Ayşe Arman “vur” emrini kimden aldı?
By Rasim Ozan Kutahyali on Tem 15, 2009 in Başörtüsü Yasağı, Kemalizm, Türk Basını, Yobaz Laikler
Ayşe Arman İslami muhitlerde yani “karşı mahalle”de o mahallenin yaşam tarzına ait bir insan gibi dolaşıyor, yaşıyor ve izlenimlerini yazıyor birkaç gündür… Epey de yankı yaratıyor bu izlenimler, birçok kişi de bu konuda yazdı… “İslami mahalle”den “laik mahalle”ye transfer olan Ahmet Hakan da eski mahallesinin cinsiyetçiliğini, İslamcıların sistemin kendisi haline gelmesini halen “karşı mahalle” mensubu olan İsmail Kılıçarslan’ı şahit göstererek tartışmaya açtı…
Bence de bu tartışma çok gerekli… Ancak şu “laik mahalle”deki davranışları, alışkanlıkları ve tutumları da işin içine katıp, karşılıklı dürüstçe bu müzakereyi yapabilmemiz kaydıyla… Ben de bugün Türkiye’nin laik kesimini röntgen masasına yatırarak şu tartışmaya bir katkıda bulunayım…
Her şeyden önce şunu belirteyim… Laik kesimin bir temsilcisi olarak “karşı mahalle”yi keşfe çıkan Ayşe Arman, kendisini Türkiye’nin “laik mahalle”sinin muteber bir mensubu saymamalı… Cumhuriyet mitinglerine katılan o pek laik teyzelerimizin ve amcalarımızın çoğuna “Kızınızın yaşam tarzı Ayşe Arman gibi olsun ister misiniz” diye sorduğunuzda “Aman Allah korusun” cevabını alırsınız bu bir… Hele “Gelininiz Ayşe Arman gibi olsun mu?” dediğinizde “Türkiye laiktir, laik kalacak” diyen o insanların bir anda elini kulağına götürüp kuvvetle vurmak için tahta aradığını görürsünüz bu da iki… Standart laik-çağdaş Türk aileleri Arman modeli kadınların yüzüne gülerler ama aile hayatlarına öyle bir kadının girme ihtimalinden, Türkiye’nin İran olması ihtimali kadar korkarlar! Bu Türk laik kesiminin çoğunluğuna dair çok temel bir derstir… Dindar bir kadın yazar arkadaşım Ayşe Arman’ı “Laik Türk kadını örneği” olarak ele aldığı bir yazıdan sonra, kendisine Kemalist diyen kadınlardan gelen bir dolu mektubu aktarmıştı bana. O mektuplardan birinde “Sen bizleri o kadın gibi mi zannediyorsun, Çağdaş Türk kadını o…. değildir. Edepli, adaplıdır. Senin gibi dinciler bizi böyle göstermek istiyorsunuz” diye tepki dolu satırlar vardı… Ayşe Arman “laik mahalle”nin bu ikiyüzlülüğüyle yüzleşeceği bir yazı dizisine de girişsin bence… Belirtmeye bile gerek yok ki bu noktada ben o riya ve sahtekârlıkla dolu tayyör tipi “Çağdaş Türk kadını” tarafında değil, ne yaşıyorsa dürüstçe yaşayan Arman modeli kadınların yanındayım… Arman “başarı” kazandığı ve sahici seküler bir aileye gelin gittiği için sorun yaşamıyor ama tam anlamıyla seküler bir yaşam tarzına sahip kadınlar bu ülkenin sabah akşam laiklik, çağdaşlık, Atatürk diyen mahallesinde alçakça bir ikiyüzlülükle karşılanıyor… Bu riyakârlık sebebiyle dramlar yaşayan ne Armanvari kadınlar var… Özellikle sanat dünyasından kadınlara yönelik Türk laik kesiminin çoğunluğunun tavrı, bu dünyanın topunun birden o yazar arkadaşa mektupta yazıldığı gibi o…. olduğu yönündedir. Sinemacı, tiyatrocu, şarkıcı vs. hiç fark etmez… O tarz kadınlarla bu laik ailelerin oğlanları gezer, tozar, eğlenir ama iş evliliğe gelince meydanlarda “Başörtüsü Çankaya’ya çıkmayacak!” diye haykıran bu kitle “Bu kadın ailemize girmeyecek!” diye haykırmaya başlar… Türkiye’nin “laik mahallesi”nde ana fotoğraf bu şekildedir… Hiç kimse kendini kandırmasın… gazetesine öneriyorum… Adil Gür, laik cumhuriyetin en büyük koruyucusu olan generaller, albaylar, yargıçlar ve savcılar arasında bir anket çalışması yapsın… Türk generalleri ve albayları kızlarının evlenmeden önce bekâretinin bozulması konusunda ne düşünüyor? “Kızım evlenmeden asla kimseyle o-la-maz!” diyen laik ve çağdaş generallerin, savcıların, yargıçların oranı neymiş? Türkiye’nin çağdaş yaşam tarzının koruyucuları oğullarının eşcinsel, kızlarının lezbiyen olması ihtimalinde ne yaparlarmış öğrenelim bakalım… Laik medyanın linç etmek istediği Ali Bulaç’tan ne kadar farklı düşünüyorlar bu konuda? Öğrenelim… Bu anket cinselliğe, bedene ve namusa dair birçok soruyla da ayrıntılandırılmalı bence…
Hürriyet
Benim bu anket önerim laik kesimin kalantorlarını epey bir işkillendirecektir… Çünkü sonucun üç aşağı beş yukarı nasıl çıkacağını hepimiz biliyoruz… Türkiye’de “Çağdaş Yaşam Tarzı” diye tekrarlanıp duran şeyin içinin çoğunlukla riyakârlık ve eyyamcılıkla dolu olduğunu çok iyi biliyoruz… Türkiye’de standart bir laik erkek ya da kadın hâlâ namus kavramını beden üzerinden tanımlamaktadır. Elbette yeni kuşaklarla birlikte bu durum hızla azalıyor. Üstelik her iki mahallede de ortak biçimde azalıyor. Türkiye’nin muhafazakârlaştığı falan yok, her iki kesim de kendi içinde sekülerleşiyor… Fakat özellikle çok yaygara çıkartan eski kuşak bu meselede hem kel hem fodul durumda… “Laik mahalle”nin özellikle devletlu kalantorları bir yandan dindarların sosyal ve ekonomik hayatta daha fazla öne çıkmasından, haklarını talep etmesinden rahatsız, bir yandan da daha genç laik kuşakların sahici anlamda laikleşmesinden rahatsız… İlk süreç onlara göre “irtica”, ikinci süreç ise “dejenerasyon”… Ayşe Arman da onlar için “dejenere kadın” modelinin en uç örneği… Yüzüne gülünecek ama arkasından fişteklenecek kadın tipi… Arman gibi hayat tarzına sahip kadınlar esas “bizim mahalle”deki bu ikiyüzlü laik-insan tipine karşı dikkatli olmalı… Dindarlar zaten “karşı mahalle”…
“Laik mahalle”ye dair gözlemlere devam edeceğim…
…Bu makale ilginizi çekti ise…
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Öğretmenlik, savcılık, soytarılık, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…
5 Yorum
Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Tem 15, 2009 | Reply
Kütahyalının makalesi yine çok anlamlı. Yobaz laiklerin yalakaliklarini ve önyargilarini çok açık şekilde meydana cıkarmış. Yanılmıyorsam Ayşe Abla gecenlerde birde çiplak pozlar vermişti. Şimdi düşünmek lazim çiplak poz vermek laiklikmi!!! Şimdi bütün laiklerin samimi olmasi için ciplak poz vermesi gerekmezmi!!!!!
Yazan:cb Tarih: Tem 15, 2009 | Reply
Kütahyalı iyi saptamalarda bulunmuş,tebrik ederim.
Ben Arman’a yeni tavsiyeler de bulunayım.Madem cinsellik reitingi ile başlayıp dillere pelesenk olan ismi ile yol aldığı gazetecilik yaşamına sosyolog gözüde ekliyor o zaman başladığı işi hakkıyla bitirsin.
Bu ülkenin ötekileri mahalle baskısına maruz kalanları sadece başörtülüler değil.Gel beri Ayşe.
Daha Ermeniler var Kürtler var Aleviler var.Bu ülke geniş öyle kırıtıp kaçmak olmaz.
Önce o kıyamadığın kızını(Allah korusun) TMK mağduru çoçuklarla birlikte bir hapse yolla bakalım.Ellerinde taş izleriyle.Çek tüm pembelerini şöyle çamurlu ayakkabılar giydir ya da yalın ayak olsun.Altın saçları pul olsun.17 yaşında gönder evden gazete almaya bir daha geri gelmesin(Allah korusun).Bir Cumartesi Annesi ol bakalım,Ayşem.
Sonra eşinide yok say.Bir dere kenarında ensesinden tek kurşunla vurulmuş olarak bul(Allah korusun).Ya da Madımak’da alevler içinde hayal et.
Hastalan Ayşem,(Allah korusun) git Çapa’ya başında örtünle yüzüne bakılmasın.Bir de hasta hasta hakaret ye.Medine Bircan ol,örtülü olduğun için sedyede ölüme terkedil.
Bitmedi.
Şöyle o kıymetli kızını çalışıp didindiği ÖSS sınavına sok başında örtüyle sonra kızının sınavı iptal edilsin.
Ve daha bir sürü şey,acı…
Reina önünde kikirdemeye benzemiyor değil mi?Demet’le gülme krizine girmeye falan.AAA ben Ayşe diye patlattığın kahkahalardan eser yok.Öyle ya sedyede kıvranırken,ölüne ağlarken kıkırdanmaz değil mi?
Öyle işe ışıltın birden sönüverir.
Unutmadan şimdi sen bu popüleriteden sonra bir boşluğa düşersin hemen ürkme reiting canavarı ile geçirdiğin geceyi kaleme al yine gündem senindir.
Yazan:Mustafa Tarih: Tem 15, 2009 | Reply
Anladigim kadari ile Dogan medyanin din konusunda bir yayin programi vardir. Dinin hayatin hemen hemen bütün bölgesinden uzaklasmasini bunlar “ilerlilik” olarak anliyorlar. Dindar insan bu medyada daima “problemli” gösterilir. Okuyucusu dindarlara sinirli etmeye calisir. Ayse Arman o siyasete uygun görevi yapmaktan baska ne yapabilirki?
Yazan:syd Tarih: Tem 16, 2009 | Reply
Ayşe Arman, Reina`nın kapılarını zorlamamış!: Taraf yazarı Yasemin Çongar, Ayşe Arman`ın Reina macerasının perde.. http://bit.ly/5i14h
Yazan:eg Tarih: Tem 17, 2009 | Reply
bugün leyla ipekçi yazmış bu konuda. sanıyorum bu yazıyı ondan başka kimse de yazamazdı. o kadar yazı yazıyorum, leyla hanım’ın yazdıklarını görünce yazdıklarımın bütün ışığı gözümde kayboluyor, sönüyor sahte yıldızlar gibi:)) gerçekten muhteşem yazmış. bir yazı başyapıtı adeta.
**************
ÖRTÜNMEDEN ÖRTÜNMEK
Göz gördüğü kadar gösterir de. Işığı aldığı kadar, baktığını da aydınlatan, ışığını onda yansıtan bir özelliği vardır gözün. Mesela sevdiğini güzel görür, çünkü uzayda başıboş olarak gezinen güzellik kavramını bir sevgilinin yüzüne tutarak, onda kadrajlar, somutlaştırır.
Evet, görünmezi görür göz. Fakat ne yaparsa yapsın, kendine bakamaz. Kendini görebilmek için, sevdiğinin gözlerinden yansıyan bakışlara ihtiyacı vardır. Müthiş bir yolculuktur bu.
Seven ile sevilenin giderek iç içe geçtiği, birbirinde eridiği, birbirini çoğalttığı ve bütünlediği, sonra bazen ayrıştığı, ayrışırken kesiştiği, kesişirken kavuştuğu bu bakış sayesinde gerçeğin bize görünmeyen boyutlarını da görmekteyizdir.
Gerçeğin aşkın boyutunu gören bu mecazi göz, örtünen bir kadına baktığında yalnızca bir kumaş parçası görmez. Daha fazlası vardır. Örtü, hakikatin aşkın boyutlarına doğru bir yolculuktur öncelikle.
Aynı şekilde, bu yolculuğa çıkanlar, örtüsü içindeki kadının da tenden ibaret olmadığını görürler. Ailesinin, mahallesinin, devlet otoritesinin baskısıyla örtünen bir kadın konu dışıdır.
Çünkü başkasının rızası için örtünmek veya herhangi başka birşey yapmak, başkasına kul olmaktır. Ancak sözüne güvendiği ve kalbiyle teslim olduğu sevgilisinin kendisinden beklediklerini kendi iradesiyle yapan âşık bir kadın, her şeyi O’nun için yapmanın kudretini taşıyabilir.
Ve ancak başkalarının sözüne veya kendi egosunun isteklerine teslim olmayan kadın, ilahi aşkın ‘açık uç’larına doğru yol alacaktır. Bu kadın; cinsiyetinin ötesine geçebilmiştir.
Seven ve sevilen olmanın cinsiyeti yoktur, sevgili olmaktan başka.
Demek ki: Örtü nasıl bir kumaş parçası değilse, kalbindeki ‘aşkın irade’yle örtünen kadın da asla yalnızca görünebilir niteliklere indirgenebilen, yalnızca tenden ibaret kalan ve yalnızca bu dünyayla hemcins olan bir kadın değildir.
“Başörtüsü etrafı görmeyi engelliyor, farklılıkları yok ediyor, herkes birörnek oluyor” gibi çok ‘görünür’ bir bakışa sıkıştırılmış ve hiyerarşik olarak kendi bakışının üstünlüğüne vurgu yapan bir algıyla örtünen kadına bakmak: Kendine bakamayan göz olmaktır.
Bu gözle örtünen kadına bakmak, onu kadavralaştırmaktır.
***
Hepimiz, biricik olduğumuzu biliriz. Anlam ortadan kalktığında tüm vücutlar benzeyecektir zaten. Farklılaşma çabası ise biricik olduğunu bilen insanı yatay bir eksene mahkûm bırakıyor. Gözü metafiziğinden koparıyor.
İnsan gerçekliğine birörnekler arasındaki ince ayrıntılarla ulaşmanın mümkün olduğunu bize unutturuyor. Dünyanın görünmez ama bilinebilir bağlantılarını kurmamıza engel oluyor.
Bize binlerce saat fazla mesai yaptıran birbirimize karşı farklılaşma hırsımız, ironik bir şekilde bizi yeniden benzer kılmıştır bu arada. Dekoltenin derinliğine, kravatın desenine indirgenmiş sığ farklılıklarla insan biricikliğine odaklanmak mümkün müdür?
Bana kalırsa, herkesin biricik olduğu bir dünyada, asıl esaret, ötekilere kendi biricikliklerinde bakma çabası ortadan kalktığında başlıyor: “Başörtüsü şöyledir böyledir.” Veya “başını örtenler şudur budur.”
Tüm bu tanımlar, insanı bir ‘göz yanılgısı’na tutsak hale getiriyor. Vicdanının örtülerini örterken, apaçık olan hakikate karşı onu körleştiriyor. Acımasızlaştırıyor. Kendine bakamayan gözüyle yine kendi bakışına tutsak hale getiriyor. Ve dahası, karikatürize bir biçimde kendi egosuna kulluk ettiriyor onu.
***
Kalp iradesiyle, yani aşkla yapılabilen şeyler ibadettir. Kendi eylemini aşan bir ‘sarih’ niyetle yapılırlar çünkü. İnsan gerçekliğinde aşkın bir boyut olduğunun ispatıdır bu aynı zamanda.
Sevgilinin beklentilerine değil de, egonun beklentilerine teslim olduğumuzda ise tatmin olmak neredeyse imkânsızlaşıyor. Ne örtünerek, ne de açılarak.
İster inançlı olalım ister olmayalım, örtülü kadın imgesi bize tanrısal söze teslim olmanın ‘görünür’ halini işaret ediyor. Sırlarla dolu bir hakikatin her an mevcudiyetini hissettiriyor. Örtülü kadının gündelik hayat ile metafizik hayat arasında kozmik bir bağlaç olduğunu sezdiriyor.
Dünya ile gayb arasındaki her çeşit ayrıştırma ve parçalamaları, tüm göz yanılgılarını ortadan kaldırıyor. Ötelerin buradaki izdüşümünü görünür kılıyor giderek. Bakışlarımızı baktığımızla birleştiriyor.
Örtünmek; sadece doğayla, ötekilerle veya kâinatla ahenk sağlama biçimi değil, aynı zamanda nesnelere karşı bir mesafe alma biçimidir. Eşyanın gizli yüzünü açar.
Bu anlamda, sosyolojik bir olgunun ötesindedir bence örtünmek. Sosyolojiden ziyade, sanata yakın. Gören ile görünen arasında bir estetik uzay oluşturur. İnsanlığa hem gören hem görünen olmanın imkânlarını sunar.
Bizdeki kalp zekâsı belki bu sanatsal estetiği görecek kadar yüksektir. Ama vicdanın ve kalbin üzerindeki süslü örtüler, öylesine çamurlu bir sığlığa çekiyor ki bizi, apaçık olandaki gerçek, örtülü hale geliyor giderek.
Oysa hem seven hem sevilen olmanın yolculuğu, gözden göze kesintisiz bir biçimde sürüyor.