RSS Feed for This Post

Bir Kürt Olarak Ne İstiyorum?

Yazar: Kemal Dino

Son günlerde, gündemi iyice meşgul eden zaman zaman sorulmuş; ama şıkları pek bulanıklaştırıldığı  için cevaplanmaktan çok lâfazanlık cehenneminde kaybolup giden bir soru var: Kürtler ne istiyor?  Bu yazıda ben dilim döndüğünce bu soruyu kendime sorup ve tutarlı bir şekilde cevap vermeye çalışacağım. Bunca Kürt, Kürt aydını ve siyasetçisi dururken, benim farklı bir kulvarda seyir eden, bölücülüğün(!) tehlikeli sularında kulaç atan isteklerimi dile getirmemi bir lüks, boş bir çaba olarak görenler olacaktır elbet. Ama ne edersiniz, demokrasi diye bir şeyi AB dayatması neticesinde kabul etmek mecburiyetinde kalmışsız. Ben de bir bireyim ve dinlemek zorundasınız beni, işinize gelmese de.     

İlk önce böyle bir sorunun kimin ya da kimlerin sorduğu ve muhatabın kim olduğu net olarak ortaya konulmadığı için, sorunun ağırlığını sanıldığı gibi korumadığını düşünüyorum. Bu soruyu yıllardan beri Kürdistan coğrafyasında her türlü asimilasyonu ve işkenceyi yapmış Türk ordusunun ve Türk halkının (Tüm iradesini devlet babaya teslim etmiş, bu konuda suçsuz olduğunu düşünüp hala da rahat uyuyan “sessiz çoğunluğun”) da sorması lazım. Soruyu da başta Kürt halkı olmak üzere, Kürt aydınlarının ve siyasetçilerinin geniş bir çapta samimice cevaplaması lazım. Ama söz konusu bugün soruyu soran bu yok edişin müsebbiplerinden çok daha bir kaç aydın ve gazete oluyor. Cumhurbaşkanı gibi birkaç kişi de korka korka cılız beyanatlarda bulunup, geri adım atıyorlar. Neticede bu soru Türkiye’de ciddi bir şekilde sorma sürecine girilmemiş ve kamuoyunda hala böylesi bir sağduyu gelişmiş değil.  Ayrıca bu öneriler öyle alçaltıcı bir üslupla ele alınıyor ki, başlı başına başka bir yazının konusu olduğu için,kısa kesiyoruz)       

Müsebbip  ve muhatapların sustuğu bir ortamda, bir kaç aydının ve yazarın beyan edilen görüşleri medyaya yansıdı. Söz konusu ben bu medyaya yansıyan sözde çözüm önerileri üzerinden kendi isteklerimi konumlandırıp ve bunların birkaçının değerlendirmesini yapacağım.     

Çözüm önerilerden biri de Kürtçe üzerindeki baskının “lokal” olarak kaldırılması ve Kürtçenin seçme dil olarak okullara girilmesi buyruluyor. Ben bu çözüm önerisini ciddiyetten ve hakkaniyetten uzak saygısız bir yorum olarak değerlendiriyorum. Dahası çözümden çok problemin özü olarak algılıyorum. İnsanın yegane evi ve hafızası olan dilin seçmeli bir şekilde bir ulusa dayatılması, onun dilini yaşam alanından çekip deyim yerindeyse seralarda, pencere önü saksılarda ölüme terk ettirmenin onurlu bir çözümle bağdaşan hiçbir tarafı yoktur. Bu Türk ve Kürt aydınları tarafından bilinmeyen bir gerçek olamaz. Düşünmek lazım, bir ulus kendi ırkını seçmediği gibi dilini de seçemez. Bu yüzden diliyle kendisini var etmesi en doğal hak olarak adlandırılır. Peki nasıl olur da seçemediğin bir şeyi seçmeli bir yöntemle ve minnet ederek verme tenezzülünde bulunuyorsunuz? Siz bu saksılarda büyüyecek ve tarihten hafızadan arındırılmış bir dilin gelecekte nasıl bir edebiyat  sanat doğuracağını bekliyorsunuz? Eğer siz sadece doğruyu söyleme cesaretine sahip ve hakkı isteme potansiyeline haiz insanlar iseniz, seçmeli dilin Kürtçe değil ancak, Türkçe olabilmesi gerektiğini haykırmanız lazım. Bu çözüm önerisi ne mutlu Türküm diyene sözünün Kürtçe tercüme edilmesidir. Eğer Dil üzerindeki baskıyı bu derece lokal bir şekilde ele alıp hak kırıntısı olarak önümüze sunarsanız dağlarımıza artık Türkçe değil, Kürtçe “Ne mutlu Türküm diyene” yazılacaktır. Bunun da ne derece büyük bir değişim olduğunu artık varın siz hesaplayın. Ben bir Kürt genci olarak tüm okullarda eğitimin Kürtçe olmasını istiyorum. Tarih dersinde Göktürkleri, kavim göçlerini, Atilla Han’ları, Gazneli Mahmutları değil Bedrxanileri, Dımdımları, Edebiyatta  Ehmedê Xanîleri Feqiyê Teyranları görmek istiyorum. Bir dilin seçmeli olması değil, tüm müfredatın tarihin, coğrafyanın,  edebiyatın, Kürtçe olmasını talep ettiğiniz anda inandırıcı olabilirsiniz. Ama gel gör ki, değil bunu tam tersini yapıp da minnet etmenin kıskacında beteri kriter alıp, kötüye mahkum etme anlayışının neresinde aydınlık, insanilik ve demokrasi olabilir? Bu yüzden Türkiye’ye Yalçın Küçükler, Ertuğrul Özkökler, Mümtaz’er Türköneler değil Emile Zola’lar lazım. Ve çıkıp açık açık suçluyorum diyebilme cesareti gösterdiklerinde aydın sıfatını hak edebilirler.      

Dağdakiler için genel bir af isteniyor. Basitleştirirsek affa ihtiyaç duyan suç işleyen, affeden ise mağdur olandır. Peki dönüp baktığımızda,  bu dağdaki “teröristlerin” af bekledikleri sevgili ordu ve yüce suskun Türk milleti’nin yaptıklarını hangi merci affedecek? Toplu mezarlarımız, Botaş’taki kemiklerimiz, yıkılan, yakılan köylerimiz, tecavüz edilen bedenlerimiz ve işkenceden geçirilen binlerce vatandaşımız için kim özür dileyecek? Veya kim, kendini, niçin, nasıl affettirecek?  Biz kim oluyoruz da bunca acıyı yaşamış bireylerin acısını bir tarafa itip kendimizi affa muhtaç gösterip onları kulak ardı ediyoruz.(Ahmet Türk nasıl oluyor da biz 17 bin fail-i meçhul cinayeti unutmaya razıyız diyebiliyor. Bu pişkinlikle ancak hafızasız, kişiliksiz ve hasta bir barıştan bahsedebiliriz. Bu kendi acına yabancılaşan sömürge insanın bakışıdır ki;  bambaşka bir yazının konusu olabilir.)  Tabi bu sorunun muhatabı sadece devlet değil. Konuyu açarsak, başta Apo olmak özere PKK’nin yönetim konseyidir de.  Bugün tüm siyasetlerini Apo’nun İmralı’daki konforu üzerine kurup, onun talepleri dışında her şeyi unutmaya razı edilmiş bir Kürt siyaseti hangi aymazlık içinde bunları kulak ardı edebiliyor. Ya da Kürtler ne zaman sadece devletten değil PKK’dan da hesap sorup kayıplarını sorgulatma bilincine sahip olacaktırlar. Ben sadece devletin değil, Kürt halkın Kürt liderlerinden hesap sormaları gerektiğine inanıyorum. Bu savaşın bilançosunu öyle kolaylıkla devlete yıkıp, iradesini başkalarına teslim edip(!) binlerce faili meçhul cinayette parmağı olan Apo’yu ve şürekasına da hesap sormalıyız ki, ortada insani değerlerimizi onuruyla savunabilelim. Çünkü kendi kaybının, acısının peşinden gitmeyen bir ulusun tam manada asla özgür olamayacağına inanıyorum. Ne zamanki, biz acaba bu hareket bu kadar terörize edilmeden sivil ittiat asizklerle, daha anlamlı ve bilinçli eylemlerle hak aramaz mıydı? Sorusunun peşine düşersek göreceğiz ki, PKK asla sanıldığı kadar masum değildir. PKK masum olmamasının ordunun, asimilasyonda fail yada pasif rol alan tüm güçlerin zulmüne bahane olmadığını ayrıca belirtmekte fayda var. Devletin de istediği teröre bulaşmış, nice kirli işere karışmış birkaç liderin diktatörlüğünden, beyni hadım edilmiş bir örgüt ile ulusal bir mücadelenin kirletilmesidir. Bu konudaki danışıklı dövüş Aktütün baskını Bingöl olaylarıyla iyice ayyuka çıktı. Bir Kürt genci olarak Kürt aydınlarının bunlara da hesap sorup cevabını muhataplarından almasını şiddetle isterdim.      

Sonuç  olarak Kürtler sadece devletle orduyla değil PKK’yla da yüzleşip haklarına Onurlarınca sahip çıkıp, saksıdan çıkmış çözümlere itimat etmemeliler. Kürt siyasetçileri de artık dilerini Apo’nun kumandasında kurtarıp hakkı söylem cesaretine sahip olmalılar. Yoksa gün gelir tarih karşısında gerçeklerin cenderesinde hepsi de hesap vermek ve vicdanlarıyla başa baş kalmak durumunda kalacaklardır.     

Yazıyı  uzun tutamadığım için sadede gelmek istiyorum. Kürt coğrafyasında bunca talana rağmen onurlu bir çözümün asgari yolu ancak Federal bir sistemle olabilir. Daha azı kandırmaca, olup onca çekilen çileye rağmen bir büyük kayıp sayılabilir ancak. Öyle bir durumdayız ki benim gibi düşünenlerin sesi ordudan çok PKK’ya yakın Kürtler tarafından kesiliyor maalesef.. Bu da PKK’nın hangi tarafta durduğuna şüpheyle bakmamın ilk adımını oluşturuyor.

Trackback URL

  1. 38 Yorum

  2. Yazan:MY Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Kemal Bey,

    Bu yazinizi okuyunca bir çok okurumuzun öfkelenecegini tahmin ediyorum. Sizi ve yayinladigim için beni bölücükle suçlayacaklardir.

    Pesinen sunu söylemek isterim: Sizin gibi federasyon isteyen ya da bagimsiz bir Kürdistan kurulmasindan yana olan insanlar eger 1980’lerde fikirlerini açikça savunabilecekleri özgür bir ortam bulsalardi 40 bin insan ölmemis olacakti. Harcanan paranin hesabini zaten kimse bilmiyor. Ama bugünkü nefret ortami belki de ölümlerden daha da aci.

    Bu demek degil ki federasyon ya da bagimsizlik disinda çözüm yoktur. Ama eger T.C. Kemal Dino’nun yazmasina, konusmasina engel olursa geriye bir tek silahli mücadele kalir.

    Siddeti engelleyebilecek özgürlük ortaminin devlet, ordu ve PKK eliyle yok edildigini savunuyorsunuz yanlis anlamadiysam. Bu konuda tamamen sizin gibi düsünüyorum. ama sunu eklemek isterim, uzun yillardir sûphelendigimiz seyler vardi, Derin devlet ve PKK’nin isbirligi içinde olmasi gibi.

    Ergenekon sorusturmasinda ortaya çikanlar da bunu pekistirdi. kuzenlerimden ve yakin arkadaslarimdan Güneydogu’ya giden çok insan oldu. Kirsehirli, Mardinli, Bingöllü, Sirnakli ve Hakkari’li Kürt arkadaslarim var. Oldukça uzun bir zamandir PKK ile JITEM’in “ortak” operasyonlar yaptigi zaten biliniyor.

    Özetle taraflari Kürt-Türk olarak görmüyorum. Sorunu bu sablon üzerinden okumayi reddediyorum.

    Yazinizda “hakkaniyet” kelimesini kullaniyorsunuz. Ben de çizgiyi böyle çiziyorum: Hakkaniyetin yaninda olanlar ve karsisinda olanlar. Her iki grupta da Kürtler ve Türkler var.

    Türkiye’nin bölünmesi konusuna gelince… Artik hem devlet hem de toplum olarak milliyetçi-militarist söylemleri terk etmemiz gerekiyor. Türkiye’nin bölünmesine karsi çikmanin daha zekice ve insanca yollari var. Bu konudaki görüslerimi ” Vatanın bütünlüğü silahla mı korunur? ” isimli yazida aktarmistim.

  3. Yazan:durhat Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Muhtemelen büyük tepki alacak yazı.Okunmak ve anlaşılmak yerine “sözlü linç”le karşılık bulacağı ve bir kesime “panik atak”yaşatacağı kesin.Peşin konuşmak doğru değil elbet,umarım yanılan ben olurum:duygu ve düşüncelerini belirtti diye genç arkadaşımız-umarım-küfür ve hakaretlere maruz kalmaz.

    Yazının ana fikrine gelince,bence yazar kendi yaşam algılarından yola çıkarak “istekler”de bulunmuştur.İsteklerini de gayet makul buluyorum.Birey olarak elbette düşüncelerini özgürce ifade etme hakkına sahip olmalıdır.Dolayısıyla kişisel talep ve istekleri de olabilir,sorunun çözümü konusunda öneri de sunabilir/sunabilmelidir.Ne var ki,bireysel taleplerde bulunma ve bu taleplerle örtüşen kişisel kanaatlerin dile getirilmesi ile bir halkın/ulusun/topluluğun adına söz sahibi olmak,onlar adına konuşmak/karar verici olmak ayrı şeylerdir.Birincisine her harukalda saygı gösterilir,ikincisi ise tartışmalıdır.

    Sanırım genç dostumuz bu iki ince çizgiyi birbirine karıştırmışa benziyor.Şöyle ki:kendisi nasıl ki,PKK’nın kürt halkının kimliksel değerlerini istismar ettiğini düşünerek(ki çok yerinde bir eleştiridir)yanlış yollara saptığından yakınıyorsa;doğaldır ki her kürt vatandaşı da,kendisinin sunduğu “Federasyon”önerisine sıcak bakmayabilir.Bir başka deyişle kendisini kürt olarak hisseden her birey yazarla aynı istek ve taleplere sahip olmayabilir,bütün düşünceler paralellik taşıyamayabilir.

    İşte demokrasinin olmazsa olmaz kuralı da budur.Sizin doğru diye ortaya attığınız fikir herkesçe kabul görecek diye bir kural yoktur.Ve bana göre en büyük handikap,kürt halkının kendilerin savunmak adına yola çıkanlar karşısında yeterince söz sahibi olmaması ve demokratik tartışma özgürlüğüne sahip olmamasıdır.

    Sonuç olarak,kürt halkı kendi içerisinde özgürce tartışma hakkına sahip olmadıkça sözü edilen devlet baskılarını aşması bir hayli zordur.Bir halk,baskıya uğradığı otoriter güçten ziyade,kendisini savunma iddiasında olan güçlerce susturulmuş/susmak zorunda bırakılmışsa asla özgür olamaz.Ve ne yazık ki tam da bu nedenden ötürü kürt halkı derin bir suskunluğa itilmiştir.

  4. Yazan:eg Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    biraz keskin olsa da bence güzel bir yazı. sadece bir rahatsızlığımı söylemek isterim. benim “türk genciyim” vesaire sözlerine olduğu kadar, onun negatif ayna görüntüsü “kürt genciyim” tanımlamalarına da allerjik bir bünyem var. hoş ikincisini konjonktürden dolayı “şimdilik” hoşgörüyor olsam da, bu söylemin bir pozitif ırkçılığa çıkması pek uzak ihtimal değildir…

  5. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Türkiye Cumhuriyeti ağırlıklı olarak 2 ırktan meydana geliyor. Kürtler ve Türkler. Bu bağlamda burası Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de devleti.

    Yüzlerce yıl birarada yaşayan bu iki Irk, 1. Dünya Savaşından sonraki parçalanma sürecinde bile ayrılmamışken, Kurtuluş Savaşını beraber vermişken, yapılan bazı yanlışlardan ötürü, bir ırk diğerine üstünlük sağlamaya çalışmıştır.

    Bunun çaresi ayrılmak değildir. Çünkü birbirinden kız alıp vermiş bu ırklar, 50 – 60 yıl geçmişi olan birliktelikler gibi ayrılamaz.

    Çare daha fazla demokrasidedir.

  6. Yazan:Levent Cetin Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Turkiye Cumhuriyeti iki irktan olusmuyor agirlikli olarak. Burada Turk irki diye bir irk yoktur, Anadolu kirmasidir. Icinde kirk turlu irkin karisimi var. Turk irki ariyorsaniz Asya’nin steplerine falan gidebilirsiniz.

    Artik bu tartismalari irk uzerinden degil, halk uzerinden yapiniz lutfen. Insanlar kendilerini ne olarak kabul ediyorsa o olsun.

  7. Yazan:erva Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Yazıyı okurken öfkelenmeden sabır göstermeye gayret ettim ama bunun mümkün olduğunu söylemekte sahte olur. Töre ve ağa kıskacına kendilerini hapsedip, devlete düşman olmanın mantığını da anlamıyorum. Eğitimleri için mücadele verselerdi daha iyi olmazmıydı? (Birilerinin kuklası haline getirdiler kendilerini). Oysa kurtuluş savaşında beraber püskürtmedik mi ‘Sevr’i diretenleri? Sadece Kürt kökenli vatandaşların mı sorunları var bu ülkede? Ayrışmak yerine bütünleşmek daha akıllıca değil mi?? Ben bütün bunların bizi böl-yönet politikasını güdenlerin oyunu olduğunu düşünüyorum. Kürt’ü Türk’e düşman et, enerjilerini birbirlerini yemeye harcasınlar, beyin göçü yoluyla bilginlerini biz kapalım ,onlar geri kalıp bize muhtaç olsun mantığını doğurmadık mı ellerimizle ? Kürt, Türk, Çerkez, Arap, Alevi, Sunni beraber kurtardık bu ülkeyi. BU ÜLKE HEPİMİZİN. Sahip çıkmak bizim yiğitliğimiz olmalı, başkası kurtuluş savaşındaki şehitlerimize ihanet olmaz mı? İyi düşünmek lazım BU ÜLKE HEPİMİZİN…

  8. Yazan:MY Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    Enver haklisin, kanaatimce DTP’nin projesi Kemalist bir federal yapi içinde kemalist bir Kürdistandir.

    Böyle bir ortamda Zazalar, Araplar ve yeni eyalette digerleri gibi azinlik durumuna düsecek Türk çocuklari “ne mutlu Kürdüm!” diye bagirmak zorunda kalacaktir.

    Kemalizmin à la Kurdî bir versiyonu yumurtlanacaksa mücadeleye ne gerek var? Zaten kendi kendimize yeterince zulüm yapmiyor muyuz?

    Demokrasi gelmedikçe bu topraklara üniter, federal ya da bölünmüs bir Türkiye’nin sorunlari ayni kalacak. Bozuk bir otomobili ikiye bölerek çalistiramazsiniz, tamir etmek lazim 🙂

  9. Yazan:Levent Cetin Tarih: Tem 16, 2009 | Reply

    “Bozuk bir otomobili ikiye bölerek çalistiramazsiniz, tamir etmek lazim :)”

    Yedek parcalari birbirine tutturarak yapilmaya calisilmis bir otomobil zaten hic bir zaman otomobil olamamistir ki.

  10. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    ERVA arkadaşın yorumu sıradışı olmuş hakikaten. özellikle vurguladığı ” beyin göçü “ olgusu, geçen de akmerkez civarı sosyologlarınca da ele alınmış; aziz milletimizin henüz olayı olması gereken düzeyde algılayamadığının da işaretleri bunlar.

    ” eğitim şart “ birse, ” beyin göçü “ ikidir; bakınız başka bir otobüste beyin nasıl göçmüş:

    “…ÖSS’nin yapıldığı pazar günü Akmerkez’in önünden Ortaköy otobüsüne bindim. İstemediği halde hamburgerine turşu konulduğu için dünyalar başına yıkılan Barbi tavırlı iki güzel kız hararetli hararetli birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Gayrı ihtiyari mi desem ihtiyar gayreti mi desem, konuşmalarına kulak misafiri oldum. “Kızııım, toprak altından silah değil kanalizasyon borusu çıkmış. Bizi silah diye kandırıyolar” dedi bir tanesi. “Tayyip, Atatürkçü gazetecileri F-Tipi cezaevine atıyo, muhalefet susturuluyo abii” diye cevap verdi ötekisi. Tahmin edeceğin gibi konuşmanın devamında beli bükülmedik komplo teorisi kalmadı. “Belediye otobüsünün rengi niye yeşil sanıyosun, şeriat yeşili”ne kadar uzanan, tutacak tarafı olmayan bir konuşma. Tam cesaretimi topladım lafa gireceğim, konu ÖSS’ye döndü. Kızlardan biri “Bu dördüncü girişim, yine olmazsa Amerika’ya gidicem valla” dedi. Diğerinin ona cevabı ise tüm günümü kurtaracak cümle oldu. “Şekerim böyle böyle beyin göçü oluyo işte.”

    sivilay abla’nın yazısından; uydurduysa, uymuşu var…

  11. Yazan:cb Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    Kemal beyin isteklerini güçlü bir dille söyleyebiliyor olması DD’nin bu tarz yazıları yayımlıyor olması Tr açısından geçmişe bakılınca oldukça büyük adımlar gibi geliyor.Tabii bize küçük büyük adımlardan çok köklü çözümler lazım.

    Yazarı direkt kast etmeden,ırkçlığın ırkı olmaz diye düşünüyorum.Benim Türk faşistlerle konuşacak bir şeyim olmadığı gibi Kürt faşistlerle de yok.Biz masaya Türkler ve Kürtler olarak ırkçlıktan sıyrılmadan oturmadıkça elde edecek birşeyimizde yok.

  12. Yazan:cb Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    Sevgili Erva,

    eh biraz da vicdanlı olmak lazım o Kurtuluş Savaşında birlikte savaştıkdan sonra bir bu insanlarımızı da Yunan’a yaptığımız gibi kovalamadık mı?Doğudan batıya,batıdan doğuya öyle ülke turu yaptırmadık mı?Tepki verenlere kıymetli idolümüz Sebiha Gökçen bomba yağdırmadı mı?Sonra bu anıları balolarda maharetmiş gibi anlatmadı mı?Eğri otur doğru konuş demişler,Kürt sorunu varsa sebebi de var.Lütfen içimize yerleşmiş ırkçı çipler yerlerinden hortlayıp bizi adaletsiz yapmasın.

  13. Yazan:Mustafa Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    Kürtlere yapilan haksizlik icin daima mahcubuz. Gerci Türklerde epey zulum gördü ama zulumleri tartmayalim. Faydasi yoktur. Her ne kadar cile cekildi isede – belki hayal bile edemiyruz veya inananamayiz – daha binbir mislisi mümkündü. Cok sükür olmadi. Türk ve Kürtler beraberce daha iyi hayat sartlari icin daha hürrüyitci demokrasi icin mücadele verirsek hepimiz kazancli cikariz. Baska alternatif görmüyorum. Güney dogu eyaletlerine bir takim özel haklar verilebilinir. Zaten mahalli idareleri güclendirmek zarurettir. Artik ne zaman o reformlar olursa. Federal cözüm uzun vadelik hedef olabilir bu ortamlarda.

  14. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    Turkiye Cumhuriyeti iki irktan olusmuyor agirlikli olarak. Burada Turk irki diye bir irk yoktur, Anadolu kirmasidir. Icinde kirk turlu irkin karisimi var. Turk irki ariyorsaniz Asya’nin steplerine falan gidebilirsiniz. (Levent Çetin)

    Levent Bey,

    Ben “Türkiye Cumhuriyeti 2 ırktan oluşuyor” derken insanların kendilerini tanımlamalarından yola çıktım. Yani kendilerine Türk ve Kürt diyenleri esas aldım.

    Yoksa gerçekten de işin DNA’sına inerseniz, Türkler için de, Kürtler için de dediğinizde haklısınız. Mesela Kürtler de Ermeni, Suryani, Fars gibi milletler ile karışmıştır.

    Türkiye Cumhuriyeti’nin ismi, “Osmanlı”nın Osman Bey’den gelmesi gibi, bir şahıstan gelse idi, bence günümüzde yaşanılan, birçok sorun olmazdı.

  15. Yazan:Mahmut Celal öZMEN Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    KÜRT SORUNU VE İSLÂMİ ÇÖZÜM (Fıtrat)
    MAHMUT CELAL ÖZMEN

    Bu günlerde toplumsal ve siyasal atmosfer “Kürt sorunu” ve “bölücü terör” gibi söylemlerle ısıtılıyor yeniden… Terör, güneydoğu, pkk, Kürt sorunu ve bölücülük… Elbet buna bir de yükselen milliyetçiliği ve durumdan faydalanmak isteyen salt siyasi çıkarcılıkları da eklemek gerekiyor. PKK terör örgütü son aylar içinde otuzdan fazla Türk askerini öldürdü… T.C. Devleti, Kuzey Irak’a müdahale etmeyi düşünüyor ve bunu çeşitli biçimlerde ifade etmekten de geri durmuyor. Kuzey Irak’taki Kürtlerin liderleri olarak bilinen şahıslar da Türkiye’nin bu tavrı karşısında, kendi tehditlerini savuruyorlar… Türkiye’de sokaklar “kahrolsun PKK”, “şehitler ölmez, vatan bölünmez” sesleri ile inlerken; zaman zaman da “kahrolsun Amerika” gibi sloganlarla yükseltilen milliyetçilik, galeyana getirilmeye çalışılan insanlarla sokaklara taşınıyor…

    Sonuç; Türk ve dünya kamuoyunda “Kürt Sorunu” diye bir sorun hem de yükselen milliyetçilik diye ısıtılmaya çalışılan salt siyasi ve hesapçı bir başka sorunla birlikte yeniden tartışılmaya başladı. Bu yüzden de bu yazıda bu çift başlı garip sorunu ele almaya çalışacak ve daha çok ‘Kürtlük’ ve ‘sorun’ kavramları açısından yaklaşarak; Kürt Sorununun tanımı, tarihi gelişim süreci, bu sorunun siyasi tarafları ve günümüzdeki siyasi konumu ile birlikte tespit ve çözüm önerileri başlıkları altında irdelemeye çalışacağız.

    1- Kürt Sorunu Nedir?

    Her sorunsal, en genel anlamda hem sosyal hem de dilsel anlamda bir sorundan neşet eder; yani bir soru ya da sorunsal vardır ki; bir de buna bağlı olarak tartışılan bir sorun olsun ve tartışılması gereksin… Bu anlamda evvela soru’nun ya da sorunsal’ın bir anlam içermesi gerekmektedir öncelikle, yani evvela soru olarak gelişen ve giderek sorunsal haline gelen şeyin, her ne ise kesinlikle sorunsuz olması gerekmektedir… Bu nedenle de konuya evvela bu soru ya da sorunsal’ın ne kadar anlamlı bir soru ya da sorunsal olduğunu tartışmakla ve böylelikle de “Kürt Sorunu” diye önümüze konulan bu durumun ne kadar anlamlı bir sorun olduğunun tespiti ile başlayalım. Kanaatimiz odur ki, bu bakış açısı öncelikle bu sorunun anlamsal zemini hakkında bir fikir verecek ve bu fikir ekseninde de evvela “Kürt Sorunu” denilen şeyin ne olmadığı ortaya çıkabilecektir… Zira Kürt sorunu denildiğinde orta çıkması beklenen şeyden çok çıkmayan ve çıkamayan şey de böylece daha net biçimde anlaşılabilecektir; öyleki; bu sorun daha en başından;

    —Bölgenin ekonomik yönden geri kalmışlık sorunundan kaynaklan bir sorun mudur?;

    —Yoksa sadece kültürel kimlik sorunundan kaynaklanan bir sorun mudur?;

    —Yâda birilerinin çokça öyle göstermekle mesut ve mesrur oldukları biçimde bir terör sorunu mudur?

    Nedir bu sorun?… Bütün bu soru biçimlerinden yola çıkarak baktığımızda ortaya çıkan gerçek neyi barındırmaktadır?… Zira gelinen nokta da her şeyin ötesinde bütün bu soru biçimlerini aşacak ölçüde bir başka tartışma söz konusudur ve bugün için bu soruna kaynaklık teşkil ettiği öne sürülen tüm bu soruları aşan biçimdeki bir başka sorun gündemdedir… Öyle ki; artık “Kürt Sorunu” denildiğinde Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Irak’ta yaşayan insanların milli-national kimliklerini yani bir Kürt milleti olduklarını tanıyıp onlara “self determination” (kendi geleceğini tayin) yani egemenlik hakkını vermeye dayalı daha kapsamlı bir sorunsaldan bile bahsedilebilmekte, bir başka bir deyimle bir Kürt Devletinin kurulması ciddi ciddi tartışılabilmektedir.. Tüm bölgede takriben 25–30 milyon Kürt nüfusun yaşadığını varsayacak olursak; bölgede bu anlamda bir Kürt sorununun çıkmış olmasının da görüleceği üzere, elbette tüm bu soruları aşan bir başka yüzü ve arka planı olduğunu da kabul etmek gerekecektir…

    2- Tarihi Gelişim Süreci:

    A- Türkiye Cumhuriyeti Devleti Öncesi:

    Bugün için “Kürt Sorunu” diye söylenen bu sorunun asıl adı aslında 16. yüzyılın sonuna kadar Avrupa devletlerinin dillendirdiği “Şark / Doğu” sorunudur… Ve bu mesele de son büyük ve müstakil İslâm Devleti olan Osmanlı Devleti’ne karşı nasıl ayakta durabiliriz şeklindeki Hıristiyan, batılı ve Avrupalı endişelerle oluşturulmuş bir mesele idi… 17. yüzyılın ortalarından sonra maalesef bu “Şark Meselesi” doğrudan doğruya topyekun İslam dünyasına ve dolaylı bir biçimde de son büyük İslâm Devleti’ne karşı Avrupai bir birlik oluşturma çabalarına dönüştü.. Tarih içerisinde böylece anlamsal bir zemin kazandırılan bu mesele, giderek 18. yüzyılda İslâm Devleti’nin açıklarını arama maksadı ile İslâm âleminin dini, dili, kültürel ve etnik yapısını incelemeye yönelik çalışmalara konu oldu ve çokça çalışma ve teori üretildi bu meseleden… Çünkü 1789 Fransız ihtilalinden sonra ekonomik ve teknolojik yönden güç kazanan Avrupa devletleri için yeni yeni hammadde ve pazar alanları gerekliydi ve bu ihtilali kebir ile ortaya çıkan ve büyümeye yüz tutan bu vahşi kapitalizm ideolojisinin yayılma metodu gereği yeni yeni sömürü alanlarını keşfetmek ihtiyacı ortaya çıkmıştı… Bu bağlamda da İslâm Devleti ve hâkim olduğu coğrafya onların iştahını kabartmaktaydı. Onlar İslâm âlemine bu azgın bakışlarla bakarken İslâm Devleti ve ümmeti İslâm’ı anlamak ve tatbik etmekte gösterdiği zafiyet neticesinde kendisinde var olan ekonomik, askeri, teknolojik ve siyasi üstünlüğünü yavaş yavaş kaybetme sürecine girmişti. İşte bu sürecin hızlandığı 19. yüzyıldan itibaren Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’ne “Hasta Adam” gözü ile bakmaya başladılar ve “Şark Meselesi” artık İslâm Devleti’ni nasıl yıkıp ülkesini nasıl parçalar ve paylaşırız şekline dönüştü.

    Bu dönemde Fransız ihtilaliyle birlikte kapitalizm ideolojisinin hayata geçmesi beraberinde laiklik, demokrasi, hürriyet, milli kimlik (nationalizm-milliyetçilik), milletlerin kendi geleceklerini tayin hakkı (self determination) gibi fikirler çağdaşlaşma adı altında popüler oldu. Kapitalist devletler bu fikirleri etrafa modernlik-çağdaşlık, ilericilik gibi ambalajlarla yaymaya çalışıyorlardı. Bilhassa nationalizm yani milliyetçilik ve milli devlet anlayışı, İslâm akidesi gereği ümmet anlayışı etrafında bütünleşmiş İslâm âlemini “böl parçala hâkim ol” ilkesi doğrultusunda çözmek parçalamak için kullanılmak istenmiştir. Misyonerlik, oryantalizm-şarkiyatçılık yani doğu dilleri ve kültürlerini araştırma, antropoloji, arkeoloji, sosyoloji gibi bazı bilimsel kisvelerle İslâm âlemi içinde bu milliyetçilik faaliyetlerine yoğunluk vermişlerdi.

    Sömürgeci Batı devletleri İslâm âleminde bu emellerine ulaşmak kastı ile milliyetçilik fikirlerini öncelikle İslâm âlemindeki Müslüman olmayan zümreler vasıtası ile yaymaya çalışmışlardı. Araplar içinde Marunîleri, Türkler arasında Dönmeleri-Yahudileri, Ermenileri, Rumları ve Şamanistleri kullanmışlardı. Kürtler arasında da Yezidileri ve Süryanileri kullanmışlardı. Ayrıca Batı’da üniversitelerde Türkoloji, Kürtoloji, Arabioloji gibi bölümler açıp güya bilimsel çalışmalar yapmışlar ve buralarda toplanan bilgiler bilimsel verilermiş gibi İslâm âlemine o Müslüman olmayan odaklar vasıtası ile taşınmak istenmişti. Bununla beraber bütün gayretler Müslüman halklarda taban bulmayınca daha sonra bu fikirlerine İslâmi kılıflar geçirmeye yani hak ile batılı karıştırmaya yönelmişlerdi. Türk-İslâm, Arap-İslâm, Kürt-İslâm gibi sentezlerle bu iğrenç fesat-fitne hapı içirilmişti. Buna ek olarak bir taraftan İslâmi anlayış zafiyeti artarken İslâm ümmetinin hayat iksiri olan İslâm’ı tatbikteki zaafın artması ile birlikte bünyesine enjekte edilen bu yıkıcı ifsat edici virüs etkisin gösterip ümmetin vücudunda kanserojen urların çıkmasına sebep olmuştur. Öyle ki, bu meyanda İslam coğrafyasında birbirinin ardı sıra; Jöntürkler, İ.T Partisi (İttihat Terakki), Arap Gençleri Cemiyeti, Arap Devrimi gibi teşkilatlar oluşmuş ve örneğin çoğu dönmeler ve diğer gayri Müslim unsurlardan oluşan Batı hayranı ve işbirlikçi İ.T Partililer 1908’de Halife II. Abdulhamid’i devirerek yönetime gelip güya Türkçü (!) ve millici tavırlar ve politikalar sergileyerek, Türkçülük ve Arapçılığın taban bulmasında büyük rol almışlardı.. Nihayet bu çalışmalar sonuç vermiş ve bu emellere alet olan topluluklar eliyle Osmanlı Devleti basiretsiz ve beceriksiz politikalar neticesinde girdiği 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkarak parçalanma sürecine girmişti. Sevr Anlaşması (10 Ağustos 1920) ile Osmanlı toprakları parçalanıp sömürgeci Batılı devletlerarasında paylaşılmıştı. Bu paylaşmanın haritası dahi çizilmişti. Bu haritaya göre anlaşmanın 62–64. Maddelerinde geçtiği gibi Güneydoğu Anadolu’da bir Batılı devletin himayesinde bir Kürt Devleti de öngörülmüştü. Ancak ortada Kürt Devleti isteyen ne bir delege ne de bir halk vardı. Onun için sömürgeci Batılı devletler o zaman Kürt Devleti kurmaya muvaffak olamamışlardı.

    Başta İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere Batılı sömürgeci devletlerin Sevr Anlaşması’yla öngördükleri Kürt Devleti’ni o zamanlarda kuramayışlarının sebebi, o bölgede yaşayan Kürtlerde “Kürtlük kimliği” ve “Kürt Devleti” isteğinin olmayışı idi. Yani millet-ulus ve milli-ulusal devlet anlayışı ve kimliği o bölgedeki halka mal olmamıştı. Zaman zaman bazı Kürt aşiretler Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmış iseler de bu ayaklanmalar milli kimlik ileri sürerek değil de ya yönetimden gördükleri bir zulme karşı olmuştur ya da yönetimden bir maslahat elde etmek için olmuştur. Kürtçülük için ya da Kürt Devleti isteği ile değil. Hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki isyanlar dahi Kürtçülük esasına binaen değildi. Bazı Kürtçüler, Türkçüler ve Cumhuriyetçiler bu isyanları Kürt kimliği ile yapılan isyanlar olarak gösterme gayretinde olsalar da bu doğru değildir. Sömürgeci Batılı devletlerinin bunca yoğun gayretlerine rağmen bölge insanında ulusal-milli kimlik ve bilinci oluşmamış, oluşmuş olsa bile bu oluşumlarda genel üst kimlik hükmündeki İslam kimliğine karşı üstünlük elde edememiştir…

    B- Cumhuriyet Dönemi:

    29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti Devleti milli ve laik bir esas üzerine kurulduktan sonra artık tüm topluma laik ve milli bir kimlik tepeden aşağıya doğru zorla benimsetilmeye çalışılmıştır. Jakoben yöntemlerle ve türlü dayatmalarla toplum İslâmi kimlikten ve bilinçten uzaklaştırıp Batıdan ithal ettikleri laik milli-ulusal kimliği ve bilincini benimsemeye zorlanmıştır. Bu amaç uğruna binlerce kişi katledilmiş ve zulme maruz bırakılmıştır. Bu coğrafyada yaşayan herkese “Türk” denilmiş ve her yere “ne mutlu Türküm diyene” sloganı yazılmıştır. Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti bölge insanını yani Kürtleri hep horlayıp, aşağılayıp zulüm yapmıştır, hizmet götürmemiştir. Böylece o insanlar sindirilmek istenmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında vuku bulan Şeyh Sait isyanı gibi isyanların çoğunlukla bu bölgeden olması, laik cumhuriyetçileri bölge insanlarına potansiyel düşman ve tehlike olarak bakmalarına sevk etmiştir.

    Batıdan ithal edilen ulus-devlet kimlikli laik cumhuriyet topyekun bir devlet olmaktan çok, bir sistem ve bu sistemin varlığından fırsat devşirenlerin arkasına saklandıkları bir güç olarak sergilenen sadist, şovenist, jakoben yöntemler bölge halkında bir tepki biçiminde kaç zamandır kulaklarına fısıldanılan Kürt kimliğine yönelme eğilimini doğurmuştur. Öyle ki, Abdullah Öcalan önderliğinde 1976’da Kürdistan Devrimcileri adlı küçük bir örgüt kurulduğunda bile halk zemini böylesi faaliyetlere kucak açmaya müsait hale gelmiş, getirilmişti… Bu küçük grup daha sonra 1978’de partisel örgütlenmeye gidip PKK (Partiye Karkeran Kürdistan) “Kürdistan İşçi Partisi”ni kurmuştur. 1979’da ise silahlı eyleme geçmiş ve bir milletvekiline silahlı saldırı yaparak ismini duyurmaya başlamıştır… Sonrası malum; 15 Ağustos 1984′ ten bu yana bu canavarlar örgütünün geniş çaplı silahlı eylemleri bilfiil devam ediyor…

    Bu tarihten günümüze kadar PKK ile mücadele neticesinde Türk resmi makamlarınca 1998’de Başbakan’ın ağzından açıklanan rakamlara göre 27630 kişi ölmüştür. 17872 PKK’lı terörist ölmüş, buna karşılık 3832 asker (196 subay, 363 astsubay ve gerisi er), 247 polis, 1218 korucu ve 4454 sivil de örgüt tarafından öldürülmüştür… Öte yandan 16203 kişi ağır biçimde yaralanmış, 5030 kişi ise örgüt tarafından kaçırılmıştır… Örgüt kanadında ise, 611 kişi yaralanmış, 47718 kişi yakalanmış, 2038 kişi teslim olmuştur. Ve tüm bu sürecin ülkeye ve insanımıza maliyeti ise en kaba bir hesapla 100 milyar Dolar olmuştur.

    Bu rakamlardan yola çıkacak olursak; verilen kayıplarda dâhil olmak üzere bugün itibariyle (17872+611+47718+2038=68239) kişi ve bunlarla doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili olan epeyce bir insanın fiili olarak PKK militanı olduklarını kabul etmek gerekecektir… Buna ilaveten Suriye, Kuzey Irak, İran, Ermenistan, Türkiye ve Avrupa’da takriben 30000 daha militanın daha var olduğunu ve aktif durumda olduklarını kabul edecek olursak PKK adlı bu bölücü ve yıkıcı organizasyonun en basitinden fiili olarak 100 bin silahlı eleman bulma imkânı elde etmiş olduğunu da kabul etmemiz gerekmektedir… Bu da bize PKK’nın bir biçimde bölge insanının desteğini aldığını gösterecek ve örgütün dışarıdan ne kadar askeri, ekonomik, lojistik destek alırsa alsın halk tabanında destek görmedikçe böylesi bir potansiyele asla erişemeyeceği gerçeğini ortaya koyacaktır. PKK’nın bölge insanının desteğini kazanması onun başarısı değil, T.C. Devleti’nin de arkasına saklanarak sistemi zehirleyen ve yukarıda zikredilen fırsatçılar tarafından sürdürülen anlamsız ve dirayetsiz politikanın eseridir. Zira bölge halkı bir yandan bu anlamsız ve hesaplı baskı ve tazyikten kurtuluş yolu ararken diğer yandan da bir bölücü örgüt olarak PKK’yı bulunca maalesef sahiplenmiştir… ABD’nin ve bölgedeki işbirlikçi devletlerin yardımı ise PKK’nın işini habire kolaylaştırmıştır.

    Sonuç olarak laik-milli kimlikli uygulamaların o malum pratiklerinin ve politikalarının oluşturduğu bir ortamda PKK’nın faaliyetleri ile bugünkü anlamda bir Kürt Sorunu ortaya çıkışına kapı aralanmıştır…

    3- Sorunun Tarafları ve Günümüzdeki Siyasi Konumu:

    A- ABD ve Bölgedeki Politikası:

    PKK’nın oluşumu ve bugüne kadar gelişiminde ABD’nin rolü gayet açıktır. Buna delalet eden hususlar şunlardır:

    — PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan’ın çeşitli bağlantılarla Türkiye’deki Gladyo-Kontrgerilla (ABD’nin NATO kapsamında oluşturduğu yarı legal yarı illegal gizli örgüt) ile bağlantısı vardı. Mesela; dayısının MİT elemanı olduğu biliniyordu. Nitekim bu bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışan ve belli mesafeler kat ettiğini bir gazetedeki köşe yazısında açıklayan bir yazar (Uğur Mumcu) bu açıklamasından hemen sonra öldürüldü. Şimdi “Çeteler” olarak anılan Kontrgerilla’nın devlet içindeki uzantılarının tespit ve tasfiyesi tartışılırken sık sık “Uğur Mumcu cinayeti çözülürse bu iş çözülür” denilmesi ise bu iddiayı güçlendirmektedir.

    — PKK’nın, 1991’den sonra Kuzey Irak ve Türkiye’de konuşlandırılan ve uluslar arası “Çekiç Güç” olarak isimlendirilen askeri güçten fiili destek aldığı resmen tespit edilmiştir. Bu güç %90 oranında Amerikalılardan oluşmaktaydı.

    — PKK, 1979’dan itibaren ABD’nin bölgedeki işbirlikçisi Suriye ve onun kontrolündeki Lübnan’da eğitim kampları kurup elemanlarını bu kamplarda eğitmiştir ve Öcalan da bu süre dâhilinde Şam’da kalmıştır.

    — ve günü geldiğinde Suriye Öcalan’ı yine ABD’nin talebi ile sınır dışı etmiştir.

    Öte yandan söylemek gerekir ki, ABD’nin Kürt sorununa ilgisi Ortadoğu ve Orta Asya politikasının olmazsa olmaz bir gereğidir, zira, ABD’nin öncülüğünde ve desteğinde kurulacak bir Kürt Devleti’nin her zaman ABD mandası/desteği altında kalacağı kesindir. Bu ise ABD’nin bölgedeki nüfuzunu ve petrol geçit bölgelerine hâkimiyetini sağlama alacaktır. ABD, Türkiye’yi kendisine bağlamakta başarısız olunca Irak’ı ve Türkiye’yi bölüp birinin kuzeyinde diğerinin güneyinde yani Kürtlerin yoğun olduğu bir bölgede bir Kürt Devleti kurma çalışmalarına bu yüzden ağırlık vermiştir. PKK oluşumunu takiben, Kuzey Irak’ta Talabani’nin etki altına alınmış olması ise bu anlamda oldukça manidardır… Öyle ki bunu takibenden sürece bakıldığında 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’ta bir Kürt Devletinin kurulması için yapılan çalışmalardan bu anlamda Türkiye’nin baskı altına çalışılmasına kadar olup biten her şey de bu manidar gelişimin izleği gibi sürmüştür… Süreç içerisinde Barzani ve Talabani ABD’ye verdikleri sözlerinde durmamışlar ve kesin bir garanti almadıkları için Türkiye’nin de diplomatik atakları sonucunda daha çok Irak ve Türkiye’nin etkisinde kalmışlar ve önce Türkiye ile Barzani arasında ekonomik, askeri, siyasi işbirliğine gerçekleşmiş, sık sık sınır ötesi operasyonlar yapılarak PKK etkisi oldukça azaltılmıştır…Bu nedenle de ABD’nin bu yöndeki teşebbüsleri geçici de olsa epeyce bir süre boşa çıkmıştır…Artık şu husus gayet net biçimde anlaşılmıştır; Türkiye geçit vermedikçe Kuzey Irak’ta Kürt Devleti kurulamayacaktır…Belki de bundan dolayı bu gerçeği gören ABD Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahale bahanesi olan PKK kartını iptal etmeye ya da dondurmaya yönelmiş, Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahale etmemesi ve 17 Eylül 1998’de Washington’da Talabani ve Barzani’ye imzalattığı anlaşma ile başlayan sürece engel olmaması hususunda Türkiye’yi ikna etmeye çalışmıştır…. Bu bağlamda ise sürpriz gelişmeler olarak Türkiye’ye Bakü Ceyhan Petrol ve Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nde yardımcı olunmuş, kredi kolaylıkları sağlanmış ve Öcalan’ın iadesinde yardımcı olunmuştur…

    Bununla beraber, oyunun birinci perdesi hükmündeki bu gelişmelerin ardından Irak’ın ABD ve İngiltere tarafından 2003’de işgalinden sonra, ABD’nin Ortadoğu Bölgesine hâkim olmak projesi kapsamında Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurmak faaliyetine yeniden yoğunluk kazandırdığı gözlenmiş, Talabani ve Barzani de gücü ABD’de gördükleri için bu seferde tarihsel bir yanlışlığa düşerek Sam Amca’nın eteğine tutunmuşlardır..

    Böylece alt yapısı giderek oluşmuş olan Kürt Devletinin ilanını önlemek için de Türkiye, önce PKK’nın bazı eylemlerine göz yummuş, sonra da o eylemleri bahane ederek Kuzey Irak’a askeri müdahale yapmak yönünde kamuoyu oluşturmaya çalışmış ve bu kamuoyunun rüzgârıyla da bazı diplomatik ataklara girişebilmiştir…

    B- Avrupa Devletleri

    Kürt sorununun bir başka tarafı da Avrupa devletleridir. Avrupa devletlerinden İngiltere’nin, Fransa’nın ve İtalya’nın bu sorunla ilgili kendi özel plan ve hesaplarının olduğu malum… Her şeyden önce AB devletleri, ABD’nin o bölgedeki politikalarına karşı durumdadırlar. Çünkü son tahlilde, ABD’nin bölgedeki siyasi hedeflerini -ki o bölge petrolünün kontrolünü elinde tutmaktır- gerçekleştirmesi halinde ekonomileri %80’lere varan oranda bu bölge petrolüne bağlı olan AB devletleri epeyce ABD’nin güdümüne girmek zorunda kalacaktır… Böylelikle de sömürü paylaşımında AB payı azalacak ve ABD, dünyada sömürü pastasının aslan payını alacaktır.. bu nedenle de AB devletlerinin ABD’nin zaman zaman iptal etmeyi seçtiği PKK kartını başkalaştırarak Kürt sorunun halinde uluslararası platformlara taşımak ve siyasallaştırma tehdidi ile Türkiye’yi sıkıştırmak gibi ciddi bir planlarının olduğunu öne sürebiliriz… Sevr Kartı sürekli çekmecelerindedir ve ihtiyaç duydukça çıkartıp göstermektedirler. Nitekim T.C. Devleti yetkilileri de Avrupalı dostlarının kendilerini arada bir Sevr ile tehdit ettiklerinden yakınmaktadırlar.

    C- Rusya

    Rusya da doğal olarak fırsat buldukça ve imkânları elverdikçe Kürt Sorununa ilgi göstermekte, kendi siyasi maslahatları açısından kullanmak istemektedir. Fakat bu son olaylarda ve zamanlarda Rusya’nın fazla bir ağırlığı yoktur. İçinde bulunduğu zor ekonomik durumdan dolayı da bu anlamda fazla zamanı da imkânı da yok gibidir…

    4- Tespit ve Çözüm:

    Kürt Sorununun asıl sebebi laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi görünse de onun arkasına sığınan bir gücün kötü pratikleridir. Zira uluslar arası arena da Kürt Sorununun aslı, Kürtlere milli-ulusal bir kimlik kazandırıp bir milli-ulusal bir devlet kurulması şeklinde kabul görmekteyken Türkiye de olagelen olumsuz uygulamalar da bu coğrafyada yaşayan insanları ümmet çatısı altında asırlarca birlik ve beraberlikle kardeş yapan İslâm kimliğini zedelemiş ve bu birliğin hayata geçmesini sağlayan Hilâfet yıkılmıştır.. Bu kimliği horlanmış, gericilik, irtica, aşırı dincilik diyerek karalanmaya çalışılmıştır… Düşman sınır ötesindeyken içeride bir düşman tasarlayan bu yapılanma sonuç olarak bir içi düşmanla karşılaşamamışsa da, halkın inancı ve geleneklerini birinci derecede düşman ilan edip topyekûn savaşa girişmiştir…

    Diğer taraftan yıllar boyunca çağdaşlaşma, batılaşma naraları atarak Batılı dünya görüşü, çağdaş cahiliye anlayışları, yabancı fikirler ve kavramlarla süslü bir söylem kotarılmış ve zorla bütün topluma benimsetilmeye çalışılmıştır… Öyle ki, sonuç olarak toplum ve ülke giderek ciddi bir bölünme ve düşmanlaşmış kamplara ayrılma noktasına getirilebilmiştir… Nitekim 84 yılda Türkiye gibi küçük bir coğrafya parçasında bugün itibariyle 70 milyon insanı bütünleştirememiş olması bir yana bilakis bugünkü boyutuyla bir Kürt Sorununun müsebbibi olunmuştur.

    Çözüm, Kürt Sorununu kendi süfli sömürü emellerine alet olarak kullanmak isteyen ABD’ye ya da başka bir Avrupa devletine, ya da PKK’ya ve Barzani’ye kızıp bağırarak duygu deşarjı yapmak değildir ve böyle olmamalı, böyle de anlaşılmamalıdır…

    Çözüm, ABD ya da Avrupa mallarına boykot ilan etmek olarak ta anlaşılmamalıdır… Ne mutfaktan buzdolabını atmak nede ayakkabısını yakmakta değildir çözüm… Eğer bir şey atılacak ve yakılacak ise o da Avrupa’dan alına bu gibi şeyler değil, Avrupa’dan ithal edilen ABD’nin de “yaşam tarzımız” diye savunduğu kokuşmuş çağdaş cahiliye sistemleri; laiklik, demokrasi, hürriyetler, milli-ulusal kimlikler ve milli devletler, cumhuriyet, kapitalizm, liberalizm, sosyalizm, vatancılık ve bölgecilik gibi kavram ve kurumlar ile bunlara dair söylemsel yığındır.. Asıl bunlar hayatımızdan, toplum devlet ve bireysel yaşantımızdan tamamen sökülüp atılmalıdır. İtalya’dan ithal edilen ceza hukuku, Roma hukuku, Fransa’dan ithal edilen laiklik, milliyetçilik, cumhuriyet, Yunanistan’dan ithal edilen demokrasi, İngiltere’den ithal edilen özgürlükler v.b. tüm Batılı ve batıl kavram ve kurumlar şiddetle ve acilen hayatımızdan sökülüp atılmalıdır. Hem toplumsal hem de bütünsel hayatımız devletten ferde kadar topyekûn İslâm akidesi, İslâm kültürü ve ona dayalı hayat sistemleri ile yeniden yunup yıkanıp arınmalı, böylece hayat, izzet, onur, vakar ve kuvvete kavuşulmalıdır.

    Çözüm, ne Irak’ın parçalanmasıdır ne Suriye’nin parçalanmasıdır ne de Türkiye’nin parçalanmasıdır, ne de mevcut sınırları değiştirmektir. Bilakis çözüm bütün bu ülkeler ve halklar arasına konulan o sınır denilen mayınlı alanları kaldırıp bu ülkelerin birleşip bütünleşmesidir…

    “Her halkın hatta her Müslüman halkın bir devleti vardır sadece Kürt halkının devleti yoktur, öyleyse bu mazlum halkın da Kürt Devleti olursa kötü mü olur?” gibi argümanlar/bahaneler ileri sürerek bir Kürt Devleti kurmak da çözüm değildir…

    Zira her Müslüman halkın devletinin var olduğu iddiası doğru olmadığı gibi sağlıklı da değildir. Evet, belki “Halka rağmen halk için” anlayışı ile yaşatılan bir iktidar sürmektedir. Devletin temel fikri olan laiklik, demokrasi, cumhuriyet ve halka milli kültür diyerek şırınga ettikleri kültür bu halkın inanç ve kültürü ile bağdaşmamış devlet kavramı zedelenerek “Derin Devlet”, “Zinde Güçler” v.s. gibi saçma sapan hastalıklar ortaya çıkmış; iktidara ve ülkenin servetlerine tahakküm eden bir ur peyda olmuştur… Ama çözüm bu değildir; ama çözüm bölünmek değildir… Vergi veren, askerlik yapan ve hamallık yapan ise Türk halkı olsa da durum böyledir… Artık zaman Türk halkına “ne mutlu Türküm diyene” denilerek geçiştirilecek zaman değildir… Çünkü Türk halkı mutlu değildir… Öte yandan, İslâm âlemindeki diğer devletler de benzer durumdadırlar. Arapların başındaki irili ufaklı ve devlet denilen varlıklar da Araplara ait değildir. Suriye’de bir avuç Nusayri, Mısır’da bir avuç Kıpti, Lübnan’da bir avuç Maruni, Irak’ta bir avuç ateist Süryani karışımı Baasçı ve şimdi de işgalcilerin uşakları, Suudi Arabistan’da bir avuç uşaklaşmış Suudi eliti, Ürdün’de bir avuç İngiliz uşağı Kral sülalesi, Pakistan’da bir avuç Kadiyani, İran’da bir avuç fanatik mezhepçi, ırkçı yönetime hakim değil mi?!… Bu yönetimlerle bu halklardan hiçbirisi mutlu değil…

    Bu halkların hangisinin dünya arenasında siyasi, askeri, ekonomik itibarı, gücü ve kuvveti var?! Bu halkların hangisi zulüm görmüyor, mazlum değil?! O halde nihayet böyle olacak bir Kürt Devleti Kürt halkına ne kazandıracak?! Düşünmek gerekir…

    Çözüm, Kürt, Türk, Arap, Fars v.b. bütün ulusal-milli kimlikleri bir kenara bırakıp bu halklara izzet, onur, kuvvet kazandıracak, bu halkları dün olduğu gibi tekrar kardeş yapıp İslâm ümmeti kimliğinde birleştirip bütünleştirecek İslâmi hayatı tekrar hâkim kılmaktır…

    Çünkü “Ey iman edenler! Allah’tan gereği gibi korkun. Ve ancak Müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı sarılın, parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirip O’nun nimeti (İslam) sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Al-i İmran: 102–103) denilmiştir…

    KAYNAK:http://www.fitrat.com/dusunce_analiz_detay.php?id=5339

  16. Yazan:erva Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    Değerli Rüştü Hacıoğlu,
    Beyin göçümden kastımın iki kızın sohbeti kadar basıt olmadığını anladığınızı ümit ediyorum.. Bu ülkede Amerikadaki bilim dergilerinde makeleniz yayınlanmadan prof. olamıyorsunuz(tabi sınavı da verdikten sonra). Değerli bir doktorumuz zakkum bitkisinden kanseri bulduğunu açıkladı, kim sahip çıktı o bilim adamına? Aslında bu farklı ve malesef çok da ciddi trajik bir konu.Bu tek bir örnek böyle çok örneğimiz var malesef. Ben bütünlüğümüzün birliğimizle korunması herkesin hakkının verirlmesi taraftarıyım bu da yanlış olmasa gerek

  17. Yazan:erva Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    Değerli CB,
    Doğudan batıya, batıdan doğuya göçe zorlanmış vatandaşlarımızın olduğu doğrudur ama bunun tek bir nedeni de yoktur.Batı ve doğu arasında göç etmek zorunda kalanlarda tek o yörenin vatandaşları da değildir ayrıca.
    ”Siddeti engelleyebilecek özgürlük ortaminin devlet, ordu ve PKK eliyle yok edildigini savunuyorsunuz yanlis anlamadiysam. Bu konuda tamamen sizin gibi düsünüyorum. ama sunu eklemek isterim, uzun yillardir sûphelendigimiz seyler vardi, Derin devlet ve PKK’nin isbirligi içinde olmasi gibi.

    Ergenekon sorusturmasinda ortaya çikanlar da bunu pekistirdi. kuzenlerimden ve yakin arkadaslarimdan Güneydogu’ya giden çok insan oldu. Kirsehirli, Mardinli, Bingöllü, Sirnakli ve Hakkari’li Kürt arkadaslarim var. Oldukça uzun bir zamandir PKK ile JITEM’in “ortak” operasyonlar yaptigi zaten biliniyor.

    Özetle taraflari Kürt-Türk olarak görmüyorum. Sorunu bu sablon üzerinden okumayi reddediyorum.”
    MY Beyefendi ‘nin anlattıklarından farklı düşünmüyorum yorumunuz için teşekkür ederim.

  18. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Tem 17, 2009 | Reply

    değerli Erva!

    tek kelimeyle eyvallah! bana gösterdiğiniz bu anlayışı, lütfen kürt insanına göstermekten kaçınmayın. insandan yana olun; devlet ve otoriteden yana değil. çünkü, insanın eli kanlı değildir ama otorite kan döker, pas yapar çürütür. ” tefessüh ” deniyor; paslanma gibi pasların döküştüğü bir çürüme, oksitlenme…işte otoriteden yana olmak, çürümeden yana olmaktır insana karşı olmaktır; kürtler insandır…

    Celal bey’in yorumu çok uzun; dolayısıyla başından ortasından ve sonundan okuyup anladığım kadarıyla; bir şeyin ne olmadığını, ne olmayacağını söylemek, ne olacağını bilmeyi gerektirmiyor. (gözlemim kişisel) gözlemleyebildiğim kadarıyla müslümanlar, hep ne olMaması gerektiğini söylüyorlar ama ne olması gerektiği noktasında bir sonuca götürmüyor bu bizi: ” eğitim şart “, ” beyin göçü “ gibi beylik lafa dönüşüyor samimi satırbaşları. işler satırbaşı ile yürümüyorki; nedenselliği içinde anlatılamayan, nedenli biçimde ” anlaşılamayan ” olarak yerini alıyor.

    neden hep anlaşılamayan, ulaşılamayan bir yerde durur zannederiz çözümü? yorum okunmaz boyutlara doğru gidiyor ama laf açılmışken devam ettirelim, madem anlaşılmalı diyoruz azbuçuk anladığımızı katalım; belki daha derinlemesine katkılara, hiç değilse düşünmeye vesile olur.

    nadir marmara adında kısmen sevdiğim tuhaf adamdan şöyle bir eleştiri duymuştum müslümanlara dair:

    ” çekirdek kabuklarından köprülerle asrı saadet’e ulaşmaya çalışmak yada ulaşılabilirliğine inanmak ” ; hani bir nevi anakronizmin kök örneği.( şimdi buraya gelince paniğe kapıldım; bu kadar laf ettik yorumunu okumak vacib oldu; okumadan devam edersem kökten sallamış olurum. )

    “…tüm Batılı ve batıl kavram ve kurumlar şiddetle ve acilen hayatımızdan sökülüp atılmalıdır. Hem toplumsal hem de bütünsel hayatımız devletten ferde kadar topyekûn İslâm akidesi, İslâm kültürü ve ona dayalı hayat sistemleri ile yeniden yunup yıkanıp arınmalı, böylece hayat, izzet, onur, vakar ve kuvvete kavuşulmalıdır…”

    “…Çözüm, Kürt, Türk, Arap, Fars v.b. bütün ulusal-milli kimlikleri bir kenara bırakıp bu halklara izzet, onur, kuvvet kazandıracak, bu halkları dün olduğu gibi tekrar kardeş yapıp İslâm ümmeti kimliğinde birleştirip bütünleştirecek İslâmi hayatı tekrar hâkim kılmaktır…”
    ( siyah yaptıklarım, tehlikeli sözcükler, pimi çekik yani )

    şimdi yukarıda söylediklerinizi kime söyleseniz temenni bakımından eyvallah der. anneler iyi olsun ister hep; hatta kimse kötü olsun için uğraşmazken dünyayı kötülük kuşatmış, özgürlükler şer lehine bükülmüştür.

    mesela bunları fikret başkaya’ya söyleseniz, güzel temenniler ama paradigma inşa etmek için yeterli değil der. çünkü bu güzel söylem, tarihsel kronolojide epey geride ve bugünün anlam dünyası ile bağ kurabileceği kelimelerden yoksun kalmış. dolaysız olarak artık kimse bu güzel söyleme reel bir anlam yükleyip, tedavüle sokmaya cüret edemez; bir masala inanmaya eşdeğer bulur bunu. mesela muhafazakar demokratların yaptığı tıpatıp budur. çünkü kuvvetini kaybetmiş bir söylem; ne kaba güç : sopa/korkutucu nun ne de yontulmuş güç : para/kontroledici nin işletimine, yaşamalanı kazanıp kamusalalanişgaledebilmesine fayda sağlar. olsa olsa bir nostalji olabilir eski ramazanları anlatmak yahut eski bayramlar…yani.

    liner doğrusundan hayata bakan yada aslında bakmayıp gözlerini kapatark efendilerin süfledikleriyle hayallenmeyi yaşamakbilen kuşatılmış insanlığı bu kuşatmayı yarabileceği düşünce ile dolayısıyla düşüncenin ana materyali olan kelime ile buluşturmak lazım evvela. bunu elbetteki celal özmen yapacak ama değilleyerek değil. ( tamam paradoks oldu; sen değilleme ben değillerim gibi ama düzelteceğim, sözüm bitmediki )

    bir kere siyahladığımız sözcükleri lügatlerden çıkaracağız. iktidar yok, otorite yok. ne var diyecekler? iktidarsızlık! neee? anında göçüyor beynim diyecek birileri ama aldırmayacağız; yineleyeceğiz : güç yok! kuvvet yok! iktidar yok! ne var? iktidarsızlık yani barış.

    elbette bu çok kökten oldu ama bugünün anlam dünyasına bir giriş oldu, kimse beğenileceğini garanti edemez.

    fikret başkaya, biz iktidarsızlığı öneriyoruz ve bunu inşa edebileceğimiz bir paradigmamız da mevcut aslında sadece kelimeleri güncelleyeceğiz modern beşer anlasın ki insanlığa yolculuk başlatıyoruz yani kendilerimize…paradigmamızı inşa edeceğimiz -dolayısıyla kimliğimizi- değerlerin tümü iktidar kırıcı, antiotoridan, tefessüh giderici; antipas/antioksidan gibi.

    iktidarı parçaladığımızda birbirimizi incitecek bir sopamız olmayacak; elegeçirilecek bir kale bırakmamış olacağız çünkü. evet biliyorum, heyecanını yitirmiş bir dünyadan bahsedeceğiz; dişilerin kadına, erkeklerin adama dönüştüğü bir dünya. iktidarsızlar ve iktidar talep etmenin ne saçma ne budalaca olduğunu anlamışlar dünyası.

    yaşadığımız modern dünyada bunu anlaması en imkanlı görünenler müslümanlar. tesettürüyle iktidarını örten bir müslüman hanımla,yontulmuş gücünü paylaşarak kum tepelerini düzleyen bir müslüman adam insan paydasında buluşmak nedir bilmişlerdir…

    modern sağcı, solcu, agnostik, muhafazakar,demokrat,hindu liberali…buluşturan ortak payda iktidar talebidir. modern dünyada, ne kaa iktidar o kaa varım demektir. varlığın şeyleştirilip nesneleştiği, yabancılaşmanın bir yaşambiçimi olarak antidepresanlarla ve laiklik ilkesiyle korunduğu bir dünyaya özne olmayı iktidarsız yaşamanın ne demek olduğunu anlatabilecek olanlar müslüman insanlardır. islam, insan olmanın olmazsa olmazlarıdır. müslüman: insan olmanın olmazsa olmazlarına teslim olan demektir. dolayısıyla iktidarsız insan, adını insanların hizasına yazdırmaktan mutlu olandır, modernin zıddı olarak. çünkü modern, hep bir satır yukarıda yazılmak için çırpınır, ayak takımı ile aynı hizada olmanın nesi değerli olabilir ki? valla göççek biinim ama aaa!

    iktidar nasıl parçalanır? hukuk, onu parçalar merak etmeyin. birikimlerin önüne geçmek suretiyle azalımları da önlemiş olur.

    modern hukuksuzluk yasalar; hukuğun kaynağından bahsetmezler. enver bey’in bahsettiği kuantum belirsizliğine dayarlar, ilginçtir oranın kapısıda hep iktidarı elinde tutanın gayya kuyusuna açılır ki bu takım bir işletim sisteminin aşğıdan görünüp anlaşılabilmesi kolay olmuyor. çünkü fildişi gayya kuyularının etrafını çevirmiş modern kurumsal sihirbazlar süfleyip süfleyip süblimleştirmektedirler mevzuları ve gelsin ilerleme, yükselme, birikim ve muassıriyet: güçlülerin barışı; oligarşi…

    özür dilerim uzattım; baştan ortadan ve sondan okuyacaklar için: iktidarsızlık!

  19. Yazan:Ebru Tarih: Tem 18, 2009 | Reply

    Sayın Erva’ya katılıyorum. Eğer devlete baş kaldıracak kadar cesursa Kürt halkı, niçin kendi içlerindeki töre-aşiret sorunlarında aynı kararlılığa sahip değiller. Çok evlilikler, kadınlara uygulanan zulümler, baskılar, cehalet vb. konularda neden çözümleyici hamleleri yok ?

    Kurtuluş savaşında her milletten destekçilerimiz vardı, türk, kürt, hindu, filistinli vb. Kurtuluş savaşında aynı safta olan insanları böyle parça bölük eden, birbirine düşüren nedenler önce milliyetçilik adı altında ırkçılık, sonra İslamiyet’ten uzaklaşma ve dolayısıyla güçten düşen ve cahil kalan milletin birbirine düşman edilmesi.

    PKK- Ergenekon işbirliğinden tek zarar gören Kürtler midir, Türkiye halkı mıdır? Kürtlere uygulanan baskıların değişik versiyonları Türkiye halkının tamamına uygulanmadı mı? Burada hâlâ “mazlum biziz, siz zalimsiniz” diyenler gözlerini pek çok gerçeğe kapatıyorlar. Sorun Kürt sorunu değildir sadece. Sorun Türkiye halkına yapılanlardır. Eğer bu durum herkes için netleşirse pek çok ayrım sandığımız konular ortadan kalkacak ve gerçek sorunları aşmak için bir olmamız gerektiği kesinleşecektir.

  20. Yazan:erva Tarih: Tem 19, 2009 | Reply

    Değerli Rüştü Hacıoğlu,
    İnsanların elleri kanlı değildir diyorsunuz ama töreye kurban gitmiş binlerce insanımız var o yörede. Çoğunluklu sebepte; başlık parasını reddetip evden kaçmak. Bir devlet olmadan, bu töre zulmüne nasıl dur diyebileceksiniz?
    Küçüçük çocukların elline taşları verip, polisin üstüne salmak,masum küçüçük yüreklere kin aşılamak, çok da temiz ve kansız görünmüyor. Tek dertleri millete hizmet etmek olan öğretmenleri, doktorları, emminet amirlerini öldürüp, ardından da devlet bize hizmet vermiyor demek de pek vicdani görünmüyor. Sizden ricam bu yazdıklarımı polemik olarak görmeden değerlendirme yapmanız çünkü; hepimizin de bildiği gibi polemikler bize birşey kazandırmak yerine kaybettirir. Fikir alışverişi olarak görmeniz dileğiyle..

  21. Yazan:durhat Tarih: Tem 19, 2009 | Reply

    Asıl meselenin demokrasi eksikliği olduğunu ilk yorumumda belirtmiştim.Türkiye,tüm farklılıkların bir arada yaşayabileceği bir hukuk devleti olamadığı sürece de kürt sorunu gibi diğer pek çok sorun devam edecektir.Bu bağlamda,her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması,eşitlik ve adaletin sağlanabilmesi,ancak ideoloji ve aidiyet duygusundan arındırılmış insan odaklı projelerle mümkün olacaktır.Dolayısıyla ayrıştırıcı bir takım ideoloji ve sistemler üzerine bina edilen çözümlerin(!)sağlıklı olamayacağını ve bu tarz empoze edici projelerin kalıcı bir çözüm ve toplumsal barışa katkı sunamayacağının altını çizerek başta yazının yazarı olmak üzere genel bir eleştiri getirdim.Zira bu tarz çözüm ve öneriler toplumun her kesimini kucaklamaktan,talep ve beklentilerini karşılamaktan uzaktır.Her şeyden önce toplum(burada kürt halkı)homojen bir yapıya sahip değildir;kısmen ayrı bir devlet kurmak da dahil federasyon,özerklik vb.yapıları isteyenler olmakla beraber,yaşadığı ülke insanlarıyla eşit haklara sahip olmak isteyenlerin daha çoğunlukta olduğu gözardı edilmemelidir.Zira,bugün kendilerini kürt hisseden insanların pek çoğunun batıda yaşayan insanlardan çok da farklı talep ve beklentilerini bulunmamaktadır.Kaldı ki,yine bu çerçevede anılan kesimin büyük çoğunluğu ülkenin batı metrapollerine yerleşmiş ve bu da beraberinde pek çok noktada aynı kaderi paylaşan,birbirine karışmış ve talep ve beklentileri birbirleriyle benzer bir toplumsal doku yaratmıştır.

    İşte böyle bir gerçeklik olmasına karşın,meseleye sen-ben,biz-onlar ekseninden yaklaşan ve meseleyi sadece taraf perspetifinden yaklaşan bir anlayış doğmaktadır.Ki bu anlayış biçimi iki yönüyle olası tüm çözümleri iğdiş etmektedir.Zira kürtlerin hakkını arama iddiasında olanlar da dahil kürt halkının öncelikli sorunlarına odaklanma yerine tartışılması dahi teklif edilmeyen porejeleri halka dayatarak/empoze ederek kürt halkının beklenti ve umutlarını(bilerek ya da bilmeyerek)ipotek altına almakta;diğer bir kesim ise varolan sorunun tamamından kürtleri sorumlu tutarak taraf olgusuna hapsolmaktadır.

    İlk yorumumda meseleye kürt tarafından bakan kesimleri eleştirerek başladım.Bu aynı zamanda bir özeleştiriydi.Evet,şu ya da bu nedenle kürt halkının beklentileri tam da demokratik tartışma ortamının henüz yerleşmemiş olmasından bir kısır döngüye dönüşmüş,dönüştürülmüştür.Bir yandan devletin kürt halkı üzerinde yürüttüğü sistemetik baskılar,diğer yandan kürt halkının haklarını savunma iddiasında olanların bu halkın talepleriyle örtüşmeyen baskıcı/despotik/sindirici yöntem ve anlayışları,kürt halkını adeta iki ateş arasına bırakmıştır… bir anlamda kürt halkının ideolojilere tutsak ederek öncelikli talep ve beklentilerini özgürce ifade etmesini,irdesini ortaya koymasını engellemiştir.

    Ne var ki bu demokratik tartışma yoksunluğu tartışılırken sapla saman birbirine karıştırılmaktadır.İkinci bir yorumla katılmamın nedeni biraz da bu gerçekliğe dikkat çekmekti.Zira iki katılımcının yorumları maalesef taraf mantığının nasıl işlediğinin göstergesidir.”Bu memleketi beraber kurtardık”,”bin yıllık kardeşlik”vs.gibi edebiyatlarla başlayan,ancak Adana’dan ötesinde ne olup bittiğini bilmeden kürtleri cahillikle,”kullanılmış”olmakla,ağa ve aşiretlere kulluk etmekle suçlayan ucuz ve basit şöven yaklaşımlar sergilenmiştir.
    Birincisi bu tür söylemlerin hiç de etik olmadığını ve ne vicdanla ne de objektiflikle bağdaşmadığını belirtmeliyim.Yeri geldiğinde “biz bir bütünüz”,”etle tırnak gibiyiz”gibilerinden süslü cümlelerle bir halkın kimliğini yok saymak,ama sorun olarak tartışıldığında tüm sorumluluğu bu halka yüklemek,ahlaki problemliğe bir işarettir.Nasıl oluyor da kürtler haklarını istediklerinde “ükenin değişmez unsurları” sayılarak olmayan bir halk gibi gösterilir iken;birden kullanılmışlık,kandırılmışlık,devlete düşman,dış güçlerle işbirliği,ağaya kulluk,aşiretçilik,cehalet ve her türlü potansiyel suça açık bir topluluk/halk olarak kabul edilebiliyorlar?Bu nasıl bir mantık,nasıl bir vicdandır ki,hakları söz konusu olduğunda “bizden birileri”;sorunun adı konduğu ise en alasından etiketlenip varlıkları(!) kabul edilebiliyor…her türlü sorunun odağıymış gibi gösterilebiliyorlar.

    Evet kuşkusuz kürt halkının da hataları vardır,olmuştur,olmaktadır.Bir kürt olarak her fırsatta bunun özeleştirisini de yapıyorum ve yapacağım.Ama biraz insaf lütfen!Hangi vicdanla,hangi mantıkla kürtlerin bu ülkede ezilmediği,haklarının gaspedilmediğin,ayrımcılığa uğramadığı söylenebilir.Onları sadece devlete düşman birer potansiyel hain,işbirlikçi,cahil cühela görme psikoloji ne zaman terkedilecek?Bu nasıl bir insanlıktır biri bana izah etsin?Utangaç milliyetçilik dedikleri şey böyle bir şey olsa gerek.

    Yazık,demokrasi,din,iman,vicdan diye mangalda kül bırakmayanların konu kürtler olunca istikamet değiştirmeleri gerçekten çok üzücü.Evet,bu ülkede elbette sadece kürt sorunu yok…ve elbette kürtlerin dışında da ezilenler var…ve yine evet ülkenin batısında/güneyinde/kuzeyinde de yoksulluk,geri kalmışlık var.Ama lütfen konu kürtler olunca zik zak çizmeyelim…hasır altı etmeyelim…ve varsa bir sorun(ki vardır,görüyoruz,yaşıyoruz,ülkece bedel ödüyoruz)bundan sırf kürtleri ya da ayrıştırarak bir kesimi sorumlu tutma kolaycılığından vazgeçelim.Sorun sistem sorunudur.Bir şekilde bizler hangi kimlik ve aidiyetle sorunun hem parçası hem de sorumlusu/ortağı oluyor,olabiliyorsak bunu genelleştirmeden özeleştirisini yapalım.

  22. Yazan:sevim Tarih: Tem 19, 2009 | Reply

    doğrusu ben de erva ve ebru rumuzlu katılımcıların yorumlarını okuyunca hayrete düştüm.her koşulda devletin yasakçı zihniyetini savunmayı marifet sayan jakoben anlayışları bir yere kadar anlamak mümkün de,hak ve hukuktan,eşitlik ve adeletten yana olduğunu söyleyenlerin konu kürtler olunca ağız değiştirip çarketmeleri anlaşılır bir şey değildir.merak eden okuyucular adı geçen katılımcıların “başörtülü kızlardan özür diliyorum”başlıklı makale altına düştükleri yorumları okuyabilirler.orda devletin hukuk dışılığı,ayrımcılık,ötekileştirme vs üzerine dem vurulurken kürt sorunu konusunda cemil çiçek ağzıyla nutuk çekilmesi manidardır.bu nemenem demokrasi ve müslümanlıktır ki lastik gibi her yana çekilebiliyor?işte kendine demokrat,kendine özgürlükçü,kendine müslüman dedikleri şey budur.bu zihniyet,başörtüsü serbestisine karşı her türlü takla ve perendeyi atmaya hazır ayşe arman gibilerinden farklı değildir.
    hayret,insan biraz zamanlamaya dikkat eder.daha iki gün önce demokrat geçinirken birden pusula değiştirmeyi insanlar adalet,ahlak ve vicdan duygusuyla nasıl bağdaştırabiliyor bu da ayrı bir psikolojik vaka olsa gerek.yazık,adalet ve eşitlikten yana olduğunu iddia edenler bu basit çelişkilere bu denli kolay savrulurken demekki jakobenlerden çekeceğimiz var.vah ki ne vah!eğer insan hakları böyle zihniyetlerin insafına kalmışsa gerçekten bu ülkede işimiz zor olacak.tek kelimeyle bu tür yaklaşımlar ikiyüzlülüktür,takkiyedir,insanlık ayıbıdır.bu kadar sığ ve dar bir mantıkla nasıl yaşanabiliyor?hiç mi insan vicdanıyla hesaplaşmaz.
    doğrusu bu çifte standartlı anlayışlarla karşılaştıkça insanlığa dair umutlarım sönüveriyor.söyleyecek söz bulamıyorum.sadece aidiyet duygusuyla insanlık pencerisine bakanları vicdanlarıyla başbaşa bırakıyorum.dilerim adaletin,eşitliğin bu tutucu mantıktan ibaret olmadığını bir gün anlarlar.zira bu ne demokratlığa ne de müslümanlığa yakışan bir tutum değildir.

  23. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Tem 19, 2009 | Reply

    sayın erva;

    ne demek polene girmek, fikir alışverişi ne; mümkün mü bu şartlar altında?

    benim bir kere çok derin bir anlatım krizim varken nasıl bir fikir verebilirimki, devamında polene girmiş olalım. baksanıza yukarıda anlatamadıklarımdan çıkardığınız toplam fikir söylediklerinizse…

    bu durumda haklısınız, devlet, tecavüze uğramış polyanna kadar masumdur. tecavüzcülerin listesini yani laik engizisyonun bugünkü lanetliler listesini yayınlayın da mevzu uzamadan, polenee kuban gitmeden aydınlatın milletimin derin karanlığını…

  24. Yazan:eg Tarih: Tem 19, 2009 | Reply

    erva,

    “masum küçüçük yüreklere kin aşılamak, çok da temiz ve kansız görünmüyor”

    demişsiniz. masum küçücük yürekleri arkalarından 12 kurşunla öldürmek de pek temiz ve kansız sayılmaz öyle değil mi?

  25. Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 20, 2009 | Reply

    Yaziyi ve yorumlari okudum tartisma ortami cok hosuma gitti. Kimse de kimseye kufur etmemis beklenildigi gibi. Keske iktidar sahipleri de sizin gibi duygusalliga kapilmadan birbirinin soylediklerini tartip inceleyerek akilci bir sekilde tartissalar. Hepinize tesekkur ederim uzerinde kafa yorulmaya deger fikirler sundugunuz icin.

  26. Yazan:durhat Tarih: Tem 20, 2009 | Reply

    Tabii 12 yaşındaki Uğur Kaymaz insan değildi(!).Sivil polislerce körpecik bedeni kurşunlardan kalbura çevrildiğinde,elbette polisler görevlerini yapmış sayılıyorlardı.Ne çıkardı alt tarafı bir kürt daha imha edilmişti.

    Hey gidi insanlık hey!Birileri de kalkmış “kanlı eller”den sözediyor pişkince.Demezler mi hele sen önce kanlı ellerini ve kirlenmiş vicdanını bir temizle de sonra insanım diye ortaya çık.

    Ama yok,devlet eliyle işlendi mi terörden sayılmaz.Devlet kutsaldır ya,eli kanlı sayılmaz.İnsanlara b..k da yedirir,canlı yayında çocukların kolunu da kırar,dipçikle kafasını da parçalar.Bütün bunları gömezden duymazdan gel,her türlü vahşet ve barbarlığı halının altına süpür,sonra da töre möre üzerine bir güzel insanlık dersi ver.Ne insanlık ama!

  27. Yazan:mehmet Tarih: Tem 20, 2009 | Reply

    şark üsulu kendine demokratlığın tüm veçheleri yukarıdaki birçok yorumdan okunabilir.Bir insan kendini kürt olarak görüp sizlerle olmak istemediğini söylemesi neden sizleri bu kadar sinirlendiriyor.Demokratlığınızın gazı kaçıyor hemen. Peki konu Kürt olunca bir gıdımlık sosyolojiden dahi yoksun o dizi grameriyle töre diye kristaleşen kötü kürt bakışınızı nereye koyacağız. ağzı kokan elinde kamçısı inmeyen ağa ve bunun zulmü altında inleyen marabalar.(erotik bir imge neredeyse) aman ne hoş. Tarlada çalışan işçi ile kızılayın çürük çadırlarında can verenlerle, emekli kuyruğunda son nefesini tüketenlerle, aylardır kızının katiline ulaşamayan zavvallı baba ile, kot taşlamaktan ciğeri tükenen gençler arasında hiç bir fark yok. Adı töre olunca bunlar kötü oluyor. Peki bunca öldürülen kürdün sayısı ile meşhur töreye kurban gidenlerin sayısı arasındaki uçurumu bu cahil yorumlarınızla mı kapatacaksınız. Töre nedir toplumsal işlevi nasıldır. Kibar feyzo, tek türkiye dizilerinin bakışıyla yorum yazıp da bize zaman kaybettirmeseniz…
    töre lanetli bir kelime tüm geleniğin, ata mirasının suyu çıkarımış hali.
    töre, bacak arasında açan bir tomurcuk mu diye uzun süre düşündüm.(medyamızdan olcak)
    sonra azgın bir nehirin üzerinde çocukların okula gitmesi için kullandıkları pek emektar bir köprü olduğunu idrak ettim. Köprüye çakılan her çivinin ciddi bir emek gerektirdiğini tahmin ediyordum.
    töre bir çamaşır makinası olsa kan davalarını onda yıkasak yumuşatıcı niyetine de şebnem kısaparmağın gözyaşlarını ve şu güzelim yorumlarınızı döksek.töreselkürt sorunumuz çözlür mü acep?
    töre bir dik üçgen olsa bizde “namus cinayat”lerini oraya gömsek sonra iç açılarını eşit bir şekilde faillerine koysak.rahatlarmıyız?
    ama töre sandıkları vajinavus olmuş bir bacak arası vakası değil maalesef.
    hem ben töremi niye töresizlerle tartışcağım ki.
    son olarak töreniz kadar konuşun demek lazım dizi beyinlere.

    durhat beyin yorumları okunmayı tekrar jak ediyor kanımca.Bir de birbirinizle tartışmak kadar söz konusu makaleyi unutmayıp biraz ona da kafa yorulsa daha verimli olmaz mı

  28. Yazan:efe denemec Tarih: Tem 21, 2009 | Reply

    Kürt kardeşleimizin sorunları tabiki tartışılabilir.Ama siz zannediyormusunuz savundukları istedikleri şey sadece demokratik hak ve özgürlük böle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.Bugün dtp oy verenlerin %99 bağamsız bir kürdistan coğrafyası bunu başarana kadar hiçbir dtpli(kürt demiyorum hepsi öle değil) özgür ve eşit olduğunu düşünmeyecek.Bunu düşünmeleri demokratik hak özgürlük kapsamına girer. Ama elinde pkk maşasını kullanması tüm siyasi isteklerini pkk üzerinden yapması cok büyük ve haince bir tehlikedir.
    Kürt kardeşlerimizin haklarına sahip cıkalım ama secim zamanı silahla,ölüm korkusuyla bir kişiye 5,6 oy attıranlarında isteklerinin sadece özgürlük,hak hukuk istediği yanlışına kapılmayalım derim.
    Bende doğuda yaşayan bir türküm benim köyümün yollarıda yok aclık sefalet var,batıya gittiğim zaman ağız farklılığı yüzünden bazen dışlanyorum benimde hak ve özgürlüklerime devlet sahip cıkmıyor.Ama benim köyümde, cevremde,ailemde hiç eline silah alıp 20 yaşındaki masum mehmetçiğe pusu kurulmuyor.
    Demokratik istek yine demokrasi yoluyla hak istemekten gecer.
    Yinede bu tarz konular konuşulmalı tartışılmalı.Yazan arkadaşımıza teşekkürler.

  29. Yazan:MY Tarih: Tem 21, 2009 | Reply

    Efe Bey Selamlar,

    “Batili” bir Türküm ben, Türkiye’nin bölünmesine de karsiyim. Ama “Türkiye’nin bütünlügü illa ki silahla korunacak” diye dayatirsak ülkemizi bir ETNiK HAPiSHANE haline getirmis oluruz diye düsünüyorum. Kürtlerden ve Türklerden çok bu ülke “melez” insanlarin ülkesi. Hepimizin dedeleri, nineleri ya çerkes, ya kürt, ya ermeni, ya türk, ya arap… Yani ETNiK HAPiSHANE’ye hakli olarak karsi çikarken öteki asiri uca gitMEmek gerekir. Nüfus mübadelesi gibi yikimlari yeniden yasamanin, mikro-milliyetçiligin alemi yok. Yoksa Kürdistan da Zazaistan, Soranistan ve Kirmançistan halinde 3’e bölünür. Bunun bir fantezi oldugunu sananlar Sovyet Rusya’dan kopan Gürcistan’a bakabilirler. Abhazlar’in bagimsizlik mücadelesi bir mikro milliyetçilik degil midir?

    Neticede kemalizmin tahrikiyle, kemalist modelde kurulacak milliyetçi-militarist bir Kürdistan basta Kürtler olmak üzere herkese dertten baska bir sey getirmeyecektir. Türkiye’den, Iran’dan, Irak’tan ve Suriye’den toprak alarak kurulmus bir Kürdistan olsa olsa yeni bir Israil olur. Bir açik hava hapishanesi.

    Ama Kürt kardeslerimize sonsuza kadar “sik disini, 180 yil sonra demokrasi gelecek, torunlarin rahat edecek” diyemeyiz. Demokrasi, özgürlük, herkes için, hemen, simdi lazim.

    Dostlukla

  30. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 22, 2009 | Reply

    Sayın Efe Denemec,

    DTP’te oy verenlerin % 99’u bağımsız bir Kürdistan’dan yana demişsiniz.Peki izninizle sormak istiyorum:bu kesin yargıya nasıl vardınız?Tabii bu öngörünüzü bir gözleme dayandırmış olabilirsiniz.Misal,seçim zamanı geldiğinde şiddete yatkınlık da dahil bölge insanının bazı olaylara karışmış olabileceğini düşünmeniz normal.PKK’ya sempati duyan bir kesimin olduğunu düşünmeniz de.Ayrıca 25 yıldır devam eden çatışmalı bir ortam var ve bu elbette bir şekilde negatif yargılara neden olabilecek bir nedendir.Kısacası sizi gayet iyi anlıyorum ve bir bakıma da hak veriyorum.Zira bir türlü kalıcı bir çözüme kavuşturamadığımız bu sorun Türkiye halkları olrak bizleri bir açmaza sürüklemiş ve bizleri yorgun düşürmüştür.Dolayısıyla tepkinizi anlıyor ve saygı duyuyorum.Ancak yine de bütün bunlar DTP’ye oy veren kesimin bağımsız bir devlet kurulmasından yana olduğu anlamına gelmez.En azından sağlam verilerle desteklenmediği sürece bu anlam çıkarılmamalı diye düşünüyorum.
    Dilerseniz şöyle bir mantık kurabiliriz:Örneğin,-size göre-DTP’yi destekleyenlerin bağımsız bir devletten yana olduğunu varsayalım.Peki bu imajın kafanızdan silinmesi için bölge insanı hangi partiyi desteklemeliydi:Bir çok bölgeden aday dahi göstermeyen CHP’yi mi,yoksa oralara ayak basmayan MHP’yi mi,hangisi?Ya da sözkonusu partiler bölge halkının oylarına talip olacak şekilde teşkilatlansalardı,neye karşılık halktan destek alacaklardı?Benimkisi sadece basit bir mantık yürütmesi.Gerçekçi olmak lazım,kürt halkı MHP’ye,CHP’ye nasıl oy versin.Bana bunun gerçekleşebileceği bir neden gösterin ikna olmaya hazırım.Dolayısıyla tercihleri size göre tartışmalı olsa bile,tersi bir sonuç eşyanın tabiatına aykırı olurdu.Ha,diyeceksiniz ki DTP bu topluma ne verdi ve ne kazandıracak?Amenna,bunu oturur saatlece tartışabilir,eksileri artıları konuşabiliriz.Gayet tabii tartışmaya açık,eleştirecek pek çok hata da çıkacaktır.Lakin hataları bir tarafa mal etmeden,çözüm odaklı düşünmek kaydıyla.

    Ancak,neticede öyle ya da böyle kürt seçmenlerinin önünde çok da farklı alternatiflerin bulunmadığı gerçeğini de dikkate almak durumundayız.Tamamen konjönktürel bir durum bu;ya DTP’Yİ,ya da AKP’yi tercih edeceklerdi.Ninitekim de öyle oldu.Kısacası,elbette DTP’nin eleştirilecek pek çok hatası var,bunu kabul ediyorum.Ancak bu tercihi doğrudan bağımsız bir devlet hayali olarak algılamak doğru bir saptama değil.Ayrıca önemli bir nokta daha var:geçtim DTP’yi,bugün artık PKK bile ayrı bir devletten yana olmadığını ısrarla belirtiyor.Tabii söylemlerinde ne kadar samimiler,ne kadar tutarlılar,bu elbet tartışılabilir.Yöntemlerini de hiç mi hiç tasvip etmiyorum.DTP’nin siyasi tavrını da doğru bulmuyorum.Aynı şekilde benim gibi milyonlarca kürdün de bu noktada kaygı ve endişeleri var.

    Sonuç olarak Güneydoğuda sandıktan DTP’nin birinci parti çıkması bir realitedir.Beğenir veya beğenmeyiz,sonuçta bölge insanın iradesiyle meclise girmişlerdir…Bir karşılaştırma yapılacaksa diğer siyasi partilere göre ne eksik ne de fazlaları var.Dolayısıyla kürt halkının iradesini bu şekilde sandığa yansıtması kesinlikle bağımsız devlet istediklerine yorulmamalı diye düşünüyorum. Tabi dediğiniz gibi oturup konuşmak,doğruları hep beraber tartışmak lazım.Şayet 20 sene önce bu diyalog başlatılsaydı eminim bugünkü durumdan çok daha ileride olacaktık.Yine de geç kalmış sayılmayız,yeter ki ortak aklı oluşturacak demokratik ve barışçıl yöntemlerde kararlı olalım.

  31. Yazan:derya Tarih: Eki 22, 2009 | Reply

    valla yazının bir kısmını okudum ve hayretle riçinde kaldım hayretler içinde kaldığım mesele sanki şimdiye kadar tererüsler bizim evlatlarımıza işkence yapmamış sanki bizim göderdiğimiz öğretmenler ,hemşirelere tecavüz etmemişte sanki bizle ryapmışız gibi anlatmış galiba bu yaptıkları şeyerli kendi tersine çevirip bize aktarmış yazıklar olsun bu devletin sizin için harcadığı emeklere…elbet bir gün ölen şehitlerimiz ,yetim kalan evlatlarımız mehşer günü hesap surucaklar …unuttuğunu bir şeydi senlerdir yaptığınız zalimliklerin yanında allahı unuttunuz allahın hesabını …yüzünüze bile tükürülmez…İSLAM GARİP OLARAK GELDİ GARİP OLARAK GİDECEKTİR….

  32. Yazan:enternasyonal Tarih: Eki 23, 2009 | Reply

    Kemal Dino’nun bir kürt olarak, bir türkün istediğinden daha az şey istemiş olduğunun farkında olan kim var? Bunun farkında olamayanlar meseleyi tam olarak göremiyor demektir. İçinde bir yerlerde hala kendini üstün görme hastalığı var demektir.
    Yazının ana temasında gözüme ilk çarpan şey bu. Fakat tabi ki tartışılabilecek bir çok yönü de var…

    Benden önce mesaj yazmış olan Derya Hanım’a da bir şey söylemeden geçemeyeceğim. Eğer Tanrı varsa ve herkesi hesaba çekecekse O’na siz de hesap vereceksiniz. Oturduğunuz yerden,sadece size sunulan bilgilerle çeşitli yorumlar yapmayın derim ben. Biraz hakikati araştırın, karşınızdakini de dinleyin. Peygamber “milliyetçilik yapan bizden değildir” demiş. Kör milliyetçilik yerine akılla mantıkla objektif düşünmeyi öğrenin.

    Bir türk olarak benim söyleyeceklerim bu kadar.

  33. Yazan:caglar Tarih: Eki 23, 2009 | Reply

    kemal arkadaşım

    milliyetçiliğin bir düşünce akımı olması osmanlı devleti içindeki kimliklerin başkaldırtılması meseleri öyle bu benim düşüncem benim fikrim diye ortaya atılmayacak kadar ciddidir. milyonlarca insanın acısı yerinden yurdundan olması vardır. hiç de yabana atılacak şeyler değildir ateş düştüğü yeri yakar bu ateş bu toprakta yaşayan tüm insanları yakmıştır.

    kısaca aktarmak istediğim kürt illerinde yaşananlar sadece size kürt kimliğine has değildir asimilasyon sindirme işkence bunlardan hepimiz geçtik. bunu develt politikları ve siyasetçiler güdenler ve güdülenler rasyonel düşünceden uzak insanlar yapmıştır ve ne yazık ki bu gafleti yine bizim insanlarımız yaptı. acılarımız ortaktır. bunu bir defa ortaya koyalım. bu ülkenin her yerinde aynı standartlarda her yaşam alanının kendi potansiyelleriyle gelişmesi atılım yapması büyümesi refah içinde yaşaması taraftarıyım. ama soruları dadoğru sormamız doğru adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.

    öncelikle tarihle barışacaksak cumhuriyetin ilk yıllarında kurtuluş mücadelesi kazanıldıktan sonra toprak reformuna karşı gelen, hilafet için ayak direyen, amerikan ve ingiliz ajanlarıyla işbirliği yapan aşiretleri ve ayaklanmalarını da unutmamak gerek. türkiye nin musul kerkük hakındaki emellerine taş koymak için yapılanları da belirtmiş olayım ayrıca. hali hazırda bölgenin büyük kara para ve kara (insan uyuşturucu, silah) ticaret sorunu… görmezden gelinmektedir. ilkönce önyargı ve önkoşulları, önyargıları bırakalım kendini ayırdığın bu ülkenin diğer kürt olmayan vatandaşarı bence gayet ılımlı ve sabırla yaklaşıyor şu an işleyen sürece. ama ilkönce kürtlerin bu ülkede veya bu ülkesiz ne yapmak istediklerinin ve beaber yaşama gaye ve ideallerinin de bilincinde olması gerekir.

    şu sözlerimi de söyleyip bitireceğim. 2003 seçimlöerinde oyumu dehaplı sosyalist oluşuma verdim çünkü bu ülkede yıllardır değişmeyen seçim yasalrı ve antidemokratik uygulamalardan ve türkiyeni asıl çözmesi gereken problemlerden uzak yönetilmesi ve at gözlüğü takmış gbi kör yol almasını hazmedemiyordum. bu oluşumun bu zinciri kırabileceğini düşünüyordum. ama sonra vermedim neden ve artık öyle düşünmüyorum neden bunu partililere de söyledim. samimiyetten uzak ne istediğini söylemeyen içten pazarlık yapan. bu ülkede beraber yaşama ideallerinden ve özverisinden uzak hiçbir oluşumla fikirle işim olmaz.

    bu süreç devam eder etmez günler gösterir. çünkü ortada bir yol yok. belirlenmiş ilkeler yok. ezber sözleri tekrarlanıp duruyor. lazı çerkesi kürdü……..

  34. Yazan:defne Tarih: Kas 19, 2009 | Reply

    Ben diyarbakır cezaevi için bişeyler söylemek istiyorum bugün bir site de bu kalp seni unuturmu dizisi ile ilgili yorumu okudum ve çok üzüldüm sanki bu ölümlerin hak edildiğini ve dolayısıyla böyle gösterilmesinin yanlış olduğunu söylemişve söylenecek hiç bişey yok denmiş bu konuda…Aslında söylenecek çok ama çok şey var bu insanlar yaşadı bunları ve yaptıkları alt tarafı demokratik ve özgür bir ülke istemek olan bu insanlar işkenceye
    ölümlere maruz kaldılar.Bu insanlar tek ülke olup kendi ana dillerini konuşmak istemeleri mi suç hayır hangimiz tam bağımsız olarak yaşadığımızı düşünüyor?Hiç kimseyi konuştuğu dilden yaşama tarzından dolayı yargılayamazsınız bunu yapmak işkencede hayatını kaybedenlere saygısızlık olur….

  35. Yazan:defne Tarih: Kas 19, 2009 | Reply

    kürtlerin ne istediği konusunda ise sadece ana dilde eğitim dışlanmamak ve bize insan gibi davranılmasını istiyoruz…bu herkesin olduğu gibi bizimde hakkımız.Biz tek ülke tek bayrak ama an dilde eğitim demokratik bir ülke ve özgürce yaşamak istiyoruz………..

  36. Yazan:psycho Tarih: Oca 6, 2012 | Reply

    xxxxx kürtlerden milletvekili oldu (pardon pkk yanlısından)

    xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx xxxxx

    elinde TC kimliği olan herkes EŞİTTİR..daha neyin dırdırını ediyorsunuz? dil mi…? osmanlı zamanındaki gibi bölük börçük yapıya mı dönelim? ülkede 10 milyon kürt varsa 80 milyon da türk var.. onlarla anlaşmak için zaten türkçe bilmen gerekiyor. yada AZINLIK olmayı kabul ediyorsun demektir; ki budumda da TC kimliğin alınır ve haklarından mahrum kalırsın.

  37. Yazan:MY Tarih: Oca 6, 2012 | Reply

    “10 milyon kürt varsa 80 milyon da türk var.. “

    TR’nin nüfusu gerçekte 90 milyon olMAdigina göre annesi Kürt, babasi Türk olanlari iki kez saydiniz sanirim. Ama Cerkez, Laz, Arnavut… olanlari da dede/nine seviyesinden sayarsak hemen her kes 3 veya 4 kere sayilabilir. O zaman 90 milyon degil 4 X 70 = 280 milyon demek lazim.

  38. Yazan:burak Tarih: Oca 6, 2012 | Reply

    @ psychopath( pardon) psycho,

    Müstearının anlamını aşan konularda ahkâm keseceğine ülkenin nüfusunu doğru öğren önce.

  39. Yazan:MY Tarih: Oca 8, 2012 | Reply

    Süleyman Nazif (1870-1927) Batarya ile Ateş adlı kitabında şöyle diyordu:

    “Benim dinim kinimdir… Irkına, vatanına, tarihine ihanet etmiş olan insanların ve milletlerin hiçbirini unutma Türkoğlu! Unutma ve affetme!”

    Büyük travmalar, katliamlar ve yok edilme korkusu yaşayan toplumlar geçmişten ders çıkarırken affetmek ile acıları unutmak arasında fark göremiyorlar. (Bkz. PKK’lıları affetmek)

    Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor.

    Bu korkunç dönüşümü Yahudilerde ve Avrupalı Ermenilerde görmek mümkün. Balkanlarda, Kafkaslarda Türk ya da Çerkes olma “suçundan” dolayı bizden önceki kuşaklar da bu şekilde eziyet gördüler. Ölenler bir kez ölürken hayatta kalanlar aşağılanma duygusuyla hergün öldü. Peki ya Kürtler?

    “…PKK destekçisi Kürtler adeta hızla koşan bir adamın bir cam panele çarpıp yere yığılma duygusunu tekrar tekrar yaşayacaklar. Camın öbür tarafını görecekler ve camın öbür tarafında akan hayatı gözlemleyebilecekler, belki bedenen o hayatın içinde olacaklar ama ruhen hiçbir zaman o camın öbür tarafına geçemeyecekler. Hiçbir zaman kendilerini camın öbür tarafına akan hayatın parçası hissedemeyecekler…”

    Böyle diyordu Emre Uslu. Haklıydı. Sadece Kürt olmak istedikçe Kürtlüğünü kaybeden bir kuşak yetişiyor. Tıpkı Türk ulusalcıları gibi geçmişten, gelecekten hatta kendi gölgesinden bile korkan bu insanlar şiddet için şiddet isteyen örgütlerin, partilerin elinde istenen her şekli almaya hazırlar.

    Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin