RSS Feed for This Post

Ayşe Arman Bacı ve Usta Splinter

Ne zamandır, şu gazeteciler bunca mahalle baskısından dem vurana kadar bunu test etseler; hem gazeteciliğin hakkını vermiş, hem de konuşulanlar havada kalmamış olur diyordum. Helal olsun, Ayşe Arman yapmış sonunda. Yapmış da, pek olmamış. Öncelikle çıkış noktası problemli. Daha en baştan amacını empati kurmak yerine, iddiasını ispat olarak belirlemiş çünkü.

Ayşe Arman’ın tecrübesi, İslami tesettür içindeki “vücudunu teşhirden ve güzel bulunmaktan” hoşlanan bir kadının yaşadıklarını içeriyor. Yani ortada bir uyuşmazlık var. Bu yüzden yazı boyunca insanların onu farketmemesinden, güzel bulmamalarından yakınıp durması sürpriz değil. Başörtüsüyle yaşadığı tecrübeler de başını yeni örtmeye başlayan bir kızın yaşadıklarından çok farklı değil. Hayatı boyunca açık olmuş bir insanın kapanmasının yaşattıkları belki üniversite kapısında başını açması istenen, perukla, komik şapkalarla dolaşmak zorunda kalan bir kızın yaşadığı travmaları hissettirir mi diyoruz ama hiç öyle bir emare sezilmiyor satırlarda. Ayşe Arman ruhuna sahip bir kadının tesettür içinde kendisini rahat hissetmesi beklenemez, ama başörtüsünün zorluklarını, şıpır şıpır terlemelerini anlatırken; ne bileyim, bir “yahu bütün bu zorluklar ne siyasi sembol olsun diye ne de başka dünyevi bir şey için çekilmez güzelim, hakikaten insanın bunu içselleştirmesi gerekir, ne sabırlı insanlarmış bunlar…” gibi bir şeyler duymak istiyor insan. Bunun yerine Arman’dan “bir top kumaşa dönen”, “türban göze vurgu yapılıyor diye avutulan”,”kişiliği matlaştırılan” zavallı edilgen “ninja kaplumbağalar” gibi aşağılayıcı ve ötekileştirici kelimeler okuyoruz. Bu noktada insanın aklına acaba bu çalışmanın çerçevesine Splinter Ustayla birlikte oturup karar mı verilmiş sorusu geliyor.

Ayşe Arman tesettürlü  haliyle nereye gitse bir güler yüz, bir izzet, ikram sormayın, herkes o kadar anlayışlı ve beyefendi ki insana parmak ısıttırıyor, en ufak bir mahalle baskısı kırıntısı bile yok ortalıkta. Bu noktada kafamda soru işaretleri oluşuyor. Yani ortada bir yanlışlık yok mu, madem bu kadar anlayışlı, medeni bir toplumuz, o zaman bu yasakları kim çıkarıyor? Kiracısını, kapıcısını, temizlikçisini bile başörtülü istemeyen insanlar başka bir toplumda mı yaşıyor? Biz, belki biraz empati kurulur, toplumsal bir anlayış, hoşgörü hakim olur, insanlar birbirlerine düşmanca bakmayı bırakıp birbirlerini anlamaya çalışır diye yaşadıklarımızı insanlarla paylaşıyoruz, ama demek ki her şey bir ilüzyondan ibaret, belki de bizim yaşadığımız yer Türkiye değil, karıştırıyoruz. Veya biz bazı şeyleri fazla abartıyoruz, fazla alınganlık gösteriyoruz yüzümüze tükürüldüğünü, pislik muamelesi gördüğümüzü anlatırken ; ya da çok güzel bir gelişme oldu, beyaz Türkler başörtüsünü kanıksamaya, alışmaya, daha bir müsamahakar, yumuşak başlı olmaya başladılar. Olabilir mi gerçekten? Hiç sanmıyorum!

Mahalle baskısı  tartışmalarının artık kabak tadı verdiği ülkemizde, bu konuda yapılan tek pratik çalışma olduğu için, korkarım bundan sonra tartışmalar Ayşe Arman referansı üzerinden yapılacak. Böylece empatiden ve hoşgörüden biraz daha uzaklaşıp herkes kendi mahallesine toz kondurmamaya devam edecek. Bu yazı dizisinden sonra artık “Ninja kaplumbağa” kardeşlerimiz de hiçbir mahalle baskısı bulunmadığı konusunda iyice ikna olmuşlardır. Kendilerine yaşadıkları “münferit hadiseler”‘i dert etmemelerini, olur da bir baskıyla karşılaştıklarında “ben Hürriyet’ten Ayşe, selam !” deyip geçip gitmelerini öneriyoruz.

…Bu makale ilginizi çekti ise…

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Öğretmenlik, savcılık, soytarılık, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Nihal Bengisu Karaca da güzel yazmış:

    Kaynak: http://www.haberturk.com

    NİHAT Odabaşı’dan almış talkını… Odabaşı demiş ki, soyunmak bir şey mi, sen asıl örtün de gör memleketteki zulmü. Ayşe Arman’ın aklına yatmış, hatta bir ampul yanmış kafasının üstünde… Evet, evet, bunu yapmalıyım olmuş… “O herkesin diline düşmüş, milleti de birbirine düşürmüş ‘bez parçasını’ kafama bağlayıp, şehr-i İstanbul’da bir o semte, bir bu semte gidecektim” diyor…
    Yazı boyunca başörtülü halini defaatle sıkıldım, büzüldüm, ışığım söndü, ay çok yorucu gibi ifadelerle tarif ediyor. Bunlar Ayşe Arman’dan bekleyebileceğimiz şeyler. Ayşe, her fırsatta bakılmaktan ne kadar mutlu olduğunu söyleyen bir kadın. Giyimiyle, dekoltesiyle, saçıyla başıyla, neşesiyle yarattığı bir ambians üzerinden güzel olabilen bir kadının tesettüre girmesi bu ambiansı doğal olarak bozar, o kadının bu duruma sinir olması da doğaldır. Bu işe ne kadar bozulduğunu açık açık söylemesi, Ayşe’nin açık sözlülüğüne ve sevimliliğine puan bile kazandırabilir. Pekâlâ, “Aaa bana hâlâ bakıyorlar, demek ki hâlâ güzelim, demek ki başörtüsünün hiçbir etkisi yok, demek ki kadınlar kendisini kandırıyor, çözdüm ben bu işi, yaşasın!” da yapabilirdi, bu da beklenirdi.
    Fakat açık sözlülüğün de bir sınırı var, kaldı ki bu açık sözlülük dediğimiz şey kötü niyeti de örtebilecek genişlikte bir yorgan değil, Ayşe öyle sanıyor, ama değil. Tesettürlü olma durumunu kâh “zavallı gibi görünmekle” kâh “komiklik ve saçmalıkla” ilintilendirmenin açık sözlülük ile ilgisi yok, sorumsuzlukla ilgisi var. Ben de kalkıp “Kırk yaşına basmadan çıplak fotoğraf çektirmeliyim” türü bir dürtüyü “zavallıca” ve saçma bulabilirim, buluyorum da nitekim, ama bunu bu şekilde ifade etmekten çekinmiş, nezaketsizlik olacağını düşünmüştüm şimdiye kadar. Ahan da şimdi ifade ettim. İyi mi oldu?

    EMPATİ KURMAK DEĞİL, KÖPRÜLERİ YIKMAK

    Arman’ın yazı dizisi “mahalle baskısının ölçümü” gibi güya sosyolojik bir sondaj yapılıyormuş havalarına büründürülmüş ki, bu tutum “Ayşecik tesettürde” macerasının tadını feci şekilde kaçırıyor. “Nişantaşılılardan bir tepki bekliyoruz, ‘Hooop!’ filan desinler ya da kötü bakışlar fırlatsınlar… Hiçbir şey olmuyor… Bir bakış fırlatıp hayatlarına devam ediyorlar. Laf yok, hakaret yok. Mahalle baskısı yok” gibi genellemelere varıyor.
    Adeta bu ülkede başörtülüler hiçbir sıkıntı yaşamıyor, bir elleri yağda bir elleri balda demeye getiriyor. Hemcinslerini yalan söylemekle itham etmiş oluyor.
    İşin kötüsü, daha baştan bozuk bir niyetle çıkıyor yola. Başörtüsünü “milleti birbirine düşürmüş” bir bez parçası olarak nitelendiriyor ve öyle düşüyor yola.
    Bir milletin % 99’u Müslüman ise, bu millet nasıl olur da başörtüsü yüzünden birbirine düşer oysa? Anketlerin ortaya koyduğu şekilde bu milletin kadınları % 60’ı aşan oranlarda başını örtüyorsa, başörtüsü bu millet nezdinde bir konu demektir sosyolojik açıdan. Üzerinde böylesine büyük mutabakat olan bir konuda millet birbirine düşmez zaten.
    Sorun milleti temsil etmekle görevli birimlerin, kurumların ve onların yandaşlarının milletle cedelleşmesindeki ısrardan doğmaktadır.
    Milletin başörtüsünün serbest olmasıyla ilgili bir derdi yok. YÖK’ün ve “laiklik” ilkesinin en katı yorumunu benimsemiş sivil / askeri bürokrasinin ve sırtını onlara dayamış bir azınlığın derdi bu. Kamusal alanı her tür etnik renkten, her tür dinsel edimden arınmış renksiz, kokusuz bir yer I olarak tasavvur edenlerin başörtüsüyle bir derdi var. Onların yüksek sınıflara mensup yandaşlarının böyle bir derdi var. “Yurdumuzu Batılılara kötü gösteriyorlar” derdi. Ya da, “Aman türbanlı komşu istemem yanımda yöremde” gibi dertler.
    Ama Ayşe’nin beklentisi herhalde arkasına bürokrasinin gücünü de almış olan bu varsıl, Batıcı, imtiyazlı mahallelerin başörtülülere sokağı da yasaklaması yönündevmiş ki o kılıkta Nişantaşı sokaklarında dolaşabiliyor olmasını bile yadırgamış hatun kişi. Pes… Pahalı içeceklerin servis edildiği, para kazanmak için açılmış “ticari işletmelere” girip kovulmayı beklemiş. Pes… İzninle, müsaadenle, elini vicdanına koymuş halinle, o kadar da olmasın be Ayşe… Çıtayı amma yukarı koymuşsun. Öyle ki garsonların sempatik davranmasını bile bu ülkede başörtülülere bir baskı uygulanmadığının delili yapıp çıkmışsın. Pes…

    Yüz binlerce kadının binlerce gündür yaşadıkları sıkıntıyı tek bir güne sığdırıp böyle genellemelere varmak, kimse kusura bakmasın şaklabanlıktan başka bir şey değil.
    Ayşe eğer sahiden empati kurmakla filan ilgileniyorsa, Reina önlerinde pazarlık yapmak gibi beyhude işlerle uğraşmayı bırakmalı, gerekirse birkaç ayı bu işe ayırmalı ve olayı yerinde tespit etmek üzere “kamusal alan”a sızmalı…
    Sıkıyorsa bir üniversiteye girmeye çalışmalıydı Ayşe Arman, sıkıyorsa, bir iş başvurusunda bulunmalıydı. Üniversitelerin sosyal tesislerinde bir kola içmeye kalkışmalıydı, orduevlerine girmeyi denemeliydi. Bir yemin törenine girmeye yeltenmeli, bir mezuniyet törenine katılmalıydı:
    Dahası, madem bu iş bu kadar sıkıntılı, kadınlar hangi inançla, hangi bilgiyle bu sıkıntıyı göze alıyorlar diyerek o anlayışın içinde derinleşmeyi denemeliydi. “Erkekler örttürüyor işte” deyip çıkmak kolay bir yol, ama bunun adına “empati kurmak” denmez, buna kolaya kaçan işgüzarlık denir. Gazetecilik refleksini tatmin etme adına lafügüzaf üretmek denir. İncittiğin binlerce kadın da cabası.

  3. Yazan:cb Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Mahalleye Dert Oldu Cool Ayşe’nin Gezmesi

    Canım Türkiyem,sağolsun 7’den 70’e bilende bilmeyen de konuşmaya bayılır.

    Bir Ayşe Arman’ın reiting saplantısına kurban verilmemştik o da oldu,çok şükür.

    Ama öyle olmaz tak Demet’i koluna güle oynaya,kikirdeyerek Reina kapılarında geyik yaparak olmuyor.

    Önce temizinden o diplomanı iade edecksin,ardından statünü de terk edeceksin,kikirdemek için değil de bir farz olduğuna inandığın için örteceksin.Öyle günübirlik tur tatiliyle gez-dön başörtülü olunmuyor.Paranı ve neşeni de almak lazım elinden ki başörtülü nasıl olunur anla!

    Ama nerde?Arman sosyal bir gerçekliği anlamak için değil canı skılmış hatunun yeni bir eğlence bulmuş oynamak için düşmüş yollara.

    Neyse başörtüsünün kapıkulu bekçisi Ulusalcı-Kemalist kafalar başörtüsü siyasete alet edilmemeli diye kendini parçalayıp yollara döküldüğü gibi şimdi de Arman’a çıkışsınlar bakayım başörtüsü eğlenceye alet edilemez diye.Kemalist-Ulusalcı zihniyet göreve!

    Ayşem,Ayşem,Ayşem…Ne vardı bizimle eğlenecek.Sen zaten yine yapardın iki numara düşerdin dillere,biz utanırdık sen yine kikirderdin.Yok muydu,başka eğlenecek olayın?

    Tabii biri çıkıp Arman’a kul olmak adına takılan örtü ile cool olmak adına takıp-çıkartılan örtünün farkını anlatana kadar hatun eğlenip,tükürüp çekip çıkacak.

    Bir dalga konusu olmamıştı başörtüsü o da olmuş.

  4. Yazan:y.ö. Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Cüneyt Özdemir, Arman’a yeni öneriler sunmuş:)

    Uygur Türkü kılığına girip Sincan’a gidebilir. Gözlerini biraz çektirmek ve Rabia ana başörtüsü gerekecektir. Geçici göz estetiği yapan estetisyenleri araştırmak gerekiyor. Boy konusu hala problem!

    Silivri’ye gardiyan elbisesi ile girip Tuncay Özkan ile ropörtaj yapılınabilinir. Gerçi kadın gardiyan kılığında erkek koğuşlarına ulaşmak kolay değil ama yaşasın takma bıyık! Yakalanırsa ‘ay bu gardiyan kıyafetleri çok sıkıcı’, yakalanmazsa araştırmacı gasteci pulitzeri. Ha henüz Türkiye de yok , o ayrı!!!

    Alperen Ocaklarına sızılabilinir. Muhsin Yazıcıoğlu’nun değerini ölümünden sonra her eylemde daha iyi anladığımız heyecanlı gençlerin arasına karışılanabilinir. Alperenlerin hassas tepkileri üzerine özel bir eğitim süreci şart! Yakın döğüş sporları, yüksek sesle slogan atılması ve tuvaletten çıkıp elini uzatan eski dostlara dayak atma teknikleri kısa zamanda öğrenilecek. Saçlar alabuluz olmazsa olmaz!

    Türkbükü’nde ikoncan olunabilinir. Topuklu ayakkabılar ile Türkbükü turu, mayokini denemeleri, Süreyya Yalçın ile locasında özel ropörtaj, ikoncanlarla toplu terapi, ‘vücut da vücut ama….’ tartışması nasıl olsa garanti!

    CHP’li kıyafetine bürünülebilinir. Off çok sıkıcı vazgeçtim.

    Genelkurmay’a sızılabilnir. Nasıl olsa her önüne gelen elini kolunu sallayarak girip gizli belgeleri talan ettiğine göre çok uğraştırmayacağı kesin. ‘Emret komutanım’ tv dizisinden ödünç bir üniforma yeterli. Yeni yazı dizisi başlığı “Başbuğ’un Türkiye’yi hizaya çektiği basın toplantısında arkasında oturan 53 generalin 54.sü bendim!” Karargah evlerine sızmadan önce ise selam çalışmak şart! Cep telefonunu gazetede bırakmakta fayda var.

    Hıncal Uluç’a bulaşan bir yazı kaleme alınacak. Yok olmadı, çok demode!!!

    Gülenci cemaate geçici olarak mürit yazılabilinir. Şakirt olmak şart değil. Işık evlerine sızabilinir. Üniversite sınavına hazırlanan öğrenci kılığına girmesi için saçlar ‘canım ailem’ meçine dönüştürülecek. Üç kulfuallaha bir elham ezberlerine ağırlık verilecek… Sabah namazı nasıl kılınır, Yaşar Nuri Öztürk hocaya sorulacak. Dubai’de bir gülen oklunda geçici öğretmen, why not?!

    Liberal faşist kılığına girilebilinir. Bir grup Ulusalcının nefretine kavuşmak için demokrasi, insan hakları, sivilleşme üzerine kendi köşesinden bir tartışma açarak farklı düşünen insanların nasıl damgalandığına bir empati geliştirebilir. Taraf gazetesi aranıp bir köşe istenebilinir. Ayşe; “Şöyle bir fikrim var 4 gün yasemin yazsın 3 gün ben”. Ahmet Altan’ın silahı var unutmamalı…

    Özel hayatını ayrıntıları ile yazan ek köşe yazarı kılığında özel hayat deşifre edilebilinir. Ayırıntıları ile yatak odası hikayeleri ya da sevgili maceraları itina ile kamuoyu ile paylaşılabilinir. Felsefe fantaziler anlatılmaz yaşanır. Pardon bunu yapmıştık zaten!

    Ankara gazetecisi kılığında Gölbaşında emekli komutanlarla buluşulunabilinir. ‘N’olucak bu memlektin hali’ başlıklı görüşme sonrası alınan notlar yakalanırsa ‘zaten yazı dizisiydi onlar’, darbe planları hayata geçip memleket kurtarılırsa ‘kadın ve aileden sorumlu devlet bakanlığı’ garanti!

    Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Dubai şubesini açabilir. ‘Ulusalcı’ diye sabahın köründe İstanbul’da ve Adana’daki evleri basılır. Sabah saatinde polisleri karşısında gördüğünde neler hissettiğinden, sorgulama sırasında hangi şarkıları söylediğine kadar gözaltı süreci ayrıntıları ile yazabilir. Zekeriya Öz için ayrı bir kutu ayrılabilinir. Ulusalcı olarak damgalandığı gün kendisinin yanında olanlar ile olmayanları toplayıp çıkartarak gerçek dostlarını anlayabilir.

    Kürt olabilir! Bu ülkede Kürt olmak nasıl bir duygu , kürtçe konuştuğu zaman insanlar nasıl davranıyor, doğuda kürt olmak ile batıda kürt olmak arasında fark nedir, yaşayarak ve yaşatarak ölçebilir. Rojin yardım et lütfen!

    Ayşe Arman olunabilinir. ‘Şu gazetecilik serüvenimde yapılmadık ne kaldı, ben daha bu ortamlara nasıl takla attırabilirim?’ diye kafa yorulunur. Çok geçmez yeni bir fikir akla gelir çatar!

    Dannnnn…

    http://www.dipnot.tv

  5. Yazan:y.ö. Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    ps:Cemile hanım yorumlarınıza bayılıyorum, belirtmek istedim:)

    Bu da benden.

    Ayşe Arman başını örtüp Nişantaşı, Bebek, Ortaköy kafelerinde mahalle baskısı deneyi yapmış. Yetmemiş akşam Reina kapısına dayanıp, içeride eğlenmek istediğini söylemiş ve Dubai’den gelen turist rolüne bürünüp, kapıdaki korumaları kafalamış.

    Sonra giymiş dizüstü ve sırtını açıkta bırakan elbisesini, Fatih Çarşamba’ya gitmiş. Çarşaflı ve cübbeli insanların arasında yürümeye çalışmış.

    Bir arkadaşına rica etmiş onunla yapmışlar bu sosyolojik deneyi. Peşlerinde foto muhabiri ile İzmir Alsancak’ta çarşaflı dolaşıp, haşemayla denize de girmişler malum otellerde.

    Bunca sıkıntılı günlerinin sonucunda elde ettiği sonuç ise:

    Mahalle baskısı sıfır!

    Ama nerede? Onların mahallede, yani Nişantaşı ve Bebek vs. de.

    Çarşamba’da yürürken ise ödleri kopmuş. Orada dolaşırken hissettiklerini ve yaşadıklarını,

    Bir an çıplakmışız gibi bir duyguya kapılıyoruz çünkü öyle bakıyorlar.

    Uzaktan bizi izleyen fotoğrafçı arkadaşımız Levent bile tırsmış durumda.

    Üzerinde turuncu bir tişört var diye laf yemiş.

    Bizim yediğimiz lafın, haddi hesabı yok.

    Hele, sakallı cüppeli bir adam “Pislikten başka bir şey değilsiniz!” deyince…

    Demet’le göz göze geliyoruz, adımlarımızı hızlandırıyoruz.

    Ve kendimizi arabaya atıyoruz.

    diye anlatıyor.

    Yani, karşı mahallede açık giyinenlere baskının âlâsı varken, Ayşe’nin mahallesinde herkes türbanlılara gayet saygılı ve tahammüllü davranmış!

    Peki gazetecilik bombası olarak verilecek olan bu deney/test adil mi, değil mi, bunu sorgulayalım.

    Başörtülüler, mahalle baskısından ziyade, kamusal alanda yaşadıkları yasaklardan ve ayrımcılıktan şikayetçiler. Kimse “ben Bebek’te, Nişantaşı’da kafelerde oturamıyorum, beni almıyorlar” diye feveran etmiyor bildiğim kadarıyla. Zaten artık oralardaki kafelerin muadilleri de, parası olan türbanlı türbansız herkes için, heryerde hizmet verir oldu.

    Bana kalırsa, Arman’ın en başından seçtiği deney ortamı ve şartları yanlış.

    Eğer amacı gerçekten türban sorunu denilen şeyin ne olduğunu empati yaparak saptamaktıysa, ve bu meselenin gerçek nedenlerini öğrenmeyi istiyorsa, ona önerilerim şunlar olabilir;

    Başörtülü bir veli olarak, üniversite mezuniyet törenine katılmayı deneyebilir.

    Başörtülü bir ebeveyn olarak, orduevinde evlenen bir askerin düğününe girmeyi deneyebilir.

    Başörtülü -kart- bir öğrenci olarak, öss’ye girmeyi deneyebilir.

    Başörtülü olarak, çocuğunu askeri lise/yada harp okulu sınavlarına sokmayı deneyebilir.

    Başörtülü olarak, bir buket çiçek alıp GATA’ya bir hasta ziyaretine gitmeyi deneyebilir.

    Başörtülü olarak, herhangi bir yere CV bırakabilir. Kabul edilirse maaş pazarlığını deneyebilir.(Koç’a mesela)

    Başörtülü olarak, milletvekili adayı olmayı deneyebilir.

    Çarşaf giyip, Alsancak’ta dolaşmak yerine, bir devlet hastanesinde muayene olmaya gidebilir.

    Çarşaf giyip, mahkemeye çıkabilir.

    Yada çarşaf giyip, herhangi bir devlet okulunda, bir veli toplantısına katılabilir.

    İşte ben Arman’ın buralarda alacağı tepkileri okumayı çok arzu ederim.

  6. Yazan:as Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Ancak bu kadar düşebilirdi. Sanıyorum artık herkesin, onun kadın, erkek,Dubai, orası burası vb. dandik yazılarından sıkılmış olduğunu anlayınca kendince bi action yapıp gene bir numara olmak istemiş olacak ki böyle saçma sapan bi işe kalkışmış. Önce soyunmuş, sonra örtünmüş. Ya da şöyle diyelim. Zaten soyunukmuş değişiklik yapıp bi örteyim demiş. Bu konuda Elif Çakır’ın yazısı “cuk” diye oturmuş bence. http://www.taraf.com.tr/makale/6540.htm

  7. Yazan:cb Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Sevgili y.ö,

    teşekkür ederim ben de sizin yorumlarınızı beğeniyorum ve daha çok olmasını temenni ediyorum 🙂

  8. Yazan:Levent Cetin Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Yuksek Okceler,

    Yorumunuz cok hakli. Deney diye yapilan seyin sorun olan yerlerde yapilmasi gerekirdi sorun olmayan yerler zaten herkesin malumu. (Hurriyet okurlari harictir belki).

    Ortada bir sosyoloji deneyine benzer durum var, ama ne bir kontrol grubu, ne bir istatistik. Sonra da Temel’in pire deneyi gibi sonuclar cikariyor.

    Herhalde her Turk, amator sosyolog dogar.

  9. Yazan:Ali duman Tarih: Tem 15, 2009 | Reply

    Kemalizm, takla atmaları, perendeleri, ters taklaları sever ve bu konuda ustadır.

    şemdinli davasında yargıtayca kanun maddelerine nasıl takla, ters takla, perende attırılarak dava askeri mahkemeye sevk edildi gördük,

    ayşe arman’ın taklaları hiç kalır, hiççççç.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin