RSS Feed for This Post

Bir cumartesi gecesi hikâyesi

Pınar Karaduman

adam dört tarafı kapalı odada uyandı. önce bir kendisine gelmeyi bekledi. ışktan gözleri kamaştı. sonra etrafına yabancı gözlerle baktı. dört tarafı duvarlala çevriliydi. etrafını kolaçan etti. çevrede bir terazi
binlerce cisim vardı. adam bu odada niçin olduğunu düşündü bu odanın bir dışı olup olmadığınıda merak etti. nesneleri eline aldı ve incelemeye başladı. 

 herbir cismin üzerinde o cismin ağırlığını belirten pek çok etiket vardı. mesela A cismi üzerinde 20 farklı renkte etiket var ve etiketlerin her birinin üzerinde kalemle yazılmış bir rakam gördü. Adam bu odaya kendinden önce başkalarının gelip bu cisimleri tartıp üzerine ağırlıklarını yazdığını düşündü. aynı renk etiket serilerini aynı kişilerin yazıp odadaki tüm cisimleri tartmaya çalıştığını düşündü. ne kadar çok insan gelmiş ve bu cisimleri tartmış diye düşündü kendi kendine. ve sonra acaba bende tartmalı mıyım bu cisimleri diye düşündü. ve o esnada dışardan bir ses geldi. “sen buraya boşu boşuna mı geldiğini zannediyorsun. seni buraya getiren iradenin senden isteği birşey var. bu cisimlerin her birinin kilolarını tesbit etmen gerekiyor” adam çok şaşırdı. önce cisimlerin üzerinde kilolarını belirten etiket serilerinden (yeşil seri, sarı seri, mavi seri vs gibi) birini kabul etmenin doğru ve kolay bir yol olacağını düşündü. Ama ansızın içine lanet bir şüphe düştü. hem hangi etiket serisini kabul edecekti ki. tartılacak pekçok nesne vardı. ve az önceki ses tekrar duyuldu. “sana verdiğimiz bu görevi doğru gerçekleştirirsen seni sonsuz bir mutluluk, doğru gerçekleştiremezsen sonsuz bir azap bekliyor” adam çok şaşırdı. üzülse mi sevinse mi bilemiyordu. elde edeceği mutluluğun sonsuz ve sınırsız olacağının heyacanından çok, başarısızlık durumunda karşılaşacağı sonsuz ve sınırsız azap aklından çıkmıyordu. burada olmayı o seçmemişti ki. ve bu sınavı olmak ona zor geliyordu. hele ki sınavı başaramazsa…kaybedecek vakti yoktu. etrafı kolaçan etti. tüm etiketlere güvenilemeyeceğini herbir nesneyi kendisinin tartmasının en doğru yol olduğunu düşündü. çok fazla şey vardı tartacak. kendisine diğer etiketlerden farklı bir etiket seçti. kalemi eline aldı. ve herbir
nesneyi teker teker tartıp ölçüm sonuçlarını etikete yazıyor, etiketide cismin üzerine yapıştırıyordu. keyfi yerine gelmişti. işte bu kadar diyordu. tart, yaz, yapıştır. zaman zaman kendi tartım sonuçlarıyla
nesnelerin üzerindeki etiket serilerilerini karşılaştırıyordu. bazen bir etiket serisiyle parelel gidiyor bazen bir başkasıyla, bazense daha önce elde edilmemiş neticelerden çok farklı ölçümler elde ediyordu. epeyce bir süre tarttı nesneleri. tarttıkça kendine güveni yerine geliyor, sonsuz mutluluğu hayal ediyordu. orada ne kadar mutlu olacaktı. buraların ne önemi vardı ki. 4 duvar arasında geçici ,anlamsız ölçümlerle vakit geçiriyordu. sonra nedense aklına bir şüphe geldi. tarttıklarını birkez daha tartmak istedi. buna cesaret edemedi ama korkunun ölüme faydası yoktu. daha önce tarttığı nesneleri tekrar tartıyordu. ve çok değişik birşey olmuştu. bazı nesneler üzerindeki eski ölçüm sonuçlarıyla yeni sonuçları farklı çıkıyordu. gözlerine inanamadı. böyle birşey olamzdı. ne kadarda çok şeyi tartmıştı. tarttığı herşeyi baştan tartmayı düşündü. Ama ne kadar defa daha tartacaktı. hem yine aynı tartılya tartacaktı. tartının onu birkez daha yanıltmayıp bu sınavı kaybetmesine neden olmayacağını nerden bilebilirdi. tartısının bozuk olduğu acı gerçeğini öğrenmek onu çok sarsmıştı. ödülü büyüklüğünü düşünmeyi bırakmıştı ve cezanın uzunluğunu ve şiddetini düşünmeye başladı. kendini tutamayıp ağladı, ağladı, ağladı. haksızlığa uğradığını düşündü. ve sonra aklına
tüm yaşadıklarından daha sarsıcı bir şüphe geldi. ” ya ödülden ve cezadan bahseden o ses gerçekte yoksa.. ya o sesleri ben duymak istediğim için duyduysam….”

Trackback URL

  1. 25 Yorum

  2. Yazan:cb Tarih: Ağu 1, 2009 | Reply

    Sevgili Pınar hanım,

    sizi ilk kez okuyorum.Öncelikle DD’ye hoş geldiniz.

    Ne kadar sakin sükunet dolu bir yazı emeğinize sağlık.Kesinlikle dinlendim diyebilirim.Sanırım bu cumartesi gecesine ait kaleminizden kaynaklı bir dinlence yoksa yazının akıllara düşürdüğü ‘şüphe’ temasının öyle dinlendirecek bir tarafı yok.

    İlk yazınız olmasa idi eleştirecektim :)Misafirliğiniz adına hiç ses çıkartmıyorum nasip olur inş. DD bünyesine dahil olursanız yorumumu kısmadan salarım ben de 🙂

    Halsinasyon ya da paranoyalarımızı anımsattı bana.Sonra Gazali’nin o anlık şüpheciliğini ve ardından kendince bir tabirle şüphe içerisinden yine Allah’ın nuru ile doğrulduğu o anları.

    Biraz da güncelden girelim,Lost’un İnci istasyonundan önce keşfettiği istasyonda geçen bilgisayara numara girme bölümlerini.Bu sürecin varlığı ve yokluğu üzerine insanların girdiği tartışmaları tabii onun sonu gerçeklik ile bitti.

    sevgiler

  3. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 1, 2009 | Reply

    akıl bir teraziyse ölçümler elbette teraziden teraziye değişecek ama hakikaten bu tartının bozum olduğunu mu yoksa farklı tartı birimleri olduğunu mu gösterir. bu arada sonuç kısmının septisizme kaymasına aslında şaşırdım çünkü başlangıçtaki tartı metaforunun gerçekliği asla tam olarak/nicel veri olarak ölçemeyeceği gerçekliğinden farklı bir sonuca çıkılacağını düşünmüştüm.
    o sesleri duymak için duyduysan belki de o odada da değilsin ve hepsi bir yanılsama…
    ah, ucu felsefeye uzanan ekzistansiyalist sorgulama.
    umarım ucu bir gün tartıların ve odaların üstündeki bir yere ulaşır ya da belki de öyledir de bu sadece anlık bir medcezir anıdır.

  4. Yazan:P.K Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Sevgili Cb hanim,
    İlk yazımın ilk yorumunu yaptığınız için bende gerçekten özel biri yerinizi olacak:-) tüm iyiniyetiniz, kibarlığınız için teşekkür ederim. Ancak ben bu hikayeyi sevmedim, böyle olmaması gerekir diye düşünüyorum ve bir iddiadan çok bir çıkış noktası bulmak için sizlerle paylaştım hikayeciğimi. hikayemi yerden yerde vumanız dileğiyle…

  5. Yazan:P.K Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    SEvgili Suzannur Hanım,

    “o sesleri duymak için duyduysan belki de o odada da değilsin ve hepsi bir yanılsama…”

    Bu dediğiniz de mümkün, zaten adam en sonunda böyle bir aresizlik yaşıyor. Ama galiba adamcağıza teselli verecek cümle şu olsa gerek “düşünüyorsun, öyleyse varsın”
    sizde 2. yorumcumsunuz:-). yorumlarınızın devamını merakla bekliyorum.

  6. Yazan:cemilebayraktar(cb) Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Sevgili Pınar hanım,

    güzel cümleleriniz adına çok teşekkür ederim.İnş. daha çok yazılar ve yapıcı yorumlar dileğiyle diyorum.Ben de sizin gibi (tabii daha önce yazdığınız bir yer varsa bilemeyeceğim) yeni yeni DD’de yazan biriyim,insan yazınca olumlu ya da olmusuz ama mutlaka samimi yorumlar bekliyor bu anlamda siz de özel olmam beni çok mutlu etti 🙂

    Yazınızın başlangıcını Sevgili Suzan’ın da belitrttiği gibi tartı,akıl,oda meteforlarını çok beğendim bu tarz da öykü girizgahlarına ve oradan açılan dar sokaklara bayılırım bu anlamda başlangıç beni keşf etti sadece final başlangıcı karşılayamamış.Bu başlangıcı çok iyi yazınıza onlardan daha iyi yazılar ekleyeceğinizden hiç şüphe duymadan heyecenla devamını bekliyorum hatta haddim olmayarak bu yazıya bu güzel girişe yeni bir final dahi ekleyebilirsiniz 🙂

    sevgilerimle cemile

  7. Yazan:P.K Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    valla Cemile hanım:-)
    ben bu hikayeyi ilk başta yazarken sonucu yoktu. bilgisine, zekasına, hayal gücüne güvediğim tanıdıklarıma verdim hikayeyi ve sonunu tamamlayınız dedim. bana bu ne saçma hikaye, hem senin işin gücün yok mu dediler:-) banada mecburen böyle bir son yazmak kaldı. dediğiniz gibi hikaye,
    “…ödülü büyüklüğünü düşünmeyi bırakmıştı ve cezanın uzunluğunu ve şiddetini düşünmeye başladı. kendini tutamayıp ağladı, ağladı, ağladı.”
    kısmından itibaren yorumcular tarafından tamamlanırsa interaktif bir yorumlama olur. eminimki DD nin değerli yorumcuları kendi bilgilerini, hayallerini konuşturup hikayesi yarıda kalmış bu fakire yardımcı olacaklardır. hatta belki ilk olarak siz tamamlarsınız, ilk yorumcuma bu kadar nazım geçer herhalde:-)
    sevgiler…

  8. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Pınar hanım, ben yorum yazarken Cemile Hanım’ın yorumu yoktu, yani birinciliğimi çaldı :((
    Bu arada asla hikayelerinizin sonunu başkalarına tamamlatmayın, sonu belirsiz bir hikaye bile sizin hikayenizdir ve sonunun belirsizliği hikayenin sonudur. Hikayeye dair tamamlanma ve eksiklerin okur tarafından doldurulması zaten her hikaye için geçerlidir ama bir yazar olarak ben sonunu yazmayayım, siz yazın ey okur, tavrı bana göre olumsuz bir durum.
    Bu buradaki ilk hikayeniz, ilk adım… Daha güzel olacaklar biliyorum, sadece yazın, eleştiriler de olacak ki olmalı. Pişmeniz için biraz yanmak lazım ki sizin biraz yakalım burada.
    Hikayenin sonundaki sıkıntınız aslında yazının içeriğinden, içerik sorgulamaya dair ve bu sorgulama hala devam ediyor, başka hikayelerde bu tarz bir duruma düşerseniz hikayenin bütününden yola çıkarak sonlandırın. bunun için de hikayeden biraz uzaklaşın, özleyin onu, kafanızda kurun, tartışın.O kendiliğinden gelecektir.
    (Bu konu için nesnel karşılık-objective correlative- kavramına bakın, Rasim Özdenören’in Ruhun Malzemesi adlı edebiyat eleştirisini okumanızı salık veririm.)
    Eminim başka yazılarınızı da okuyacağız. Çok güzel yazmayın, kıskanırım, sevgiyle…

  9. Yazan:Katre Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Bu düşünce beynini kemirmeye başlamıştı. Az önce yapması istenen görevden daha zordu bu düşüncenin gerçek olma ihtimali. Böyle bir şeye hazır hissetmiyordu kendisini.

    Bulunduğu odaya baktı tekrar… Yapılan ölçümleri ve bunları üzerine yazan kişileri düşündü. Acaba onlar da kendisinin duyduğu bu sancıyı yaşamış mıydı? Ölçümlere daha dikkatli baktı, bazılarının yazarken eli titremişti sanki. Demek ki kendisi gibi tereddüt edenler olmuştu.

    Az önceki şüphesine rağmen “tüm bu yapılanlar sebepsiz yere olmamalı” dedi. Kendinden önce gelenlerin ve kendisinin bunca şeyi boşyere yapmış olması ihtimali çok saçmaydı. Bir hikmeti olmalı dedi tekrar… bir hikmeti olmalıydı. Buna inanmak istiyordu, nasıl bunca yapılan şey anlamsız olabilirdiki.

    Tekrar o sesi duymak istediyse de olmadı. Demek ki kendisi duymak istediği için duymuyordu. Oysa şu an çok ihtiyacı vardı zihnindeki soruların cevap bulmasına.

    Peki bu ölçümleri ne yapacaktı… Hepsini tek tek tekrar inceledi. Birbirine çok yakın sonuçlar versede bir ölçü diğerine tıpa tıp uymuyordu. Kendisinden önce ölçümü yapanlarda aynı şeye tabi olmuştu. O halde kendisinden istenen net değişmeyen bir sonuç olmamalıydı. Belkide istenen, en doğru ölçümü yapmak için uğraşmasıydı. Bunun için çaba sarfetmesi, doğru sonucu elde etmek için elinden geleni yapmasıydı. Eğer yapamazsa bunun verdiği endişeyi, ızdırabı duyması isteniyordu belkide.

    Bu düşünce kendisini biraz olsun rahatlatmıştı. Kapattı gözlerini, açtığında her şeyin bir anda değişmesi ümidiyle kapattı ve derin bir uykuya daldı…

  10. Yazan:P.K Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Sevgili Suzan Hanım,
    ikinci olmakta kötü bişey değil ki yaw:-) tüm yorumcuların herbirinin parmaklarına, klavyesine sağlık.

    yorumunuza gelince:

    “Hikayenin sonundaki sıkıntınız aslında yazının içeriğinden, içerik sorgulamaya dair ve bu sorgulama hala devam ediyor, başka hikayelerde bu tarz bir duruma düşerseniz hikayenin bütününden yola çıkarak sonlandır”

    Suzan hanım, benim hikayenin sonucundan memnuniyetsizliğimin nedeni hikayeyi edebi, kurgusal ya da felsefi yetersiz bulmam değil. yani bu hikaye benim hikayem, benim hayattaki duruşumun, akıp giden hayatımı izleyişimin hikayesi. ve galiba bu hikayenin sonundaki adam gibi konumlanmış durumdayım.

    Ancak burdan katre hanımın yorumuna geçiş yapmak isterim. yani aslında o oda öyle sıkıcı bir yer değil:-) biraz bakış açımıza bağlı. en azından admcağızın yaşaması için yemek, içmek, gibi ihtiyaçları karşılayabileceği ve hoş vakit geçirebileceği lezzetler var. Adam belki dediğiniz gibi “beni bu odaya koyan ve bana bu kadar lütüflarda bulunmuş zat bu lutflarının bir devamı olarak taşıyamacağım yükü omuzlarıma yüklemez. hem bana bu kadar bozuk bir tartı verecek, hemde herşeyi dosdoğru ölçmemi bekleyecek kadar adaletsiz olamaz. Katre hanımın dediği gibi belki o odada bir kamera vardır ve bu görevi gerçekleştirmek için çabalarımı takdir edecektir” diye düşünecektir.

    yorumunuz için sizede teşekkür ediyorum Katre hanım, ve yorumlarınızın devamını bekliyorum.

    sevgiler…

  11. Yazan:Mustafa Ràví Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Selâmet üzerinize olsun (selâmun aleyküm).

    Hikâyenizi tekrar okumak iyi oldu, Pınar hanım. Said Nursî’nin “nur risaleleri”nden tanıdığımız hikâye tarzını çok güzel kullanmışsınız bence. Yani öyle tahkiye tekniğinden filân anlayan bir insan değilimdir, ama okumak benim çok hoşuma gitti.

    Fakat demişsiniz ki: “ben bu hikayeyi ilk başta yazarken sonucu yoktu. bilgisine, zekasına, hayal gücüne güvediğim tanıdıklarıma verdim hikayeyi ve sonunu tamamlayınız dedim. bana bu ne saçma hikaye, hem senin işin gücün yok mu dediler:-)”

    Ben de mi böyle demeye getirdim yahu?! Bana hiç öyle gelmemişti ama… 🙁

    Ben önceki yorumuma önce bir ayet-i kerimeyi ekleyeyim ve hikâyenizin kahramanını ağlamaya sevkeden bu tartı fitnesiyle Allah’ın bizi ne hikmete binâen başbaşa bıraktığını, Allah’ın dilinden aktarmış olmaya çalışayım:

    Elif-Lâm-Mîm.

    İNSANLAR, [sadece] “İnandık!” demeleriyle serbest bırakılacaklarını ve sınava çekilmeyeceklerini [Arapça ifade: fitneye uğratılmayacaklarını] mi sanıyorlar?

    Andolsun ki Biz onlardan öncekileri sınadık; o halde [bugün yaşayanlar da sınanacak ve] elbette Allah, doğru söyleyenleri de belirleyecek, yalan söyleyenleri de.

    (Ankebut Suresi, ilk üç ayet)

    Şimdi de önce özel yazışmamızdaki cevabımı tekrar edeyim, ondan sonraki ilâve de önemlidir, onu da kaçırmayalım inşallah:

    Pınar Hanım, bu duyduğunuz ses, evet artık rahatlayın, gerçekte yok. Daha doğrusu bu anlattığınız şekilde yok. Ben de yıllarca onun aynen sizin düşündüğünüz gibi bu sesin var olduğunu düşündüm ve boşu boşuna cehennem dehşetine düşerek kendimi harap ettim.

    Bu sesi siz duymak istediğiniz için de duymuyorsunuz. Henüz doğru düzgün bir Kur’an çevirisini bile bu yüzyılda yapmayı başaramamış olan, yani aslında Kur’an’ı ve sahih sünneti düzgün anlamayan ülkemizdeki Müslümanlık anlayışı size bas bas bağırıyor. Duyduğunuz ses de gâibden gelmiyor, çarşı pazarda sürekli nidà ediliyor.

    Biliyor musunuz, ne Allah’tan ittikà etmek (takva) ne de Ona karşı “haşyet” duymak kavramları korku yani Arapçası ile havf anlamına gelmez! Ve Allah korkusu yani havfullah tabirine ben Kur’an’da sanırım hiç rastlamadım… Sadece Şeytan’ı Allah’tan korktuğunu (havf ettiğini) söylerken alıntılayan bir àyet-i kerîme dışında!

    Allah korkusu anlamında haşyetullàh ibaresi kullanılır Kur’an’da. Klâsik Arapça sözlüklere bakarsanız, haşyetin asıl anlamı, bir kimseye karşı, çekinme ve korkma derecesinde saygı, hürmet beslemedir. Yoksa, aslandan veya kurttan korkar gibi korkmakla alâkası yoktur, haşyetullàhın!

    İşte bundandır ki Allah’ı bizzat tanıyan ama ona bile bile isyan eden İblis, ona saygı yani haşyet beslemez. Ondan, adetâ, bizim bir aslandan veya zehirli bir örümcekten korktuğumuz korkuyla korkar… Az önce bahsettiğim ayetteki ifadede [innî ehâfullàhe (=ben Allah’tan havf ederim)], haşyet kökünün bir türevinin değil de, havf kökünün bir türevinin kullanılmasından ben bunu çıkartıyorum ki sanırım bu sahih ve makbul bir çıkarım. Zaten belki de bunu kendiliğimden fark etmemiş, bir yerde okumuş ve “hakikaten doğru” diyerek hafızama almışımdır.

    Burada takvanın anlamına da geçecektim, ama şimdi geçmeyeyim. Hem söz fazla uzadı, hem de şimdilik böyle bir izaha ve teşrihe (açımlamaya) gerek yok, sanıyorum.

    İlâve:

    Sizi ve diğer müminleri Allah’tan adeta bir canavardan veya zorba bir hükümdardan korkar gibi korkmaya (hâşâ) ve onun şefkatinden şübhe etmeye yönelten bir inanç, şu cehennemin kâfirler için sonsuzluğu inancıdır. Şefkatinin gazabına galib geldiğini söyleyip duran Allah, nasıl olur da kullarının bir kısmını sonu gelmez, hiç dinmez bir öfkeyle cehennemde yakar?

    Bu konuyu kısaca incelemek istiyorum, inşallah insanlar yorumumun uzunluğundan sıkılıp aşağıyı da okumayı ihmal etmezler.

    Benim kabul ettiğim ve klâsik İslâm âlimlerinin küçük bir kısmının (örnekler için en aşağıyı bekleyin) benimsediği görüşe göre, cehennem azabı kâfirler için bile sonludur. Bu durumda, cehennemin amacı, adaleti sağlamadan sonra arındırmadır, nedensiz yere sonsuza dek işkence etme değil.

    Nitekim Nebe Suresinde belirtilir ki Allah’ın ayetlerini yalanladıkça yalanlayan ve ahiret gününü beklemeyen kâfirler bile “uzun yıllar boyu (ahqâben)” cehennemde “bekleyecekler”dir (lâbîsîne), yani demek ki orada sonsuza dek kalmayacaklardır. Şu talihsizliğimize bakın ki aslında uzun yıllar anlamına gelen bu ifade bizim çevirilerimizde içine yorum katılarak “(sonu gelmeyen) uzun yıllar/çağlar” diye çevrilir! Dahası, birçok ayette de bu sonluluk görülebilir. Hatta imam Ahmed ibnu Hanbel’in Müsned’indeki bir hadise göre Abdullah ibnu Mes’ûd belirtmiştir ki cehennem bir gün boşalacaktır; bu olay, Nebe suresinde “ahqàb” diye tavsif edilen (nitelenen) sürenin sonunda gerçekleşecektir.

    Ayrıca hep “sonsuza dek kalış” diye çevrilen huld kelimesi de aslında “kısa veya uzun süreli ikamet” veya “kalıcılık, ikamet edicilik, uzun zaman devam edicilik” anlamına gelir klâsik Arabcada. Ebed kelimesi de sonsuzluk, ebediyet değil, “uzun süre”, özellikle “sonu belirtilmemiş, ama bir sonu yine de bulunabilen uzun süre” anlamındadır. Bu anlamda, yani sonsuzluk değil de uzun zaman anlamında, hadislerde de kullanılmıştır. Sonuçta, İslâm akìdesinde ebedî cehennem diye bir esas olmadığını, hatta Nebe suresinin yukarıda bahsettiğim pasajının cehennemi kâfirler için bile sonlu kıldığını (ahqab denen süreyle sınırlı kıldığını) hatırlayınız…

    Cehennemin kâfirler için bile sonlu olduğu ve bir gün yok olacağını (fenâ bulacağını) kabul ettiğini kesinkes bildiğimiz klâsik dönem âlimleri arasında şunları sayabiliriz:

    Abd ibnu Humeyd: İmam Buhârî’nin en çok güvendiği ve en çok hürmet ettiği hadis râvîlerinden ve âlimlerden biri.

    İbnu Teymiyye:
    Bu görüşe ömrünün sonlarına doğru vardığını, hem kendi eserlerinden, hem de sâdık öğrencisi İbnu Kayyim’den öğreniyoruz.

    İbnu Kayyim: Hâdi’l Ervâh adlı eserinde cehennem ve cennetin ebediyeti veya sonluluğu konusu ile ilgili bütün görüşleri anlatır ve çok keskin bir dille belirtmese de cehennemin sonluluğu görüşünü tercih ettiği apaçık ortadadır.

    Daha detaylı bir tartışmayı Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi için Yusuf Şevki Yavuz hocamızın yazdığı “Azap” maddesinde okuyabilirsiniz. Bu yazıyı, ansiklopedi kapağını açmadan, profesörün kendi sitesinde de okuyabilirsiniz: http://yusufsevkiyavuz.com/?p=48 adresine gitmeniz yeterli.

  12. Yazan:Mert Kayhan Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    SAYISIZ EVRENLERİN İÇİNDE

    YER ALDIĞI TEK NOKTA, “TEK AN”…

    DEHR!

    Realite!…

    Dünya…

    “Dünya” adını taktığımız uydunun tâbi olduğu, kendinden 1.333.000 defa daha büyük olan Güneş!…

    Güneş türünden, 400 milyar yıldızdan oluşan bir galaksi…

    Bu galaksi gibi milyarlarla galaksiyi barındıran, varlığını algıladığımız evren!

    Algılama boyutumuza GÖRE, bize hitap eden bu evren gibi, sayısız algılama boyutlarına hitap eden, evren içre nîce evrenler!

    Nihâyet, bu sayısız boyut algılayıcılarının algıladığı sayısız evrenlerin içinde yer aldığı açının yaratıldığı TEK NOKTA, TEK AN… DEHR!

    İndinde, sayısız “an”lar ve “nokta”lar; ve o “nokta”lardan meydana gelen açılar içinde sayısız evren içre evrenler yaratan varlığa işaret amacıyla kullanılan “ALLAH” ismi!

    Yukarıda yazdıklarımı ve bundan çıkacak sonucu düşünemeyecek kadar miniminnacık beyinlerinde, “tanrı” yaratıp; önce bu kurabiyeye tapınan, sonra da oturup bir güzel afiyetle yiyen insancıklar!… Tanrısallık savaşları!…

    Afyon, “Tanrı-ilâh” kavramı! Ve buna dayalı yaşam biçimi…

    A.Hulusi’de Kavramlar

    Siz varlığı ve varlığın ötesini var etmiş olanı ve buna bağlı olarak çalışan idrak mekanizmasını bu şekilde mi algılamaya çalışıyorsunuz.?

    O odanın içi de odur, o cisimlerin ağırlığı da, o adam da odur, onunla konuşan da O dur.

    O heryerdedir, O aslında heryerdir. Zira, vehim, heva ve heveslere kapılanlar için azap dolu günlerin düşüncesi ve akabinden inkar en basit embesilliktir. O an, aslında kendini ve mevcudiyetini inkar etmiştir.

    Selam ile…

  13. Yazan:cb Tarih: Ağu 2, 2009 | Reply

    Sevgili Pınar hanım,

    burası çetrefil bir alem kendinizi kollayınız görüyorsunuz işte Suzan hanım ilk yorumumu kıskanmakla kalmıyor sizin de iyi yazabilme halinizi engellemeye çalışyor bu edebiyat dünyası böyle sizi bizim siyasi kanala alalım oranın üşüşen yorumcusu boldur ama yazar kadrosu daha bir keyiflidir :))Espiri elbet hepsi çok şükür burada herkes bir zenginlik 🙂

    Benim elimde de yarım bir öykü var sizden ilham alarak tamamlaya çalışacağım bu anlamda daha gelir gelmez bana katkınız oldu bu arada ben sizin yerinizde olsam bu hikayeyi kimseye elletmem,oldukça cömertsiniz ben eğri büğrü yazılarımın üstüne titriyorum,bir cimrilik bir paranoya ile hepsini korumam altına alıyorum :)Belki bu güzel öyküye şöyle bir zenginlik yapabilirsiniz ;her seferinde başka bir sonla bitirmek bir nevi asla bitirmemek hep bir açık kapı bırakn son başlarda gelişen çokluğu sağlamlaştırabilir.

    önemli not :Sevgili Suzan hanım,Pınar hanım ile geliştirdiğim özel bağı lütfen sabote etmeyiniz efendim :))Suzan hanımda bana yazmadan önce salt yorumlarıma bakarak cesaret veren,ben de özel olan isimlerden biridir,sağolsun kıymetli insan.

    Sevgili Katre,

    sevdim…

    sevgiler

  14. Yazan:çuvaldız Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Pınar hanım,
    İlk yazınız hayırlı ve de bereketli olsun.Cemile ve Suzannur hanımların yazmış oldukları güzel tespitlere katılıyorum.

    Yazınızı okuduğumda zihnimde kelimelerle inşa edilmiş bir çeşit sabır küpü görüntüsü oluştu.Sizin sabır küpünüzün her bir yüzeyinde bir renk değil kelime var gibi;

    Sınav(yaratılış),
    Görev(varoluş),
    Şüphe(..?..),
    Mutluluk(ödül),
    Azap(ceza),
    Akıl(bilgi),

    Bu sabır küpünü(ömür) istediğimiz gibi yapma(din) özgürlüğüne sahibiz.Yüzey renklerini tamamlayabilmek için küpü parçalayıp sonra birleştirmek gibi bir hile yapma imkanmız yok(ölüm-doğum).Sabır ile bu küpü istediğimiz renge öncelik vererek tamamlayabiliriz. Ama bu tamamlama esnasında zaman zaman yaratılış-ceza ile,varoluş-mutlulukla,mutluluk-akılla,akıl –ödülle vb. şeklinde yan yana gelebilir.Bu renkleri asıl hedefe ulaşmak için yan yana getirişimiz(?=rastgele/bilinçli) esnasında ortaya çıkan yeni renk dizilimleri bize gözalıcı gelip bir süre keyfe dalmamıza ya da hiç hoşlanmadığımız için telaşla başka bir kombinasyona yönelmemize sebep olabilir(iman ?).:-) sonuçta elimizde her bir yüzeyinin ayrı bir renk olduğuna inandığımız bir küp var (mı?)Belki de elimizdeki şeffaf renkli/aynadan bir küptür! Bu camdan/aynadan(!)küpün üzerine düşen parlak gün ışığının kırılmaları/yansımaları da sürekli değişiyordur.

    Boş vakitleri değerli kılmak için Oyun niyetine ya da zamanın değerini ölçebilecek zeka seviyesinde olduğunun kestirmeden ispatı niyetine spor olsun diye sabır küpleri satın alınırken tüm yüzeyler olması istendiği gibi tek renktedir.Niyet ne olursa olsun küp sahiplenildikten sonra acele ile renkler karıştırılır sonra da ilk haline döndürmek için uğraşılır.O küplerin adıyla ilgili şüpheye düştüm,o küplerin adı zeka küpü müydü yoksa!

    Not:Pınar hanım DD’de sizi hoş buldum 🙂 15 gün kadar nete uzak olacağım dilerim bu zaman zarfında başka güzel yazılarınız yayınlanıp,birikmiş olur da ben de ard arda bir nefeste okuma imkanına sahip olabilirim.

  15. Yazan:suzannur Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    CB’YE “EN” ÖNEMLİ NOTTUR…
    1. Yorum sıramı kaptın.
    2. siyasi kanat yazarlarını pek parlattın!!!!
    3. tek kıskanan biz edebiyatçılarmış gibi bir hava yarattın (oysa biz sadece daha kolay ifade ediyoruz)
    4. Keyfiniz baki kalsın bu arada.
    5. ah ben ne diye tanıştım ahhhh
    :)))))
    Sevgili Cemile,
    yorumlarındaki üslubu yazdığın metinlere tam olarak oturtmanı bekliyorum hala bilesin, yorumlarda çok daha başarılısın, sanırım yazmanın verdiği baskıdan uzaklaştığı için böyle. Yorumlardaki cb’yi hakikaten çok beğeniyorum. Bu üslup işlenirse ortaya çok kaliteli bir yazar çıkacak. bu benim görüşüm tabii. Orada çok daha net, ironik, zeka pırıltıları etrafa taşan, coşkulu ve kendinden emin bir yazar var, bunu uzun metinlere de taşımalısın. Bir de ek olarak, kaynakçanı biraz daha genişletmelisin, farklı yazar ve yorumlar ve dünyalar…
    çok gevezelik ettim, akademik anlamda edebiyat eleştirisinin alanım olmasını istediğimden metin merkezli değerlendirmeleri seviyorum. bu değerlendirmelerim tamamen senin yazdıklarından çıkarımım. her zaman yorum yazmasam da yazdıklarını takip ediyorum bilesin.

  16. Yazan:ferfejer Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Sevgili Pinar,
    Bildigin gibi hikayeni ben de daha once okuyanlardanim. Aylarca bu hikaye kafamda dondu. “Allah u Teala bizden ne beklemektedir ve bunu yaparken aklin rolu ne olacaktir?”
    Defalarca senle konustum icimden, her seferinde “aslinda bu hikayede surasi mantiksiz” diye birsey buldum sonra hikaye benim aciz aklima galip geldi.

    Sayin Ravi, sonsuz cehennemle ilgili su szleri soylemissiniz…
    “Sizi ve diğer müminleri Allah’tan adeta bir canavardan veya zorba bir hükümdardan korkar gibi korkmaya (hâşâ) ve onun şefkatinden şübhe etmeye yönelten bir inanç, şu cehennemin kâfirler için sonsuzluğu inancıdır.” Sonsuz cehennem fikrinin siz de uyandirdigi dusunce Allah u Teala nin bir canavar oldugu mudur? O diledigine sonsuz cehennemi reva gorebilir ve “sonsuz cehennem” fikri birine O’nun adaletinten suphe ettiriyorsa bu o kisinin ahmakligindandir. Yanlis anlamayin sozum size degil, “Sonsuz cehennem varsa Allah canidir” sonucuyla ayni anlama gelen “Allah n rahmeti gazabindan buyukse, sonsuz azabi kullarina reva goremez” seklinde soz soyleyenlere. Sonsuz azap onun şanında ne eksiltebilir ki!

    Hikayeye geri donersem..
    Varligimin nedenini “ezberden” degil “gercekten” kavrayabildigimde bu hikayede kendini gorenlerin hayata bakisindaki hatayi da gorebilmis olucam. cunku onlardan biri de benim.
    Pinarcim ilk yazin hayirli olsun. Seni cok seviyorum ama senin gibi bu hikayeyi ben de sevmiyorum.

  17. Yazan:MY Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    “Benim rahmetim cehennemi bile kapsar/kusatir” seklinde bir Hadis-i kutsi hatirliyorum, yaniliyor muyum?

    Istanbul’da tanidigim Melâmîlerden bir zât bana “HAK asiklari cehennemden korkmazlar, onarin gözyaslari cehennem atesini söndürür” demisti.

    Sonsuz Cehennem ve Canavar(!) konusuna yeni bir açi getirmesi umuduyla 🙂

  18. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Bu hikaye burada bitmez…
    Hikayenin kahramanı, teraziyi de, ağırlıkları da yere çalar; acizliğini hisseder; ağlar, ağlar…
    Aslında her şeyin amacı bu sona ulaşmaktır. Aczini farketmeden teslim olamaz insan… Sonsuzluğu keşfetmek için ölmek gerekir. Sonsuz kudreti keşfetmek için aciz kalmak gerekir.
    Düşün: O odanın sahibinin, cisimleri tarttırmaya ihtiyacı yok. Ama senin bunu anlaman lazım.
    Ve hikayenin sonunda tartı da yok olur, tartan da… Ağırlık da, hafiflik de yok olur. Ne tartan tartandır; ne de tartılan tartıdır. Hepsi birdir. Hepsi Ehad’dir… (Coelho’nun Simyacı’sının hikayesi gibi yani.)

  19. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Allah kullarına zulmetmez. Cennet de, Cehennem de ödülden, cezadan anlayan gabi insanlar içindir. Anne de çocuğuna “oraya gitme, bacaklarını kırarım !” der; çocuğunun bacağını kıran bir anne vaki değildir. Tüm annelerin şefkatlerinin kaynağı olan Erhamürrahimin kullarına azap etmez. Azap, o merhametten mahrum kalmanın azabıdır. “Ya leyteni küntü türaba” dedirten acıdır. Ve bu mahrumiyet insanın kendi eliyle işlediğidir, bu ceza adalet-i mahzdır. Sonsuzdur. Kendi eliyle gözüne şiş saplayıp kör olan adamın, beni kör ettin, baharın güzelliğini göremiyorum diye şikayet etmeye hakkı var mı?

  20. Yazan:P.K Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Tüm yorumcularıma,

    buraya yorum yazan herkesi ve benimde katıldığım bir nokta var ki kurgudaki bu odayı, insanı ve görevleri yaratan ve tüm bunlara hükmedebilme gücüne sahip bir zat var. şu ana kadar “bu odada sende bir tesadüfün ürünüsünüz, odanın sonu falanda yok, odanın keyfini çıkarabilirsen bu sana kar kalır” nevinden bir yorum olmadı. -ki hikayenin yazarı olarak- bende hikayeyi bu düşünce üzerine kurgulamadım.

    hatta bakın hikayeye şöyle bir ek bile yapabiliriz:

    Adam bir müddet oyalandı odanın duvarlarını inceledi ve duvarın bir tarafında bir kapı kolu gördü. bu sınavdaki yalnızlığı ve sınavın zorluğu onu odayı incelemeye sevketmişti. büyük bir heyecan ve merakla kapı kolunu açtı. ve gördüğü şeye inanamadı. yan taraftaki hücredede bir başka adamcağız vardı. ve onunda yine bi terazisi ve ölçülmesi beklenen binlerce terazisi vardı. yalnız olmadığnı görmek onu rahatlatmıştı. komuşusuyla sohbet etmeye başladı. ve anladı ki kendisinin başına gelen şey komşsununda başına gelmişti. hücresine döndüğünde eskiden duyduğu çaresizlik duygusuna karşılık yalnız olmadığı düşünerek hissettiği rahatlığıda hissediyordu. bunun yanında burda olmasının bir amacı olduğunu dair düşüncesi artmıştı. duvarları dikkatl inceledi. daha önce gözden kaçırdığı şeylerle karşılatı. tüm duvarlarda kapılar vardı. Demek ki tek başına bir hücrede değildi . birbirleriyle bağlantılı bir hücre-labirentteydi. Tüm yoldaşlarıyla beraber bu labirennte yaşamalarını isteyen bir iradenin emrinde yaşayorlardı. Kendilerine bu labirentte bir isim vermek istediler. Hepside aynı yolun yolcuları oldukları için yoldaş demeyi uygun buldular. Ve kendilerinin burada olmasını dilemiş zata sahip dediler hep beraber. Hepsi biribirinin yoldaşı olmuştu. Zamanla ortak bir yaşam geliştirmeye başladılar. Bazı günler bazı yoldaşlarının hücrelerini boş buldular. Bazı yoldaşlar bu zindanı bırakıp gidiyorlardı. Ama bu zindanı birakıp gitmek mümkün değildi ki.. olsa olsa sahibin çıkmasına müsaaede ettikleri çıkabilirlerdi. –ki çıkanlarında nereye gittiğini, neler yaptığınıda bilen yoktu ki…Adam labirentlerde gezdikçe ilginç bir insan grobuna başladı. Bazı yoldaşlar kendilerine özel yoldaş diyorlardı. Sahiple konuştuklarını, sahipten mesajlar aldıklarını iddia ediyorlardı. Adam bu fikri duyunca çok heyecanlandı. Bu bir çıkış olabilir miydi acaba? Kendisinin sahiple irtibata geçtiğini iddia edenler kendilerine teba oluşturmuşlardı. Artık kendileri için korku olmadığını çünkü sahibin seçtiği özel yoldaşın onları sonsuz mutluluğa götürdüğünü ve sonsuz ızdıraptan kurtaracağını söylüyorlardı. Bazılarıysa sahibin merhametli olduğunu onlara sınırsız azabı reva görmeyeceğini söylüyordu( M ravi ve MY :-)). Buna karşılık diğer bir grupsa sahip bize sınırsız azabı reva görse bile bu onun şanından ne azaltır ki diyordu (ferfejer:-)) Sahip içlerinden birilerini seçip onunla konuşmuş olabilir miydi? Bu düşünce adamda bir ferahlık duygusu yarattı. Elbetteki böyle olmalıydı. Sahip onu burda klavuzsuz bırakamazdı. Ancak heyecanı uzun sürmedi. Özel yoldaşın gerçekten doğru tartıp tartmadığını nerden bilebilirdi ki? onun ölçüm sonuçlarını kendi tartısıyla tartıp mı sağlamasını yapacakt?. Kendi tartısının yanıldığından bu kadar eminken bu riski göz önüne alamazdı. Onun dediklerini hiç tartmadan kabul mu edecekti? Bu riski hiç gözönüne alamazdı… zaman geçmiş pekçok görmüş geçirmişti. Ama yine aynı noktada olmanın huzursuzluğunu yaşıyordu…

  21. Yazan:cb Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    Pınar hanımın öyküsünü gaspetmeden Sevgili Suzan’a kısaca 🙂

    Güzelce,öncelikle çok teşekkür ederim.Yapıcı tespitlerini dikkate alıyorum,bilesin.Sanırım seninde söylediğin gibi yorum yazmak serbest alan ve kasmıyorum ama yazar olarak çıkmak başka şey hem benim gibi mükemmeliyetçi bir yapın varsa bu kalemimi oldukça kasıyor,tam istediğimi yakalayamıyorum,kasmaktan kaynaklı bir tıkanıklık,artık zamanla bir de sevgili Özlem’in sözüdür ‘ben tepesi atınca yazabilen biriyim’ der,sanırım ben de öyle 🙂

  22. Yazan:ahmet medeni Tarih: Ağu 3, 2009 | Reply

    M.Y, üstad’a:
    “Allah, “Rahmetim herşeyi kuşatır” (Kur’an, 7/156) ”
    Sanırım, asıl ayet bu..

  23. Yazan:Mustafa Sandal Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    pınar
    tanrı var mı yok mu
    o zaman sorun yok
    şüphen mi var
    kolay gele

  24. Yazan:P.K Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    Bu hikayeyle ilgili biraz düşündümde kurgusal olarak bir hata var sanki. aslında hata değil bentişimlerde bir eksiklik. şimdi eşleştirmeleri yapalım:
    terazi: akıl
    oda: dünya
    cisimler: dünyada insan dışında var olan her türlü somut ve soyut varlıklar
    düşünen adam:???
    bakın, eğer terazi akılsa ve düşünme-değerlendirme işlemi akılla yapılıyorsa o zaman adamın mevcudiyeti başka bir şeyi ifade etmeli. akıl-terazi benzetmesi iddiasının hala arkasındayım. yalnız bakın teraziye ne koyarsanız onu tartar ve sonucu söyler. akıl belkide yanlış tarmıyordur.yani teraziye ne koyarsan onun sonucunu alırsın. aynı sonucu almak için hep aynı şeyleri koymak gerekir. dünya koşullarında zaman, mekan, kültürler etkisiyle her zaman aynı görünen şeyler aslında tıpatıp aynı olmadıkları için aklı ölçümle farklı sonuçlar vermesi doğal olandır. akılda, örnekteki gibi bir makinadır. duyu organlarıyla algılanan verilerin biyokimyasal reaksiyonlar olarak işlendiği ve sonucun ortaya çıktığı bir terazidir. Ancak akli verilerin sonuçlarını yine akılla ölçemeyiz. terazi ancak üstündeki nesneyi ölçer. birbirleriyle kıyası başka birşey yapar. bu şey vicdan olabilir. yani aklla elde edilmiş bir sonuç sadece somut ilişkileri gösterebilir. terazinin sonuçlarının yorumlandığı başka bir merci var. o da düşünen adam olarak sembolize edilen varlık. belki düşünen adam metafizik bir ahlak ya da vicdan olabilir.

  25. Yazan:Gokmen Tarih: Oca 25, 2010 | Reply

    Henüz doğru düzgün bir Kur’an çevirisini bile bu yüzyılda yapmayı başaramamış olan, yani aslında Kur’an’ı ve sahih sünneti düzgün anlamayan ülkemizdeki Müslümanlık anlayışı size bas bas bağırıyor. Duyduğunuz ses de gâibden gelmiyor, çarşı pazarda sürekli nidà ediliyor.

    Mustafa bey yakin zamanda yukarida yazmis olduklarinizin farkina vardim, yani Kurani kerimi anlamadigimin farkina vardim, mevcut aciklamalarinda yetersiz oldugunu farkettim. ben bize verilen mesajlari anlayamadigim icin aci cekiyorum, bahsettiginiz gibi mesaji dogru veren bir Kuran meali ayrica Efendimiz zamanindaki arapca kelimelerin anlamini veren bir arapca sozluk varmidir. Lutfen yardim edin. adresim:gurka13@yahoo.co.uk

    Selamlar

  26. Yazan:Katre Tarih: Oca 25, 2010 | Reply

    Gökmen bey, sorunuzu Mustafa beye yöneltmişsiniz gerçi ama arapça sözlük hususunda “dağarcık” yayınlarına ait olan arapça sözlüğü inceleyebilirsiniz. Meal konusunda ise bir çok meali inceleyip ortak noktalarını bulmak yöntemlerden birisi olabilir. Muhammed Esed, Diyanet ya da İhsan Eliaçık mealleri olabilir. Belki cevap gecikirse diye yardımcı olmak istedim, umarım yanlış yönlendirmem…

    Mustafa bey ile yazısının sonunda bahsettiği konu hakkında hem fikiriz. Ben de sonsuz bir azabı düşünemiyorum. Bu insanın kafir olmadığını düşünelim, müslüman olsun mesela ve bir çok günah işlemiş olsun… Bu insan işlediği günahlardan dolayı ömür boyu cehennemde kalacağını bilse tövbe edebilir mi? Günahlardan pişmanlık duyacak ve bu affolmayacak!..

    Rabbimin merhameti bu şekilde olmasa gerek. Ama bu demek değil ki, nasıl olsa Allah merhamet sahibidir, affedicidir, ne yaparsam yapayım nasıl olsa affedecek, o halde günah işlemeye devam!

    İkisi arasında çok hassas bir çizgi var sanırım… Ben tüm insanları bir gün affedeceği umuduyla yaşamak istiyorum…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin