İdil Biret, Osmanlı Sarayı ve Batı Sanatı
By Konuk Yazar on Tem 14, 2009 in BBP, MHP, Militarizm, Milliyetçilik, Osmanlı, Sanat, Toplum, Türk faşizmi, Ulus-Devlet
Geçen günlerde bir arkadaşımla beraber sabahtan taşı toprağı tarih olan Tarihi Yarımada’ya gittik. Osman Hamdi Bey Yokuşu’nu tırmanıp, Arkeoloji Müzesi’nden geçip, Topkapı Sarayı’na vardık. Bütün gün tabana kuvvet gezdikten sonra, Sultanahmet’e açılan kapı ve Topkapı Sarayı arasında, Aya İrini’nin de olduğu avluda çimlere uzanmışken, üzerlerinde, yiyecekler ve içecekler olan standları farkettik. Şarap standı da açılmıştı. Sonra açıkhavada sandalyeleri dizmeye başladılar. Merak edip ne olduğunu sorduk, akşam konser olacağı cevabını verdiler. Hummalı bir çalışmaya girişilmişti, kimi piyanoyu kontrol ediyor, kimi düzenlemeleri yapıyor, kimi de yemekleri yerleştiriyordu. Üzerinde Kaşıkçı Elması’ndan oluşturulmuş nota tasarımı olan İdil Biret Konseri afişleri asılmıştı. Ertesi gün gazetede konser alanında arbede çıktığını okudum. Klasik müzik alerjisine içki alerjisi de eklenince festival alanı açık hedef haline gelmişti. Alperenler, “elinde şarap şisesiyle kutsal alanda dolaşanlar”a karşı protesto eylemini sürdürürken, Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da Biret, arka kapılardan çıkarılıyordu.
Bir önceki gün Vakit Gazetesi’ndeki “Mukaddes Avluda Şarap Küstahlığı” başlıklı haberi Ertuğrul Günay’a göre “ilkel”bir saldırıya neden olmuştu. Padişahların da sarayda şarap içtiği ve konser yapılan alanın kutsal alan falan olmadığı (Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetlerden epey uzak dış avlusu olduğu) gerçeğini bir kenara bırakarsak, diğer bir eğilim de Osmanlı’yı, klasik müzik de dahil olmak üzere Batı Sanatından ayrıştırırak değerlendirmede ortaya çıkıyor.
Topkapı Sarayı içinde gezerken en ilgimi çeken kısımlardan biri Padişah Portrelerinin olduğu oda olmuştur. Fatih’in Rönesans devrinin usta isimlerinden Gentile Bellini’ye yaptırdığı portresi, dönemi için enterasan bir belgedir. Nihayetinde Fatih’in devraldığı, Doğu Roma İmparatorluğu idi ve Fatih’te kendini bir Roma imparatoruyla eş muzafferlikte görüyordu. Daha sonraları saray ressamlığı geleneğinin gelişmesi ile, yurtdışından gelen pek çok sanatçı Osmanlı saraylarında görev yaptı. Bu yabancı sanatçılar, padişah portlerinden, “Fatih’in İstanbul’a Girişi” gibi tarihsel temalara kadar bir çok eser bıraktılar. Hatta Osman Hamdi Bey’in de hocası olan Gerome’un Sultan Abdülaziz için yaptığı resmin konusu ilginçtir:”Alcibide’yi Aspasie’nin evinde aramaya gelen Sokrat”. Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılması ve saray harcamalarında Meşrutiyet sonrası kısıntıya gidilmesi ile yerli sanatçılar etkinlik kazandı ve saray bu genç ressamların çalışmalarını satın alarak, destekledi.
18.yüzyılda Fransız ve Osmanlı saray çevreleri arasındaki diplomatik yakınlaşma ve bunun her iki ülkenin sanat yaşantında doğurduğu sonuçlar, iki ülke arasında kültürel açıdan görece bir parallelliğin kurulmasına olanak vermektedir. Gerçekten de 18.yüzyıl, Osmanlı sanatında ilk kez dünyevi zevklerin ve mutluluğun sanata yansıdığı, dinsel sanattan çok dindışı sanatın egemen olduğu bir dönemdir. Neoklasik tarzda inşa edilen askeri yapıların dışında, 18.yüzyıl İstanbul’una Barok ve Rokoko üslupları egemen olmuştur. III.Ahmet Çeşmesi bile Avrupai üslupların ne derece geçerli olduğunun göstergesidir.
Topkapı Sarayı içindeki son dönem yapıları ve süslemelerine bakarsanız, yoğun bir Avrupalılaşma etkisi görürsünüz. Ama bu, padişahların gene de Topkapı Sarayı’nı eski ve köhne görüp, yeni saraylar inşa ettirmekten alıkoyamadı. Ahşap sahil sarayları yerine, olabildiğince batılı görünen Dolmabahçe Sarayı gibi yeni saraylar yaptırıldı. 19.yüzyılda II.Mahmud döneminde, babası ile birlikte İstanbul’a gelen Miss Pardoe, Dolmabahçe Sarayı’nı beğenmemiş, kaba olduğunu belirterek eleştirmiştir. Pardoe’nin Boğaz’da gördüğü en güzel yapı, beyaz ve sarı süslemeleri ile bir peri masalından çıkmış gibi görünen Beylerbeyi’ndeki eski ahşap sahil sarayıydı. Bu yeni sarayların iç mekanlarında dönemin oryantalist sanatından etkilenmiş Avrupalı sarayların süslemeleri örnek alındı, eşyalar Fransa’dan, İngiltere’den getirildi. Neyin Doğulu, neyin Batılı olduğu ise bu dönemde karmaşık bir hal almıştı. Öyle ki, sarayında Osmanlı havası estirmek isteyen bir Alman prensi, Thomas Allom gibi gravür sanatçılarının İstanbul’da yaptığı iç mekan çizimlerini örnek alırken, bu mekanların Batılı tarzda yapıldığını gözden kaçırıyordu.
Topkapı Sarayı’nda klasik müzik konseri basıladursun, Yıldız Sarayı içindeki konser salonu, Abdülhamid ve ailesini nice konserde ağırladı. Samuel Cox, “A Diplomat in Turkey”(1887) ismiyle basıma verdiği anılarda, “Yıldız Sarayı’nda verilen ziyafetlerde şarap içilirken yan odada Sultan’ın orkestrası”nın çaldığından bahseder. Nitekim Ertuğrul Günay’da Topkapı protestosunu eleştirirken, Yıldız Sarayı içindeki operalara ve Abdülhamid’in opera sevgisine değinmiş, protestocuları “Osmanlı’yı bilmemek”le suçlamıştır.
Aynı zamanda ressam olan Sultan Abdülmecid’in, saraydaki değişimler hakkında belge niteliğindeki eserlerinden ikisi “Haremde Goethe” ve “Haremde Beethoven” isimli tablolardır. Bu resimler, Halife’nin Bağlarbaşı’ndaki köşkünde yapılmıştır. Şair Nigar Hanım bu köşke sık sık gitmektedir ve 8.11.1917 tarihli güncesine şöyle yazmıştır:
“Her gece, prensin kıymetli tabloları arasında piyano, çift keman, çifte alto, iki viyolenselden ibaret musiki heyetini dinleyerek-ki sanaatkarlar, Prens ve Refikası ve nöbetle altı kalfadan müteşekkildir-ruhani bir coşkunluk içinde vakit geçirdim”.
“Harem’de Beethoven” adlı tabloda da buna çok benzer bir ortam canlandırılmıştır. Abdülmecid, en sevdiği besteci olan Beethoven’ın bir eserini dinlemektedir. Kemanı çalan kişi, ilk eşi olan Şehsuvar Kadınefendi, piyano çalan asıl adı Ofelya olan Hatça Kadın, resmin solunda ayakta duran iki genç kadından öndeki Abdülmecid’in diğer eşi, Mehisti Kadınefendi’dir. Bu tablo, resmin içinde yer alan Batı kültürüne özgü heykel, büst ve manzara resmi ve Batı müziği enstrümanlarının varlığı ile saraylıların yaşam, beğeni ve tercihlerini ortaya koyan önemli bir belgedir.
Topkapı Sarayı Avlusunun Katmanları
Atina’da hergün onlarca turistin ziyaret ettiği Akropol’ün, İstanbul’daki karşılığı Sarayburnu’nun ucundaki Akropol alanıdır. İstanbul henüz Konstantinopolis değil Byzantion iken, burası Hristiyanlık öncesi pagan tanrıların tapınaklarının olduğu en kutsal alandı. Bugün Gülhane Parkı olarak kullanılan alan, imparatorluk bahçeleri içinde kalıyordu. Parkın içinde Gotlar Sütunu da dahil olmak üzere bir çok antik dönemden kalma eser görebilirsiniz. Kademe kademe yükselen bu alanın, Arkeoloji Müzesi ve Topkapı Sarayı’da dahil olmak üzere ilk katmanını pagan dönemler oluşturur. Üstüne Roma katmanları eklenir. Topkapı Sarayı’nın altı silme Bizans kalıntıları ile doludur.
Bu kalıntılar sadece toprağın altında da değildir üstelik. Osmanlı’nın Klasik Dönem Mimarisi, Bizans geçmişinden, özellikle de Ayasofya’dan çok etkilenmiştir. (Hristiyan dönem mimarisi ise elbette pagan dönemden etkilenmiştir. Hatta Ayasofya’nın yapımında pagan tapınaklardan devşirme malzemeler kullanıldığı söylenir.) Özellikle yarım kubbelerin düzenlenişi, Osmanlı mimarlarına esin kaynağı olmuştur. Avrupalı gezginler için, Moresk mimarisi ve süslemeleri, Roma dönemi haşmetini muhafaza eden ama bir o kadar da mütavazi görünen klasik Osmanlı Mimarisi’nden daha çekiciydi. Osmanlı son dönemlerinde Oryantalist üsluplara kayarken rotasını Avrupalı doğu beğenisine çevirecektir. Bunun anlamı, Batılı oryantalist gözlerin görmek istediği ama kendine ait olmayan (Orient-Express’in son durağı olan Sirkeci Garı gibi) bir Doğu imgesi geliştirecektir.
Topkapı Sarayı’nın balkonlarından biri, tarzların ve kültürlerinin birleşmesinin en güzel örneğidir. Tepede İslam sanatının örneklerinden olan mukarnaslar altında yükselen İyon başlıklı sütunlar arasından Boğaz’a bakarsınız. Bu eklektip üslupta, Doğu ve Batı çoktan birbirine karışmış ve birbirinin üstünde yükselmiştir.
Bahsedilen “Mukaddes avlu” ve çevresi, böyle bir kültürel içiçe geçme sürecinde varlığını kazanmıştır. Fatih’in mirasçısı olduğu söyleyen kesimlerin, bunu içine sindirememesi, Osmanlı hoşgörüsünden ne kadar uzak oldukları gerçeğinde belli oluyor.
Kaynakça
-Oryantalistlerin İstanbul’u, Semra Germener, Zeynep İnankur
-İstanbul’un Tarihsel Topografyası, Müller-Wiener
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?
İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.
“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.
Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu
Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.
24 Yorum
Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Çok güzel bir yazı. Bu yazıyı yayınladığı için Mehmet Yılmaz’a teşekkür ederim.
Ben Alperenlere şunu hatırlatmak isterim. Müslümanlıkta “Kutsal Emanet” yoktur. İnsan yapımı bir nesne kime ait olursa olsun Kutsal olamaz. Buna inanlar Putperestir.
Yazan:Mustafa Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Ilkellik ve ilkeller
yaziyi dikkatle okudum ve hayretler icinde bir müddet kaldim düsündüm ve düsündüm…
Nokta nokta temas edelim:
1.sarab ve kutsallik
“Alperenler” kutsal alanda sarab icilmesini protesto ediyor. Tabi soran yoktur : “ya kardesim nasil ve nicin orsai veya burasi kutsal oluyor izah etsene.” Hayir “ilkel” ile konusulmaz (!). Ilginc olan Topkapi sarayin kutsal olmadigini fetvasinida verenler var: “…ve konser yapılan alanın kutsal alan falan olmadığı (Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetlerden epey uzak dış avlusu olduğu) gerçeğini bir kenara bırakarsak,…” Herhalde kutsal emanetlerin oldugu yer kutsal oluyor bu anlayisa göre. Belki mukaddes emanetler odasi ve nereye kadar diyelim ? 5 metre etrafi? Sormak lazim (!)
Sonra nicinse ne hikmetse Osmanlinin son dönemi “batililasma” söz konusu oldugu ifade ediliyor ve misaller öne sürülüyor.
Herhalde su denilmek isteniliyor: Osmanli kendiliginden batililasti. Padisah bile icki icmis. Kutsal mutsal birsey yok. Sende kim oluyorsun? Seni ilkel seni. Benim gözümde söz hakki olmayan afrika yerlisi gibi ilkel birseysin. Kutsalmi degilmi ben söylerim.
2.Herhalde kutsallik olmadigina “isbat” icin son dönem osmanlinin “batililasma”sini öne sürmek gerekiyor.
3.”Osmanlı sanatında ilk kez dünyevi zevklerin ve mutluluğun sanata yansıdığı, dinsel sanattan çok dindışı sanatın egemen olduğu bir dönemdir.”
“Din disi sanat” ve “dinsel sanat”…zevkler ve mutluluk dine zitdir degilmi ? Hiristiyanlik ile Islam olsa olsa ayni seydir dimi?
Kusura bakilmasin ama ilkellik diyarinda geziyoruz belki bir gün topyekun medenilesiriz. Sözüm hepimiz bütün bügünün insanligi icin gecerli.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Keyifle okunabilecek bir sanat yazısı.Keyifle de okudum zaten.
Ancak,alperenlerin istanbulun göbeğinde estirdiği terörü kınayacak bir yazı bekliyordum.Belki beklentimde haksız olduğum yanlar olabilir.Yine de alperenlerin tv.stüdyolarını basmalarını,beyenmedikleri gazetecileri hastanelik etmeleri artık sıradanlaştı gibime geliyor.Şimdi de konser salonlarına dadandılar.Böyle tepkisiz kalındığı sürece memleket “orman kanunu”yla yönetilmeye aday gibi görünüyor.Zira ciddi bir yaptırım ve tepkinin olmayışı bu güruhu cesaetlendiriyor.Yettti artık!Nerede bir saldırı,linç vakası yaşansa bu çetenin olayda mutlaka parmağı oluyor.”Kerinçsizler familyası”nın mahkeme önlerinde aydınlara yönelik saldırıların yerini şimdi de bunlar almış durumda.
Hükümetin bu konuda ciddi önlem almasının zamanı geldi de geçiyor.Hoşgörüyle karşılandığı sürece yarın çok geç olabilir.
Saldırıyı kınıyorum.
Yazan:SQ Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Mustafa Bey,
Şöyle cevap vereyim
Alperenler’in bansettiği kutsal alan, “Sancak-ı Şerif”in olduğu Babüssade’nin önüdür. Konserin yapıldığı alan “o denli kutsal” olsa sanırım odun deposu gibi mekanlar olmazdı:)
Ayrıca Topkapı Sarayı içinde yıllardan beri “içkili bir restoran” var, üstelik Kutsal emanetlere, dış avludan daha yakın biryerde.
Zaten Alperen’ler şöyle bir açıklama da yapmış:”Eğer orada elinde içki şişesiyle Fatih ya da Kanuni de olsa onları da basardık”. Öyle de bir cüret yani.
Yazan:SQ Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Sayın Aziz Yılmaz,
Elbette bir kınama yazısı,
Aslında sadece Alperen’leri hedef almaktan öte, genel bir eğilimden bahsetmek istedim. Ertuğrul Günay’ın tepkisi de çok haklıydı bence.
Yazan:Hamit Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Arkadaşlar çok afedersiniz münasebetsizlik olacak ama Bu Topkapı Sarayı denen kutsal mekanda “tuvalet” diye bir şey yok mudur? Eğer varsa, padişahlar ve diğerleri yüzyıllar boyunca burada -gene afedersiniz- hacet giderirken kutsal emanetlere halel gelmiyor da, İdil Birek gelip Batı musikisi icra edince mi kutsallığa hakaret oluyor?
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Islam gelmeden çok önce de büyük düsünürler, sanatçilar yetistirmistir bu topraklar. tarihi olaylar, savaslar ve siyasi porjeler sonucu hepimiz buradayiz. Ama kendimizi %100 orta asyali zannetme hastaligindan kurtulmamiz gerekiyor. Istanbul’u fetheden sultan 2ci Mehmet’in annesi Fransiz ve katolik idi yanilmiyorsam ve fetihten sonra annesi için bir katolik kilissi yaptirmis zira Istanbul’da sadece ortodokslar varmis.
bu satirlarin yazari kanaatimce Fatih’in mirasçisi olmayi daha iyi hak ediyor (tabi isterse) Alperenler kimbilir kime alet oldular yine. tamamen taseron bir siddet örgütü haline gldiklerini fark etseler iyi olacak artik 🙁
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Şebnem hanım,
Tebrik ederim. Derin Düşünce’de yayınlanan ilk yazınız sanırım. Katkılarınızın devamını diliyorum.
Yazan:Mustafa Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Kutsalligi iddia etmek ve inkar etmek “tarihi deliller” ile mümkün degildir.
Fatihin anasi veya su veya bu tablo veya Falan filan sair hanim sunu bunu demis ile hic birsey olmuyor ve olamazda.
Bizim toplumda degerler ve kutsalliklar o kadar cok yok edildi veya kayb olduki farkinda bile degiliz.
Topkapi sarayi özel alan olmali. Topkapi demek tarihimiz, serefimiz herseyimizdir. Osmanlinin özü Istanbul onunda özü Topkapi idi.
Bugün konser yarin dansöz ve caz bir k´baska zamanda “erotik sanat” gelir, rockcular da gelir metalcilerde …Fatihin annesini hiristiyan ilan edip katolik ayinlerine “cevaz” veririz…belkide su ve bu sekilde ticari amacli “sanatlar” pazarlanir…”Topkapi da idik” diye bol bol reklamlarini gelirlerini desteklemis oluruz. Kalca sallayan pop ve hip hop sanatcilarida unutmayiz herhalde. Nede olsa kutsal birsey yoktur (!)
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Topkapı Sarayı bir saray Mustafa bey. Çırağan sarayı gibi, Dolmabahçe gibi, Yıldız gibi. Saraylar kutsal mekanlar değildir.
Bakın mesela Sahabe türbeleri kutsal mekanlardır. Suudiler bu türbeleri dozerle düzlemişlerdir. Ama ben hiçbir Alpereni Suudi kralının sarayında dikilip sahabe-i kiram efendilerimizin türbelerini yeniden yaptırmak için bir teşebbüslerini duymadım. Mesela Ayasofya kutsal bir mekandır. İlk büyük depremde yıkılması beklenen bir mekan. sahip çıkacaksan, al kocaman Fatih yadigarı elden gidiyor. Cami mi olsun, müze mi derken 3-5 sene sonra problem kendiliğinden ortadan kalkmış olacak. Peki onu bırak 2 sene önceye kadar Topkapı sarayından ne kutsal emanetler uçuruldu, soyup soğana çevrildi neredeydi ülkücü kardeşlerimiz? Piyano konserini, insanların içki içmelerine bağırmakla mı oluyor tarihe sahip çıkmak? Valla ne kolaymış.
Bak o kadar çürüyen kutsal tarihi eserler, mabedler var. İnsanlar bağıracaklarına vakıf, dernek kursalar bu eserleri onarsalar, restore etseler, kullanıma açsalar? Ama öyle ya bunlar devlet işi. Bizim sesimiz güzel, gür bir şekilde bağırabiliyoruz: Tekbirrr ! Allahu Akbar !
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
vallahi ülkenin başına ne geldiyse bu kutsallık paranoyasından gelmiştir.dini değerlere saygılı olmak/sahip çıkmak/korumak ayrıdır;olur olmaz her şeye kutsallık atfederek bunu şiddet,terör vs.gibi faşizan eğilimlere alet etmek ayrıdır.alperenlerin yaptığı şey ikincisidir.işin vahim tarafı yorum adı altında bu saldırıya destek vermiş olanların olmasıdır.acı olan budur.
Yazan:Zafer Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Bence bu ve benzeri etkinliklerin ille de bir sarayda yapılmaları gerekmiyor… Eğer belli bir hassasiyet varsa, bu konser herhangi bir otelin havuz başında da yapılabilirdi… neden topkapı? Üstelik canlı yayında ilber ortaylı bu konuda ilgilileri ve sponsorları uyardığını da söyledi… demek ki bilinen ve haklı da görülebilecek bir hassasiyet var bu konuda… efes ve aspendos antik tiyatrolarında da apayrı teknik bir hassasiyet var ama ilgili kurumlar hala daha o tiyatrolarda da konserlere izin vermekte tereddüt göstermiyorlar… bu da ayrı bir konu ama tarihi ve kutsal değeri olabilecek alanlarda bir çok sebepten dolayı çok fazla hassas olunması gerekiyor… idil biret the marmarada da aynı konseri verebilirdi…
Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Bunu rezalet yaw. Adamlar kafayı şaraba takmışlar.
Yani şimdi milliyetçi olmak şarab içmeye ve şaraba karşı olmakmı???
Yazan:SQ Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
İlk defa Zaman Gazetesi’nden bir yazara aynı yorumu yaptığımızı farkettim, şöyle ki A.Turan Alkan, durum hakkında şöyle bir yazı yazmış:
(Yazının adının “Şıracının Şahidi Bozacı bize ne” olmasını görmezden gelmeyi yeğliyorum)
-Ama hocam, orası mukaddes mekân değil mi?
-Pardon, niçin mukaddes mekân oluyor ki? Konser Aya İrini’nin önündeki alanda. Hıristiyanların bir şey dediği yok. Bizimkiler alınmış sadece, “Hırka-ı Şerif Dairesi”ne yakın diye. O civarda yüzlerce içkili lokanta vesaire var. Onların hemen burnunun dibinde Ayasofya var, Firuzağa var, Sultanahmet var, kıyamet kadar türbe, mescid var. Topkapı Sarayı’nın ise kendinden menkul bir kudsiyeti yok. Tarihî hâtıradır o kadar. Kutsalın ölçüsünü bu kadar yayarsan, İstanbul’da yere basmaya hayâ edersin çocuğum; abartmayalım lütfen!
Yazan:Mustafa Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Istanbul Osmanlinin özüdür kalbidir. Anadolunun özü ve kalbidir. Topkapida Istanbulun özü idi. Sadece “saray” degildi. Ilmiye, seyfiye,harem, devlet erkani ve merkezi…Atalarimiza saygi icin dünyaya armagan ettikleri her sey icin tesekkür ve saygi icabi o mekana deger vermek gerekir. Orda her gelen gecenin öyle böyle menfaatlenacagi yer olmamali. Hatta tiklim tiklim turist doldurmakta uygun degil.
Bircok devletlerde eski kayserlerin ve krallarin kaldiklari mekanlari herhangi ticari (“sanat”da genis sekilde ticari konu artik) konulara alet edilmiyorlar. Cinde cin kayserin muhtesem sarayi, Japon imparatorun, ingliz karilicenin sarayina toz kondurmuyorlar. Büyük imparator idik dünyaya Topkapidan düzen verilirdi. Orasi rastgele süslü sanatli “attraksiyon” degildir. Bunun kutsallik paranayosa ile alakasi yoktur.
Tam tersi kutsal ne varsa onu yikma paranoyasi yasadik nice nice yillar. Selcuklu sultanlarini türbelerinden cikarip köpeklere yedirten (!) yillarida gördük. Vagonlarca belgelerin Bulgarlara satilmasinida gördük. Camiilerin ahir yapilmasinida gördük. “Allah” kelimesini kullanmak bile bir zamanlar yasakti. Böyle serefsizliklerin diz boyu oldugu devrlerden gelip gectik…
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Bir önceki yorumumda da belirtim;tarihi değerlerimizi,kültürel mirasımızı korumakla Alperenlerin yaptığı baskını aynı düzlemde tartışmak doğru değil.Bu,saldırıyı meşrulaştırmak olur.
Evet tarihi eserler,sanat yapıtları doğru dürüst korunamıyor.Korumak,sahip çıkmak bir yana pek çok tarihi eser yurt dışına kaçırıldı,birçok sanat yapıtı tahrip ve talan edildi.Bu konuda geçmişine ve değerlerine çok da sahip bir toplum olduğumuz söylenemez.
Ancak Alperenler’in bu boşluğu doldurduğunu düşünerek geçiştiremeyiz.Devletin kurumları dururken bu vazife onlara mı düşmüş?Kaldı ki,üzerine vazife olmayan konulara burnunu sokan bu sokak kabadayılarının kültürel değerleri korumak gibi bir kaygılarının olmadığı pekala biliniyor.Açıkçası tahammülsüzlüklerinin kaynağı bir sır değil.
Şimdi bütün bu gerçekler ortada dururken kimse alperenleri tarihi değerlerimizi koruyan kahramanlar gibi göstermeye kalkışmasın.Kendi kendimizi kandırmayalım.
Yazan:Ali duman Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
EY ZAHİT ŞARABA EYLE İHTİRAM
Ey zahit şaraba eyle ihtiram
İnsan ol cihanda bu dünya fani
Ehline helaldir na ehle haram
Biz içeriz bize yoktur vebali
Sevap almak için içeriz şarap
İçmesek oluruz duçar-ı azap
Senin aklın ermez bu başka hesap
Meyhanede bulduk biz bu kemali
Kandil geceleri kandil oluruz
Kandilin içinde fitil oluruz
Hakkı göstermeye delil oluruz
Fakat kör olanlar görmez bu hali
Sen münkirsin sana haramdır bade
Bekle ki içesin öbür dünyada
Bahs açma Harabi bundan ziyade
Çünkü bilmez haram ile helali
Edip Harabi
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Şebnem hanım,
Galiba(mecazi)bir “günaydın!”ı hakketim:)
Deminden beri yorumunuzu kafamdan evirip çeviriyor ama bir sonuç çıkaramıyordum.Yeni yeni farkettim yazının size ait olduğunu.
Biraz gecikmeli bir kutlama oldu bağışlayın.Gönülden kutluyorum harika bir yazı olmuş.Güzel yazılarınızın devam etmesi umuduyla.
Sevgilerimle.
Yazan:Ali duman Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
Beyni yerine soğan cücüğü taşıyan dar kafalı anlayış biliyor muydunuz??? Osmanlı bir imparatorluktu, çok dinli, çok kültürlü, çok milletli bir imparatorluktu, bu ne demektir biliyor musunuz? bu dar kafalıkla, bu sığ düşünce ile nereden bileceksiniz? siz Osmanlı’nın değil, olsa olsa bu kafa ile ittihatcılığın mirascısı olabilirsiniz. dar düşünceli ittihatçı kafanız yüzünden bu ülke imparatorluk yaşamış ülkelerin en güçsüz en sefili durumuna düşmüştür, bu kafa ile devam ederseniz sivas’ın doğusu da elden gidecek.
neyin kutsal olduğuna siz mi karar veriyorsunuz, başkaları için şarap kutsal olabilir veyahut inek kutsal olabilir, kutsallığın kitabını siz mi yazdınız. Rahmetli Başkanınızın dediği gibi “sizin tarlanız sürülmüş” size rol biçileni oynaya durun, ancak ne varki geçti o günler, geçti, nafile uğraş, parti olmak istiyorsanız önce, derin devlete, ergenekon’a eleman devşirme görevini bırakın, bırakın da saf anadolu çocukları tetikçi olmasın, insan olsunlar, namuslu vatandaş olsunlar, bu ülkenin kutsalını korumak size mi kaldı, reklam yapmayın, her ülke kendi kutsalını korumasını bilir, işgüzarlığa gerek yok, işgüzarlığın sonu pek hayırlı olmuyor, ülke geçmişi bu gerçeklerle dolu.
birde hatırlatmakta yarar var, istanbulun fatihi Fatih Sultan, aynı zamanda şarabı kutsal sayan rumların da kayzeriydi, bu yüzden Fener Patrikliğine Ekümenik ünvanı Fatih tarafından verilmiştir, dar düşünceniz bunu kabul etmez ama yine de deneyin, başarırsanız memleketin hayrına olacaktır.
Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply
bir ara 6-7 eylül olayları ile ilgili bir sergiyi de basmışlardı bu tip şahıslar yanlış hatırlamıyorsam. ben bu tip şahısları bilgisayar grafikleri ile yaratılmış tiplere benzetiyorum. her an birini dövmeye kalkan bu tiplerin içinden ötekinin yaptığını yapan bir başka tip çıkacakmış gibi gelir bana. yani bunlar içki içeni mi dövüyor, sanki dövenin içinden her an bir ayyaş fışkıracakmış gibi gelir bana(bir arkadaşım anlatmıştı da..birkaç yıl önce erzurum’da japon bir turisti ramazan ayında oruç tutmuyor diye döven bir tipin, o çevrede oruç tutmayan ender kişilerden birisi olduğunu ve çok ciddi uyuşturucu müptelası ve ayyaş olduğunu söylemişti bir arkadaşım. japon turisti elinden kurtaranlar da çevredeki en dindar kişiler olmuş…üstelik dövülen de japon yani, el insaf…bu arada dindarlar zulmetmez, bunlar olsa olsa “fake” tiplerdir dediğimi zannedecek olan bazı arkadaşlar atlamasın lütfen. dindar da zulmeder, dinsiz de..eğer vicdanla ilişkisi minimal hale geldiyse. sadece herşeyde bir baskın fırsatı bulan bu tiplerin benim zihnimde nasıl bir imgeye tekabül ettiğini anlatmaya çalışıyorum hepsi o). yani bunlar biraz karikatür tipler gibi, ama etkileri ve zararları karikatürlerden fazla…bu konuda bunlara hoşgörü göstermeye devam edenlere ve hak ettikleri cezaları vermeyenlere kızmak gerekiyor sanıyorum.
Yazan:SQ Tarih: Tem 15, 2009 | Reply
Sayın Aziz Yılmaz,
Tarihi alıntıların kaynakçası, sanat tarihi prof.ları olan hocalarımın “Oryantalist İstanbul’u” kitabına ait, herkese tavsiye ederim.
Osmanlı tarihine sadece ideolojik kıstaslarla bakmaya koşullandırılıyor ne yazık ki.
Sayın Ali Duman’ın da yazdığı gibi Fatih aynı zamanda Rumların da kayzeriydi ve istanbul fethedildikten sonra Bizans dokusuna bırakın zarar vermeyi, kültür mirasını devraldı. Eski minyatürlere bakıyorsunuz Atmeydanı’nda İmparator Konstantin’in diktiği sütunlar, anıtlar yanında şenlikler, törenler yapılıyor. Kimsenin bir gocunması yok.
Ama tabi bağnazlık her dönem var, Osmanlı’da da özellikle isyanlarda. Osmanlı Sarayı’nın böylesi bir bağnazlık içinde olduğunu kabul etmek mümkün değil çünkü sultanlar iyi eğitim almış, resimden de, müzikten de, edebiyattan da zevk alan, ince zevkleri olan insanlardı. Övünülecekse bununla övünülsün, abartılı kutsallaştırmalarla değil.
Yazan:MY Tarih: Tem 15, 2009 | Reply
Mesele klasik müzik degil tabi, mesele Alperenlerin korkudan pantolonlarini islatacak kadar çildirmis tipler olmalari!
Bir ara Bursa’da küpe ve uzun saçli diye metal müzik sevenlere ve rock dinleyenlere saldiriyorlardi. Yani idil biret bahane.
Osmanlilar için çok sey söylenebilir ama aptal olduklari söylenemez. Adamlar tekerlegi yeniden icad etmeye kalkmamislar hiç bir zaman. Adina “seriat” dedikleri kanunlarin içinde gayri-muslim topluluklardan alinma bir çok kanun maddesi var. Hatta yendikleri milletleri asagilamak söyle dursun onlardan, kültür ve hukuk bilgilerinden de istifade etmisler.
Mesela osmanli maden idaresiyle ilgili kanunlarin Sirplardan, toprak idaresiyle ilgili bazi kanunlarin da macarlardan esinlenerek hazirlandigini okumustum. (Türkçesi de basilan sahane kitap Osmanli Tarihi, robert mantran) Osmanli padisahlarinin büyük çogunlugunun annesi Türk degil. basvezir ve vezirlerin içinde sirp, yunan, ermeni, kürt…
Neden? askeri zaferle elegeçirilmis bir ûlke var, farz edelim sirbistan’i yeni aldiniz. halk sizden nefret ediyor,ölümler olmus, bir osmanli sultani olarak en büyük endiseniz halkin ayaklanmasi, vergi vermeyi reddetmesi ya da bir saldiri sirasinda düsmana yardimci olmasi.
bunun yaninda sirbistan’in yetismis elemalari var, doktorlari, mimarlari, vs vs. bu adamlara osmanli bürokrasisi içinde parlak bir kariyer imkani saglarsaniz sirplarin Osmanliya bakisini da etkilersiniz. “bak adamlar bizden birini vezir yapti” dedirtirsiniz. bölünmeyi, kamplasmayi engellersiniz.
Türkler gibi romalilarin da kullandigi bir bütünlesme-kaynasma taktigi bu. Mesela baslarina bela olan germenlerden yetenekli olanlari devlet memuru yapmaya baslayinca rahat etmisler.
Bir baska Türk tarihi uzmani Jean-Paul ROUX Türrklerin tarihi adli eserinde yine Türklerin bu yönünü övüyor. Kuzey Hindistan’i ele geçiren Türk sultanlarinin hindulara saygi gôsterdiklerini, onlari anlamaya çalistiklarini anlatiyor. Raslantiya(!) bakin ki hindulari zorla mûslüman yapmaya çalisan fanatik Türk sultanlar basa geçince isyanlar basliyor ve Türk varligi zayifliyor.
Asirlar sonra (1912) balkanlarda ve arap ülkelerinde yasanan yikimlarin Türk milliyetçiliginin yükselisine tekabül etmesi de düsündürücü degil mi?
Yine Mantran ve Roux’ya göre Sirp veya Ermeni asilli vezirlerin ve Mimar Sinan gibi bas mimarlarin etnik kökenlerini unutmadiklari biliniyor. Köylerinde, bölgelerinde bir sorun olunca bunlar sultan nezdinde o halkin sözcüsü oluyorlar. bir deprem vb yasaninca özel maddi yardim elde ediyorlar mesela.
Bütün bunlarda sasilacak bir sey yok tabi, mesela asirlar önce Iskender Iran’i alinca Iran’lilarin o zamanki gelenek ve inançlarini ögrenmeye çalismis, iranlilardan olusan bir heyet ile ülkeyi yönetmis, vs vs.
simdi sultanlik, fetihler vb geride kaldi. Eger bu Alperenler böyle saga sola saldirmaya devam ederlerse Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine de dinamit koymus olacaklar. Türkiye’de yasayan her “farkli” toplulugun kendini tehdit altinda hissetmesine yol açiyorlar. ermeniler, Kürtler, sanat severler, …
Yazan:Levent Cetin Tarih: Tem 15, 2009 | Reply
Eli sopali vatansever aslinda cok komik bir kavram. Bir tur oxymoron. Alperenlerin bilinc duzeyiyle bir sey sevebileceklerini dusunmuyorum. Cok acele psikiyatra gorunmeleri gerekiyor.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 15, 2009 | Reply
Elbette,ideolojilerden arınmış berrak bir zihinle baktığımız her şey,bize göründüğünden(ya da algıladığımızdan)çok daha farklı olacaktır.Zira,çağımızın hastalığı ideolojiler,-hele insan ruhunu tutsak alacak kadar katı ve değişmez olanları-yaşamın binbir renkliliğini bizden esirgeyen birer perdeye dönüşmüştür.Bizler,ideolojilerin bu cezbedici afyonuna kendimizi kaptırdıkça bu “perde”ler daha bir kararır ve yaşamda saklı olan tüm anlamları silerek görünmez kılarlar.
Sanırım toplum olarak kuşatıldığımız tam da budur.Sarıldığımız ölümcül kimlikler her geçen gün yaşamın içinde saklı tüm anlamlardan bizleri uzaklaştırmaktadır.Farkında olmasak bile.