“Atatürkçü/Kemalist mahalle baskısı” veya “Yıpranan TSK değil, benim!”
By Konuk Yazar on Tem 18, 2009 in Beyin Yıkama, CHP, darbe, Demokrasi, Derin Devlet, Devletçilik, Ergenekon Nedir?, Irkçılık, Kemalizm, Komplo Teorileri, Laiklik, Militarizm, Modernleşme, Özgürlükler, Politika, Resmî Tarih, Türk faşizmi, Türk Solu, Ulusalcılık
[Not: Özel yaşamla ilgili bir konu olduğu için yazarın kimliği anonim tutuldu. Yazılarını yayınladığı kişisel sitesi KENARDAN]
—
Ben Atatürkçü bir “mahalle”nin çocuğuyum. Hem ailemin, akrabalarımın hem de tanıdıklarımın, arkadaşlarımın büyük bir çoğunluğunu bu “mahalle”den insanlar oluşturuyor. Sosyal ortamlarda (evde, barda, kafede, okulda, işyerinde) politik meseleler konuşulmaya başladığında ise inanılmaz bir “mahalle baskısı”na maruz kalıyorum. Daha yeni yaşadığım birkaç örnek:
Geçen hafta İzmir’den kalkıp İstanbul’a geldim; amaç aileyi, arkadaşları vesaireyi görmek, onlarla vakit geçirmek. İçmek, eğlenmek vs. Bir nevi “tatil” diyebiliriz. Teyzemi ve lise çağındaki kuzenlerimi görmek için birkaç gün teyzemde geceledim. Bir akşam teyzemin yakın bir arkadaşı eve geldi, oturduk muhabbete başladık. Kendisi 50′li yaşlarının sonunda, bir ilaç şirketi sahibi, CHP üyesi, kardeşi general olan ve İlker Başbuğ’la da aile dostu olan bir insan. Lise son sınıfa geçen kuzenlerden biri, birdenbire ortaya bir laf attı: “Atatürk diktatör müydü?” X bey (bundan sonra “X bey” olarak geçsin), Mustafa Kemal Atatürk’ün tabii ki diktatör olmadığından, kendisi için hiçbir şey yapmadığından, ne yaptıysa ülkeyi kurmak ve ileri götürmek için yaptığından dem vurdu, uzun uzun. Dayanamadım, konuşmaya başladım. Atatürk, kendisi için hiçbir şey yapmamış olsa dahi, bu durumun onun diktatörlüğüne bir halel getirmeyeceğini, sonuçta bir toplumun en tepesindeki insan olduğunu ve sözlerinin adeta bir emirmişçesine kabul gördüğünü anlatmaya çalıştım. “Diktatör” kelimesinin, iyi ya da kötü bir değer yargısıyla değerlendirmeden, gerçek anlamına bakıldığında Atatürk’ün tam anlamıyla bir “diktatör” stereotipi olduğunu söyledim. Bunun üzerine X bey hiddetlendi ve yüksek sesle “Hiç kimse Atatürk’e diktatör diyemez!” deyiverdi. Ben, bu sözü herhangi bir değer yargısında bulunmadan kullandığımı, sözcüğün anlamıyla Atatürk’ün davranışlarının uyuştuğunu belirttiysem de bir işe yaramadı.
Bunun ardından tartışma farklı yönlere doğru uzamaya başladı. Azınlıklar meselesine, “irtica” meselesine, Kürt meselesine dayandı. 1915′ten, İstiklâl Mahkemeleri’nden, Dersim Katliamı’ndan, Varlık Vergisi’nden, 6-7 Eylül Olayları’ndan, Diyarbakır Cezaevi’nden söz ettim. X beye göre bunların hepsinin mantıklı açıklamaları vardı ve devletin bu olaylarda takındığı tutum tamamen “gerekli” ve “zorunlu”ydu. Ermeniler bizi arkamızdan vurmuştu, insanlar “şeriat” istedikleri için idam edilmişti, Kürtler isyan edip devlete karşı gelmişti, azınlıklar dış güçlerden destek alarak ülkemizi bölmeye çalışıyordu. Devlet ne yapsaydı? Öldürmeseydi de beslese miydi, bölünse miydi? Bütün bu meselelerle ilgili olarak, bütün bu toplumsal kesimlerle empati kurmaya çalışan, demokratik ve özgürlükçü bir söylem üzerinden laf anlatmaya çalıştım; ama nafileydi. Bir kere devlet “kutsal”dı ve ona karşı geliştirilen hiçbir hareket cezasız kalamazdı. İnsanların çile çekmeleri, ölmeleri, öldürülmeleri önemsizdi. Devletin bekası için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. “Bana devletçi söylemlerle gelmeniz benim için hiçbir anlam ifade etmiyor; çünkü ben anarşist bir düşünce yapısına sahibim, devlet hiç umrumda değil, tek bir insan bile devlet/iktidar/güç yüzünden hayatını kaybetmişse o devletin benim için zerre değeri yoktur” dediğimde ortam iyice gerildi. Teyzemin ve annemin yüzlerinden bu gerilim çok net okunabiliyordu. X bey sükûnetini korumaya çalışsa da ses tonu sertleşmiş ve yükselmiş, hamasi nutuklar atmaya başlamıştı.
Konu darbelere geldi uzandı ve X bey, soğukkanlılıkla, yapılan bütün darbelerin “zorunlu” olarak yapıldığını, o yüzden onların eleştirilmesinin doğru olmadığını söyleyiverdi. Tabii “darbe” sözcüğü yerine “müdahale” ya da “yönetime el koyma” sözlerini kullanmayı yeğliyordu. Üstelik benim babamın da bir Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduğunu, bu nedenle askeri yıpratmaya çalışanların söylemlerinden uzak kalmam gerektiğini “hatırlattı” bana (sırf babam asker olduğu için neden askerleri savunmam gerektiğini hâlâ anlayabilmiş değilim). X beyin darbe savunuları ise şöyleydi: 1950′lerde Demokrat Parti baskıcı bir yönetim kurmuş olduğu ve Cumhuriyet Halk Partililere zulüm etmekte olduğu için “müdahale” kaçınılmazdı. Üstelik bu “müdahale” ilerici güçler tarafından yapılmıştı, tabii ki desteklenmeliydi. Baskıcı bir rejime karşı çıkmak ve onun baskıcı özelliğini engellemek için muhalefet oluşturmak görevinin orduya değil, siyasal partilere ve sivil toplum örgütlerine düştüğünü anlatmak benim için çok zor değildi; fakat bunu algılamak X bey için çok zordu. Ardından 1980 darbesine atlayıverdi: 12 Eylül 1980′den önce sokaklarda terör esiyordu, ordu akan kanı durdurmak için darbe yapmak zorundaydı. “Peki” dedim, “sokaklarda akan o kanın müsebbibi kimdi?”. X beye göre bu kanın müsebbibi dış güçlerdi. Gençlerimize birbirini kırdırıyorlar, ülkemizi zayıf duruma düşürmek ve bölüp paylaşmak istiyorlardı. Ona devletin beslediği “terörist”leri anımsatmaya çalıştım, gizli iktidar sahiplerinin gerçek iktidarı ellerine almak için pek çok olaya sebep olduğundan söz ettim, 1 Mayıs 1977′de işçilerin üzerine ateş açan Abdullah Çatlı’nın devletin bir görevlisi olduğundan bahsettim; konu birdenbire Abdullah Çatlı üzerinden ilerlemeye başladı. X beye göre Abdullah Çatlı bir “kahraman”dı; çünkü ASALA’yı bitiren adamdı. “Eğer karşımda bir katili savunacak noktaya gelmişseniz, benim sizinle paylaşacak hiçbir şeyim olamaz” dedim. Sinirlendi.
Bu konuyla ilgili “gerilimli dakikalar”ın ardından, mesele AKP hükümetine geliverdi. X beye göre AKP hükümetinin ülkeyi halihazırda yönetiyor olması “yasal” değildi. AKP legal bir hükümet yapılanması değildi ve ne yolla olursa olsun devrilmesi gerekiyordu. Kendisini hayretten hayrete düşerek, ağzım açık bir şekilde dinliyordum. 2002 genel seçimlerinde %34, 2007 genel seçimlerinde %47 oy alan bir parti, nasıl olur da legal olmazdı? X beye göre seçmen bilinçsizdi, gerizekalıydı, doğruları göremiyordu; AKP’nin amacı şeriatı getirmekti ve bu yolda demokrasiyi bir araç olarak kullanıyordu. Amerika Birleşik Devletleri de ülkemizi “yeşil kuşağın” bir parçası yapmak istediğinden AKP’yi destekliyordu. Bu basmakalıp düşüncelere hangi argümanla karşı çıkarsam çıkayım başarılı olamayacağımı biliyordum, bu tip sabit fikirlere sahip insanlar “düşünme” yetisini kullanamıyordu artık; X beyin “düşünmesini sağlamak” mümkün değildi. Bana sordu: “Sen AKP’nin legal olduğunu düşünüyor musun?” Cevabım şöyle oldu: “Bu ülke, en azından teoride, demokrasiyle yönetiliyorsa ve ülkenin yarısı bir partiye oy vermişse tabii ki o partinin hükümet etme hakkı vardır ve yasadışı yollarla bu engellenemez. Legal olmayan şey sizin “müdahale” düşüncenizdir.” X bey, bu sefer de AKP’nin aldığı oy oranının aslında %47′den çok çok daha düşük olduğunu, fakat seçim sonuçlarına hile katılarak bu oranın bu değerlere çekildiğini iddia etmeye başladı. Her türlü komplo teorisi tıkır tıkır işliyordu X beyin zihninde.
AKP’nin eleştirilmesi gereken çok sayıda icraatı olduğunu, fakat CHP ya da diğer muhalefetin bu icraatları eleştirmek yerine AKP’nin AB müktesebatı yönünde, demokratikleşme yönünde, sivilleşme yönünde (zorunlu olarak da olsa) atmaya çalıştığı her türlü adımı engellemekten başka bir muhalefeti olmadığından bahsettim. CHP’nin, AKP’yi düzgün yönlerden (örneğin; uygulanmakta olan neo-liberal bazı politikalar, işçi-emekçi hakları, sosyal güvenlik vb.) eleştirmek yerine sırtını orduya ve yüksek yargıya dayadığını, ülkenin daha yaşanabilir bir yer haline gelmesi için hiçbir çabası olmadığını söyledim. X bey, CHP hakkındaki bu iddialarımın “doğru olmadığı”ndan başka bir savunma yapamadı ve konuyu AB’ye getirerek “Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi gerçekten alacağını düşünüyor musun?” dedi. Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul edip etmeyeceğinin ayrı bir konu, AB müktesebatının Türkiye’de yerleşmesinin ayrı bir konu olduğunu söyledim ve devam ettim: “Bir kere AB içinde Türkiye’nin tam üyeliğine çeşitli sebeplerle karşı çıkan Fransa ve Almanya’nın yanında, Türkiye’nin tam üyeliğini destekleyen İsveç, İngiltere, İtalya gibi pek çok ülke var. AB içinde Türkiye’ye ilişkin bir korku olduğu da doğru; fakat şu anda sırf “onlar bizi kabul etmez” gibi bir gerekçeyle Türkiye’nin yasal yapısının bu halde kalmasını savunmak kadar saçma bir şey olamaz. Türkiye toplumsal ve bireysel özgürlüklerle demokrasiye çok uzak bir hukuka ve hukuk anlayışına sahip, bu özgürlüklerin şu anda dünya üzerinde en yoğun olarak yaşanmasına izin veren AB hukukuna da öyle ya da böyle geçilmesi gerekiyor.”
X bey bu hukuka AKP hükümetiyle geçilebileceğine gerçekten inanıp inanmadığımı sorduğunda ise gidişatın o yönde olduğunu ve toplumsal baskılarla bu talebin dile getirilmesi gerektiğini söyledim ve şu anda Türkiye’yi yönetme şansına sahip olan üç parti (AKP, CHP ve MHP) varsa, tabii ki bunların arasından AKP’yi tercih edeceğimden bahsettim. Bunun üzerine teyzem şöyle bir tepki verdi: “Ne yani, sen AKPli misin şimdi, bizim başımızı mı örttüreceksin bu gericilere?”
Tepkim şöyle oldu: “Bu ülkede insanların etnik kökenleri yüzünden devlet ya da milliyetçi tosuncuklar tarafından öldürülmelerini istemiyorum. Kültürel kimliklerini özgürce ifade etmek isteyen etnik grupların bu ifade haklarının engellenmesini istemiyorum. Hangi görüşten olursa olsun insanların bireysel, toplumsal ve siyasal özgürlüklerinin yanındayım. Hangi din ya da inanç söz konusu olursa olsun dinsel ve inançsal özgürlüklerden yanayım. Sırf başörtülü diye, genç kızların eğitim hakkının ellerinden alınmasını istemiyorum. Düşünceleri ya da söyledikleri yüzünden insanların hapislerde çürümesini istemiyorum. Sokak ortasında onbinlerce kişinin öldürülmesini istemiyorum. Eğer bütün bunlar senin ya da sizlerin zihniyetinde AKPlilikle bağdaşıyorsa, benim söyleyecek hiçbir şeyim olamaz. Ayrıca herhangi bir insan AKPli de olabilir, bu da bir suç falan değil bildiğim kadarıyla. Bir de şu var ki, benim gibi kendisini “Müslüman” olarak bile tanımlamayan, herhangi bir dine aidiyet hissetmeyen birine kalkıp “şeriatçı” yaftasını yakıştırman da harika.”
(Tabii ki teyzem de, X bey de, birazdan bahsedeceğim halam da kendisini “Müslüman” olarak tanımlıyor).
Tartışma süresince X bey, arada bir, “Yok, sen böyle düşünüyorsan seninle pek bir şey tartışabileceğimizi sanmıyorum.” deyip durduysa da dayanamıyor ve sürekli yeni bir şeylerden bahsetmeye çalışıyordu. Bunu da bir not olarak ekleyeyim. Kapanış ise şöyle oldu: “Ben şu anda neredeyse 60 yaşındayım. Gençken TİP’i desteklerdim, düşüncelerim de seninkilere yakındı; fakat bazı şeyleri yaşadıkça, gördükçe, anladıkça Atatürk milliyetçiliğinin, ulusalcılığın değerini fark ettim. 10 yıl sonra umarım yeniden bir araya geliriz, eminim ki senin düşüncelerin de benimkiler gibi olacak o zaman.” Benim verdiğim cevap ise şuydu: “Bundan 10 yıl önce, 17-18 yaşlarındayken, tamamen sizin gibi düşünüyordum. Düşünsel ilerlemeyi kimin yaşayıp, kimin yaşamadığını bu örnekle belki daha net anlarsınız.”
Saat epey geç olmuştu, el sıkışıldı ve X bey evine gitmek üzere ayrıldı. Ancak hikaye burada bitmiyordu, birkaç gün sonra X bey yeniden geldi. Bu sefer kendisiyle yalnızca el sıkışıp selamlaştım ve tartışmak istemediğim için başka bir odaya geçtim; fakat söylediği bazı şeyleri duyma şansım oldu, onları da aktarayım. X beye göre gençler ve hatta toplumun tamamı psikolojik bir sorun yaşıyordu. O yüzden benim bu gençlerden biri olarak bu şekilde düşünmem normaldi; ama nasıl ki başımız, sırtımız ağrıdığında, öksürdüğümüzde doktora gidiyorsak psikolojik sorunlar yaşadığımızda da psikologlara ya da psikiyatristlere başvurmalıydık. Anneme benim bir psikiyatriste görünme ihtiyacım olduğundan söz etti. Bunun tek sebebi X bey gibi düşünmüyor oluşumdu. Üstelik X bey kendisini hâlâ “solcu” olarak (da) tanımlıyordu.
İşte zihniyet bu: Her şeyi Atatürkçüler, ulusalcılar biliyor; onlar gibi düşünmeyen insanlar olayları doğru değerlendiremiyor, hepsi ruh hastası, zaten AKP de bu yüzden iktidarda. Psikiyatrik destek alırsak biz de doğru yolu bulup Atatürkçü ve ulusalcı olacağız. Herhalde bu tablo asıl “hasta”nın kim olduğunu çok net ortaya koyuyordur.
Gelelim ikinci “mahalle baskısı” örneğine: Daha bugün babaannemi, kuzenlerimi ve halamı görmek için halamların evine gittim. Kuzenlerden biri koluna “K. Atatürk” imzalı bir dövme yaptırmış, konu buradan açıldı. Halam “bak ne güzel olmuş, sen de yaptırsana” dedi bana. Şaşırdım. “Yahu neden yaptırayım ki?” dedim. “E hepimiz Atatürkçü değil miyiz?” dedi halam. “Yoo ben Atatürkçü falan değilim” dedim. Ondan sonra X beyinkinden biraz daha düşük seviyede (o seviyeden daha düşük nasıl olabilir diye sormayın lütfen) ve “popüler ulusalcılık/Tuncay Özkan ulusalcılığı” ekseninde, hamasi söylemler havada uçuşmaya başladı. Biz bu vatanın ekmeğini yiyorduk, hepimiz Atatürkçü olmalıydık, ordunun yanında olmalıydık, vatanımıza-milletimize sahip çıkmalıydık falan filan. Ülkenin bütün aydınları teker teker “içeri” alınıyordu, AKP de Amerika’nın güdümünde ülkeyi şeriata doğru götürüyordu. Üstelik bu ülkede bir Ermeninin sokak ortasında söylediği şeyler yüzünden öldürülmesinde de hiçbir sorun yoktu. Onlar dış güçlerle bağlantılıydı ve ülkemizde yaşama hakkına sahip değillerdi. Onların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalarıyla ilgilenmiyordu bile halam. Irkçı ve şiddet yanlısı olduğunu söylediğimde tabii ki inkâr etti. O ırkçı değil, bir “Atatürk milliyetçisi”ydi. Bu tartışma da yaklaşık 15-20 dakika kadar sürdü; fakat artık bezmiştim ve halamın X bey kadar bile dinlemeye tahammülü yoktu. Konu babaannem sayesinde bir şekilde kapandı ve 2-3 saat sürecek olan “aile saadeti misafirliği” devam etti.
Tabii ki ailemden oldukları için ne düşünürlerse düşünsünler bu insanları seviyorum. Kötü niyetlerinin olmadığını da biliyorum. Resmi ideoloji tarafından “çok güzel” bir şekilde yetiştirilmişler, bu noktadan sonra yapılabilecek pek bir şey yok. Fakat onlardan rica ediyorum, lütfen benim yanımda bana böyle hamasi nutuklar atmasınlar. Yıpranıyorum. TSK değil, asıl ben yıpranıyorum ulan!
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.
Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
73 Yorum
Yazan:efe denemec Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
sizin bölgede şeriat gelecek korkusu bizim buralarda din elden gidiyor korkusu hertarafta gizli kilise acılıyor korkusu.bir ülkede siyaset yapmak bu kadar kolay bir işmi anlamadım.
şimdi anlıyorum neden yarım asırdan fazladır biz gelişmekte olan ülkeyiz.
cok güzel bir yazıydı.
Yazan:TSD Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
Peygamber sabrı dedikleri sey bu olsa gerek! Ben de benzerlerini -daha farkli bir mahalle mensubu olarak- degisik konularda yasiyorum; bir aile yemeginde milliyetci bir akrabam ile Kurt sorunu yuzunden sertce tartismistik, nihayetinde gerekirse 25 milyon Kurt’un oldurulebilecegine kadar vardirmisti isi. Bir iftar yemegi davetimde de (konu acildi diye) Osmanli padisahlari konusunda dini butun amcamizla konusmaya calisirken nasil bir gayya kuyusuna dustugumu anladim ama eh artik dusmustum, cikabilmek kolay olmadi. Amcamiza ve masadaki diger kisilerin ezici cogunluguna gore Osmanli padisahlarinin ekserisi evliya idi, kardes katli Islama uygundu cunku devletin bekasi ancak boyle saglanabilirdi vb bir suru sacmalik. Yahu sacmalamayin sizin uygun dediginiz dinin peygamberi bunlari soylediginizi duysa onune katip sizi kovalar dedim ve dilim dondugunce -sakin olmaya da calisarak- nicin yanlis dusunduklerini anlatmaya calistim. Ancak beyhude idi, genelin benim hakkimdaki izlenimleri ise cok okudugum icin sapittigim yonunde oldu!
Yazan:Kenar Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
Teşekkür ediyorum efe denemec. Sanırım her kesimin, her “mahalle”nin kendi içine bakıp toplumsal ve siyasal konulardaki tutuculuklarından sıyrılması gerekiyor. Sizin de dediğiniz gibi yalnızca Atatürkçü/Kemalist kesimle sınırlı değil elbette bu tarz durumlar. Dindar kesimde farklı bir versiyonu, milliyetçi kesimde farklı bir versiyonu; her kesimde değişik bir şekilde yaşanıyor. Her türlü fikir, inanç, eylem özgürlüğüne kavuşmadıkça da böyle devam edeceğe benziyor. Neyse ki her kesimin içinden olaylara farklı yaklaşmaya çalışan insanlar ve gruplar çıkıyor da, biraz da olsa nefes alma fırsatı buluyoruz.
Yazan:eg Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
“Bu konuyla ilgili “gerilimli dakikalar”ın ardından, mesele AKP hükümetine geliverdi. X beye göre AKP hükümetinin ülkeyi halihazırda yönetiyor olması “yasal” değildi. AKP legal bir hükümet yapılanması değildi ve ne yolla olursa olsun devrilmesi gerekiyordu. Kendisini hayretten hayrete düşerek, ağzım açık bir şekilde dinliyordum. 2002 genel seçimlerinde %34, 2007 genel seçimlerinde %47 oy alan bir parti, nasıl olur da legal olmazdı? X beye göre seçmen bilinçsizdi, gerizekalıydı, doğruları göremiyordu; AKP’nin amacı şeriatı getirmekti ve bu yolda demokrasiyi bir araç olarak kullanıyordu. Amerika Birleşik Devletleri de ülkemizi “yeşil kuşağın” bir parçası yapmak istediğinden AKP’yi destekliyordu.”
:)) hakikaten bu zihniyetten bir kişiyi bir konuda dinlemek, o zihniyetten tümünün fikirlerini almak gibi birşey(bu zihniyetin adını vermeye bile gerek yok. ordunun siyasetteki temsilcisi ve anayasa mahkemesi kapısında yatanlar desek anlaşılır herhalde). sanki tek bir beyin ve o beyinden yönetilen bilmem kaç milyon omurilik var. üstelik çoğu da bilmem nerede okumuş etmiş ünvanları cafcaflı tiplerdir. benim de birçok böyle arkadaşım var ve inanılmaz bir şekilde aynı sözleri (nokta, virgül ve vurgular da aynı yerlerde üstelik) aynı şekilde söylüyorlar. yani insan gülsün mü ağlasın mı, acısın mı bilemiyor.
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
sevgili Yazar,
çok içten ve yürekten bir yazi, sagolun. ben de dahil bir çok dostumun buna benzer anilari var. Mustafa Akyol ve Rasim Ozan Kütahyali da zaman zaman bu konuya deginiyorlar.
“Kemalist” zihniyet çöküyor. baska yolu yok bunun.
Yazan:eg Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
bu ülkenin en büyük şirketlerinden birisinde çalışırken, şimdi orada yönetici olan bir şahıs (odtü elektronik mezunu, sonra boğaziçi master vesaire yapmış bir tip)ciddi ciddi, sivas’ın doğusuna olamazsa eğer, hiç olmazsa güneydoğu anadolu bölgesine atom bombası atılıp oranın haritadan silinmesi gerektiğini söyleyecek kadar çıldırabiliyordu. üstelik bu elemanı o şirkette yöneticiliğe en uygun eleman olarak gösteriyorlardı… bu ülke böyle bir “elite” sahip olduğu için bu halde zaten. bu elitin bu ülkedeki gücü azalıp da yerine aklı vicdanıyla bağlantılı olan bir kesim gelmedikçe birşey de düzelemez gibime geliyor. zira bunların yönetici, müdür bilmem ne oldukları kurumlarda, ister özel ister devlet kurumu olsun başka türden insanlara yer yoktur. tek bildikleri vahşettir. o yüzden hiç şaşırmıyorum duyduklarıma, zira bu ülke aydınları kemalist sistemin organik aydınıdır. tüm varlığı o sistemin kendilerine bahşettiği çıkarlar üzerinden o sistemi darbe yapma pahasına savunmak üzrine kurgulanmıştır.
Yazan:Kenar Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
Sevgili TSD, yorumların ve kendi anılarını paylaştığın için çok teşekkür ediyorum.
Sayın Mehmet Yılmaz, umuyorum yalnızca “Kemalist” zihniyet de değil; toplumsal, siyasal, düşünsel, inançsal, eylemsel her türlü özgürlüğü kısıtlayan tüm anti-demokratik ve anti-özgürlükçü zihniyetler de çöker. Her türlü konuyu hiçbir baskı altında kalmadan herkes dile getirme hakkına sahip olur. Karşımızdaki insanın fikirlerine, inançlarına saygılı olduktan ve dinlemeyi bildikten sonra, baskıya ve şiddete hiç gerek kalmaz Türkiye’de ve tüm dünyada.
Yazan:Kenar Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
Sayın eg,
İşin daha acı yanı ise “o sistemin kendilerine bahşettiği çıkarlar” pek söz konusu olmadığı halde resmi ideolojinin etkisi altında o sistemi gerçekten, cansiperane ve kendilerince iyi niyetli ve samimi şekilde savunan insanların da varlığı. Bu savunuyu “çıkarsal” yönden yapanların çoğunun aslında neyin ne olduğunun farkında olduklarını düşünüyorum. Bunun farkında olmayanlar ise sürekli vatan-millet edebiyatıyla körleştirilip, bu vatanı sevmeninn şartının Atatürkçülük ve onun getirdiği statüko olduğunu düşünen insanlar. Gerçek suçlu da onlar değil bence. O insanlar bu vesayetçi sistemin bu şekilde sürmesinin hem kendi çocuklarına hem de tüm ülkeye daha iyi bir gelecek sağlayacağını sanıyorlar; ne yazık ki yanılıyorlar.
Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Tem 18, 2009 | Reply
Orada konuk yazarı görmesem biri bizim evi dinleyip yazmış diyebilirim.Evde böle bir gürüh düşünün 4-5 kişi üstünüze çullanıyorlar Allah hakkaten sabur veriyor
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
Demokrasi var olan yonetim bicimleri arasinda en iyisi ama mukemmel degil maalesef. AKP’yi secmis olanin bilincsiz oldugu varsayimi cok yanlis ancak iktidarinin mesru olmasi secmenin bilincli oldugu anlamina gelmez. Ikisi farkli kavramlar. Sonuc olarak George W. Bush da Adolf Hitler de secimle is basina gelmis insanlar. Sizce bu insanlar bilincli secmenler tarafindan mi is basina gelmisler? Yani benim sorum “Demokratik olarak demokrasiden vazgecmeye karar verirsek demokrasi dedi diye demokrasiyi iptal mi edecegiz?” Kendi icinde paradokslari olsa da demokrasiyi seviyorum cunku mevcut durum icinde en iyisi. Ve onu ulkemize zamanin Ispanyasi’ndan ve Italyasi’nda daha demokratik ve ozgurlukcu bir sekilde getiren Ataturk’u de seviyorum.
Eyvah bir fasist gordum sanki 😉
Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
Malesef ülke bir şekilde 2 ye bölündü. 2 kesim de kendi savunmalarını “x Bey” gibi uç örnekler üzerinden yapıyor.
Oysa X Bey gibi düşünmeyip, tam tersini de düşünmeyenler var. Ülke sanki 2-3 partiye ve 2 düşünceye mahküm edilmiş gibi. Her yeni çıkan siyasi umut bir şekilde karalanmaya çalışılıyor. Ortayı bulmaya, aklını kullanmaya çalışanlar diğer tarafa itiliyor.
Mevcut verilere baktığımızda ise bir parçalanmanın her türlü işareti görülüyor.
Şimdi “Bütün bunların arkasında birileri yok, herşey yolunda” diyebilir miyiz ?
Tamam x bey gibiler var. Şeriatçılar da var. Ama Biz Türkiye olarak nereye gidiyoruz ?
Sonuçta elimizde parçalanmış bir Osmanlı örneği yok mu ? Bunu kim parçaladıysa, Türkiye’yi de parçalamaya çalışmadıklarını düşünebilir miyiz ?
Yani komplo teorilerinin doğru olma ihtimali , sadece 1 taraf için mi geçerli ?
Siz “tavşan kaç, tazı tut” sistemini bilir misiniz ?
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
TSD,
Haklisin ozur dilerim Ataturk getiremedi ulkeye demokrasi. Hala Padisah birinci Tayyip tarafindan yonetiliyoruz. Halkin tabanindan dogan siyasi bir yapiyi, tabana ragmen idare eden bir padisah. Il baskanlarini, belediye baskanlarini bile kendi seciyor. Ataturk Egemenlik Kayitsiz Sartsiz Halkindir ilkesini getirmek istede yapmadi o yuzden ozru kabahatinden beter.
Ama biz de bosuna nefes tuketmeyelim sen bana “Tek Adam” veya “Cankaya” kitaplarindan alintilar yapicaksin ben de Andrew Mango’dan olmazsa Shaw’gillerden.
Ben demokrasiyi getirmek icin tek adamligi arac olarak kullanmis zaman oyle gerektirmis diyecegim. Sen parlementoya istedigini almis istemedigini almamis bunun neresi demokrasi diyceksin. “Noktasi virgulune kadar ayni” bir tartisma icine girip ikimizde tatminsiz bir sekilde cikacagiz cunku ben gercege yakin buldugum kaynaklar ile seninkiler birbirini tutmayacak.
Yazar arkadas,
Bu X bey yazisi da o kadar siradan ki. Bana Gulen cemaatini karalayan yazilari hatirlatiyor. Birisi sakirtlikten vazgecmis de halka bu cemaatin seytan oldugunu seriati getirmek istedigini anlatmak icin neler yasadigini e-maillara yaziyor. Gecelim bunlari.
Hele hele hala’nin ortunme konusundaki hassasiyeti. Sanki insanlarin yasam tarzlarini degistirmek istememeleri utanilacak birseymis gibi. Sen basiortulu bir teyzeye “kicini ac” desen ayni tepkiyle karsilasirsin -Hos AKP basini ort demiyor bu kesimlerde AKP’nin onu bastirdigi varsayiliyor, sebep de ortalarda dolasan yok esi basiortulu olursa daha kolay bakan, rektor devlet muteahhit olunur tarzindaki sozler.
Yazan:Ali duman Tarih: Tem 19, 2009 | Reply
Kemalizmin şu kemalistlerden çektiğini hiç kimseden çekmedi. 1930’da salamura muamelesi ile şişeleyip korumaya aldıkları zihniyet, çürüdü, koktu, bu kokuya burun dayanmıyor, ancak ne varki tüm dünyanın hissettiği bu kokuşmayı bir tek bu zavallılar hissedemiyor.
söz konusu bay X’ten o kadar çok var ki, sadece %23 de değil, buna chp kuyrukçuluğunu parti programı haline getirmiş mhp’yi de eklemek gerek.
bunlara sorsan Türklüğün tarihi 1923’ten başlıyor, sanki binlerce yıl türkler ne ülke oldular, ne de bağımsız oldular, esaret altınyaydılar, “Atatürk olmasa da olurdu ama kimin çocuğu olurduk o belli olmazdı”
gibi türk halkına hassiyetsiz önermeler geliştirmek ancak bunların meşrebine yakışıyor.
ancak bu bay X’in en büyük çelişkisi TİP geleneğinden geliyor olmasıdır, zira TİP geleneği bu ülkenin en sağlam anti-kemalist sol/sosyalist geleneğidir. 12 mart faşisminin kapattığı TİP başkanı daha 1970’li yıllarda sıkıyönetim mahkemelerine yaptığı parti savunmasında “TİP, gericiliğe, faşizme, emperyalizme karşı savaşırken, KEMALİZME ve CUNTACILIĞA KARŞI DA MÜCADE ETMEŞTİR” diye haykıran bir gelenekten gelenin kemalist olması çelişkidir, ancak şaşırmamak gerekiyor, Ergenekon’a kadar “katil devlet” diye haykıran solcuların birden bire devletçi kesilmeleri, ergenekoncu kesilmeleri mümkün olabiliyorsa, TİP geleneğinin anti-kemalizminden, kemalizm kuyrukçuluğuna dönüşem yapmakta mümkün olabiliyordur, neticede herşeyin mümkün olabildiği bir ülkede yaşıyoruz ve her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Misal bu ülke sol’unun sahtesinin, aslından daha güçlü olduğunu da öğrenmiş olduk. Şevket Sureyya Aydemir’le başlayıp Doğu Perinçek’e uzanan “sahte solcuların” felç ettiği siyaset alanıdır Türkiye’de sol siyaset alanı.
12 eylül anayasasına nasıl HAYIR oyu verdiklerini bir kahraman nidası ile anlatan sahte solcuların bugünlerde bu anayasaya nasıl sıkı sıkı yapıştıklarını, nasıl savundukarını görüyoruz, elbette ibretlik bir durumdur, elbette dünya siyasi tarihinde bir ÇARPIKLIK ABİDESİ olarak yerini alması gereken bir durumdur. Vesayetçi olmayan bir AKP sağ siyaset olarak bir kazanç ise, vesayetçi ve devlet beslemesi olmayan özgürlükçü bir sol’u yaratmak çok daha önemli bir kazanç olacaktır.
Türk halkı denize düştü ve boğulmamak için bir yılana (akp) sarıldı, şimdi denizden kurtulmanın zamanıdır, yılan ile uğraşmanın değil, şimdi yüzme bilmediği halde türk halkını sürekli denize atanlarla hesaplaşmanın zamanıdır, türk halkına deli dumrul muamelesini reva görenlerle hesaplaşmanın zamanıdır, bu görev varken sol ve sağ olmanın da bir önemi yoktur, önce bu hesaplaşmayı yapmak gerekir, önce “HALK OLABİLMEK” gerekir. Solcu olmak, sağcı olmak HALK olabilmeyi becerenlerin hakkıdır. Bugüne değin yapılanlar kemalizmin kayığına bindirilerek, sol taraf ile sağ taraf oturtulmuşların yaptığı sahte kürek kavgasıydı, asla bir sol ve sağ siyaseti olmamıştır bu ülkenin, böyle bir siyasete izin vermemiştir kemalist diktatörlük, zira bu yüzden tam 24 parti kapatılmıştır. 25 ncisi ise acaba akp mi olacak dtp’mi olacak diye papatya falındayız. Ne demiş İdris Küçükömer Hoca, “solumuz sağdır bizim, sağmız ise zaten ölü”
Yazan:Ali duman Tarih: Tem 20, 2009 | Reply
yukarıdaki yazımda hatalı yazılan
“KEMALİZME ve CUNTACILIĞA KARŞI DA MÜCADE ETMEŞTİR” cümlesi;
“KEMALİZME ve CUNTACILIĞA KARŞI DA MÜCADELE ETMİŞTİR” şeklinde olacaktır.
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 20, 2009 | Reply
TSD,
wiki deki aciklamayi istersem ben de degistiririm, sen de benim degistirdigimi degistirirsin biliyorsun degil mi? Derin dusuncede Ilber Ortayli roportaji ve tarih yaziminin ciddiyeti uzerine konusuluyor ama sen yine de cok gayri ciddi bir kaynak gosteriyorsun. Copy paste diyorsun. Genelde karsit fikirlerden birseyler ogrenirim cabasiyla tartisirim ama sen pek yararli olmadin.
1908de cok partili rejimin oldugu dogru ama adina demokrasi der misin bilmiyorum. Padisaha biri baski yapsin vezirini degistirip yeni iktidar kurduruyordu. Nasil bir demokrasi onu anlamiyorum.
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 20, 2009 | Reply
Bir de bu liberal demokratlarin “Ataturk demokrasiyi getirmedi o bir diktatordu” tarzindaki yorumlarini, varini yogunu biriktirip oglunu ozel okula gonderen memur babanin oglundan isittigi “peki bana neden altindan isiklar sacan ayakkabi almiyorsun diger cocuklarin hepsinde var” seklindeki simarik aciklamalarina benzetiyorum.
Babadan ogula gecen bir sistemi kaldiriyorsun, dogmalari yikmak icin ugrasiyorsun. “Dogmalari yikma dogmasi yaratti” seklinde elestiriliyorsun. Yigidi oldur hakkini yeme derler. Siz de hak yemegin, Allah razi olmaz.
Tekrar iyi calismalar.
Yazan:SQ Tarih: Tem 20, 2009 | Reply
II.Abdülhamid döneminde basın ve ifade hürriyeti olmayışını “Osmanlı moderleşmesinin doğal seyri”içinde nereye konumlandırmak lazım?
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Tem 20, 2009 | Reply
Harun Bey,
Kemalist bile olsaniz kendinizi bu derecede aptal göstermenize gönlüm razi gelmedi, Sitenin duvarlarina kafa atan yorumlarinizi engelliyorum.
Dogru dürüst düsünme kabiliyetiniz varsa artik baslayin ki biz de istifade edelim. Yoksa sag üst kösedeki kirmizi-beyaz çarpiya basin, biz hemen kayboluruz, sinirlenmeye gerek yok.
iyi günler
Yazan:Trouble Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
“Bundan 10 yıl önce, 17-18 yaşlarındayken, tamamen sizin gibi düşünüyordum. Düşünsel ilerlemeyi kimin yaşayıp, kimin yaşamadığını bu örnekle belki daha net anlarsınız.”
imza…
Önce, CHP sonra, TKP şimdi, sadece okuyup Allah’a dua ediyorum.
Anladığım kadarı ile hiçbir şeyden korkmuyorsun. Sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın böyle korkmayan insanalara ihtiyacı var. Çünkü, korku yanında törpü taşıtıyor. Sağı,solu, ortayı herşeyi törpületiyor. O da acıtıyor. Korkmayanlar ise korkakların önceden önlem alarak karşılaşmadıkları bir çok problem ile yüzyüze karşılaşıp onlar ile çarpışmak zorunda kalıyorlar. Bu deneyim hem fikirleri geliştiriyor hemde çatışamayacak olan fikirleri birleştiriyor.
Her şeyin bir zirversi var. Değişmeden daha fazla yükselemiyor. Ve değişemiyor ise alçalışa geçiyor. Alçaldığında mutlaka değişime uğruyor ve yine yükselmeye başlıyor.
Düzenlerin içindeki kaosları görmeyi başararak daha düzgününü bulmak için akıl yürütebilen (bana göre Gerçek Anarşist’in tanımıdır bu) insanlara tüm insanlarığının ihtiyacı var.
Yazdığın yazı internette dalga dalga yayılıyor. İyi-ki yazmışsın. Teşekkürler.
Yazan:Mekin Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Atatürk’ü sevmeyenlere sesleniyorum.
İşgal yıllarını bir hatırlayınız lütfen ne çabuk unuttunuz telgraf tellerinde türk kadınlarının ve erkeklerini cesetlerini ne çabuk unuttunuz elinde ülkesini savunacak tüfek bile kalmamış orduyu daha devam ederdim ama saymakla ve yazmakla bitmez o günler.Ama zaman geçtikte insanoğlu bu herşeyi unutur ve herşeyin acısı hafifler.Şimdi gelelim Atatürk’ü sevmeyen zihniyete Atatürk bir diktatör değildi bunu sizlere birçok yoldan kanıtlarım ama siz önce önyargılarınızı yenmelisiniz.Şunuda baştan söyliyeyim kimsenin dini inanışı veya milliyeti ile ilgili en ufak bir sorunum yoktur herkes kendinden sorumludur.Atatürk’ü anlamayanlar veya sevmeyenlere sesleniyorum sizler için bağımsızlığın vatan bilincinin boyunduruk altında yaşamanın bir şey ifade etmediğini düşünüyorum.Ya bir kere en azından Atatürk’e minnet borçlusunuz eğer o olmasaydı şu an Ankara ve civarına sıkışmış bir Devlet olarak Osmanlı varlığını sürdürecekti ve geri kalan topraklarımız emparyalist güçlerin elinde olacaktı.Bu neyi ifade eder sizlere söyliyeyim.
1920 ‘den sonra doğan çocuklar sabah okullarında andımız yerine ingiliz fransız ve yunan bayrağının karşısında sağ elleri kalplerinde yabancı güçlerin istiklal marşlarını söyleyip içinde kiliseler bulunan okullarda eğitim göreceklerdi.Kendi kültürümüzden yoksun tamamen asimile edilmiş bir toplum olacaktık.Şimdilik siz bunları bi okuyun benim daha çok yazacaklarım var.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Mekin bey,
Şu telgraf telleri olayını biraz açar mısınız, anlamadım.
Atatürk diktatör olmadığını söylüyor, ama Falih Rıfkı’ya “manzara bir diktatör manzarasıdır” da diyor. Niyeti bu olmayabilir ama manzara bu.
Atatürk olmasaydı, Kurtuluş Savaşı olmazdı demek pek makul değil. Çünkü Kurtuluş Savaşı Atatürk Samsun’a çıkmadan çok önce Müdafaa-yı Hukuk cemiyetleri ile Çerkes Ethem marifetiyle başlamıştı. Genelkurmay Başkanı Kazım Karabekir’i, Ali Fuat Cebesoy’u, Refet Paşayı hiç saymıyorum. Milli Mücadele bir takım işiydi. Ama M.Kemal, mücadele bittikten sonra takım arkadaşlarını saf dışı edip tek adam olmayı tercih etti. Birileri de bu yüzden onu diktatör olarak anmayı tercih etti. Doğal tercihler.
Atatürk olmasaydı… şeklinde başlayan öngörüler pek doğru değil. Günümüzde andımız yerine İngiliz marşını okuyan bir sömürge ülkesi yok. İçinde kiliseler bulunan okullarda eğitim görenler de yok. Tamamen asimile edilmiş bir toplum da yok.
Bunun yanında Atatürk’le beraber bunların olmadığını söylemek de biraz güç.
Batılılaşma dediğiniz şey; Batı’nın değerlerini topluma yerleştirmektir. Yani belki İngiliz marşı söylemiyoruz ama İngilizler gibi giyinip, hayat tarzımızı onlara benzetmek, başına şapka takmayanları astırmak bundan daha beter bir şey değil midir? İngilizler bile hiçbir sömürgesinde kendi gibi giyinmeyenleri astırmamış bildiğim kadarıyla.
Veya içinde kiliseler bulunan okullarda okumuyoruz belki ama medreselerin, tekke ve zaviyelerin kapısına kilit vurup, ezanı da bundan böyle Türkçe okuyacaksın diye dayatırsan; bu İngiliz gavurunun zulmünden çok farklı bir şey olmaz değil mi?
Asimile edilmiş olma konusuna gelince; Türk kültürünü rakı, şiş kebap ve dansöz üçlüsüne indirmişsen asimile olmuşsundur arkadaş.
Atatürk’ü 1923’e kadar seviyorum-ki bu hayatının büyük bir bölümü eder (42 sene). Fakat 15 senelik son Atatürk bölümünü sevemem, çünkü ülkemizde hala içinden çıkamadığımız tartışmaların, laik-antilaik gerilimlerinin, darbelerin, baskıların, Kürt sorununun kaynağı bu dönemle ilintilidir ve ucu doğrudan hayatıma dokunmaktadır. Siz de Atatürk’ü sevdirmek istiyorsanız Atatürk’ün diktatör olmadığını ispat etmek yerine; onun adına yapılan diktatörlüklere karşı durmayı deneyiniz. Tarihte geçmiş gitmiş şeyler olsa eyvallah. Hala bu diktatörlük sürüyor. Kıyafet devrimi hala dayatılıyor; eh idam edilmemeyi bir ilerleme sayabiliriz tabi; hala düşünce özgürlüğü yok, Atatürk’e “adam” dedi diye insanlar linç ediliyor; muhalefetin baskıyla yok edilmesi geleneği hala sürüyor. CHP hala aynı CHP zihniyeti. Ordu, hala kendini ülkenin gerçek sahibi sanıyor. Atatürk’ün diktatör olmadığını ispat etmek istiyorsanız bu baskılara karşı durun; laga luga yapmakla ispat olmaz.
Yazan:Mekin Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Sayın Ekrem Senai Dikkatine;
Bir kere laga luga cümlesini size fikir ortamında her türlü yediririm yazılarınızda ciddiyet terbiye üslubunun dışına çıkarsanız size bırakın cevap vermeyi muhatap bile almam sabaha kadar burda kendine kendinize yazar durusunuz.Telgraf olayına gelince kurtuluş savaşı öncesinde doğuda yapılan katliamları bir incelerseniz ne demek istediğimi anlarsın bilgi cahilliğinin lüzumu yok önce okuyun ve araştırın.Kurtuluş savaşı tabiki bir takım oyunudur ama takımın başında bir yönetici bir lider olmazsa o savaş haline gelmez bölgesel çetelerle yürütülen bir çatışmaya döner oda ülkeyi topyekün bağımsızlığa değil parça parça veya bölgesel özerkliğe götürür.Günümüzde ingiliz marşını okuyan ülke yok demişsiniz önce yazımı dikkatle okuyun sonra cevap yazın eğer biz bağımsızlık kazanmasaydık şu an öyle olacaktı diye anlatmaya çalıştım ama anlamamışsınız İskoçya İrlanda diye ülkelerden haberiniz yok sanırım Tarih kadar Coğrafya bilginizde sınırlı.Atatürk olmasaydı gibi öngörülen bence çok doğrudur eğer o olmasaydı bağımsızlık olmazdı bağımsızlık sizin için ne ifade ediyor onuda bilemiyorum.İçinde kiliseler olmayabilir peki o okullarda çanların neişi var olan okullar yok demişsiniz ülkemizde yabancı bi okulları gezinde ondan sonra bu konuda bana cevap verin Tarih,Coğrafyadan sonra da gözlemcilik bilginizde sınırlı.Acaba ingliz bu ülkeyi yönetseydi acaba kandil geceleri mevlit okutabilecekmiydik bu kadar rahat ibadet edebilcekmiydik.Örnek Kölnde cami yapılacak bir kısım almanlar ayaklandı cami istemeyiz diye burdan pay için.Türk kültürünü ben rakı şiş kebap ve dansözle bağdaşdırmadım isterseniz türk kültürü ile ilgilide konuşabiliriz bildiğim kadarıyla.Ben ve benim gibi düşünenler merak etmeyin diktatörlüğe karşıdır.Düşünce özgürlüğünü devletin kırmzı çizgilerini yermek veya sarsmak olarak algılamayın.Siz bi okuyun ben yine size cevap yazarım.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Mekin bey,
Beni muhatap almamanız hiç umurumda değil. Ben sizinle değil, zihniyetinizle konuşuyorum. Size değil, zihniyetinize karşılık veriyorum. Bir takım iddialarda bulunup bunları delillendirmemek; hayali, ütopik, havada şeylerden bahsetmek laga luga yapmaktır. Atatürk olmasaydı… şeklinde başlayan yorumlar desteksiz ve anlamsızdır. İskoçya ve İrlanda sömürge dönemi problemi değildir; binlerce yıllık bir problemdir ve temeli ırk değil, din savaşıdır. İngiltere, müslüman ülkeleri sömürgeleştirdiğinde dini ritüellerine, Kemalistlerin Türkiye’de yaptıklarından daha fazla bir baskıda bulunmamıştır. Hatta Kuzey Afrika sömürgelerinde aile mahkemelerinde şeriat kurallarının uygulanmasına izin verdiklerini daha biliyoruz. Ve hiçbir sömürgesinde Hasan’lar Hans; Can’lar John olmamıştır. Kandil geceleri yasaklanmamıştır. Her yer çan sesiyle dolmamıştır. Bunlar Kemalist zırvalardır. Ama bütün bunlar, sömürgecilik ve emperyalizm iyi şeylerdir demek değil; bir milletin namusudur, elbette mücadele edecektik. Bunu projeksiyonunuzun yanlışlığını anlatmak için söylüyorum. Ayrıca; Milli Mücadelede manda konusu hararetle tartışılmış ve Sivas kongresi tutanaklarına geçmiş bir konudur. Atatürk’ün de manda’yı bir alternatif olarak değerlendirdiği ve ABD mandasına çok soğuk bakmadığı biliniyor. Tabi resmi tarihin Sivas kongresi tutanaklarındaki manda maddelerini çıkarması ayrı bir inceleme konusu.
Ben ülkemizde içinde çan olan okul yok demedim, bunu siz söylediniz. Bence içinde çan olan okullar olması da kötü bir şey değildir. Ülkede papaz okulu olması da kötü bir şey değildir. Bunlardan korkanlar kemalistler. Bence hiçbir mahzuru yok. Kemalistler aynı Köln’de camiye karşı çıkan ırkçı zihniyete sahip olduğunuz için bu tip şeyler ters geliyor. Türk kültürü konusunda elbette konuşalım. Mesela Atatürk döneminde Türk müziğinin nasıl yasaklanıp radyodan Batı müziği dayatıldığını konuşabiliriz.
Yazan:Mekin Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Zihniyet demek kişi demektir eğer zihniyetimle konuşuyorsanı benımle konuşuyorsunuz demektir.Benim bahsettiğim hiçbirşey havalı veya havada olan şeyler değildir.Hepsi belgeli olan konulardır gidin araştırın öğrenin burdan da ahkam kesmeyin.İrlan veya İskoçya nasıl olurda sömürge problemi olmaz ya neden o zaman bağımsızlıkları için yıllarca mücadele ettiler o kadar kan aktı.İşgal kuvvetlerine bu kadar sempatik yapan sizi nedir çok merak ediyorum.Sizin yakın tarihtende haberiniz yok Bulgaristan da zamanında türk isimleri nasıl bulgar isimlerine dönüştürüldü camilerde ibadetler nasıl kısıtlandı bilmiyorsunuz.İsmi Hasan olan bir Türk’ün adı nasıl hasanov oldu gidin bi araştırın da öğrenin.Şimdilik bu kadar siz daha yazın bakın ben size daha neler anlatıcam……. bitmedi daha devamını da yazıcam.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Mekin bey,
Yazıcam yazıcam deyip sürekli ezberlerinizi yazıp duruyorsunuz. Ben sürekli somut şeylerden bahsediyorum, siz gidip araştırıp öğrenin demekten başka bir şey söylemiyorsunuz. Ben sürekli okumaya gayret ediyorum; yakın tarih özellikle ilgimi çeken bir konu. Öğrendiklerimi, hazmettiklerimi de burada paylaşıyorum. Ama görüyorum ki, sizin bu konuda daha çok okumaya, araştırmaya gayret göstermeniz lazım. İlkokuldaki tarih dersi bilgisiyle tartışmayı bir yere götürmemiz pek mümkün görünmüyor.
Yeni emperyalizm, sömürgecilik sanayi devrimi sonrasında; ulus-devletlerin inşasıyla birlikte ortaya çıkmış bir kavram. Bundan önce Avrupa’da ümmetçilik var, din savaşları var. Farklı bir emperyalizm anlayışı var.
Tekrar söylüyorum. Burada size, projeksiyonunuzun yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyorum; emperyalizmin güzellemesini yapmıyorum; İngiltere’yi de günahım kadar sevmem. Ama yanlış hüküm veriyorsunuz. Tarih, o kadar keskin bir şey değil. Ve size okutulan tarih de gerçek tarih değil. Bakın, İnönü Savaşları bizde bir galibiyet destanı olarak sunulur. Aynı İnönü Savaşları Yunan tarihinde de, Yunanlıların destanı gibi anlatılır. Bir savaş, iyilerle kötülerin mücadelesinden ibaret değildir. Almanlar iyiydi, onlarla müttefik olduk; İngilizler kötüydü onlara muhalif olduk diyemezsiniz. Ermeniler bizim kadınlarımızın kafalarını kesip telgraf direklerine astı, cani bu adamlar derseniz; yüzbinlerce insanı yollarda telef eden Türk paşalarına da cani demelisiniz. Atatürk gökten zembille inmiş bir peygamber değildi; bir askerdi. Milli mücadele ona muhtaç değildi. O olmasaydı da bir şekilde bu mücadele sürdürülecekti. Belki de daha başarılı olacaktı bunu bilmiyoruz. Elimizden çıkan bunca toprağın bir kısmını kurtarma şansımız olacaktı belki. Zira Misak-ı Milli içindeki Musul ve Kerkük; meclis muhalefetine rağmen elden çıktı. Yunanistan’ın savaş tazminatı güme gitti; adalar elimizden çıktı. Şüphesiz zeki bir askerdi; Osmanlı paşasıydı zira. Ama onsuz Kurtuluş mücadelesini başaramazdık demek, fazlaca duygusal bir ifade.
Bulgarların konuyla ilgisini anlamadım. Atatürk olmasaydı Bulgarlar mı işgal edecekti Türkiyeyi? Ayrıca, Türkiye Cumhuriyetinin Kürtlerin; Kürtçe ve Ermenice yer adlarını değiştirmesi de Bulgarların yaptığından çok farklı değil.Ayrıca Bulgarlar sadece soyadlarına bir -ov eki eklemişler asimilasyon adına; biz isimleri komple değiştirmişiz; Kürtçe konuştu diye insanları hapse atmışız.
Bence artık konuşmanın çok anlamı yok. Neler yazacağınızı üç aşağı beş yukarı biliyorum çünkü. Zaten bunlar size cevap değildir; bu satırları okuyan insaf sahibi Kemalist arkadaşlaradır. Ezberlerini, en azından biraz sorgulamalarına davettir.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Bir arkadaş “Atatürk olmasaydı”nın sitesini kurmuş. Hakikaten Atatürk olmasaydı ne olurdu halimiz?
http://www.ataturkolmasaydi.com
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Snowqueen,
Geçenlerde elime Osmanlıca bir kitap geçti. 2.Abdülhamid’in hayatını anlatıyor. Kitapta yazılanlara inanamadım; Abdülhamid’in babasının Abdülmecid olmadığını, saraydaki bir görevliden peydahlandığı; babasının bundan şüphelendiği için onu hiç sevmediğini; zaten sevilecek bir karakterde olmadığı, yalancı olduğu, kalleş tabiatlı olduğu, kardeşlerinin de kendisinden nefret ettiği … öyle acayip şeyler anlatıyordu ki inanamadım. Sanki bir canavardan bahsediyordu. Ebüzziya matbaasında basılmış. Ve oldukça popüler bir kitapmış ki büyükbabamın kütüphanesine girebilmiş. Tarihi de Abdülhamid’in tahtta olduğu bir zamana denk geliyor.
Bugün Atatürk, kanunla korunuyor; “adam” dediğin zaman hakkında dava açılıyor, akademik kariyerin tehdit altında kalıyor. 70 yıl sonrası demokrat Türkiye’sindeki durum bu. Abdülhamid’in sansürüyle kıyas kabul etmez.
Yazan:Mekin Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Sayın Ekrem Senai
Benim düşüncelerim sizinkilerle uyuşmayabilir normal karşılarım.Anlattıklarım ezber değil tarihtir beyefendi kavramları karıştımamanızı tavsiye ederim.Ben tarihi okullarda okutalan tarih haricinde yerli ve yabancı kaynaklardan okuyup araştırdım önce karşınızdaki insanın nerelerden okuyup yada öğrenip yazdığını bi düşünün derim.Bakın sizde araştırmaya başlamışsınız önceki yazılarınızda masumane bir şekilde şu telgraf direklerini biraz açarmısınız diye yazmıştınız sanırım kısa bir araştırma (yada bildiğiniz halde yazmadınız onu bilemiyorum)sonucunda öğrenmişsiniz.Evet Atatürk gökten inmedi ama millet onun önderliğine muhtaçtı ister kabul edin veya etmeyin.Sanki işgal yıllarında yaşamış bir insan gibi nasıl da konuşuyorsunuz Atatürk olmasaydı milli mücadele sürdürülecekti diyorsunuz pes vallahi acaba o zamanlar başka ne çözümler vardı ekrem bey biraz anlatında bizlerde şahane bilgilerinizde biraz faydanalalım.Evet Atatürk olmasaydı milli müacadele başarıya ulaşamazdı duygusal bir ifade değildir.Ben size ankara ve civarı diyorum elimizde kalan toprak olarak eğer Musul ve Kerkük için yeterli gücümüz olsaydı merak etmeyin onuda alırdık ama artık savaşacak ne asker nede silah kaldı elimizde arşivlerde mevcuttur gidin araştırın.Bulgar meselesine gelince konularıda çarpıtma konusunda helal olsun size ben şunu demek istedim komünizm zamanında bulgar hükümeti türk isimlerini yasakladı ve türk isimlerini insanlarımız kullamaz oldu sanırım bu kadar yeterlidir ayrıca bu olay asimiledir beyefendi ve kültür erozyonudur.Ayrıca hiçbir ermeniye yada kürt vatandaşlarımız isimleri konusunda sıkıntı yaşamamıştır benım bir sürü sevan aret garo yervant ari isminde ermeni veya rojın rizgari isminde kürt arkadaşlarım olmuştur.İsimleri komple değiştirmemişiz.Neden yazmaktan vazgeçiyorsunu yazında fikirlerimizi ortaya koyalım.Benim yazdıklarım ezber değil gerçeklerdir bunu ayırt etmenizi rica ederim.
Saygılarımla
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Mekin bey,
Telgraf telleri konusunda ne bildiğiniz konusunda endişem vardı. Bilmediğinize kanaat getirdiğim için yazdım. Çünkü olay Osmanlı döneminde, Enver Paşa zamanında geçiyor ve Atatürk’ün memleketi kurtarmasıyla herhangi bir alakası bulunmuyor.
Önder Atatürk değil de Kazım Karabekir olsaydı-ki kendisi Osmanlı’nın Genelkurmay Başkanıdır, rütbesi albay Mustafa Kemal’in bir hayli üzerindedir, askeri sicili parlaktır, hiçbir yenilgisi yoktur-M.Kemal Trablusgarp’ta yenilmiştir ve aslına bakılırsa Sakarya’dan önce elle tutulur bir başarısı da yoktur- Çanakkale’de ordu komutanı Sanders’tir, resmi tarihin yutturmaya çalıştığı gibi Atatürk değildir- acaba durum ne olurdu? Fakat Kazım Karabekir, padişahın seçip gönderdiği bir albaya selam durmayı ve tevazu göstermeyi seçmiştir. Liberal görüşleri ve demokratik kişiliği göz önünde bulundurulduğuna önder ve devlet başkanı olarak Türkiye2nin önünü açabilecek bir alternatif olduğu kesinlikle söylenebilir. Zaten öyle olmasaydı saf dışı edilip ömür boyu ev hapsinde tutulmazdı, anıları yakılmazdı değil mi?
Musul ve Kerkük meselesi diplomatik bir başarısızlıktan başka bir şey değildir. Masada kaybedilmiş, pazarlık konusu edilmiş bir şeydir. Mustafa Kemal’in Lozan’a İsmet İnönü gibi ehliyetsiz, ömründe ilk defa bu işi yapan bir acemiyi göndermesi zaten en büyük hatasıdır. İngiliz istihbaratının telgraf görüşmelerinden kazandığı iki yerdir Musul ve Kerkük; Lozan görüşmeleri sırasında mecliste hararetli tartışmalar olmuş; Atatürk’ün ise mecliste, Misak-ı Milli’nin hayali bir şey, hudutları belli olmayan bir hayali birlik olduğunu söylemesi acayip bir durumdur. Bunun gücümüzün kalmamasıyla filan hiçbir alakası yok.
Ermeniler isim konusunda bir sıkıntı yaşamamıştır, çünkü hakları Lozan ile koruma altına alınmıştır. Ben zaten Ermenilerden bahsetmedim. Kurucu kadro olan Kürtlerden bahsettim. Çocuklara Kürtçe isim koymak yakın zamana kadar yasaktı. Rojin veya Rızgari adlı arkadaşınıza sorun, o size anlatır durumu.
Mekin bey,
Çok heyecanlısınız, yaşınızda benden çok küçük anladığım kadarıyla. Sizin şevkinizi kırmak istemiyorum ama yakın tarih konusunda gerçekten kendinizi geliştirmeniz gerek. Ben de bir heyecanla size laf yetiştirmeye başladım, çocukluk yaptım. Ben de 3-5 sene öncesine kadar sizin gibi klişe bilgilerle donanımlıydım. Bakın size bir kitap tavsiye edeceğim, bu kitabı okuyun, iyice hazmedin, sonra gelin tekrar konuşalım.
Sevan Nişanyan “Yanlış Cumhuriyet”. Linkini de vereyim:http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=434658
Biraz da şu siteyi ziyaret edin, ansiklopedi bölümündeki yazıları okuyun:
http://www.derinsular.com
Yazan:Ali Duman Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Gerçekten kabak tadı vermeye başladı, malum şu “Atatürk olmasaydı” ile başlayan cümlelere bozuk plak gibi takılı kalmışların tepeden inme, tacizkar ve fikir sefili yorumları.
sanırsınız ki; türkler ömrü hayatlarında sadece 1923’ten sonra özgür ve bağımsız oldular.
sanırsınız ki; türkler 1923’den önce hiç devlet olmamışlar, başka devletlerin esareti altında yaşamışlar.
bunu iddia eden on tane üniversite bitirmiş olsa ne fayda, keza “tahsil, cehalete engel değil” hatta şems’in dediği gibi bu cahillerin okumuşluğu, okumamışlıklarından daha tehlikelidir. ne demiş şems; “ilmi hayra yormayacaksan, cahil kalmak evladır”
böyle bir iddiada bulunmak en başta binlerce yıl özgür yaşamış, sayısız devletler kurmuş türk milletine hakarettir, ancak ne varki cahil önyargıları yıkmak atomu parçalamaktan daha zor.
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Ataturk olmasaydi elbette bugun Turkiye veya benzeri bir devlet olurdu, Osmanli’nin eli askeri insani armut mu topluyordu o zaman?
Hos gerci isgalci guclere baskaldiri Istanbul’daki Padisahimizi zor duruma sokabilirdi ama kendi tahtini ve itibarini kaybetme pahasina Anadolu’daki ayaklanmalara kendi insanin ayaklanmalarina arka cikardi.
Iste Ataturk’u olmayan:
Irak,
Suriye,
Suudi Arabistan ve
Misir
Devlet olamamislar mi? Boyle sacmalik duymadim. Ataturk olmasaydi bu saydigim ulkere kiyasla inanc, ifade ozgurlukleri, insan haklari ve esitlikler konusunda kat ve kat ileri olurduk.
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Tem 21, 2009 | Reply
Mekin Bey
“……Atatürk olmasaydı….” diye başlayan cümlenizi analiz edelim mi?
Kanaatimce, böyle diyerek 2 hataya birden düşüyorsunuz
Şöyleki;
Burdaki vahim yanlışın biri; yakın tarihteki kurtuluş mücadelesinde, padişahından rençberine kadar memleket evladının kahramanlıklarının tek bir şahsa verilmesidir ki, bu millete yapılabilecek en büyük zülümdür.
Bu öyle bir zülüm ki, sadece o devirde yaşayan milletimize dokunmuyor…Günümüze kadar devam ediyor… Bu zülmü milletimiz hala çekmeye devam etmektedir.
Koca bir milletin göstermiş olduğu başarıyı tek kişiye maletmek, hangi vicdana sığar?
İkinci vahim yanlışınız ise; Hz. Ömerin tabiriyle “Gizli Şirke” girmenizdir. (Allah muhafaza)
Yenilgisiz komutan Halid bin Velid için Suriye seferi sırasında, Hz. Ömer bakın ne diyor…
Hazreti Ömer anlayışı ile, bakarsak savaş meydanlarının kahramanı Halid bin Velid’e diyor ki;
“Ya Halid biliyorum ki bu fetihleri bize ihsan eden Allah’tır. Ama halk başarıları senin şahsında buluyordu, işte o şirktir. Hiç farkına varmadan zimni, dolaylı yoldan Halid’i peygamberin yerine koyarlar ve bazı icraatında Cenab-ı Hakk’a ortak telakki ederler, o da tehlikeli bir şeydir. Seni öyle bir mülahazadan kurtarmak, halkı da şirkten kurtarmak için seni azlediyorum. Seni azlettikten sonra sen de göreceksin ki o iş devam ediyor. Çünkü o işin arkasındaki kuvvet “la havle vela kuvvete illa billah”ın sahibidir, Allah’tır” diyor.
Ya Hz.Halid ne yaptı?
O, gurur meselesi yapmamıştı. O koca ordu komutanı gurur meselesi yapmamış, yine de savaşa sade bir er olarak iştirak etmişti. Hem de azadlı bir köleden emir almıştı.
Sonuç : Zaferleri bize ihsan eden Allah’tır.
Öyle değil mi Mekin Bey?
Gerçi lozanın zafer olduğuna dair derin şüphelerim var.
ilginizi çekebilir
–Geldikleri gibi gitmediler I: Lozan’ı anlamak
–Geldikleri gibi gitmediler II:Lozan tehdidi
–Geldikleri gibi gitmediler III:Halifelik Açısından LOZAN
Saygılarımla…
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Mehmet Bey,
Iki endisenizi de samimiyetle anliyorum ama su da bir gercek ki Ataturk olmasaydi bugun zeminlerde tartismalar bile olmayabilirdi. Zira bizimle beraber yola cikan Iran ve Afganistan’in halini goruyoruz. Ayni donemde somurgeci devletlerin eline gecmis Arap ulkelerindeki insan haklari ve ozgurluklerin cercevesi de bellidir.
Inancim Mustafa Kemal Ataturk’un bizim halkimiza dogmasinin Allah’in lutfundan baska birsey olamayacagi yonundedir. Ancak bu demek degildir ki Ataturk’u Peygamberimize es kosarim (Hasa).
Kendisinin bu denli ilah gibi gosterilmeye calisilmasina Ataturk’un kendisi de karsidir. Zira kendisini Napolyon’a benzeten ingiliz gazeteciye 1923 yilinda “Napolyon’u hic sevmiyorum. Cunku Napolyon her seye kendi sahsini sokardi. Mucadelesi muayyen dava icin degildi; kendi sahsi icindi. Iste bu cihetle bu gibi adamlar icin gayrikabil-i icinap olan felakete ugradi”* demis.
Bir de dogrusunu soylemek gerekirse sizin verdiginiz dini referanslari cok begeniyorum (Gerci bir makale ve de bir bu yorumunuzu okudum ama). Bana bu konuda bir kaynak gosterebilirseniz (kitap, yayin evi vs.) cok sevinirim.
Iyi Gunler.
*Ataturk’un Soylev ve Demecleri Ataturk Kultur, Dil ve Tarih Yuksek Kurumu, Ankara, 1989.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Harun bey,
Sömürgeleştirilen ve bizden çok geri olan Arap ülkeleri dediğiniz ülkeler; Osmanlı imparatorluğunun parçasıydı. Asırlarca Türkler tarafından yönetildiler. Milliyetçilik duygusuyla Osmanlı’dan koparıldılar. Başlarına, sömürgecilerin sözünü dinleyen krallar, diktatörler geçirildi ve sahiplerinin dediklerini yerine getirmekten başka bir şey yapmadılar.
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu olan Osmanlı’ların ise küçücük bir toprakla iktifa edip; kendini, bu sömürge ülkeleriyle karşılaştırıp “çok şükür bak onlardan iyi durumumuz” demesi züğürt tesellisidir. Türkiye’nin vizyonu bu kadar dar ve hedefleri Araplar’dan hallice olmaktan biraz öte bir şey olmalı değil mi?
1939’da başbakan Refik Saydam “A’dan Z’ye her şeyimiz bozuktur” demişti. Atatürk döneminin asr-ı saadet olduğu miti ne yazık ki pek doğru değildir. Cumhuriyet döneminde bir çok açıdan bir geriye gitmekten söz edilebilir. Ancak çok partili rejime geçilmesi ve dünya gerçeklerini görmeye başlamamızla işler düzelmeye başladı. Aslında Mustafa Kemal, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapattırmasaydı, bu 30 yıllık gecikme de olmayacaktı. Liberal politikaları ve serbest piyasa ekonomisini savunan bu partinin, parti programında “partimiz dine saygılıdır” ifadesi yüzünden kapatılması; korporatist, içe kapalı bir yönetimin hakim olmasını, bu da ekonomik, siyasi, sosyal gerilemeyi beraberinde getirdi. Pozitif bilimsel ilerlemenin peşine düşmektense Türk tarih tezi, Tek dil teorisi, kafatası ölçümleri gibi absürd şeylerle bilim namına uğraşılması da bilimsel gerilemeyi beraberinde getirdi. Takrir-i sükun, Dersim vs. ile iç huzur da bozuldu. Ülkeyi hala meşgul eden Kürt sorununun temeli atıldı ve siyasi istikrarsızlık oluştu.
Yani sözün özü Atatürk döneminin bir ilerlemeye tekabül ettiğini söylemek, pek mümkün görünmüyor.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Harun bey,
Atatürk’ün, kendisinin ilah olarak görülmesine karşı çıktığı tezi de çok fazla gerçeğe tekabül etmiyor. Henüz hayattayken heykellerini diktirmesi; kendisine yalakalık için yazılan övgü şiirlerini sofrasında dinlemesi ve bu şiirleri yazanları mebuslukla, bakanlıkla taltif etmesi bunun pek böyle olmadığını gösteriyor.
Yazan:SQ Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Ekrem Bey, size bir soru sormak istiyorum.
Irak, Suriye, Mısır, Afganistan, Pakistan gibi, İslam coğrafyasındaki ülkelere nazaran Türkiye’nin debelenerek bir demokrasi deneyimi yaşamasının sebebini ne olarak görüyorsunuz?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Snowqueen,
1- Bu devletlerin birçoğu sürekli savaş altında yaşadı, hala da yaşıyor. Irak-İran, Afganistan-Rusya, Pakistan-Hindistan, Suriye, Mısır-İsrail… Biz savaştan uzak kalmayı başardık.
2- Buralarda demokrasi büyük abi tarafından istenmedi. Çünkü abinin küçük kardeşi İsrail açısından bölgede demokrasi yerine, söz dinleyen diktatörlerin bulunması önemliydi. Türkiye’de çok partili rejime de ABD baskısıyla geçildi. Soğuk savaş döneminde SSCB’ye karşı, Türkiye desteklenmek durumundaydı.
3- Türkiye’de çok partili demokrasi geleneği Osmanlı’dan beri vardı. Ayrıca liberalist Prens Sabahattin ekolü, Ahrar fırkası görüşleri de revaçtaydı. Halk; meşrutiyetin ilanında marşlarla, bayraklarla sokaklara dökülmüştü. Demokrasi fikri halka yabancı değildi. Bahsettiğiniz ülkeler ise belirli bir yönetim geleneği olmayan-İran dışında-sonradan oluşturulmuş ülkelerdir. İran da, Amerika’ya karşıtlık ve sosyalist fikirler sürekli revaçta olmuştur. Velayet-i fakih geleneği; mollaların siyasetteki rolleri bu gelişmeyi önlemiştir.
4- Osmanlı’da demokrasi deneyimine uygun çoğulcu bir yapı vardı. Meclis’te, hatta CHF’nin içinde bile bir kanat daima bu eğilimden yana oldu. Müsait zaman ortaya çıktığı zaman bu eğilim neşv ü nema buldu.
5- Sanırım bunu bekliyordunuz; Laiklik. Şüphesiz laikliğin pozitif bir etkisi olmuştur. Fakat, Anglo-Sakson tarzı bir laiklik anlayışı yerine Fransız tipi katı bir laiklik anlayışının getirilmesi faydadan çok zarar getirmiştir. Günümüzde hala bunun oluşturduğu çatışmanın sancılarını çekiyoruz. Osmanlı son döneminde laik hukuk kodifikasyonları oluşturulması; hilafetin sembolik bir hüviyete bürünmesi; ulemanın siyasetteki rolünün değişmesi laiklik yönünde bir tecrübenin yansımalarıdır. Ne yazık ki bu doğal temayül, katı ve zorba bir laiklik anlayışıyla sekteye uğratılmış ve Atatürk’ün cenaze namazının kılınmasına dahi müsaade edilmemesi gibi bir acayiplik şeklinde zuhur etmiştir.
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Ekrem Bey,
Ben orda kaynagini verdim siz acar okursunuz isterseniz verdigi demeci.
Bu soylediginiz tanima Turklerde uyuyor, zira baslarinda kendi egemenligini kaybetmemek icin somurgecilerin sozunu dinleyen Vahdettin’leri vardi.
demissiniz. Boyle bir projeksiyon yapabilmeniz icin elinizde icraatlarina dair yeterli veri olmasi gerekir. Yapacaklarini iddia ettikleri seyler uzerine bir projeksiyon yaparsaniz varsayim olur. Ne var ki, AKP’nin vaadi de dokunulmazliklari kaldiracagi yonundeydi ama 7 yillik iktidarlari doneminde boyle bir vaadin gercek oldugunu gormedik. Bu durumda oyle olsaydi boyle olurdu seklindeki bir projeksiyon anlamsizlasir ne siz ne de ben tartisabiliriz.
demissiniz. Bu sozu ilk defa duydum, o yuzden “hersey duzgundu de Ataturk’un stratejileri mi herseyi mahvetti” yoksa “hic birsey zaten duzgun degildi simdi de daha fazla ilerleyemiyoruz” seklinde mi demis bilmiyorum. O yuzden soylediginizin kaynagini yazarsaniz ben de o kaynaklarin kaynakcalarina bakar o sahsin fikri hakkinda bilgi edinirim. Ancak bu donemin basbakaninin kendine ait fikirleri donemin gerceklerinin yansiticisi degildir bunu da biliniz. Genelde (muhafazakar) liberal (demokrat)larin dustugu hata tarihi Ataturk’e kuskunler klubunun anilarindan okuyup sonra da “Iyi bi adam degilmis demek ki” demek oluyor. Halbuki en buyuk icraati olan Turkiye Cumhuriyet’ini gormezden geliyorsunuz.
Bana kalirsa bir ikinci yanlis da surdan doguyor. Siz donemin Cumhuriyet’ini yine donemin ulkeleriyle degil gunumuzun batili ulkeleriyle karsilastiriyorsunuz. Ataturk’un hayati uzerinde onemli calismalar yapmis tarihci Andrew Mango da donemin Italyasindan ve Ispanya’sindan daha demokrat ve daha ozgurlukcu bir cumhuriyet getirdigini soyluyor*.
Iyi Gunler,
*Turenc,Iki Bilge Insandan Anlayana Dersler, Hurriyet Gazetesi, 15 Haziran 2009.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Harun bey,
“Atatürk övülmesinden hoşlanmazdı, çünkü kendisi övülmesinden hoşlanmadığını söylemişti” yaklaşımı pek objektif değil. İcraat ortada. Kendi heykellerini diktirmiş mi, diktirmemiş mi? Cevap lütfen.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının parti programını Viki’den aktarayım:
Bu parti programıyla iktidar olup bunları gerçekleştirememeleri de mümkün elbette. Ama en azından sorunun ve çözümün doğru tespit edilmiş olması önemlidir. Parti kurucularının Kurtuluş Savaşının komutanları olması- ve Atatürk’ün hepsini hainlikle suçlaması ilginçtir. Aynı gelenek günümüz kemalistlerinde de sürüyor.
AKP’nin parti programına, eşine ender rastlanan bir şekilde riayet etmesi takdire şayandır. Ben, parti programında dokunulmazlık konusuna rastlamadım. Bana linkini verebilir misiniz?
Refik Saydam’a ait söz çok bilinen bir şeydir. Meclis tutanaklarından bulunabilir.
Andrew Mango’nun neler söylediğine gelirsek siz çok zor durumda kalırsınız. Birazdan yazayım bakalım neler demiş başka Mango?
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Sanırım bir sorunumuz var.Hata ya da yanılgı da diyebiliriz buna.Tabii bu benim kişisel kanaatim,elbette yanılmış da olabilirim.
Evet,bana göre hem fikri bağlamda,hem de fikirlerin münazara edilmesinde ciddi zaaflarımız var.Zira,doğrulara ulaşmayı amaçlamaktan çok,doğruluğundan kuşku duymadığımız,bir şekilde koşullandığımız algılar üzerinden olaylara bakıyor-veya odaklanıyoruz.Tabiatıyla bu yöntem,fikirlerin paylaşılmasına,ifade ediş biçimine de yansımış oluyor.Sonuç:tartışmanın yerini kutuplaşmaya bıraktığı,fikir alış verişinin ötekileştirmeye dönüştüğü bir düşünce çıkmazı…içinden çıkılmaz bir döngü.
Oysa hakikat,asla değişmez yargılardan ibaret değil.Her şeyden önce,hiçbir şey sandığımız kadar siyah ve beyazdan ibaret değil bir kere.
Değerli okurlar beni bağışlasın.Bu yazıya özellikle yorum yazmaktan kaçındım.Zira yukarıda dilim döndüğümce anlatmaya çalıştığım gerçeklik nedeniyle,fikrimi belirttiğim anda;ya kemalist,ya da irticacı/bölücü/terörist vs.şeklinde algılanmam işten bile değil.Çünkü tedavüldeki düşünce yöntemimiz maalesef “ya ondansın ya bundan”mantığı üzerine kurulu.
Konuya dönecek olursak;
Toplumların gelişim süreçlerinde elbette liderlerin rolü vardır kuşkusuz.Olumlu ya da olumsuz.Zira “lider”in toplumu örgütleme,motivasyonu sağlama vb.etkileri vardır;iyi bir örgütleyici ise varolan dinamizmi ileriye taşır,süreci hızlandırır,değilse sahip olduğu yetenekleri oranında gelişme ve ilerlemeyi geciktirir.
Ancak buna karşın,başarının da başarısılığın da tek başına lidere mal edilmesi doğru değil.Zira,sonuç her ne olursa olsun bu bir takım/ekip işidir.Bu,aynı zamanda toplumsal dinamizmin bir yasasıdır.
Dolayısıyla Atatürk olmasaydı diye başlayan öngürüleri sağlıklı bulmuyorum.Misal,Atatürk olmasaydı bugün bu denli özgür tartışamazdık deniliyor.Peki,bu öngürünün dayandığı nokta nedir?
1-Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde,bugün sahip olduğumuz fikir özgürlüğüne sahip olduğumuz mu düşünülüyor?
2-Egemenliği altına gireceğimiz bir başka ulusun özgürlüklerimizi kısıtlayacağı mı,
3-Yoksa Cumhuriyet öncesi yönetim(ler)in asla bugün sahip olduğumuz özgürlüklere geçit veremeyeceği mi düşünülüyor.
Birincisinden başlarsak,Atatürk’ün yaşadığı dönemde,bugün sahip olduğumuz demokratik tartışma kültürünün varlığından sözetmek mümkün değil.Şapka kanuna muhalefet etti diye asılan insanların(bu bir kadın aynı zamanda)olduğu bir dönem demokrasiye referans gösterilemez sanırım.En ufak muhalefete izin vermemek için kurulan İstiklal Mahkemeleri,bir hayli devam eden tek partili dönem,susturulan muhalifler vs.de cabası.Ha,”savaştan yeni çıkılmış,dönemin koşulları bir takım tedbiler gerektiriyordu”diyecekler olacaktır.Bana göre koşullar gerekçe gösterilerek baskı ve sindirme meşrulaştırılamaz.Ama mantıken böyle olması gerekiyordu demek ile bu uygulamaları demokrasiye referans göstermek mantıkla pek bağdaşmıyor.
İkinci öngörü de oldukça tartışmalıdır.İşgalci dediğimiz ülkelerin demokraside fersah fersah önümüzde oldukları bir sır değil.Mükemmel olmasa da kendi ülkemizde birbirimize uyguladığımız baskı ve ayrımcılıktan daha beter değil en azından.İngiltere’de Ekrem Beyin belirttiği gibi şeriat yasalarının geçerli olduğu geniş bir demokrasi alanı var.Yanılmıyorsam bu ülkede milyar dolarlarla ifade edilen cami yapımları sürüyor.Yine en barbar dediğimiz ülke olan ABD’de her türlü dini cemaate izin verilebiliyor.Peki,biz ne yapıyoruz,irtica gelecek diye kızlarımızı okul kapılarından çeviriyoruz.Kendimize reva gördüğümüz zulmü geçtim,gayrimüslimlerin mal varlığı gündeme geldiğinde en laik kesimler kıyameti kopardılar.Bunlar bizim gerçeğimiz.Maalesef “öyle olsaydı böyle olmazdı”yla olmuyor.Sonuç ortada.Tabi bunları söylüyorum diye aman başka uluslar bizi yönetmeliydi manası çıkmasın.Kurtuluş savaşı verilmesi gereken onurlu bir mücadeleydi,lakin arkasını doğru getiremedik.Bir yığın sorunla boğuşmaya devam ediyoruz.Ve sanırım bunda hepimizin payı var.Suçlu aramak ya da duygusal yaklaşımlara odaklanarak çözümler üretemeyiz.Dolayısyla,eğrisiyle doğrusuyla her ne olduysa tarihte kalmıştır.Biz günümüze,geleceğimize bakmalıyız.Neredeyiz,daha ileriye gitmek için ne yapmalıyız,bunlara odaklanmalıyız.O gavur,öteki kafir,bu düşman,diğeri hain demekle arpa boyu yol alamayız ve almamışız zaten.Ergenekon gibi bu ülkeyi yıllardır karanlığa sürükleyen derin yapıların varlığına inanmayarak bu ülkeye adalet,demokrasi getiremeyiz…Şeffaf bir toplum,bir hukuk devleti olamayız…Sorunlarımızı çözemeyiz.Çözemiyoruz.Kaldı ki bütün bu garabet ortada dururken kendi dışımızdaki her şeyi şeytanlaştırmamız sağlıklı bir yaklaşım değil.
Son olarak,özelinde Osmanlı dönemi ile Cumhuriyet dönemi arasına sıkıştırılan bir kıyaslama var.Sanki Cumhuriyete geçmeseydik nefes almakta bile zorlanacağımız bir dünyaya mahküm olacakmışız gibi düşünenlerimiz var.Koca tarihimiz bile her nedense böyle düşünnenlerce 1923 ten başlanıyor.Öncesi hiç yokmuş gibi,yaşanmamış gibi…Yaşandıysa da en tortu ve tukakalı tarfıyla düşünülerek yapılıyor.Bir başka kesimde habire Osmanlıyı cüceltip Cumhuriyeti kötülemekle meşgül.Her iki düşünce yapısı da sorunludur,derinlikten uzaktır.Zira bu bir süreçtir,yılların birikimidir.Farklı algılansalarda birbirini tamamlayıcı,bağlayıcıdırlar.Sorun sistemlerin adından ibaret değil.Hilafet,krallık,cumhuriyet olmasıyla mucizevi değişimler olamaz,olmamıştır.Asıl mesele uygulamadadır,icraatadır,zihniyettedir.Aha bugün yaşadıklarımız gün gibi ortada,peki gidişattan memnun muyuz?Peki,yolunda gitmeyen bir şeyler varsa-ki vardır-devletimiz Cumhuriyet ibaresiyle anılsa ne yazar,başka bir isimle anılsa ne değişir?Değişime bu denli kapalı ve statükoyu aşamayacak olduktan,birbiriyle çatışmalı,mutsuz bir toplum olduktan sonra ne değişir ki…
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Mango’nun “Political Leaders & Democracy in Turkey” adlı kitabından (syf:21):
His decision to ban dervish orders in 1925, and single party rule in the 1930s, either out-lawed or subordinated to the state such authonomous organizations as did exist. Atatürk’s practice thus froze, where it did not set back, the developement of Turkish society. It can thus be argued that while Atatürk laid the foundations of democracy, he arrested its developement.
Mango aslında Atatürk’ün demokrasinin temellerini kurduğunu (nedir bu temeller bir açıklama yapmamış) söylüyor ama otonom organizasyonları ortadan kaldırarak demokrasinin önünü tıkadığını söylüyor ki, Türkiye’nin 30 yılını heba eden işte bu noktadır. Örneğin Atatürk’ün hep kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdiğinden bahsedilir; ama bunun Türk Kadınlar Birliğine bir sus payı olarak verildiği ve bu hakkı sökerek alan feminist Osmanlı kadınının nasıl Atatürk tarafından kapatıldığı anlatılmaz. Atatürk döneminde kapatılan tek otonom faaliyet bu değildir; mason örgütleri, tekke ve zaviyeleler, vakıflar, dernekler… tüm sosyal organizasyonlar sıfırlanmıştır. Bugün hala bu ülkede örgütlenme ve tepki gösterme sıkıntısı varsa; bu sindirme ve baş çıkaranın başını koparma geleneğinin etkisiyledir.
Mango’nun Atatürk kitabı yanımda değil, yoksa çok ilginç alıntılar yazacaktım. Şimdilik sizi Engin Ardıç’ın şu yazısıyla başbaşa bırakayım da ilkokul bilgilerimiz biraz tadil olsun:
Engin Ardıç, Atatürk dalkavuklarına pek itibar etmezdi diyor ama bu konuda fazlaca şüphelerimiz var.
Yazan:SQ Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Pek sayın Ekrem Bey,
İyi ama bahsettiklerimizin bir kısmı Osmanlı tebaası. “halka yabancı olmayan demokrasi”fikrinin bu topraklara ulaşamaması için baş sorumlu Osmanlı oluyor şu halde. Ötesi, “Osmanlı iyiydi de çevresi kötüydü” gibi birşey 🙂
Diğer yandan tarihi atlaya atlaya okumaya sıcak bakmıyorum. Bütün iyilikler Osmanlı’dan, kötülükler ise içerde cumhuriyet döneminden, tebaada ise dış mihraklardan pek sağlıklı görünmüyor.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Pek muhterem Snowqueen hanım,
Öncelikle Osmanlı sisteminin mükemmel olmadığını biliyorum ama Kemalizm’in Osmanlı hakkındaki tefriti zaman zaman bizlerde ifrat şeklinde tezahür edebilir ve ediyor; bunun sorumlusu yine Kemalist doktrindir. Yeni rejimi ululamak için eskisini kötülemek bir yöntem olmakla beraber; yanında “acaba değerlerimize mi saldırılıyor, kültürümüzden kopartılmak mı istiyoruz” reaksiyonunu oluşturabilir. İnsanlar küçümsenen değerlerine daha çok sarılırlar, bu bir kuraldır. Ama evet, tarih böyle bir şey değil. Ortada iyiler ve kötülerin mücadelesi yok; esas oğlanlar ve kötü karakterler yok. “Atatürk olmasaydı…”, “o bize Allah’ın bir lütfuydu” filan gibi ifadeler de, “ey şanlı ecdad ! Yedi düvel-i muazzamaya meydan okuyan nesl-i pak !” filan gibi ifadeler de bana komik geliyor. Bize, Osmanlıdan da, Cumhuriyetten de hem iyi, hem de bolca kötü şeyler tevarüs etti. Bunlara spot tutup doğruyu yanlışı tespit etmemiz gerekiyor. Siz, demokrasiyi, cumhuriyeti Atatürk’le beraber gökten zembille inmiş gibi anlatırsanız hiçbir parça yerine oturmaz; bir puzzle’a yanlış parçaları yerleştirince sonraki parçaları koyacak yer kalmaz ya hani… O zaman acaba hangi parçayı yanlış taktım diye bakarsın; muhtemelen sorun son takılan parçalarla ilgilidir. Sonra onu sökersin ve doğru olanı takarsın. Bizim puzzle’da tıkandı kaldı artık, yanlış parçaları söküp doğrularını takmamız lazım.
Diğer yandan Osmanlı,Demokrasi konusunda tebaası için ne yapabilirdi, onu da bilmiyorum doğrusu. Sizin bir fikriniz var mı?
Yazan:seyyide demirhan Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Lale Mansur’un geçenlerde bi röportajını seyretmistim.”Kemalizm’i bie din,Mustafa Kemal’i de bir ilah olarak görenler” var diyordu.Ne yazık ki söylediklerinde haklı.Atatürk üzerinde aşırı bir hassasiyet var, hem de eğer yaşasaydı Atatürk’ün bile rahatsız olup itiraz edeceği bir hassasiyet,bir sevgiden ziyade bir tapma sözkonusu adeta.Allah akıl fikir versin..
Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Atatürk olmasaydı ne olurdu ?
Bu varsayımı şimdi yapmamız yanlış. Atatürk vardı. Neler yaptığı da ortada. Esas problem bunun tartışılması. Çünkü her hareket kendi koşullarında değerlendirilmelidir.
Osmanlı’nın yıkılışı sırasında kimsenin elinde doğru olarak ne yapılması gerektiğini anlatan bir prospektüs yoktu. Olaylar da önceden belirlemiş bir sıra ile olmuyordu. Dolayısı ile ne yapıldıysa, o günün koşulları içinde, bazıları da anlık kararlar ile yapıldı.
Padişah’ın Anadolu’ya yolladığı ordu başarılı olabilirdi.
Mustafa Kemal’in gemisi yolda batabilirdi.
Yunanlılar daha çabuk yenilebilir ve işgal 1-2 sene evvel bitebilirdi.
İngilizler istanbul’u terketmez ve savaş İngiliz – Türk savaşına dönebilirdi.
Müslümanlar Halife’nin yardımına koşabilir ve Osmanlı Mustafa Kemal’e gerek kalmadan kurtulabilirdi.
Kazım Karabekir Mustafa Kemal’e destek vermeyebilirdi.
………..
Sonsuz sayıda değişik senaryo yazılabilir.
Bu kadar değişken koşullarda yapılmış işler, doğru ve yanlışları ile bugünümüzü oluşurdu.
Dünya 80 sene öncesi ile aynı değil. 80 sene önce Atatürk’ün yaptığı bazı işler ve aldığı kararlar, bugün aynen uygulanamaz veya tekrarlanamaz.
Nitekim Atatürk’de bunun farkındaydı ve Türkiye’nin önüne bir hedef koydu. Osmanlı’nın parlak zamanları gibi, İleri bir medeniyet olma !
Dolayısı ile bizim tartışmamız gereken, bunun için mevcut koşullarda ne yapmamız gerektiği.
Yapılması gereken açık. Daha fazla demokrasi ile iç barışımızı sağlamak ve kenetlenerek her alanda güçlenmek.
Dünya’nın değişik yerlerinden gelen insanlar, Çinlisiyle, Zencisiyle, Eskimosuyla, Kızılderilisi ile birkaç yüz sene içinde ABD’yi kurarak Dünya’ya hükmeder hale getirdiler. Biz sadece Kürtler ve Türkler, Dindarlar ve Olmayanlar olarak 80 sene sonra hala tartışıyoruz.
Atatürk Olmasaydı ne olurdu ? Atatürk öldükten sonra 70 senede ne olduğunu görüyoruz işte…
Yazıklar olsun…
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Sevgili Mekin Bey
Ekrem Bey’in size göstermiş olduğu kaynakları es geçmemenizi öneririm.
Kabul ediyorum çok okumuş, donanımlı birisisiniz. Ancak yine Ekrem Bey’in benzetmesiyle puzzle’a yanlış parça yerleştirerek devam ediyorsunuz. Ve dolayısıyla gerisi de yanlış oluyor ve böylece büyük resmi görme imkanınız da kalmıyor kanaatimce… Kendinize büyük resmi görme imkanı tanıyın lütfen. Bu da okumalarınızı çeşitlendirerek olacak.
Tarihi kişiler üzerinden değerlendirmek yanlış. İyiler ve kötüler penceresinden bakmak da yanlış. Bu çok sık yaptığımız bir hata..Bu şekilde duygusallıktan sıyrılamayız. Tarihi, olaylar bazında, etik doğrular ve yanlışlar çerçevesinde değerlendirirsek ancak o zaman sağlıklı bir düşünme tarzını yakalarız.
Dini referans noktasına gelince; öncelikle en büyük rehber Peygamber Efendimizi okumamız ve anlamamız gerektiğine inanıyorum. Aslında bu bütün hastalıklarımızın ilacı.
Zira O (s.a.v.), bütün insanlığa rahmet ve rehberdir. Aynı zamanda Efendimizi anlamak ve tanıtmak müslümanların öncelikli görevidir diye düşünüyorum.
Kaynaklar araştırırken kişilere yoğunlaşmanızı tavsiye etmem…
Zira “Kim söylemiş?” den ziyade “Ne söylemiş?” sorusu daha önemli…
Bu mantalite size çok kapılar açaçaktır. Kapılar açılırken kalbinizin sesini dinlemeyi de unutmayın…
Kendime uyguladığım bir başka düsturu da söyliyeyim.
“Okuyun ama Allah’ın adıyla okuyun.”
(Umarım çok sıkmamışımdır sizi)
Sevgilerimle…
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Tem 22, 2009 | Reply
Harun Bey
Beni samimiyetle anlamaya çalıştığınız için teşekkür ederim. Haddim olmayarak Mekin Bey’e yapmış olduğum teklifleri size de öneririrm.
Sevgilerimle…
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 23, 2009 | Reply
Mehmet Bey,
Tesekkur ederim ama daha cok detay vermeniz mumkun mu? Durustce soylemek isterim ki Peygamberimizin hayatini okurken bagnaz dusuncelerle ve akilci olmayan, saptirilmis kaynaklar okumak istemiyorum. Bu konudaki kitaplari degerlendirecek bilgiye sahip olmadigim icin ve sizi de Hz. Omer hakkindaki yorumunuz nedeniyle durust buldugum icin size sormayi mantikli buldum. Eger birtakim yayinevlerini veya kitaplari tavsiye etmenin ahlaki olmadigini dusundugunuzu soylerseniz de bozulmam, anlayisla karsilarim. Tekrar tesekkurler.
Hakki Bey,
Silkinmemi sagladiginiz icin size de cok tesekkur ederim.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 23, 2009 | Reply
Katılıyorum.Varsayımlar üzerinden hareket ederek pek çok şey kurgulanabilir.Kurguluyoruz da zaten.Kurgularımız da maalesef birbiriyle rekabet halinde olan “tarih okumaları”na dayanıyor.Oysa tarih,birbirini izleyen olay ve olgular silsilesinin bütünden hasıldır.İstesek de tarihte geçmiş bir olayı değiştiremeyiz…geri getiremeyiz.Yapabileceğimiz tek şey tarihten olumlu dersler çıkarabilmektir.Dolayısıyla hiçbir milletin tarihi “mükemmellik”üzerinden kurulmuş değildir.Hata da mümkündür,başarı ve başarısızlık da.Ancak bizdeki tarih anlayışı değişmez “reçetelere”endekslenmiş durumda.Dolayısıyla da elimizde sonu “se”-“sa”,”dı”,”di”ile biten ve birbiriyle sürekli tokuşturulan masalsı kurgular,varsayıma dayalı öngörüler kalıyor:Cuhuriyet olmasaydı şöyle olurdu,Osmanlı yönetimi devam etmiş olsaydıböyle olurdu…
Evet,kesinlikle doğru.
Ancak bu belirlemenin hemen altında şöyle demişsiniz:
Bu tesbitinize de katılıyorum.Ne var ki “80 sene öncesi ile aynı olmayan”ve “bugün uygulanamaz”bulduklarınızı harfiyyen uygulamakta olan bir anlayış hakim.Bu anlayış 1930 lardan çıkamadı bir türlü,hâlâ orada kalmakta da ısrarlı.Ve bana göre sorun da burada başlıyor.Zira,bir kesim 1930 larda yaşarken,başka bir kesim de 1530 ları referans vererek alternetif “reçeteler”sunmak peşinde.Oysa bizler tarih rekabetine devam ededuralım tarih 2010’lara dayandı.
Evet sevgili hakkı bey kardeşim,sanırım tartışan bir toplum oluşumuzun nedeni bu bitmek tükenmek bilmeyen anlamsız rekabetten kaynaklanıyor.Tartışmak güzel elbet,ancak ne kadar doğru tartıştığımız biraz kuşkulu.Ve elimizde imkanlarımız varken bazı ülkelerin seviyesine gelemeyişimiz de tartışma geleneğimizin bir sonucu.Hoş,benim bir ABD gibi “süper güç”vs olma hayalim yok-bu ülkenin dünyanın başına nasıl bela olduğunu hep beraber görüyoruz.Ancak her halukarda 20 sene önce bizden geri olan ülkelerin bugün bizden ileride oluşu beni ilgilendiriyor…Hem ilgilendiriyor hem de düşündürüyor.Neden çok daha iyi bir konumda olmamız gerekirken sorunlarıyla debelenen bir toplum olduk.
Sanırım ilk elden kendimize sormamız gereken soru bu.
Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 23, 2009 | Reply
Aziz Bey,
Nihayet birileri tarafından anlaşılıyor olduğumu görmek güzel. Teşekkürler.
Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Tem 23, 2009 | Reply
Harun Bey
Samimi istek ve gayret içinde görüyorum sizi.
Çekincem o dur ki:;
Birincisi, şunu ya da bunu okuyun demeye haya ediyorum. O yüzden kendime uyguladığım düsturlardan bahsettim. Ve tabii ki Yaradan Rabbimizin adıyla okumaktan…
İkinci çekincem; vereceğim kaynaklarla sizi sınırlamış mı olurum şeklinde bir düşünce hasıl oldu.
Samimiyetinize binaen, şunları söyleyim
O’nun sevgisiyle dolu her insandan (bu özellik o insanda hemen zuhur eder) feyiz almaya çalışıyorum. Prof. Dr.Ahmed Yüksel Özemre’yi, Prof.Dr.Salim Öğüt’ü, Prof.Dr.Hayrettin Karaman’ı… okuyorum. Bunun yanında sahabelerin hayatından bol bol kesitler sunan Ahmet Şahin ve Fethullah Gülen Hocaefendileri okuyorum. Dediğim gibi kimin söylediği değil, ne söylediği önemli benim için…
Anlatılanlardan, iç dünyamda kıpırtılar olup olmadığına bakıyorum…
Bediüzzaman’ın Risalelerini önemsiyorum
Lakin dil devrimi yüzünden bazen anlamak zor olsa da, artık anlamayı kolaylaştıran baskılar var.
Peygamber Efendimizin hayatı hakkında dışardan bir kaynak olacaksa, İngiliz yazar Martin Lings’in Hz. Muhammed’in hayatı kitabını öneririm. Bunun yanında Ekrem Bey bizlere parça parça videolar sunuyor. Bu değerli çalışmalarından dolayı Ekrem Abiye teşekkür borcumuz var.
Akılcı olmayan kitaplar okumak istemediğinizden bahsediyorsunuz. Makul bir istek ancak her şeyi akla yormamak lazım. Çünkü Akıl ve bilimin gerçek mürşit oldukları garanti değil.
Ne demek istediğimi “Milliyetçiliğin Anatomisi” yazısında kısmen bahsetmeye çalıştım.
Zira Nazizim ve komünizm de oldukça “akıl ve bilim” temelliydi. Naziler, milyonlarca insanı gaz odalarında topluca öldürürken gayet “bilimsel” bir iş yaptıklarını düşünüyorlardı. İnandıkları Sosyal Darwinist ırk teorisine göre, “aşağı ırkların ve bireylerin temizlenmesi”, insanlığa bir hizmetti.
Batı dünyası bilimin bir “mürşit” yani yol gösterici olmadığı çoktan anlamış durumda. Çünkü bilim değer yargıları üretmiyor. Size sadece evrenin nasıl işlediğini öğretiyor ve teknoloji kazandırıyor. Örneğin bilim sayesinde atomu parçalayabilirsiniz. Bununla insanları yok edecek bir nükleer bomba yapıp yapmamak, bilimin karışmadığı “ahlaki” bir konudur.
Peki ya akıl ? O’nun da doğruyu göstereceğine dair bir garanti yok. O yüzden birbiriyle zıt yüzlerce akıl ürünü felsefe var…
İnsan sadece akıldan değil, aynı zamanda his ve sezgilerden beslenen, “madde”nin yanında “mânâ” boyutu da olan bir varlık.
Bir de Akıl, Nefha-i ruh’un ürünü olmaktan çıkarılmışsa, yani sahih kökünden koparılmışsa, insanın eklemleneceği şey nefsinin heva ve hevesi olur.
Akıl hikmetle beraber yürümelidir diye düşünüyorum.
Uzun oldu kusura bakmayın…
Gönül muhabbet istedi napıyım?
muhabbetle…
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 24, 2009 | Reply
Mehmet Bey,
Oncelikle goruslerinizden bazilarina katilmadigimi samimiyetle soylemek istiyorum. Ama
ve
goruslerinize katiliyorum ve gosterdiginiz kaynaklar icin de gercekten tesekkuler.
Iyi Aksamlar.
Yazan:Aziz Eyüp Tarih: Tem 24, 2009 | Reply
Yazar arkadaşla kesinlikle birebir aynı şeyleri yaşamışız, yazının altına imzamı atıyorum …
Yazan:Mustafa Ràví Tarih: Tem 26, 2009 | Reply
Saygıdeğer Mehmet Yılmaz bey, selâmet üzerinize olsun.
Yazmışsınız ki: “ben de dahil bir çok dostumun buna benzer anilari var”
Buna benzer anılarınız mı var? Vallahi bu ya çok azımsayıcı bir ifade olmuş ya da siz benimkine göre çok daha hoşgörülü ve aklı başında bir arkadaş çevresi içinde yaşıyorsunuz. Bence hâlinize çok ama çok şükretmelisiniz. :))
İster Kemalist olsun, ister kavmiyetçi, ister solcu ve/veya devrimci, ister sağcı ve maalesef ister kendim gibi İslâmî-görüşlü/İslâmcı, şimdiye kadarki tanıdıklarım ve muhatablarım içinde, ben bir veya birkaç kişi dışında yukarıda anlatılandan farklı bir tavır görmedim. Hiç kimsede, saygıyı bırakın, müsamaha bile görmedim.
“Böyle hatıralarımız var”, denmesi, o yüzden, bana çok hafifletilmiş bir söz gibi geliyor. Başka türlü hatıra zaten neredeyse yok ki! En azından benim için…
Yazan:fizikci Tarih: Tem 27, 2009 | Reply
Cehaletle hamasetin birleştiği insanlarla tartışmak gerçekten çok yıpratıcı. Ben de yaşadım bunu. Siz gerçeklerden, yaşanmış olaylardan bahsediyorsunuz, genel ahlaki ilkelerle bunların doğruluğunu eğriliğini tartışmaya çalışıyorsunuz. Ama adam komplo teorilierini, çeşitli söylentileri, iftiraları arka arkaya sıralayıp duruyor. Sonunda hamaset nezaketi öldürüp tartışmayı çok tatsız bir noktaya getirebiliyor.
Bu yüzden mümkünse bu tip insanlarla tartışmamak lazım. Asla ve asla onlara bir şeyleri öğretiyor ya da doğruları anlatıyor görüntüsü vermemek lazım. Bunun yerine gayet safça sorular sorarak – onun bilgisinden, görgüsünden istifade etmeye çalışıyormuş gibi- onlara hakkı (doğruyu) itiraf ettirebilirsiniz. Bu eğlenceli oluyor. Ben denedim. Gerilimli bir tartışma yerine, eğlenceli vakit geçirmek mümkün.
Bu konuda en güzel teknik de anoloji. Benzetişim tekniği. 🙂 Mesela muhatabınıza diyorsunuz ki; “şu PKK’nın Allah belasını versin, 30 bin cana mal oldu. Kürtlerin hepsini sınır dışına sürmek lazım” Muhatabınızın vicdanı bunu onaylamaya el vermiyor, “yok canım” diyor “bütün Kürtler PKK’lı değil ki.. niye hepsini sınır dışına sürelim.” Siz de “e Ermeni çetecilerinin işlediği suçtan dolayı, bütün ermeniler sınır dışı edilmişlerdi ya” diyorsunuz. Muhatabınız Ermeni meselesi hakkında tekrar düşünme ihtiyacı duyuyor. Ezberlerinden doğan kafa konforu bozuluyor en azından.
İnsanlar kendi bildiği (aslında ezberlediği) doğruların, yine kendi doğruları tarafından çürütüldüğünü görünce hiç olmazsa hamasetten kurtuluyorlar. eg’nin dediği gibi “bildiklerinin okyanustan sadece bir kaç damla olduğunu” farketmesi insanı aşırılıktan koruyor.
Yazan:Kenar Tarih: Tem 27, 2009 | Reply
Sayın fizikci,
Aslında dediğiniz yöntem bazı noktalarda işe yarıyor olabilir; ama açıkçası “şu PKK’nın Allah belasını versin, 30 bin cana mal oldu. Kürtlerin hepsini sınır dışına sürmek lazım” gibi bir cümleyi içimden gelmeyerek bile olsa, bir taktik icabı bile olsa kurmak beni gerçekten rahatsız eder. Biraz fazla bencil bulabilirsiniz bu yaklaşımı ama, denemedim değil, denedim ve rahatsız hissettim 🙂
Ayrıca bazı insanlarda bu tip taktikler de işe yaramıyor pek. Yarayacağını sanmıyorum açıkçası. Çünkü kendi kafalarında çok net şablonlar var ve “e Ermeni çetecilerinin işlediği suçtan dolayı, bütün ermeniler sınır dışı edilmişlerdi ya” dediğimizde, eminim ki bununla ilgili gerekçelerini çok “güzel” bir şekilde sıralayacaklardır 🙂
Yazan:Harun Genc Tarih: Tem 28, 2009 | Reply
Mesela Kenar Bey/Hanim’in dedigi gibi kendi gerceklerimi* siralamiyim ben ama soyle soyleyeyim:
Sayin Fizikci, doga bilimlerde deneyi yaptigin haricindeki butun degiskenleri sabit tutup aldigin sonucun farkli olup olmadigina bakabilirsin. Ama toplum bilimlerinde farkli donemleri, o donemin deger yargilarini, toplumsal yapisini, uluslararasi iliskilerini hice sayarak: “Simdi Ermenileri cikar yerine Kurtleri koy” dersen elmalarla armutlari karsilastirmis olursun. Bu yuzden diyorum zaten hep ilkokul egitimimiz cokuyor, ilkokulda mantik gormek lazim diye ama liseye kadar bekliyoruz.
Iyi Gunler.
*Ozellikle bu sitede herkesin gerceginin kendine oldugunu her gecen gun daha iyi anladigim icin bu tip bir tartismaya girmeyi fuzuli buluyorum.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 28, 2009 | Reply
Bence iletişimi güçleştiren nedenleri salt kişisel karekterlerde değil,tartışmanın yönteminde aramak gerekli.Zira,tartışan tarafları “iyi”veya “kötü”diye kategorize edecek mutlak bir ölçü yoktur;sadece farklı algılar vardır.Dolayısıyla anlayış,idrak ve farkındalık her bireyde eşit düzeyde-ya da benzer-olmayabilir.Sonuçta kişisel kanaatler,duygu ve düşünceler,ideolojiler…kişi veya bireyin içinde yaşadığı çevre ve kültürel değişkenler sonucu biçimlenir.
İşte tam da bu noktada “yöntem”devreye girer.Yöntem,kendi doğrusunu diğerinin/ötekinin yanlışları üzerine kuruluysa,öteki ile olan iletişim elbette çıkmaza girecek,uyum ve uzlaşma yerini zıtlaşmaya bırakacaktır.Oysa anlama ve anlaşılma ancak empatiyle yani kendimizi ötekinin yerine koyarak O’nun pencerisinden bakmakla mümkündür.
Yazan:fizikci Tarih: Tem 28, 2009 | Reply
Kenar,
Evet bu yöntem “silver bullet” değil yani.. bazı insanlarda işe yaramıyor. 🙂 Özellikle bazıları çok uyanık oluyor. Sorularınızın maksatlı olduğunu anlıyor ve eğlenmenize pek fırsat vermiyor. Ama en azından sinirler gerilmiyor.
Harun Bey,
Ben eğlenceli vakit geçirmekten hem de muhatabınızın kafa konforunu bozmaktan bahsediyorum sadece. Hayatı komplo teorisinden ibaret bir neofaşistle Ermeni meselesi üzerine fikir alışverişi yapacak halim yok. Kürt meselesi – Ermeni meselesi anolojisi de aslına bakarsanız o kadar ilgimi çekmiyor. Fizikçiyim nihayet. 🙂
Yazan:Tahsin Kılıç Tarih: Ağu 7, 2009 | Reply
Atatürk sadece Cumhuriyet’i değil Demokrasiyi’de getirdi.Neden mi?1908’de,yani 2.Meşrutiyet’in ilanındaki partiler tabiri caizse formaliteden ibaret partilerdi.Sebebi gayet açık.Egemenliğin millete ait olmadığı bir rejimde demokrasi olmaz.O dönem Devlet idaresi hala Osmanlı hanedanının saltanatına,bu saltanatın egemenliğini pekiştirdiği ilahi bir makam olan halifeliğe dayandırıyordu.Ayrıca partilerin ne tür görüşlere sahip olduğu çok da önemli değildi;çünkü son söz padişaha aitti.Yani kısacası 1908’de çok partili rejime,demokrasiye geçmedik.Çok partili rejime 1925’de ilk olarak adım attık.Bazı akademisyenler Atatürk’ü demokrat olmamakla ifa ediyorlar.Yanılıyorlar.Tarih okuyun,tarafsız olun.Ayrıca o devrimler,ilkeler ülkenin demokratikleşme süreci için zaruri idi.
Yazan:Tahsin Kılıç Tarih: Ağu 8, 2009 | Reply
Yazık,Atatürk hakkında yapılan,yazılan bazı yorumları görünce gerçekten kanım dondu,tüylerim diken diken oldu.Ben bu adresi gerçekten ciddi bir düşünce platformu sandım.Bu yüzden kayıt oldum.Halbuki Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı had safhaya erişmiş.Hele hele bu düşmanlık trajikomik bir şekilde “demokratlık” adına yapılıyor.Arkadaşlar,emperyalizm milli-manevi değerleri halkına düşman eder,bu yöntemle de o Devletler’i içten çökertir.Hiç mi tarih okumadınız?Atatürk hakkında ileri geri konuşanlar bir defa “Kemalizm”‘in ne olduğunu bilmiyorlar.Dahası Kemalizm’in demokrasinin ana güvencesi olduğundan bihaberler.Sanki Atatürk,100 sene hayatta kalmış,askeri darbeleri o yapmış gibi konuşuyorsunuz.Halbuki Atatürk’ün ordu-siyaset ilişkisi üzerine söyledikleri bellidir,uygulamaları da bu yöndedir.1.Meclis,sanıldığı gibi demokrat,ilerici kimselerden mütevellit de değildir.O dönemki meclis arşivlerini okursanız,çok iyi anlarsınız.Dikkatimi çeken hususlardan biri de Atatürkçülüğü statüko,Atatürkçülüğü savunan kesimi de statükocu ilan etmeniz.Hayır!Tam tersine demokratik-laik rejimi savunanlar değişimci ve ilericidir.Esas,demoratik-laik rejime karşı olanlar statükocudur.Ya da şöyle söyleyeyim hayat tarzını dogmalara göre dizayn eden biri gerçek manada asla “demokrat” olamaz.Son günlerdeki modalardan biri de Atatürk Cumhruriyet’i dönemini “Tek Parti” olarak anıp,aritmetik bir mantıkla Ata’yı diktatör ilan etmek.Meclis kuran,Kurtuluş Savaş’ını Meclis kurarak yönetmiş bir dehaya “gerici” demek,O’nun parlementer rejimi tasfiye ettiğini belirtmek..Kusura bakmayın esas “gericilik” budur.
Yazan:Mustafa Akbaş Tarih: Ağu 8, 2009 | Reply
Tahsin Bey, Mustafa Kemal ayni Hitler,Musoloni ve Humeyni gibi bir Diktatördu. Kestigini kesmis astigini asmis birisi.
Bunun göstergesi İstiklal Mahkemeleridir.Bu illegal Mahkemelerde Mustafa Kenmal binlerce Müslüman Türk aydini adaletsiz mahkum edip asmistir. Dogrulari ve gercekleri yazmaya *gericilik* demek ancak Istiklal Mahkemeleri zihniyetine yakisir.
Yazan:Ali Duman Tarih: Ağu 10, 2009 | Reply
Kendini sol’cu sanan ancak ölümüne fanatik kemalist dostum, yakın geçmişe kadar bir kahraman nidasıyla her türlü baskıya rağmen 12 eylül anayasasına nasıl HAYIR verdiğini anlatır dururdu, şimdi ise hayır verdiği anayasaya sarılmış ve onu savunmakta.
üniversite mezunu, her gün en az 3-4 saat okuyan bu dostum, 27 mayısı, 12 martı, 12 eylülü, 28 nisanı darbelerini yapan orduyu eleştirmeye şiddetle karşı çıkarak, “ordu kurumdur, kurumlar eleştirelemez, eleştirecekseniz 12 eylülü yapan kenan evreni eleştirirsiniz, diğerlerini yapan paşaları eleştirebilirsiniz ancak orduyu eleştiremezsiniz” gibi çok komik bir savunma mekanizması geliştirmiş olup, bu görüş kemalist oluşundan kaynaklı meşrebine uygunluk içermektedir, zira kemalizmin felsefi açıdan “gelişmemişlik” sorunu hep olmuştur.
Faşist MC hükümetlerinin başı olan Demirel ile bugün kol kola olabilmek, 12 martta kendisine işkence yapanlarla (ilhan selçuk) aynı davada yargılanıyor olmak, daha dün cumhuriyet gazetesi okuyanı fişleyip, şüpheli kategorisine alıp izleyen gerekirse ordudan atan ordu, yine o ordu tüm üni. mezunların yedek subay yapıldığı dönemde cumhuriyet yazarı uğur mumcu’yu yedek subay yapmayarak patnos dağlarına sakıncalı piyade olarak gönderen aynı ordu, bugün cumhuriyet gazetesini bayrak yapmış, uğur mumcu’nun önünde saygı duruyor, ilkesizlik, felsefesizlik işte böyle bir şeydir, ilkesizlik kendini işkence yapanlarla aynı yolun yolcusu olup, “ben işkencecilerimi afettim” demektir, zira bir insanlık suçu olan işkencenin af edildiği nerde görülmüş, ancak bu da kemalizmin meşrebine uygundur, hatta öldürüp, cenazesine katılmakta, başsağlığı dilemekte bu meşrebe uygundur ki, bizzat bunların olduğunu artık bir dava konusu olan iddianameden de görmekteyiz, haa iddianname mi, benim için faso fiso, o olanları bilmek, tahmin etmek için öngörüsü ve siyaseti güçlü ve doğru olanlara iddianame gerekmez, o iddianame susurluk gibi, şemdinli gibi hiçde edilebilir, ancak insanların halkların birde vicdanları vardır, birde biz insanların vicdan mahkemesi vardır asıl önemli olan da odur, tarihi RESMİ SÖYLEM ile değil de VİCDAN ile değerlendirebilenler ancak devrimci olabilirler, çünkü vicdan ile bakmak insanın en büyük devrimciliğidir. anaokuldan, üniversite bitimine kadar ezber edilenlerin AFYONUYLA debelenler için söylebileceğim tek şey içinde debelendiğiniz yalanla, entrikayla, çarpıtmalarla dolu çamur deryasının ortadan kaldırılma zamanı geldi, şimdi vicdanıza dönmenin ona bakmanın zamanıdır.
Yazan:Tahsin Kılıç Tarih: Ağu 10, 2009 | Reply
İstiklal Mahkemeleri Kemal Paşa’nın kendi keyfiyle kurdurup düşüncesini beğenmediği kişileri hoyratça astırdığı bir yer değildi.Yine,bilerek ya da bilmeyerek “gayri resmi” tarih yazıcılarının kalem oyunlarını referans alıyorsunuz.Böylece de hoş bakmadığınız bazı siyasal ve sosyal kişilerin,kurumların ana amaçlarını işinize gelmediği için görmezden geliyor,bu sayede onların içlerini boşaltmış oluyorsunuz.Birincisi,İstiklal Mahkemeleri,TBMM tarafından alınan hukuki bir karardır,bu kararda sadece Kemal Atatürk’ün değil bütün Meclis’in yani “milli irade” nin reyi vardır.Amaçta “Müslüman-Türk” aydınlarını asmak değildi.İtilaf Devletleri ile işbirliği yapan Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ayaklanan padişah-halife işbirlikçisi mandacı-gerici kesim tasfiye edildi.Kusura bakmayın ben burada Müslüman-Türk aydınlarına yönelik bir operasyon göremiyorum.Düşmanla beraber hareket edip vatanına ihanet edenler ne zamandan beri Müslümanlığın,Türklüğün garantörü haline geldiler?İkincisi,Atatürk’e diktatör diyebilmek anlamsız bir zırvalık.Atatürk,diktatör değildi çünkü içinde çoğulculuğu,düşünce hürriyetini barındırmayan,baskıya,korkutmaya dayalı Faşizm,Komünizm yerine Cumhuriyet rejimini tercih etti,bu rejimi kurmak için ömrü boyunca mücadele verdi.Bu hamlesinin ana nedeni,Cumhuriyet’in içeriğinde demokrasiyi barındırmasıydı.Atatürk Hitler’den,Stalin’den çok başkadır.Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında “Demokrasi insan ırkının ümididir” diyecektir.1932’de Amerika’ya yaptığı konuşmada Orta Asya’da kurulan ilk Türk Devletleri’nin yönetim biçimine işaret ederek “Türk Milleti tab’en demokrattır” ifadesini kullanacaktır.Ayrıca çağdaş uygarlık yolunda heybetli reformlar yapacaktır.Allah aşkına,”Egemenlik,kayıtsız şartsız ulusundur “diyen bir diktatör olabilir mi?Halkının,ülkesinin bir daha o aciz,çaresiz,fakir günlerine geri dönmemesi için onları çağdaşlaştırmaya çalışan bir liderin diktatörlük iddiası taşıdığı söylenebilir mi?Tabii ki sizin,Atatürk devrimlerine travma diyen aymazların izinden gittiğiniz çok açık.Bu yüzden sizin Atatürk’ü anlamak için emek vermemeniz çok normal.Siz cevaplarınızı yazın,gerekirse ben de karşılık vermeye devam ederim.Şimdilik,saygılarımla.
Yazan:ömer Tarih: Ağu 11, 2009 | Reply
benim bu ülkede anladığım tek siyaset yapma yöntemi var. Ben 19 yaşındayım ve bu sene üniversiteye gireceğim uluslarası ilişkiler bölümü okuyacağım ama inanın sadece burada okuduklarımla bile siyasetin arkasındaki insanların birer yönetmen bizimse sadece birer oyuncu olabileceğimiz bazılarımız bunu bile olamadan figuran oluyor. İşte siyaset yapmanın yöntemi bu oyuncu olmayı kabul etmek yada figuran artık gerisi yönetmene kalmış sana ne rol biçerse. kimileri x bey gibi sadece figuranların hayranı olup onların söylemlerini tekrarlar kimileride sizin de dediğiniz gibi hasta olup çıkar. Umarım her zaman sahnenin arkasından bakmaya devam edersiniz teşekkür ederim yazınız için
Yazan:Ali Duman Tarih: Ağu 12, 2009 | Reply
Sn. Tahsin Kılıç,
“Atatürk devrimlerine tramva diyenlerin izinden gittiğimiz” çok mu açık yani.
ancak bir şey var ki siz devrimin başlı başına bir tramva olduğunu anlayamamıssınız, devrimler tarihinde tramva yaratmamış bir devrim var mıdır? devrim basit anlamıyla bile ele alınsa “köhnemiş olanı devirmektir” devirdiğiniz köhnemiş olanın bir tramva geçirmesinden daha doğal ne olabilir? bunu anlamak için 10 yaşında olmak yeterlidir.
ben devrim demem tramva yaratmamış olanına, belkide sizde bu yüzden devrim diyemiyor İNKİLAP diyorsunuz, imdi demek ki enazından bir saray etrafı vardı dimi, sultanlık, sultanın paşaları, halifelik, halifeliğin hacı hocaları, hatta saltanat ve halifelik yanlıları vardı, bunlar travma geçirmediler mi, yıkıldıkları için, tabi ya siz ne diyorsanız odur dimi, açın bakın kutsal kitabınız nutuka bakalım orda konuya değinilmemiş mi, devrimin başlı başına bir tramva olduğu yazılmamış mı? yok yazılı değilse artık allah ne verdiyse, saz elinizde kendin çal kendin oyna misali.
tramvasız devrimciliğin icatcılarına ne desek boş, onlar ne derlerse o öyle dimi yani, esamaleri okunmaz, kendileri uydurur, kendileri inanırlar, işte klavuzları meydanda, doğu perinçek, veli küçük, yalçın küçük ve diğerleri, klavuzlarından anla, başka yere bakmaya gerek yok.
Yazan:enes Tarih: Eyl 29, 2009 | Reply
acıkcası bır solukta okudum yazınız gercekten olaya derınlemesıne daha dogrusu ıcten bır bakıs acısıyla ele alındıgı su goturmez bır gercek. acıkcası kıskanmadım degıl bu kadar aılenıze karsı acıksozlu olusunuzu. Ben buyuklerımıze karsı sesımızı cıkarmayalım tıplerındenım ama bende sıkıldım ve artık kendı dusuncelerımı soylemekten kacınmıycam yazı ıcın tesekkur ederım
Yazan:hidayet Tarih: Eyl 30, 2009 | Reply
atatürkçülük= atatürkist
kemalizm = kemalcilik
ikisi de = “herşeyi ben bilirim ulan ! ”
herşeyi ama herşeyi, jeolojiyi-biyolojiyi-tarihi-oftalmolojiyi-nanoteknolojiyi-yüksek matematiği-felsefeyi-din-edebiyat-ormancılık-havacılık..aklınıza ne gelirse bu atatürkistler,bu kemalciler bilirr..
“göbeğini kaşıyanlar” ancak göbeğini kaşır..
Yazan:Ali Duman Tarih: Eyl 30, 2009 | Reply
hidayet kardeş,
en önemli şeyi unutmuşsun, nasıl unutulur bu yüzyılın icadı:
ERKE DÖNERGECİ.
nasılda ciddi ciddi tanıtım yapmışlardı, emekli paşalar, emekli başsavcılar en önde yerlerini almışlardı.
sanırım ki vermek istedikleri mesaj ve moral şuydu;
ey türk milleti, ey türkün yoksul evlatları, yoksulluğunuzun sebebiyiz, ancak biraz daha sıkın dişinizi yettik artık, gümbür gümbür geliyoruz, sıkın dişlerinizi, 16 banka hortumladık, ama sıkın az kaldı kurtuluşa, bak yetişti ERGE DÖNERGECİ, YÜZYILIN İCADI…..
güzel düşünce, hep moral aşıla, hem motivasyon, gemilerde fareler gemicilerin kulağını yerken bir taraftanda acımasında uyanmasınlar diye üflerlermiş tıpkı onun gibi, bir de o zamanlarda merkez medyayı anımsayalım, ülkeyi soymuş soğana çevirmişlerdi, durmadan en moktan meseleden haber çıkartıp, “TÜRKİYE de iyi şeylerde oluyordu” çakıyorlardı, halkta sonradan onlara akp yi çaktı, iyi de oldu.
Yazan:yannis Tarih: May 6, 2010 | Reply
Kimin ne anladığı umurumda değil mustafa kemal ‘bir delinin kuyuya attığı bir taştır, 40 değil 70 milyon çıkaramamaktadır, çıkaramayacaktır taki 17. Türk devletinin kurulmasına(istatistiki olarak kurulan Türk devletlerinin ömrü ortalama 135 yıldır.) 50 yıl kalmıştır. Umulur ki kapsayıcı olsun, putperest olmasın, sevgi dolu olsun.
sağlıcakla kalın
Yazan:Cihat Tarih: May 7, 2010 | Reply
Bu kadar akıcı yazmışsın,insanın kaleminin güçlü olması boyle olsa gerek.Çok güzel yazmışsın…..
Yazan:can ile canan Tarih: Haz 28, 2010 | Reply
Hepimizin yaşadığı, artık sıradanlaşan bir yaftalanma, etiketlenme ve sinirlilik hali… Daha henüz ağızdan bir kaç cümle dahi çıkmamışken, birden kelimelerin toplu bir karşı taarruzla çıktıkları uzva geri tıkılması mücadelesi…
Bir zamanlar bunları düşüneceğim aklımın ucundan geçmezdi. Ne var ki artık “pratik hayatta akıl ve mantığın devre dışı bırakılması” olarak tezahür ettiğini gözlemlemeye başladığım bir yaklaşım artık Kemalizm. Bu sakat mantığın halk nezdinde talep görmesi mucize olur zaten.
Halka tepeden bakan, “her şeyi ben bilirim”ci, kimin ne dediğini bile anlamadan ve zahmet göstermeden yaftalayan, kamplaşmacı ve birey kültürünü dışlayıcı bir bakış açısının çoktan miadı dolmuşken; en basit mantıkla özgür düşünceyi ve çağdaş akademiyi akademi yapan değerlere ket vurarak, insani değerleri hapsederek, yasakçı zihniyetle, sürü psikolojisinin bu kadar kökleşmesi için eğitim ve kamu düzeninde gerekli her şeyi yeşertip birey kültürünü yok etmek için her çabayı boş bırakmayarak; insanlık tarihinin neredeyse her döneminde olduğu gibi o toplumda ancak köhnelik ve karanlıklar yeşerebilir.
Düşünce yapısını bu statükocu temel üzerine bina etmiş olan kişilerin, ülkeyi yobazlaşmadan korumada bildikleri ve güvendikleri tek yöntemin “ordu ve askeriye” olmasına da artık şaşırmıyorum… Çelişkili önermelerine de… Zira amaç ne konuşmak, ne iletişim, ne de tartışma… Önemli olan kamplaşma ve lafı ne kadar çevik bir şekilde ağza tıkayıp tıkamadıkları; bunu yaparken de ne kadar aşağılayıcı/küçük düşürücü ifade kullandıkları… (Hele ki arada birkaç “şakirt”, “vatan haini”, “AKP yandaşı” gibi ifadeler geçerse daha bir afilli olduğuna mı koşullanmışlardır nedir?)
Yazık ki bu laf dalaşında değerleri değersizleştirdiklerinin de farkında değiller. İnsanlar bu tartışmaların boşluğunu sezip sıkılmaya başladıklarında artık geriye ne kalacak, onu da bir görmek lazım.
Yazan:can ile canan Tarih: Haz 29, 2010 | Reply
…Bıktık artık. Yorulduk, usandık… Kendimizi anlatmaktan, demokrasicilik oynamaktan, insanlıktan nasibini almamışlara karşı “güzel insan olmaya gayret göstermek”ten yorulduk.
Her “demokrasi” lafımızda, yalan habere hayır deyişimizde “Fetocu” olmaktan, “şakirt” olmaktan yorulduk…
İslam bu toplumu yatıştırıyor ve bu sayede huzur veriyor dediğimizde “dinci” olmaktan yorulduk… Aynı çevrelerin, halkın zengin-fakir uçurumuna, yok sayılmaya, hor görülmeye; zorunlu askerliğe gönderdiği oğlunun/kocasının/babasının eve gelen belki içi dolu/belki boş tabutuna kapanıp ağlarken İslam inancına göre “şehit” olduğunu düşünerek acısına tuz bastığını görmezden gelmelerini görmekten yorulduk… “kendi çıkarları ve davaları” söz konusu olunca, şehit cenazelerini miting alanına çevirenleri ve slogan atanları görmekten yorulduk…
“Eğitim şart!” diyenlere “Eğitimlilerin hali ortada!” demekten yorulduk… “Sistemin okuma-yazma öğrettiklerini, aynı zamanda okumaktan ve düşünmekten nefret edecek şekilde yetiştirdiğine” işaret etmekten yorulduk…
“Milliyetçi değilim” dediğimizde vatanı/milleti sevmemekle ve ihanetle damgalanmaktan yorulduk…
“İnsan hakları”, “birey”, “vicdan”, “vicdani ret” deyince “dış mihrakların oyununa gelmek”ten yorulduk.
İlkokula yeni başlamış çocuklara heceleri öğretir gibi, “Bak kardeşim, aslında öyle değil, böyleyken böyle” diye çırpınan iyi niyetli insanların çaresizliklerini ve karşılarındakilerin çirkefliğini görmekten yorulduk…
İnsanlığımızdan, insan oluşumuzdan yorulduk…