RSS Feed for This Post

Yani başörtüsü hiç mi sınırlanmayacak?

Etyen Mahçupyan (Gazetem.Net)

Tartışmayı pek bilmeyen ve gerçek tartışmalardan kaçma konusunda hayli mahir olan kamuoyumuz, özellikle muhafazakar kesimden gelen bir partinin iktidarı ile birlikte kadın meselesinde aniden fazlasıyla duyarlı hale gelmiş görünüyor. Siyasi anlamı ve işlevi ön plana çıktığı ölçüde, laik medyanın gündeminde yer alan bu konunun odak noktası ise başörtüsü.

Neyse ki başörtüsü toplumsal açıdan hak ettiği sıradanlığı çoktan elde etmiş durumda. Çünkü sonuçta Müslüman kadınların inançlarının gereği olarak başlarını kapatmalarından söz ediyoruz ve bunda pek de tartışılacak bir şey yok. Bu olayın dinde var olup olmadığı tartışması zaten bir noktadan sonra pek de anlamlı değil. Çünkü inanç, dinin ne söylediği değil, dindarın dinden ne anladığıdır ve eğer insanların bir bölümü kadınların başlarını kapatmalarını ‘dinin gereği’ olarak sunuyorlarsa, bu onların inançları nedeniyledir. Dolayısıyla da bazılarının yaptığı gibi, kutsal kitabın herhangi bir ayetine dönerek dinin böyle bir yaptırım getirmediğini söylemek abes. Nitekim başlarını örten kadınlar da söz konusu tercihlerini bu ayetleri okumuş olarak ortaya koymaktalar. Dahası bir kadının kutsal kitabı hiç okumadan da Müslümanlığa ilişkin bir kanaati olabilir. Bunun ‘doğru’ Müslümanlık olmadığını söyleyenler çıkacak olsa da, mesele başörtülü kişinin kendi algılamasına gelip dayanacaktır. Her okuyanın farklı bir biçimde yorumlayabildiği açık olan kutsal metinlerin, sırf okunarak ‘doğru’ anlaşılacağını sanmak zaten herhangi bir dindar için fazlasıyla pozitivist bir önermedir. Dolayısıyla okumanın anlama açısından sınırlı bir yeterlilik sağlayacağı zaten veri iken, hiç okumadan da Müslüman olunabileceği aşikardır.

Burada meselenin esasına, yani ‘sosyolojiye’ geliyoruz… Çünkü din her coğrafyada ve tüm zamanlarda daima bir cemaatin içinde öğrenilir, uygulanır ve yaşanır. Diğer bir deyişle kişi zaten cemaatin daha önceden var olan din yorumunun içine doğar. İnanç, söz konusu dinin etrafında, ama bazen onunla doğrudan temas kurmadan şekillenir. Nitekim birçok genç, hangi kültürden ve dinden olursa olsun, dini öğrenme isteği duyduğunda çoğu zaman zaten o inancın içinde yoğrulmuş durumdadır ve tam da bu nedenle dinini daha derinden öğrenme isteği duyar. Dolayısıyla da örneğin başörtülü kadınların bu tercihlerini olumlayan bir cemaat içinde yetiştiklerini, baş örtmenin doğal olduğu bir sosyal ortamın içinde kişiliklerini bulduklarını gözden uzak tutamayız.

Ama ‘sosyolojinin’ gücü bundan da fazlasını ima ediyor… Çağımız küreselleşmenin hızla yayıldığı, yeni standartların ve hayat biçimlerinin coğrafyalar arasında kendiliğinden akışkanlık kazandığı bir dönemi ifade ediyor. Bu durumun bir uzantısı da kültürel ürün ve değerlerin bir ortak payda yaratmış olması. Tabii ki her yerel kültürün kendine has nitelikleri devam ediyor; ancak her yerellik kendisini küresel olanın içinde yeniden tanımlamak zorunda kaldığı için, değişiyor da… Bu değişim çoğu zaman şekilsel ve yüzeysel olsa da, gerçekte kişinin kendisini ve kendine ait olanı yeniden değerlendirmesini ima ediyor. Bu duruma eskiden ‘modernleşme’ deniyordu. Şimdi o kelimenin yetersiz kaldığını hissediyoruz, çünkü modernleşme modern olmayanın modern olana benzemesi olarak algılanmaktaydı. Oysa bugünkü değişim modern kalıpların kırılmasına, hatta bazen modern olanın kendi arzusuyla modern olmayana doğru adım atmasına neden oluyor.

Bu tablo başörtüsünün bunca yıllık ‘beklemeden’ sonra nasıl olup da bir anda ‘türbana’ evrilmiş olduğunu anlaşılır kılmakta. Başörtülü kadınların çoğunun başlarındaki giysi için bu Fransızca köklü, modern kokulu kelimeyi kullanmadıklarını biliyoruz. Onlar ‘başörtüsü’ demeyi tercih ediyorlar… Ancak öte yandan da başlarındaki giysinin klasik, geleneksel başörtüsünden epeyce farklı olduğu, çok daha itina gerektirdiği ve haliyle çok daha iddialı olduğu da açık. Yani ‘türban’ kelimesini kullanmayacak olsak bile, sosyal görünüm itibariyle bugün baş örtme pratiğinin parçası olan ve birbirine pek de benzemeyen çok farklı giysilerin bulunduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Farklılığı yaratan, bizzat başörtülü kadınların eski usül baş bağlamayı geleneğin uzantısı olarak algılamalarıdır. Bugün ‘türban’, dindar olmakla birlikte o geleneğin edilgen bir parçası olmayı kabullenmeyen kadınların giysisi. Yani cemaatinin dışında bir dünya olduğunu bilen ve o dünyaya da seslenen küresel bir kişileşmenin tezahürü…

Ama ‘sosyolojinin’ gücü bizi bunun da ötesine geçmemiz için zorluyor… Baş örtmede ‘türban’ kullanımı genç kızlığa adım atmanın, ailenin ataerkil kabuğunu kırmanın, erkek despotizmi karşısında nefes alacak bir alan açmanın; ve aynı zamanda sosyalleşmenin, boş zaman kullanımının, kendi kültürünü üretmenin ve paylaşmanın mümkün kılınması demek… Tam da bu nedenle ‘türbanlı’ kadınların dindarlık düzeyleri ve dinden ne anladıkları büyük bir çeşitlilik arz ediyor. İnanç bu insanlara başın örtünmesi gerektiğini söylüyor; ama başın nasıl örtüleceğine söz konusu kadın karar veriyor ve bu karar artık dinsel değil… Bu sosyolojik ve psikolojik bir karar. Nitekim anketlere göre ‘türbanlı’ kadınların sayısında belirgin bir artış yokken, başlarında var olan giysinin adına ‘türban’ diyen kadınların artması, bu baş bağlama yönteminin arzu edilir bir kadınlık haline tekabül ettiğini ortaya koymakta. Diğer bir deyişle ‘türban’ takıyor olmak, birçok kadın için ‘başörtüsü’ takıyor olmaktan daha prestijli, daha cazip ve daha kişilikli. Ancak bazılarının sandığı üzere daha ‘dindar’ veya daha ‘siyasi’ değil…

Bu ayıklamayı yaptıktan sonra, laik kesimin içinde başörtüsü etrafında yürütülen iki tartışmayı ele alabiliriz. Hemen aklınıza başörtülü kadınların baskı nedeniyle başlarını kapattıkları, özgürlüklerini yitirdikleri türünden cahilane söylemler gelebilir… Bizim bunlarla işimiz yok. Değer verdiğimiz iki tartışma demokratların, yani başörtüsüne yıllar boyunca destek vermiş ve halen vermekte olanların kafasından geçenlere ilişkin. Bunlardan birincisi hizmet alan/hizmet veren ayrımı üzerine oturuyor. Öne sürülen tez ise başörtüsünün hizmet alanlar için tamamen serbest olması, ancak hizmet veren pozisyonunda olan kişilerin başlarının açık olması gerektiği. İkinci tartışma ise, başörtüsünün bir kişisel tercih olarak ancak belirli bir yaştan sonra kullanılmasının kabul edilebilir olduğuna ilişkin. Yani reşit kişilerin başörtüsü takma özgürlüğü tanınırken, henüz reşit olmayanların başlarının açık olması gerektiği söylenmiş oluyor.

Böylece başörtüsünün sınırının kendi zihniyetimiz açısından nasıl çizileceği sorusuyla yüzleşmek durumunda kalıyoruz. Buradan hareketle de ‘demokratlığın’ ne olduğuna, böyle bir meselede nasıl bir konum alması gerektiğine ilişkin çıkarsamalar yapmamız mümkün olabilecek… Dikkat edilirse birinci tartışma mekansal, ikincisi ise zamana ilişkin bir sınırlama arayışı içinde. Birinci tartışma kişinin kamusal alanda ne yaptığına, ikincisi ise kamusal alana ne zaman çıktığına bakıyor.

Ne var ki her iki pozisyon da bizzat demokratlığın içinden bakıldığında epeyce problemli gözükmekte. Hizmet alan/veren ayırımından hareket etmenin gerekçesi, bir başörtülünün hizmet veren konumda olduğunda karşısındakinde ön yargı yaratabileceği ve bu durumun hizmeti belki de verilebilir olmaktan çıkaracağı. Ne var ki bu tespit başörtüsü takmayan hizmet alıcıların başörtüsü takan hizmet vericilere ideolojik bir bakışla yaklaştıklarını söylüyor. Ancak ideolojik bakışlar hemen her zaman karşılıklıdır… Örneğin başörtülü bir kadının da başörtüsüz bir yargıç tarafından önyargılı karşılanacağına dair korku duyması hiç yadırgatıcı olmaz. Dahası, hizmet verenlerin niçin başörtüsüz olmaları gerektiğine ilişkin olarak öne sürülen gerekçenin bizzat kendisi, laik önyargıyı azımsayan ve meşrulaştıran bir niteliğe sahip. Oysa önyargı düzeyinin laiklerde daha az olduğunun söylenmesinin pek kolay olmadığı bir yana; uyanacak önyargının sadece hizmet alanlar değil, hizmet verenler için de geçerli olacağı açık. Hatta vatandaşlık deneyimimizin hizmet verenlerin hizmet alanlardan çok daha fazla önyargılı olduklarını kanıtlamış durumda olduğu bile söylenebilir. Bu durumda hizmet verenlerin başörtüsüz olma kuralı, tüm başörtülü hizmet alanlar için belirsiz bir önyargı tehdidi ile karşı karşıya kalmalarını ifade eder. Dolayısıyla gerçekten demokrat bir çözüm hem hizmet alan hem de verenler için olabildiğince çeşitliliğin mümkün kılınması, kişisel karar ve tercih özgürlüğünün kamusal alana yansımasının sağlanmasıdır.

Başörtüsü takmanın belirli bir yaşa gelmiş olmakla bağlantılı olmasını ima eden önermeye gelince, burada mesele bir genç kızın inanç alanında ne zaman ‘reşit’ sayılması gerektiğine ilişkindir. Acaba bu yaş devletin çeşitli hak ve yükümlülüklerle bağlantılı olarak koymuş olduğu 18 olabilir mi? Ama herhalde kişisel inanç konusunda hangi yaşın reşit olduğu sorusunu laik devlete sormayacağız… Öte yandan gençlerin daha erken yaşta evlendikleri bir coğrafyada, bir erkekle beraber olmak için yaşı uygun sayılan bir genç kızın, henüz inancı gereği başını örtme yaşının gelmemiş olduğunu iddia etmek de pek kolay değil. Bu durumda reşit olma yaşını indirmek gerekecektir ama acaba nereye kadar? Ergenlik bir unsur olarak ele alınabilse de, her kadın için değişkenlik arz etmesi genel bir kural konmasını engellemekte. Buna karşılık sosyolojik gözlemler muhafazakar ailelerin tam da bu bedensel değişimle birlikte çocuğu bir ‘genç kız’ olarak algılamaya başladıklarını ve baş örtme pratiğinin ergenlikle yakın bir ilinti içinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu durumda bir kızın başörtüsü takma tercihinin ailesine bırakılması mantıklı bir önerme gibi gözükmekte.

Ancak bu noktada demokratların kafasında soru işaretleri uyanıyor, çünkü ailelerin ataerkil zihniyeti nedeniyle bazı kızların kendi istemedikleri halde başörtüsü takmak zorunda kalabileceklerini hayal etmek zor değil. Öte yandan bunun tersini engelleyen bir yaptırım cihazı da yok. Yani başını örtmesine izin vermeyen ailesi yüzünden başı açık kalan bir genç kızın bu otoriter aile karşısında hakkını kim savunacak? Bu ihtimali düşünmemek, muhafazakar ailelerin laik ailelerden daha bağnaz olduklarını, gençler üzerindeki dinsel baskının sadece dindar ailelerde olduğunu varsaymayı gerektirir. Oysa mesele din olduğunda, inançsız aileler de muhtemelen kendi açılarından en az inançlı aileler kadar baskı uygulama potansiyeli taşımakta.

Böylece demokratlar ataerkil olanla otoriter olan arasında bir tercih yapmak durumunda kalabiliyorlar… Ne var ki söz konusu ikilemin aşılması bu iki zihniyetten birine destek vermekten değil, bir başka var olma biçimini önerebilmekten geçiyor. Bu ise gençlerin kendi gerçek tercihlerini ortaya koyabilecekleri ortamların aile dışında üretilmesini ve bu ‘konuşma alanlarının’ devletin ideolojik perspektifinin dışında tutulmasını ima ediyor. Normal bir ülkede örneğin bizzat liselerin ve üniversitelerin bu yönde rehberlik desteği sağlaması ve bu hizmetin de hizmet alan/veren ayrımı yapmayan bir bakış içinde yürütülmesi beklenirdi. Ne var ki Türkiye bu ‘normal’ halin hala çok uzağında olduğu için, söz konusu tartışmalar da anlaşılan bir süre daha hükmünü sürdürecek…

Başlıktaki sorunun cevabını arayanlar için ise, benim kısa ve öznel yanıtım ‘evet’… Başörtüsünün sınırlandırılması öncelikle başörtülülere ait bir mesele olarak algılanmalı ve bu kesimin iç çeşitliliğinin üreteceği demokratlığa da güven çıkarılmalı. Başkalarının demokrat potansiyelini içselleştiremezsek kendimizin demokrat olduğunu nasıl söyleriz?

Trackback URL

  1. 11 Yorum

  2. Yazan:özlem Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Vay canına. Mehmet bey bu fotoğraf da muhteşem.Enver Bey’in bir yazisindaki birbirinin gözünü oyan iki uzaylıdan sonra en yaratıcı olanı:))Çok duygulandım:) Şaka bir tarafa aslında hayata biraz muzip bakma gücümüzü kaybetmemeliyiz gerçekten de. Yoksa her yer ağlama duvarına dönüyor. Derin düşüncenin arada bir bu nanik yapan havasını seviyorum. İyi geliyor…

  3. Yazan:eg Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    özlem hanım,
    valla resim çok gerçekçi:) benim tam da böyle bir arkadaşım vardı…kemalist avukatlardan birisi ve başörtüsü ile ilgili her konu, her hak istemi, onun için sonucu bu şekilde bir resim vermeye varan bir allerji yaratıyor:) zor rehabilite ettik valla:))

    bu arada etyen bey’in bu yazısının benim için çok anlamı vardır. bir milattır bir anlamda benim için…

  4. Yazan:ayşe yılmaz Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    kesinlikle sınırlama olmamalı bence de.cünkü bazen sınırlamanın sınırını belirmemek ciddi anlamda problem oluşturur.bunu aşmanın yolu da sınırlamanın alanını ilgilendirenleri dikkate almaktır.bunda da ne kadar başarılı olunabilir tartışılır…

  5. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Özlem Hanim, walla Enver’in dedigi dogru, bu fotograf karikatür olmaktan çok uzak, bir sürü insan taniyorum gerçekten böyleler. Hatta ALLAH kelimesini duyunca da böyle oluyorlar, INSAALLAH, MAASALLAH gibi ifadeleri kullanmak yerine UMARIM, COK TATLI COCUK gibi “çagdas-modern” Türkçe konustuklari için çok komik durumlar çikiyor ortaya :))

    ne diyelim, ALLAH islah etsin.

  6. Yazan:cb Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Ben de Küyerel’de üstüne bastığım başörtülü kadınlar ve İslam temelli yazı ve yorumlar için resimdeki filli bazı insanlara yaptırmışım.Niyetim bu değildi,gerçekten üzgünüm :))Aslında değerli dostlarımın cevapları yukarıdaki eylemi pekiştirdi hatta Ferhat Kentel bey ‘hepimiz Cemile’yiz’ cümlesi ile o zihniyete resmen asit döktü,beraberinde gelen fikirdaşlar da bunu pekiştirdi :)sağolsunlar

  7. Yazan:neriman incili Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Bence tamamen serbest bırakılmalı hem de acilen. Çünkü yasak sürdükçe inatlaşma devam edecek. Türkiyede bir zamanlar dansöz yasaktı ve ilk defa bir yılbaşı gecesi nesrin topkapıya izin verilmişti. Daha sonra dansöz yasağı kalktı trt de ve bugünkü durum malum, her yer dansöz kaynıyor ama ilgilenen yok! aynı şekilde arabesk de yasak idi ama yasak kalktı ne oldu? arabesk bitti. Yasak olduğu sürece siz bu türban hastalığından kurtulamayacaksınız. En kısa sürede yasak kaldırılmalı aksi taktirde iyice hasta olmanızdan korkuyorum.

  8. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 14, 2009 | Reply

    Başörtüsü için Hizmet Alan ve Hizmet Veren ayrımının yapılmasını mantıklı bulmuyorum.

    Sonuçta “Hizmet Verenler” kadınlar ile sınırlı değil. Günümüzde Türkiye’de Türbanlı Kadın sayısı kadar aynı zihniyeti paylaşan Erkek olduğunu varsayabiliriz. Bu Erkeklerin Türban gibi ayırtedici görüntüsü olmadığına göre, halen Hizmet Aldığımız erkeklerin zihniyetini kolay kolay anlayamayız.

    Yani eğer bir sorun varsa vardır. Sorun yok ise, Türbanlıların Hizmet Vermesinde de olmayacaktır.

    Öte yandan Türban Takma – Takmama kararı ailelere bırakılamaz. Tam tersi devlet kadınları, ailelerinin kararlarına karşı korumalıdır. Aksi halde bireysel özgürlükten sözedilemez.

    Eğitim kurumları herhangi bir yönde Bireyleri yönlendirici olmamalıdır. Ancak bireyler kendi inançlarını olgunlaştırabilmek için gerekli ortamları kolayca bulabilmelidir.

    Şahsımdan örnek vermem gerekirse, ben inancımı birçok dini inceleyerek olgunlaştırdım. Hatta içinde bulunduğum ortamlardan biri de Yeni Yüksektepe idi(Bu açıklama Enver bey içindi).

    Ben bu dini serbestliğimi bir şans olarak değerlendiriyorum. Ve herkesin aynı şansa sahip olması gerektiğini düşünüyorum.

  9. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Başörtüsü için Hizmet Alan ve Hizmet Veren ayrımının yapılmasını mantıklı bulmuyorum.

    Kesinlikle katılıyorum.Zaten mantıklı bir yanı olsaydı,toplum bu denli kutuplara bölünmez;bütün enerjimizi böyle saçma bir yasağın savunucusu ya da karşıtı olmaya harcamazdık.

    Sonuçta “Hizmet Verenler” kadınlar ile sınırlı değil. Günümüzde Türkiye’de Türbanlı Kadın sayısı kadar aynı zihniyeti paylaşan Erkek olduğunu varsayabiliriz. Bu Erkeklerin Türban gibi ayırtedici görüntüsü olmadığına göre, halen Hizmet Aldığımız erkeklerin zihniyetini kolay kolay anlayamayız.

    Yani eğer bir sorun varsa vardır. Sorun yok ise, Türbanlıların Hizmet Vermesinde de olmayacaktır.

    Konunun en canalıcı noktası da bu zaten.İkinci paragrafta çok güzel özetlemişsiniz durumu.Elbette “sorun”olarak gördüğümüz şey kılık kıyafetle ilişkilendirilemez ve varsa çözümü de bunun üzerinden yapılamaz.Düşünce ve davranışlarımızı,iyi ve kötü olanı birbirinden ayırma yetimizi belirleyen üzerimizdeki kıyafetler değil akıl/zihin/irade gibi donanımlarımızdır.

    Ancak,bir üstteki paragrafta yer alan…Türbanlı Kadın sayısı kadar aynı zihniyeti paylaşan Erkek…belirlemesi pek uygun düşmemiş.Zira,bu bir tercih.Seçimini bu yönde yapan kadın için bu seçenek doğal bir hak;bu hak talebini destekleyen/savunan-aynı “zihniyet”e sahip olduğunu düşündüğünüz- erkekler için de bir düşünce ve ifade biçimidir.Bu anlamda “zihniyet”tanımlaması biraz problemli gibi duruyor.

    Öte yandan Türban Takma – Takmama kararı ailelere bırakılamaz. Tam tersi devlet kadınları, ailelerinin kararlarına karşı korumalıdır. Aksi halde bireysel özgürlükten sözedilemez.

    Kısmen katılıyorum;ailelerin çocukları adına aldıkları her karar isabetli olmayabilir.Ancak,bu yetkinin aileden devlete devredilmesi de çok sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir.Zira,önemli olan,bu “kararların”ne içerdiğidir.Otoritenin el değiştirmesi bir kararı doğru veya yanlış yapmaz.Burada akla ister istemez şu soru geliyor:peki,devlet bizzat bireyin hak ve özgürlüğünü kısıtladığında,bireyi devletten kim koruyacak?Ki mevcut devlet anlayışının/yönetiminin bu anlamda iyi bir sicile sahip olduğu söylenemez(şu an tartıştığımız sorun da dahil pek çok sorunun devlet eliyle yaratıldığının sayısız örnekleri var).

    Dolayısıyla devlet/lerin görevi toplumsal değerleri belirleyip kurumsallaştırmak ve bu yönde tayin edici/yönlendiri olmak değildir,olmamalıdır.Devletin görevi,bireysel özgürlüklerin hayat bulacağı demokratik ortamı sağlamak,adalet ve hukuku tesis etmek ve her türlü bireysel özgürlüğü yasal güvence altına almak olmalıdır.Zira gerçek adaletle donanmış bir hukuk devletinde ailenin de bu çerçevede bağlayıcılığı olacaktır.Kısaca,bireysel özgürlükler ancak bu yöntemle hayat bulabilir ve toplumca içselleşebilir.

    Eğitim kurumları herhangi bir yönde Bireyleri yönlendirici olmamalıdır. Ancak bireyler kendi inançlarını olgunlaştırabilmek için gerekli ortamları kolayca bulabilmelidir.

    Gayet tabii,en makul özgürlük:bireyin hiçbir otorite etkisinde kalmaksızın kendi yolunu kendi seçmesidir.Başta düşünce ve inanç olmak üzere tüm tercihlerinde özgür olunduğunda bireyselleşmeden sözedilebilir.

    Şahsımdan örnek vermem gerekirse, ben inancımı birçok dini inceleyerek olgunlaştırdım. Hatta içinde bulunduğum ortamlardan biri de Yeni Yüksektepe idi(Bu açıklama Enver bey içindi).

    Ben bu dini serbestliğimi bir şans olarak değerlendiriyorum. Ve herkesin aynı şansa sahip olması gerektiğini düşünüyorum.

    Sizin adınıza kendinizi şanslı hissetiğinize seviniyorum.

    Ancak başkaları da aynı şansa sahip olmadıkça sizin gibi sevinemeyeceğim.Çünkü aynı şansa sahip olmadığı için zulüm ve baskı gören insanların olduğu bir ülkede yaşıyorum.Ve onlar özgür olmadıkça ben kendimi özgür hissetmeyeceğim.

  10. Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Başörtüsü derhal her alanda serbest bırakılmalı. Devletin burda yönlendirme ve yasaklamadan vazgeçmeli.Kiyafet zorunlugu Faşist bir yöntem.
    Bence bir kadinin başını örtmesi ancak kendi şahsi meselesi olmasi lazim.

  11. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Aziz Bey,

    “Zihniyet” kelimesi benim de fazla hoşuma gitmedi. Ancak tanımlama için daha uygun bir kelime bulamadım. O zaman şöyle söyleyim “Kadın olsa, türban takmayı tercih edecek olan Erkekler”

    “otoritenin el değiştirmesi bir kararı doğru veya yanlış yapmaz.Burada akla ister istemez şu soru geliyor:peki,devlet bizzat bireyin hak ve özgürlüğünü kısıtladığında,bireyi devletten kim koruyacak?” (Aziz Yılmaz)

    Ben bu yorumu yaptığınız cümlemde “Devletin Kadınları veya Bireyleri, Ailelerinin baskılarından koruması gerektiğini” söyledim.
    Olması gereken sistemde Devlet bir “yönlendirici” konumunda değil, “koruyucu” konumda olmalı. Dolayısı ile yönlendirici olmayan bir Devletten korunmaya da ihtiyaç olmaz.

    Yoksa şu anda Devlet bu pozisyonda kesinlikle değil. O bakımdan haklısınız.

  12. Yazan:Sinan demirbag BERİTAN Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    kesinlikle sınırlama olmamalı bence de.cünkü bazen sınırlamanın sınırını belirmemek ciddi anlamda problem oluşturur.bunu aşmanın yolu da sınırlamanın alanını ilgilendirenleri dikkate almaktır.bunda da ne kadar başarılı olunabilir tartışılır… Devletin burda yönlendirme ve yasaklamadan vazgeçmeli.Kiyafet zorunlugu Faşist bir yöntem.
    Bence bir kadinin başını örtmesi ancak kendi şahsi meselesi olmasi lazim

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin