Yasaklı Bir Filmin Anlattıkları
By Talha Can on Ağu 17, 2009 in Sanat, Sinema
Türkiye, son 40 yıldır yaşadığı terör sorunu sebebiyle toplumda tohumları ekilmiş önyargılarla boğuşuyor. Toplumda kamplaşmalara, zıtlaşmalara ve hatta kavgalara sebep olan bu önyargıların altında yatan en büyük neden ise karşılıklı anlayışsızlık… Bu sorun ise kendini en çok Türk – Kürt ayrımında gösteriyor. Bin yıldır aynı coğrafyada aynı değerleri paylaşan Türkler ve Kürtler, bugün aralarına ekilen nifak tohumları yüzünden bir evde kavgalı iki kardeş görüntüsü veriyor. Birbirini dinlemiyor, anlamıyor, anlaşmaya çalışmıyor belki de… Devletçi ve otoriter zihniyetin topluma günden güne nüfuz etmesi yarayı daha da derinleştiriyor. Bu konu hakkında -olması gerektiği gibi- her gün bir şeyler yazılıyor, çiziliyor, derleniyor… Ve bizler görüyoruz ki karşılıklı anlayışa sahip olmadan zihinlerimizdeki bu önyargılardan asla kurtulamayacağız ve belki de karşılıklı sevgimizi hep tarih sayfalarından okuyacağız…
Birbirini sevmeyle sonuçlanan karşılıklı anlayışın konu edildiği bir film var karşımızda… Altın Portakal’a beş dalda aday olmuş1, tamamını kazanmış ama Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Kurulunca yasaklanmış2 bir film; “Büyük Adam, Küçük Aşk”.
Nefretin yerini giderek aşka bıraktığı bir hikâye… Kahramanları 75 yaşındaki bir yargıç emeklisi ile yakınlarını köyüne yapılan bir operasyonda kaybeden küçük bir Kürt kızı…3
Küçük bir Kürt kızı olan Hejar bir akrabası tarafından bir avukatın evine bırakılır. Ancak bu evde kalan iki militan, polisin baskını sonucu öldürülünce Hejar karşı daireye, cumhuriyet ilkelerine son derece bağlı emekli hâkim Rıfat Bey’in evine kaçar. Türkçeden taviz vermek istemeyen Rıfat Bey ile Kürtçeden başka dil bilmeyen inatçı Hejar’ın ortak yaşamları itiş kakış ile başlasa da, birbirlerine ısınmaya başladıktan sonra önce Türkçe-Kürtçe öğrenirler, ardından da birbirlerini sevmeyi…
Bu hikâyeyi ana hatlarıyla gözümüzün önüne getirdiğimizde varmak istediğimiz mutlu sonla karşılaşıyoruz. Fakat filmi detaylarıyla ele aldığımızda bu mutlu sona götüren yolda daha kat etmemiz gereken mesafeler olduğunu görüyoruz. Bize her zaman bahaneyi arpacıkta değil de bir kerecik olsun bakan göz de aramamızı gerektirecek mesafe… Başarmamız gereken de bu herhalde. Buyurun bu yasaklı filmi detaylarıyla analiz edelim ve zihnimizdeki prangaları beraber kıralım…
Filmin başlangıç sahnesinde İstanbul’un ara sokaklarında yürüyen iki çarık görüyoruz. Doğunun mütevazi ağırlığını hissettiren adımlarla metropol İstanbul’un ara sokaklarında ilerleyen göçebe çarıklar… Mümtaz’er Türköne’nin Kürt sorununa çözüm olarak sunduğu İstanbul modelini4 hatırlarsak filmin hemen başında sergilenen bu tablo çok manidar… Tabi bu sahne bir o kadar da çaresizliği sembolize ediyor. Kürt dede Evdo, yakın akrabası küçük bir kız olan Hejar’ı, başka bir yakın akrabası olan Kürt kökenli ve halinden İstanbul hayatına entegre olduğu anlaşılan avukat bir bayana bırakmaya gidiyor. Bu hüzünlü ayrılığın sebebi ise Evdo’nun bütün ailesini operasyonlarda kaybeden Hejar’ın geleceği hakkındaki kaygısı ve çaresizliği… Avukat ise filmin ilerleyen sahnelerinde Hejar’la yolları kesişecek olan emekli yargıç Rıfat Bey’in karşı komşusu. Avukat’ın evinde polis tarafından aranmakta olan iki militan kalıyor. Evdo, Hejar’ı bırakıp gittikten sonra polis eve baskın yapıyor… Burada dikkatimizi çeken bir sahne var; polis evin etrafını sarınca Kürt avukat evinde ağırladığı militanlara “teslim olun, birkaç yıl çıkar yatar, yeni bir hayat kurarsınız” çağrısında bulunuyor. Polisin operasyonunda da bazı hataların olduğu görülüyor. Birincisi, operasyondan önce sağlıklı bir istihbarat faaliyeti yapılmamış ki evde her şeyden habersiz küçük Hejar varken operasyon yapılıyor ve Hejar çatışmanın içinde kalıp yaralanıyor. Buna rağmen Hejar operasyondan sonra polisler evde arama yaparken kapı komşuları Rıfat Bey’in evine geçiyor. İkincisi, militanlar öldürülüp çatışma bitince yerde yaralı yatan avukata silah doğrultuluyor, avukatın “ateş etme” yalvarmasına karşılık bir memur -ne sebeple olduğu farklı analizlerle ortaya konabilir- ateş edip avukatı öldürüyor. Tüm bu olanlara şahit olan Rıfat Bey, daktilosunun başına geçiyor ve yeni bir yazıya başlıyor; “Polis Devleti mi, Hukuk Devleti mi?”. Bu arada Rıfat Bey’in evinde temizlikçi olarak çalışan ve Rıfat Bey’in bu konudaki otoriterce hassasiyetinden ötürü Kürt olduğunu açıklamayan Sakine, eve aldıkları ve hala olayın şokunu atlatamamış Hejar’la Kürtçe konuşmak durumunda kalınca Rıfat Bey’den bir daha Kürtçe konuşmaması için uyarı alıyor.
Rıfat Bey, ertesi gün Hejar’ın yaşadığı bu olaydan sonra kapı zili (operasyondan önce polisin uzun uzun zile bastığını hatırlıyor), polise ve askeri üniformaya karşı büyük bir tedirginlik sergilediğini fark ediyor. Filmin burada verdiği mesajı Güneydoğu’da sıkıyönetim zamanında karakollarda ve hapishanelerde yöre halkına yapılan muamelelerin bugünkü tedirginlik ortamına zemin hazırladığı şeklinde yorumlayabiliriz.
Rıfat Bey, küçük Hejar’a yeni kıyafetler vermesine rağmen Hejar eski kıyafetlerine karşı alakasını hiç kesmiyor. Burada gördüğümüz ise insanların kültürel bağlarının onların en değerli yanlarını oluşturdukları bilincinde olabilmemizdir.
Filmin en güzel mesajlarından biri de Rıfat Bey’in Hejar’ın saçında bit olduğunu anlayıp çözüm aradığı sahnede veriliyor. Rıfat Bey büyük bir telaşla Hejar’ın saçlarını keserek soruna kökünden çözüm bulmak istiyor. Hejar tepki verince Rıfat Bey, bit ilacıyla Hejar’ın saçını yıkıyor ve ardından Hejar’ın saçlarını tarıyor. Günümüzde terörle mücadelede toplumsal bir krize sebep olacak “kökten çözüm” gibi otoriter yaklaşımlarla konuya yaklaşanların “bit için saçı kesme ya da bit için saça ilaç kullanma” örneği üzerinde bir kez daha düşünmeleri gerekmekte. Rıfat Bey, Hejar’la olan hikâyesinde başta önyargılarla ve otoriter devletçi zihniyeti temsil eden bir tavırla başlarken zamanla kendisi için Kürtleri temsil eden Hejar’a karşı sevgisi artıyor ve yavaş yavaş önyargıları kırılmaya başlıyor. Bu süreci Türkiye’nin hikâyesi için yorumlarsak birlikte yaşam için herhalde ihtiyacımız olan ilk şey birbirimize karşı önyargılarımızı kırabilmemiz… Aksi halde, Rıfat Bey’in zoraki Türkçe kullanımını Hejar’a dikta etme çabasının karşısında küçük kızın ne kadar da inatçı durabildiği, hâlbuki Rıfat Bey’in filmin ilerleyen sahnelerinde zamanında yasak koyduğu Sakine’den öğrendiği Kürtçe kelimelerle Hejar’a jest yapması üzerine Hejar’ın Türkçe kelimeler öğrendiğini filmde şahit oluyoruz.
Filmde önyargıların nasıl bir hastalık olduğunu gösteren bir sahneden daha bahsetmek gerek; Rıfat Bey, Hejar’la birlikte bir restoranda girer ve sipariş verip telefon etmek için masadan ayrılır. Bu arada garson, küçük Hejar’a bir çikolata verir. Restorandan çıktıklarında Hejar, Rıfat Bey’e az önceki döner ısmarlamasına karşın bir çikolata ile cevap vermek ister. Fakat hiç beklemediği bir şey olur; Rıfat Bey, Hejar’ın kendisine uzattığı çikolatayı görünce “Nereden çaldın bunu, ben bu yaşıma geldim hırsızlık yapmadım, seni Kürt…” diye azarlar ve tekrar restoranda girip çikolatayı teslim edecekken gerçekleri öğrenir, çok pişman olur fakat Hejar’ın kalbini tekrar kazanmak gerçekten zor olur. Toplumsal önyargıların iftiraya varacak yaftalamalara uzandığı bu örnekle çok güzel sahnelenmiş.
Toplumsal uzaklığımız, kendi insanımızın birbirine karşı ne kadar uzak durduğu ve birbiri hakkında ne kadar da az şey bildiği filmde şöyle gösteriliyor; Rıfat Bey, Hejar’ın eski kıyafetlerinin içinden Evdo’nun adresini bulur. Hejar’ın ilk geldiği günden beri “Evdo” diyerek ağlaması üzerine Evdo’yu bulmak için İstanbul’un meskenlerine doğru yola koyulur. Rıfat Bey, yıllarca bu ülkede yargıçlık yapmış, insanlar arasında hak taksimatında bulunmuş fakat ilk defa kendisine uzak gördüğü bu insanlarla aynı dolmuşa binmiş, yaşadıkları yerleri görmüştür. Filmde lanse edildiği şekliyle bu ülkenin insanlarının yalnızca sıcak evlerinde rahat bir hayat yaşayan, Cumhuriyet Gazetesi elinde (filmdeki şekliyle) çayını yudumlayanlardan ibaret olmadığına şahit olur. İstanbul’un sokak hayatı çok farklıdır; muhafazakarı, komünisti, milliyetçisi, Kürdü, Lazı, travestisi, işsizi, göçmeni… Rıfat Bey, Evdo’yu bulur… Evdo, büyük bir nezaketle Rıfat Bey’i içeri davet eder, tanışırlar. Rıfat Bey, evdeki çocukların halini görünce ve hallerini bir de Evdo’nun ağzından dinleyince Hejar’dan bahsetmez. Çünkü belki de Hejar’ın hayatı, huzuru artık Rıfat Bey’e bağlıdır. Evdeki manzara toplumumuzda birbirine karşı sevgi ve saygının esasında hep var olduğu, fakat bunun birbirini dinlemek ve anlamaktan geçtiğini bizlere gösteriyor. Evdo, evin en rahat yerini ve tek koltuğu Türk misafiri Rıfat Bey’e ayırmıştır. Hele Rıfat Bey’in emekli yargıç olduğunu öğrenince hukuka olan saygısını verdiği selamla gösterir. Filmin bu sahnesinde yine çok önemli bir gerçek vurgulanmaktadır. Evdo, Rıfat Bey’e durumlarından bahsederken şöyle der: “Biz arada kalmışız beyim, bir tarafta devlet, bir tarafta gerilla… Ne yapalım?” Bu cümle hem filmin hem de yıllardır yaşadığımız sorunların en çarpıcı gerçeklerinden biri. Kamuoyunda yapılan mülakatlarda da en çok karşılaştığımız bu gerçeğin aktörlerinin bir yanda terörist bir grup diğer yanda ise devletin bulunması çok acı… Oysa devlet, insanını çaresizliğe itmemeli, hele böylesine ciddi bir durumda devlet halkına yandaş olması gerekirken, izlenilen otoriter ve militer politikalarla bölge insanı iki arada bir derede bırakılmakta ve böylece sorun daha da katlanmaktadır.
Rıfat Bey’in önyargıları kırılmaya başladıkça önceleri kendisine çok uzak gördüğü bu insanlara karşı zamanla yakınlık duymaya başlar. Evdo’dan habersiz, oturduğu meskenin telefon borcunu öder. Yıllardır yanında çalıştırdığı, Hejar’ın eve gelmesiyle Kürt olduğunu anladığı ve o andan itibaren evde Kürtçe konuşulmasını yasakladığı Sakine’nin evini ziyaret eder, ondan Kürtçe kelimeler öğrenmeye başlar ve öğrendiği bu kelimelerin karşılığı olan Türkçe kelimeleri Hejar’a öğretir.
Filmin yasaklandığını başta söylemiştik. Esasında toplumsal sorunlarımıza bu kadar iyi eğilen ve verdiği mesajlarla adeta çözümü arayan bu filmin neden yasaklandığı pek de anlaşılır değil. Fakat bu konuda alakadar olabilecek bir sahneden bahsetmek gerek; Rıfat Bey, Hejar’la bir akşam yemeği yerken rahmetli annesini ve karısını hatırlamıştır. Ardından televizyonu açar, haber saatidir… Karşına çıkan ilk haber şehit cenazelerini gösterir. Kanalı değiştirir. Bu sefer öldürülen teröristlerin cesetleri ekranlardadır. Tekrar kanalı değiştirir, bir trafik kazası, bir kamyon ve bir araba. Spikerin konuşmaları da manidardır: “…kazadan sonra polis-mafya-siyaset ilişkisini tartışılmaya başlandı sayın seyirciler…” Rıfat Bey, iyiden iyiye hüzünlenmiştir, Hejar’la tanıştığı günden beri edindiği tecrübeler sert zihniyetinde yumuşamayı sağlamıştır. Ağlayarak şöyle der: “İnsanlar bozuldu… İnsanları bozduk, biz bozduk… Dengeyi bozduk, doğayı bozduk, her şeyi bozduk…”
Rıfat Bey, Hejar’ın her gün en mutlu anlarında dahi “Evdo” diyerek ağlamasına dayanamaz ve Evdo’ya haber verir. Evdo gelir, Hejar bir tercih yapmak durumundadır. İnsanın köklerine olan sadakatini sembolize eden bir sahnedir; Hejar eski kıyafetlerini giyer ve Evdo’yla beraber ayrılmak için hazırlanır. Hüzünlü bir ayrılıktır, tabi tekrar görüşmek için sözleşirler. Çünkü bir Türk olan Rıfat Bey ile küçük bir Kürt kızı Hejar derin bir dostluk kurmuşlardır. Her ikisi de hayatının en unutulmaz derslerini birbirlerinden öğrenmişlerdir…
Anadolu tarih boyunca bir kültürler atlası olmuştur. 21. yüzyılın dünyayı daraltan hızı kimliklere dayalı farklılıklar arasında risklerin yanında fırsatlar da sunmaktadır. Türkiye son yüzyıldır, Osmanlı’dan sonra üzerine giydiği ulus gömleğinin dar gelmesiyle bir boğulmuşluk hali yaşamakta… Fakat Türkiye, farklılıkların sunduğu bir mozaikte her mahsulü ayrı diyardan-kültürden bir aşure tadını bizlere fırsat olarak sunabilir. Beklide tek ihtiyacımız karşılıklı anlayış… Birbirimizi dinlemeli, birbirimizi anlamalı, yeri geldiğinde birbirimizi yaşamalıyız. Karşılıklı sevgiye giden yol öncelikle zihinlere vurduğumuz prangaları; önyargıları kırmaktan geçiyor. Aynen Rıfat Bey ve küçük Hejar’ın hikâyesi gibi.
… Bu makale ilginizi çektiyse…
Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…
”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”
Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.
Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.
Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …
Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan
Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın
5 Yorum
Yazan:Uğur Tarih: Ağu 18, 2009 | Reply
Bu Filmi İzledim.. İzlemeyenlere Şiddetle Tafsiye Ediyorum.
Yazan:MB Tarih: Ağu 18, 2009 | Reply
Öncelikle yazınız mükemmel olmuş Talha Bey.
Filmde, toplumsal derin mesajlarıyla harika görünüyor. Filmi, boş bir zamanımda izlemeyi düşünüyorum. Tekrar teşekkürler…
Yazan:demmah Tarih: Ağu 21, 2009 | Reply
ii hos guzel de yasaklanmissa nerden bulacaz filmi ..?
Yazan:alfate Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
”Beklide tek ihtiyacımız karşılıklı anlayış… Birbirimizi dinlemeli, birbirimizi anlamalı, yeri geldiğinde birbirimizi yaşamalıyız. Karşılıklı sevgiye giden yol öncelikle zihinlere vurduğumuz prangaları; önyargıları kırmaktan geçiyor. Aynen Rıfat Bey ve küçük Hejar’ın hikâyesi gibi.”
Zaten bunları toplum olarak yapabilseydik mesele kalmayacaktı. Tek eksiğimiz empati sanırım.
Bu güzel makaleniz için teşekkürler.
Yazan:hakkı Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply
“ii hos guzel de yasaklanmissa nerden bulacaz filmi ..?”
İnternet üzerinden izleyebilirsiniz
http://frm.ekshi.net/buyuk.adam.kucuk.ask.filmi.izle.41859.html
http://www.izlesene-film.com/800-buyuk-adam-kucuk-ask.html
http://online-sinemaizle.blogspot.com/2008/06/byk-adam-kk-ak.html