RSS Feed for This Post

Dar Kapıdan Geçmek

Yıllar önce,  Andre Gide’nin kısa romanı “Dar Kapı”yı ilk okuduğum sıralarda bir rüya görmüştüm. Alacakaranlık bir havada yanımdaki kişiye, neresi olduğunu hatırlamadığım bir yere ulaşmak için en kestirme yolu soruyordum. Adam, önümde uzanan çok ama çok geniş bir otobanı gösteriyor ve “bu yolda, araçlardan biriyle, gitmek istediğiniz yere çok kolay ve hızlı ulaşabilirsiniz” diyordu. Yol oldukça geniş, aydınlık ve her tarafından rengârenk ışıklar sarkan gidiş geliş yönleri ayrı olan bir yoldu. Yolun hemen girişinde bazı araçlar bekliyordu. Bu araçlardan birine binebiliriz diyordu adam. Sonra, yolun kenarında karanlıkta kalmış yukarı doğru çıkan bir kayalık ve kayalığın tepesinde daracık ve yüksekliği ancak belime gelebilecek bir kapı dikkatimi çekiyordu. Adama bunun ne olduğunu soruyordum. Adam da bana, bu kapının da aynı hedefe giden bir yola açıldığını, ama bu yolda ancak sürünerek ve tek başına hareket edilebileceğini, zaten kapının üstünde de “aynı anda sadece bir kişi girebilir” yazdığını söylüyordu. Bir tarafta engin bir genişlikte ve ferahlıkta her tarafı ışıklı bir yol, diğer tarafta da sadece sürünerek ve tek başına gidilebilen bir yol.

Yanımdaki adamla birlikte geniş yolun girişindeki araçlardan birisine bindik. Araç çok konforlu ve rahat görünüyordu. Bu arada yolun karşı tarafında da dönüş yolu vardı ve o yol da aynı genişlikte ve aydınlıktı. Yola çıktık. İlk anlarda yolun karşı tarafında geri dönen araçlara rastlasak da, yol ilerledikçe artık geri dönen araçlara denk gelememek şaşırttı beni. Bu arada araç da gittikçe hızlanıyor ve baş döndürücü şekilde yol alıyordu. Ben bu durumdan tedirgin oldum ve yanımdaki adama bu yol pek güvenli değil galiba, baksana çok hızlı gidiyoruz dedim. O da bana bu yolda yavaş gidersek arkadakiler çarpar ve parçalanırız dedi. Ben de “o zaman geri dönelim hoşlanmadım bu durumdan” diye cevap verdim. O da “bu noktadan sonra geri dönüş sapağına dönmeye kalkarsak arkadan gelen araçların hepsi bize çarpar ve yine parçalanırız, artık bu noktadan sonra bu yolun geri dönüşü yoktur, zaten karşı tarafta da araç yok farkındaysan” dedi. Gerçekten de karşı yolda artık hiç araç yoktu. Aracımızın hızı da artık hiçbir şeyi takip edemeyeceğimiz şekilde hızlanmış, yoldaki ışıklardan birisi gibi olmuştuk. Bir an ışıkların azaldığı bir noktaya geldiğimizi görür gibi oldum. Ancak o anda dipsiz bir uçuruma düştüğümüzü anladım. O an fark ettiğim ilk şey, yolculuğa başladığımızda gördüğüm o dar ve alçak kapının açıldığı yolun, bu uçurumu geçen ve aydınlık bir asma köprüye açıldığıydı. O dar köprü şu an düştüğümüz uçurumu geçmeye yarıyordu. Rüyamda, bundan sonrası adeta Koyaanisqatsi filminin finalinde, parçalanan ve yanarak yavaşça düşen uzay mekiğinin düşüşüne benzeyen bir düşüştü. Uyandığımda aklımda tüm berraklığıyla kalan tek şey, uçurumu geçen o asma köprünün aydınlığıydı.

Modern hayat biçimlerinin vaat ettiklerini düşünelim. Önümüze sonsuz genişlikte bir yol açma ve o yolu her daim biraz daha genişletme derdindedir modern düşüncelerin hemen tümü.  Zira özgürlük, yolun genişliği nispetinde değerlendirilebilir ancak. İnsana nefsinin hoşuna gidecek bütün ışıkları sunar modernite. Hep daha fazla kazanç, daha konforlu hayat, daha güvenli toplum, daha fazla güç, daha hızlı ve “efektif” hayatlar… Özgürlüğü, nefsin önündeki dizginlerin çözülmesi olarak gören bu düşünce, insanı bu geniş yollarda baş döndürücü bir hızla ve hep birlikte adeta bir sürü gibi aynı uçuruma atıyor olmasın sakın!

Tarkovsky bir röportajında bu durumu “hepimiz kocaman bir koronun söylediği şarkıya sadece ağzını kımıldatarak eşlik eden, ama kendi sesini çıkarmaktan aciz bir noktadayız…” diyerek geniş yoldaki hızda birer noktacık haline gelen modern insanı kastediyordu. Hâlbuki özgürlük, insanın nefsinin tüm dizginlerini serbest bırakıp, onun doymak bilmez isteklerini karşılamak ve Miyazaki’nin “Ruhların Kaçışı” filminde, devamlı yediği için şişen ve şiştikçe daha çok yemek isteyen “Yüzsüz” gibi olmak değil, o “Yüzsüz”ün tüm yediklerini kustuktan sonra ulaştığı dinginlik ve huzurdur. Modernite vaat ettiği özgürlükle, paradoksal biçimde köleleştirdiği insan ruhu arasındaki gerilimi görmekten aciz bir zihinsel yapıdır aynı zamanda. Çünkü bu düşünce, cafcaflı ışıklarının aydınlatamadığı noktalardaki bütün dar kapıları görmezden gelen, insanı hakiki özgürlüğüne ulaştıracak fikirlerin içinde hayat bulamadığı bir kaynaktan filizlenir.

Gide’nin “Dar Kapı” adlı kısa romanı, modernitenin insana biçtiği role karşı bir konumda duran ve gerçek özgürlüğü Tanrı’ya teslimiyette bulan asil bir ruhun romanıdır. Tasavvuf literatüründe bolca gördüğümüz Allah’a ulaştıran bir aşkın, daha doğru ifadesiyle tek amacı Allah’a ulaştırmak olan aşkın, Batı edebiyatındaki benzerlerinden birisidir Dar Kapı. Alissa, adeta bütün badirelerden sonra, Leyla kendine geldiğinde onu tanımayan – aşkını Hakk’ta bulmuş – Mecnun gibidir.

Roman, İncil’den bir ayet ile başlar: “Dar kapıdan girmeye çabalayınız…” O ayet şöyle devam eder: “çünkü geniş kapıyla geniş yol insanları mahva götürür ve buralardan geçenler çoktur; ama hayata götüren kapı dar, yol sıkışıktır. Ve bunları bulanlar azdır.

Jerome ile Alissa’nın aşkının anlatıldığı roman, hakiki aşk için kavuşmanın fiziksel manada imkânsızlığı üzerinedir bir anlamda. Alissa, özgürlüğü, fedakârlıkta, feragatte ve her şeyden önce Tanrı’nın rızasını aramakta bulur. Üstelik kendisini Tanrı’ya ulaşmakta Jerome kadar yetenekli bulmadığı için, Jerome’un Tanrı’ya ulaşmasına engel olmamak için kendini aradan çıkartmayı düşünecek kadar asil bir ruhtur Alissa. Paradoksal biçimde mecazi aşktan hakiki aşka “yükselen” kişi, aşkından feragatte bulunan Alissa olacaktır.

Romanda uzun bir zaman diliminde, görüşülen dönemlere ait olaylar anlatılırken, romanın ağırlığı Alissa’nın Jerome’ye yazdığı mektuplar ile Alissa öldükten sonra Jerome’un eline geçen günlüklerdedir. Alissa’nın Jerome’e yazdığı bir mektuptaki Racine dizelerini alıntılamak, aslında Alissa’nın özgürlük anlayışının da ortaya çıkması için elzemdir.

Ölümsüz sağduyudan yükselen

Ses gürlüyor ve bize öğretiyor:

“Ey insanların çocukları! Diyor,

Nedir meyvesi çabalarımızın?

Ey kibirli ruhlar! 

Hangi yanılmayla böyle sık sık

Damarlarımızdaki en saf kanla

Sizi besleyen bir ekmek değil de

Öncekinden daha aç bırakan

Bir gölge satın alıyorsunuz? 

Benim size önerdiğim ekmek

Meleklerin besinidir

Tanrı kendisi yoğurur onu

Has buğdayının çiçeğiyle. 

Bu ekmek, yaşadığımız dünyanın

Sofrasında hiç bulunmayan

Çok lezzetli bir ekmektir.

Beni izlemek isteyenlere sunuyorum onu:

Yaklaşınız. Yaşamak ister misiniz?

Alınız, yiyiniz ve yaşayınız. 

Mutlu bir tutsak olan ruh

Senin boyunduruğunda huzur bulur,

Ve hiç tükenmeyen bir acı suyla

Susuzluğunu giderir.

Tüm insanları çağıran bu sudan

Herkes içebilir doyunca;

Ama biz koşuyoruz çılgınca

Ya çamurlu kaynaklar ya da

Suyun her an kaçtığı

Aldatıcı sarnıçlar aramaya… 

Yanımda olacağın zaman şimdikinden daha çok düşünmeyeceğim seni. Seni üzmek istemezdim ama yanımda bulunmanı – şimdilerde – dilemez oldum. İtiraf edeyim mi sana? Bilsem ki bu akşam geliyorsun… Kaçardım.” “Elde etmeye” kurgulanmış nefslerin anlaması zor bir aşk hâli değil mi bu? Hem canından çok seviyor, hem de yanında olmasını istemiyor. Zira kendisinin Jerome’un yanında olmasının, yani kendi suretinin, Tanrı ile Jerome’un arasına gireceğinden korktuğu için aşkı için fedakârlığı yeğliyor. Çünkü aşkın gerçekleşmesinin sadece ve sadece birlikte Tanrı’ya yaklaşmakta olabildiğine inanıyor Alissa. Özgürlüğü de nefsinin dizginlerini serbest bırakmakta değil, ruhun Tanrı’ya yakınlaşmasında buluyor. “Gerçek ve sürekli mutluluğu gerçekten dileyen kişi, cismani ve geçici mutluluğu hesaba katmaz; bu sonuncuyu yürekten hor görmeyen kişi tanrısal mutluluğu gerçekten sevmediğini gösterir… ve düşündüm: Yanında ötekinin hiç kaldığı bu tanrısal mutluluk için Jerome’u seçmiş olmamdan ötürü şükürler olsun sana Tanrım!”

Alissa’nın mektuplarında okuduklarımız gitgide mutmain olmaya doğru yol alan, ama bu yolda büyük acılar çeken bir nefsin ve ruhu Tanrı’da huzur bulacak olan bir insanın özgürleşmesidir aslında. Modernitenin insana unutturduğu özgürlük çabası! Ne de olsa modern düşüncenin en büyük mahareti görmek istemediği dar kapıları yok saymak değil midir? Bir mektubunda artık eskiden sevdiği yazarlardan zevk almadığını söyler Alissa. Pascal’ın bir kitabında bir yeri gördüğünde İncil’deki bir bölümün aklına geldiği söyler. Bu kitapları bu şekilde okuyarak “boyuna bir arış daha eklemek isteyen adamın” durumuna benzetir kendi durumunu. Kur’an-ı Kerim’de geçen “…kitap yüklü eşekler” tabirine ne çok benzeyen bir tabir… 

Alissa, feragatiyle, adanmışlığıyla tam bir hakikat yolcusu gibidir. İncil’den “Kendilerine vaat edilene erişemediler, Tanrı bizi daha iyi şeyler için sakladığından…”ayeti Alissa’nın mektuplarında sık sık tekrarlanır. “Hayır, Jerome, hayır erdemimizin yönelmeye çabaladığı gelecekteki ödül değil: Aşkımızın aradığı da ödül değil. İyi yaradılışlı ruh için üzüntüsüne bir karşılık bekleme düşüncesi kırıcı olur. Erdem bir süs değildir onun için: Hayır, güzelliğin biçimidir.”

Alissa öldükten sonra Jerome’un eline geçen güncesindeki bir bölüm tüm romanın özeti gibidir : ” Heyhat! Şimdi çok iyi anlıyorum; Tanrı ile onun arasında benden başka engel yok. Kendisinin de söylediği gibi, bana olan aşkı önceleri onu Tanrı’ya doğru eğmişti, ama bu aşk şimdi ona engel oluyor; bende gecikiyor, beni yeğ tutuyor ve ben, onu erdem yolunda daha çok ilerlemekten alıkoyan bir tanrıça haline geliyorum. İkimizden birinin oraya ulaşması gerek. Alçak gönlümde kendi aşkımı yenmekten umudumu yitirdiğim için, ona beni daha çok sevmemesini öğretmek gücünü, iznini ver bana Tanrım! Öyle ki, kendi değerlerim bahasına onun yeğ tutulmaya çok daha layık değerlerini getireyim. Eğer onu yitirmekten ötürü ruhum bugün hıçkırıyorsa, bu, daha sonra onu yeniden sende bulmak için değil mi? Söyle ey Tanrım! Hangi ruh sana daha çok layık olmuştur? O, beni sevmekten daha iyi bir şey için doğmamış mı? Eğer bende duracak olsaydı onu hiç bu denli çok sever miydim? Kahramanlık olabilecek her şey mutlulukta ne kadar küçülüyor…”

Günümüzde yaşadığımız ve adına aşk dediğimiz şeylerle ne kadar ilgisiz değil mi? Bencilliklerimize, iki yüzlülüklerimize, elde etme, kazanma isteklerimize aşk diyorsak, Alissa’nın hissettikleri nedir acaba? Protez medeniyeti her şeyin hakikisini kaybedip yerine sentetik protezlerini koyduğu gibi aşkın yerine de protezlerini yerleştirdi. “Tanrım, sana doğru ilerleyebilsek! Jerome ile ben, birlikte, birbirimizi çekerek; bütün yaşam boyunca iki yolcu gibi yürümek. Kimi zaman biri ötekine: Yoruldunsa bana dayan kardeşim, dediğinde ötekinin de, Seni yanımda hissetmek yetiyor bana, karşılığını verdiği iki Hacı gibi. Ama hayır! Tanrım! Senin bize öğrettiğin yol dar bir yol, iki kişinin yan yana yürüyemeyeceği kadar dar.”

Bu tip bir özgürlük geniş yollarda doğrudan ve sürü içinde değil, feragatle, cesaretle, dürüstlükle, cömertlikle kazanılan bir özgürlüktür. Tarkovsky’nin dediği gibi bir insanın özgür olmasının önündeki tek engel kendisidir; bir insan özgür olmak istiyorsa nasıl bir ülkede, nasıl bir dikta altında, nasıl şartlarda yaşadığının hiç önemi yoktur. İnsan gerçekten özgür olmak istiyorsa ona engel olabilecek hiçbir şey yoktur. Geniş yollarda köle olunabildiği gibi, daracık kapının ardındaki dar yollarda en büyük özgürlükler bulunabilir. Nefsine tutsak olan özgür değildir. Ruhsal özgürlüğü aramayı unutturmuş olan modernite bu yüzden özgürlükler değil, kölelikler çağının yatağıdır.

Sahip olduklarının hepsini sat yoksullara ver. Anlıyorum ki sadece Jerome için sahip olduğum bu yüreği yoksullara vermek gerekecek. Ve bu davranış, aynı zamanda aynı şeyi yapmayı ona da öğretmek değil mi? Tanrım bu cesareti ver bana.” İnsanların kat ettikleri nefs kademeleri yükseldikçe Kur’an’daki ” Sana infakı sorarlar, ihtiyacından arta kalandır” ayetinin hitap ettiği takva sahibi Müslümanlar için olduğu gibi, Kutsal kitapların o insanlarla konuşma biçimi de değişiyor. Artık mutlak kurtuluşu her şeyini Tanrı yolunda feda etmekte bulan Alissa’nınki gibi bir durumla karşı karşıyayızdır? “Tanrım, sana doğru bir çocuk inancının atılımı ve meleklerin insanüstü sesiyle haykırdığım zaman… Bütün bunlar biliyorum, bana Jerome’dan değil, senden geliyor. Ama neden seninle benim arama daima onun görüntüsünü koyuyorsun?”

Hz. Muhammed (s.a.) insanlara “ölmeden önce ölmeyi” salık veriyordu. İncil’den bir ayet ise “Tanrı’da ölenler daha şimdiden mutludur” diyor. Alissa ölmeden önce günlüğüne yazdığı son sözlerinde yaptığı büyük mücadeleden küçük bir kuşku da duymaktadır. Bu kuşkunun, çekilen büyük acıların ölüm döşeğinde yarattığı küçük bir isyan halinin mi, yoksa Gide’nin, kepçe ile verdiğinin bir kısmını modernizm lehine kaşıkla almasının mı dışa vurumu olduğunu belirlemek her şeye rağmen zor. Ne de olsa Gide, Dostoyevski hayranı bir yazardı ve onun karakterleri de Dostoyevski karakterlerinin çelişkilerine belirli şekillerde sahiptirler. ” Sevinç, sevinç, sevinç, sevinç gözyaşları… Evet, insansal sevincin üstünde ve her türlü acının ötesinde ışık saçan bir sevinci seziyorum. Benim erişemediğim kayanın bir adı olduğunu da iyi biliyorum: mutluluk. Anlıyorum ki, bütün yaşamım mutlulukla sonuçlanmak için değilse bile boşa harcanmıştır… Ah! Tanrım, oysa Sen, onu arı ve feragat etmesini bilen bir ruha vaat ediyordun ‘Tanrı’dan ölenler daha şimdiden mutludur’ diyordun kutsal sözlerinde. Ölüme dek beklemem mi gerekiyor? İşte burada inancım sarsılıyor. Bütün gücümle sana sesleniyorum. Tanrım! Gecenin içindeyim. Şafağı bekliyorum. Ölünceye kadar Sana sesleniyorum. N’olur yüreğimin susuzluğunu gider. Bu mutluluğa çok susadım. Ona kavuşacağıma inanabilir miyim? Ve şafaktan önce, gündüzü haber vermekten çok, onu çağıran sabırsız bir kuş gibi şakımak için gecenin sararmasını beklemem mi gerekiyor?”

Dar Kapı, aşk denen hâl üzerine, Batı’dan gelmekle birlikte Doğulu bir tefekkür romanıdır. Alissa gibi insanlara her gün çevremizde rastlamıyorsak da, bana kalırsa insanlığı ayakta tutan ancak ve ancak onun gibi insanlardır.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Derin Göz

 

Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

 

 Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

  1. 11 Yorum

  2. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 22, 2009 | Reply

    …beni yeğ tutuyor ve ben, onu erdem yolunda daha çok ilerlemekten alıkoyan bir tanrıça haline geliyorum.

    Odyseseus, geri dönerken Kirke’nin evine misafir olur ve Kirke onu alıkoyar. Geniş tavanlı mağarasında tanrıça ile uyurken Odysesseus, yolunu, istikametini unutmuştur. Hermann Hesse’nin Siddharta’sındaki Kamala gibi bir dişi değildir o, alıkoyandır. Gide, buna gönderme yapıyor olabilir ya da kollektif bilindışı özellikle “monomit” tabir edilen kahramının yolculuğu öykülerinde benzer sembolleri doğal olarak kullanıyor, bu daha muhtemel.

    Kişisel bir rüyadan görülen sembol, aslında bütün insanlığın bilinçaltına bağlıdır. Kapı sembolü gibi, eşiğin aşılması ve tabi “ölüm” olarak adlandırılan, yeni bir uyanışa denk gelen inisiyasyon. Bu elbette sadece doğulu bir tema değil. Antik Yunan lahitlerine bakarsanız iki sütuun arasında bir kapı görürsünüz, çünkü ölüm ile en büyük inisiyasyon gerçekleşir.
    Eski Mısır’da da Hermetik istekliler dapdar önce dapdar labirentlere sokulmuyyor muydu? Bu darlık durumu mezar anlamı taşıyor olmalı. Kişinin nefsinden sıyrıldığı alan. Buda’nın acının kutsal gerçekleri olarak gösterdiği gibi “istek, öfke, bilgisizlik” giysilerinin çıkarılması belki. Jungçu açıklamada da ise “araba/araç” sembolünün ego olarak değerlendirildiğini biliyorum. Buna da nefs de diyebilirsiniz. “çok hızlı gidiyoruz” uyarasına karşılık “ama yavaşlarsak arkadakiler çarpar ve parçalarınız” gerçekten de çok manidar değil mi? Bu rüyaya milyon tane açıklama yapılabir ama ilginizi çeker miydi bilmiyorum. Ama Campbell’in ünlü bir sözü varr:a myth is a public dream, a dream is a private myth. Sonuçta inisiyasyon sembolleri her çağ ve coğrafyada benzerlik gösteriyor.
    Miyazaki’nin filmlerinde de bu kahramanın yolculuğu yani inisiyasyon teması çok ilginç bence. Howl’un yürüyen şatosu özellikle. Dark side’a kayan başka kahramanlar dahil.
    Melih Cevdey Anday, elleri kolları bağlı Odysesseus şiirini parçalanan kayalar, sirenler gibi tuzakların ardından bitirken de şöyle der”Kirke, bilge tanrıça selam sana, sağ sağlim geçtim kendimi“.

  3. Yazan:eg Tarih: Haz 22, 2009 | Reply

    “Kişisel bir rüyadan görülen sembol, aslında bütün insanlığın bilinçaltına bağlıdır.”

    açıkçası ben jung’çu(campbell’in mitoloji araştırmalarında bolca kullandığı) bir rüya yorumunu çok benimsemiyorum. benim rüyalarla ilgili fikirlerim bir önceki yazımda (tasavvuf sinema ilişkisinde rüya: tarkovsky’den kaplanoğlu’na kısa bir bakış) çok detaylı açıklanmıştı. bu açıklamalar rüyayı ibn arabi’nin yaptığı gibi ontolojik olarak farklı bir konuma ait birşey olarak görme eğiliminde. ama sizin yazdıklarınız da önemli katkılar bence. ve önemi bir yana, bence oldukça da ufuk açıcı. teşekkürler.

  4. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 22, 2009 | Reply

    “tasavvuf sinema ilişkisinde rüya: tarkovsky’den kaplanoğlu’na kısa bir bakış”ı okumadım, bilemiyorum o yüzden, en yakın zamanda okuyayım.

  5. Yazan:özlem Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    Belki de daha zor ve erdemli olan o dar yolda iki kişinin beraberce yürüyebilmesidir. O yolda tek kişi yürümek aslında daha kolay. Ama bunun bir yolu var mı bilmiyorum:)

    Biz ona iki tepeyi gösterdik
    fakat o sarp yokuşa atılamadı.
    Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin
    Bir boynu(kölelik zincirini) çözmek
    Yahut açlık gününde doyurmaktır
    Akraba olan yetimi
    Yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu
    Sonra inanıp birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden ve merhamat tavsiye edenlerden olmak. (beled suresi 10-17)
    Elinize saglik ertelemedne okudugum için çok mutlu olduğum bir yazı olmuş. Ara ara düşünmek lazım o sarp yokuş nedir diye. hatırlamak lazım. Hatirlattığınız için teşekkürler.

  6. Yazan:eg Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    “Biz ona iki tepeyi gösterdik
    fakat o sarp yokuşa atılamadı.
    Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin
    Bir boynu(kölelik zincirini) çözmek
    Yahut açlık gününde doyurmaktır
    Akraba olan yetimi
    Yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu
    Sonra inanıp birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden ve merhamat tavsiye edenlerden olmak. (beled suresi 10-17)”

    olağanüstü…insanın gece vakti yüreğini titreten ayetler…teşekkürler özlem hanım hatırlattığınız için.

  7. Yazan:cb Tarih: Haz 27, 2009 | Reply

    Çünkü bu düşünce, cafcaflı ışıklarının aydınlatamadığı noktalardaki bütün dar kapıları görmezden gelen, insanı hakiki özgürlüğüne ulaştıracak fikirlerin içinde hayat bulamadığı bir kaynaktan filizlenir.

    Çok muhteşem yakalamışsınız.Çok uzun yıllar önce okuduğum bir kitabı hatırladım çok uzun zaman geçti net olamayabilirim.Sanırım ‘Ölümü Özlemeyen Aşkı Anlayamaz’dı şimdi okusam ne hissederim bilmiyorum o zaman sevmiştim.Belki de ölümü özlemeyen gerçekten aşkı anlayamıyordur,zira ölüm kavuşmadır,Şeb-i Aruz.

    Özlem’in hatırlattığı ‘titreten’ ayetlerin önüne ;

    1- Ey bürünüp örtünen,

    2- Kalk (ve) bundan böyle kalk ve uyar

    3- Rabbini tekbir et (yücelt)/Müddesir

    1- Sarıp-örttüğü zaman geceye andolsun,

    2- Parıldayıp-aydınlandığı zaman gündüze,

    3- Erkeği ve dişiyi yaratana;

    4- Gerçekten sizin çabalarınız (çelişkili, parça parça) darmadağınıktır.

    5- Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,

    6- Ve en güzel olanı doğrularsa,

    7- Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız./Leyl

  8. Yazan:mer'A-kıl Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    Sn.E.Gülşen,

    Kitaba konu olan İncil metni;

    1 “Başkasını yargılamayın ki, siz de yargılanmayasınız.
    2 Çünkü nasıl yargılarsanız öyle yargılanacaksınız. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız.
    3 Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği farketmezsin?
    4 Kendi gözünde mertek varken kardeşine nasıl, ‘İzin ver, gözündeki çöpü çıkarayım’ dersin?
    5 Seni ikiyüzlü! Önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün.
    6 “Kutsal olanı köpeklere vermeyin. İncilerinizi domuzların önüne atmayın. Yoksa bunları ayaklarıyla çiğnedikten sonra dönüp sizi parçalayabilirler.”
    7 “Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.
    8 Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır.
    9 Hanginiz kendisinden ekmek isteyen oğluna taş verir? *
    10 Ya da balık isterse yılan verir?
    11 Sizler kötü yürekli olduğunuz halde çocuklarınıza güzel armağanlar vermeyi biliyorsanız, göklerdeki Babanız’ın, kendisinden dileyenlere güzel armağanlar vereceği çok daha kesin değil mi?
    12 “İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Çünkü Kutsal Yasa’nın ve peygamberlerin söylediği budur.”
    13 “Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur.
    14 Oysa yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır.”
    15 “Sahte peygamberlerden sakının! Onlar size kuzu postuna bürünerek yaklaşırlar, ama özde yırtıcı kurtlardır.
    16 Onları meyvelerinden tanıyacaksınız. Dikenli bitkilerden üzüm, devedikenlerinden incir toplanabilir mi?
    17 Bunun gibi, her iyi ağaç iyi meyve verir, kötü ağaç ise kötü meyve verir.
    18 İyi ağaç kötü meyve, kötü ağaç da iyi meyve veremez.
    19 İyi meyve vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır.
    20 Böylece sahte peygamberleri meyvelerinden tanıyacaksınız.
    21 “Bana, ‘Ya Rab, ya Rab!’ diye seslenen herkes Göklerin Egemenliği’ne girmeyecek. Ancak göklerdeki Babam’ın isteğini yerine getiren girecektir.
    22 O gün birçokları bana diyecek ki, ‘Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?’
    23 O zaman ben de onlara açıkça, ‘Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!’ diyeceğim.”
    24 “İşte bu sözlerimi duyup uygulayan herkes, evini kaya üzerine kuran akıllı adama benzer.
    25 Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, eve saldırır; ama ev yıkılmaz. Çünkü kaya üzerine kurulmuştur.
    26 Bu sözlerimi duyup da uygulamayan herkes, evini kum üzerine kuran budala adama benzer.
    27 Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, evi sarsar. Ev yıkılır; yıkılışı da korkunç olur.”
    28 İsa konuşmasını bitirince, halk O’nun öğretişine şaşıp kaldı.
    29 Çünkü onlara kendi din bilginleri gibi değil, yetkili biri gibi öğretiyordu.

    http://incil.info/arama/Matta+7

    * Bu konuda da Gide’nin bir şiiri var;Savurgan Evladın dönüşü(Çağrışımı “Parable of the Prodigal Son” yapmış gibi görünüyor! )

    İncildeki ilgili metin Luka 15 de.

    İncil’den bu kadar faydalanan Gide için Katolik klisesinin şu açıklamasını da hatırlamakta fayda var.

    In the course of the general assembly of the Supreme Sacred Congregation of the Holy Office, the Most Eminent and Most Reverend Lord Cardinals charged with the safeguarding of the faith and morals, after the vote of their reverend lordships the consultors, have condemned and ordered to be entered in the Index of Forbidden Books the entire works of Andre Gide.

    Bu detaylardan sonra ne demek istediğimi Kral Kandaules hikayesi üzerinden anlatmaya çalışayım;

    “Lydia Kralı Kandaules karısına büyük bir aşkla sevdalıdır ve bu yüzden onu dünyanın en güzel yaratığı sanır. Karısının güzelliğini herkese anlatmaktan çekinmez. Bir gün önemli işlerini yaptırdığı, Gyges’e yine karısının güzelliğinden bahseder. Ama Gyges’in kendisine inanmadığının farkına varır ve Gyges’e ‘sen benim söylediklerime inanmıyorsun, o halde karımı bir de çıplak gör’ der.

    Gide de eserleri ile düşünce, inanç ve seçimlerini kısaca insan olarak kendini o günlerde topluma hakim olan anlayışa rağmen iki yüzlü olmaksızın çıplak olarak gösterebilmiş.

    Kral Kandalues ,Lydialılar’da çıplak görünmek erkekler için bile büyük ayıp sayıldığından ve üstüne üstlük karısını bir başka erkeğe çıplak olarak gösteren olduğu için karısı tarafından öldürtülür.

    Gide, ölümünden sonra bile klisenin yukarıdaki gibi tepkisini çekebildiğine göre hayattayken kendisine duyulan tepkinin ne derece olduğunu tahayyül edebilmek mümkün.

    Gide de aynen Kral Kandalues gibi doğru söylediğini ispat edebilmek için “ayıp” olanı yapmış, tepki çeken bir çıplaklıkla kliseyi karşısına alarak düşüncelerini kaleme almış gibi görünüyor.

    Kısaca( .-)) demek istediğim şu ki;
    Gide Victoria devri denilen, klisenin endüljans dağıttığı bir dönemden, Cezayir’de tanışıp arkadaş olduğu kendisi gibi bir eşcinsel olan Oscar Wilde’ın hapsedilme ve ardından ölmesinden(1900) mutlaka bir şekilde etkilenmiştir.Biyografisine bakıldığında 1901 ve 1907 aralığı onun sessiz ve umursamaz olduğu bir dönem olarak belirtilmiş.Ki Kral Kandalues’i,Ayrı Yol’u ve Dar Kapı’yı bu yılgın döneminde yazmış.

    Tüm bunları neden yazdın diye sorarsanız yazınızın içinde geçen şu tespit cümlenizden(Doğulu bir tefekkür romanıdır..) dolayı.Merakla Giden’nin hayatına göz attıktan sonra söyleyebildiğim “onun bu romandaki tek doğulu olan yanı, kliseyi aradan çıkartma çabasıdır” diyebilirim.Dar kapı adlı eserinde iki insan aşkından ziyade her türlü din bilgisine sahip klise yapısına tepki verdiğini düşünüyorum.

    Alissa;

    Ey kibirli ruhlar!
    Hangi yanılmayla böyle sık sık
    Damarlarımızdaki en saf kanla
    Sizi besleyen bir ekmek değil de
    Öncekinden daha aç bırakan
    Bir gölge satın alıyorsunuz?

    Klisenin saf Allah inancı üzerine gölge düşürmediğini söyleyebilmek elbette mümkün değil!

    Tüm insanları çağıran bu sudan
    Herkes içebilir doyunca;
    Ama biz koşuyoruz çılgınca
    Ya çamurlu kaynaklar ya da
    Suyun her an kaçtığı
    Aldatıcı sarnıçlar aramaya…

    Aldatıcı sarnıçlar!Kitabın kahramanı için seçilen Jerome da ilk papazlardan birinin adı.Allah inancı olan bir din adamı olmaktan çıkıp kilise memuru olan insanları ya da din ile iş gibi ilgilenen insanların kimliğine,ruhuna sinmiş,kendi disiplini olan insan eli inşa edilmiş bir kurum olarak klisenin insan bedeninde vücut bulmuş halini temsil ediyor olabilir “jerome”.

    “Tanrım, sana doğru bir çocuk inancının atılımı ve meleklerin insanüstü sesiyle haykırdığım zaman… Bütün bunlar biliyorum, bana Jerome’dan değil, senden geliyor. Ama neden seninle benim arama daima onun görüntüsünü koyuyorsun?”

    Gide Alissa’nın ağzından çekmiş olduğu sıkıntıları anlatmış gibi görünüyor;

    Ve şafaktan önce, gündüzü haber vermekten çok, onu çağıran sabırsız bir kuş gibi şakımak için gecenin sararmasını beklemem mi gerekiyor?”

    Not:Adı geçen kitabı okumadım.Bilgisizliğimden dolayı bu yazdıklarım tamamıyla yanıldığım bir fantezi de olabilir.Gide’nin ulaşabildiğim kadarki hayat hikayesi ile bu yazmış olduklarımın muhtemel olabileceğini düşündüm ve sizin bilgi sahibi biri olarak bu hususta ne diyeceğinizi de merak ettim doğrusu.

    Merak ettiğim başka bir husus da Gide bir eşcinsel olarak size ait evinizin yanındaki daireyi kiralamak isteseydi ona ne yanıt verirdiniz?(Kızmayın lütfen benimki sadece merak :-))

  9. Yazan:mer'A-kıl Tarih: Haz 29, 2009 | Reply

    sn.E.Gülien,
    Bundan önceki yorumum ile yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebileceğim endişesiyle bu açıklamayı da eklemek istedim.

    “Tanrım, sana doğru bir çocuk inancının atılımı ve meleklerin insanüstü sesiyle haykırdığım zaman… Bütün bunlar biliyorum, bana Jerome’dan değil, senden geliyor. Ama neden seninle benim arama daima onun görüntüsünü koyuyorsun?”

    Dar yolları geniş kılan,tek kişilik kapıları cümle kapısına çeviren “doğunun tefekkür” anlayışını mümkün olabildiğince özetleyen cümle bu olabilir belki; Bütün bunlar biliyorum, bana.., senden geliyor.

    Baktığı yer yerde,okuduğu her satırda,duyduğu her cümlede,hissettiği her güzel duyguda kısaca yaratılmış her şeyde ilahi kelamı okuyabilen ve onun sahibini zikreden için Allah’a giden yollar olabildiğince geniş demektir.Durup düşünebilen için,dünyanın,evrenin kendisi yürümeye niyetli bir yolcunun uçsuz bucaksız genişlikteki yoludur. Üstelik uzunluğu bir insan ömrü kadar kısa olan bir yol!O yolu daraltan,O’na ulaşmak için geçilecek kapıların dar, bulunmaz gizli köşe ve sarp kayalarda diye nitelendirilmesine sebep olan gelecekteki ödül için dikenli ve zorlu bir yolun seçilmiş olduğu düşüncesidir;İyi yaradılışlı ruh için üzüntüsüne bir karşılık bekleme düşüncesi kırıcı olur. Erdem bir süs değildir onun için: Hayır, güzelliğin biçimidir.”

    Bilebildiğim kadarıyla yaratılmış olan hiçbir şey kendisi de yaratılmış olan insanoğluna külliyen yasaklanmış değildir,azgınlık ve tamahkarlığı önlemek maksadıyla ancak ve ancak sınırlar konmuştur.Bu sınırları aşan insanoğlu yaptıklarından ve sonuçlarından tamamıyla kendisi sorumludur.Bu sınırları aşmakta nefsine güven(e)meyen insanoğlu kendisine sunulmuş olan nimetten kendini tamamıyla uzak tutuyorsa eğer bu da onun seçimidir.

    Bu noktada İslam’ın, Alissa’nın ağzından ifadelendirilmiş olan cümlelerin ana fikri olan hayattan “saklanarak” bir feragat ve adanmışlıktan söz ettiğini söyleyebilmenin mümkün olabileceğini düşünmüyorum.(bu ancak katolik olan Gide için anlam taşıyan 7 sakrament’den biri ya da bir kaçı ile ilişkilendirilebilir)

    Alissa, feragatiyle, adanmışlığıyla tam bir hakikat yolcusu gibidir. İncil’den “Kendilerine vaat edilene erişemediler, Tanrı bizi daha iyi şeyler için sakladığından…” ayeti Alissa’nın mektuplarında sık sık tekrarlanır. “

    Yukarıda açıkladıklarımdan dolayı aşağıdaki cümleye tamamıyla katıldığımı söyleyemem.

    “Tanrım, sana doğru ilerleyebilsek! Jerome ile ben, birlikte, birbirimizi çekerek; bütün yaşam boyunca iki yolcu gibi yürümek. Kimi zaman biri ötekine: Yoruldunsa bana dayan kardeşim, dediğinde ötekinin de, Seni yanımda hissetmek yetiyor bana, karşılığını verdiği iki Hacı gibi. Ama hayır! Tanrım! Senin bize öğrettiğin yol dar bir yol, iki kişinin yan yana yürüyemeyeceği kadar dar.”

    Evet insan,“her koyun kendi bacağından asılır mantığıyla” bencilce mümkün olduğunca daralttığı bir hayat yaşamayı tercih edebilir ya da paylaşmanın, yardımın, merhametin tavsiye edildiği, insanların iyilik için birbirlerine vesile/ayna kılındığı olabildiğince geniş bir yol öğretisini de benimsenebilir.

    Geniş yollarda köle olunabildiği gibi, daracık kapının ardındaki dar yollarda en büyük özgürlükler bulunabilir. Nefsine tutsak olan özgür değildir. Ruhsal özgürlüğü aramayı unutturmuş olan modernite bu yüzden özgürlükler değil, kölelikler çağının yatağıdır.

    Bu yazdıklarınıza iştirak etmekle beraber aşağıda yazdığım hususta ne düşündüğünüzü de bilmek isterim.Düşüncelerinizi yanıt yazarak paylaşırsanız çok sevinirim.

    Dinler tarihine baktığımızda pek çok nebinin varlığından haberdarız ama sadece 4 peygamber ve onlara vahiy edilen 4 kitaptan söz edilmekte.Bu süreç insanoğluna insan olmanın ve bunun sorumluluklarının neler olduğunun öğretildiği bir çocukluk ve erginlik dönemi gibi.Son peygamber olan Hz.Muhammed’in (s.a.v) 40 yaşında kendisine vahy edilen son din İslam ile insanoğlunun artık kemale erdiği söylenebilir.İslam dininin muhataplarının, artık yetişkin olmuş, sorumluluğunun bilincinde olabilecek insanoğullarının olması(zamanlaması) sizce de oldukça manidar değil mi? Hz.Adem’e her ismin vahiy edilerek öğretilmesinden, Kuranı Kerim’in son peygamber Hz. Muhammed’e(s.a.v) vahiy edilmesine kadarki süreci günümüz kavramları ile değerlendirdiğinizde nasıl tanımlamayı tercih ederdiniz?

    Nefsine tutsak olan özgür değildir.

    Evet,kesinlikle.Nefsine gem vurup,dizginlerini elinde tutup onu yönlendirebilen istediği kadar geniş bir alanı kat edebilir.Bu da demektir ki bir insana duyulan, dizginlenebilen aşk ilahi aşkın önünde engel olamaz.Yaratılanı, Yaradan’dan ötürü seven,sevebilen biri için bu mümkün olabilir mi zaten?

  10. Yazan:eg Tarih: Haz 29, 2009 | Reply

    mer’A-kıl,

    doğrusu çok uzun bir yorum yazdığınız için hepsine cevap vermem ne derece mümkün olabilir bakalım:))

    bu yazıda farkındaysanız gide’nin hayatından hiç bahsetmedim. gide eşcinseldir evet, tıpkı ilk dönemlerinde çok önemli filmler yapmış pasolini gibi… yine farkındaysanız gide’nin kalpazanlar ya da pastoral senfoni gibi diğer eserlerinden de bahsetmedim. zira bana göre dar kapı ile gide’nin diğer eserlerinde bariz bir fark vardır. gide diğer eserlerinde aşkı cinselliği bolca kullanarak verir. dar kapı’da ise cinselliğin ‘c’si bile yoktur. yani gide’nin biyografisi ya da diğer roman ve hikayeleriyle (ve bunlardan dolayı katolik kilisesinin hükmüyle) dar kapının çok ilgisi yoktur. sorunuza geleyim: gide benim yan dairemi kiralamak isterse elbette kiralarım…hatta gurur da duyarım. en azından şu hayatta konuşacak bir komşum olmş olur:))

    romana doğulu bir tefekkür romanı demiş olmam, aslında romanın adeta tasavvufi bir aşkın göstergesi gibi olmasındandır. batı romanında fizikselliğe saplanmış bir aşk değil, doğu tasavvuf eserlerinde olan bir aşk söz konusudur dar kapı’da. ayrıca benim doğu ile batı tanımlarım biraz farklıdır. ben hristiyanlık ve yahudilik dahil bütün dinleri doğulu bulurken, batı’yı, dinsel alanı boşaltıp tamamiyle sekülerleşme çabasının bir tezahürü olarak gördüğüm için romanı da doğulu bir roman gibi algıladım. kurumsallaşmış ve laik toplum biçimine “sezarın hakkı sezara, isa’nın hakkı isa’ya “diyerek uyum sağlamış bir kilise batı’ya ait iken, hayatını tanrı’ya ulaşabilmekte bir basamak olarak kullanan alissa’nın anlayışı ise doğuludur bence. yine bence romanın, çok küçük ayrıntılar harici leyla ile mecnun hikayesinden çok farkı olduğunu sanmıyorum.

    feragat ve adanmışlığın islam ile çok ilgili olmayabileceğini söylemişsiniz. ben de şunu söyleyeyim: islam dini ve elbette kur’an her tür insana hitap eder. nefs kademelerinde yükseldikçe ve nefs-i emmare’den yukarılara ta ki nesf- mutmaine’ye hatta daha da yukarılara çıktıkça sizin için nefse parlak gelen nesneler o kadar anlamını yitirir. hakk ile aradaki perdeleri tek tek kaldırmak istersiniz. bu bir anlamda feragat ve adanmışlık demektir. alissa kendini tanrı’ya adamış… doğrusu bunun niye islam ile ilgisi olamayacağını söylediğinizi anlamadım…tam tersi tam anlamıyla doğulu bir tavırdır bu. hayatının tümünün Allah’a ulaşmak için bir vesile kılınması ile… mutlak takva ile…

    “Evet insan,“her koyun kendi bacağından asılır mantığıyla” bencilce mümkün olduğunca daralttığı bir hayat yaşamayı tercih edebilir ya da paylaşmanın, yardımın, merhametin tavsiye edildiği, insanların iyilik için birbirlerine vesile/ayna kılındığı olabildiğince geniş bir yol öğretisini de benimsenebilir.”

    demişsiniz. doğrusu bu yazdığınızın benim yazdıklarımla bir ilgisi yok. dar kapı her koyun kendi bacağından asılır demek değildir. tam tersidir. geniş yolun ise tam tersinin, yani her koyunun kendi bacağından asıldığı bir şey olduğu kanaatindeyim. yani benim yazdığımın ve iddia ettiğimin tam tersini söylemişsiniz. hatta yazıda alissa’dan bir örnek verdim ve bunu “sana infakı sorarla, de ki ihtiyacından arta kalandır” diyen ve bunu uygulayabilen bir insan mıdır her koyun kendi bacağından asılır diyecek olan?

    ben insanoğlunun değil vahyin kemale erdiğini düşünüyorum. yoksa insanoğlu binlerce yıldır pek “ilerleme” gösteremediğini binlerce defa kanıtladı. yazıdan ne hikmetse kendi sorumluluğunun bilincinde olmayan bir insan önerdiğimi anlamışsınız, tam tersiini iddia ediyorken üstelik. sanki kendini Allah’a adayan, toplumda artık hiçbir kötülükle uğraşmayacakmış gibi…halbuki tam tersi olur…

    bir insana duyulan aşk elbette ilahi aşka engel olmaz. ama alissa ne diyordu “bende kalsaydın seni bu kadar sever miydim?” sorun o mecazi aşkta kalmak ve saplanmaktır…yoksa bir başkasını sevmek değil. Allah sevgisi diğer sevgileri azaltmaz artırır, ama o sevgilerin birer mecaz olduğunun da farkına vardırır insanı. mevlana’nın “sevgilisi ölmüş ağlayan bir insana” dediği gibi ” a be ahmak sen de hiç ölmeyecek birini sev!”

  11. Yazan:eg Tarih: Haz 29, 2009 | Reply

    bu arada gide biyografisinden hareketle dar kapı’nın da kiliseye karşı bir roman olduğunu düşündüğünüzü söylemişsiniz. dar kapı’nın, gide’nin kilise veya kurumsallaşmış din ile olan probleminin görünür kılındığı bir metin olduğunu sanmıyorum. bu yönde romanda olumlu ya da olumsuz bir yargının olduğunu da…alissa’nın mektuplarında racine’den örnek verdiği şiirdeki bazı bölümleri de kilise karşıtlığına örnek olarak vermişsiniz. ancak, ben burada da sözü edilenin (aldatıcı sarnıçlar) kilise değil, insanı aldatan nefsinin istekleri olduğunu düşünüyor ve öyle yorumluyorum. u yorumumun romanın bütünüyle çeliştiğini de sanmıyorum. kilisenin insan bedeninde biçimlenmiş hali jerome? doğrusu romandaki jerome ile pek ilgisi yok gibi bu yorumun:))

    “Baktığı yer yerde,okuduğu her satırda,duyduğu her cümlede,hissettiği her güzel duyguda kısaca yaratılmış her şeyde ilahi kelamı okuyabilen ve onun sahibini zikreden için Allah’a giden yollar olabildiğince geniş demektir.”

    bence tam tersi, bütün geniş yollar Allah’ı “insan hayatından kovmaya” yöneliktirler. Allah’a giden yollar ise bu geniş yolların şatafatından, nefe çekici gelmesinden sıyrılıp ulaşılabilecek olan dar yollardır.

    “Bilebildiğim kadarıyla yaratılmış olan hiçbir şey kendisi de yaratılmış olan insanoğluna külliyen yasaklanmış değildir,azgınlık ve tamahkarlığı önlemek maksadıyla ancak ve ancak sınırlar konmuştur.Bu sınırları aşan insanoğlu yaptıklarından ve sonuçlarından tamamıyla kendisi sorumludur.Bu sınırları aşmakta nefsine güven(e)meyen insanoğlu kendisine sunulmuş olan nimetten kendini tamamıyla uzak tutuyorsa eğer bu da onun seçimidir.”

    evet haklısınız. ama bu sınırlar mesela sıradan bir müslüman için zekat ise, daha takva sahibi insan için sözünü ettiğim ayette geçen “ihtiyacından arta kalandır”… yine sınır bir suça karşılık ona uygun ceza iken, takva sahibi bir mümin için “affedersiniz bilin ki sizin için daha iyidir” sözleridir. yani söylemek istediğim kur’an’ın her müslümanın aynasında kendi nefsinin derecesiyle orantılı yansıdığıdır.

    dar kapı’da yalnız olmak ölmeden önce ölmek için yalnız olmak demektir. sonuçta her insan milyonlarcası bir arada bir tek bomba ile ölmüş bile olsa “yalnız ölür”. dar kapının manası budur, o kapıda yalnızlığın da…ama o yalnızlık sizin o kapıdan geçen yolda bulduklarınızla hayatınızı yönlendirip, merhametin, sevginin, adaletin vuku bulacağı bir hayatta insanlarla beraber olmanızı engellemez. ama bir insan (alissa için jerome; ya da jerome için alissa) eğer sizi kendisine herşeyi unutturacak derecede saplayıp bırakıyorsa, o sevgi artık Hakk yolunda bir sevgi değil, nefsin saplanıp kaldığı bir perde olmaya başlamıştır. bazı sevgiler insanın nefsini “öldürür”, bazısı da imanını… ikincisini gördüğü anda insanın uzaklaşması gereklidir bence. alissa da jerome için kendisini böyle bir saplanıp kalınan bir son durak olarak gördüğü ve jerome’un ruhsal tekamülüne engel olduğunu düşündüğü için böyle bir feragatı seçmiştir. bunun böyle olup olmaması değil, bu feragatı gösterip nefsiyle savaşabilmesi önemlidir bir insanın. zira alissa jerome’u sevmekten zaten vaz geçmemiştir. ama kendini bir engel olarak görüp kendisini jerome ile Tanrı arasından kaldırmıştır. bu da büyük ve saygı duyulası bir feragattir geçrekten de. ve bundan daha “doğulu” birşey de bilmiyorum ben…her istediğini “elde etmeye programlanmış nefisleriyle” batılı kafanın tam tersi, doğulu bir ruhtur bu…

  12. Yazan:Vefa Tarih: Şub 13, 2010 | Reply

    kitabı okuyan biri olarak, yorumunuza aynı hissiyatla katılıyorum..herşeyin cismanileştiği batı dünyasında, içi boşaltılmış-cinsel modern zamanların aşk kavramına karşı, ilahi aşkın ve erdemin olduğu, anlamlı ve tutkulu iki gencin birbirine duyduğu aşkı anlatan bir roman…holywood’un dayatttığı aşk filmlerinden ve popüler kültürden tiksinen biri olarak, dar kapıyı herkese tavsiye etmeyi bir müslüman olarak görev addediyorum..

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin