Türkiye Soluna Din Konusunda Öneriler
By eg on Tem 25, 2009 in CHP, Modernleşme, Pozitivizm, Türk Solu
Türkiye solunun neden iktidara gelemediği, halktan beklediği teveccühü neden bir türlü göremediği uzun yıllardır tartışılır. CHP’nin, solun yokluğunda solmuş gibi yapması, bu partinin evrensel sol ile uzak yakın ilişkisi olmayan bir parti olduğunu gözlerden uzun süre saklamayı becermişti. Ancak CHP son zamanlarda, sol entelektüellerin hızla gözünden düşerken, yeni bir solun nasıl olması gerektiği tartışmaları gündemi meşgul ediyor.
Peki, CHP’nin temsil ettiği ve aslında sol olmaktan her açıdan çok uzak olan Kemalist zihniyetle, Türkiye solu nasıl oldu da bunca zaman aynı kulvarda yürüyebildi? Türk solu CHP’nin dışında bir varoluş imkânına neden sahip olamadı? Ya da bu soruları daha net bir soruyla toparlamalı: Türk solu neden bu ülkenin halkından yeterli bir teveccüh bulamıyor? Eğer CHP sol değilse, binde bilmem kaçlık bir “gerçek sol” oya sahip olan diğer sol partilerin halkla kurdukları ilişkide eksik olan nedir?
Bir şeyi açık bir şekilde belirtmek gerekir: Türkiye solu CHP zihniyetinin modüle ettiği bir zihniyet yapısına sahip olduğu, CHP ile aynı yöntemlerle benzer şekilde yetiştiği ve muhalefete yönelik tutumu CHP ile benzer olgulara yönelik olduğu için, CHP zihniyetinden çok uzağa düşememiştir. Bu ortaklık Aydınlanma ideolojisi ve bu ideolojinin türevi olan vülger materyalizmin zihinsel hâkimiyeti olarak göze çarpmaktadır. Bu düşünce, Türkiye solunu bu ülkenin insanlarıyla, onların yaşam ve zihniyet biçimleriyle her daim kavgalı, halkın yaşantısına tepeden aşağılayarak bakan bir yapıya sokmuştur. Yani başlangıçta hareket olarak evrensel sol bir zihniyet hâkim olsa dahi, sonradan bu zihniyet bir tür oligarşik totalitarizme zemin hazırlamakta, demokrasinin militarizmle hizaya getirildiği bir durumu ortaya koyabilmektedir.
Türkiye’deki sol düşünce Marksizmin pozitivist bir yorumu üzerinden hareket etmiştir. Pozitivist olmayan solculuk, ana akım solun altında cılız bir akım olmak dışında varlık gösteren bir anlayış değildir. Türk solunun ana problemini de, aslında Türk solu için “afyon” olan bu pozitivizmde aramak elzemdir. Aynı tip bir pozitivizmden neşet etmiş Kemalist düşünce ile Türk solunun paralelliği bu anlamda rastlantı değildir. Pozitivist Marksizm, iki insan tipinin – bilimi kullanan muktedir insan ve yasaların tutsağı olan insan – çelişkisini bir tür organizasyonla yönetmeyi ve gidermeyi amaç edinir. Bu ise doğal olarak eşitsizliğe zemin hazırlayan bir tutum demektir. Bir tarafta “aklı kullanan bilimci, bürokrat yönetici elitler” diğer tarafta ise sürü olan çoğunluk… Aynı tutumun bire bir Kemalizm’de olduğunu görmek hiç de zor değildir.
Bu düşüncenin doğal dışavurumu sol siyasi hareketlerin dine karşı tutumudur. İlk gözlenenin, aslında kendisi dogma olan bir düşüncenin; yani dine yönelik inancı ve ilgisi olan herkesin dogma ile iştigal ettiği ve bu dogmadan kurtulmanın gerekliliği düşüncesinin Türkiye solunda ve entelektüellerinde hâkim konumda olduğudur. Böyle bir yaklaşım Türkiye solunu, kendi halkının inancıyla ve yaşam biçimiyle ilişki kurmak ve onları anlamak konusunda oldukça uzağa atabilmektedir. Zira ikili bir ilişkide anlamayı engelleyen en önemli tavır tanımlamak tavrıdır.
Tanımlama, büyük oranda modern zihniyetlerin türevi olarak Türkiye soluna da bir hastalık olarak sirayet etmiştir. Tanımlamadan ilişki kuramayan, tanımladığında da otomatikman ilişki kurabilme ve anlama şansını yitiren böyle bir zihniyet Türkiye’de karşılığını bulamazdı zaten.
Türkiye soluna halkta kabul görebilmesi için nasıl öneriler getirilebilir konusu uzun süredir aklımı meşgul ediyor. Sanıyorum önerilerden birincisi, dinle ve bir dine imanla ilgili pozitivist algılardan kurtulmak gerekliliği olmalıdır. Çünkü imanı bir tür dogma olarak tanımlayan solculara söylenecek en önemli şey, deneyimlenmeyen ve acısıyla tatlısıyla yaşanmayan bir imanın nasıl bir şey olduğunun pozitivist algılamalarla bilinemeyeceğidir. Yani dogma olarak adlandırdığınız şey bir dogma olmayabilir.
Bir Müslüman, kendisini dogma ile itham eden bir solcuya muhtemelen şöyle diyebilirdi: İman eden insan, bu imanının her geçen gün kendisini daha da mutmain etmesi için nefsiyle savaşır durur (sonucu uçurum mudur, gerçekten mutmain olmak mıdır bu zorlu savaştaki performansıyla ilgilidir). Bu savaşım, insanın kendi nefs kademelerinin farkına varması ve onlarda derece derece yükselmesi isteğini açığa vurması demektir aynı zamanda. Bir Müslüman, öyle an gelir ki Hz. Ali’nin ifade ettiği gibi: “Ben görmediğim bir Allah’a secde etmem” noktasına gelebilir. Bir materyalist bunu mota mot değerlendirip deneyle kavranabilen bir tanrıdan bahsedildiğini düşünebilir. Ancak nefs kademelerinde yükselmeye aday bir Müslüman, bunun, insanın imanında gitgide mesafe kaydedip yükselmesini ve sonunda bununla mutmain olmasını ifade ettiğini söyler. Bu mesafenin kat edilmesi, bırakın bir dogmanın yaptığı gibi insanı statikliğe teşvik etmeyi, oldukça zorlu bir nefs mücadelesi gerektirir. Bu mesafeyi kat edebilmek her an Allah’ın ayetleriyle ilişkiye geçmeyi gerektirir. Bu ayetler gerek vahiy, gerekse de tabiattır. Bunlarla girilen ilişkide her an, ilişki yeni bir biçim kazanır. Hiç durmayan ve her an yeni bir şekil alan “oluş”un farkına varır insan. Sonra, o oluşla Yaratıcı arasındaki ilişkinin nasıl olabileceği üzerine, sadece İslam literatüründe değil dünyanın felsefe, din ve metafizik literatüründeki en derin eserlerini karıştırırsınız. Tek başına akla iman edip de, en sonunda onu da kaybeden Batılı Aydınlanmacılar gibi değil, bilgi edinmenin tüm yöntemlerini kullanarak, ama onların hiçbirisinin tam anlamıyla hakikati temsil edemeyeceğini bilerek girdiğiniz bu ilişki, her an kendinizin yeniden farkına varmanıza ve tekrar yeni bir varoluş biçimi yaratmanıza zemin hazırlar. Bu kendilik hali, “kendinde vahyin” her an sizin önünüzde bir başka formda ortaya çıkması; ama asla kendisini “neyse o şekilde” izhar etmemesi demektir aynı zamanda… Yani bir mümin dogmatik olmaktan çok uzaktır. Tam tersi insana verilen en büyük emaneti kullanmak konusunda cesaretli olmuş bir “talip”tir.
Türkiye solu, bu ülkenin halkıyla ve diniyle sağlıklı bir ilişki kuracaksa, bu ilişkinin iki düşünce biçimi ve iki gelenek arasında çift yönlü bir ilişki olması gerektiğini bilmeli ve bu ilişkiyi eşitler arasında bir uyum sağlayabilme ve ortak payda bulabilme ilişkisi olarak kurgulayabilmelidir. Zira CHP’nin ve maalesef kahir orandaki Türkiye solunun şimdiye kadar yapageldiği gibi, tepeden modernleştirmeci ve kaba bir sekülerizasyon içeren bir kibirin organize ettiği bir ilişki, halkta karşılığını bulmakta oldukça zorlanacaktır. Bu ilişki, bilgi edinme ve bu bilgilerin kullanma ve yorumlanma yöntemlerinde de bir tevazuyu gerektirir. Zira tek bilgi edinme yöntemi olarak vülger bir pozitivizmi sunan bir zihniyet, karşısında, geniş ve çok yönlü bir bilgi edinme geleneği olan bir dini geleneğin bağlılarına karşı çok fazla bir şey söyleyemeyecektir.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
4 Yorum
Yazan:cb Tarih: Tem 25, 2009 | Reply
Enver bey,
emeğinize sağlık yine ‘ anlamlı’ bir yazı ile gelmişsiniz.Son dönem konuşulan sol-islam tartışmalarına,özellikle Küyerel’de geçen tartışmalara ve gündeme çok anlamlı bir cevap olmuş,tebrik ederim.selamlar
Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Tem 26, 2009 | Reply
Sol ve Sağ kelimeleri günümüzde anlamını yitirmiş durumdadır.
İnsanlar artık eskisi gibi “Ben solcuyum, dinsiz ve devletçi olmalı, sanat ile uğraşmalıyım” veya “Ben sağcıyım, dindar, serbest piyasadan yana ve miliyetçi olmalıyım” gibi alakasız konularda kalıplara girmiyorlar.
Bu yüzden sol ve sağ olduğunu iddia eden partiler de gittikçe kendilerini “Merkez” olarak tanımlıyorlar.
Sağ – Sol deyimi önce Merkez Sağ – Merkez Sol olarak değişti. Şimdi ise özellikle yeni kurulan partiler “Merkez” olduklarını iddia ediyorlar.
Şahsımdan örnek verirsem : Ben geçmişte Serbest piyasa yanlısı olduğum için, kendimi Sağcı olarak tanımlardım. Ama dinle fazla bir işim yoktu. Sadece çeşitli dinleri inceleyerek fikir elde ediyordum.
Bugün kendimi eskiye göre daha dindar hissediyorum. Ama kendi olgunlaştırdığım yoruma göre. Yine bugün ekonomik anlamda daha devletçi olmaya başladım. Çünkü Dünya ekonomisinde yaşananların Türkiye’yi dolayısı ile beni etkilememesi için devletçiliğe kaymak gerektiğine inanıyorum.
Peki ne oldu ? İlk defa bir seçimde CHP’ye oy verdim ! Neden ?
1 – CHP, biraz daha devletçiydi.
2 – CHP, benim dini görüşüme karışmıyordu.
Ancak şu da bir gerçek ki, CHP benim daha fazla Demokrasi ihtiyacıma yeterli cevap veremiyor.
Peki AKP verebilir mi ? Kesinlikle Hayır !
Düşünün Cumhurbaşkanı’nı seçmiş olan Başbakanımız, Şimdi Meclis Başkanı olarak kimi seçecek diye bekliyoruz ! Bakalım AKP’de Başbakan’ın gösterdiği isme oy vermeyecek kişi çıkacak mı ? Başbakan’ın kendinden habersiz konuşan milletvekilleri için söyledikleri de ortada.
Tabi aynı durum CHP ve MHP için de geçerli.
Dolayısı ile kendi içinde demokrasi olmayan partiler, Ülkeye nasıl demokrasi getirir ?
İşte bu yüzden Sol veya Sağ değil. Daha Demokratik bir parti ihtiyacı var ! Ama “Self Demokrat” değil !
Yazan:Azgın Demokrat Tarih: Tem 26, 2009 | Reply
Çok iyi yazılmış bir yazı.Özellikle bir Müslümanın özelliklerinin dillendirildiği kısım, ilim-irfan birikimi sonrası demlenmiş bir müminliğin süzgecinden geçmiş gibi…tebrikler
Ülkemizde sol cenah çok şeyden müzdariptir ama en çok kendilerinden müzdariptirler. Bir çeşit kanser çeşididir sol hareketler ülkemizde. Benim fraksiyonum seninkini döver der gerisini iplemez. Bu arkadaşları kısaca özetlemek gerekirse en güzelini üstad Cemil Meriç yapmıştır.
”izmler” der üstad; idraklere giydirilmiş deli gömlekleridir…
Şimdi gelde bu eski tüfek solcular için bu teşhisi kullanma. Canım ülkemizdeki bu nadide dinozor çeşitleri , Londradaki doğal tarih müzesini bile kıskandıracak denli çok sayıda ve türdedir.Her fraksiyon içinde alt türlere ayrılmış ve bir güzel ”fosilleşmiş”lerdir. Ülkemizin modernleşme serüveninde bu fosillerden her katmanda bolca bulunur.Devlet mekanizmasında de facto dinleri posizitvizmle İslam karşıtlığını bir tür modernleşme hedefi ve gayesi sayarlar.Maaşlarını aldıkları verginin sahibi dini islam toplumu dinsizleştirmeye yada en hafifiden ezmeye çalışarak.
Ülkemizdeki sol hareket bol positivizm soslu, dibi tutuncaya kadar materyalizmle pişmiş ve din düşmanlığını ilericilik olarak sürdürmekten delicesine haz almış yerel olmayan/olamayan bir harekettir.
Dini İslam olan bir toplumda yerel olmanın en kolay yolu evrensel olabilmektir…
Yazan:Mustafa Tarih: Tem 27, 2009 | Reply
Sol hatta avrupa aydinlik hareketinin cocuklari din hakkinda derinlemesine iliski kurabilirmi? Olabilir ama olmayacak. Cünkü avrupa milletlerinde din gercek manada hür degildir. Türkiyedede dindarlar bir takim hürriyetler elde edebilirler ama genis capta mümkün olmayacaktir cünkü bizim siyasi ve ilim eliti avrupanin mayasindan hasil oldu.
Avrupada genis kitlelere kiliseler ulasamiyorlar. Toplumun kenarina itilmislerdir. Halbuki milyarlara hüküm ederler ve hemen hemen bütün sehirlerde merkezi en kiymetli arsalar ve binalar onlara aittir. Medyada hiristiyanliga karisilir. Dindar hiristiyan asla memnun degildir ve kendi memleketinde “garibdir”. KIlise insana ulasimda cok zorluk cekiyor. Medya ve politika kiliseyi abluka icinde tutarlar. KIlise acikca kendini savunmaz ve boyun büker. Mesela almanyada hiristiyan vaiz “cehennem” kelimesini hemen hemen hic kullanmaz. Adeta yasak (!). Nasil diyanetin hocasi 20 sene vaaz verse bir defa olsun cihad nedir doyasina anlatamaz (!). Dikkat ederseniz hocalar vaazlarinda alimlerin isimlerini dahi söylemezler. Dini meraki olan hiristiyanda dinini sistematik olarak ögrenmesi oldukca zordur. “Gelenekci hiristiyana” dini dininin kaynaklarindan düzenli ve sistemak ögrenmis herhangi “sapma”yi elestirirse kafasina “köktendincilik” sopasi indirilir (!) Dindar hiristiyana hürriyet vardir ama toplumun kenarinda tutulur. Adeta uzlasi vardir devlet ve kilise arasinda. Kilise devletin ve medyanin kiliseye karsi siyasetini genelde acikca kritik etmez. Cok ilginctir. Papaya bile saygi yoktur. Almanya sansöylesi Merkelin Papa hakkinda söylediklerine bakarsak acikca görülür güc kimde. Merkel piuscu hiristiyanlara afarozu geri alan Papaya bunu iptal etmesini söylemisti. Emir verir gibi.
Almanyada bir hiristiyan din adami derse sadece hiristiyanlar cennete girer o adamin kariyeri biter ve müthis tepki gelir medyadan. Kilisenin gücü cocuk düsürmek yasagina gücü yetmiyor. Cocuk düsürmek cinayetdir katoliklerce.
Avrupa “din” denildimi hiristiyanligi bildigi icin diger dinlere “hiristiyan kilise” muamelesi yapacak ve bekleyecek.ini ve kiliseyi rahat birakmayan bati bizim “entellektuellerin” “kiblesidir”. Konusur görünüp diyalog taraftari gözüküp aslinda dindarlara nasil dindar olunmasi gerektigini (!) izah edip dururlar.
Bakin hem kiliseye hem devlete hizmet eden “teologlar” var binlerce. Bunlar hem kilisenin ölcülerine hem devletin siyasetine uygun olup (!) Kilisenin kendisinin yetistirdigi din damlarini köseye iterler.
Solun fikir dünyasinda din asilmasi gereken imis. Kökü Hegel isimli dayanan bir düsünce. Hegelin din ve tanri dedigi ise hiristiyanliktir. Hiristiyan dünyasinda ve aydinlik hareketinde akil ve din ya zit en azindan birbirine topyekun farkliliktir. Sebebi ise teslisdir ve Hz.Isanin hem insan hem Tanri olusu.Bir takim diger akidevi konularida katarsak bunlar akil ile zitlik belirliyor. Onun icin eski platonik akil ve inanci ayirim eden düzenlemeyi israr ile savunurlar.
Din ile nicin acikca ve hürce diyalog yapilmaz? Sebebi bence korkudur. Ya halk dindarlasirsa? Ya zenginler ellerindeki gücü paylasmak zorunda kalirlarsa? Ya Politikacilar herseye hüküm edemezlerse?
Sedini hürriyet var ama gercekte hürriyetin cogu yoktur. Aydinlik hareketi öncülerinden Thomas Hobbes dini hayati sadece evde 4 duvar arasinda görmek ister gerisini devlet kilisenin isine karisarak denetler. Fiilen Hobbescilik yaygindir.