RSS Feed for This Post

İran: İslamcı Devrim Laboratuarı

Yazar: Yusuf Tanrıverdi (SİVİL DÜŞÜNCE PLATFORMU)

İran’da seçim sonrası gerginliği devam ediyor. Yapılan tartışmalar iki eksen üzerinde toplanıyor. Gösteriler rejim karşıtı mı? Yoksa bir iç hesaplaşmama mı?

Görüntü gösterilerin rejime karşı bir isyan olmadığı yönünde netlik kazanıyor. Siyasi aktörlerin iktidar kavgasının yanında aslında sorunun temelinde daha derin nedenler yatıyor. Seçimlerde hile yapıldı iddiasıyla olayların başlamasını bardağı taşıran son damla olarak okumak yerinde olacaktır. 

İran halkı İmam Humeyni’nin önderliğinde Şahı devirip bir İslam devrimi gerçekleştirdi. Devrimin devlete dönüşmesi aslında çok sıkıntılı bir aşamadır. Baskı, şiddet, işkence, ekonomik yoksulsuzluk ihlallerinin tümüne karşı bir itiraz olan devrimin, özünde statükolaşmayı barındıran devlet aygıtına giydirilmesi devrim sonrası en zorlu sürecin başlangıcıdır. 

Devrim yapmış, bilinç düzeyi oldukça yüksek, politize olmuş, şaha ve bürokrasisine kafa tutmuş bir halkla devrimini ve taleplerini devlete devretmeniz öyle kolay bir süreç değildir. Kolay olmasa da devrim sonrası normal bir süreç yaşansaydı devrim ruhunun devlete giydirilmesi ve devletin devrimci ideallerle zapturapt altına alınması daha kolay olurdu. Devrim devlet gerilimi olağan şartlar içersinde yaşanarak yıkıcı olmayan bir muhalefet, taleplere karşı katı ve baskıcı olmayan bir iktidar ilişkisiyle sorunlar sağduyunun hâkim olduğu bir ortamda çözülmeye çalışılırdı. 

Devletler devrim yapmazlar. Devrimler devletlere karşı yapılır. Onun için devletler devrimi yaşatamazlar. Onu donuklaştırıp otorite altına alıp eritmeye çalışırlar. Devrimin devlete dönüşüp donuklaşması halktaki devrimci ideallerin devlet tarafından köreltilmesi sorununu Lenin’de tartışmış “sürekli devrim” formülasyonuyla aşa bileceğini sanmıştı. Ancak devleti mutlak oterite haline dönüştüren komünist devrimler yetmiş yıl içinde tahta külelerinin bir bir yıkılışını gördü. İngiliz, Fransız ve Amerika devrimleri ise hala ayaktalar. Bu devrimlerin kalıcılığı devletin halk tarafından denetlenebilir ve iktidarın seçimlerle barışçı yöntemle devredilebilmesinde yatar. 

İran’ olağan sürecini yaşatmayan iki nedenin altını çizmek gerekir. Birincisi devrim nerdeyse bütün dünyayı karşısına aldı. Amerika, batı devletleri ve İsrail’in amborgo ve tehditleriyle karşı karşıya kaldı. İkincisi; ABD’nin o dönem tetikçiliğini yapan Saddam Irak’ıyla savaşmak zorunda kaldı. Savaş tam sekiz yıl sürdü. 

Savaş ortamı olağanüstü bir durumdur. Devletler olağan dışı tedbir almak zorunda kalırlar. Sosyal planda pek çok şeyi de askıya alırlar. Halkın refahı için harcanması gereken paralar büyük miktarlarla silaha yatırılır. Demokrasi, insan hakları, özgürlükler askıya alınır. Bu alanda üretilmesi gereken düşünceler durağanlaşır, talepler ertelenir. Eski dönem bürokratik alışkanlıklar, usulsüzlükler, hırsızlıklar, gelir dağılımındaki adaletsizlikler üzerine gidip yeni olanı inşa fırsatınız sekteye uğrar. Sivil toplumun yerine, besic gibi militer toplum yapılanmaları ortaya çıkar. Öncelik vatanın düşman saldırısına karşı korunmasıdır. 

İran’da asıl sorun savaş döneminin olağanüstü şartlarına cevap için oluşturulan devlet toplum ilişkisi, yönetim anlayışı, bürokratik yapının kalıcılaşma sorunudur. Dış tehdit unsuru varlığının sürekliliği devleti daha bir militer söylem ve yapılanma içine iter. Halkın özgürlük taleplerinin verilmesi halinde dış güçlerin bunları kullanarak iç kargaşa çıkartabileceği endişesi dile getirilir. Korumacılık güvensizliği de beraberinde taşır. Bu nokta toplum içindeki daha özgürlükçü kanadın devletle karşı karşıya geldiği andır. 

Hantal ve buyurgan bürokrasi meşru muhalefet alanını alabildiğine daraltır. En küçük muhalefet gösterilerine bile abartılı güç kullanmaya başlayarak gerilimin tırmanmasana hizmet eder.  

Canlarını ortaya koyup adalet ve özgürlük için devrim yapmış halkın daha çok özgürlük, adalet, şeffaflık ve katılımcılık talebi devrimin devlet olmuş yüzü tarafından endişeyle ve kuşkuyla karşılanır. Ancak devrimin ruhu halkın yanındadır ve o halk asla “kral öldü, yaşasın yeni kral” demeyecektir. Halk tarafından yönetilen kralsız bir devlet talebi devrimci ruhun özüdür. 

Devrimin devletleşip statükosunu oluşturmuş yüzü için artık “devrimci ruh” yok edilmesi gereken bir düşmandır. Artık yeni bir dönem vardır. Statüko ve karşısında daha çok özgürlük, daha çok adalet, daha çok katılımcılık diyen düşman/muhalefet vardır. Demokrasiyle yönetilen toplumlarda muhalefet ne kadar meşru ve gerekli sayılırsa, totaliter rejimlerde muhalefet o kadar yıkıcı ve tehdit unsuru olarak görülür. İktidar muhalefeti şeytanlaştırmaya çalışır. Onun dış güçlerin uşağı olduğunu ve maksadının hiçte masumene talepler olmadığını, rejimin temellerini yıkmaya çalışan, kalbi ve ruhu düşmanlar tarafından ele geçirilmiş her türlü yolla bastırılması gereken bir düşman olarak nitelendirir.

 

Bir toplumda anlaşmazlık kargaşaya dönüşmüşse o toplumun düşmanları ya da rekabet içinde olduğu toplumlar tarafından kendi yararlarına kullanmaya çalışmaları olası bir durumdur. İktidarlarda bu durumu kendi lehlerine kullanarak muhalefete ve söylemlerine karşı üstünlük sağlamaya çalışırlar. İktidar seçkinleri arasındaki mücadelede kim daha çok özgürlük ve adalet istiyor tartışması üzerinden değil, kimin işbirlikçi olup olmadığı üzerinden yapılır. 

Batılı devletlerin İran’da muhalefete destek veren açıklamalar yapmaları aslında iktidarı güçlendirirken muhalefetin elini zayıflatmaktadır. Muhalefet işbirlikçilikle iktidar tarafından damgalanmaktır.  

İran devrimin başlangıcından beri takip edenler mollaların yüzde seksenin devrim karşıtı olduğunu iyi bilirler. Onlara göre devrime kalkışmak gayb imama ihanettir. İnanışlarına göre gayb imam; şartlar oluştuğunda yani zulüm artığında gelecek ve yeryüzünü adalet ve özgürlük adına fethedecektir. Humeyni’yi gayb imamın yerine oynamakla suçlamışlardı.  

Devrim sonrası bu kesim devlet içinde önemli yerlere geldiler ve önemli rantların sahibi oldular. Tutucu bakış açılarıyla da devletin daha bir katılaşmasına neden oldular. Sorun elbette bununla sınırla değil. Kuruluş aşamasında yapılan yanlışlıklar vardı. Velayet-i fakih ve rehberiyet kurumlarının iki başlılığı temsil ettiği yanında velayet-i fakih kumunun başlı başına bir sorun olduğu tartışması İran’ın hem molla sınıfı hem de aydınları tarafından tartışıldı ve tartışılmaktadır.  
 

Rahmetli Kelim Sıddıki İran’ın İslami Devlet talebi içinde olan Müslümanlar için iyi bir laboratuar olacağını yazmıştı. Laik rejimler altında pek çok baskı dayatma ve yok saymalar altında kalan (bu baskı ve dayatmalar Müslümanlar söz konusu olduğunda nerdeyse normalmiş gibi kabul edilir) Müslümanlar İslami bir devletle özgürce yaşayacakları genel kanaatinin yanında devlet tarafından daha iyi Müslüman şahsiyetler haline getirilecekleri inancıyla devlete Müslümanlaştırma misyonu verirler. İran’da başörtüsü takmanın anayasal zorunluluk haline getirilmesi bu görüşün tipik bir ifadesidir. Kadınlar için bir ibadet kategorisinde yer alan başörtüsünün anayasal zorunluluk halin getirilmesi devlet tarafından yürütülen Müslümanlaştırma operasyonudur. Soruna kaynaklık eden bir nedende bu kabuldür. 

Bu durum islam’ın temel değeri olan inanç özgürlüğüyle çelişmektedir. Dinde zorlama yoktur ilkesinin askıya alınmasıdır. Bireyin imtihanına yapılan devlet müdahalesidir. Batılın önünün açılmasıyla hakkın ortadan kalkacağına olan güvensizliktir. İslam’ın kendine iman eden bireylerin ve onların oluşturdukları nitelikli topluluklar eliyle değil de devlet otoritesiyle korunabileceğine ve yaşatılabileceğine inan totaliter; iman, teslimiyet ve insan faktörünü dışlayan bir yaklaşımdır. Devlete, inanları daha da Müslümanlaştırmak gibi bir yetki vermek vahiy-insan ilişkisini doğru anlamamaktır. Devlet hukuk uygular, kanunlar yapar ve uluslar arası anlaşmalar yapar. Ancak devlet kararıyla bir kişi hidayete eriştirilemez. İslami bir yönetimin görevi adalet ve özgürlük içersinde Müslümanların ve diğer inanç gruplarının özgürce yaşayabilecekleri kendilerini ifade edebilecekleri ortamı hazırlamak ve korumaktır. 

İslam toplumu insanların özgür iradeleriyle İslam oldukları ya da onu reddettikleri özgür ve dinamik bir toplumdur. İslam seçme hürriyetini mutlak teminat altına alır.  

İslami kesimin öteden beri tartıştığı temel sorunlardan biride devletin yönetim şeklidir. Bir kısım İslamcılar bir yönetim şekli olan demokrasiyi “dünya görüşü” şeklinde nitelendirmek gibi asılsız bir bakış açısıyla küfür olduğunu söylerler. O yüzden konuyu İslam-demokrasi başlığında altında ele alırlar. Hâlbuki bir din olan islamla bir yönetim şekli olan demokrasi karşılaştırması cehalettir. Demokrasi ancak İslami yönetim tarzıyla karşılaştırılabilir. Bu gün yeryüzünde var olan monarji, oligarşi ve demokratik yönetim tarzlarından hangisinin islami yönetim algısıyla örtüştüğü karşılaştırması yapılmalıdır. İslami yönetimde esas olan meşverettir. Meşveret bir model değil bir değerdir. Değere en uygun modeli tespit ya da inşa etmek önemlidir. Turabi, Gannuşi, Aliya İzzet Begoviç, Abbas Medani,  Fadlullah gibi çağdaş İslam düşünürleri meşvereti halkın şurası olarak görürler. İslami bir yönetim meşruiyetini meşveretten yani halkın rızasından alır. Meşverete dayanmayan bir yönetimse zaten İslami değildir. Yine bu düşünürler meşveretin karşılığının demokrasiye tekabül ettiğinin altını çizerler.  

İran’daki sorunun temelinde yatan unsurlardan biriside devlet toplum ilişkisine geleneksel molla sınıfının getirdiği yorumdur. Geleneksel molla sınıfı devlet üstündeki mutlak yetkinin ve nihai söz sahipliğinin kendilerinde olmasına inanmaktadırlar. Velayet-i fakih ve Anayasayı Koruyucular Kurulu devletin şeffaf, katılımcı, halk tarafından denetlenebilmesine imkan vermemektedir. İran’da düşünce özgürlüğü alanında da hiç küçümsenmemesi gereken baskılar vardır. Devrime öncülük etmiş Ali Şeraitinin eserlerinin de bir dönem yasaklandığını hatırlamakta fayda var. Halk bilgiyi sadece devlet TV’sinden alabiliyor. Gazete ve dergiler üzerinde sürekli sansür ve kapatma baskıları var. Bir karikatür ya da resim sergisi açmak için ahlaki olup olmadığı konusunda öncelikle izin almak zorundasınız. Hâlbuki asıl olan serbestlik olmalıdır.  

İslamcılar İran’ı duygusal bir tarafgirlik içinde değil de, bir laboratuar olarak görmeliler. Temel gözlem araçları ise adalet ve özgürlük olduğu takdirde yaşananlar bir tekerrürden ibaret olmaktan çıkartılır ve tecrübeye dönüştürülebilir. 

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:y.ö. Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    Yazınızı baştan son okudum ve şu tür sorular canlandı zihnimde:

    *İran laboratuarındaki deneyin sonuçlarından kendimize pay biçmemiz için bizde de molla sınıfının yada Şia sisteminin olması gerekmez mi?

    *İran’da halkın isyan etmesi sadece özgürlük arayışı mıdır, yoksa her türlü petrol ve doğal gaz zenginliğine rağmen, kuruş dış borcu olmayan bir ülkenin, devrim sonrası(1979 dan bu yana) bunca yılda bir arpa boyu gelişememiş olmasına mıdır?

    Bunca zenginliğin sadece savunma teknolojisine harcanıp, halkın yokluğa mahkum ediliyor olması, Rafsancani vb’nin hesapsız malvarlığına isyan ediyor olamazlar mı?

    *Bu laboratuar deneyi müslümanlar için bir nevi fiyasko ise, müslümanlar hep başka ideolojiler altında yaşamaya mahkum mu kalacaklardır? Liberal Demokrasi’den medet ummaya mahkum mudurlar?

    saygılar

  3. Yazan:y.ö. Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    ek:

    Mustafa Özcan İran’ın sadece bizim için değil, İsrail’li laikler için de laboratuar gibi gözlendiğini imâ etmiş:

    http://www.haber7.com/haber/20090628/Izmirde-ask-Tahranda-olum.php

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin