Kurban sunağında bir kral
By Özlem Yağız on Tem 10, 2009 in Basın günlüğü, İnsan, Modernleşme, Toplum
Onu “zenci” kategorisine yerleştiren çizgilerinden kurtulmaya çalışıyordu.
O kadar istedi ki beyaz olmayı, beyazımsı ten hastalıkla geldi; ten rengindeki değişmeyle ilgili resmî açıklama bu. Bir beyaz çocuğunki gibi akça pakça bir ten, o tutkuyla istedikçe uzağına kaçtı. Çizgileriyle oynamayı sürdürdü. İstediği yamalı bir beyaz değildi.
Sinir uçları olabildiğince açık küçük Michael sokaklarda oynarken duyduğu bir sözle o uçurumun işaret ettiği farkı algıladı belki de: Onlar beyaz, sense siyahsın! Beyaz tenli çocuklarla aynı noktadan başlamadın hayata!
Yeteri kadar beyaz olunamazdı, akça pakça görünümlü bir ten içinde bile, imajın her şey olduğu çağda… Kraldı, seviliyordu, insanlar uğruna ölebilirdi, yine de yetmezdi. Siyah çizgilerine takılıp kalmayan bir sevgilinin arayışı hiç bitmiyordu ve beyazlaşma işlemi de bir türlü tamamlanmıyordu… Doğal olandan sapmada aldığı hız, benliğinde kökleşmiş siyah-beyaz uçurumu kadar baş döndürücüydü. Bunun ayırdındaydı, Earth Song‘u söyledi bu yüzden. Fiziğinde estetik ameliyatlarla sürdürdüğü bozulmayı geri döndürmeyi dilediğini düşündürüyor bu şarkısı.
Şimdi şaşkınlıkla soruyoruz belki, eski kliplerindeki simasına bakarak: Ne hoş, kendine özgü bir yüzü var, niçin değişmeye çalıştı?
O genç adamın içindeki çocuk yaralarını görmedik; şarkılarına rağmen.
En otobiyografik olduğunu söylediği şarkısında soruyordu: Çocukluğumu gördünüz mü?
Siyah güzeldir, diye haykırıyorlardı zenci aktivistler çoktandır, yine de inandıramadılar onu. Çoktan karar vermişti teni konusunda, öyle ki pigmentleri bile katılmıştı bu kararına. Hayatı beyaz çocuk teninin bakışlarıyla yaşamak istiyordu. Bunun için de çocuklara açtı masalsı evini ve sapkınlıkla suçlandı.
Garip, ayrıksı biri olduğunu düşünen insanlara karşı kendini şarkılarıyla savundu: “Hiç tanımadığım bir çocukluğun peşinden koşmak benim kaderim.”
Kendisinin bile tanımadığını söylediği çocukluğunu yabancılar ne kadar farkedecek?
Yanlış bedende olma hissiyle acılaşan ergenlik günlerinin hatıralarından kurtulmak için bir mucize gerekirdi ya da sayısız sihirli reçete. Çocuk Michael’ın benliğinde yer eden beyaz çocuğa benzemeye doğru attığı her adım, tükenişine götürüyordu onu.
Yetenekli Michael her türlü üstün sıfatla taçlandırabilirdi kimliğini bu imaj çağında, ama asla “beyaz” diye nitelendirilemezdi.
Lekeli beyazlık da zaten yetmedi, yetmezdi. Kondurulmuş bir ad vardı ve bir tarih; bir tahakkümün tarihi. 19. yüzyılın başlarında antropolog Prichard zenci kafatasları üzerinde yaptığı kronolojik ölçümleri öne sürerek, kara insanların beyinlerinin beyazlarınkine göre daha az geliştiğini iddia etmişti. İngiliz gezgin Richard Burton Afrika yerlilerini beyaz ırkta evrimleşmiş bulunan özelliklere sahip olmayan “hayvani” yaratıklar olarak nitelendirmişti. “Siyah yüzü beyaza döndüremiyorsak, onu iptal etmektir genel eğilim”, diye yazdı, Amerikalı siyahi yazar James Baldwin. Esmerleri hayalperest, karamsar, mistik, içe kapanık tipler olarak gösterirken, sarışınları hayat dolu, girişimci, neşeli kişilikler olarak tasvir eden sayısız Batılı metin vardır. Thomas Mann metinlerinde Avrupa merkezli bir kültürel duruşla birlikte mavi gözlü sarışın teması aynı zamanda sorumluluk alan saygınlığı, toplumsal bağlılığı ve değerliliği simgelerken, esmerlik bunun karşıtı bir konuma yerleşir.
Modern zamanlarda bedenle ilgili, ruhu ve maneviyatı öncelerken bir tür fiziksel çileciliği de teşvik ettiği düşünülen geleneksel görüş ve denetim tarzları eleştirilirken, modern denetim tarzları ve beden kurguları da hem ruha hem bedene eziyet eden bir tür çileciliğe yol açmakta.
Tüketici toplum, ileri sürülen örnek modeller karşısında oluşan kendinden memnuniyetsizliğe çözüm olarak Susan Willis’in tespit ettiği şu sloganı öne sürer: Kendine yeni bir sen al!
Bu faustvari alışverişin sonuçlarından biri, kendi yüzünü yitirmek; Michael’ın yaşadığı gibi.
Oysa, postmodern dönemlerde her şey başka türlü olabilecek gibi görünüyordu. Farklılık güzelleştirecek, kendinde olana sadakat alkışlanacak, siyah olanın güzelliğinin hakkı verilecekti. Zenciler sahnede, stadyumda, koşu pistinde hatta başkanlık sarayında görüleceklerdi. Siyahi olan yine de kolay kolay hayatının bir döneminde içinde açılan o yarayı iyileştirmeyi başaramayacaktı.
Yanlış olan, yaratılışta mı? Michael yetişkin yanıyla böyle düşünmüyor, yaşadığı deneyimin sağladığı bir duyuşla da, tabiattaki bozulmaya hayıflandığı şarkılar söylemeye devam ediyordu.
Varlığını saflaştırmak, bütünlemek için dışını olduğu gibi içini de kazıdı. Bu kazıma işleminin oyunsu yanına o denli yoğunlaşmıştı ki asla tamamen erginleşemedi, bundan uzak durdu. Hızlı kırılmaları, başkalaşma arzularını yansıtan dansı, bedenine hâkim olma çabasıydı da… Uzlaşamadığı bedenini bir masal kahramanına benzetmeye devam etti. Neşterlerin asitlerin söz geçiremediği tenine masalsı kılıflar uydurdu.
İçindeki yaralı bereli siyah çocuğa sınıf atlatamadı, malikânelerde yaşadığı halde.
O, pop müziğinin kralı, aynı zamanda pop endüstrisinin kurbanı.
İnsanoğlunun en ilkel güdülerinden kan alarak can bulan pop endüstrisi, kralı kurban sunağına göndermeyi de bilirdi.
6 Yorum
Yazan:TSD Tarih: Tem 10, 2009 | Reply
Cihan hanım gibi birisinden hiç beklemezdim böyle bir yazı. Bu ne keskin ön yargı, bu ne kalp okuma yeteneği, ve bu ne genelleme savruluşu? Ne demek “O kadar istedi ki beyaz olmayı, beyazımsı ten hastalıkla geldi;”… Ne demek “Çoktan karar vermişti teni konusunda, öyle ki pigmentleri bile katılmıştı bu kararına”
Şimdi ben de -mesela tersi anlamında- çoktan karar versem iyi olmaya acep arızalı kalp kapakçığım da eskisi gibi sağlam hale gelebilir mi?
Bu çok çirkin, çok ayıp, hiç yakışmayan bir tavır olmuş bence. Jackson’un olgunluğunun getirdiği ketumluğu bu söylentilerin ayyuka çıkmasına neden oldu ama gerçek hiç de öyle değildi ki? Aktaş bunu tam da eleştirdiği popüler kültürün, yığınların ağzına verdiği sakıza dayanak yaparak söylemesi çok ironik olmuş, çok.
MJ hastaydı. Hem Vitiligo hem de Lupus hastasıydı. “Neden beyazlıyorsunuz?” sorusuna “onu bana değil Tanrı’ya sorun, benim kontrolümde değil” demişti.
Bilmeden söylentiler üzerinden güya popüler kültür merkezli eleştiri yapmaya çalışmak hiç olmamış, hiç yakışmamış.
MJ’in ölümü üzerine düşüncelerimi ve hastalığını şurada yazmıştım:
http://blog.dusunceler.org/2009/07/08/michael-jackson/
Yazan:özlem Tarih: Tem 10, 2009 | Reply
Suat Bey, ben orada Cihan hanım’ın hastalıktan kastının başka olduğunu düşünüyorum. Çünkü benim de bu konuda zamanında basından okuduğum MJ nin tenini beyazlatmak için aldığı ilaçlar sebebi ile bir tür hastalığa yakalandığı idi. Ama hiç de bu haberin peşine düşmedim doğru mudur yanlış mıdır diye. Yani Cihan Hanım bu tür bir hastalığa ruhsal özenti içerisinde olduğu için yakalacağını ima etmemiştir. Zaten kendisini iyi tanırım böyle bir şeyi söylemeyecek kadar vicdanlı ve ahlaklı
bir insandır. Olsa olsa bu hasatlığa yakalanması ile ilgili bilgisi benim gibi yanlış olabilir. Üstelik bir insan kendisine sorulan soruya karşılık net bir cevap vermiyorsa hangi kaynaktan olayın doğrusunu öğrenebilirdi ki.
Eğer kendisine bir mail atarak bu eleştirinizi bildirirseniz eminim düzeltecektir.
Yazan:eg Tarih: Tem 10, 2009 | Reply
suat hocam, valla ben de tenini beyazlatmak istediğini düşünüyordum hep. sanırım çok günahını almışım adamın. iyi oldu bu yorumun, zira yakın zamanda bu konuda (ronaldo transferinin de durumunu ekleyerek) bir yazı yazacaktım. iyi oldu konunun aslını bilmem. çok teşekkürler.
Yazan:TSD Tarih: Tem 10, 2009 | Reply
Özlem Hanım,
Cihan hanımın neyi kasdettiği bana göre açık, öyle olmasaydı beyazlamak için ilaç aldığı ve bunun neticesinde hasta olduğunu daha açık belirtirdi diye düşünüyorum. Oysa o “ten rengindeki değişmeyle ilgili resmî açıklama…” diyerek hastalık meselesine bile şüpheli yaklaşmış gibi sanki. Kendisine bu yorumumdan önce mail atmıştım zaten. Cihan hanımın ahlaklı ve vicdanlı olduğunu çok iyi biliyorum, çok şaşırmamın sebebi de o ya zaten.. İnşallah yanılıyorumdur.
Bildiğim kadarı ile MJ’ye Vitiligo teşhisi 1981 yılında kondu. Yani o zaman 23 yaşındaydı ve kendisi gerçek anlamda MJ yapan Thriller henüz yayımlanmamıştı bile. Yani bir pop star olarak bazı utanç duygularından hareketle ilaçlar vasıtası ile beyazlamaya çalışırken hastalanması gibi bir senaryo kronolojiye uymuyor. Kaldı ki bu, kronolojik olarak uygun olsa bile kişinin kendi beyanına veya aksi yönde bir beyanı olsa da sağlam kanıtlara dayanmalı değil mi?
İroniye bakın ki, MJ bu hastalığa ilk yakalandığında, beyaz lekelerin oluştuğu bölgeleri koyu renk makyajla kapatmaya çalışmıştı! Sonrasında beyaz kısımlar çoğalıp kahve kısımlar azınlıkta kalınca bu kez açık makyaj yapmaya başladı. Belki burada MJ’nin hatası olarak görülebilecek olan şey, ilk zamanlar hastalığını gizlemesi ve makyajla kapatmaya çalışması olabilir. Keşke hepimizin hataları bu kadar masum, bu kadar ‘kendimize ait’, bu kadar ‘kendimize zararlı’ olsa.
Bazı şarkılarını çok beğensem de öyle MJ hayranı falan değilim, reflekstif bir tavır değil yani benimki. (Meşhur İstanbul konseri sırasında İstanbuldaydım, arkadaşım bilet de almış, davet etmişti ama başka işler girdi araya onlar daha önemli geldi gitmedim mesela:) Bir başka, hatta hiç sevmediğim birisi için bile böyle şeyler söylense tepki gösterirdim, mesele bu benim açımdan.
Enver Hocam,
Est, öteden beri yaygın olarak işleniyor bu tür şeyler ve yanılgıya çok açık olabiliyor bu yüzden. Popüler kültürün en büyük kurbanları kendi ürettiği idolleri aslında.
Sevgiler.
Yazan:y.ö. Tarih: Tem 10, 2009 | Reply
Vitiligosu şuradan izlenebilir:
http://www.wat.tv/video/michael-jackson-vitiligo-pictures-u0ak_tp3v_.html
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 11, 2009 | Reply
Michael Jackson baba adamdı. O ay yürüyüşü fenomeni neydi be abicim, çoluk çocuk, sokakta, diskoda ay yürüyüşü taklidi yapardık. Librarian girl en sevdiğim şarkısıydı, ne aşkların romantizmini yaşatmıştı o şarkı…
Beyazlamak için alete giriyor filan dediler müfteriler. Adam belli ki vitiligo tedavisi için solarium’a giriyordu.
Yalnız zencilerin beyazlara benzeme kompleksleri varmış eskiden. Malcolm X anılarında anlatır, kıvırcık saçlarını düzeltmek için ilaçlar sürmelerini, tenine krem sürmelerini. Şimdi iş tersine döndü. Adamlar sporda, müzikte alıp yürüdüler. Amerika’yı zenciler Amerika yaptı. Başkan da oldular, bakalım sırada ne var.