Din, felsefe ve demokrasi ilişkisine bir kapı olarak tasavvuf
By eg on Ağu 21, 2009 in Demokrasi, Felsefe, Tasavvuf
Bir felsefi sistemin, metafizik düşüncenin ya da dinin, çoğulculukla ve ötekine saygıyla ilişkisini ve bu ilişkinin ne tür sonuçlar yaratabileceğini inceleyebilmek için sözünü ettiğimiz düşüncelerin bir arkeolojisini yapmak gerekir. Bugün, demokrasinin, çoğulculuğun olmazsa olmaz altyapıları olarak gösterilen Batı felsefesinin çeşitli fraksiyonlarının gerçekten bir çoğulculuğa imkân tanıyıp tanımayacağı en hayati soru olarak gündemimizdedir.
Batı felsefesi, Sokrates sonrası Yunan düşüncesinden, Heidegger’in “son metafizikçi, son filozof” olarak değerlendirdiği Nietzsche’ye kadar metafizik bir düşünce olarak dikkat çeker. Bu düşünce, olanın arkasında rasyonel olarak kavranabilen sabit ve değişmeyen bir “öz” aramak, bu özden hareketle zemin kazandırdığı sistemine rasyonel tutarlılık kazandırma amacı güden bir düşünce olarak metafizik bir düşüncedir. Bunun doğal sonucu olarak oluşturulan dualiteler ve dikatomiler, Batı düşüncesinin hiyerarşik yapısını şekillendirirler. Beden-zihin, ben-öteki, akıl-duygu, söz-yazı gibi hiyerarşiler bir taraftan birincilere ikinciler üzerinde baskınlık özelliği kazandırırken, ikincileri de birincilerden hareketle tanımlayan bir yapı oluşturmaktadırlar. Sokrates döneminden beri süregelen bu logos-merkezli düşünceden doğan rasyonel tez, bütün fikirler, dünya görüşleri ve algılar için de bir tarz ve dayanak oluşturmaktadır.
Batı felsefesinin “metafizik” diye adlandırdığı ve varlığı rasyonel yöntemlerle kavramayı amaçlayan bu “bilim”e ilk darbeyi Kant vurdu ve “numen=kendinde şey” olarak tanımladığı şeylerin kesin olarak bilinemeyeceğini iddia etti. Bu düşünce bir taraftan aklın sınırlarını belirlerken, öte taraftan “düşünmenin” de sınırlarını aklın sınırlarına çeken büyük bir yıkıma davetiye çıkardı. Zira Kant’ın felsefesi de “düşünceyi” felsefenin dışına süren bir işlev gördü. Kant, saf aklın eleştirisiyle bir eliyle aldığını, pratik aklın “kategorileri” ve “a priori“leri ile bir tür ödev ahlakı kurmak ve buradan hareketle evrensel bir ahlak oluşturmak amacıyla geri verdi. Kant felsefesi yıkmaya çalıştığı metafizik düşüncenin sonuna kadar içinde kalmaya devam etti. Bu metafizik düşünce, Kant’ın öncesi ve sonrasındaki Batı felsefesi içinde tekçi bir düşünce ve “evrensel ahlak” adı altında köksüz bir totaliter yapı demekti aynı zamanda. Liberal totalitarizm de Kantçıdır bu anlamda.
Rasyonel epistemolojinin boyunduruğu altına giren düşünce, bilgiyi ve onun yorumunu çoğunlukçu bir tekçiliğe indirgemek; bilginin çok yönlü ve katmanlılığını tek bir yöne devşirmek ve bilgiyi parçalayarak her parçaya hakikat payesi atfetmek; en önemlisi insanî deneyimin, rasyonel olanla kavranıp anlaşılabilmesinin zorluğundan dolayı iğdiş etmek yoluyla düşüncenin felsefeden dışarı atılması manasına geliyordu.
Batı felsefesinin ve düşüncesinin bu büyük çıkmazına büyük çığlığı ile Nietzsche işaret etti. Kendi deyimiyle, büyük bir fırtınayı önceden haber verirken kendisi helak olan ağır kara bir damlaydı o. Tanrı’nın ölmesi, aynı zamanda şimdiye kadar en yüce değer olarak gören şeyin değersizleşmesine yol açmıştır. Nietzsche, bunu nihilizmin şafağının önümüzdeki iki yüzyılda Avrupa’yı esir alacağını söyleyerek acı bir çığlıkla duyurur. Ancak Nietzsche bir tasvir yapar, bir çığlık atar “madem en yüce değerler değersizleşti, bu nihilizmi ortaya çıkaran şartlarla yüzleşmek ve yeni değerler üretmek gerekir” der. Ona göre bu nihilizm hayaletini ortaya çıkaran Batı’nın felsefesi, metafiziği ve dini olan Hıristiyanlıktır. Artık yeni değerler yaratarak bu değerlerden kurtulmanın zamanıdır ve bu, üst-insanın değerlerinin öncüsü olduğu bir yolla olacaktır. Yeni değerlerin yaratılması, duyu-üstü olandan hayatın kendisine dönmek amacını güden “irade” aracılığıyla olacaktır.
Heidegger, Nietzsche’yi “değer” ve “zemin” unsurlarını yan yana getirmesi dolayısıyla son büyük metafizikçi olarak Batı metafiziği içine dâhil eder. Zira Nietzsche de Batı metafiziğinin tümünde olduğu gibi değerlerin otoriter gücüne ve hiyerarşilerine boyun eğerek eleştirdiği metafizik geleneğin içinden çıkamaz. Heidegger’in eleştirilerinin Nietzsche’yi ne kadar temsil edebildiği bir yana, o eleştirilerin Batı düşüncesinde bambaşka bir düzleme zemin hazırladığını söylemeliyiz. Heidegger’e göre artık Batı felsefesi logos merkezlilikten kurtulmak ve varlık meselesine yönelmek zorundadır. Bu anlamda o zamana kadar “varlık”ı “varolan”a indirgeyen Batı düşüncesi içinde bir devrim yaptığını iddia eder Heidegger. İşte bu noktada felsefenin sonunu ilan eder ve düşüncenin görevini beyan eder.
Din felsefecisi John Peacocke’nin önemli makalesinde(1) belirttiği gibi artık düşünme logos merkezli olmamalıdır. Zira Heidegger logos-merkezli düşünceyi “hesapçı” olmakla suçlar. Güç tahakkümündeki hesapçı düşüncenin tersine “tefekküre dayalı” bir düşünceyi önerir. Bu “yeni(ama çok eski)” düşünceyle, çoğulculuk ve ötekine saygının ilişkisindeki önem işte burada ortaya çıkıyor. Heidegger’in belirttiği gibi tefekküre dayalı düşünme “her şeyden önce şeyleri kendilerinde oldukları halleriyle kabullenme ve onlara bu şekilde saygı gösterme” olarak anlaşılabilecek bir sükûnet haline de gönderme yapar. Hesapçı düşünme çıkarcı, tahakkümcü iken, tefekküre dayalı düşünce hesapsızdır. Heidegger, bu düşüncesini “düşünmenin takvası” anlamına gelecek bir şekilde yorumlar.
Nietzsche okumalarından ve “tanrı öldü” sözünden anlamamız gerekenler için anahtar bir konumda duran bu görüşe göre, felsefenin ve metafiziğinin tanrısının ölmüş olması, aslında Batı düşüncesini “İlahî Tanrı” fikrine daha çok yaklaştırmıştır.
Batı düşüncesinin bu gelişim süreci Heidegger ve Derrida ile birlikte bence son derece önemli bir noktaya doğru evrilmektedir. Bu nokta felsefeyi hikmetten ayıran ve rasyonalizmin hizmetine veren Sokrates sonrası düşünceden keskin bir kopuş ve dinlerin çoğunun özünde mevcut olan hikmet ile yakınlaşmak demektir. Heidegger’in düşüncesindeki keskin krizler, çelişkiler ya da bizim anladığımızı kast edip etmediği bu noktada çok önem arz etmemektedir. Zira Heidegger sekülerleşerek ruhunu yitiren bir evrene ve hayata ruh verme amacı gütmese de; çoğulcu, hikmete dayalı ve ötekine saygının üzerinde yükselen tefekküre dayalı bir düşüncenin gelip dayanacağı nokta bu ruhun hayat bulacağı bir nokta olacaktır. Heidegger bu noktada Batı düşüncesinin en büyük problemlerinde kurtuluşun bir işaretini de verir gibidir: “Bizler hakiki düşünceye tam anlamıyla yetenekli değiliz, düşüncenin inatçı hasmı olan “akıl”a düşkünüz. Yalnızca “mantıksal olarak” “düşünen” bir düşünme, olumsuzlamanın ve onaylamanın iki kutuplu karşıtlığının katı sınırlarından kaçmayı imkânsız bulan bir düşünmedir. Teizme karşı konuşan bir konuşmanın, ister istemez ateistik olması gerektiği “mantıksal olarak” benimsenir. Benzer bir biçimde, humanizme karşı olan bir konuşma da, insana karşı olmalıdır. Olumlama ve olumsuzlamanın sınırları içinde düşündüğümüzde, düşünmenin görevine çağrılmakta başarısız oluruz” (2)
Bu cümleler bir sonraki yazıda tasavvuf ile çoğulculuk ve ötekine saygı arasında kuracağımız ilişkinin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Zira Batı düşüncesi, Nietzsche’ye kadarki tavrıyla demokrasiye, ötekine saygıya ve çoğulculuğa bir kapı açamaz.
- Heidegger ve Onto-Teoloji Sorunu – John Peacocke
- Heidegger ve Teoloji – Derleyen: Ahmet Demirhan
70 Yorum
Yazan:özlem Tarih: Ağu 21, 2009 | Reply
Çok eğitici bir yazı olmuş, merakla devamını bekliyorum. Yazı çaysız bile kendini bir çırpıda okutuyor.:)
Elinize sağlık…
Yazan:eg Tarih: Ağu 21, 2009 | Reply
teşekkür ederim özlem hanım. aslında derin düşünce için bu konuyu çok daha derinlemesine ele alan bir yazı yazma niyetim var, serinin diğer yazılarıyla birlikte… ama bu yazı daha çok taraf ya da yeni şafak yorum sayfalarında yayımlama niyetiyle biraz kısa tutuldu…ilginçtir taraf’ın hertaraf editörü “vallahi elimde olsa yayımlamak istiyorum ama bu tür ‘derin felsefi yazıları'(vurgu ona ait:)) yayımlamakta zorlanıyorum, çok okunmuyor diye yayın kurulunda onay görmüyor dedi:))bununla birlikte gönderdiğim bir “light”(light vurgusu bana ait:))) yazıyı yayımlayacaklarını söylediler:))
Yazan:özlem Tarih: Ağu 21, 2009 | Reply
Dogrusu her taraf editorunden baska sikayetler de duydum. bence yazik ediyorlar.ben sahsen hemen hepsi birbirine benzer guncele sartlanmis yazilari biktigim icin okumuyorum artik. zaten guncel ile ilgili takip ettigim bazi yazarlar var. Etyen,Roni,Yildiray,Alper gormus vs. donup ayni tarzda bir seyler okumak hic cazip degil. ama mesela Sevan beyin,cihan aktas in kosesini hic atlamam. herkes ergenekon konusur Sevan bey çileği anlatır sonra bir bakarsınız bambaşka bir yazı. Cihan aktaş dürüstlüğü ve duruşu ile çoğu zaman kalbime hitap eder vs. Aşırı politize olduğumuzu düşünüyorum. beğeniyi yaratan muhatap olmaktır. bir kaç ay ısrarla felsefe yazıları polemikleri yayınlasınlar bakalım ne olacak. Sonuçta Nisanyan’in yazıları başlayana kadar kelimeler hiç ilgimi çekmezdi. Ama anlatım neyi nasıl verdiğinizle paralel olarak bir süre sonra okuyucu da işin içine giriyor.
Bu arada geçen haftalarda tarafta gene beni sinir eden birkaç manşet vardı. sonuncusu böö de amcalara. ayvalık yöresinde cinlendiği sanılan bir kızın hikayesini anlatıyordu. belli ki akıl hastası. insanların acıları üzerinden gıdıklayıcı manşetler kullanmak çok çirkin. gazeteyi okutacak seviye bu da olmamalı.
Yazan:Azgın Demokrat Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
Kaleminize sağlık çok faydalı bir makale,tebrik ederim..bazı temel argümanına katılmasanda genelde çok yerinde tespitleriniz var.
ilk eleştirim kullandığınız dilin felsefe ile yakından ilgilenmeyenler için bir jargon oluşturduğudur.Başlık demokrasi ise herkesin anlanlandırabileceği sadelikteyazılabilseymiş daha faydalı oucakmış muhakkak..
Birde çok büyük konulara öok kısa ve özlü olarak değinilmiş her şey yarım kalmış hissi oluşuyor.bir konudan diğerine yapılan bağlamda sürüklenmede boşluklar var..
Yazdıklarınıza basit bir ek yapmayı kendim açımdan zaruri gördüm…
Tüm evreni akıl ile algılayan canlılarız.Akılda bir örgütlenme biçimi olarak dışardaki organisazyonu kategorize ederek kendi için anlamlı kılar.Akı tecrübelerinide ses vasıtasıyla oluşturduğu bir imge dünyasına taşır.Bu yazılım sayesinde hem kendi iç alemini dışa taşır hemde diğer alemleri kendi için anlamlı halde edinerek,algılayabilir..ortak bir kümelenmedir, ilk antlaşmasıdır bir insanın diğerine sunduğu..
Batı dilleri yapı itibariyle ”boolean” bir yapıdadır. Tıpkı makine dili assembledaki gibi açık-kapalı,doğru-yanlış,siyah-beyaz bir mantık yapısına sahiptir.Yazarın belirtiği kavramsal evreni oluşturmasında şaşılacak bir yan yoktur.Dünyayı ve içindeki tüm olguları bu şekilde değerlendirme eğilimleri işletim sistemlerinden kaynaklanır.Bunun dışına çıkmak tıpkı Turing makinesinin halt problemini çözmesi gibidir..Kant ve Nietzsche buna oldukça yaklaşmış insanlardır. Özellikle Kant…
Bunun böyle olmasıda bu halkların tarih sahnesine çıktıları kuzey Avrupa ve asyanın acımasız bir doğaya sahip olması ve skalada ara değerleri pek barındırmamasındandır.Bu sebeple bu halkların dilide genelde düz bir mantığa ve aşırı rasyonel bir algıya sahiptir.
Batı’nın tüm birikiminin bu işletim sisteminin varyantlarından meydana gelmiş olması makalede bahsi geçen katı ve egosentrik algıyı kuvvetlendirmiştir.Buna birde tarihsel dönüşümün katkılarını eklerseniz, bu yazılımın oluşturduğu sosyal kültürel ve felsefi evrenin başat işletim sistemi haline gelmesi değildir.Verdiği çıktılarında makalede işlendiği şekilde olması dışında bir sonuçta bizim bulunduğumuz noktadan beklenemezdi. Bu makaledikinden daha derin bir tartışma mevzusudur..
Özetle Batı’nın eksikliği holistik bakışa
sahip olamayınşındadır. Siyah beyaz algısını tüm evrensel kurumlara uygulamaktan çekinmeyişinde bunu görürüz.Bunu yaparak çoğu kez üstün gelebilmesinin getirdiği egosentizme kendi kısırdöngüsünü daha da büyütmekten hiçbir zaman kaçınmamıştır. Hatta bunu bir din haline bile getirmiştir diyebiliriz..
Oysaki hayat ve ona dair herşey grilerden meydana geliyor..
(hatırlayabildiğim kadarıyla) Birgün Ara Güler’e biri siyah-beyaz fotoğraf nedir diye çok kalsik bir soru sormuş..aldığı cevap üstadın neden üstad olduğuna delildir..
-Siyah ile beyaz arasındaki tüm gri tonları yakalayabilmek demiş üstad..
Hayatıda yakalamak sanırım ancak hayata dair herşeye böyle bakabilmekle mümkün…
Not- Tasavvuf karşısında yer alan biri olarak bu konuya ayrıntılı girmiyorum. Kısaca değinmem gerekirse, maalesef bugün İslam dünyası olarak Granada’nın düşüşünden çok önceleri biz akletmeyenleri bile dini yükümlülük vermeyen bir dinin mensupları olarak akıl etme yeteneklerimizi o kalelerin mümtaz değerlerini kültür dünyamızdan kaybettik..Bugünkü İslam dünyası bir anlamda Gazali’nin takipçilerinin eseridir.Bizler İbn-i Rüşd ile Avrupayı katalize ettik ,Maturidi gibi bir değeri Emevi baskısı sonucu Eşariliğe yeğ tuttuk..Tasavvuf ile belki Haçlı ve Moğol yıkımının yaralı toplumunu rehabilite ettik ve anadolu’un İslamlaşmasını kolaylaştırdık ama bunun bedelini İslamın Endelüs inşa eden özünden koparak ödedik..birde bunla maalesef hala övünüyoruz rakı mezesi bile olan semazenlerle..
Daha sonrada ahbar yerine ulemanın egemenliğinde bilimi dini amelle bir tutan bir Gazali toplumu olarak gaza kültürü ile var olabildik..fetihlerle o günü kazandık bunu ilimle yaptık Fatih’in döktüğü toplar bir mühendislik harikasıydı.Fetih bize, bu akli değerleri manevi ikliminin rüyalarının gerçekleşmesi için rasyonel bir şekilde kullanan birinin Dünyanın tarihini bile değiştirebileceğini göstermiştir. Bunu daha sonra yapamadığımız için geleceği kaybettik..
Eğer ki tasavvufu birlekte yaşama kültürü altında demokrasi ile ilşkilendireceksek, tasavvufsuz bir dünyada Hz. Ömer egemenliğinde Kudüsteki birlikte yaşamı hatırlayın derim..
Yazan:eg Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
özlem hanım güncele şartlanmak ve güncelle ilgili yazılara ağırlık vermek sadece hertarafa has birşey değil maalesef. hatta songül’ün(hertaraf editörü) bu tür güncel yazılarının üstüne diğer editörlerden daha fazla çıkabildiğini düşünüyorum. mesela arada bir yazılarımı yayımlayan yeni şafak yorum sayfası editörü (ki hertaraf’ın eski editörüdür o da)de benzer şekilde güncele yönelik yazılara ağırlık veriyor. daha önce de söyledim defalarca. mesela kendi yazılarım açısında bir tasnif yapmak gerekse, yazılarımın en az emek verilmiş olanlarını,en az beğendiğim ve en az değer verdiklerimi; ama en güncel olanlarını yayımlıyorlar, en fazla önem verdiklerim ise genelde – yayımlayacaklarını söyleyip – bekletiliyor ve güncel olan başka yazılar araya girince kaynayıp gidiyor:((sanırım gazete sayfası olmanın böyle bir ön-yargısı var. illa güncel olana kitlenme özelliği…gazeteci olmadığım için bilemeyeceğim ama sizin de dediğiniz gibi ben editör olsaydım muhtemelen işin temeline girmeye niyetli güncel olmayan yazıları daha fazla yayımlardım gibime geliyor…
azgın demokrat kardeşim boolean mantıkla ilgili söylediklerinize katılıyorum. ama ilginçtir bu mantığın matematikteki ilk kurucularından birisi leibniz’dir ve bu mantığı çinliler bulduğu halde onların kullanamadığını vesaire söyler leibniz…yani sanırım buna batılı kibrini de dahil edebiliriz. çinlilerden alıntıladığı boolean (onlarda ying-yang ya da yokluk- varlık şeklinde ele alınır ve sembolik olarak büyük derinliği vardır bunun)mantığını onlardan daha derinlemesine bildiğini iddia edip onun sembolik ve irfani bütün yönlerini atan bir batılı kafadır söz konusu olan…
tasavvuf konusunda söylediklerinize gelince… sanırım literal bir tasavvuf tanımından hareketle fazla indirgemeci bir tasavvuf görüşü ortaya koymuşsunuz. hz. ömer zamanında tasavvuf olmadığını söylemek, literak anlamda doğru, ama irfanî islam’ın adı olan tasavvuf anlamında ise yanlıştır. gazali ile ilgili söyledikleriniz ise maalesef klasik ibn rüşd- gazali dikatomisi içinde kalıyor ve bence çok indirgemeci yine de…ben sadece şunu söyleyeyim gazali öldüğünde henüz doğmuş olan ibn rüşd ne gazalî’nin eline su dökebilir, ne de irfanî dilini anlamak için tırmaladığı ve gözünün içine baktığı 17 yaşındaki bir ibn arabî’nin…endülüs’ü örnek vermişsiniz. ama endülüs’te bilgelerin bilgesi bir ibn arabî’nin olduğunu, birçok tasavvufi tarikatın endülüsün oluşmassındaki katkıyı gözden kaçırmayın derim ben size. endülüs islam dininin tasavvufundan, felsefesine, siyasetine zirvesini oluşturur, onu tek bir yöne devşirip öyle anlamaya çalışmak, onu anlamamak demektir aynı zamanda…yani yorumlarınız için teşekkür ederim ama özellikle nottan sonraki kısımlara ve tasavvufla ilgili indirgemelere hiç ama hiç katılmadığımı üzülerek söyleyeyim. osmanlı dediğiniz şey, ibn arabî’nin fikirlerinin vucut bulmuş halidir neredeyse. yani osmanlıyı tasavvuftan ayrı görmek bana biraz şaşı bakmak gibi geliyor üzgünüm…
yazının özlü ve kısa olmasına gelince… daha önceki yorumda da değinmiştim. yazıyı bir gazete yorum sayfası için yazdığım için mecburen 1000 kelimeden az tuttum(ki 1000 kelime bile onların uflayıp pufladıkları bir uzunluk demek:)))evet bu konuların detaylarına girmek gerek ve zaten detaylarına girme niyetim var sadece derindüşünce için yazılacak olan yazılarla birlikte…aslında başlıktaki demokrasi sözü sadece benim anladığım bir demokrasiyi anlatıyor. asla bugün bilinen ve anlaşılan haliyle liberal batıl bir demokrasiyi değil. o yüzden doğrusu o kelimeyi başlıkta kullanıp kullanmamakta oldukça zorlandım. zira demokrasi kelimesi de herkesin kendi fikrince yonttuğu bir kelime. yanlış anlaşılabilir diye yazıda o kelimeyi mümkün mertebe çoğulculuk ve ötekine saygı ile değiştirdim.
Yazan:Azgın Demokrat Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
Bende size kesinlikle katılmıyorum desem. Sizde mesela bu olayda İbn-i Rüşd -Gazali şeklinde algılamışsınız buda bir siyah beyaz olayıdır. Ben Gazalinin hayatını iki safhada ele alırım ve bu iki safhanın zararlı olduğunu düşündüğün son kısmındaki düşüncelerle karşı durmayı kendi Müslüman kimliğim için olmazsa olmaz sayarım..
Gazali’nin bidat ehline karşı öne sürdüğü muazzam örnekler bir yana hayatının sonundaki acınası hale düşüşünüde bir ibret vesikası olarak tarihte yer aldığını düşünüyorum.Bir ahbarın bile yolun sonuna kadar varamayabileceğini gösterir benim için..ama elbette gazalinin ruh dünyasına dair yaptığı kimi açıklamalarındaçoğu insanın çıkmazlarına merhem olabilecek derunilikte olduğunu yadsımam.Bunun genel bir kabul olmasının yarattığı pasifize edilşmiş bir düşünce dünyasına ise daima karşı dururum.
Birkaç alıntı İ.H Küpçü’den alayım,kolaylık olsun..
İmam Gazali, önceleri akli ilimlere daha çok önem verirken, yaşantısının ikinci bölümünde ilim konusunda da farklı düşünmeye başladı. İhya-u Ulumid-din adıyla topladığı eserinde, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) “İlim öğrenmek her Müslüman’a farzdır.” hadisini (sözlerini) aşağıdaki sözlerle yorumlar oldu:
“Bu hadisteki ‘El-ilmu’ kelimesindeki lâm-ı tarifinde işaret ettiği gibi, öğrenilmesi farz olan ilimden gayesinin Müslümanlar üzerine farz olan amel ilmi olduğu anlaşıldığı gibi, bizim beyanatımızla da bunların farz olma zamanı açıklanmış oldu.” (cilt I, s.48)
Bu yorumundaki “farz olma zamanı açıklanmış oldu” sözü İmam Gazali’nin o dönemdeki ruh yapısını ve kendisinde kendisinin vehmettiği mertebeyi gösteren bir ifadedir.
Gazali, ticari konularda da düşüncelerini şöyle açıklıyordu. Bir tüccar başka bir ülkeye diyelim şeker almaya gitsin. Tehlikeli olan uzun yolculuğa kervanlarla çıkmadan önce kendi ülkesinde şeker fiyatları artmış olsun. Bu durumdan da mal alacağı ülkedeki tüccarın haberi yoksa, Gazali’ye göre tüccar kendi ülkesindeki yeni fiyatı karşı tarafa haber vermekle yükümlüdür. Vermez ise harama girmiş olurdu. Türklerin ticareti hor görmeye başlamalarında böyle yorumların etkileri olsa gerektir.
İmam Gazali, halkın Müslümanlığı uygulaması konusunda da etkili oldu. Çünkü İhyaû Ulumi’d-Din adı altında topladığı kitaplarında (ki bu kitaplar tekkelerde ve medreselerde okutuldu) Gazali; İslâmi kuralların, ibadet şekillerinin, insanları Cennet’e veya Cehennem’e götürecek davranışların tümünü açıkladığı iddiasındadır. İmam Gazali’nin bu geniş kapsamlı eseri konusunda Katip Çelebi kendi yazdığı Keşf’ül Fünun adlı eserinde –haklı olarak- şöyle demektedir: ”Eğer bu eser (İhyaû Ulumi’d Din) hariç, tüm İslâmi eserler tahrip olsaydı, İslâmiyet yine de bir şey kaybetmezdi.”
Bazı örnekler vererek Gazali’nin hemen her konuyu işlediğini görebiliriz. İmam Gazali’ye göre: (II. Cilt, s.53)
“Dört türlü uyku vardır. 1. Sırtüstü yatmak: Peygamber uykusudur. Onlar göklere bakarak bunların yaradılışı üzerinde düşünürler. 2. Sağ omuz üzerine yatmak, alimlerin uykusudur. 3. Sol omuz üzerine yatmak, padişahlar uykusudur. Hazmı kolaylaştırır. 4. Yüzükoyun yatmak, bu da şeytanlar uykusudur.”
“Dört şey bedeni kuvvetlendirir: 1. Et yemek 2. Güzel koku 3. Münasebet olmadan çok yıkanmak 4. Keten elbise giymek”
“Dört şey gözün nurunu azaltır: 1. Pisliğe bakmak 2. İdam edilene bakmak 3. Kadının edep yerine bakmak 4. Kıbleye arka çevirip oturmak”
“Dört şey aklı çoğaltır: 1. Fazla ve gereksiz konuşmamak 2. Misvak kullanmak 3. Salihlerle (doğru ve dürüstler) beraber olmak 4. Alimlerle düşüp kalkmak”
Bu ve benzeri öğütlerin örneklerini çoğaltabiliriz. Gazali döneminin saygın alimiydi. Ayrıca devlette önemli bir yöneticiydi. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) olan sevgisinden dolayı çok seviliyordu. Bu nedenlerle anlattıkları halk arasında muhtemelen Kur’an’ın emri gibi bir etki yaptı.
İbn_i Rüşd’tün batılılarca ele alınıp Rönesansın nüvesini oluşturan yapıtlarının bidat ve dalal olarak kabl edilip Endülüs dışına itilmesi zaten bahsettiğiniz güruhun mağrifetidir..Endelüsü endelüs yapan akli ilimlere verdiği değer, Hristiyan yahudi ve Müslüamn alimler için hür bir üşünce ortamı yaratabilmesinden ileri gelir ne zamanki endelüsün her yerinde şeyhler peydah olmuştur o andan itibarek aragon ve kastilya bu şeyhlerin böldüğü toplumu çökertmek için adımlar atmaya başlamıştır..
Gazalinin hayatının ikiye ayrılması gerekir ilk dönemi son derece olumlu bir eksende seyrederken hayatının tasavvufa karşı mücadeleye sufilerin eklektik zehirlerine karşı ehli sünnet çizgisini korumaya adamışken ne olmuşsa artık ne tecrübe yaşamışsa ikinci yarısında onlardan biri olmuştur..
Şimdi İslam dünyasının bilim dünyasında gazaliden beri yaşadığı toplam fikirsel ve zihinsel gerilemeyi görmemek şaşı bakmakyı bile aratan bir körlüktür.Ben Gazali’nin Nizamul mülk ve nizamiye medreseleri yoluyla Osmanlının nüvesi sayılacak yapılaşmayı, devlet sistemini oluşturduğunu kabul etmiyor değilim fakat bunun daha çok Gazalinin ömrünün ilk yarısında yaptığı çalışmalarla alakası vardır. Dediğim gibi olaya holistik bakarsak Tasavvuftaki yorumların tamamen gereksiz saçmalıklar olduğunu iddia ediyorda değilim.Bu hareket bir tür psikolojik rehabilitasyondur. Savaşla ve yıkımların ardından nefes almak isteyen ruhların Rabba giden onca yoldan bir yol olarak sarıldıkları bir yol..fakat bu yol onu inşa edenlerin yaşayışıyla anlamlıdır, onun takipçileri için ise demokles kılıçıdır.Buna en güzel cevabı gene İbn_i Arabi vermiştir:
Bizden olmayan bizim kitaplarımızı okumasın..
yada yolu bilmekle yolda gitmek farklıdır der Arabi bunlar uyarı fişekleridir…
Yer kısa olduğundan özet yazıyorum.düşüncem şudur ki, Tasavvuf hint-iran mistik sistemini İslam giysisi altında sunmasıdır.Buna en çok direnenelerde Maturudi gibi orta asyalı alimler olmuşlardır.Çünkü bir yandan kökeni 3000 yıllık mistik düşünce altyapısı öte yandan İsraliyatın Mısırdan taşıdığı Hermes kültü ve kabbala ya karşı kıskaç altında kalan İslam dünyası imam Ebu hanife ve imam Maturidi gibi ümmete bahşedilen dehalarla bu güruha karşı mücadele etmiştir. Türklerde Anadoluya varıncaya kadar genelde bu dairenin içinde kalmış ve sıkı savunucuları olarak ehli sünnet ekolünün yanında olmuşlardır. Tabi Anadoludaki tasavvuf etkisi hiçbir zaman başat olamamıştır çünkü tasavvuf Türklerin askeri toplum yapısına uygun değildir bir tür maniezim dir Türkler için o sebeple devletlüler tasavvufa saygı göstermiş onları korumuş kollamış ama devlet yönetimine eklemlememişler hatta onlardan farklı bir sistemle enderunu oluşturmak zorunda kalmışlardır.Tasavvuf ehlinden gerektiğinde faydalanılmıştır.Fakat yerleşik doğrudan etkilenmesi zordur..
İlk olarak tasavvufu meydana getiren düşünce yerleşik bir toplum yapısı ister;
Türklerde bu tasavvuf hareketi Semerkand ve Buhara gibi İran ve Hinte nispeten yakın topraklarda cereyan eder..uzun bir müddet orada iskan uygulandığında ortaya çıkar..
İkinci olarak tasavvuf eklektik bir inanç potasıdır.Herkese kuçak açar ve herkeste kendi iç alemini bu dünyaya taşır onu eklektik açıdan daha zengin kılar.Mesela bugün namazlardan sonra ellerdeki tespih bu yolla İslama bulaştırılmıştır.Daha saymak gerekirse zühd, havlet, sayılarla zikir, yoga vari törenlerle yeni ibadet şekilleri vs…
Bu süreç Fatihten sonra açıkça hissedilmiştir. Halk artık dönüşmeye başlamıştır, imparatorluğun çoklu kozmopolit yapısıda elbette kendi inançlarını beraberlerinde taşıyan vasalların asimilasyonu için sınırları daha yumuşak daha kucaklayıcı, daha kolay asimile edici bir tarza sahip tasavvuf yorumlarına bel bağlamıştır. Balkanlar bu şekilde sözde islamlaştırılmıştır. Birilerini bizden yapmak için bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmak bir yere kadarda işlevselliğini korumuştur..
Burada bir parantezde kendimizi çok beğenmiş olmamıza ayırmak istiyorum. Osmanlı devletinin kuruluşunu büyümesini ve imparatorluk haline gelmesini sanki karşımızda bize denk bir kuvvet varmış gibi aktarıyoruz. Daha Osmanlının beylik haline gelmesini sağlayan ilk devirlerden de gördüğümüz gibi Bizans bir avuç Türke karşı bile çok aciz durumlara düşmekte, paralı askerleri olan katalanlar ve sırplar olmasa belkide kendilerini bile o devirlerde koruyamayacak haldedir.
İstanbulu/Konstantiniye yi şehrin olağanüstü jeopolitiği korumaktadır o kadar..durum birazda oluşan otorite boşluğunun Türkler tarafından siyasi ve popülasyon olarak doldurulmasıdır. Sistem eskimiştir yenilenmeyide Bizanslılar başaramamaktadır..öyleyse akışı değiştirecek birileri tarih sahnesine mutlaka çıkacaktır.Elbette bu Osmanlı atalarımızın beşeriyete dair kazandığı başarıları gölgelemek filan değildir.Sadece koşulların zaten bizim için herşeyi hazırlamış olduğunu görmek bizi daha az şerefli/büyük/önemli yapmaz demektir..
Dönelim tasavvufla harmanlanmış askeri politik hamlelere. Fatih’in bizaat kenisini bile bu etkiden kurtaramamıştır…Halveti dergahına yaptığı sık ziayretler onun devlet işlerini etkilemeye başlamıştır. Yinede çok zeki bir adam olduğu şüphesiz olan Fatih yaptığı bazı hamlelerle durumu akli ilimler yönünde düzeltmeye çalışmıştır. Ali kuşcu nezlindeki orta asya alimlerini ülkesine getirtmiştir.Bu alimler açıkça maturidi geleneğini benimseyen insanlardır..burdaki Gazalicilerle mücadele etmişler ama tabiki taasup gene galip gelmiştir zaten akli ilimlerin terk edilip ulvi ilimlerde derinleşmenin faturasıda çok geçmeden ödenecektir..
Bu yaptığım konvansiyonel algıyı şaşırtan, ezber bozan bir tarih yorumudur. Elbette yüzde yüz haklı olduğumu iddia etmiyorum fakat top down processing yapıldığında İmparatorluğun neden yıkıldığı, İslam dünyasınında neden gerilediği ile ilgili düşünce egzersizlerimde örtüşen noktaların bazı toplamlarını size sundum..umulur ki sizde bunlardan yola çıkıp literal bakışdan çok farklı imalara sahip oluğumu anlamlandırabilrisiniz..
Yazan:eg Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
efendim zaten burada iki farklı eğilim var. uyuşamamamız kadar doğal birşey yok. benim yazdığım yazının ana fikri, düşünmenin akla terk edilemeyecek kadar derin bir tefekkürü barındırması gerektiği. siz ise örneklerinizin tümünde akılcılıktan bir nimet gibi bahsediyorsuzun. ibn rüşd rönesansı yaratmış! olabilir, ibn rüşd büyük bir filozoftur, ama yunan felsefesiyle batı arasında kurduğu köprü ve evet rönesans ile batıda başlayan akımların matah birşey olmadığını düşünen birisine pek birşey ifade etmiyor. ancak benimki dikatomi dğeil; zira ben sizin yaptığınız gibi basit bir şekilde “islam dünyası gazalici kaldığı için bu halde, ibn rüşd gazaliyi dövseydi şimdi batı gibi çok ilerde olurdu” demiyorum. böyle diyenleri de ciddiye almıyorum. batının matah bir zihinsel yapıya tekabül ettiğini iddia etseydim zaten bu yazıyı yazmazdım. o yüzden son derece normaldir uzlaşamammız. uzlaşabilseydik eşyanın tabiatına aykırı olurdu. hele gazali’yi hayatının sonunda düştüğü acınası noktayla(!!) eleştiren insanı da acınası bulurum doğrusu…neyse anlayan anlasın, anlamayan okumasın efendim. bu kadar basit. ciddi bir rasyonalizm ve akıl eleştirisi yazının ibn rüşde ve batıya tapıp, gazali’yi , ibn arabi’yi, mevlana’yı yerin dibine mi batırmasını bekliyordunuz doğrusu bunu anlamadım. efendim zaten benim bütün mücadelem batı rasonalizmine ve felsefesine karşı. bunların matah olduğunu düşünseydim aristo’ya ve platon’a tapardım, onların postacısı ibn rüşd’e değil!!!
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
“…düşüncem şudur ki, Tasavvuf hint-iran mistik sistemini İslam giysisi altında sunmasıdır…(Azgin Demokrat)
ALLAH rizasi için Mesnevî gibi eserlerde anlatilan Ilm-i Ledün’den bahsederken temkinli olunuz, “bilmiyorum, anlamiyorum” deyiniz. Gazalî Hazretlerinin ya da bir baska alimin dediklerinin ötesinde önemli olan Hakikat degil mi?
Bu bir hal ilmidir. Yasayan bilir. Hiç asik olmamis birine askin ne oldugunu hangi kelimelerle anlatabilirsiniz ki?
Yazan:eg Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
ha bu arada
diyenleri ise hiç ciddiye alamadığımı üzülerek söylemek isterim. zira tasavvufun bu düşüncelerle ilişkisinin analizini burada 35-40 sayfa yazıp açıklamaya çalıştım zaten. o ilişki ezeli hikmet denen, vahyin tüm insanlığa üç aşağı beş yukarı aynı irfani meyveleri sunmasından gelir. sonuçta insanlık içinde vahiy gelmeyen hiçbir kavim yoktur ve o vahiylerde ortak özellikler bulunması kadar doğal birşey de yoktur. yani tasavvufu bu şekilde bir kaba tasnife sokacaksak niye tartışayım ki sizinle?
Yazan:Azgın Demokrat Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
Hımmmmm
Teşekkür ederiz o ”aşk” tecrübeleri yaşamamışız hatta bize aşkın bazı tecrübelerde nasip olmamış..
Şimdi bu deruni kişiklikler olarak size buyrun basit bir test önereyim;
Sokağa çıkın herhangi birini yoldan çevirin ister kadın ister erkek müslüman olup olmadığınıda onayladıktan sonra kendisine acaba tasavvuf evliyalarından 5 büyük zatın ismini söyleyip söyleyemeyeceğini sorunuz..hani bir elin 5 parmağı kadar…
büyük olasılıkla 5 adet ismi alacaksınız…hatta bazı hanımlarımızın bunu 10-15 rahatlıkla çıkarabildiğini görüp şaşıracaksınız..
daha sonra aynı şahıslara lütfen Hulefa-i Raşidin başka 5 büyük sahabenin ismini zikretmesini isteyin bakalım sayabilecek mi? (5 halifeyide sayamayack olanlar olsada anadoludaki tasavvuf ehillerini sayamayan olmayacaktır yada olmaması daha olasıdır.)
Sonra burda bana aşkın (transandantal) suçlamalarda bulunursunuz…
Selametle..
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
@Azgın Demokrat,
Bir yol ehlinin buyurdugu gibi “ilimde demokrasi olmaz” bilimsel gerçekler oy vermek, ya da referandumla degistirilmez.
Siz “bilmedigim sey yoktur” diyerek bugüne kadar bizim nezdimizde olusmus olan imajiniza zarar veriyorsunuz.
Sizi suçlamiyorum ama biraz sasirdim bu son yazdiklariniza, unutmayin, Hakikat var olmak için bilinmeye ihtiyaç duymaz.
Tasavvuf’un ve ALLAH askinin kendine özgü sirlari vardir. Hem bu aska hem de bu ilimleri ögrenmenin yollarina ait sirlar vardir. Müsade oldugu ölçüde bunlari bildiren, ögreten yazilar yazabiliriz. Ama takdir ALLAH’tandir.
Sözlerimi bir dost önerisi olarak kabul edin. Temkinli olun. “Ölmeden önce ölünüz” hadisindeki hikmet üzere tefekkür edin. Altindaki hazineyi almak için evini yikamayan adamlari düsünün 🙂
Yazan:eg Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
tam cevap yazıyordum ki mehmet yazmış…hem de ramazan ayının güzelliğine uygun bir irfanla yazmış. başka söze hacet yok. teşekkürler mehmet…
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
Eyv. Enver,
Senin Eliaçik makalelerine hakli bir itirazin vardi, mealen “Müslümanligin/imanin tekelini elinde tutma” vehminden bahsetmistin.
Mustafa Akyol’un bu konuda eski ama çok güzel bir yazisi vardi. Müslüman olmanin birden fazla sekli var. Herkesin kalbini bilen ise ancak O.
Fikir çatismalarinin bize ALLAH’in bir hediyesi oldugunu düsünüyorum.
O’nun güzel isimlerinden biriydi sanirim, “hemen ceza vermeyen, iyi isler yaparak affedilmeyi hak etmemiz için mühlet taniyan…” gibi bir anlami vardi.
Yani ZAMANIN SAHiBi bile bizim ölümümüzü beklerken biz kim oluyoruz da onun bunun imaninin kalitesi hakkinda konusabiliyoruz?
Ramazan hepimize sabir ve ilim getirsin ins.
Muhabbetle
Yazan:cb Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
selam,
Mübarek Ramazan,kendimi hiç bölmeyeyim istedim ama ne mümkün?Zaten Tasavvufi Yunus’un yaşamı bize dağda değil şehirde terbiye olunacak bir nefis için insana karışmayıda öğretir.Hem dolaylı yoldan elime ve dilime hakim olursam bu da kısmen hayır sayılabilir?
Demokrat beyin anti-tasavvufi duruşundaki ‘kibre’ kapılmadan,normal standartlarda kendini kaybetmiş bir tasavvuf öğretisini ben de eleştiriyorum ama şu unutulmamalı ki bu eleştiri sadece tasavvufa,hint mistisizminin katıldığı zamanlarda oluyor,onun dışında Kuran’a dayalı bir tasavvuf eğer yaşanılabilirse muazzam bir toparlanma yöntemidir.
İmdi Demokrat bey,siz Hulefa-i Raşidin ya da genel anlamda İslam özünden bahsetmeyi ve insanları uyarmayı bir nevi öze döndürmeyi mutasavvıfa ve onu izleyen insanlara sataşmak mı sanıyorsunuz?Farz-ı mahal,bu tarz mistik bir öğreti çok sağlıklı değil adama sorarlar kardeşim sen ne yaptın?Sataşma bir öğretme metodu mudur?Daha iyisini yapacaksanız buyrun,yok elini taşın altına koymadan klavye ile cihada çıkınca durum böyle nefsi oluyor.Konu tasavvuf olduğu içinde oldukça ironik.Tasavvuf uzağında yaşadığınız ne kadar da belli.
Ayrıca kadınlardan ne istediniz?’Bazı hanımlarımız 15-20 ye çıkartırmış,vs. tasavvufçular ve tasavvuf hızınızı kesmedi zahir.Şimdi bu ‘Light Mücahit abi’ tavırlarınızdan sonra o hanımlardan birinin(o hanım ben oluyorum) elinde kalmadıysanız hintlinin mistisizmine değil de İslam-Tasavvuf-Nefs üçgeninin öğretisine şükredin.
Yazan:eg Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
kesinlikle haklısın mehmet. fikir tartışmaları rahmettir bir anlamda. ancak sanırım insanların imanını sorgularken (mesela özellikle bir takım müslüman fraksiyonların mutasavvıfların bir kısmını – ki buna ibn arabi’den mevlana’ya kadar birçok büyük insan dahildir- kafirlikle suçladıklarına çokça şahit olan bir insan olarak açıkçası üzülüyorum) kendi aczimizi düşünmek gerekir. yusuf kaplan iki yazı yazdı ve üçüncüsü pazartesi gelecek. büüyk ihtimal bir cevap yazısı (belki bazı argümanlarla ilgili açılımlar için) yazacağım. mesela pazartesi günü yusuf kaplan büyük ihtimal tasavvufun relativistik bir bakışa yol açtığı için yakın dönemlerde bir atraksiyona döndüğünden bahsedecek(ben yazılarımı yusuf kaplanla da paylaştığım için bu aynı zamanda benim yazdıklarımın da bir eleştirisi gibi olacak gibi). ben de bunun bir bakıma haklılık taşıdığını düşünmekle birlikte bir ekleme yapmayı düşünüyorum yazıyı gördükten sonra…mesela ben vahyin (kendinde vahiy diyorum buna) tam anlamıyla ve hakkıyla hakikat olarak bilinmesinin imkansız olduğundan bahsederken, bunu dışardan içeriye bir relativite ve nihilizm olarak sunmadım. tam tersi; bir insanın bulunduğu nefs kademeleri ve takva düzeyiyle ilgili içerden dışarıya bir tevazu olduğunu iddia ediyorum bunun. yani benim söylediğim şey şudur: bir insan, bulunduğu nefs kademesi, takva ve anlayış kademesinin her daim üstünde bir anlayış ve takva kademesi olduğunun bilincinde olursa, bulunduğu kademedeki islam anlayışının ve vahyin anlaşılmasının tam anlamıyla bir hakikat olduğunu iddia edemez. bu hakikatı reddeden bir nihilizm değil, insanın kendisine dönük bir bakışla kendi yetersizliğinin ve hiçliğinin farkında olması demektir. mesela bu tür bir insan, bulunduğu yerden gördüğü hakikate ve vahye sımsıkı sarılır ve onu yerine getirmeye çalışır (dışardan içeri nihilizmde tam tersi olur ve hakikat reddedildiği için soğuk bir akılcılık mevcuttur aslında, akıldan kaçarken dahi)ama o anki konumunun tam hakikate açık konum olmayabileceğinin de farkında olarak her daim yeniden ve yeniden hakikatle ilşki kurmayı dener. her daim yeni bir perdesi açılır hakiketle arasındaki sonsuz perdelerden…ama sonsuzdur işte bu perdeler. şimdi bunu bu şekilde net açıklamayınca insanlar (kaplan dahil) bunun kaba bir nihilizm olduğunu düşünebilirler. ama aslında tam tersidir benim kastettiğim şey…bilmem anlatabildim mi?
Yazan:Azgın Demokrat Tarih: Ağu 22, 2009 | Reply
Ben bir imanometreden bahsetmedim olayı çarpıtıyorsunuz…gnostik eğilimlerle akıl yoluyla mücadele etmek zordur.
Dinin kaynak silsilesinin nasıl algılandığı hakkında size veri sağlayacak sosyolojik bir sorgulama önerdim.. daha önce söylediklerim bazı anlamlarda sağlaması olarak.
Haçlı seferlerinden bu yana müctehidden çok mücahid üreten bir sistemin eleştirisidir.Gazali bunun tohumlarını bizzat atan kişidir.Farabi ve Rüşdün çalışmaları sayesinde Ortaçağ karanlığını yıkan Batıdan miras alabildiğimiz tek şey ortaçağ karanlığını sahiplenmek olmuştur..
Ayrıca iddia edildiği gibi bir indirgemecilik sergilemedim.Batı’nın teknoloji ilimdeki ilerlemesini kastettim toptan bir batı rasyonelizm savunması yapmadım.Siz sözlerimi buna indirgeyerek kendinizce bir tür dışalamda bulunarak straw manlik yapıyorsunuz…
Mehmet Bey’in yorumuna teşekkür ediyorum…elbette Rabbe giden binbir yol vardır, bunlarda her biri değerlidir.Ben asla kendi seçtiğiminde yagne gerçek olduğunu iddia ediyor değilim, öyle bir iddiam olmaz zaten..olanıda ciddiye alan salaktır..
Fakat tasavvuf yolunun panteist yaklaşımını herkese din gelmiştir herkeste nüvesi bulunur öyleyse hadi ne varsa içimize alalım gibi bir yaklaşımla bende muhattap olacakta değilim.
Hak geldi batıl (ve batıni herşey) zail oldu.. anlayana apçaık bir kitap ve onun peygamberinin hayatı sünneti yeterde artar…
Müslümanın kaynakları bellidir; Kuran-ı Kerim, Sünnet ve hadisler,sahabe ve tabiyyun icma kıyas ve öğretileri..bunları şiar almış alimlerde rehber olabilir: İmam Ebu Hanife ve İmam Maturi..bunların felsefi olarak destekleyen ve İnsanın akıl sebebiyle yükümlülüğe tabi olduğu bilenler için önce akıl vardır sonra gönül..
Gerisi avamın taklidi dini pratiğinden haz alamayan elit ”havas”ın kendine din içinde din icat etmesidir.. başka bir şey değil..
Nedense tasavvufun ortaya çıkmasından beridir halen üzerimize yağan şerleri görmemekte ayrı bir durumdur..
Öyleyse herkesin dini algısı kendine..En güzelini elbette Rabbımız bilir…
Yazan:bora Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
“Bu yaptığım konvansiyonel algıyı şaşırtan, ezber bozan bir tarih yorumudur. “
yorumunuz da yönteminiz de sandığınız kadar orijinal değil malesef. aslında kısmen selefi ekolün iddialarının basit bir varyantı olarak görülebilir. benzer bir kuru akılcı yöntem, Kur’anın mahluk olup olmadığı konusunda mutezile tarafından da kullanılmış ve selefilerin mezhep imamı ahmed tarafından ehli sünnet savunusuyla karşılanmıştı. ahmed bin hambel’in mezhep imamı olması ve şöhret bulması bu müdafaya bağlanmıştır. bu gün kendi öğrencilerinin aynı kuru akılcı yöntemle aynı dar kafalılıkla tasavvufa saldırdığını görse ne düşünürdü acaba?
“düşüncem şudur ki, Tasavvuf hint-iran mistik sistemini İslam giysisi altında sunmasıdır.”
bu tür klişelere ne demeli bilmiyorum.
islam tasavvuf’unun dayanağı bunlar değildir.
“sen atmadın Allah attı” sırrıdır.
“biz ona şah damarından daha yakınız” sırrıdır.
“sadaka Allah’ın eline düşer” sırrıdır.
“Hakka ve peygamberine eza verenler” sırrıdır.
ve daha pek çoğu.
tasavvuf bir bakış açısından Kur’anı, harf değiştirmeden okuma ve tatbik sanatıdır. tasavvuf sadece insanın bakış açısını değiştirir. ve onun hayatını kutsala temas ettirir.
imam gazali’nin felsefe’ye yada batınilere karşı çıkışı zamana ve zemine göre ilmi siyaset ekseninde değerlendirilmelidir. kimyayı saadete bakarsanız onun tasavvuf yolunu avlanmak için tuzak kurmaya, ilm ve mantık yolunu ise hayvanları çiftleştirerek çoğaltmaya benzettiğini ve 2. yolu daha üstün tuttuğunu göreceksiniz. bu 2. yol mantık ve akıl yürütmeden başka bir şey değildir.
sonuçta tasavvufi alanın yada ilmin inkarı ümmet için bir kayıptır. islam’dan bir şeyi ayıklarken dikkat etmek gerekir kanaatindeyim. kaş yapayım derken göz çıkartmamak gerek.
ibni rüşd’de bizim, gazali’de bizim, arabi’de bizim tüm yanlışlarına rağmen niyetinin güzelliği sebebi ile teymiyye de bizim kapsayıcılığına ulaşmadan fazla ilerleyebileceğimiz kanaatinde değilim.
sizin de niyetinizin iyi olduğunu hissediyorum o yüzden Allah’tan amelinizi de güzelleştirmesini dilerim.
selamlar
Yazan:eg Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
sevgili … demokrat kardeşim,
bakın tasavvuf diye kendi aklınızda bir öcü (ki yaklaşık 10-15 yıl önce ben de aynı durumda olduğum için sizi gayet iyi anlıyorum) uydurmuş ona vurmaya çalışıyorsunuz. tasavvuf ortaya çıktıktan sonra islam dünyasının durumuna bakın demişsiniz…baktık ve osmanlıyı bulduk, endülüs’ü bulduk…bora bey güzel anlatmış tasavvuf da islam felsefesi de bir mirastır. siz ısrarlı bir şekilde akılcı değilim diyorsunuz ama yazdıklarınız o akılcılığı çok net gösteiryor. sadece islam değil herhangi bir dinin ahkamını irfanından ayıran bir akılcılığa teslim olursanız o dinden kala kala elinizde kupkuru bir kabuk kalır. mesela bir benzetme yapmıştınız (çok klasik bir benzetmedir ve benzetmeyi yapanların tasavvufla ilgili hiç tefekkür etmediine delalettir aslında) “tasavvuf hint-iran mistisizminin islam giysisi içinde sunulmasıdır “diye. ben de demiştim ki bu benzerlik (ki şükür ki var böyle bir benzerlik ve şükür ki bu benzerlik yüzünden dünyanın her yerinde islamla tanışmamış olsa da erdemle, ihsanla ve irfanla tanışmış kavimler var, buna şükretmekten başka birşey söyleyemem ben. )her kavme vahiy gelmesinden ve vahyin ortak meyvesinin ahkamdan çok irfan olmasından dolayıdır demiştim. yani böyle bir iddiada bulunurken sizin iddianızın bir sümer tarihçisinin “efendim sümer hukuku ile islam hukuku çok benzer, o zaman islam hukuku ve islam dini sümerlerden çalıntıdır” demesine benzer. bu iddia da vahyin insanlığın yaratıldığından beri her kavme geldiği gerçeğini gözardı ettiği için her türlü ilişkiyi çalıntı kapsamında değerlendiren ve inanılmaz akılcı ve bu yüzden de inanılmaz sığ bir bakıştır. maalesef sizin iddianız sığ bir iddia olmak yanında, ayrıca sizin söylediklerinize de “batı felsefesine islam giysisi giydirilmek isteniyor” iddiasına da zemin hazırlayabilecek mahiyette.
yaşınız kaç, islam vahyi, hadisler ve islam kültürü ile ilgili ne kadar okumaya sahipsiniz bilemeyeceğim ama insanın en azından gazali’yi ele alırken bile şöyle düşünmesi gerekir: “gazali ilk zamanında felsefecileri eleştirirken bile onların felsefi dilinin çok daha alasında bir dil kullanan büyük bir düşünürdür. ama ikinci döneminde demek ki ona bu akıl yetmemiş ki başka bir şey aramış. işte son dönemi o aradığını bulduğu bir noktaya temas eder. ve ben şunu söyleyeyim, her hakiki hakikat arayıcısının da geldiği nokta eninde sonunda budur. batı felsefesi de isterse 2500 yıllık sürünmesinde olsun, ister sizin tabirinizle 2500 yıllık ihtişamında lsun, 20.yy ortası itibariyle 2500 yıl öncesind ebıraktığı mirasına (yani hikmete) dönüyorsa siz de bir düşünün bence gazali’nin son dönemini aşağılarken…
Yazan:Azgın Demokrat Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
Sevgili din kardeşlerim..
Yazdıklarımdan ne olduğum ve savunduğum açıkça anlaşılmış olmalıdır…selefilik yakıştırması gene beni olmadığım şeyin retoriği üzerinden söylemimi göğüslemek şeklinde kullanılmış.Daha selefilerin benim itikad imamım Maturidiyi kabul bile etmediğini bilmeden aynı pota içine alarak KDV dahil yorumlama çabaları..Bu strawmanliktir dedim derdimi anlatamdım halada benim söylemime karşı kullanılıyor..ayrıca selefilerin tamamen yanlış şeyler söylediklerini iddia edenler boolean mantığa gömülmüş olmuyorlar mı?
Kuru akılcı yöntem sulu akılcı yönetem filan diyerek küçümsediğiniz akılcılık yada aklı temel alan düşünce insanın hilafeti üstlenmesine neden olan yegane şey..dinen sorumlu olmamızı sağlayan bize bu sorumluluğu yükleyen özelliğimiz akl edebilmek..
Şimdi sizlere basit bir soslolojik deney önerdim.Bunu hiç konuşamıyorsunuz bile çünkü haklı olduğumu biliyorsunuz.Bunu dar kafalılıkla suçlamaktansa geri kalmıyorsunuz o zaman bende size Din-i dar dersem ne olur acaba..?
”tasavvuf bir bakış açısından Kur’anı, harf değiştirmeden okuma ve tatbik sanatıdır. tasavvuf sadece insanın bakış açısını değiştirir. ve onun hayatını kutsala temas ettirir.”
Allah aşkına risaletin temelleri apaçıkken Resulün ve Ashabın ne yaptıkları ortada iken kendine başka yollardan medet arayan nasıl bir yaklaşıma sahiptir? Neden buna gerek duyar?Neden başka pratikler başka tür zikrler haller içine girer? Peygameberin sünnetinde mi görmüştür Sahabenin ve tabiyyunun pratiğinde mi?Kutsalla temas etmek ne demek kendi oluşturduğunuz kutsalla nirvanacılık oynamak mı?
Hz. Peygamber s.a.v.’in “En hayirli nesil benim dönemimde yasayanlardir. Sonra onlari izleyenler, sonra onlarin ardindan gelenlerdir. şeklindeki hadisinde “en hayirli nesiller” olduklari haber verilen ilk üç kusaga Selef denir.
Bu ilk üç kusak, sirasiyla Sahabe, Tabiun ve Tebe-i Tabiîn’dir . Bunlar imanda, ilimde ve amelde bütün müslümanlar için örnek nesillerdir.
Bunları bırakıp tasavvuf ehline dayanıp kutsalla temas etmek isteyenleri kimse tutmasın,uçarlarken bir yere çarpmasınlar..
Bende Arabinin birkaç kitabı var..Bir tanesinde Endelüs şeyhlerinin kronolojisini tutmuş hikayelerini anlatıyor.Buyrun burdan yakın Dharma yayınlarından Türkçeye çeviren Dr.Refik Algan.Bu tartışmayı okuyan herkes edinsin isterim..Okuytunca göreceksiniz ki, Marvel comics ten yüzyıllar evvel bugünkü X-menler neler yapıyorsa nerdeyse hepsini bizim şeyhler hikmetleriyle yapabiliyorlarmış..yahu bırakın Allah aşkına..
Endelüste Kabbalah ve hasidik öğretilerin, İranda Maneizm ve zerdüştlük,Mısırda hermes kültü gibi bir sürü pisliğin Tasavvuf yoluyla Dine sokulmadığını/sokulmaya çalışılmadığını söyleyen tarih bilmiyor demektir..
Sümer olayına gelince,Muazzez ilmiye Çığ modellerle beni gene bir tutmaya çalışmışsınız. Siz diyorsunuz ki her kavme vahiy gelmesinden ve vahyin ortak meyvesinin ahkamdan çok irfan olmasından dolayıdır.Yahu tesbihat, havlet, sayı ile ibadet, yeni ibadet şekilleri (raks,tekrarlı zikr,) bu vayhin eseri ve bizim kaybettiklerimiz mi ki Hz.Peygamber ve onun sevgili Sahabelerinin hayatlarında zerresi yokken biz bu eski vahiyleri ithal ederek sizin söylediğiniz kupkuruluğu sululuğa çevirmektir…şükür ki Rabbımız şaşmaz bir ehber olarak Kuran ve onla münasebetle yükümlü kıldığı akıl ishan etmiş.Bugün hala tasavvufun köklerini alığı Lübnan, Irak, Afganistan,Pakistan, başının belalardan kurtulmadığını görmüyor musunuz?
Müslümana Kitabı, Peygamberi Hz.Muhammed’in (S.A.V) sünneti hadisleri ve sevgisi, ashabın icması ve kıyası örnek yaşamları, bunları bize anlamlı kılan Ebu Hanife ve Maturudi gibi imamların içtihadları yeter..bunlar dışında bir gerçek bir kutsal arıyan dalaldedir..
Yazan:cb Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
Demokrat bey,
bu cümleleri okurken kendi cümlelerimi okuyormuşum gibi hissettim bu konuda aynı düşünüyoruz AMA bir fark ile ben tasavvufun bahsettiğiniz yöntemler içerisinde bir yöntem,islami bir yaşam tarzı olduğunuda bu görüşlere ekliyorum siz tümden tasavvufu red ediyorsunuz,herkesin bir islam yaşamı vardır hatta bu noktadan hareketle herkesin kabul ettiği tefsir kaynakları bile birbirinden oldukça farklıdır ama bu varılacak aynı noktaya giden farklı yollardan kendi yolumuz olmayana böyle hoyrat davranmak çok mu doğru?kimi selefidir,kimi kelami kimi sufi,varılacak nokta Allah ise sapkınlığa düşmeden kişiye özel yöntemin uygulanmasını neden kabul edemiyorsunuz ki?sanırım sizin takıldığınız nokta Kuran ile örtüşmeyen bir tasavvufi yaşam (mistisizm)onu hak yolda ilerleyen sufilerin dahi kabul ettiğini sanmıyorum.
Hata yaptığınız yer ise ;
imanölçerlik yapmıyorum diyorsunuz ama maalesef alasını yapıyorsunuz kim kendini böyle geniş bir yolda otorite ilan edebilir ki?Siz de muazzam bir retçilik görüyorum,bu ne kadar doğru?Kim delalette?
Siz lütfen alınmayın ama daha dünkü çocukların kendimde dahil İslam=Tasavvuf ya da Tasavvuf=Sapkınlık,kendini bilmezce Seyyit Kutub gibi alimlere(bir çok görüşüne katılmasam da) sapkın,Mevdudi’ye sövme vs.,İslam’ı kendi tekeli altına alma,İslam’ı bir kaç isme mal edip onunla sınırlama,mesela Maturidi,İmam-ı Azam gibi isimleri yek görme bunun yanısıra Eşari,İmam Şafii,Hanbel gibi isimlere haksızlık etmesi,İslam’ı olması gerekenden fazla mezhepçi gören insanlar bütünün,İslam’a verdiği zararın dış mihraklardan daha fazla olduğunu düşünüyorum,Allah bizleri hayırlı kılsın.
Yazan:eg Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
bende ibn arabî’nin birçok kitabı var kerdeşim. dharma yayınlarının ne idüğü belirsiz ibn arabilerine inanmayın. size bakın fütuhatı öneriyorum(28 cilt kocaman cilt halinde basılacak sanırım). henüz 8-9 cildi türkçeye çevrildi. ama en azından ibn arabi konuşacaksanız onu azıcık da olsa bilmenizi tercih ederim. yoksa dharmacı saçmacılardan okuduğunuz ibn arabilerden yumurtlamalardan değil(zira ibn arabî’ye mal edilen çok kitap vardır.ayrıca dharmanın çevirilerinin nasıl saptırmalara uğrattığını ve tasavvufu nasıl bir tanrısız mistisizm yaptığını bilen birisi olarak o yayınlardan gelen bir kitabı bana örnek gösteriseniz hadi canım siz de derim ben size)…ama ne söylesem boş..sonuçta bunlar aşama işidir..inşallah aşama kaydedersiniz ne diyeyim başka! şükür ki islam dini sizin gibi, kupkuru akılcığı islam diye sunanlara kalmadı tarih boyunca.
Yazan:eg Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
ha bir de sosyolojik deney önermişsiniz ya ona da bir cevabım olsun: ne sosyolojiye prim veririm, ne de deneylerin hakikatlerle ilişkisinin birebir olduğuna. şükür ki benim çevremde gördüğüm “kadınlar” islam adına hayatını vermiş sahabeye de, mutasavvıflara da büyük saygı ve sevgi gösterirler. bilgi ise söz konusu olan bilgiyi imanın önüne taşımaz benim saf kalpli insanlarım. yani sizin gibi değillerdir çok şükür!!!
Yazan:eg Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
azgın demokrat bey. bakın son birşey söyleyip kendi açımdan bu konuyu kapatayım. benim için sahabe aşımın üstündedir. islam vahyi gözümün nuru. hadisler baş tacım. az çok bilirim de bu literatürü ayıptır söylemesi. ama siz islam tasavvufu ile ilgili hiç (HİÇ) birşey bilmiyorsunuz. bana büyüklerim bilmeyenle tartışma derlerdi hep ama bir türlü onların sözlerini tutamadım şimdiye kadar…ama bu ilk olsun. biraz tasavvuf literatürü okuyun… hiç olmazsa mesnevi okuyun, sonra belki tartışılmaya değer bir kıvama gelirsiniz. ama şimdilik benim size ayıracak daha fazla zamanım yok. zira nickinizin sıfatı tasavvuf dendikçe daha da belirginleşiyor!!!
Yazan:bora Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
sevgili demokrat,
ben sana selefi demedim. selefilerle aynı metod üzerinden ilerlediğini söyledim. selefilerin ibni rüşd’ü de tekfir ettiğini bilmiyor değilim. ama onların yöntemi yada mutezilenin yöntemi yada beyaz türklerin islam’a saldırmak için kullandığı yöntemi sen tasavvufa saldırmak için kullanıyorsun. bu konuda aranızda zerre fark yok. adeta şunu söylüyor ve faşist beyaz türklerle aynı safta duruyorsun. “siz dine gericilik, cehalet vb diyorsunuz ama o aslında din değil tasavvuftur. ben de size bu konu da katılıyorum.” demiş oluyorsun. yazık gerçekten. bu yöntemin kendini aziz sanan ve ümmetin bir kısmını fidye olarak avcıya sunmakta beis görmeyen petro dolar zengini körfez ülkelerinde yeniden diriltilmiş olması muhtemeldir.
Okuytunca göreceksiniz ki, Marvel comics ten yüzyıllar evvel bugünkü X-menler neler yapıyorsa nerdeyse hepsini bizim şeyhler hikmetleriyle yapabiliyorlarmış..yahu bırakın Allah aşkına..
siz cin suresini okuyorsunuz. hüthüde, kaf dağına, süleyman peygamberin şeytanları çalıştırdığına, hayvanlarla konuştuğuna, musa’nın mucizelerine, hızırın kıssasına inanıyorsunuz. efendimizin miraca çıktığına inanıyorsunuz da bunlara mı inanmıyorsunuz. asıl hayret edilmesi gereken sizin tutumunuzdur. :))
Bugün hala tasavvufun köklerini alığı Lübnan, Irak, Afganistan,Pakistan, başının belalardan kurtulmadığını görmüyor musunuz?
işte bir tür ırkçılık daha. “ben güzelim onlar çirkin” yaklaşımı. elbette ümmetteki kültürel çürüme eleştirilebilir ama bunları toptancı şekilde “tasavvuf”a izafe etmek biraz kolaycılık olmuyor mu?
enver bey’in şu yaklaşımının üzerinde durulmaya değer, açılmasında ümmet için fayda olduğunu düşünüyorum
mesela bir benzetme yapmıştınız (çok klasik bir benzetmedir ve benzetmeyi yapanların tasavvufla ilgili hiç tefekkür etmediine delalettir aslında) “tasavvuf hint-iran mistisizminin islam giysisi içinde sunulmasıdır “diye. ben de demiştim ki bu benzerlik (ki şükür ki var böyle bir benzerlik ve şükür ki bu benzerlik yüzünden dünyanın her yerinde islamla tanışmamış olsa da erdemle, ihsanla ve irfanla tanışmış kavimler var, buna şükretmekten başka birşey söyleyemem ben. )her kavme vahiy gelmesinden ve vahyin ortak meyvesinin ahkamdan çok irfan olmasından dolayıdır demiştim
bence bu yaklaşım bir tür alan savunusudur. hint’te, yunanda, amerikan yerlilerinde, çinde yada afrikada basiret sahibi insanların müşahade ettiği ortak bir alanı, bir algı olasılığını gösterir. islam tasavvufu da aynı alana işaret eder ve onu kur’an ve sünnet ışığında arındırır ve anlamlandırır. ümmet bu alanı ve algı olanağını feda edemez. ümmetin bir kısmının bu alana nüfuzla ilgili payının olmaması o alanı anlamsız ve gereksiz kılmaz.
demokrat kardeşim, senin de üzerinde bulunduğun aydınlanma kökenli temel paradigma dünyayı, evreni nesneleştirir, onu edilgen kılar. bunun sonucu ortadadır, giderek ruhsuzlaşan, varlık derinliğinin kaybolduğu, köksüzleşmiş bir dünya. öyle bir dünya ki insanlar kitleler halinde öldürülür ve sömürülür ama buna şaşılmaz çünkü onlar anlamsız nesnelerden başka bir şey değildir. bu mekanizm eğer panzehiri ile dengelenmezse insan kuşatıcı bir algıya, kemalata asla ulaşamaz. nasıl batınilik panzehiri ile dengelenmezse koyu bir panteizme ve esrime batağına ulaşırsa bu tavır da karşıtıyla dengelenmezse kuru akılcılığa -akıllılık değil- ve dünyanın ruhsuzlaşmasına ulaşır. tasavvuf bu noktada denetleyici ilke olarak tenzih ve teşbih’i önerir. hatta tenzih’de teşbihi ve teşbihte tenzihi önerir. yani “o işitendir, görendir” teşbihtir ama “ona benzer bir şey yoktur” tenzihtir. bu yöntem “arasında” sırrı için, latif bilgi için bir anahtardır.
15 yılı aşkın tasavvuf okumalarımda ne kur’ana ne de sünnete aykırı bir şeyle karşılaştım. ne türbeleri tavaf edin, ne ağaçlara çaput bağlayın dendiğini gördüm. enver beyin dediği çok doğru “kafanızda yarattığınız ucubeye tasavvuf adını veriyorsunuz.” bırakın efendim o ucubeye sadece ucube deyin. o ucube hepimizin kafasında var ama basiret sahiplerinden hiç biri ona fıkıfçı, akılcı vb adlar verme gereği duymuyor. o’nun aslı şeytandır ve ona karşı mücadele hepimiz için farzdır. siz ona tasavvuf dedikçe ümmeti bölmekten başka bir şey yapmıyorsunuz ve ortak düşmana mevzi kazandırmış oluyorsunuz.
selamlar
Yazan:cb Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
Enver bey,
konuyu ele alış ve meseleyi ortaya koyuş biçiminizi oldukça başarılı bulduğumu belirteyim daha çok ikinci bölümü bekliyor olacağım keşke ‘ tasavvuf ‘ konusunda tasavvufun ne olduğu ve ne olmadığı ile ilgili bu yazının bölümleri olmak dışında konuyu girişte bir tasavvuf açıklaması yazısı yazsaydınız.Zira tartışmalar derin bir konuya bakmak dışında kalıp din-tasavvuf ikileminde çomaklanacak gibi hissediyorum elbet uzun süre ‘tasavvuf’ başlıklı yazılar yazdığınızıda biliyorum (şimdi 70 yazım diyeceksiniz :)) ama bu yazı serisi öncesinde bir açıklayıcı * tasavvuf yazısı olsa sanki daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
Yazan:eg Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
cemile hanım,
biliyorsunuz “tanımlamayı” sevmiyorum. tanımlamayı reddettiğim için bir tasavvuf tanımı yapmayı pek uygun görmedim yazının başında. ama benim için eğer bir tanım yapılacaksa şöyle bir tanım uygun olur: iman, ahkam ikilisine ihsanı eklemektir tasavvuf. yani ahkamın ve imanın irfanına doğru derinleşmek demektir tasavvuf. bora bey bence başka söze hacet bırakmayacak şekilde güzel bir açılım yapmış:
işte budur bence.
Yazan:cb Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply
yazıyı okuyup bir anlam çıkrabilecekler için ek bir tanımlamaya gerek olduğunu sanmıyorum zaten,tanımlama yapmak kısmen tekellemek olduğu için bundan itina ettiğinizinde farkındayım,zaten benim böyle tanımlamaya da ihtiyacım yok sadece tasavvuf = ? konumunda ya da tasavvuf = salt mistisizm olarak anlayanlar için ek bir açıklama olabilir diye düşündüm sadece.
Yazan:MY Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
@Azgin Demokrat,
Sahabe ile Tasavvuf ehlini hasa çatistirma(!) merakiniz anlasilir sey degil. Her halde ilk Müslümanlar sizin gibi olsaydi Islam 20-30 kisinin arasinda parlayip sönen bir saman alevi olurdu.
Islam büyüklerinin Isimlerini bilMEmekle suçladiginiz din kardeslerinizin kusurlariyla ugrasmaktansa KENDi KUSURLARINIZLA ilgilenseniz sizin için daha hayirli olabilir.
“Sevgili din kardeşlerim..” diye yoruma baslayan, ardindan ayni din kardeslerine agiza gelmeyecek hakaretler yagdiran siz Azgin Demokrat‘a veda etme zamanimiz gelmistir.
hakaretleri silip son yorumunuzu yayinlayacaktim ama daha sonra Islam’a büyük hizmet etmis alimlere de hakaret ettiginizi görünce DD sayfalarinda artik size yer olmadigini anladim.
8 agustos günü Iletisim kutusundan bize ayar vermeye çalisan mesajiniza koydugunuz mail adresi de sahte oldugu için sizinle özel yazisma imkanim olmadi.
Bundan sonra DD’ye yorum göndermekle vakit kaybetmeyin.
Yazan:bora Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
üzücü gerçekten, bu tür tartışmalarda hayır vardır ama üslubu korumaya özen göstermek lazım. geçen gün tasavvuf düşmanı çok sevdiğim eski bir dostumla tekrar kapıştık ve sayesinde imam gazali’yi tekrar ele alıp tazeleme fırsatım oldu. yani bu tartışma bana zarar değil fayda getirdi. azgın demokrat’la da tartışmak faydalı olabilirdi. daha az bildiğimiz alanlardan yeni bilgiler gelebilir yada kendi bilgilerimiz yeniden canlanma imkanı bulabilirdi.
ebu hanife’nin oğluna cedelle ilgili bir tavsiyesi var. dinle ilgili tartışmamasını söylediğinde oğlu “siz de tartışıyordunuz” diye itiraz eder. ebu hanife’de “biz sanki başımızın üstünde kuş varmış gibi tartışıyorduk” der. yani öylesine alçak sesle, nefs çalkantısından uzak bir biçimde, hata ederiz kaygısıyla. işte bu sanırım güzel üslup’tur.
ne mutlu ki bizim peygamberimiz kafirlerin ölüsüne bile küfretmekten sahabesini men etmiştir. az önce galiz küfürlerle islama saldıran ölü kafirlere bile küfrettirmemiş bir peygambere tabiiyiz. nerde kaldı islamın göz nuru alimlere küfretmek. bunlar bu ümmete yakışmaz.
azgın demokrat okuyorsan ve tartışmaya devam etmek istiyorsan sana kişisel söz hakkı tanımam gerektiğini düşünüyorum. belki üslubun bu tür bir platforma uygun düşmediğinden mehmet bey haklı olarak mesajınızı engellemiş olabilir ama istiyorsan bana özelden yazabilirsin. ilgilibilgin@gmail.com.
selamlar
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Yahu 1000 senelik tartışma, insaf yahu. Tasavvuf bid’at midir, Hintlilerden mi alınmıştır, yoksa İslam’dan bir parça mıdır; keramet var mıdır, yok mudur; İbn Arabi deli midir, veli midir?
Yorulmadınız mı Allah aşkına? Bakın konuşurken bile tasavvufun dışına çıkamıyorsun; “Allah aşkına” diyorsun. Nedir bu salak çekişme yahu (Ya Hu!)? Bugün Afrika’da İslam varsa tarikatlar sayesinde var; Hind yarımadasında İslam varsa tarikatlar sayesinde var. Batı’da hakeza. Yani dünyada cennete gidecek sadece Suudi Arabistan’ın Vehhabileriyle; Afganistan’ın Talibancıları olmasa gerek. Pakistan’ın durumundan bahsedilmiş ama selefilerin durumu da pek iç açıcı değil, bana mı öyle geliyor?
Tasavvufun insanı kucaklayan sıcacık din anlayışıyla karşılaştırıldığında; rasyonel, duygusuz; denklemlerle kemikleştirilmiş bir din anlayışı bana pek uymuyor. Tabi bid’atları tespit edip, insanların yanlışlarını yakalayıp ifşa etmek, “siz salaksınız” demek accayip nefse hoş gelen bir şey. Ben bu hoşluktansa; nefisle mücadele eden mütevazi sufilerin yolunun hoşluğunu seviyorum.
Denklemler denklenmediğinde; matematik alt üst olduğunda; boşa koyup olmadığında, doluya koyup almadığında sen de bu işin akılla olmadığını anlarsın azgın kardeş. Biraz pişmen gerek.
Yazan:arif Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Tasavvufun kal değil, hal ilmi olduğu zikredilir malum. Ancak modernleşmenin bunaltıp daralttığı insan gönlü, geçmiştede değişik azgınlıklardan -moğol azgınlığı vb.-bunalan gönüllerin kurtuluş kapısını buldukları Tasavvufun, günümüzdede giderek artan bir ilgiye muhatap olması kaçınılmaz. Tasavvuf üzerine yazılıp çizilmeler ve tartışmalar da kaçınılmaz birşey. Talibi olan meta değerlidir malum. Böylece Tasavvuf popülerleşiyor ve kitle iletişim olanaklarının sınırsızlığıyla yayılıyor. İnciler mercanlar heryere saçılıyor. Modern zamanların bu sakıncası, Tasavvuf ehli içinde bir imtihan vesilesi olarak görülmeli..Birde, Yunusun hala bu kadar çok sevilirken, Molla Kasım’lardan korkulmasıda bize bir mesaj verebilmeli. Yunus’u aydınlık ve sevgi halesi haline getiren ile, Molla Kasımı karanlık bir korku odağı haline getirenin aynı kaynağın değişik görüntüleri olduğunu unutmamak, İlmi Tasavvufun daha bir sindirildiğinin işareti olarak görülebilir belki zamanla. Taraf olup tartışmak adına iyi bir seçim olmayabilir bu alan…Site yönetici ve yorumcuları ile yazarlarınında Ramazanını bilvesile kutlarım.
Yazan:cb Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Yazının 3. bölümünü bekliyordum tam da beklediğim gibi geldi.Endişheleri çok makul bir biçimde ortaya koymuş Yusuf Kaplan
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=24.08.2009&y=YusufKaplan
İnsanların ‘ ortalıktan okuduğu ‘ Selefin ve Tasavvufun endişheleridir bunlar.
Yazan:eg Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
evet yazıyı ben de okudum. ve yazının her kelimesine katılıyorum. bir ara bir sinema yazısı olsa da bu konuda “mevlana’yı bir new age gurusu yapmak” adlı bir yazı yazmıştım. hemen hemen aynı konuya temas etmiştim o zamanlar.
Yazan:eg Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
sözünü ettiğim yazı. yeni şafak sinema sayfasındaki ilk yazımdı:))
http://yenisafak.com.tr/Sinema/Default.aspx?t=13.05.2008&i=116180
Yazan:arif Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Tasavvufun yozlaşabileceği endişesi üzerine, Molla Kasım hikayesine bir şerh düşerek devam edelim…
Malum molla Kasım, Yunusun binlerce dizesinin bir kısmını yakarak, bir kısmını suya atarak imha işlevine girişen bir şeriat unsurunu işaret ediyor. Tüm dizeleri yok etmek üzereyken; Yunus Emrenin şu dizeleriyle karşılaşıyor. Yunus sözü eğri büğrü söyleme/ Senide sigaya çeken bir Molla Kasım gelir/ Bunun üzerine Molla Kasım edep ile Yunusun değerini idrak ederek kalan eserleri koruyor. Buradan işin özünü söz ile eğri büğrü hale getirmenin mutlaka sigaya çekileceği konusunda bir uyarı var öncelikle. Sonrasında işin özünde samimiyet varsa, bunun keşfedileceği ve özün naklinin korunacağı tespiti var. Yani Tasavvufun, Gizli hazinenin bilinmekliği murat etmesinin bir aracı olduğunu idrak etmek gerekiyor. Ancak bu Muradın eğri büğrü ifadesinin mutlaka sigaya çekileceğinin oto kontrolüne sahip olmayı içerdiği de unutulmamalı. Bu oto kontrolün tamamen susmak değilde, edep ve anlayanın kapasitesine göre anlatmak ustalığına sahip olunmayı gerektirdiği aşikar oluyor. Tasavvuf ehline, Ehli dil denmesinin manasıda ilginçlik arzediyor. Klasik müzikte çok bilinen meşhur, Tutii mucizei guyem, ne desem laf değil..sözleriyle malum eserde, Ehli dilin anlatımının papağan ezberinden farklılık taşıması gerektiği kinayesi vardır. Tasavvuf metinlerinde rumuzlu bir dil kullanılması, okuyucunun kapasitesine göre manalar çıkarması kadar, yazanında herşeye vakıf olamayacağını kabullendiğinin işareti olarak görülmeli. Okumadım ancak Elif Şafakın son romanı AŞK ında Tasavvuf odaklı bir roman olduğu ve aynı kaygılarla eleştirildiği malum. Bu romanın ilk çıkışta en çok okunan roman olma -ilk ay üçyüzbin satmış- özelliğinide kazanmış olduğunu öğrendim. Özetle toplumun her kesiminde Tasavvufa dair derin bir yönelim seziliyor. Bundan maddi çıkar elde etmek kadar, yozlaştırılıp İslam karşıtı bir yapıya büründürülmesi çabalarıda beklenir. Ancak esas olanın, Tasavvufun, insanın varlık gayesinin ve onu varlık sahnesine çıkarıp geliştiren ana varlığın ne olduğunun idraki olduğunu yadsımak gereksizdir.
Yazan:MY Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Yusuf Kaplan’in bu yazisini paylastiginiz için tesekkürler. Adeta manifesto gibi. Ne bir kelime eksik, ne de fazla.
Yazan:SQ Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Sayın Enver Gülşen,
Yeni Şafak’taki yazınıza baktım ve birşey sormak istiyorum. Bunu birkaç yerde daha kullandığınız için. “Tanrısız bir mistisizm” derken tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Yazan:mert Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Dogrusu bu sitede Yusuf Kaplan gibi fasist bir yazarin yazisinin yerlere goklere cikarilmasini bir liberal olarak cok yadirgadim! Galiba bu sitenin demokratligi buraya kadar. Fasizan dincilik boyle bisi olsa gerek…
Yusuf Kaplan kanimca 1930’larda yaşasaydı, hitler’in sahabesi olacak kadar müslümandır.
“yahudi’den dost olmaz” sözünden sonra, şimdi de aşağıdaki beyanda bulunmuştur.
“dünyanın hiç bir yerinde böylesine sapkın bir küçük azınlık yok: amerika’daki yahudiler hariç. amerika’daki yahudiler, amerikan ekonomik sermayesine de, kültürel sermayesine de, akademik sermayesine de, siyasi sermayesine de neredeyse tamamıyle sahip durumdalar. amerika’yı parmaklarında oynatıyorlar.
türkiye’deki azgın azınlıkla tek boy ölçüşebilecek azman azınlık zaten kandaş, “kardeş” / “birader” oldukları amerika’yı esir ve teslim alan, israil’in ortadoğu politikalarının kölesi kılan yahudilerdir. ”
Kendisi ayni zamanda yahudi merkezli olduğunu iddia ettiği ergenekon terör örgütünün tasfiye hareketinin ingiliz kaynaklı olduğunu beyan edendir!
“ingilizlerin hem abd’de, hem de türkiye’de yahudi şebekelerine darbe vurmalarının nedeni, yahudilerin küresel güçlerinin yahudileri güç sarhoşu yapacak kadar kontrolden çıkmış olmasıdır.”
Yazan:MY Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Mert Bey ben size bir fikra anlatayim:
Bir yahudi kadin ogluna iki kravat hediye etmis. Oglu tesekkür etmis, içeri gidip bir tanesini takmis. Gelip annesine göstermis. Annesi neredeyse aglamakli: “Ne o? ötekini sevmedin mi?”
Ne yazik ki bizim ülkemiz böyle bilgisayar mantigi ile isler ya SIFIR ya da BiR! Ya Yusuf Kaplan’a tapacaksin ya da nefret edeceksin!
Bence Yusuf Kaplan’in bir fikrini begenmek demek o insanin bütün fikirlerine kefil olmak demek degildir. sevmediginiz bir adam dogru bir sey söylerse de karsi çikmaniz sart degildir. Meselâ Abdullah Öcalan “dünya yuvarlaktir” derse okul kitaplarini yeninden yazip dünyanin düzlügünü savunmak zorunda degiliz.
Özetle söyleNEN = söyleYEN seklinde düsünce olmaz kanaatimce. Yoksa FiKiR DEGiSTiREN = DÖNEK / TUTARSIZ gibi savunulmasi zor ilkeleri(!) savunmak zorunda kalirsiniz. Tartismalarda size güvenip fikrini degistiren insanlara da otomatik olarak hakaret etmis olursunuz 🙂
Yahudilere gelelim simdi. Yusuf Kaplan’in bütün yazdiklarini okumadim. Sizin aktardiginiz çerçevede degerlendirecek olursam söylenenler NE DOGRU NE DE YANLIS. Tasavvuf, selefiye ve modernite hakkindaki tespitlerinde çok derine inmis ve isabetli saptamalarda bulunmus. Ama sizin aktardiginiz paragrafta o derinlige inmemis. Yahudilik ve siyonizm konusunda sitede bir çok yazi yayinladik.
Ama sizin sorguladiginiz noktada sanirim en uygun makale MOSSAD için çalışmak ister misiniz? olacaktir.
Bu yorumu yazdigim makale ve altindaki tartisma tasavvufa odaklandigi için size asagidaki sayfadan devam etmeyi öneriyorum:
(eger vakit ayirip yaziyi da okuyabilirseniz daha kaliteli bir tartisma yapabiliriz)
MOSSAD için çalışmak ister misiniz?
Yazan:cb Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply
Mert bey,
yukarıda geçen uzun sayılacak tartışmalarda genel konu ‘ haksızlık ‘ etmekle alakalı idi,hiç mi o yazışmalardan bir anlam çıkartamadınız ?
Yusuf Kaplan ile bir makalesnin linkini bu sitede gördüğünüz için ve tepsitleri çok doğru bir makale idi
Kaplan’ın Milliyetçi söylemleri vardır ama hiç öyle bahsettiğiniz gibi ‘faşist’ biri değildir.Ha pardon Tr’deki ‘ sığ ‘ liberallerin yeni Tanrısı Obama’ya ağır laflar etmiş olması,anti-amerikancılığı sizler gibi romantika kuşağına bağlı liberaller için faşist ilan edilmek için yeterli değil mi?Ah nasıl da unutmuşum?
Kısmen liberal olduğumu iddia ederim,sizin gibi de düşünmüyorum,siz gibi liberalleri gördükçe Tr solunun,coşkun ‘ faşist ‘ ilan etme heveslerine de rastlıyorum.
Keşke daha vicdanlı ve haksızlık etmeyen bir yorum düşseydiniz,düşebilseydiniz.Mesela Taraf,Pana film,Rasim Ozan ‘Kurtlar Vadisi’ yazıları üzerine tutp Pana filmi tebrik etmesi (o dizinin çirkin sonuçlarına rağmen) haksızlıktı,yanlıştı,anti-abciliğin dozunu (sanırım Milli Gazete,tv 5 menşeinden kaynaklı) bazen abartıyor böyle bir milliyetçi tarafı nedeniyle eleştirmek evet çok makul ama tutup ‘ faşist ‘ ilan etmek büyük haksızlık.
Liberalseniz liberal gibi davranın,hatırladınız mı başat koşul birey özgürlüğü içeriği düşünce özgürlüğü.Sol’dan bir avaz fırlamış gibi yorumlar düşüp keyfinize göre ‘ faşist ‘ ilan etmeyin.
Yazan:eg Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply
snowqueen,
çağımızda birçok “mistik” akım var. türkiye’de olanların bir kısmını ben de yakinen denebilecek kadar iyi biliyorum. bu düşünceler özellikle uzakdoğu dinlerinin ritüelle ilgili geleneklerini onların içini boşaltarak kullanırlar. artık yoga bir spordur vesaire. mesela ilginçtir bunlardan bir tanesinin istanbul’daki temsilcileriyle tanışmak fırsatı da bulmuştum..ben, istanbulda yaşarken onlarla birlikte mevlana’yı konu edinen bir oyuna da gitmiştik. sonrasındaki tartışmaları hatırlıyorum da…mesela mevlana’nın “kendisini müslüman gibi göstermesinin, ya da bir Allah’a inanıyor göstermesinin”, o dönemin şartlarında gerekli bir takiyye olduğunu yumurtlamışlardı beyefendi-hanımefendiler. aslında kısaca şöyle özetlenebilir bu: vahdet-i vucud’u, eğer bir ateizme konu edinmek isterseniz onu ters çevirip panteizm yaparsınız hepsi bu. aslında sizin de bilmein zgerekli, istanbulda çok vardır böyle akımlar. özellikle zengin kesimden inanma ihtiyacı duyup da (ki inanma ihtiyacı fıtrî birşeydir) bir dinle hiç ilgisi olmamış olanları böyle bir mistisizmle inanma ihtiyaçlarını giderirlerdi. bir ara merak edip ne anlatıyorlar diye gitmiştim bu tür derneklerden birisine…ritüeller ya da mistik bir takım eğilimlerin onları dağılmadan tutacak içerikleri olmadan kullanılması. mesela bu tür derneklrin çoğunda eski hint-mısır dinlerindeki ritüllerin çoğu var. bunu da bir anlamda seyr-ü sülük gibi algılıyorlar. ama seyr-ü sülük’de nereye gittiğiniz belli değil. hedefsiz bir seyr-ü sülük olunca yoganın da bir spora dönmesi kaçınılmaz oluyor. ha benim için problem mi? hiç değil, ne istiyorlarsa, neye inanmak istiyorlarsa inansınlar. ama bi-zahmet mevlana’yı, attar’ı rahat bıraksınlar.
Yazan:eg Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply
burada bir tespit yapmış ve bence gayet de doğru bir tespit yapmış. yani yahudi kelimesini kullanmayacağım (aman darılırlar gücenirler )diye özellikle ilk paragraftaki doğrunun üstünü örtecek miyiz? yahudi lobilerin amerikan’nın ana gücü olduğunu israil ne tür zulüm yaparsa yapsın onun dümen suyuna giden bir amerika’yı istediklerini (ve böyle bir amerika’yı yaratanın onlar olduğunu) kabul etmeyecek miyiz? şimdi kürt sorunu tartşılırken türkler şöyle zulüm yapmış, böyle yanlışlar yapmıştır derken liberal, demokrat olunuyor, ama yahudiler böyle yapmıştır denince faşist öyle mi? bence faşist görmek için liberallerin çoğunun aynaya bakması gerekli. zira hepsinin gazze katliamları sırasında vicdanlarının boyunun ölçüsünü gördük!
Yazan:SQ Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply
Eg,
Yogayı bir spor gibi görüp Etiler’deki spor salonlarında pilatesle beraber “bir de bunu deneyeyim” diye alan kokona tipler var tabi. Ama ben yoga salonlarının türemesine karşı değilim. İnsanların yoga yapması-hangi dinden olurlarsa olsunlar ve hükümetin bu konuda bir takım alerjileri oluşup, kapatma adımları için zaman kollasalar da-bence iyi birşey.
Mistisizm insanlığın ortak bir havuzu gibi veya isterseniz kozmik çorba diyebilirsiniz. Hint-Mısır ritüelleri hepsi bunun bir parçası ki bu da çorbayı zengin kılıyor. Etiketlerin, kimliklerin ve katı formların bir yerde önemini kaybetmesi gerektiğini düşünüyorum. Etrafımda tasavvufa en çok ilgi duyan insanlardan biri Yahudi mesela. Diğer taraftan Kabala’ya bakarsak, Kabala bence Museviliğin doktrinlerinin ötesinde bir formda.
“Tanrısız bir mistisizm”, kime göre, neye göre tabi veya nasıl bir tanrıya göre? Ateizmin çevrilip panteizm yapıldığına pek katılamıyorum. İnsanların tanrıyı hatta evreni algılayışı farklı oluyor olabilir, eğer okültizmden bahsetmiyorsak-ki bence bahsetmiyoruz-, “tanrısız bir mistizm” biraz iddialı olur gibi geldi bana.:)
Yazan:mert Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply
eg,
Kusura bakmayin ama yaptiginiz Yahudileri otekilestirmekten ve hadi acik soyleyeyim irkciliktan ve Gazze konusunda agzima laf koymaktan baska bir sey degil. Ben de o zaman size sorayim Hamas’in carsafa soktugu kucucuk kiz cocuklarina gelince vicdaniniz neden sus pus oldu, ya Sudan’da muslumanlarin katlettigi hiristiyanlar ve diger dinlerden olanlar, ya o katilleri ulkemize davet eden rte?
Siz sanirim Yusuf Kaplan’in nasil zihniyette birisi oldugunu pek bilmiyorsunuz. Kendisi eksisozluk yazarlarini hedef gosterendir, linc edendir. Paganografi terimini ureterek pagan inanc sistemine hakaret etmis, inanca saygisi olmayan bir insandir. Bu baglamda kendi inanc sistemine saygi beklemesi kanimca abesle istigal etmesidir.
Tutup da kosesinden paganlar putperestti tecavuz ediyolardi ben buna nasi saygi gostereyim ki filan diyor. Birincisi paganizm esit degildir putperestlik. Ve eger ki ideolojik olarak temelde “inanca saygi” talep ediyorsaniz (inanmiyosaniz bile saygi duyun kafalari), “a” inanca saygi baglaminda onem teskil etmeyen bir parametre olmalidir, zira icerik degil “inanma” eylemidir soz konusu mantik kurgusu icerisinde saygiyi hakeden. Kendisi bence kafayi islamiyetle bozmus zavalli bir yazar. Bakin AKP’ye kapayma davasi acildiginda neler yazmisti. Akp’nin kapatılma davasına en fantastik yaklaşımı yapmış ve batılı devletlerin (kasıt ab ve abd sanırım) islamı hedef alan oyununun son parçası olarak göstermişti. Oyun şudur ki kültürüne ve kimliğine çok bağlı olan osmanlı imparatorluğu’nu (kasıt islami kültür ve kimlik olmalı) islamdan uzaklaştıramayan batılılar, ikinci bir planı yürürlüğe koymuş ve yeni türk devleti’ni islamdan uzaklastırmanın savaş yoluyla değil, kendi içlerinde yetiştirecekleri elitlerin eliyle
sekülerleştirilmesiyle olabileceğini anlamışlar. iste bugün uygulanan plan da budur iste. yazara türkiye’nin kültürünün islami kültürle eşit olmadığını hatırlattıktan sonra bu oyunu uyguladıklarını iddia ettiği devletlerin elinde zaten oyuncak olan bir hükümeti neden çökertmek istediklerini sormak isterdim.
saygilar.
Yazan:eg Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply
mert kardeşim biz o konuları burada ve başka yerlerde uzun süre tartıştık. size bu konuda ayıracak zamanım yok üzgünüm. benim vicdanımın nereye kadar gidebildiğini bilen biliyor, siz bilmeseniz de olur!!!
yusuf kaplan’ı da çok iyi tanırım merak etmeyin. ekşi sözlük yazarlarını linç edenmiş. edep ya hu! ekşi sözlük insanları linç ederken iyi, birisi onlara çirkin yüzlerini gösteren ayna gösterince “linç ediliyoruz imdaat”..tam chp zihniyeti. ama liberallerle chp zihniyeti arasında zannedilenden çok benzerlik vardır. bunu defalarca gösterdi sizin gibiler. hadi kardeşim hadi..başka kapıya…
snowqueen,
doğrusu yazdıklarınıza katılıyorum. benim için de bir sakınca yok. ama tanrısız bir mistisizm derken, elbette ben kendi perspektifimden ve kendi Allah’ımdan hareket ediyorum, bunu bilmeniz gerekli:))
Yazan:SQ Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply
Paganografi ne menem birşeymiş merak edip Kaplan’ın yazısına baktım.
Paganizm hakkında bilgisinin yetersizliğini bir derece anlayabilirim ama koskoca adamın tutup üç tane nickini de yazdığı Ekşi Sözlük yazarına savaş açması, dönüp Freud’u birkez daha okumasını gerektiriyor bence.
Yazan:SQ Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply
Eg
Kendi görüşlerinizden hareket ettiğinizi biliyorum elbette bu yüzden saygı duyuyorum.
Ama Kaplan yorumunuza katılmadım, yaptığı biraz çocukca bir intikamcılık olmuş.
Yazan:eg Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
sq,
kaplan’ın yaptığı birşey yok aslında. olayı bilmiyorsanız özetleyeyim: ekşi sözlük yazarlarından birisi (ki ekşi sözlüğü bilen bilir yazıların %90’ı hakaret ya da aşağılama doludur) yusuf kaplan’ı hakaretamiz eleştirmiş. üstelik adamın adı sanı falan da yok. yani isim olmamasının arkasına sığınıp büyük rahatlıkla sallayabiiyor, hakret edebiliyor, iftira atabiliyorla. ekşi sözlüğe bu yöndeki şikayetlerde hiçbir karşılık da alınamıyor üstelik. neyse bunun üzerine kaplan ekşi sözlüğe çöplük diyen (ki bence çöplüğün dik-alasıdır ekşi sözlük) ve o “ismi cismi belli olmayan şahısa da tek bir kelimeyle kendi hakaretamiz sözlerini gösteren bir yazı yazmış. bunun üzerine o adı sanı belli olmayan şahıs(ki avukatmış ama hala adı sanı yok) hakaret davası açmış. şimdi böyle bir garabet hangi ülkede var. özgürlük, fikir özgürlüğü ayağına hakaretin bini bir para ekşide. ama birisi karşı-hakaret yapınca hakaret davası açmak bence o davayı açan adamın hem çapını, hem de ciğerini gösteriyor. mantık çok basit aslında, sen hakaret ediyorsan ve bunu üstelik adının gizli olmasının rahatlığı içinde yapıyorsan, senin o gizli adına bir başkası da aynı tonajla veya daha yüksek tonajla karşılık verebilir. hakaret ederken iyiyse, yerken de iyi olmalı. olaty bu kadar basit benim açımdan.
Yazan:eg Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
bu arada yusuf kaplan’a genel olarak katılıp katılmamak konusu ayrı bir konudur. yusuf kaplan’ın bazı fikirlerine katılmam(onu fazlasıyla osmanlıcı biri bulurum mesela). hatta hrant dink ölmeden önce hrant hakkında yazdığı bir yazıdan dolayı çok sert eleştirmişliğim de vardır kendisini. ama cevabi yazısı benim sert emailimin çok yumuşak versiyonuydu mesela. bana haklı taraflarımın olduğunu ama o sertlikte bir yazı yazmasının kendince sebeplerini sunuyordu o emailde. ikna olmamıştım o zaman. yine yusuf kaplan kendisini eleştirenlerin çoğunu toplu halde cebinden çıkaracak kadar da birikimli biridir bunu teslim ederim her zaman. ama ekşi sözlük olayında kesinlikle yusuf kaplan haklıdır.
Yazan:umut Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
Kanimca Kaplan’in kendisinin baskalarinin inancini kucumsemeden once, freud’u okumarak oncelikle kendi psikolojisini cozmeye ihtiyaci var.
Kendisi 1980 darbesi mahsulü islamcılardan bir diğeri. Bu tip islamcıların temel özelliği, kendilerinden önce gelen islami akımları fazlasıyla köylü ve halk işi bularak küçümsemeleri, ömürlerini islamı batı tarzı felsefi ve entellektüel kaynaklara dayalı siyasi ideolojilerden biri haline getirmeye çalışmalarıdır. bunda temel neden, kapıkule dışına çıktıklarında iliklerine dek hissettikleri islamın entellektüel küçümsenmesinin vicdanlarında yarattığı duygusal travmalardır.
Kaplan’in yazılarında kuran veya hadis gibi islamın temel kaynakları yerine batı entellektüellerine referans verip, ağır ve postmodern bir dil kullanması seküler bir manevradır. yazar bir yandan sıkı sıkıya kendini bağlayan kurallardan ve eski dilden kurtulup, rahatça at koşturabileceği bir alana kavuşurken, diğer yandan islamı modern bir ideolojiymiş gibi yapılandırmaya girişir.
Ancak islam, örnek alınan entellektüellerin beslendiği dinin belirsizliğinin aksine oldukça kesin sınırları birincil kaynaklarla çizilmiş bir dindir. yine islamın öbür dinin tersine yenilenmeye karşı kurandan itibaren başlayan çetin bir direnci vardır. bunun sonucunda beslenen kaynakların genişlliği, siyasi ideoloji olarak yenilenmeye çalışılan dinin katılığına sığmaz. sonuç ani öfke patlamaları ve batı’dan kopya entellektüel küfürlerdir.
Yazan:SQ Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
Siz dersiniz nefs-ben derim ego-yu öldürmek, böyle konularda imtihanını veriyor bana kalırsa….
Yazan:mert Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
Yusuf Kaplan’in Yahudiler hakkindaki vecizelerini bir daha okuyup ona gore karar verin isterseniz, sanirim bu tur yazilarina gozlerinizi kapatiyorsunuz. Su satirlar asagidaki yazidan:
“Kansız bu adamlar. Kana susamışlar. Kan içerek yaşabiliyorlar. Çünkü Frankenstein ruhu var bunlarda. Dünya, Frankenstein ruhlulara emanet edilebilir mi?”
Siz isterseniz bu yaziyi yahudi yerine kurt ya da fransiz koyarak okuyun bakalim ne kadar nefret dolu ve irkci oldugunu gorebilecek misiniz, CHP liler ya da liberaller hakkinda kelam etmeden once.
—
Frankenstein Ruhlu Adamlar
Kıyamet, insanın sonu demek; insanlığın sonu demek; dünyanın sonu demek; hayatın sonu demek.
Kıyamet, elbette ki, hak; elbette ki, tahakkuk edecek muhakkak. Ama şirret bir milletin, aşağılık bir insan türünün, türünün tek örneği bir varlık türünün türlü tuhaf iğrençliklerinden ötürü mü kopacak kıyamet?
İnsanlığın gözünün önünde en büyük, en hunharca, en barbarca cinayetler işleniyor yarım asırdır; ama bütün insanlık susuyor! Üstelik de, “siz bunlara layıksınız! Çünkü siz itiraz ediyorsunuz; çünkü siz ezber bozuyorsunuz” denilerek haksızlığa, işgale, işkenceye, katliama isyan eden, teslim bayrağı çekmeyen, insanın ve insanlığın onurunu koruyan ve kurtaran bu küçücük, bu kimsesiz kavmin katledilmeleri meşrulaştırılıyor.
İnsanlığın kıyameti değil de, nedir bu? Yahudi, yarın, hükümranlığına boyun eğmeyen herkese de aynı şeyi yapmayacak mı sanıyor bu dünyanın tuhaf insanları?
Evet, Filistin, yine kan ağlıyor. Oluk oluk kan akıyor Filistin’de yine. Günahsız çocukların, masum kadınların, her ân pis bir Yahudi saldırısının kurbanı olmaya aday bütün Filistinlilerin kaynayan kanı, fokur fokur kaynatıyor Filistin’deki cadı kazanını.
Avrupa tarihi, insanların, cadı kazanlarında cayır cayır yakıldıkları kanlı bir tarihtir, aynı zamanda. Cadı kazanlarını hiç söndürmedi Avrupalılar tarih boyunca. İnsanlar cayır cayır yakıldı. Afrika yakıldı. Amerika yakıldı. Amerika’daki bütün yerliler, kıtanın asıl sahipleri; hırsız, soysuz, haydut Avrupalılar tarafından gözlerinin yaşlarına bakılmadan alev alev yakıldı.
Yüzyıllarca bütün Avrupa kentlerinde Yahudi cadı kazanları kuruldu; Yahudi darağaçları kuruldu; zincirlere vurularak sokaklarda süründürüldü Yahudiler. Luther, Yahudileri imha planları hazırladı. Luther’in torunu Hitler, gaz odaları kurdu; cayır cayır yaktı Yahudileri.
Avrupa, Yahudiler için tam bir cehennemdi. O yüzden Amerika’ya kaçtılar. Amerika’yı kurdular. “Yahudi ruhu” olmasaydı, Amerika kurulur muydu? Hayır! Çünkü, “Yahudi ruhu”, kapitalizmin, açgözlülüğün, doymak bilmezliğin, uslanmazlığın azdırdığı, azmanlaştırdığı bir ruhsuzluk hâli/ydi.
Avrupa’da Yahudiler esirdiler. Amerika ise, Yahudilerin eseri ve esiri oldu: Amerika, New York demektir. New York yoksa, Amerika yok demektir. Amerika’nın da, dünyanın da kabesi, New York’tur. Finans dünyasının, siyaset dünyasının, ekonomi dünyasının, medya dünyasının tapınakları New York’tadır. New York’tan gelecek her buyruğa uymak zorundadır Washington.
New York’u New York yapanlar, Yahudilerdir: Dünyada İsrail’den bile fazla Yahudi’nin yaşadığı tek yer, New York’tur. O yüzden New York’a, Jew York denir Batı’da. (Jew, Yahudi demektir).
New York, Yahudiler tarafından rehin alınmıştır. Amerika ve dünya, Jew York tarafından esir ve rehin alınmıştır. Bu gerçeği, Batı’da yaşayan herkes bilir, iliklerine kadar hisseder; ama hiçbir şey demez; diyemez. Bir şey demeye kalktığı ân, hayatını söndürürler adamın.
Nitekim Actor’s Studio’nun yetenekli “metodist” oyuncusu Marlon Brando, sadece “Hollywood’a Yahudiler hâkim” demişti de, anasından doğduğuna pişman edilmişti. Yahudilerin kontrolündeki gazeteler ve televizyonlar, Marlon Brando’ya bu dünyayı dar etmişlerdi. Adam, sonunda kahrından öldü gitti.
Şimdi Yahudiler, dünyayı esir kampına dönüştürmek için var güçleriyle çalışıyorlar. Bunun en aşağılık provasını, Filistin’de yapıyorlar yarım asırdır. Amerika’yı ve Avrupa’yı dize getiren insan türünün en aşağı örneği insan-altı varlıklar, İslâm dünyasını, Müslümanları, münhasıran da Filistin’i, Filistinlileri, Filistinli çocukları dize getiremedikleri, kendilerine boyun eğdiremedikleri için çıldırıyorlar. Kuduruyorlar. O yüzden, kan banyosu yaptırıyorlar, kan kusturuyorlar Filistinlilere. Bütün Müslümanlara âlem-i ibret olsun diye.
Oysa tarih boyunca Batılıların aşağılamalarından, cadı kazanlarından sadece Müslümanlar kurtarmış, Müslümanlar kucak açmışlardı Yahudilere. Yahudiler, intikamlarını Batılılardan alacaklarına Müslümanlardan alıyorlar. Böyle bir şeyi, ancak aşağılık bir varlık türü yapabilir/di yalnızca.
Kansız bu adamlar. Kana susamışlar. Kan içerek yaşabiliyorlar. Çünkü Frankenstein ruhu var bunlarda. Dünya, Frankenstein ruhlulara emanet edilebilir mi?
Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
Mert Bey,
“yahudiler dünyaya hakim” demekle insan irkçi olmaz. Ama “insan-alti filan demis, orada dagitmis tabi, sanirim burada size hak vermek lazim.
Amma… Irkçilik Türkiye’de çok yaygin bir mesele. Yani Kaplan’a gelene kadar irkçi bakanlarimiz var. Genel Kurmay baskanlarimiz var. Daha genis bir açidan bakmak gerek mez mi?
Not: rica etsem isminizin yaninda en azindan bir harf ekler misiniz? baska “Mert” isimli yorumcularimiz var da.
Yazan:mert Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
@Mehmet Yilmaz,
Ismim Mert Aksu, uyariniz uzerine.
Yazan:nimet Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
SQ,
Bilmiyorum nedendir muslumanlarin bir kismi yoga konusunda epeyce bir tepkililer. Malezyanin islami devlet haline gelme surecindeki olaylardan birisi de fetva ile muslumanlarin yoga yapmasinin yasaklanmasi idi. Sanirim bir kac sene once okumustum, spor olarak yogaya izin var ama dua okursaniz islami mahkemede yargilaniyorsunuz. Nedir bu mistisizmden, tanrisiz bir araya gelerek bir seyler paylasmaktan neden bu kadar nefret ediliyor ki, hosgoru dini iddiasindaki bir dinin mensuplarinin bu davranisini anlamak mumkun degil.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
Değerli arkadaşlar,
Konuyla ne kadar alakalı bilmiyorum,dilim döndüğünce hissetiklerim ve algıladıklarım üzerinden bir şeyler paylaşmak istiyorum sizlerle.Mesela bir kaç gündür (ramazan başlayalı)yorumla değerli sohbetinize katılmak yerine birbirinden güzel fikirlerinizi okumayı tercih ettim.Buna tam tercih de denmeyebilir:kendiliğinden gelişen bir hâl demek daha doğru olacak.Zira bilinçli olarak aldığım bir karar değildi.Hani farklı “saatler”imiz olur ya,öyle bir şey.Yani kimi zaman içimden paylaşma ihtiyacı hissederken,bazen de kendiliğinden derin bir sessizlik isteği hasıl oluyor bende.Doğrusu ben de bu “hâl”i tersine çevirecek zorlama eğilimlere pek girişmem…Yani işi oluruna,akışına bırakırım.Anlayacağınız,her ramazan başladığında(belki tamamen raslantı da olabilir),yazmaktan yani içimi dökmekten ya da paylaşmaktan ziyade dinleyici ve sükun yanım daha ağır basar.
Daha önce de dindar bir insan olmadığımı belirtmiştim.Lakin inanç ve iman yönünden kimi eksiklerim olsa da oruç tutmayı çok seviyorum…Daha doğrusu oruç ibadetinin apayrı bir değeri var benim için.Sanırım aynı duygu namaz ibedeti için de geçerli olsa onu da aksatmaksızın yerine getireceğim.
Diyeceksiniz ki,bütün bunların konumuzla ya da tartışageldiklerimizle ne ilgisi var.Bence var.Zira bana göre,bu eksik ve zayıf inancıma karşın yaptığım ibedetin bir başkası tarafından ne kadar makbul olup olmadığından ziyade,beni bir şekilde çeken bu eylemin sırrı önem taşıyor benim için.Doğru mudur,yanlış mıdır bunun muhasebesini yapmam.İçimden öyle geldiği içindir.Yani belki bir iç huzuru,rahatlamayı da amaçlamış olabilirim.Sonuçta her nereden sadır olmuşsa olsun bu ibadeti isteyerek ve gerçekten huzur bularak gerçekleştiriyorum.
Dolayısıyla bu da tasavvufun bir parçasıdır…her ibadet şeklinde bundan bir parça bir şeyler vardır.
Diyeceğim o ki,insanın içinden gelen bir çoşkuyla bir ibedet şekline yönelmesinin;”hangisi doğru”temelinde rasyonalize edilmesini,”doğruluğu”nun belli kurallara dayandırılarak empoze edilmesini çok da sağlıklı bir yaklaşım olarak görmüyorum.Sağlıklı olmasından öte bu tarz bakış açıları biraz tekelciliğe kaçıyor-ya da ben böyle olduğunu düşünüyorum.Zira ibadet ya da benzeri maneviyat biçimleri belli bir şablon içine alınarak kategorize edilmemeli.Böyle yapıldığında,bir nevi ruhundan/özünden kopartılarak(bilerek veya bilmeyerek)şekilci bir istikamet izlemesine yol açabilir ve dolayısıyla anlamından uzaklaştırılabilir.
Başınızı fazla ağartmayayım,bir kaç gündür sayenizde epey araştırdım bu konuları.Cemile hanımın kulakları çınlasın “nereye ümmet”anlamındaki güzel yazısından “varlık”a,oradan iz sürerek islam alim ve bilginlerini,filozoflarını;ekollerini yeterince okuma fırsatım oldu…hepsini üşenmeden karşılaştırdım ve gerek DD’de yayınlanan makaleler gerekse değerli yorumcaların yorumlarını da ilgiyle okuyarak bu acizene araştırmama ekledim.Ve şu sunuca vardım:aslında farklı ekoller olsa da hepsi birbirini tamamlayan bir bütünlüğe sahip.
Sonuç olarak elbette tartışmak,fikir alışverişinde bulunmak çok güzel ve çok çok verimli.Ama bence tartışmak kadar bu güzel ve bir o kadar da bütünleyici ahengi de görmekte ve ta içimizde hissetmekte de fayda var diye düşünüyorum.Son olarak Enver beyin tasavvuf konusundaki fikir ve görüşlerine bu anlmda katıldığımı belirtmek isterim.Zira sorgulayıcı ve “benim dediğim doğrudur” mantığından ziyade bir bakış sunuyor,ışık tutuyor,bir kapı daha aralayarak bazı bağlantılar kuruyor ve bunu da tevazuyla yapıyor.Güzel emeği için de ayrıca kendisine teşekkür ediyorum.Teşekkürü hak ediyor çünkü her yazısından istifade ederek aydınlanıyorum.
Saygılarımla.
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
Yoga konusunda insanlar serbest olmalı. Ama şu bir gerçek ki tasavvufu az buçuk bilenler için bu yogalar, auralar, çakralar dalga konusudur. Orada okyanus duruyor insanlar kurumuş bir gözenin başında su akmasını bekliyor.
Yazan:serkan bayrak Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
tasavvuf gerçektende bulanık bir su gibi heleki tarikat inançları mürşide istenen bağlılık filan hepsi çok ağır şeyler ayrıca diyelimki bunların hepsi gerçek bu devirde bunları yapacak insan varmıdır
Yazan:serkan bayrak Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
mesela tanrının vahdeti vücut olması yani tüm kainatta sadece var olanın o olması düşüncesi vede miraç olayı gibi bir çok tanrıyla ilgili şeyler, tanrı bi hayal ürünüdür demiyorum ama tam anlamıylada vardır diyenlerinde kanıtladığını veya gösterebileceğinede inanmıyorum
Yazan:SQ Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
@Ekrem Senai
Elif Şafak Aşk kitabının kapağının pembe renk olmasını(ki pembe aslında toplumsal cinsiyet rollerinin çocukken belletilmesinden dolayı bir çok kadın için antipatik bir renk olmuşken) aynı zamanda kalp çakrasının rengi olduğunu öğrendiğini anlatmıştı.
Mistisizmle ilginenen bir insan bunların hepsinin birbirinde karşılığı olduğunu bilir, Kabala’da Kether, taç çakraya denk gelir örneğin. Dalga geçmek derken:)
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
Snowqueen,
Bu çakra işi hiç anladığım bir şey değil. Bu işten anlayan bir akrabam var. Baş ağrımı geçirmek için eliyle başımın üstünde bir şeyler yapmıştı bir kez, iyice azmıştı ağrı. Uzun yıllar yoga yapmış ve şimdi sufi olan tanıdıklarım da var, eski hallerine gülüyorlar. Mutlaka yoganın faydaları vardır, bazı çakraları açıyordur, iyi hissediyorsundur, ağrın, sızın diniyordur, daha bir olumlu bakıyorsundur hayata, stresin azalıyordur filan. Tasavvufta amaç bunlardan çok farklı; hakikatle temas etmek; keşf, şuhud halleri, esmanın kalpte tezahürü yanında bu tip şeylerin bir kıymeti olur mu bilmiyorum. Tabi adamın Allah’ın isimleriyle işi yoksa Kabala’dan da, yogadan da alacağı çok şey vardır. Hem namaz, murakabe, tefekkür gibi şeylerden daha bir havalı bağdaş kurup adaleleri gevşetip hımmmmmm sesi çıkarmak.
Yazan:eg Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
aziz bey,
ben teşekkür ederim efendim. bir de ilgimi birşey çekti. bu yazıya bu kadar çok yorum geldi; ama yazının kendi içeriğini tartışan yorum sayısı neredeyse sizinkiyle birlikte birkaç yorumu geçmiyor. sanırım insanlar sadece yazının başlığına bakıp yorum yapıyorlar. asıl istediğim şey yazının içeriğindeki argümanların tartışılmasıydı aslında. zira bu argümanların tartışılmasının insanlık için hayati önemde olduğunu düşünüyorum. sorun islam vahyinin ne sunduğu sorunu değil, o vahyin algılanış biçiminde insanların göstermesi gereken tutum olmalıydı. ama yorumlara bakıyorum (kendi yorumlarım da dahil) tasavvuf var-yok ikiliğine indirgenmiş tüm yorumlar. “tasavvuf yanlısı” olanlar tasavvufu savunuyor, “karşıt olanlar” da karşı cepheye saldıırıyor. yahu kardeşim insan neden bu kadar sert ve kemikli olur…halbuki kemik yerine omurga vardır omurgalı canlılarda. omurga şekil verir ama aynı zamanda esner. din de böyledir. belirli bir omurgası vardır, ama o omurga vücudu dimdik sopa gibi yapmaz. esnemeye müsaittir. çeşitli açılımlara, çeşitli yorumlara imkan verir. yani bir Allahın kulu “kendinde vahiy”in bilinmesi ile ilgili bir fikir ortaya koymaz mı? bir yorumların birinde o konuda birşey söyledim ve dedim ki:
mesela bu sözlerin tartışılmasını isterdim kaba bir yandaşlık karşıtlığa indirgenmesi yerine. doğrusu sizin yorumlarınızı bu tartışmaya en çok yaklaşan yorumlar olarak gördüğüm için ben teşekkür etmek isterim size. muhabbetle
Yazan:cb Tarih: Ağu 26, 2009 | Reply
Aziz bey,
kulaklarımdan çok yüreğim çınladı,yineliyorum ne güzel bir insansınız siz çok teşekkür ederim efendim.Böyle cümleler duydukça hem mutlu oluyor hem de ürküyorum,olurda niyeti iyi olsa dahi sonucu vahim olacak bir cümleye imzamı atarım diye.Yorumunuz konusunda size katılıyorum,DD ile tanıştığım için Allah’a şükrediyorum,yazılara ek olarak yorumlarda benim için büyük kazanımlar oluyor hatta yorumcuların retoriğe dönmüş sorularını döndürüp kazanca çevirmeyi bile deniyorum zira sonuç herkes adına güzel kazanımlara dönüşüyor dolayısı ile retorikçiler de ilk başarısızlıklarına ikinciyi ekliyorlar sadece yazar biraz daha fazla yoruluyor e o da olsun artık.
Enver beyin yazılarına yazı içeriği(tespiterle kalmayıp makul teşhisler koyması ve bu iddialarının altını sağlam argümanlarla ve birikimiyle doldurması) dışında beğenimi belirtecek yorumlar düşmeye çekinir oldum zira kendisi ‘beğeni’ içeren cümlelerden öyle uzak kalmaya çalışıyor ki hatta bu mütevazı halini korudukça çoğu kez kendisine haksızlık ettiğini dahi düşünüyorum,ve bu halinden de çok anlam çıkartıyorum.Sağolsun,sağolunuz.
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply
Enver bey,
Yakındığınız noktada haklısınız.Çoğu yazılar maalesef içeriği ıskalanarak peşin yargılarla yorumlanabiliyor.Tabii bu bazen “kimin”yazdığıyla bire bir alakalı olarak yazarının dünya görüşü veya bakış açısı üzerinden yapılıyor.Bazen de dediğiniz gibi yazının başlığına takılıp kalınıyor.Oysa içeriği bir yana hani başlık da öyle pek yabana atılacak gibi durmuyor.Yani herhangi bir ekolü,tarikat ya da mezhebi diğerine göre tek “mutlak doğru” şeklinde ima eden-dayatan- bir çağrışım yok başlıkta.Ayrıca meselenin ele alış biçimi de salt tarihselliği üzerinden sınırlandırılmış değil.İşin içinde felsefe var,din var,tasavvuf var.Ve bütün bunların toplamından,birbirleriyle olan ilişkilerinden “ötekine saygı”temelinde çoğulculuğa giden kapı aralanmış bir bakıma.Başka bir deyişle hem felsefenin hem de dinin farklı yorumlanış biçimleri üzerinden bir adalet ve hakikat arayışı sözkonusu ki,bu da günümüz toplumuna nasıl uyarlanması gerektiğine bir nevi cevap aramak,bir çıkış yolu bulma amaçlıdır.
Fakat maalesef bütün bundan bir sentez çıkarma yerine ayrıştırma ya da farklı ekolleri bir rekabete dönüştürme eğilimi daha baskın çıkıyor.Bu eğlim sadece din ve felsefe temelli konularla da sınırlı değil.Modern ideolojilerde de benzer psikolji mevcut.Sanki hakikati aramaktan,adaleti tesis etmekten çok bir etiket kaygısı var.Mesela girin bir liberal veya sol platforma,orada da benzer bir tutum göreceksiniz.Hem de buradaki tartışmaları bile geride bırakan tutucu bir anlayışla yapılıyor bu.
Yani uzun lafın kısası bu müzmin hastalık epey yaygın ve maalesef itibar görebiliyor.
Son olarak şunu da eklemek istiyorum:Takip ettiğim kadarıyla Mustafa Akyol’un pek çok yazısına sizden eleştiri geldi ki,bana sorarsanız olması gereken eleştirlerdi.Ama bugün yayınlanan yazısının da hakkını teslim ettiniz.Dolayısıyla Mustafa Akyol ya da bir başkasının önceden tartışmaya açık görüşleri var diye peşinen tüm görüşleri rededilmemeli.Fakat galiba hepimiz aynı hataya düşerek yorumlarımızı biraz da önceden edindiğimiz intibalara hapsediyoruz.
Neticede,eğer yazınızın başlığı da,içeriği de daha derinlikli incelenseydi eminim yorumlar çok daha farklı ve çok daha verimli olacaktı.
Sevgi ve selamlar.
Yazan:SQ Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply
Ekrem Bey,
Hepsinin amacı hakikatle temas etmek nihayetinde, birinin diğerinden daha az değerli olduğunu düşünmüyorum.
Bir de sizce neden namaz kılınırken başın üzerine beyaz takke takılıyor?
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply
Snowqueen,
Hepsi değerli tabi.
Başı örtmek; hem kadın, hem de erkek için bir tevazu göstergesidir. Sarık, ayrıca, insanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olmasının sembolüdür. Ayrıca sarıkta kullanılan bez kefen bezidir. İnsan ölünce sarığındaki bezle kefenlenir. Yani şöyle demek ister sarık: “Ben Allah’ın yeryüzündeki halifesiyim ve ölümlüyüm ve her an ölüme hazırım”.
Tabi sizde başka bir cevher var ki soruyorsunuz. Haydi ! 🙂
Yazan:SQ Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply
Ben aslında namaz kılınırken başa takılan beyaz takkenin(özel bir ismi varmı bilmiyorum)yerine dikkat çekmek istemiştim,
oradaki kefen bezi değil sonuçta, ölümle bağlantısı olduğunu sanmıyorum, belki Kether ve taç çakra ilişkisi gibidir diye düşündüm de:)
Yazan:Ekrem Senai Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply
snowqueen,
İyi yakıştırma, bravo. Bu tespitten sonra takkeli yogiler görmeye başlayabiliriz. Böyle böyle müslüman yapacağız adamları 🙂
Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Ağu 28, 2009 | Reply
Cemile hanım,
Kusura bakmayın,üçüncü yolcularla uğraşayım derken arada kaynamak üzereydiniz:)Malum ramazan dolayısıyla söz perhizindeydim ama bu kadar dayanabildim.Valla ne yalan söyleyeyim içimi bir güzel dökmeseydim patlardım sıkıntıdan:))
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Yazan:Aklını Yitiren Gönül İnsanı Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply
http://www.uludagsozluk.com/k/ibni-teymiyye/