Cumartesi annesinin bakamadığımız siması
By Özlem Yağız on Haz 17, 2009 in Adalet, Basın günlüğü, vicdan
Fotoğraflar albümlerden çıkarılmış, büyütülüp şeffaf plastikle kaplanmıştı. Galatasaray Lisesi’nin önünde oturan yakınlarının elinde bize doğru çevrilmişti, yıllarca görmeyen, duymayan, susan ve sorumluluktan kaçan bizler, başımızı çevirip bir bakarız belki diye.
Önümüzden hiç bakmadan yürüyüp gidenler, pencerelerden istihzayla seyredenler, gülüşenler…
Ateş annelerin, babaların, kardeşlerin, amcaların, dedelerin yüreğine düştü elbette. Kaybedilen kocasının, oğlunun her gün bir köşeden çıkıp geleceği, kapıyı çalacağı umuduyla genç kadınların saçları ağarmış, babalar, ağabeyler dede olmuştu. Bu kötülükleri yapanlara gerekli tepki gösterilse bundan sonra böyle sapkınlıklara yönelecek olanların da durup düşünmeleri, kaygılanmaları, belki özeleştiri yapıp insanlık yoluna adım atmaları sağlanmış olacaktı. İnsanların keyfi olarak alınıp kaybedilmeleri sadece Türkiye’de yaşanmadı. Dünyada iç ve dış kalmadı artık. Acılar ortak ve çözümler de maşeri vicdanın sesinin gür çıkmasına bağlı.
Yetmişli yıllarda Arjantin cuntası, muhalifleri ya da hoşuna gitmeyen insanları alıp götürüyor ve hiçbir haber alınamıyordu. O büyük baskı ortamında başkent Buenos Aires’in ünlü meydanı Mayo’da her perşembe ‘Plazo del Mayo Büyükanneleri’ adıyla toplanan kadınlar ve kayıp yakınları her türlü zorluğa baskıya ve tehdide göğüs gererek çocuklarını ve eşlerini aramış, çoğuna da ulaşmayı başarmışlardı.
‘Cumartesi Anneleri’nin de bu mücadeleden etkilendikleri söyleniyor. Cumartesi Anneleri her cumartesi saat on ikide Galatasaray Lisesi’nin önünde toplanıp sayıları binlerce olan yakınlarını arıyorlar. 27 Mayıs 1995’te başlayan bu arayış, baskılar yüzünden 200. haftada 13 Mart 1999’da sonlandırılmıştı. 7 Şubat 2009 itibarıyla tekrar toplanmaya başladı anneler, akıllarından bir an bile çıkmamıştı evlatları. Destek vermek için gittiğimde hiçbir şey konuşamamış, sadece sağanak halinde yağan yağmurda ıslanmıştım onlarla. Sonra anladım ki ıslanmasınlar diye resimleri toplayıp büyük bir poşete koymaya çalışan genç kız, babası evden alınıp götürüldüğünde küçücük bir kızmış ve hâlâ bekliyor babasını. Her açılan kuyudan haber bekliyorlar. Burada mezarı belli olan, akıbeti ortaya çıkarılan, bayramda baş ucuna gidip dua okuma, ağlama şansı olan kayıp yakınları şanslı addediliyor.
Seyhan on iki yaşındayken Dargeçit’in Ulaş köyündeki evinden babasının, annesinin, kardeşlerinin gözleri önünde bir baskınla alınıp götürülmüş, gidiş o gidiş. Ağabeyi Kadri Doğan, ‘Ne yapar ki on iki yaşında bir çocuk, ne yapabilir ki?’ diyor hâlâ hayret ve acı içinde.
Bu bölgede Türkler, Kürtler, Araplar, Acemler ve 72 millet yüz yıllardır belli bir ahenk ve kardeşlik içinde yaşadı. İnsanların dar bir kalıp içine sokulması, tek tipleştirilmesi uğruna başladı bütün zulümler. Haksız tutuklamalar, cezaevinde insanların hayatını karartma, işkenceler hatta sorgusuz infazlar yaşandı. Fakat kayıpların yakınlarına yaşatılan acı, umutla acı haber arasındaki o ince çizgide yıllarca bekletilmek nasıl da benzersiz bir zulümdür. Ne kadar empati yapmaya çalışsak da yaşayan bilir.
Bir anne ya da baba için evladının kaybolması dünyanın en büyük acısı. Fakat burada haklarını aradığımız insanlar kaybolmadı, maalesef gündelik yaşamları içinde evlerinden yürüdükleri yoldan, okuldan, işinden, gücünden alınıp bir baskı biçimi olarak kaybedildiler. Baskı ve şiddetin vicdanlarda en çok yara açan yöntemlerinden biri olsa gerek “insan kaybetme” politikası. Farklı siyasi ve etnik kimliklere mensup insanların yanı sıra adli nedenlerle alınan insanlar da gözaltında kaybedildi bu ülkede. Akıbetlerini öğrenmek isteyen yakınları tehdit edildi.
Cunta ya da faşist bir yönetim bile olsa bir hukuku olmalı, buna uymalıdır. Bu yaşananlarda hiçbir insani ilke ve hukuk yok. “Devlet bazen rutinin dışına çıkar, bazı sorunlar hukukla çözülmez” denilerek bu vahşi uygulamalar gerçekleştirildi. Birtakım yetkililer, siyasi çevreler ve toplum sessiz kalarak yapılanlara göz yumdular. Bugün bu ülkede kızlar annesini öldürüyor, komşular birbirine kastetmeyi düşünebiliyorsa bunun en başta gelen nedeni ülkeyi zehirleyen, insani havayı kirleten, adaletsizliğin, kötülüğün sıvı gibi yayılmasının yolunu açan ağır hak ihlalleridir. Faili meçhuller, gözaltında kayıplar ve sorgusuz sualsiz alıp götürmeler… Annelerin saçları ağarıp babaların beli bükülürken hiçbir şey olmuyormuş gibi normal hayatımıza devam edip bu vahşete, duyarsızlığımızla suç ortaklığı yapmamız. Aslında kaybedilen kardeşlerimizle birlikte biz de karanlığa gömüldük, kaybettik içimizdeki cevheri. Öldük onlarla beraber farkına varmadan. Yapanlar da öldü bunu göremeseler de, içleri karardı. Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Öldürdüler bir yanımızla hepimizi. Bu kayıp meselesi Türkiye’nin dibe vurduğu yerdir. Bir an önce kayıpların bulunması, faillerinin yakalanıp hesap vermesi lazım. Yerler ve gökler adaletle ayakta durur çünkü. Sağlam bir adalet duygusu olmadan, her bir insan teki ötekiyle eşit ve güven içinde olmadan bir ülkenin, bir milletin önü açılamaz. Kayıp annelerinden Kadriye Ceylan konuşurken Galatasaray’da kızgın güneşin altında oturuyorduk yan yana. Biricik evladı Tolga Baykal Ceylan, Kırklareli’ne bağlı bir belde olan İğneada’ya tatile gitmiş, bilinmeyen bir nedenle kaldığı çadırdan 10 Ağustos 2004’te savcılık gözaltına almış ve bir daha haber alamamış yavrusundan.
İşletme mezunu, dokunsanız kırılacak kadar ince, genç bir kadındı. Belli ki içi paramparça. Tek evladına bir hiç muamelesi yapılmış. Çok emek vermiş, nice güçlüklere göğüs germişti onu okutmak için. Yüzümüze bakmadan, ‘Her gün her an ölüyorum, her gün her an çürüyorum, her gün her an ah! ediyorum.’ derken ürperdim iliklerime kadar. Önce kalp krizi geçirmiş, şimdi de lösemiye yakalanmış. ‘Gelecek Anneler Günü’ne çıkmam ben’ derken ona verecek bir teselli bulamadım. Sadece oğlu ne için alındı, ne için kaybedildi, akıbeti nedir bunu bilmek istiyordu, başka bir ilacı yoktu. ‘Bir suç işlemişse neden normal yoldan tutuklanıp yargılanmadı? Hiçbir insan bunu hak etmez, hiçbir dinde hiçbir yasada bu olmaz.’ derken sesi zor çıkıyordu ciğerlerinden.
O fısıltıyla ah! derken, iki harften oluşan bu nida, ağırlığıyla hepimizi ezecek güçteydi.
7 Yorum
Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 17, 2009 | Reply
Arjantin bile degisti, Turkiye degismedi. Islami muhafazakarliktan cok korkan kitlenin pek azi bu muhafazakarliktan rahatsizdir. Bir gun onlar da birer birer kaybolmaya baslarsa anlarlar durumu ama is isten gecmis olur.
Yazan:eg Tarih: Haz 17, 2009 | Reply
yıldız ramazanoğlu bu ülkenin vicdanlı kalemlerinden birisi. başkasının acısıyla da acılanmayı bilebilen değerli bir yürek…sağolsun.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Haz 18, 2009 | Reply
Merhabalar Enver bey,
Durduk yerde isminizi belirterek yazmam sizi şaşırtmasın:))Bu,sadece kısacık ama bana çok anlamlı gelen yorumunuzun bende yazma isteği yaratmasından kaynaklanan bir durum.Zira insan acılarını,türlü dramları bir tokat gibi yüzümüze vuran,hatırlatan yazılar karşısında yazacak pek bir şeyim olmaz çoğunlukla.Derin bir ıssızlık kaplar içimi,istesem de yazamam,içimden gelmez.Bilemiyorum çaresizlik,kabaran tepkiler ve suçluluk karışımı bir duyguyla kuşatılırım.
Bu yazıyı okurken yine aynı duyguyu yaşadım.Birbirine karışmış onca duygu arasında kelimeler uçup gitmişti.Söyleyecek çok sözüm vardı lakin başbaşa kalacağım bir sızıyla kalakaldım.
İşte bu sabah yorumunuzu okuyunca kendime gelebildim ve sizinle dertleşmek istedim.başkasının acısıyla da acılanmayı bilebilen değerli bir yürek…demişsiniz.
Eğer bu “yürekler” çoğalsaydı bunca travmayı yaşar mıydı ülkem insanı…Böyle yürekler cana kıyabilir miydi,insanları sevdiklerinden koparıp meçhullerde kaybedebilir miydi?Bunları düşündüm.Kaybedilenler,gayet sıradan bir şeymiş gibi buharlaşıp giden insanlar değildi sadece;kaybettiğimiz insanlığımızdı.Her biri esrarengiz bir şekilde kaybolup gittikçe ahlakımızdan,ruhumuzdan,vicdanımızdan birer parça gidiyor.Kaybediyoruz durmadan.Tıpkı yaşlanmak gibi,yoksullaşmak gibi…Giden ve bir daha geri dönmeyen hazinelerimizi habire kaybediyoruz farkında olmadan.
Onun için bu “yürek”leri ben de sizin gibi önemsiyorum.Onlar ki,yitip gitmekte olan,-kıyıda kenarda kaldıysa-insanlığımızı hatırlatırlar bizlere.Belki bir teselli diyeceksiniz,ama buna da ihtiyacımız var,birilerinin çoktan unutup vazgeçtiğimiz bir şeyleri hatırlatması gerekiyor.Ve bu vicdanlı,yürekli insanlar tam da bunu yapıyor.
Yüreğinden merhameti,sevgiyi,doğruluğu eksik etmeyen tüm güzel insanlara selam olsun.
Yazan:c b Tarih: Haz 18, 2009 | Reply
İnsanların birbirlerinin acısını anlamak için gündemi takip etmeye,tarihi bilmelerine gerek olmadığını düşünüyorum.Cumartesi Annelerinin elindeki resimlere bakmaları yeterli.Eğer vicdanınız varsa ırkınız,dininin,kimliğiniz ne olursa olsun,durumun ne kadar vahim olduğunu anlarsınız.İnsanın evladının,babasının,sevdiklerinin sebepsiz yere katledilmesi çok ağır olduğu gibi diğer insanların buna göz yumması da o kadar acı.
Biriyle tanışmıştım,Ermeniymiş,müslüman isimlerinden birini taşıyordu.Neden?Diye sorduğumda ailem ….. yaşıyor,korkmuşlar o nedenle ismimi …… vermişler demişti.Bize neler yapmışlar böyle.İnsanın evladına koyacağı isme kadar müdahale edebiliyorlar.Sonra biri daha benden aylarca Alevi olduğunu saklamış,bir daha onunla görüşmem diye.Üstelik ‘ayrımcı’ olmadığımı çok iyi bildiği halde.Biri,biri daha,sadece Kürt olduğu için gözaltında olduğunu,hiç suçu olmadığı halde gözaltında işkence gördüğünü anlatmıştı.İki seçeneğim var demişti,ya dağa çıkmak ya gitmek.Ben gitmeyi seçtim demişti.Dağada çıksa sanırım anlattıkları nedeniyle onu anlayabilirdim.
İnsan denilen varlık,gencecik bir evladı nasıl olurda asit kuyusuna atar,nasıl olur da bir ülkenin genci,bir pazar günü gazete almaya çıktığında göz altına alınır ve bir daha bulunamaz.Bu nasıl bir zulümdür.Ve diğerleri nasıl olur da buna göz yumar ve susar.Allah’ım ne büyük bir acı.
Bu insanlar vatanı korumanın yolunun kendi vatandaşlarını öldürmekten geç(me)diğini ne zaman öğrenecek?
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Haz 18, 2009 | Reply
Doğru söylüyorsunuz Cemile hanım.Elbette vicdan olacak her şeyden önce;acıya ağlayacak göz,zülme itiraz edecek yürek olacak.Bunlar olmadan insanlığımızdan geriye ne kalır ki?Ve dediğiniz gibi vicdan,merhamet,empati gibi insani değerler tarih bilmekle,gündem takip etmekle sahip olunacak erdemler değil.Yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz bunca zulüm çok uzaklarda değil yanıbaşımızdadır,yeter ki hissedelim,hissedebilelim.
Ama tüm acıları,zulümleri birilerinin haykırması gerek.Bu seslere ihtiyacımız var.Hayatın rutini içerisinde eriyip giden vicdanlara bir dokunuştur bu.Belki nasırlaşmış bir vicdanın gözenekleri açılabilir,hiç olmadık bir zamanda düşündürür,sarsıntı yaratır,soru işaretleri yaratır bu tür haykırışlar.
Bunun için önemsiyorum vicdanlarımıza seslenen her çağrıyı.Bir gün kendimize geleceksek ve barış rüzgarlarını estirebileceksek,inanıyorum ki bu,bizlere insanlığımızı hatırlatan güzel insanlar sayesinde olacak.
En içten sevgi ve saygılarımla.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 12, 2009 | Reply
Cumartesi anneleri*
eğer yolunuz beyoğluna düştüyse
ve günlerden cumartesiyse
zaman da öğlene yaslanmışsa
yürüyüp galatasaray lisesinin
tam da önüne geldiyseniz
önce kalkanlı polisleri görürsünüz
kayışlarını zorlayan kurt köpeklerini
panzerlerin dizilmiş çelik kaskları
kiminiz hızla yürür geçersiniz
başınıza birşey gelsin istemezsiniz
kiminizin içi burkulur, onları görürsünüz
cumartesi annelerini
ellerinde yükselen kayıp fotoğraflarını
çığlıkların fotoğrafı olur mu demeyin
dönüp de bakın, gözlerindeki küllerde
sıcak sakladıkları oğul özlemlerine
Şiir:Aydın Öztürk
Yazan:Engin Çakır Tarih: Tem 12, 2009 | Reply
Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Haz 17, 2009 | Reply
Arjantin bile degisti, Turkiye degismedi. Islami muhafazakarliktan cok korkan kitlenin pek azi bu muhafazakarliktan rahatsizdir. Bir gun onlar da birer birer kaybolmaya baslarsa anlarlar durumu ama is isten gecmis olur.
Konunun islami muhafazakarlarla ne alakası var? Katledilenler islami muhafazakarlar mı?