Mihi kanto et musis
By Suzan Nur Basarslan on Tem 3, 2009 in İnsan, vicdan
Klasikleşmiş bir, hadi bir olalım, yazısı yazmayacağım sizlere, her şeyi unutup birbirimizi hemen sevelim, sevilelim, kâm alalım dünyadan demeyeceğim, birbirimizi kırmayalım da demeyeceğim, yok, bunlar olmayacak söyleyeceklerim. Kimsenin acısını unutmasını isteyip bir şey olmamış gibi devam etmesini istemek yüzsüzlüğüne düşmeyeceğim çünkü. Acıyı yaşayana saygı göstermek gerektiğini öğrendiğimi düşünüyorum en azından, o acıyı yaşamanın bire bir mümkün olamayacağını bilerek.
“özü öze bağlayalım
sular gibi çağlayalım
bir yürüyüş eyleyelim
kula kulluk bitsin artık
bu keşmekeş bitsin artık”[1]
Pir Sultan’ın yolundan ilerleyeceğim önce, özü öze bağlamanın ne demek olabileceğini anlamaya çalışacağım. Özler ayrı da öz öze bağlanabilir demek ki, istenilince diğerinin özü, kendi özünle aynı hizaya getirilebilir, onunla denklik sağlanabilir, eşitlikte zorlansak da. Yürüyüş eylemek lazım bu noktada, diğerine doğru yürümek ve insanı insana köle ettiren anlayışı bir arada bitirmek mümkün demek ki, keşmekeşi bitirmek mümkün. Bunu ben yaptım kibrine girmeden, araya çıkarlar sokmadan, insan tarafımızla insana yönelerek…
Niçin’i başkalarına bırakarak, altında sebepler arayana:
“Gül niçin’sizdir, açar çünkü açar
Kendisini umursamaz, görülme arzusu yoktur” [2] diyerek ve hatta susarak, bunu anlamalarını ümit ederek, anlaşılamasan da eyleyenlerdenim ya, yolum birleşen ya, diyerek; gönül rahatlığında yürümeye devam ederek, bazen de gönül daraltarak.
Neden acılarla hem-dem’iz? Şarkının[3] sözleri anlatabilir mi bu sırrı? Belki de bilmek ve zamanı gelince görebilmek için acılarla yoğruluyoruz hayatta ve ben, her şeyi söyleyebilir miyim, her acıyı, her yarayı, adaletsizliğe her uğrayanı ve onun her duygusunu; yaşayan gibi, acı çekerek? Önemli olan her şeyi söyleyebilmek mi?
“Önemli olan her şeyi söyleyebilmek. Yazar olabilseydim, söylenmemiş şeyi söyleyebilmek isterdim. Bir kez olsun bana her şeyi söyleyebilir misin?”[4]der Necip Ka’ya Kar romanında. Oysa ben size her şeyi söyleyemem, her acıyı dillendiremem. Bir kişinin her şeyi söyleyebilmesi mümkün değildir de, şu da bir gerçektir ki, herkes kendi acısını söylemeye çalışır dili döndüğünce ama söyleyemeyenler de vardır, bir de bu acıları öteleyenler; kulaklarını kapayanlar diğer insanların acılarına, acıları yinelenenlere… başkalarının acılarına kendince açıklamalar bularak başkalarına hak görenlerdir bunlar. Oysa gerçekler saklanamaz, ancak ertelenir.
“…bilgi de hava gibi, su gibi, güneş gibi tüm insanlığındır. Onu insanlardan esirgemeye kimsenin gücü yetmez. Yasaklar gerçeği yok edemez, yalnızca erteler. Kaldı ki gerçek, kendisine ihanet edenlerden öcünü bir gün mutlaka alır.”[5]
Ertelenen gerçeklerin zamanındayız, acıların sır olmaktan çıktığı ama birçoğunun hala sır olarak bırakılmak zorunda bırakıldığı zamanlardayız. Ertelenen acının şiddeti de ertelendiği zamanla paralel olarak o şiddetle artarak büyüyor, acıları büyütüyoruz çünkü onları yaşayamıyoruz, yaşatmıyoruz, adaletin tecelli etmediğini görüyoruz, adaleti tecelli ettirmiyoruz. Ve ne zaman birileri acılarından bahsetse birilerinde bu acıları etiketleme telaşı hiç eksik olmuyor:
“Zaten açıklama gayretlerimiz yüzünden birçok şeyi eksik, güdük, yanlış adlandırmadık mı? Açıklama telaşımız birçok şeyi eksiltmedi mi? Kendi haline bırakmamız gereken birçok şeyi.”[6] Neden acele ediyoruz, neden dinlemeyi değil de suçlamayı seçiyoruz, neden sadece kendimize karşı bu kadar verici de başkalarına karşı duygusuz, anlayışsız, kibirliyiz? Acılar yaşanacak ki, insan “gönlünün eski alevlerine, karlı dağdan volkan seyreden serin bir gönülle”[7] bakabilsin. Oysa birileri hata yapıyor ve birileri de o hataların peşinden gidiyor. Jeanne d’Arc filmindeki diyalogdaki gibi:
“Sen bir hatanın peşinden gidiyorsun ve gölgen takip ediyor ayak izlerini.”[8] Konuşmalıyız, konuşmalı ve anlatmalıyız bize dair anlatılmamış ne varsa bilmeyenlere, konuşmalıyız ki, “konuşamadığımız yerde susmak zorunda”[9] kalmayalım. Öze özü katmak için yeni acıları beklememeli artık, ben yaşadım başkaları da yaşasın biraz’ı yenmeli artık.
Her şey yoluna mı girecek çabalarsak, girmeyecek, kimse gerçekleştiremeyeceği sözler vermemeli, gerçekleştirilemeyen bir söz, kişiyi kendisi olmaktan çıkartır çünkü. Verebileceğimiz sözlerle başlamalı öyleyse, en azından birbirimizi dinlemekle başlamalı özleri denk tutabilme yolculuğuna, anlatılanları dinlemekle başlamalı.
“Gizli kötülüğün, ikiyüzlü güç kılığında, çaresizleri ezdiğini görmemiş miydim?
Güçlülerin çığlıkları, adaletin susturulmuş sesini ağlamaya dönüştürmemiş miydi; duymamış mıydım hıçkırıkları?
Gözü pek gençlerin canlarını acılar içinde sert kayalara vurarak parçaladıklarını, bütün bunları görmemiş miydim?
Sesim kısıldı bugün, şarkılarım dilsiz, karanlık, bir düşe kapatılmış dünyam, soruyorum sana Tanrım, gözyaşları içinde:
Havana ağu katanları, ışığını söndürenleri, onları bağışladın mı, hiç sevdin mi onları?”[10] diyen şairin isyanı gibidir acıyı yaşayanın isyanı. Acı, gelmiş ve kemiğimize, iliğinize dek dayanmıştır, acımız başkaları tarafından kullanılmış ama acıyı yaşayanlar bir türlü anlaşılamamıştır, hep yargılanmıştır, ötelenmiştir, gazetelerin sayfalarına haber olmuştur. Acılar kullanılmıştır, acınız üzerinden birilerine saldırılmış, acılarınızın kaynağı olarak -acıyı kullananlar- size bir hedef göstermiştir, acınızın sebebini sizden iyi bilebilirlermiş gibi. Çaresiz ezilmiş mi, bakınız üçüncü sayfa haberidir, çaresiz ölmüş mü, bakınız küçük puntolarla bir yerlere sıkıştırılmıştır, çaresiz çaresizliğiyle baş başa mı bırakılmış, bakınız acının üzerinden ne yazılar yazılmıştır onu sadece birini diğerine kırdırtmak isteyenler tarafından… Acılar bu kadar değersiz mi ki televizyonlarda zaplanan bir programa hapsolsun? Çığlıklar bu kadar sessiz mi ki, çığlığınız “az sonra” başlığıyla insanlara duyurulsun? Acınız bu kadar seviyesiz mi ki, objeleştirilerek ve içi boşaltılarak insanların birbirine silah olarak doğrulttukları bir forma dönüştürülsün?
“Ömür tekrarlanmaz oğul. Ömür tekrarlanmaz.”[11] Evet, tekrarlanmaz. Yaşayacak tek ömrümüz var, çünkü. “İşte geldi, işte gidiyor…bir an görünüp, sönen hayat… Bir gölge oyunu.”[12] Ve bu gölge oyununun bir an’ına denk gelen bizlerin hataları, acıları, tahammülsüzlükleri, kayıpları, nefretleri, kibri, hoşgörüsüzlüğü, yürek daraltan cinayetleri…
Her vakit birilerinin acı çektiği toprakların insanıyız, kimi suçlu, kimi suçsuzuz, kimi güçlü, kimi güçsüzüz, kimi acılı kimi mutluyuz… ve bir yerlerde hala acı çekiyor birilerimiz, bu yüzden, sadece bu yüzden; sebepleri kendi sebeplerimizle açıklama gayretine girmeden sadece… bir’leşmeye çalışsak… mümkün mü…sadece denesek, dinlesek, anlamaya çalışsak…
Ve belki de ben, sadece kendim için, kendim için şarkı söylüyorum:
Mihi canto et musis[13]…
Mihi canto et musis…
Mihi canto et musis…
Herkes kendi şarkısını söylüyor…
[1] pir sultan abdal
[2] Angelus Silesius, Niçin’siz (Ohne Warum)
Die Rose ist ohne Warum.
Sie blühet, weil sie blühet.
Sie achtet nicht ihrer selbst,
fragt nicht, ob man sie siehet.
[3] “Neden yâr neden
Bilinmez acı çekmeden
Neden can neden
Görülmez günü gelmeden?”
[4] Orhan Pamuk, Kar.
[5] Murathan Mungan, Cenk Hikayeleri.
[6] Murathan Mungan, Kaf Dağının Önü.
[7] Halide Edip Adıvar, Sinekli Bakkal.
[8] Jeanne d’Arc filmi
[9] Parmenides
[10] Tagore, 101 Şiir.
[11] Murathan Mungan, Cenk Hikayeleri.
[12] Halide Edip Adıvar, Sinekli Bakkal.
[13] Kendim için şarkı söylüyorum.
6 Yorum
Yazan:cb Tarih: Tem 3, 2009 | Reply
Sevgili Suzan,
günlerdir okuduğum siyasi yazıların üstüne öyle naif öyle dinlendirici geldi ki,teşekkür ederim,emeğine sağlık…
Yazan:suzannur Tarih: Tem 4, 2009 | Reply
Estağfirullah, ben teşekkür ederim, tereddüt ettiğim ve uzundur beklettiğim bir yazıydı.
muhabbetle
Yazan:özlem Tarih: Tem 4, 2009 | Reply
Ben de yazıyı çok çok beğendim. Hani Asr suresinde hüsrana uğramayanların özellikleri arasında birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler der ya. Sanki edebi bir dille bilgece insanoğluna iyiliği hakkı tavsiye eden bir yazı olmuş. Eline gönlüne sağlık arkadaşım.
Yazan:suzannur Tarih: Tem 4, 2009 | Reply
teşekkür ederim özlem hnaım, sevgiyle kalın.
Yazan:eg Tarih: Tem 4, 2009 | Reply
yazı da çok güzel ama bu dizeler…muhteşem. çok teşekkürler…
Yazan:suzannur Tarih: Tem 4, 2009 | Reply
Ben teşekkür ederim, Tagore’la ilk Meriç okurken tanışmıştım ve şiir kitabını alıp okumuştum. Çok güzel ifadelere sahip.