Teknoperestlik ve 3G Teknolojisi
By eg on Tem 31, 2009 in Bilim, Modernleşme
“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir laf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!”
Bugün 3G teknolojisi ile ilgili yapılan yaygaraları izlerken gayri-ihtiyari Necip Fazıl’ın yukarıdaki dizeleri aklıma geldi. Ben de ellerimi açıp iki yana çığlık çığlığa bağırmak istiyorum: Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! Ama biliyorum ki çıkmaz sokakları büyük bir şatafatla karşılayan bir gidişata dur deme cesaretini göstermek, toplumda deli gömleğini giymeye razı olmak demek aynı zamanda…
Nostalghia’nın Deli Domeniko’sunun dediği gibi; deli bir adam bizlere kendimizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası! Zira dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler de akıllı olanlardı. O akıllıların en akıllılarından zannedilenlerin istihdam edildiği alanlar olan – ve benim de asıl uzmanlık alanım olan – elektronik ve bilgisayar teknolojilerinin dünyanın böyle bir uçurum kenarına getirilmesinde katkısı yadsınamaz.
İnsan, sorumluluğu ile ve tek başına da olsa haksızlığa, yanlışlığa, zihinsel sefalete tavır alabiliyor olmasıyla insandır. Bu bağlamda insan, teknoloji toplumlarında makbul kabul edildiği şekliyle ne verilirse “ilerleme” ve “gelişme” putları adına kabul eden edilgen bir yaratık olmamalıdır öyle mi? İnsanın merkeze konduğu, sorgulayan ve aklıyla yapıp eden insanın geldiği noktanın tam da bunun tersi, robotlaşmış insan olması ne kadar da manidar!
Her gün yeni bir teknoloji kapımıza gelip kendisini, parlak etiketler içinde, hayatımıza sunmayı vaat ettiği büyük kolaylıklarla birlikte sunuyor, bugün 3G teknolojisinin olduğu gibi… Reklamlar büyük spotlar altında devam ediyor: Şöyle yüz yüze konuşacaksınız; böyle yolda giderken bile maçları kaçırmayacaksınız; şöyle Boğaz’ı seyredeceksiniz, şöyle şöyle şöyle… Boğaz’la ve hayatla aramıza soktuğu ruhsuz duvarları bile büyük bir şatafatla sunabilen başka bir medeniyet yaşandı mı yeryüzünde? Gerçekten yüz yüze konuşmayı, dertleşmeyi ve bütün insanî değerleri çöpe atmış, Necip Fazıl’ın dediği gibi alevler içindeki evin üst katında ziyafet vermekle meşgul olan bir insanlığa kim “durun bu cadde çıkmaz sokak!” diyecek?
Bugün insanlığı güzele, iyiye götüreceği iddiasında olan; ister sosyalizm, ister liberalizm, ister İslamcılık, bütün modernist zihniyetler aynı tohumun kaktüsleri olduğunu her geçen gün biraz daha göstermiyor mu? O tohum da bu modernist zihniyetlerin doğaya, insana, topluma bakışındaki ilerleme saplantılı dogmalarıdır. Ne yaparsan yap ama devamlı ilerle! Nereye? Nereye olduğu fark etmez ilerle de uçuruma dahi olsa önemli değil! Bu konuda maalesef bir liberalin, bir sosyalistin hatta fark yaratması gereken bir Müslüman’ın bile aynı olduğunu görmek gerçekten acı verici. Elinde 3G telefonuyla, karşısında oturan arkadaşıyla, kardeşiyle, anası babasıyla değil; başka bir yerde olan 3gdaşıyla konuşan insanları şimdiden gözümün önüne getirebiliyorum. İletişim değil mi bu, alın size iletişim! Ruhların birbirine dokunmadığı, birbirinin derdiyle acılanmadığı ve hiç yaralamayan iletişimler değil miydi istediklerimiz? Teknoloji işte bizlere tam da bunu veriyor.
20.yy başında ve ortalarında modernist İslamcıların söylediği pek moda bir cümle vardı: Batı’nın bilimini, teknolojisi, üretimini al ama ahlakını alma! Maalesef hiçbir şey öyle tek tek izole paketler halinde gelmiyor ve maalesef hiçbir şey öyle şişede durduğu gibi durmuyor. İlerleme saplantılı bir medeniyetin çevreyi, insanı ve hayatı getirdiği bu uçurum kenarında bizi kendisiyle birlikte uçuruma götürenin kuyruğuna tutunmak ne kadar da tuhaf! Akıllı işi mi yoksa Mustafa Merter’in Dokuz Yüz Katlı İnsan adlı kitabında yazdığı gibi deli işi mi? “Bir insan intihara kalkışsa, o insanı intihardan kurtarmak isteriz ve bu intihara yol açan sebepleri teşhis etmeye çalışıp, bir anlamda bu ‘hastalık’ı tedavi etme yoluna gireriz. Yani intihar etmek isteyen insanın bir anlamda psikolojik olarak bir hastalığa sahip olduğunu düşünürüz. Ancak söz konusu olan, doğayı yok etmemiz ve son hızla doğanın – ve elbette kendimizin- intiharı demek olan bir yolda ilerliyor olmamız olunca, bunu bir hastalık olarak değerlendirmeyişimiz mânidardır.”
Kabul etmeliyiz ki dünya bugün modern bir putperestliğe iman ediyor. Bu putperestliğin rahipleri teknoloji ve bilim alanında iştigal edenler; propagandacıları reklamcılar, profesyonel düşünürler ve sosyal bilimciler; müminleri ise ilerleme adına kendilerine dayatılan her türlü şeyi bir tür dini ikon ya da kutsal bir şey gibi sahiplenen “sürü”dür. İnsanı dinin “cenderesinden” kurtarmak iddiasıyla gelen bir medeniyetin ürettiği kutsalların dünyayı getirdiği uçuruma bakılırsa, hangi kutsalın asıl cendereci olduğunu görmemek için ancak modernitenin istediği “akıllı”lardan olmak gerekiyor sanıyorum. Zira “durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diye kollarını iki yana açanların en başta kendi içinden çıktığı kültür ve dinin bağımlıları tarafından deli diye damgalanması işten bile değildir.
Tüketim toplumundan şikâyet edip de, bu tüketim toplumunu yaratan üretim sapkınlığını görmezden gelebilmek nasıl bir akıl tutulmasıdır? Tüketim toplumunu bizzat yaratan şartları görmezden gelip de tüketimin kendisinden uzak durabilmek mümkün olabilecek midir? Hiç sanmam! Bugün kapitalizmle problemleri en büyük olması gereken dinî cemaatlerin, kapitalizmin mümini olup kendi dinlerini kapitalizmin emrine sunduklarını görmek manidardır. Üstelik bu sunuşu “bir lokma bir hırka bize yutturulmuş bir zokadır” eminliğiyle bir ideoloji olarak dayatmak bana bir büyük din bilgesinin “Müslüman’ın bozulmuşu tereyağın bozulması gibidir, bozulunca zehir olur!” sözünü hatırlatıyor.
Bir elektronik mühendisi olarak özeleştiri yapıyorum: Elektronik teknolojileri ve üretimleri dünyanın bozulmasında, büyük çevre felaketlerinde en baş sorumlulardandır. Üstelik bu teknolojilerin büyük üreticilerinin, zincirleme bir şekilde kapitalizmin bütün unsurlarını harekete geçirme güçleri olduğu için, bu çürüme halini, büyük bir nimet olarak sunma şansına da sahiptirler. 3G teknolojisi insanlarda hangi değerlerin çürümesine, çevrede hangi çevresel ve sağlıkla ilgili felaketlerin oluşmasına yol açacaktır hep birlikte göreceğiz. Ama emin olalım ki bu felaketlerden en az 15 yıl hiç haberimiz olmayacak. 15 yıl sonra da sanki yeni keşfedilmiş gibi bunun sağlık, çevre ve insani konulardaki zararlarından bahsedecek başka bir teknoloji rahibi çıkacak ve bunun yerine yeni bir teknolojiyi önerecek! Bu döngü insanlık ve dünya geldiği uçurum kenarından aşağıya büyük bir gürültüyle düşünceye kadar devam edecek. Ondan sonra da zaten elimizde bir dünya da kalmayacak: “(Allah’ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu) insanların kendi elleriyle yapıp-ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde (Allah), belki (doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattıracaktır. (Rûm Sûresi 41)”
7 Yorum
Yazan:cb Tarih: Tem 31, 2009 | Reply
Enver bey,
Yine muhteşem bir yazı olmuş.Tümden duygu buldum diyebilirim.Teknolojinin esir ettiği yüreklerin derdini ancak yüreğinden rahatsızlığı hisseden bir kalem bu kadar güzel dile getirebilirdi.Tebrik ederim.
Yazıyı okurken birden aklıma Abd’deki Amişler geldi.Bildiğim kadarı ile ortodoks Hristiyan olan bu insanlar teknolojiyi hiçbir şekilde kullanmıyorlar,tarımla yaşamlarını sürdürürken kullandıkları aletler de karasaban falan gibi aletler araç olarak ise at arabasını tercih ediyorlar.Ve başörtüsü kullanıyorlar ilk izlediğimde içimde onlara karşı aşırı bir sempati belirdi ve kendimi oraya atmak istedim 🙂
Yazı vermek istediğini fazlası ile vermiş.Teknoloji getirdiğinden fazlasını götürüyor.Ellerimizi açıp burası çıkmaz sokak diye bağırmanın vaktidir.Yüreğinize sağlık…
Son olarak ; ayet finale mor bir lale gibi oturmuş,sanki sonu bahar.
Yazan:Levent Cetin Tarih: Tem 31, 2009 | Reply
Yazinizi Iphone 3GS’ten okudum ve cok begendim 🙂
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 31, 2009 | Reply
C’m’oooon ! Teknoloji o kadar da kötü bi şey değil bea. Arabada işe gidip gelirken koyuyorum CD’yi Arapça öğreniyorum mesela; nerede bir sürü para verip kursa gideceğim. Amerika’da TV’de Lost oynuyo, hop burada indirip izliyorum. Acayip dizi yapmış adamlar, napiyim tiyatroya mı gideyim? Bak, teknoloji burada kaç kişiyle tanışma imkanı sunuyor insana. Yazıyorsun google’a öğrenmek istediğin şeyi, şak karşında. Büyü gibi… Düşünsene İmam Gazali’nin elinin altında google olduğunu…
Sonra hava atmıyor muyuz bütün buluşları önce müslüman bilginler yapmış diye. Şehirleşmenin bir şartı da yaşamı kolaylaştıracak icatlar yapmak değil mi? Amishler gibi otsal yaşam mı sürelim; hem sürmek isteyene kapı açık; indir şalteri; sokma eve televizyonu, cep telefonun olmayıversin, kullanma. 3 gün dayanırsın sonra hafakanlar basar.
(Samimi değilim ama ne cevap vereceğinizi de merak ediyorum).
Yazan:cb Tarih: Tem 31, 2009 | Reply
Ekrem bey,
canım oldukça sıkkın durun sizden çıkartayım…
Kısaca biraz da Gazali’yi Gazali yapan şey elinin altında google olmamasıydı.Girin bakalım googleye 5 dk da elde edilen bilginin tadı nasıl oluyormuş?Ya da taraflı yorumları ele alın.Bilgi çöplüğüne dönüyor beyinlerimiz.Tabii bunlar basit örnekler.3g vesaire yazıya bakarsanız zaten sorun 3g’lerin insanı özetle olması gerekene(aile vs.) ulaştırmak gibi bir derdi yok 3g’ler insanı çoğu kez lazım olmayana ulaştırıyor.Teknolojinin nimetlerinden olumlu yönde faydanlanmaktan kimse muzdarip değil zaten biz o teknolojinin artık bir hayat biçimi olmasından dert yanıyoruz.Teknolojik insanlar olduk.Mesela net ve pc faydası sayesinde DD gibi bir ortamda güzel dostluklar ediniyoruz.Ama bir de işin diğer boyutu var ;15 yaşında veled Mertcan gelir asgari ücretli babaya; baba baba blackborry,ıphone al ,daha suratında bıyık çıkmamış Mertcan’a baksen,iş ödev hak getire günler sonra Mertcan hayatı bluetooth üzerinden ordan oraya taşımaya başlar.Eve gelen pc ve net MelisSu denen yaşı 15 giyimi hali 25 duran çıtırın msnsini patlatmaya döner ardından pornografi linkleri zavallı baba hem 3g’li cep telinin,hem laptopun,hem de adsl’nin aylık faturasını öder aylık maymunlaşma giderleri.Tabii Mertcan’ın o yaşta öğrenmesi gerekn bilgilere de sahip olamadığı aşikardır.Mertcan büyürken bu teknosaplantı ile hemhal oldukça veledlikten robotluğa intikal eder anlık değişimleri satınalmaya yönelik ve çabasız bir hayatın ürünü olan insan Mertcan olayın sonunda ben çelik arçelik diyen sevimli robottan ben robot mert robot diye dönen bir mekaniğe dönüşür.Kazanmak ve harcamaya dayalı bu yaşamın sonunda ise sürekli değişime alışmış bedenler ve ruhlar ne ellerinin altında tek kadın modelinden tatmin olurlar ne de aile,çocuk gibi kavramlar onlara bir anlam iade eder.Çünkü sahip olmak ve onu korumak yerine sahip olmak ve onu tüketmek gibi bir sistem içinde yaşaya yaşaya onu fıtratlarına zorla sokuşturmuşlardır.İmanı facebookdan Kuran videosu paylaşmak,bilgiyi flashbellek yolu ile elde edip ordan oraya taşımak,aşkı elektronik emailler ve ortalıkta gezinen powerpoint resim gösterisi iki fiyakalı söz sanan bu ruhsuzluk teknolojiden faydalanmak değil teknikleşmenin sonucudur.
Sonuç olarak ;teknolojiden faydalanmak farklı bir şey teknolaşmak farklı birşey.Benim eleştirim teknolaşmaya ve hayatı tekniğe büründürmeyedir.
Bu arada bakın teknoloji sizi cimrileştirmiş :)bedavadan Arapça öğreniyorsunuz pardon daha ucuza :)Dizimax falan da pahalı geldi sanırım netten izlemek daha karlı değil mi :)Ben Lost’u evde izliyorum ama bana sorarsanız evde yayılıp izlemektense doğa aşkım nedeni ile adaya düşen bir insan olmayı tercih ederdim :)Oh sıfır teknoloji.
Vallahi size de tavsiye ederim
ben yapıyorum arada,neti,pcyi kapatıp,cep telini fırlatıp atıyorum,araca dahi binmiyorum,bol yürüyüş mis gibi deniz kenarı derken ayağım toprağa değiyor,gidip bir ağacı izliyorum uzun uzun bir nevi insanın içinde birikmiş teknolojik tortulardan kurtulma çabası eh ben arada yapıyorum.Amişler emininm hepimizden çok daha huzurlu insanlardır.
Neyse ütopik konuşmak kolay ve keyifli,yukarıda eleştirdiğim konulara ben de kısmen esir olmuyor değilim.Benden de ufak bir CemileCan çıkar biraz zorlasanız :))
Yazan:devin Tarih: Tem 31, 2009 | Reply
Olaya bir de su acidan bakmakta yarar var. 3G yurtdisinda goruntulu konusma icin pek kullanizmazken Turkiye’de bu yonuyle pazarlaniyor. Ne ilginc degil mi?
Bugun Ahmet Nesin kendi sitesinde kanimca cok dogru ve guzel bir yazi yazmis:
http://www.ahmetnesin.com/index.php
3 G, FAKS, TEKNOLOJİ VE BİZLER…
Hasan Cemal bugün Milliyet Gazetesi’ndeki yazısında eskiden gazeteye telefon etmek için nasıl saatlerce beklediğimizi yazmış ve bu teknolojinin Turgut Özal’la Türkiye’ye nasıl girdiğini anlatmış… Hasan Cemal ve kimi yazarlarda bu konuda bir Turgut Özal şartlanmışlığı var. Sanki Turgut Özal olmasaydı dünyanın büyük sanayicileri mallarını bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelere satmayacaklardı…
Bu yazarları okuduğunuzda sanırsınız ki bu yeni teknoloji icatlarının hepsini Turgut Özal yaptı… Buradan da dünyaya satış yaptık. Avrupalı yada Amerika’lı bir mal icat edecek ve o malı sadece kendi halkına satacak. Peki o halk doyduğu zaman ne yapacak, haftada bir yenilenecek mal değil ki bunlar… Doğal olarak bizlere satacak, satacak da nasıl, işte orası biraz karışık.
Siyah beyaz televizyonlarının çoğu Almanya’dan geliyordu bir dönemler. Aziz Nesin Bülent Ecevit hükümetinde Kültür Bakanlığı danışmanlarından biriydi… Ankara’ya gitmiş ve Bülent Ecevit’in de bulunduğu bir toplantıya katılmıştı. Döndüğünde anlattığı çok ilginçti. Hükümet renkli televizyona geçmek istiyor. Yabancılar renkli televizyon çalışmaları başlayınca bir çalışma yapmışlar Avrupa’da… Siyah Beyaz televizyon üretiyorlar, ama arkalarına bir mekanizma yerleştirmişler ve bir de düğme, o düğme TV’yi renkli olarak da çalıştırabiliyor… Türkiye’ye sattıklarından o mekanizmaları ve düğmeleri sökmüşler. Böylece Türkiye renkli televizyona geçince hepsi atılacak ve yeni renkli televizyon alınacak. Onca yılın marksisti Aziz Nesin çok şaşırmıştı bu tip sömürü düzenine…
Daha sonra faks geldi Hasan Cemal’in yazdığı gibi. Hilton Oteli’nde Faks Fuarı vardı. Ben de gitmiştim, o sırada turizm işi yapıyoruz ve teleks hemen hemen hiçbir Avrupa ülkesinde yok… Teleks zaten başımıza bela olmuştu, teleks numaramız eski bir MİT birimine aitmiş, hem de Teleks Arıza telefon numarasıyla sondaki bir numara farklı. Bizdeki 2’yle bitiyorsa arızanın numarası 3’le bitiyor. Devamlı arıza ve garip haberler geliyor… Hangi standa gitsem bana A 3 yada A 2 faksı gösteriyorlar. A3 yada A 2 daha çok mimar yada fabrikatörlerin kullanacağı bir tür. En sonunda dayanamayıp neden büyükboy faksları gösterdiklerini sordum biraz da öfkeyle. Meğer hem Avrupalı hem de Türkiye’deki bayiiler Türklerin hep malın en büyüğünü ve pahalısını seçtiklerini bildiklerinden daha çok onlardan göndermişler ve almışlar… A 4 boyutunda faks neredeyse hiç satılmıyormuş…
Daha sonra da Video olayı çıktı hemen. Heryerde Video dükkanları açıldı. BETA Video aldı başını gidiyor. Sonradan öğrendik ki Avrupa videonun daha büyüğü olan VHS boyutuna geçmiş ve elindeki BETA videoları, oynatıcıları ve çekicileri kakalayacak ülke aramaya başlamış. Bizden iyisi mi bulunur, hepsini Türkiye’ye postaladılar. Bikaç sene sonra tıkandı, çünkü Avrupa ve Amerika artık BETA mal üretmiyordu, çoktan VHS olayına dönmüş ve ellerindeki BETA’ları da bizim gibi ülkeler almıştı. Stok tüketen birer ülkeydik biz.
Telefon şirketleri de aynı sistemi kurdular. Yenilerini ürettikçe ellerinde eskiler stoklanmaya başladı. Bunun çözümü kolay, bize satacaklar, ama telefon ağı o kadar gelişmiş ülkeler değiliz. Onun üzerine Turgut Özal bu sistemi hemen geliştirdi. Hatta bu sistem o kadar işe yaradı ki, Oğuz Özerden 900’lü seks hatlarını kurdu ve buradan kazandığı seks ve haciz paralarıyla Bilgi Üniversitesi’ni kurdu. Bu Oğuz Özerden Toktamış Ateş’in öğrencisidir, hem de Toktamış Ateş’in asistan olarak kabul etmediği öğrencisi… Şimdi Toktamış Ateş asistan olarak kabul etmediği öğrencisinin üniversitesinin yönetim kurulunda… Garip bir dünya…
Şimdi de 3 G cep telefonları çıktı ve açılışını yani ilk konuşmayı Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Bu konuşmadan sonra boyu uzadı mı bilmiyorum, ama ben fark ettim ki yaklaşık 1 senedir 3 G telefonu kullanıyorum. Arkadaşlarıma sordum, onlar da 3 G kullanıyor, ama hiç görüntülü konuşma gibi bişey aklımıza gelmedi. Gariplik bizde mi, onlarda mı bilmiyorum, ama işin içinde bir gariplik var. O gariplik sanırım dünyanın teknolojiyi yaparken bunu sadece kendi halkına değil, bütün dünyaya satmak isteyen ve nedense geri kalmış ülkelere bunları anında değil de ellerindeki stok şiştiğinde vermeye başlayan büyük dünya sermayesini, yani onların deyimiyle globalist sistemi anlamayanlarda… Anlamadıklarından yada okumayı sevmeyen halkı çok kolay kandıracaklarından dolayı bu doğal ve olması gereken gelişmeleri uygulayan yada uygulamak zorunda kalan (Doğal olan kazık yemeden olanı tabi ki) Türkiye’nin en gerici başbakanlarını teknoloji hayranı gibi göstermeleri.
Bize bu teknolojiyi Özal yada Erdoğan getirmiyor, bu teknolojinin zaten gelmesi gerekiyor, ama birileri onlara getirmesi için yapmaları gerekenleri öğretiyorlar… Bütün mesele bu gelişen teknolojiyle beraber Türk Telekom’un şu an kimlerin elinde olduğunu sorgulayabilmek, yoksa öküz trene bakar gibi bu teknolojiye ve getirenlere bakmanın bir alemi yok. Tel dolaptan buzdolabına ne zaman geçtik, çamaşır makinesini hangi başbakan getirdi, ilk bulaşık makinesini kullanan Tansu Çiller miydi? Yada onların başbakanı bizden teknolojik olarak ne aldı da ülkesinin teknolojik gelişmesine katkıda bulundu? Benim bildiğim yok, olacağı da yok, kendimiz kalkınamıyoruz, bari globalleşerek kalkınalım. İyi de kalkınan ülkeler global sistemi dünyaya uygulayan ülkeler, biz değiliz ki!..
Yazan:Mustafa Tarih: Ağu 1, 2009 | Reply
Teknoloji genelde insanlik icin zararli olacaktir cünkü teknik gelisiyor ama insan degil. Insanda bütün kötülükler yine aynen mevcut. Nasil dindar müslümanin uzun egitimine ihtiyac var idi medresede ve tekkede ve salih müslümanlarin denetiminde benzer sekilde demokrat insaninda yetismesi kolay degil. Uzun ugrasi gerek okullarda.
Teknoliji insana emniyet getirdigi gibi tehlikede getiriyor hatta sonuncu ilkinde uzun vadede daha fazla.
Atom Bombasini ilkin bir iki devlet hakimdi simdi epey artti sonunda kontrol disina cikacak.
Robot askerler icat ediliyor. Robot teröristlerde cikar. Hedefini daima kacirmayan.
Bulasici hastaliklar üretiliyor.AIDS ve domuz gribi hastaliklar bio-kimya-askeri-fabrikalarindan cikma olabilir.
Teknoloji ile heryerde Kameralar yerlestiriliyor güya emniyet icin sonra bunun istismari cikar. Heryerde takip altindasiniz. Internetden bilgisayarinizdaki bütün bilgiler kopyalanacak. “Özel sahsi alan” kalmayacak. Bu bilgiler size rakip olan her kim ise parayi bastirdimi eline gecebilecektir.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 1, 2009 | Reply
Son dört gün içinde sitede üç ayrı yazı yayınlandı:
“Fahişelik, şehitlik ve özgürlük”,
“Kapitalizm Müslüman’ın Yitik Malıdır”
ve son olarak”Teknoperestlik ve 3G Teknoljisi”
Bunlar elbette birinin diğerini eleştirme gayesiyle ya da karşı yazı olarak düşünülmüş olmayabilir.Ancak bana göre bu üç yazı benzer konunun farklı biçimde irdelendiği ve bir şekilde birbirleriyle bağlantılı yazılar.Tamamen raslantısal olarak yazılmış olsalar da modernizme,çağımızın yükselen değerlerine(!),hızlı teknolojileşmeye ve dolayısıyla bu süreci besleyen kapitalist sisteme farklı bakış açıları var.
Mehbet bey,değişmekte olan dünyanın,çevresel faktörlerin toplum ve bireyler üzerinde bıraktığı etkiye vurgu yapmış dolayısıyla insanın bir varlık olarak bu etkileşimin bir sonucu olduğuna dikkat çekmiş.Daha doğrusu dünyamızı bir ağ gibi saran yerleşik değerlerin insanlığı getirdiği noktayı salt eleştirel bir bakışla sınırlamaksızın,insanlığa içeriden bir ayna tutmuş.
Mustafa Akyol,her zaman olduğu gibi,kapitalizmi cici göstererek “korkulacak bir durum olmadığını”özetleyen bildik liberalizm övgüsünü sürdürmüş.İlginçtir,liberalizmi-özelinde kapitalizmi-bir nimet olarak göklere çıkarırken İslamı bu sisteme eklemlemeyi de ihmal etmemiş.
Gelelim Enver beyin yazısına;
Enver bey gayet açık ve radikal bir biçimde kapitalizme de,liberalizme de itiraz etmiştir.Çağımızda,insanın özgürlüğünden vazgeçerek “özneden nesneye dönüşmüş”olmasını tam da bu sistemlere bağlamış ki,bugün yaşadığımız değer erozyonu gözönünde tutulduğunda,bu tespitinde çok haklı olduğunu düşünüyorum.Zira “ilerilik” atfedilen bu başdöndürücü hızlı teknoloji,getirdiği görece yararlar kadar insanlığın sonunu getiren,uçurumun kıyısına sürükleyen her türlü potansiyel zararı da içinde barındırmaktadır.
Bütün bunlar dikkate alındığında,”sorun teknolijide değil,nasıl kullanıldığındadır”diyenler olacaktır.Aynı yaklaşım(veya öngörü)kuşkusuz kapitalizmin,liberalizmin “doğru”işletilmesi yönünde de olabilir.Ne var ki,bunun ehlileştirilmesi/esnetilmesi sanıldığı gibi kolay değil.Doğru yöne çevirmek adına gösterilecek çabaların bu anlamda sonuç getireceğini düşünmüyorum.Zira,bu sistemler en insancıl yanıyla dönüştürülmeye çalışılsa bile bir şekilde kendi temellerini kurar ve içinde barındırdığı türlü hastalıkları yayacak yeni kanallar üretir.Çünkü özünde,bencilliği,hırsı,adaletsizliği tetikleyen bir anlayış vardır kapitalizmde…bu anlamda ortası,yumuşatılmışı,ehlileştirilmesi,bu kontrolsüz gücün frenlenmesine yetmeyecektir.Bunun için iktisatçı,sosyal bilimci falan olmak gerekmiyor,sonuçları hep birlikte yaşıyoruz.
Sonuç itibariyle Enver beyin görüşlerine tamamen katılıyorum.Bu hızlı gidişe dur denmedikçe bizler insan olarak başkalaşmaya devam edeceğiz…Teknoloji doruğa yükseldikçe bizler bunun bağımlısı olacak,fakat aynı zamanda insanî yanımızdan bir parça daha yitirmiş olacağız(üstelik farkında bile olmadan).