm 🙂

    İçgüdü kavramına takılan arkadaşlar olabilir. Takılan arkadaşlar içgüdü kelimesinin geçtiği yerlere “nefsani arzular”, “süfli arzular”,
    “heves ve hevesatımız”, “ihtiraslarımız” gibi bilimum kelimeler kullanabilir 🙂

    Ama en hoşuma giden tanım Ekrem Beyin tanımı oldu…

    “özgürlük, doğru olanı seçmektir”. “İnsanın kendine karşı adaletli olmasıdır”,”süfli arzularıyla iradesini gölgelendirmemesidir”, “nefs makamlarını geçip gerçekliğin bilgisine ulaşmaktır, ruhunu özgür kılmaktır”, “Tanrı’ya teslimiyettir”, ”sürekli “huzur”da bulunma halidir” Evet, “canın ne istiyorsa yap” diyen günümüz ölçütlerine pek uygun tanımlar değil. O tip ölçüler çok aşağılarda bir yerlerde kalıyor.(Ekrem Senai)

    Bence hayati nokta burda…
    Teşekkürler Ekrem Abi.

  73. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Cemile hanim,

    şu paragfraftan çıkarttığım sonuç ’sizin kafanızda İslam’ın yasakçı,yasakçı,yasakçı,yasakçı’ olduğu.

    Yanlis cikarmissiniz. Zaten yazinin geri kalani da bu yanlisa gore devam etmis.

    Ama lütfen İslam yasakçıymış gibi aynı cümleleri ısıtıp ısıtıp sunmayın.Siz İslam yasakçıdır diyorsunuz

    Cemile hanim bu homofobi tartismasina donecek. Yazimi bir daha okursaniz goreceksiniz ki Islamin ozgurluk anlayisina dair hicbir iddiada bulunmadim. Ne demisim:

    Yine ayni sekilde, bana gore “nefsin arzularindan arinarak ruhu ozgur kilma” (benim anladigim bu, yanlissa belirtin lutfen) seklindeki ozgurluk anlayisi eksiktir

    Sizin ve diger dindar arkadaslarin yaptigi ozgurluk tanimlarini yansitan ortak bir tanim getirdim (ve yanina da belirttim, yanlis anlamissam duzeltin diye. Sizlerin ozgurluk anlayisini yanlis anlamissam belirtmeniz kafi) ve bu tanimi eksik gordugumu soyledim. Bu tanimin Islamin tanimi oldugunu falan iddia etmiyorum. Siz ediyorsaniz, o iddia sizi baglar beni degil. Daha once de soyledigim gibi, yapacagim en son sey Islam sunu der demek ve bunu bir muslumanla tartismaktir.

    Ayrıca içerisinde olmadığım bir tercihin özgürlük tanımını belirlediğim için beni eleştirmiştiniz.Ayıptır sorması hak hep sizden yana mı?Siz içerisinde bulunmadığınız bir tercihin özgürlük tanımı ile ilgili nasıl yorum yapıyorsunuz?

    Daha once de soyledigim gibi, sizin taniminiza dair tespitimde yanlislik varsa duzeltin. Tanim su:

    nefsin arzularindan arinarak ruhu ozgur kilma

    Yanlisi eksigi varsa soyleyin, ben de elestirimi ona gore yeniden konumlandirir ya da geri cekerim.

    Siz sürekli o eksik,bu fazla diyorsunuz.Ya Hu, diyorum ki eksik fazla konusu değil,farklılık,farklılık.

    Bana gore eksik dedim. Tepkilerinizden sonra bence eklemeye gayret ediyorum. Bana gore niye eksik oldugunu da bir ornekle acikladim. Daha ne yapayim? Farkli oldugu konusunda size katiliyorum, ama farkliligi kabul etmem oznel olarak eksik bulmamla celismiyor bence? Yani ben bir celiski goremiyorum. Siz benim ortaya koydugum ozgurluk anlayisimi eksik bulmuyor musunuz? O ozgurluk anlayisinin gereklerinin yerine geldigi bir kisiyi ozgur olarak kabul ediyor musunuz? Kisisel olarak?

    Bir de Onur bey,kendinizi nasıl tanımlarısınız.Liberal,Demokrat,Sosyalist,Sosyal Demokrat,Faşist???

    Kendini Xist olarak (X’in yerine herhangi bir sey koyun) tanimlamayi, Xizmi insanin ihtiyaci olan butun dogru, guzel ve iyileri (ve zitlarini da tabii ki) tanimlayan bir recete olarak kabul etmek seklinde yorumluyorum. Buna gore kendime soyle boyle diye etiket takmam. Yukarida saydiklarinizdan fasizm haric hepsinden bir nebze yararlanirim (dunyaya dair aciklama ve norm cikarmak icin). Demokratlik biraz daha farkli: O benim icin bir kaynaktan cok ilkedir, oyle kimi zaman kullanip kimi zaman kullanmayacagim bir sey degildir. O ilkeye her zaman uymaya calisirim.

    Daha once cevap kurmadigim bir soru oldu, biraz daginik olabilir. Genel olarak: Siyasi anlayis ve asgari ahlak acisindan liberal demokrat, ekonomik gorus acisindan olabildigince esnek, toplumsal iliskileri ve surecleri analiz konusunda daha agirlikli olarak sosyalist (kismen yine liberal, ozellikle Lord Acton) sayabilirsiniz. Epistemolojik olarak akil ve (dogru yerde ve sekilde kullanmak kaydiyla) bilim de demokrasi gibi tam sadakat gosterdigim ilkelerdir.

  74. Yazan:c b Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Onur bey,

    vallahi yukarı çık aşşağı in kopyalamaktan sıkıldım :)Yazdığınız ülke de ki ‘varsayalım o yasak,varsayalım bu yasak v.s. diye örneklemnizi ayıptır sorması,nasıl anlayacktım?Ülke değil Yasakistan yapmışsınız.Ne hikmetse o ülke de İslam ülkesi olmuş:)

    Sorumu cevapladığınız için teşekkür ederim,ben de böyle bir soruya size benzer bir yanıt vermiştim tabii benim ilk öncelik tanımım dindar müslümandı.Onun akabinde de tercihlerimi sıralamıştım.Küyerel’den Hüseyin Çakır bey var,o da bana ‘siz ne şanslı çocuklarısınız,biz bir akımı kabul ettiğimizde tümüyle ona ait olur tümüyle onunla anılırdık’ demişti.Tabii bunun iyi yanları olduğu gibi olumsuz yanları da var.Sınırlarını belirleyemediğimiz ipin ucunun kaçtığı zamanlar da olmuyor değil.Benim liberal arkadaşlarım var çoğu ile gayet iyi anlaşıyorum,hatta hiç tartışmayacak kadar itiraf edeyim sosyalist arkadaşlarımla demokrat oldukları sürece sorun yaşamıyoruz da salt sosyalizm olunca biraz sürtüşüyoruz gibi.Size soruş sebebimde bundan kaynaklıydı.

    selamlar

  75. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    vallahi yukarı çık aşşağı in kopyalamaktan sıkıldım :)Yazdığınız ülke de ki ‘varsayalım o yasak,varsayalım bu yasak v.s. diye örneklemnizi ayıptır sorması,nasıl anlayacktım?Ülke değil Yasakistan yapmışsınız.Ne hikmetse o ülke de İslam ülkesi olmuş:)

    Cemile hanim,

    O ulkenin Islam ulkesi olduguna dair ne dogrudan iddiam ne de dolayli imam oldu. Bir daha okuyun anlayacaksiniz. Size yardimci olmasi icin bir ipucu vereyim: Bu ulkede dindarlara belli yasaklar getirildigini belirttik degil mi? Simdi, Turkiye’de ortunen kadin muslumanlarin universite egitimi engelleniyor mu? Evet. Bu bir yasak mi? Yasak. Yani bahsettigim ulke Turkiye olabilir pekala.

    Peki Turkiye Islam ulkesi mi? Islam ulkesinden ne anladigimiza bakar tabii. Islamla yonetilen bir ulke olmadigi kesin (yoksa niye ortunmeyi yasaklasin?). Bilmem bu ornek sizi ikna edebildi mi?

  76. Yazan:cb Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Onur bey,

    yazınızdan ben o ülkenin İslam ülkesi olduğu sonucunu çıkarttım.E siz de İslam ülkesi olmadığını söylemişsiniz.E Tr’de İslam ülkesi değil zaten.Öyle ise sorun kalmadı.Bir fincan çay?

    🙂

  77. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Bir fincan çay?

    Her zaman 🙂

  78. Yazan:MY Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Buyrun, çaylar sirketten, pardon DD’den :))

    çaylar bizden

  79. Yazan:Tarik Tarih: Haz 18, 2009 | Reply

    Küçük bir hatırlatma:

    Yoksa lafı dolandırmanın da manası kalmaz. İslamın bizzat kendisi kadın özgürlüğü önünde bir engeldir.

    (tarık)

    gibi bir cümle kurmak bence oldukça faşizan,şöven,dayatmacı,ayrımcı,özgürlük dışıdır.Özgürlük tanımlarının birbirini tutmadığı insanlardan birinin tutup kendi özgürlük anlayışını diğerine dayatıp,o dayattığı bireyin tercihinin yetersizliğinden dem vurması gerçekten oldukça tuhaf,hele hele bu dayatma ve etiketleme ‘özgürlüğü’,’insan haklarını’önemsediğini iddia eden birinden geliyorsa oldukça ironik 🙂

    Cümle “yoksa” ile başlıyor ve ondan önce dinde hangi uygulama ve emirlerin tarihsel, hangi uygulama ve emirlerin zamansız-evrensel olduğu ayrımının iyi yapılmaması durumunda böyle bir durumun oluşacağı öne sürülüyor. Ekrem beye de aynı hatırlatmayı yaptım ve hak ve adalet nosyonlarının tarihsiz olmadığını zamanla geliştiğini belirttim.

    Bu bağlam içerisinde o cümlenin “faşizan,şöven,dayatmacı,ayrımcı ve özgürlük dışı” olduğunu düşünmüyorum. Bağlamından koparıp bir cümleyi alıtılarsanız, sizi öfkelendirecek daha ağır anlamlar da çıkartabilirsiniz.

    Bundan sonrası sadece size değil, tartışan diğer arkadaşlara da..

    İçerisinde “islam” geçen siyasi tartışmalar yapmaktan ben de sizin kadar hoşnutsuzum. İnsanların dini inanç ve görüşlerini tartışmanın beyhude, biryerden sonra da sinir bozucu (ve hatta yakın tanış olmayan kişiler olarak nezaketsiz) birşey haline geldiğinin farkındayım.

    Ne varki sizler, islamı bu yazıdaki ütopyada olduğu gibi bir siyasi ideoloji olarak öne sürüyorsunuz. Hal böyle olunca “din” tartışmak zorunda kalıyoruz. Çünkü önerilen ideolojik tartışmanın bizzat terimleri islami.

    Tartışılması “baskıcı, dayatmacı, ayrımcı, özgürlük dışı” görülecekse yorumlara kapatınız lütfen yazıları.

    Sizin dini inançlarınız eleştiriliyor olsa, “Kardeşim sana ne, ben senin dini inancına karışıyormuyum, beğenmiyorsan inanma, bana da kendi dini inancını dayatmaya hakkın yok” demenize hak veririm.

    Ama insanların-toplumların yönetimi olarak siyaset, bu ülkede yaşayan eşit yurttaşlar olarak hepimizin hakkı. Sizin bu ülke için siyasi bir öneriniz varsa bunu tüm vecheleriyle tartışırım ve eğer bu öneri bir “dini anlayış” (dikkat dinin özü ya da kendisi bile değil!) üzerinden öneriliyorsa o anlayışı da tartışmak en doğal hakkımdır.

    Bu doğrultuda yapılan eleştiriler dini inanca yönelik, ayrımcı ya da dayatmacı eleştiriler değildir. Kabaca siyaset tartışmasıdır ve bu tartışma içerisinde islamın da eleştirildiği evhamına kapılıyorsanız, dini anlayışınızı siyasi-ideolojik bir öneri olarak ortaya atmamanız gerekir.

    Kemalizm ya da marksizm gibi, adını ne koyarsanız koyun, hiçbir ideoloji eleştiriden muaf değildir.

    İnsanların dini inançları kutsaldır ama bazı kutsallar, benim nasıl yönetileceğim sorunsalına temel olacaksa, ben de en az sizin kadar bunları sorgulama hakkına sahibim.

    Tabi aynı özgürlük hepimiz için geçerli. Tabu ve kutsal hale gelmiş her siyasi öneri tartışılmalıdır.

  80. Yazan:cb Tarih: Haz 19, 2009 | Reply

    Bu anı ölümsüzleştirmek istiyorum,kıpırdamayın :)DD’de tarih yazılıyor

    Ama Enver bey olmadan çay sohbeti olmaz yani benim boğazımdam geçmez,Enver bey neredesiniz?

  81. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 19, 2009 | Reply

    İlaç kokulu çaydan ben de alabilir miyim 🙂

  82. Yazan:eg Tarih: Haz 19, 2009 | Reply

    “Ama Enver bey olmadan çay sohbeti olmaz yani benim boğazımdam geçmez,Enver bey neredesiniz?”

    inşallah cemile hanım. belki birgün bu konuşulanları yüzyüze konuşabiliriz hep birlikte. belki o zaman onur kardeşimi bile anlayabilirim bilemiyorum:) yüzyüze kontak olmayınca doğrusu böyle yorumlarla uzun tartışmalar olamıyor. bir süre sonra sen bunu demiştin (copy paste) ben bunu demiştim (copy paste)noktasında neyi tartıştığını bile unutuyor insan.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin